Paylaş
O şahsın hayat öyküsünün izlediği çizgi kadar, kişiliği, insani yönleriyle bıraktığı iz üzerinde derinlemesine bir düşünme hali içinde bulursunuz kendinizi.
Gazeteci Niyazi Dalyancı’nın ölümü sonrasında onu tanıyanların çoğu bu duyguyu yaşadı. Bu çerçevede ardından yapılan konuşmalara, kaleme alınan yazılara baktığımda, en çok karşıma çıkan kavramlardan biri “iyilik” oldu. İyilik ve onu tamamlayan, ona eşlik eden bütün yüksek değerler...
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlenen törende yapılan konuşmaların özetlendiği bültenin başlığında “İyi gazeteci, iyi insan” ifadeleri yan yana duruyor. TGC Başkanı Turgay Olcayto, Evrensel’de yayımlanan yazısında Dalyancı’yı, “iyi” sözcüğünün “belki de en çok yakıştığı insan” olarak tanımlıyor.
Liseyi okuduğu Robert Kolej’in mezun olduğu döneme ait “1963 Yıllığı”nda, onun için kaleme alınan yazıda “Umursamaz görünüşünün arkasında yatan narin ve hassas bir kalp”ten söz ediliyor.
Niyazi Dalyancı
* * *
Benim için de çok özel biriydi Niyazi Dalyancı. 1975 yılında liseyi yeni bitirmiş 18 yaşındaki Boğaziçi Üniversitesi birinci sınıf öğrencisi olan bu satırların yazarını, Türk Haberler Ajansı’nın (THA) Dış Haberler Servisi’nde part time çevirmen olarak işe alıp şans tanımıştı. Ardından ertesi yıl okul değiştirip Ankara’ya, Mülkiye’ye gitmeye karar verdiğimde, ajansın Ankara Bürosu’na muhabir olarak transferimi sağlayan kişiydi. Üstelik sigortam da yapılmıştı.
Yani bana gazetecilik mesleğinin kapılarını açan kişiydi. Hayatımın akışı, 1975 sonbaharında THA’nın Cağaloğlu’ndaki merkezinde ayaküstü yaptığımız kısa bir tanışma konuşmasından sonra “Yarın öğleden sonra gel” demesiyle yeni bir yörüngeye girmişti.
Kendisini o zamandan beri tanımama karşılık, ölümünden sonra öğrendiklerim aslında onun hakkında ne kadar az şey bildiğimi ortaya koydu. Bunun nedenlerinden biri, herhalde eşi ender görülen tevazuunu, alçakgönüllülüğünü tamamlayan bir hususla ilgiliydi. Çünkü kendisinden bahsetmeyi, kendisini anlatmayı pek sevmezdi. Daha doğrusu, birinci tekil şahısla başlayan cümlelerle sohbete girmekten hoşlanan biri değildi Niyazi Dalyancı.
Genellikle kendisini geriye çekmeyi tercih edenlerdendi.
* * *
Ölümünden sonra aile soyağacına baktığımda ailenin en azından bir kanadının Kafkasya kökenli olduğunu anlıyorum. İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği resmi nüfus belgesine bakılırsa, babaannesi Ayşe Dalyancı’nın doğum yeri “Çerkezistan”. Doğum tarihi 1880. Dede Niyazi Kaptan ise İstanbul doğumlu görünüyor.
Dalyancı, değerli meslektaşımız Nazım Alpman’a “Beykoz Sözlü Tarih” kitabı için hayat hikâyesini anlatırken, “Baba tarafında kaç kuşak hepsi balıkçı, Beykoz’a onun için gelmişler. Hepsi uzun boylu, mavi gözlü, sarışın falan adamlardı. Mesela Niyazi Kaptan’ın fotoğrafları var. Çok açık mavi gözlü, Balkanlı olabilirler ama Balkan’dan da balıkçı çıkar mı, onu bilmiyorum” diye konuşuyor.
