Rahmi Turan

Garip bir demokrasi!

28 Şubat 2010
TÜRKİYE Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu, Başbakan’ın köşe yazarlarını hedef alan konuşmasının, eleştiri sınırını aşarak gazete çalışanları için bir tehdide dönüştüğünü bildirdi. Tüm Türkiye basınını temsil eden Gazeteciler Cemiyeti “Şimdiye dek basın çalışanlarının sorunlarına gerçek anlamda eğilmeyen Başbakan’ın ülkedeki her olumsuz gelişmenin ardında günah keçisi olarak basını görme alışkanlığını, bu kritik günlerde bile görmek üzücüdür” diyor.
Başbakan’ın garip bir demokrasi anlayışı var!
Köşe yazarlarını hizaya getirerek basının özgür olmadığı bir Türkiye düşlüyor!
Basın aynadır ama görmek istemeyene aynanın faydası yoktur.
* * *
Türkiye’de, gazeteciler hakkında açılmış 4 binden fazla dava var.
Nerede fikir ve düşünce özgürlüğü?
Bir süre önce Türkiye bir rekor daha kırdı. Gazeteci Vedat Kurşun’a toplam 480 yıla kadar hapis cezası istendi.
Demokratik rejimin en önemli güvencelerinden biri özgür basındır ve rejim karşıtlarının önlerindeki en büyük engellerden biri de yine özgür basındır.
Özgür basını susturmak, demokrasiye kurşun sıkmaktır!
* * *
Ülkede psikolojik bir savaş sürüyor, hem yargıyı, hem basını yıldırma operasyonları devam ediyor.
Kanunsuz eylemlere “Dur” diyen olmuyor. Bir de bakıyorsunuz, yasadışı elde edilen konuşma bantları internet sitelerinde yayımlanıyor, fütursuzca, ahlaksızca şantaj yapılıyor.
Hani insan hakları, hani demokrasi? Ülkede yasalar yok mu? Ne oldu kanunlara?
Yıpratılan yargı sağlıklı çalışmıyor... Türk ulusunun en güvendiği kurum olan Silahlı Kuvvetler pasif bir duruma düşürülmüş halde! Yargı ve özgür medyada aynı şey yapılmak isteniyor!
* * *
Tarafsız basına tahammül edilemiyor. Medyaya kelepçe vurulmak isteniyor! Vergi cezaları, hapis cezaları birbirini izliyor. Dünya Basın Konseyi “Ağır vergi cezası medyayı boğma girişimidir” diye açıklama yapmakta haksız mıdır?
“Mahkemeye git, aklan” sözü kulaklara hoş geliyor ama kanun maddeleri çok açık olmasına rağmen istenen ağır cezanın ve yıllarca sürecek davanın yaratacağı tahribat büyük haksızlık olmayacak mı?
Medyaya, sağdan soldan, üstten alttan amansız darbeler indiriliyor.
Oysa özgür medyayı yok etmeye çalışmak hiç bir iktidara yaramaz...
Özgür medya olmadan demokrasi olur mu? Hukukun ve demokrasinin olmadığı bir yerde, kim olursa olsun, yarınına güvenle bakabilir mi?
* * *
Herkes her yerde dinleniyor, konuşmalar kayda alınıyor, zamanı gelince şantaj aracı olarak internet sitelerine sürülüyor. Ülkede hüküm süren kötü niyetli, kara düşünceli, ahlak düşkünü üçkâğıtçıların özgürlüğüdür! Her şey, yolsuzluk yapanların yanında kâr kalıyor!
İnsan haklarını çiğneyen, vurguncuları kollayan bu tür bir demokrasinin herhalde dünyada benzeri yoktur.
Böyle çarpık bir ortamda, haksızlıklar karşısında eğilip bükülmeyen özgür medyaya o kadar çok ihtiyaç var ki... Tüm hatalarına rağmen iyi ki medya var diyoruz. Yoksa Türkiye’de birçok kirli iş karanlıkta kalacaktı!
Eleştiriye kulak tıkayanlar ya da kızanlar, kuyuyla girmiş insanlar gibidir. Kuyunun içinde oturup göğe bakanlar, çok az şey görürler!
Yazının Devamını Oku

‘Recm olayı’ ve tepkiler!

