Paylaş
İki ayrı dönemde milli savunma bakanı olarak görev yapan Ethem Menderes bir gün makam arabasıyla Çankaya’da yol almaktadır. O sırada Çankaya otobüs durağına doğru yürümekte olan dönemin ana muhalefet lideri, eski Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe İnönü’yü görür. Siyah makam arabasını durdurur. Mevhibe Hanım’a “Hanımefendi, isterseniz arabam sizi istediğiniz yere götürsün” der.
Mevhibe Hanım, “Teşekkür ederim beyefendi. Ben otobüsle gidiyorum” diye yanıt verir.
Aktardığımız bu diyalog, İsmet ve Mevhibe İnönü’nün en küçük çocukları Özden Toker’in “Cumhuriyet’le Özdeş Bir Yaşam, İsmet İnönü’nün Kızı Anlatıyor” başlıklı kitabında okuduğumuz birçok renkli olaydan yalnızca biri. Bundan kısa bir süre önce yayımlanan kitap, soruların Tarih Vakfı Başkanı Prof. Mehmet Alkan tarafından yöneltildiği bir nehir söyleşi formatında.
Bu fotoğraf 27 Eylül 1934 tarihini taşıyor. Ömer ve Erdal İnönü’nün Pembe Köşk’teki sünnet düğününde çekilmiş. En önde İnönü’nün annesi Cevriye Hanım oturuyor. Soldan sağa Mevhibe İnönü, Özden İnönü, Ömer İnönü, İsmet İnönü, Erdal İnönü, İnönü’nün kardeşleri Hayri ve Rıza Temelli.
İSMET İNÖNÜ’DEN SEÇİM GECESİNİN ÜÇ SORUSU
Bu nehir söyleşide geçen belediye otobüsünü kullanma meselesi, ilginçtir ki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimi kaybetmesinden sonra Çankaya Köşkü’nde eşiyle yaptığı ilk diyalogda da karşımıza çıkıyor.
İnönü, gelen haberlerden seçimi kaybettiklerini anlayınca artık başlayacakları yeni hayata dönük zihinsel hazırlığa girişir. 1938 yılından beri cumhurbaşkanı unvanıyla oturduğu Çankaya Köşkü’nden aynı semtte, biraz aşağıdaki bulunan özel konutu Pembe Köşk’e taşınma zamanı gelmiştir.
Sonuçlar İnönü’ye ulaşırken Çankaya Köşkü’nde seçim gecesine tanıklık eden kişilerden biri o sırada henüz 20 yaşındaki bir üniversite öğrencisi olan kızı Özden İnönü’dür.
Mevhibe İnönü, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ankara Numune Hastanesi’nde hastabakıcılık kurslarına giderek diploma almıştı. Diplomasi 1944 tarihli. Bir dönem hastanede gönüllü olarak hastabakıcılık yapmış, ameliyatlara katılmıştı.
Özden Hanım, o anı anlatırken babasının ilk iş olarak Mevhibe İnönü’ye Çankaya Köşkü’nü terk etmekle ilgili üç soru sorduğunu şu şekilde aktarıyor:
“Babam, hemen annemin yanına geldi oturdu. ‘Ne kadar zamanda taşınırız?’ diye sordu. Annem ‘Hemen, çabuk taşınmaya başlarız’ diye cevap verdi. Arkasından babam merak ettiklerini sordu. ‘Otobüse bineceksin değil mi?’ Annem: ‘Tabii Paşam.’ ‘İğnemi de sen yapacaksın.’ Annem gülümseyerek ‘Yaparım Paşam’ dedi. O zaman babam için mesele kalmadı ve rahatladı. Kalkıp salonun içinde yürümeye başladı. Aklında sorular olunca hep öyle yapardı... Bir hafta kadar sonra da Pembe Köşk’e taşındık.”