“Niyazi Kaptan”ın babası ise Hacı Mehmet Ali Bey. Aile, 19’uncu yüzyılın bir kesitinden itibaren Beykoz Kasrı’nın karşısındaki dalyanı işletiyor. Niyazi Dalyancı’nın babası 1907 doğumlu İsmail Bey, dalyanı işletirken aynı zamanda Balık Pazarı’nda da bir yazıhane bulunduruyor.
Anne tarafında da oldukça renkli bir tablo çıkıyor karşımıza. Dedesi Hasan Fahrettin Bey, Sultanahmet’te Küçük Ayasofya Camii’nin imamı. Kızı, Dalyancı’nın annesi Fatma Nebahat Hanım’ı Harbiye’deki Fransız okulu Notre Dame de Sion’a gönderiyor.
Dalyancı’nın Alpman’a anlattığına göre, kendisi 1943 yılında Paşabahçe’deki Tekel İspirto ve Rakı Fabrikası’nın yanındaki yalılardan birinde dünyaya geliyor. Ancak ekliyor: “O zamanlarda Beykoz’un nüfusu ne ki, Beykoz’un postacısı da yalıda otururdu...”
Deniz kenarında yaşayan her Beykozlu gibi iyi yüzüyor, Beykoz Kulübü’nde kürek çekiyor, babasının dalyanında tayfalık da yapıyor, ağla orkinos çekerken ayağına sıkı bir kuyruk darbesi aldığını hep hatırlıyor.
Niyazi Dalyancı ile Sedat Ergin 1979 yılında Viyana’da bir basın gezisi sırasında.
* * *
Babası çocuğunun iyi eğitim almasını önemsiyor. Ortaokulu şimdiki adı Nişantaşı Anadolu Lisesi olan English High School’da, liseyi ise yine Boğaz’da Rumelihisarı’nın sırtındaki Robert Kolej’de okuyor.
Liseyi bitirdiği 1963 sınıfı, sonraki on yıllar içinde arkadaşlık bağlarını güçlü tutan, belli aralıklarla buluşan bir ekip. En yakın arkadaşlarından kardiyolog Prof. Sedat Tavşanoğlu ve gazeteci Vasil Danilof olmak üzere, romatolog Prof. Hasan Yazıcı, iş dünyasından Hüsnü Özyeğin, Osman Berkmen, Nuri Akın, gazeteciler Şahin Alpay, Mustafa Gürsel hep bu sınıftan... Bu isimlerin bir bölümü cenaze namazının kılındığı Paşabahçe Merkez Camisi’nin önündeydiler geçen 27 Mart günü.
Dalyancı, liseyi bitirdikten sonra bir yıl Robert Kolej’in yüksek bölümünde mühendislik okuyup, ardından vazgeçip İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne giriyor. Fakültede okurken Türk Haberler Ajansı’nın (THA) Dış Haberler Servisi’nde çalışmaya başlıyor ve ardından hep gazetecilikte kalıyor.
THA, o yıllarda ABD’nin Associated Press (AP) ile birlikte en önemli iki uluslararası haber ajansından biri olan United Press International’ın (UPI) Türkiye temsilcisiydi. THA ve sonradan bünyesinden çıkan Bağımsız Basın Ajansı (BBA) yurtdışı TV kanallarına dönük habercilik yaptığından, Dalyancı, çok uzun yıllar dış dünyaya dönük bir habercilik faaliyeti içinde oldu.
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Cenevre müzakelerini izleyen Türk gazetecileri arasında Niyazi Dalyancı’yı da görüyoruz.
Ajans haberciliği Dalyancı’nın gazetecilik serüveninin önemli bir bölümü kaplıyor. THA’da Dış Haberler Servisi Müdürlüğü’nü 1976’da Leyla Tavşanoğlu’na bıraktıktan sonra ajansın Yazı İşleri Müdürlüğü’nü üstleniyor.
* * *
Kadri Kayabal’ın en büyük hissedarı olduğu THA, özellikle 1960-80’li yıllarda bağımsız bir haber ajansı olarak Türk basınında önemli bir işlev görmüş, güçlü ve atak gazeteciliğinin yanı sıra teknolojik alanda da o dönemde bir dizi yenilik getirmiş bir kurumdu. Niyazi Dalyancı’nın katkıları THA’nın başarısındaki en kritik faktörlerden biriydi.
