Evet, sofra tuzu da denen rafine edilmiş tuz, hücrelerden sıvı geçişini engelliyor ve bu yüzden de kronik böbrek sorunlarına neden olabiliyor. Ayrıca, tuz tansiyon ve kalp hastalıklarının ortaya çıkmasında da etken. Rafine tuz aynı zamanda, doğal tuzun içerdiği pek çok mineralden yoksun olduğu için vücudumuzu alması gereken bazı minerallerden mahrum bırakıyor ve bu da pek çok hastalığa davetiye çıkarıyor.
Peki, rafine tuzun kimi açılardan sağlıksız olduğunu biliyoruz da neden bazı işlemlerden geçirerek içeriğindeki minerallerden mahrum bırakıyoruz? Üstelik vücudumuzun suya ve tuza olan ihtiyacını bildiğimiz halde...
Bunu en basit haliyle şöyle anlatabiliriz: Çünkü işlenmemiş tuz, sahip olduğu mineraller yüzünden suyu emme özelliği gösterir. Ve bu da tuzun akıcı olmamasına yol açar. İşte bu yüzden de doğal tuz, sofrada kullanılması pek kolay olmayan bir hâl alır. Oysa hem içerdiği mineraller bakımından, hem de işleme tabi tutulmamış olması bakımından sağlıklı olanı doğal tuzdur.
Doğal tuzdan kastımızın deniz ve kaya tuzu olduğunu da belirtelim. Büyük marketlerin raflarında biraz çaba harcayarak deniz tuzu bulabilirsiniz. Kaya tuzu, özellikle çekilmemiş olanını almak ise biraz daha çaba gerektiriyor. Çünkü kaya tuzunu ancak belli başlı marketler bulunduruyor.
Bizler, yanlış olmasına karşın, tuzu yemeklere pişerken atmayı tercih ediyoruz. O halde kaya ya da deniz tuzu kullanmanın pek de bir zorluğu yok diye düşünüyorum. Eğer sofraya illa tuz koyacaksanız da bu iş için küçük, sevimli tabaklar kullanabilirsiniz.
Balkabaklı pilav
Pirinci 4 bardak ılık ve tuzlu suda 40 dakika kadar bekletin. Balkabaklarının kabuklarını soyup kuşbaşı et formunda doğrayın. Özellikle yeşil kısımlarını tamamen kesip atın.
Aslında aktarlar Osmanlı döneminde eczane görevi görüyormuş. Aktarlar, yani şifa dağıtan çeşitli malzemelerin satıldığı yerler Eski Yunan ve Roma’da da varmış.
İstanbul’daki aktar dükkanları gerçekten de eczane görevi görürlermiş. Usta sayılmayan şifacıların aktar dükkanı açmaları yasakmış.
Aktarlığın eczacılıktan ayrıldığı zamanlar ise 1876’dan sonraki zamanlardır. Çünkü bu tarihten sonra mesleği eczacılık olan diplomalı insanlar bu işe soyunmaya başlamışlar.
İşte bu tarihten sonra çoğunluğu Mısır Çarşısı’nda bulunan aktarların zehirli bazı tıbbi malzemeleri satmaları yasaklanmış.
Ancak aktar dükkanları yok olmamış ve günümüze kadar gelmiş. Bugün bile pek çoğumuzun “bitkisel şifa” aradığı yerlerdir aktarlar. Ve sanırım her zaman da var olacaklar.
MERCİMEKLİ İÇLİKÖFTE
İç harcını hazırlamak için, 2 su bardağı mercimeği üzerini kapatacak kadar suyla iyice yumuşayıncaya kadar haşlayın.
Kabuklarını soyup kenarda bekletin.
Kuşbaşı et, yağ, tuz ve karabiberi ekleyip orta ısılı ateşte 8-10 dakika kadar kavurun. Üzerine çıkacak kadar sıcak su, salça ya da rendelenmiş domates ilave edip eti iyice pişirin.
Kuşbaşı et formunda doğradığınız patatesleri aktarıp iyice yumuşayıncaya kadar pişirmeye devam edin. Suyu azalınca bir miktar daha su ekleyin.