Aslında bu anlatım Türkiye’de 1946 yılında yapılan çok partili hayatın ilk seçim denemesinin sahne olduğu yaygın şaibelerinin ardından 1950 seçiminin ne kadar düzgün bir zeminde gerçekleşip sonuçlandığını gösteriyor.
1946 seçimi tek parti iktidarının sıkı gözetimi altında ‘açık oy-gizli tasnif’ esasıyla yapılmış ve ardından CHP’nin kazandığı açıklanmıştır. Bugün 1946 seçiminin adil bir şekilde yapılmadığı konusunda büyük bir mutabakat mevcuttur.
Gelgelelim bir sonraki 1950 seçimi bu gibi tartışmalardan uzak bir şekilde gerçekleşir ve DP’nin mutlak zaferiyle sonuçlanır. Adnan Menderes başbakanlığı üstlenirken cumhurbaşkanlığına Celal Bayar seçilir.
GEZİLERDE YANINA DP’Lİ MİLLETVEKİLLERİNİ DE ALDI
Özden Toker’in anlatımları, İsmet İnönü’nün 1946 tecrübesinden sonra 1950 seçimine giderken cumhurbaşkanı olarak CHP ile DP karşısında kendisini daha dengeli bir konuma çekerek bu süreçte oynadığı role de ışık tutuyor.
İnönü, CHP ve DP ile yaptığı görüşmelerden sonra ülkede siyasi gerilimi aşağı çekmek üzere uzlaşma yönünde ünlü
12 Temmuz 1947 Beyannamesi’ni açıklar, ardından aynı amaçla ‘Beyaz Tren’le bir yurtiçi gezisine çıkmaya karar verir. Yanına eşi Mevhibe Hanım ve kızı Özden’i de alır. Attığı çok önemli bir adım, ilk kez bir gezisine yanında bir DP milletvekilini, Nuri Özsan’ı da almasıdır. İnönü’nün yanında CHP’li Nihat Erim ile DP’li Nuri Özsan birlikte görülür her seferinde. İsmet Paşa, kendisiyle yakından ilgilenir gezi boyunca.
İnönü’nün bu açılımına DP’liler de bir dizi jestle karşılık verirler. İnönü, 13 Eylül 1947 günü Kayseri’ye vardığında tren istasyonunda CHP’lilerin yanı sıra Demokrat Partililerce de karşılanır. Özden Toker, İnönü’nün bu gezi sırasında gittiği her yerde hem DP hem de CHP temsilciliklerini ziyaret ettiğini anlatıyor ve “Orada düzenlediği davetlerde her iki partinin de bulunmasına gayret ederdi” diye konuşuyor.
Cumhurbaşkanı olarak sonraki yurtiçi gezilerinde de bu tavrı bir gelenek halinde yerleşecektir.
Bu tutumu 1946 yılı seçiminde yaşanan kazadan sonra 1950 yılında iktidarın yumuşak bir zeminde sancısız bir şekilde el değiştirebilmesinin zeminini de hazırlamıştır.
Nehir söyleşi sırasında Prof. Mehmet Alkan, Özden Toker’e 1950’deki yenilginin CHP çevrelerinde beklenip beklenmediğini sorduğunda şu yanıtı alıyor:
“Babamın aklında bu ihtimal vardı. Aile içindeki konuşmalarında, Amerika’daki Erdal ağabeyime yazdığı mektuplarda bu konu üzerinde dururdu. Söylediği, ‘kazansa da kaybetse de şeref onda kalacaktı’. Bizi hazırlamıştı. Ama tabii ki partililerin beklentisi bu değildi.”
İSMET PAŞA’NIN İNSÜLİN İĞNELERİ
Ancak seçim gecesi sayım sürerken İnönü’nün kafasını meşgul eden pratik meselelerden biri doğrudan kendi sağlığıyla ilgiliydi. İsmet İnönü seçim yenilgisinin ardından eşine iğne yapma meselesini açmasının gerisinde şeker hastası olduğu için her gün düzenli olarak insülin iğnesi yapılması gereği yatıyordu. Çankaya Köşkü’nde kalırken iğneleri görevli sağlık personeli yapmaktaydı.