THA, aynı zamanda Türk basını için önemli bir okuldu da. Pek çok genç gazeteci burada edindiği tecrübeyle daha sonra büyük gazetelere, televizyonlara geçiş yapmıştır. Türk basınında birçok yönetici, köşe yazarı, editör, muhabir bu okuldan çıkmıştır.
Dalyancı’nın THA döneminde en çok iz bırakan işlerinden biri 1978 yılı ekim ayında program yönetmeni ve kameraman Bedri Kayabal ile birlikte Hakkâri’den İran’a girip, buradan gizlice Irak’a geçerek Kandil Dağı’nda Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani ile yaptığı mülakattır. Talabani’nin üç çadırdan kurulu karargâhında tam üç gün geçirirler.
Dönüş güzergâhında silahlı peşmergeler ve bir katıra yükledikleri eşyalarla yol alırken İranlı jandarmalara yakalanıp kendilerini hapishanede bulurlar. Çıkarıldıkları mahkeme tarafından serbest bırakılırlar. Çekilen filmler daha sonra başka bir yoldan Türkiye’ye sokulduğu için görüntüleri kaptırmaları söz konusu olmamıştır.
“Irak İçinde Kürt Koridoru” başlıklı bu belgesel, Niyazi Dalyancı’ya 1979 yılında prestijli Sedat Simavi Ödülleri’nde “TV gazeteciliği” ödülünü getirecektir. Tabii, bu belgesel o günün koşullarında yalnızca yurtdışında yayımlanabilmiştir.
Niyazi Dalyancı’nın ölümünden kısa bir süre önce “1 artı 1 Ekspress” portalından Tuba Çameli’ne verdiği ve “https://birartibir.org/kurt-koridorunda-yuruyus/” linkinden okunabilecek olan bu mülakat, son derece renkli, heyecanlı ve her bakımdan tarihi önemde bir gazetecilik olayının birinci ağızdan aktarımıdır.
Niyazi Dalyancı, 1978 ekim ayında Kuzey Irak’ta, yıllar sonra Irak Cumhurbaşkanı olacak Celal Talabani ile mülakat yapıyor.
* * *
Niyazi Dalyancı’dan söz ederken onun yaşamı boyunca en önemli yönlerinden birinin doğrultu tutarlılığı olduğunu vurgulamamız gerekir. Onun yaşam öyküsü doğru bildiği, inandığı, bağlı olduğu ilkelerin arkasında sıkıca durmanın bir anlatısıdır aynı zamanda.
İnsanların doğduklarında gözlerini büyük eşitsizliklerle, adaletsizliklerle dolu bir dünyaya açmalarını hiçbir zaman kabullenmemiştir. Genç yaşlarında katıldığı Mehmet Ali Aybar, Behice Boran dönemindeki Türkiye İşçi Partisi’nin kıdemli bir üyesi olarak inandığı sosyalist öğretiye bağlılığından hiçbir zaman vazgeçmemiştir.
Dünya görüşü onun 12 Eylül askeri darbesi döneminde ağır bir bedel ödemesine de yol açmıştır.. 1982 yılında açılan Barış Derneği Davası’nda iki ayrı dönemde toplam 22 ay kadar hapis yatmıştır. İlk etapta alıkonduğu yer, İstanbul Maltepe’de İkinci Zırhlı Tugay Komutanlığı’nın cezaevi koğuşu olarak düzenlenmiş olan cephaneliğiydi. Aylar sonra Sağmalcılar Cezaevi’nin ünlü kaçakçılar koğuşuna terfi edeceklerdi. 6 Kasım 1983 seçiminden bir hafta kadar sonra başlayan ikinci hapislik dönemi, olduğu gibi Sağmalcılar’da geçmiştir. Koğuşta her akşam çayları demleyen kişi Dalyancı’dan başkası değildir.