25 Şubat 2010
PAZARTESİ günü yayımlanan “İlk ve son recm olayı” başlıklı yazı çok ses getirdi. Londra’dan bir arkadaşıma konuk olarak gelen İngiliz:

“İstanbul’da bir recm olayı izleyebilir miyim? Çok merak ediyorum” diye sormuş, ona Türkiye’de böyle bir şey olmadığını anlatmak hayli zor olmuştu!

Malum, “recm” birini taşa tutmak, taşla öldürmek anlamına gelen bir sözcüktür. Terim olarak zina eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürmek demektir.

Okurlardan gelen çok sayıdaki e-mail’den, birkaç örnek vermek istiyorum...

* * *

Dr. Ahmet Girgin: “Kuran’da recm diye bir şey yoktur. Bu töre Yahudilikten İslam hukukuna geçirilmiştir. Yahudi şeriat kitabı Talmut’ta recm hükmü açıkça şöyle geçmektedir:

“Eğer bir adam başka birisinin karısıyla yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam hem kadın, ikisini de öldürerek, İsrail’den kötülüğü atacaksınız.
Eğer bir adam kentte başka birisiyle nişanlı ergen bir kızla karşılaşır ve onunla yatarsa, ikisini de kentin kapısına götürecek, taşlayarak öldüreceksiniz.” (Talmut 22:23)

“Yahudiler, İsa Peygamber’e, zina ederken yakalanmış bir kadın getirmişler ve Musa Peygamber’in bu gibilere recm cezası verdiğini ileri sürerek buna ne diyeceğini sormuşlardır. İsa Peygamber onlara ‘İçinizde günahsız olan ilk taşı atsın!’ deyince kadını recmetmekten vazgeçmişlerdir.” (Yuhanna 8/3-11)

* * *

Dr. Hasan Beydilli: “Yıllardır yazılarınızı okurum. Düşüncelerinizin büyük bölümüne katılırım. Recm olayına karşı çıkıyor ve Avrupalı bir misafirin, Türkiye’yi recmin uygulandığı bir ülke zannetmesine de tepki gösteriyorsunuz. Haklısınız. Ancak şunları sormalıyım: Bu ülkede ramazanda oruç tutmadı diye insanlar öldürülmedi mi? Din adına insanlar cayır cayır yakılmadı mı? Bunların recmden ne farkı var? Bu olayları duyan yabancılar, ne yazık ki Türkiye’yi recmin uygulandığı bir şeriat ülkesi zannediyorlar. 60 yılda akılcılıktan yoksun, cumhuriyet düşmanı bir nesil yetiştirmedik mi? Bugünkü durumumuz, bu politikaların sonucu değil mi?”

* * *

Bayan Özcan Musoğlu (Elektrik Y. Mühendisi): “Evet, bizde şeriat kanunları ve recm yok (olmasını isteyenler var) ama Güneydoğu’da kızların asılması, toprağa canlı gömülmeleri, bıçaklanmaları, tabanca ile kafalarına kurşun sıkılıp öldürülmeleri recm değil mi?

Dolayısıyla ben İngiliz’i, sorusunda haksız bulmuyorum!”

* * *

Nur Sah Ketene (Finlandiya’da öğrenci): “Türkiye’de recm olayı izlemek isteyen bir yabancının cahilliğinden ya da aptallığından bahsettiniz. Ne yazık ki bu bir-iki kişinin cahilliği ya da aptallığı değildir. Bu, Türkiye’nin Batı’daki algılanışıdır. Biz bu şekilde tanınıyoruz. Bunu Finlandiya’da okuyan bir genç olarak çok rahatlıkla söyleyebiliyorum.

Dersin ortasında üniversite hocam bana dönüp, “Neden Türkiye’de kızlar sünnet edilir?” diye hiç beklemediğim bir soru sordu. Ona, “Türkiye’de kızlar sünnet edilmezler” dedim. Bu sünnet işinin Gana ve Somali gibi Afrika ülkelerinde olduğunu söyledim. Kızların sünnetinin İslam ile hiçbir ilgisi olmadığını anlattım.

İnanılmaz derecede şaşırdı!

Yani bizi niye Avrupa Birliği’ne almıyorlar? Bu sorunun cevabı, Türkiye’nin Batı gözünde hâlâ şeriat kurallarının uygulandığı bir ülke gibi görülüyor olmasıdır!”
Yazının Devamını Oku

İlk ve son recm olayı!