Ama bu konu hayatlarının yeni döneminde sorun olmayacaktı. Çünkü Mevhibe Hanım, İkinci Dünya Savaşı yıllarında cumhurbaşkanı eşiyken hastabakıcılık eğitimi almış, diplomalı bir hastabakıcıydı aynı zamanda. Üstelik o yıllarda her hafta belli günlerde Tıp Fakültesi Hastanesi’ne giderek çalışmıştı. Özden Toker “Hastabakıcı olarak hastanelerde çalışır, ameliyatlara girerdi. Hatta depremde yaralanan bir öğretmenin ameliyatına girmiş, bir bacağının kesilmesine şahit olmuştu” diye anlatıyor.
27 MAYIS’TA İSMET PAŞA’DAN ORGENERAL GÜRSEL’E DESTEK
- Nehir söyleşi kitabı, İsmet İnönü’nün 27 Mayıs 1960 darbesinden nasıl haberdar olduğunu, darbeyi gerçekleştiren Milli Birlik Komitesi (MBK) ile ilk temasını ve askeri müdahaleye karşı bu aşamada aldığı tutumu göstermesi bakımından da önem taşıyor.
Özden Toker’in anlatımına göre, ertesi sabah CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, o tarihte oturduğu Bahçelievler Ayten Sokak’taki evinde kahvaltı yapmaktadır. Telefonu çalar ve MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in emir subayı, kendisini Gürsel’e bağlayacağını söyler.
Orgeneral Gürsel şöyle konuşur: “Sayın Paşam, size karşı kusurluyuz. Hareketimizi size önceden haber vermedik. Fakat verseydik bizi bundan caydırmak isteyeceğinizi biliyorduk. Yapacak başka bir şeyimiz kalmamıştı. Bizi affetmenizi rica ediyoruz. Emirleriniz bizim için daima Peygamber buyruğudur Paşam...”
İsmet İnönü, “Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük bir iş yaptınız. Mutlu ve uğurlu olmasını dilerim. Asıl, başarınız için ben sizin emrinizdeyim Paşa Hazretleri. Sizleri anlıyorum. Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim” diye yanıt verir.
İnönü, daha sonra randevu alıp kutlama amaçlı ziyaretine gider Gürsel’in. Bir sonraki görüşmeleri 6 Ağustos tarihinde Heybeliada’da olur. Özden Toker’e göre, bu görüşmede İnönü Gürsel’e üç tavsiyede bulunur:
1) Ordu ile münasebetlerinizi iyi muhafaza ediniz ve orduya hâkim kalınız.
2) Paşa Hazretleri, kendi aranızda bölünmemeye dikkat ediniz.
3) Seçimlere bir an önce gidiniz.”
BULGARİSTAN GÖÇMENİ İKİ KADIN SÜLEYMANİYE SEMTİNDE KAPI KOMŞUSU OLUNCA
- Özden Toker’in söyleşisinde İsmet Paşa ile Mevhibe Hanım’ın evliliğiyle ilgili son derece renkli bir anlatım var. İlginç bir nokta, her iki ailede de Bulgaristan’dan göçmenliğin ortak payda olarak önemli bir rol oynamış olmasıdır.
Önce Mevhibe Hanım’ın ailesiyle başlayalım. Hem annesi hem de babası, “93 Harbi” olarak bilinen 1877-78 tarihlerindeki Osmanlı-Rus savaşında Bulgaristan’dan İstanbul’a göç etmek zorunda kalan bir ailenin fertleri. Mevhibe Hanım’ın annesi Saadet Hanım, babası Süleyman Zühtü Bey, Bulgaristan’ın Romanya sınırındaki Ziştovi şehrinden İstanbul’a göç ederler. İstanbul’da Süleymaniye semtinde Ayşe Kadın Hamamı Sokağı’ndaki bir eve kiracı olarak yerleşirler. Mevhibe Hanım 1897 yılında burada doğar.
