Çocuklarıma ve onların arkadaşlarına bakıyor, sokağa çıkıp saklambaç oynamak yerine evde bilgisayar oynamayı tercih ettiklerini görerek üzülüyorum.
Ancak teknolojideki ilerlemelerin bazen hayatlarımızı kolaylaştırdığını da inkar edecek değilim. Bu pozitif etkiye derin dondurucuların yemek sektörüne ve mutfaklarımıza yaptığı etkiyi örnek verebiliriz.
Özellikle de kışa girmek üzere olduğumuz şu günlerde evlerdeki derin dondurucular yavaş yavaş dolmaya başladı. Yazın taze taze ve mevsiminde yediğimiz bazı sebzeleri çeşitli işlemlerden geçirerek buzdolabımızın derin dondurucusuna koyuyor ve örneğin kışın ortasında, rendeleyip birkaç dakika kaynattıktan sonra dondurduğumuz domatesten menemen yapabiliyoruz.
Tabii, bazen annem gibi “yetmezci” kadınların işi abartıp yazın dondurduğu domates rendesini bir sonraki kış bile bitiremediği oluyor ama genel olarak derin dondurucular mutfaklarımız açısından yararlı.
Diyeceğim o ki, her konuda olduğu gibi derin dondurucuya koyduğumuz sebzelerin miktarı konusunda da makul davranalım ve yiyemeyeceğimiz kadarını dondurucuya koymayalım.
BİBERLİ EKMEK
Fırından hazır ekmek hamuru alabileceğiniz gibi, ekmek hamurunu su, un ve tuzla siz de hazırlayabilirsiniz.
O zamanlar balın içeriği hakkında yeterince bilgi yoktu belki ama bal vazgeçilmez malzemelerden biriydi.
Bilim dünyasındaki ilerlemeler sayesinde artık balın neler içerdiğini ve bu içeriğin sağlığımız açısından ne kadar yararlı olduğunu biliyoruz. Buna rağmen balı eskisi kadar tüketmiyoruz.
İçerdiği karbonhidrat, mineraller, vitaminler, organik asit ve enzimler nedeniyle kolay sindirilen bir besindir bal. Üstelik besin değeri de çok yüksektir. İçinde bulunan karbonhidratların kana çabuk karışması nedeniyle çok ama çok iyi bir enerji kaynağıdır. Ayrıca diğer besinlerden yararlanma kapasitesini de artırır. Balın sahip olduğu mineraller, demir, fosfor, kalsiyum, magnezyum ve çinko da günlük ihtiyacımızı karşılamak için önemlidir.
Bugün birazcık baldan söz edelim dedim. Bana bu ilhamı veren ve bu yazıya kaynak olan Ballı Kitap’ı hazırlaya Nilhan Aras’a ve böyle yararlı kitaplar yayınlayan Metro Kültür Yayınları’na teşekkür etmek boynumun borcu.
Konunun uzmanları tarafından yazılmış makalelerden derlenmiş bu kitaptan yararlanmaya ve bu bilgileri sizlerle paylaşmaya birkaç gün daha devam edeceğim.
Barbunyalı karalahana çorbası
Karadeniz’de karalahana çoğunlukla haşlanmaz. Bahçeden toplandıktan hemen sonra yemeği yapılır. Ben İstanbul’da aldığım karalahananın sertliğinden şikayetçiyim. Bu yüzden önceden haşlayarak kullanıyorum. Eğer karalahananıza güveniyorsanız, o zaman haşlamadan
Pişirilme yöntemi ve kullanılan malzemeler de etin lezzetini belirler.
Trakya’daki ikinci durağımız olan İğneada’ya giderken yol boyunca dumanlar dikkatimizi çekti. Önce korktuk ama tarlaların içine girince yangın olmadığını görüp rahatladık. Köylüler dumanın mangallar için hazırlanan kömürden geldiğini gülerek anlattı. Bu devasa tandır ocaklarının adının torluk olduğunu söylediler.
Bu yöre, özellikle meşe odunundan mangal kömürü üretmekle ön plana çıkan bir yer. Belki de Trakya’da yediğimiz o lezzetli ızgara köftelerin lezzetinin sırrı da bu kömürde saklı.