* * *
Dalyancı, THA’nın Kayabal ailesi tarafından satıldığı 1982’den sonra Bağımsız Basın Ajansı’nda (BBA) daha çok dış basına dönük çalışmaya devam etmiştir. Eğitimi, donanımı, entelektüel birikimi ve kalemiyle Türk basınının gerçekten de kalbur üstü isimlerinden biriydi. Burada altı çizilmesi gereken bir husus, Niyazi Dalyancı’nın THA sonrası dönemde ana akım medyaya, gazetelere mesafeli kalmayı yeğlemiş olmasıdır. Bu konuda kendisine yapılan bazı teklifleri kabul etmediğini biliyoruz.
Niyazi Dalyancı, 2000’li yılların başında BBA dönemini de kapattıktan sonra gazeteciliğe devam etmek yerine üniversiteyi tercih etmiş ve 2006-2014 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gazetecilik okutmuştur.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Rektör Yardımcısı, öncesinde aynı kurumda İletişim Fakültesi öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Aslı Tunç, “İngilizce haber yazımı için tek hoca Niyazi Dalyancı’ydı. O nedenle tüm uluslararası öğrencilerle, Erasmus programıyla gelen öğrencilerle o ilgilenirdi. Öğrencileriyle tek tek ilgilenir, onlarla usta-çırak ilişkisi kurardı. Her dönem sonunda öğrencileri ona o kadar bağlanırlardı ki, tüm öğrencilerini, asistanlarını Burgazada’da ağırlar, onlarla sohbet ederdi” diye anlatıyor.
Evet, söylemeyi unuttuk, 2000’li yılların başında Beykoz’u bırakıp Burgazada’ya geçmişti. Ama Anadolu Hisarı’nda ünlü sandal ustası, kendi ifadesiyle “Ayı Hüseyin”e yaptırdığı ayna kıç sandalını da Beykoz’dan Burgaz’a götürmüştür. “Onun elinden çıkmış tekneler uzaktan bakılarak tanınır” diye anlatıyor Nazım Alpman’a.
Bu arada, son dönemde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ni desteklemeye de zamanını ayırıyordu. Cemiyet’te 2016 yılından bu yana Genel Sekreter Yardımcısı görevindeydi.
* * *
Kendisine veda ettiğimiz 27 Mart günü, bütün sevenleri onun çocukluğunun geçtiği Paşabahçe’de Merkez Camisi’nin önündeydik. Daha sonra İstanbul Boğazı’nın kuzey cephesinin muhteşem manzarasına yukarıdan bakan Paşabahçe Kabristanı’nda dedesinin mezarında toprağa verdik. Mezar taşında “Niyazi Kaptan Dalyancı, 1844-1931” yazıyordu.
Niyazi Dalyancı, kızı Ayşe ve oğlu İsmail’i, yıllar önce dedesi “Niyazi Kaptan”ın mezarını ziyarete götürmüştü. Bu ziyaret aynı zamanda sözlü bir vasiyetin aktarımına da sahne oldu. Ayşe Dalyancı, bu ziyareti anlatırken “Ben burada yatmak istiyorum, demişti. Babamın kendi isteğiydi” diye konuşuyor.
İşe girmek talebiyle THA’da 48 yıl önce kapısını çaldığım Niyazi Dalyancı’nın, yıllar sonra bitişik binadaki Cemiyet’in giriş salonuna getirilmiş tabutu önünde veda konuşması yapanlardan biri olacağımı o gün nereden bilebilirdim... O zaman hepimizin önünde kat edilecek daha çok uzun bir hayat yolculuğu var gibi görünüyordu.
Konuşmamda, Barış Derneği davasından hapishane arkadaşı yazar Ali Sirmen’in onun için kullandığı “O yeryüzüne inmiş bir melekti” sözünü hatırlattım ve ekledim: “Bizler Niyazi ağabeyin aslında bir melek olduğunu anlamadık. Zaten bu meleğin, şimdi bu salonda onun hatırasını anmak için toplanmış olan bizleri her zamanki tebessümüyle izlediğinden, ruhunun buna çok sevindiğinden emin olmalıyız.”
O meleğin bundan sonra sıkça Paşabahçe sırtlarından Boğaz’a bakarken ya da Beykoz sahillerinde kürek çekerken görüldüğünü duyarsanız, sakın şaşırmayın...
Paylaş