Aynı göç dalgasının Türkiye’ye taşıdığı bir başka ailede İsmet Paşa’nın annesi Cevriye Hanım’ı görüyoruz. Onun ailesi de yine Bulgaristan’ın kuzeyindeki Razgrad şehrinden gelir. Cevriye Hanım, Malatyalı Raşit Bey ile evlenerek İzmir’e yerleşir. Oğulları İsmet 1884 yılında burada doğar. Raşit Bey, bir süre sonra ailesiyle birlikte İstanbul’a gelip Süleymaniye semtine yerleşir. Tesadüfe bakın ki Mevhibe Hanım’ın ailesinin oturduğu Ayşe Kadın Hamamı Sokağı’ndaki evlerinin karşı komşusu olurlar.
Cevriye Hanım ile Saadet Hanım iki Rumelili ev kadını olarak hemen tanışıp dost olur. Aradan yıllar geçer. Özden Toker, “Birinin kızı Mevhibe, diğerinin oğlu İsmet tam evlilik çağında. Akıllarına onları evlendirmek geliyor” diye anlatıyor.
Peki o sırada Miralay rütbesinde bir subay olan 32 yaşındaki damat adayı, gelin adayını nasıl görecektir? İşte işin bu kısmı Özden Toker’in anlatımına göre şöyle gerçekleşiyor:
“Saadet Hanım’ı kızı Mevhibe ile beraber evlerine davet ediyorlar. Halam, annemi kapının karşısına gelecek şekilde oturtmaya gayret ediyor. O kapının anahtar deliğinden de babam annemi görüyor. Tam görücü usulü. Hemen razı oluyor. Ertesi günü Cevriye Hanım, halamı da alarak karşı komşularına kızı istemeye gidiyor. Tabii erkekler yok. Kahveleri dağıtmak da Mevhibe’ye düşüyor. Söz kesilmiş oluyor.”
Nikâh kıyıldığında tarih 1916 yılını gösteriyor.
Görücü usulü evlilik kısa zamanda ikisi arasında sarsılmaz sevgi bağlarıyla örülü bir beraberliğe dönüşecektir. İsmet İnönü, eşine sıkça “İki gözüm, ruhum” diye başlayıp “Sen bana Allah’ın bir ihsanısın” diye hitap edecektir.”
ÖLÜM DÖŞEĞİNDE MEVHİBE HANIM’A SON SÖZLERİ:
‘HANIMEFENDİ ELİMDE ÜÇ AS VAR. DÖRDÜNCÜ AS GELİNCE OYUN BİTECEK…’
- İsmet İnönü’nün sağlık durumu 17 Aralık 1973 gün geçirdiği ağır kalp krizinden sonra kötüleşmeye başlar. 89 yaşındadır. Pembe Köşk’teki yatak odası hastane odasına çevrilir. Sıkça ziyaretçileri olmaktadır. Bu sırada aklında iki konu takılıdır. Birincisi, iki ay önce yapılan 14 Ekim seçiminden sonraki koalisyon pazarlıklarının bir türlü sonuçlanmaması. Aklındaki ikinci husus ise, Özden Toker’e göre “Amerika ile Sovyetler Birliği yakınlaşmasının bizim Boğazlar üzerinde nasıl etki yapabileceği” sorusudur.
24 Aralık Pazartesi günü durumu çok ağırlaşır İsmet İnönü’nün. Böbrekleri çalışmamaya başlar. Doktoru Prof. Zafer Paykoç’un ümidi kalmamıştır. Mevhibe Hanım yanındadır ve elini avuçlarının içine almıştır. Tam bu sırada İnönü kendisine gelir ve eşinin yüzüne bakarak şöyle der:
“Hanımefendi, elimde üç as var. Dördüncü as da gelecek ve oyun bitecek...”