Yine Trakya’da yediğimiz oğlak tandırın lezzetine doyamadık. Taş fırında meşe odunuyla pişen ve sadece tuz ve orman kekiğiyle lezzet verilen oğlak etinin lezzeti olağanüstüydü.
Ülkemizin en kuzeybatı noktası olan ve Langöz-Subasar ormanlarıyla ünlü Yğneada turizm alanında da hızla gelişen bir beldemiz.
Denizi tıpkı bir okyanus gibi kucaklayan muhteşem manzaralı Yğneada Resort Otel, Karadeniz kıyılarının en şık oteli olarak konumlandırılmış.
Yemek kültürüne çok meraklı olan Genel Müdür Erçin Çorba ve Sevgili Tezcan Önal sayesinde unutulmaz bir yemek kültür paneli yaptık.
Trakya’nın etnik yapısını oluşturan eski Yugoslavya-Bosna kökenli Boşnaklar Bulgaristan kökenli Pomaklar, Arnavutlar, Romanya kökenli Gacallar, Yunanistan-Selanik kökenli Patriotlar, Kayalarlılar, Işıklarlılar ve nihayet Trakya insan mozağinin değişmez parçası olan çingeneler. Yşte bu muhteşem karışımın ortaya çıkardığı zengin mutfak kültürünü öğrenip dağarcığıma kattım.
Bu konuşkan, yardımsever ve hemen kaynaşabileceğiniz insanlar sayesinde bayramda çıktığımız Trakya gezisi sırasında elimden kağıdı ve kalemi hiç düşürmedim. Herkes anneannesinden ya da babaannesinden öğrendiği yemekleri anlatmaya çalışıyordu.
Her yerde kavun, karpuz, üzüm, karakabak, bostan fasulyesi ve türlü çeşitli dağ meyvesi gördük.
Kırklareli’ne giderken Pınarhisar yolunda daha önce hiç görmediğimiz karpuza benzer bir meyve görünce arabayı durdurduk. Babacan tavırlı, güler yüzlü Ali Bey, gördüğümüz şeyin kış karpuzu olduğunu söyledi. Dışı uçuk yeşil, içi sarı olan siyah çekirdekli bu meyve, eylül ayında toplanıyormuş.
Neredeyse 6-7 ay dayanabilen bu karpuzun soğuk ortamda saklanması gerekiyormuş. Hemen bu ilginç meyvenin fotoğrafını çekip tadına baktık ve iki tane alıp arabanın bagajına attık.
Bayramın ikinci günü ani bir kararla Trakya’yı keşfe çıktık. Rotamızdaki ilk durak Karadeniz kıyısında bulunan şirin beldemiz Kıyıköy’dü.
Trakya’nın o yemyeşil ovalarında ilerlerken, birdenbire o efsanevi Istranca ormanlarının içine daldık. Saray ilçesini geçer geçmez de Laledere piknik alanına girdik. Amacımız önceden çok methini duyduğumuz Zeynep-Zülfü Karatepe’nin mantarlarının tadına bakmaktı.
Müthiş donanımlı bir mantar uzmanı olan Zülfü Bey, İtalya’ya mantar ihraç ediyor. Istranca Dağları tam bir mantar cenneti. Özellikle eylül ayı geldiğinde buradan İtalya’ya, Fransa’ya yüzlerce kilo mantar gidiyor.
Ayı mantarını, İtalyanlar’ın rizottoda, pizzada, makarna soslarında sık sık kullandıkları porçini mantarını ne yazık ki pek kullanmıyoruz. Fransızlar’ın bayıla bayıla yedikleri sığırdili ve İtalyanlar’ın çiğ olarak sevdikleri padişah mantarı da Istranca Dağları’nda yetişiyor.
Biz de Zeynep Hanım’ın sarmısaklı, bol sirkeli ve sıvıyağlı konserve mantarının tadına doyamadık. Üzerine bir de artık tadını unuttuğumuz o muhteşem manda yoğurdundan yiyip damaklarımızı şenlendirdik ve Kıyıköy’e doğru yola çıktık.
CEVİZLİ KOLAY BAKLAVA
Şurubu hazırlamak için, su ve tozşekeri orta boy bir tencereye aktarıp orta ısılı ateşte, arada sırada karıştırarak kaynayıncaya kadar pişirin. Kaynamaya başlayınca ocağın altını kısın ve limon suyunu ilave edin.