Yufkaları sac üzerinde kızartıp küçük parçalara ayırın. (Tandır ekmeği kullanacaksanız, aynı şekilde parçalayın.)
Ekmek parçalarını geniş bir tabağa yerleştirin. Üzerine önce yemeğin suyunu gezdirin.
Patatesli eti ve nohudu harmanlayıp ekmeklerin üzerine yayın ve servise sunun.
Sever misiniz baklagilleri? Mercimek, kuru fasulye ve nohut, benim mutfağımın vazgeçilmezleri arasındadır.
Yıllarca önce Gökçeada’ya gittiğimde Meydan Pastanesi’nde yediğim ve daha sonra adaya kim giderse gitsin sipariş verdiğim bu kurabiyenin ilginç bir hikayesi de var...
Gökçeada’nın lezzet duraklarından biri olan Meydan Pastanesi’nin sahibi Ergin Çelik, pastaneyi herkesin uğrak yeri yapmayı başarmıştı. Ancak aklında, çocukluğunda Rum komşularının özel günlerde yaptığı bademli kurabiye vardı. Yıllarca, çeşitli tarifler getirildi ve pastanenin imalathanesinde özenle denendi. Ama Ergin Çelik’in çocukluğundaki tat bir türlü ortaya çıkmıyordu. Tam bu deneme işinin masraflı olduğu kararını verdiğinde, bir arkadaşı Madam Efi’nin bu kurabiyeyi çok güzel yaptığını söyledi.
Ergin Çelik hemen Madam Efi’den bu kurabiyeyi yapmasını istedi. Kurabiyenin tadına baktığında, çocukluğundaki tadı bulduğunu anladı ve hemen denemeler başladı. Yaklaşık bir yıl sonunda da Madam Efi’nin imalatın her aşamasında başında beklediği muhteşem kurabiye üretime hazırdı. Ve Ergin Çelik kurabiyelere Madam Efi’nin adını verdi.
Şimdi Gökçeada’ya kim giderse gitsin Meydan Pastanesi’nde Efi badem yiyor ve hatta kutu kutu alıp evine götürüyor.
Terbiyeli etli marul dolması
Marul yapraklarını kaynayan suya batırın, içinizden 10’a kadar sayıp hemen çıkarın ve soğuk su dolu kaba sokun. Yine hemen çıkarıp süzgece yerleştirin. Ortalarındaki sert kısımları bıçakla kesip atın ve avuç içi büyüklüğünde parçalar hazırlayın.
Diğer taraftan soğanları tavla zarı formunda, incecik doğrayıp üzerine karabiber ve tuz ekledikten sonra yoğurarak yumuşatın. Kıyma, yıkanıp süzülmüş pirinç, incecik kıyılmış dereotu, rendelenmiş domates ve sıvıyağı ilave edip iyice yoğurun.
/ Olursa hemen kırk elli sahan olmalı / Nefsimi ziyade zevke veremem / Dilerse bu mecliste haklı cihan olsun
Sütlü aş hayat verir bu cana / Bal koyup da yesem ben kana kana / Güllaç baklavası, makarunya / Bunlar boğazıma armağan olsun
Fakir der pilavla mezar kazılır / Buzlanır ağzımda hoşaf ezilir / Sofra kurulunca bağrım üzülür / İsterim her şeyi hemen olmalı
Bizim ocağımız tuğla taşıdır / Baklava biliriz yemek başıdır / Bal helvası ise onun aşıdır / Taze pişmiş üstü duman olmalı
Soğanla sarımsak pek acı / Etli pilav ise başımın tacı / Şu mübarek zerde mide ilacı / Boğazımdan kolayca revan olmalı
Sofranın etrafı altın varaklar / İki yana konmuş yağlı çörekler / Bıldırcın dolması, etli börekler / Yahni benimle imtihan olmalı
Yağlı hoşmerim sahana yayılsın / Derim katmerleri bir bir sayılsın / Tavuk kızartmasın gören bayılsın / Biraz etlice toyan olmalı