Özden Toker, devamında şunları söylüyor:
“Senelerce oynadıkları bezik oyununu hatırladığı anlaşılıyordu. Annem de onu hatırladı. Ağlamaya başladı. Paşa’nın beklediği dördüncü as ne olabilirdi? Ancak ölümü simgeleyen maça ası...”
İnönü, ertesi gün (25 Aralık) odasında uyurken birden uyanır soluk almaya çalışır. Nefesi durur. Kalp atışlarını gösteren cihazdaki ışık düz bir çizgi izlemeye başlar. Doktorlar hemen kalp masajı yapar. İnönü yeniden nefes almaya başlar. Odadaki kalabalığı görüp “Hayrola, ne için geldiniz? Ne var?” diye sorar. Gülümser. Bütün aile odadadır.
Özden Toker devamını şöyle anlatıyor:
“Sonun geldiği anlaşılıyordu. Gözlerini bize dikti, hafifçe gülümsedi. Saat dörde doğru tekrar fenalaştı. Hemen kalbine alet taktılar. Oksijen verildi. Ne yazık ki cihazdaki ışık devamlı düz hat çiziyordu. Neden sonra birinin aklına geldi ve makinayı durdurdu. Oyun bitmişti!”
İSMET PAŞA KIZINI İSTEYEN DAMAT ADAYINA SORAR:
‘KAÇ PARA GEÇİYOR ELİNE?’
- İnönü ailesinin en küçük çocuğu Özden Hanım’ın gazeteci Metin Toker ile arkadaşlığı, 1954 yılında evlilik kararına yönelmeleriyle birlikte kritik bir soruyu beraberinde getirir? İsmet Paşa kız babası olarak nasıl karşılık verecektir bu duruma?
Özden Toker annesi ve babasına durumu açınca, İsmet İnönü “Gelsin görüşeyim” der.
Metin Toker Pembe Köşk’e gelir ve Paşa’nın karşısına çıkar. İnönü, Toker’i “Yaverlik” denen odada kabul eder. İki soru yöneltir damat adayına. Birisi “Kaç para geçiyor eline?” diye sorar. Toker “1.500” deyince, İnönü bir hesap yapar ve “İyi, orta halli bir aile olarak geçinebilirsiniz” der. Ardından ekler: “Biz de orta halli bir aile olarak geçindik, uygundur.”
İkinci sorusu ise “Benim damadım olunca seninle uğraşacaklar. Onu kaldıracak, dayanacak kadar kendine güveniyor musun?” olur. Toker, “Aman efendim, muhakkak, ne demek, tabii” diye karşılık verir. Paşa bir daha üsteler: “Dayanabilecek misin?”
Nikâh töreni 9 Şubat 1955 tarihinde gerçekleşir. İki yıl sonra Metin Toker basın suçundan 9 ay 10 gün hapis cezasına mahkûm olur ve kendisini Cebeci Cezaevi’nde bulur. Ana muhalefet partisi lideri sıkça damadını cezaevinde ziyaret edecektir.
AYTEN SOKAK TAKSİ’DEKİ ŞOFÖR HALİL EFENDİ NASIL BAŞBAKAN MAKAM ŞOFÖRÜ OLDU?
- Kitapta karşımıza çıkan şahsiyetlerinden biri de şoför Halil Efendi. İnönü’ler 1950’li yıllarının sonuna doğru Bahçelievler’de Ayten Sokak’ta kızları Özden ile damatları Metin Toker’in evlerinin hemen yanındaki eve taşınırlar. Halil Efendi, Ayten Sokak’taki taksi durağının emektar şoförüdür. Ana muhalefet lideri İnönü, ulaşım ihtiyacı söz konusu olduğunda her seferinde Halil Efendi’yi çağırmaktadır.
Özden Toker’in anlatımına göre, 4 Temmuz (muhtemelen 1959) tarihinde İnönü, eşi Mevhibe Hanım ile ABD Büyükelçiliği’ndeki Ulusal Gün kutlamasına Halil Bey’in ticari taksisiyle gider. Bu sırada şu olay yaşanır:
“Babamla annem her zaman kullandıkları Halil Efendi’nin taksisiyle yola çıkmışlar. Tam büyükelçiliğin hizasına geldiklerinde oradan geçen bir belediye arazözü musluklarını açınca açık pencereden bizimkiler ıslanmış. Eve dönmeye vakitleri olmadığı için annem babamın üzerine alelacele kurutmuş ve elçiliğe gitmişler.”
1960 darbesinden sonra 1961 yılında yapılan seçimlerde CHP birinci parti çıkınca bu kez İsmet İnönü’nün başbakanlığında CHP-AP-YTP koalisyon hükümeti kurulur. Özden Toker, bu gelişmenin Halil Efendi’ye etkisini şöyle anlatıyor:
“Ayten Sokak’ta artık başbakan ikamet etmekteydi. Babam kendisine makam arabası olarak teklif edilen 1960 model Cadillac’ı değil, az masraflı küçük bir Opel’i seçti. Makam şoförlüğüne de Ayten Sokak Taksi’deki emektar Halil Efendi’yi getirdi.”
CUMHURİYET TARİHİNE DÖNÜK DEĞERLİ BİR TANIKLIĞIN ANLATIMI
- Özden Toker’in Prof. Mehmet Alkan’ın soruları üzerinden yaptığı nehir söyleşi, Cumhuriyet tarihine ilişkin çok değerli bir tanıklığın anlatımı. Kitap, Kurtuluş Savaşı’nın Atatürk’ten sonraki en önemli kahramanı, Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve ailesinin öyküsünü anlatıyor. Bu ailenin öyküsünü izlerken kendimizi Cumhuriyet’in kuruluş döneminin Ankara’sında Atatürk devrimlerinin yerleşmesi sürecinin içinde buluyoruz. Özellikle Atatürk’ten önemli anekdotlar yer alıyor kitapta. Atatürk ve İnönü’nün kadına saygının ve toplum hayatındaki rolünün güçlendirilmesini ne kadar temel bir öncelik olarak gördüklerini okuyoruz. Keza, çok partili demokrasiye geçiş dönemi, Demokrat Parti yılları, 1960 darbesi, sonrasında yaşananları bütün bu dönemlerin en önemli karar vericilerden birinin çok yakınında bulunmuş bir insanın tanıklığı üzerinden izliyoruz. Bu arada, İsmet İnönü kamuoyunda pek bilinmeyen birçok renkli yönüyle karşımıza çıkıyor. Örneğin, Atatürk ile aralarının soğuması ve 1937 yılında başbakanlıktan ayrılmasından sonra evinde çello dersleri almaya başlaması bunlardan biri. Bir başka renkli olayda, İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı yıllarında fizik ve kimyaya merak saldığını, haftada iki gün profesörlerden ders aldığını ve Çankaya Köşkü’nün ikinci katında küçük bir laboratuvar kurup deneyler yaptığını da öğreniyoruz. Bir keresinde deney sırasında Köşk’te meydana gelen patlama yaşanan renkli hadiselerden biri. Keza, savaş yıllarında karne uygulamasına Çankaya Köşkü’nde de uyulduğunu öğreniyoruz. Kitabın kayda değer yönlerinden biri de, İnönü’nün aile kurumuna verdiği önemi göstermesi. İnönü ve eşi Mevhibe Hanım, bütün tarihi olaylar bir tarafa, sıcak bir ev ortamında bir anne ve baba olarak en yalın ve mütevazı halleriyle beliriyorlar.
Paylaş