22 Şubat 2010
BİRKAÇ gün önce, bir internet sitesinde şöyle bir haber yayınlandı:

“Din kardeşi Bangladeş’te, bir tecavüze uğrayan ve hamile kalan 16 yaşındaki kız 101 kırbaç cezasına çarptırıldı!”

Yıl 2010... 21’inci yüzyıldayız... Talihsiz bir kız tecavüze uğruyor, sonra da “Dinimiz böyle emrediyor” diye öldüresiye kırbaçlanıyor!

 

Son altı ay içinde İslam ülkelerinde (dünya basınına yansıyan) iki recm olayı yaşandı. Biri İran’da, diğeri Somali’de...

Hazar Denizi kıyısındaki Rest kentinde 30 yaşında bir erkek, göğsüne kadar toprağa gömülüp taşlanarak öldürüldü. İran Yargı Erki Sözcüsü Ali Rıza Çeşmidi “Evet, olay doğrudur. Zina eden erkek cezalandırıldı ama kadın tövbe etti. Olaya karışan kişi tövbe ederse mahkeme zina cezasını uygulamayabilir” dedi.

Diğer “recm olayı” Somali’de yaşandı ve 13 yaşındaki kız çocuğu, evlilik dışı cinsel ilişkiye girme suçlamasıyla şeriat yasasına göre recmedilerek idama mahkûm edildi ve bir stadyumda binlerce kişinin önünde taşlanarak öldürüldü.

 

Londra’dan bir arkadaşıma konuk olarak gelen İngiliz sordu:

Yazının Devamını Oku

Usta berber, nasıl keser?

21 Şubat 2010
ÜLKE karmakarışık...

Şimdiye kadar böyle bir hengâme yaşamamıştık... Her gün yeni bir gerilim, yeni bir kepazelik!

Telekulak skandallarına bir yenisinin daha eklenmesi, Genelkurmay Başkanı’nın bile dinlenmesi, Ordu Komutanı’nın ikinci defa ifade vermeye çağrılması, Başsavcı’nın tutuklanması, yetki krizi, yargıya baskı gibi bunaltıcı haberleri bugün için bir yana bırakıp, biraz neşeli konulardan bahsedelim... Tatil günü içimiz kararmasın!

 

Başbakan, saç tıraşı olmak için berbere gitmiş. Berber geveze mi geveze... Bir ara sormuş:

“Başbakanım, laiklik konusunda ne düşünüyorsunuz?”

 Başbakan duymazlıktan gelmiş... Tıraş devam ederken berber tekrar sormuş:

“Laiklik konusunda ne düşünüyorsunuz Başbakanım?”

 Başbakan’ın canı iyice sıkılmış ama yine duymazlıktan gelmiş...

Yazının Devamını Oku

Fitil ateşlendi!

18 Şubat 2010
KARDA, kışta, dondurucu soğukta, ayazda, yağan kar, ıslatan yağmur altında, direniş yapmak kolay mı?

“Dayanamazlar! İki gün sonra tıpış tıpış evlerine giderler!” diyorlardı... Ne oldu? Tekel işçilerinin direnişi iki ayı geçti, 64 gündür saygı duyulacak bir inançla ekmek kavgası veriyorlar!Böyle bir azmi, böyle güçlü bir inanışı takdir etmemek mümkün mü?64 gündür her şeyi, ekmeği, üzüntüyü, kederi, kıvancı birbirleriyle paylaşıyorlar, kendilerine yapılanların haksızlık ve zulüm olduğunu haykırıyorlar.Birlik olmanın gücünü gördüler, gösterdiler, zafer için sarsılmaz bir inanç gerektiğinin bilincine vardılar. Umutsuzluk zehrini yok edip, umut ve azmin ifadesi haline geldiler.Öfke, coşku, inanç ve kardeşlik... Tekel işçilerinin bu hasletleri, ezilmek istenen tüm insanlarımıza örnek olacak.* * * Ne diyorlar? “Sömürü ve açlık ortaktır. Kurtuluşumuz elbirliği ile sağlanacaktır!”“Tek başına kurtuluş kabul edilemez! Ya hep beraber, ya hiç birimiz!”Yani Dartanyan ve arkadaşları gibi: “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için!” Tekel işçileri, iki ay içinde birçok acı olay yaşadılar. İktidarın gazıyla, copuyla, kelepçesiyle karşılaştılar, kış mevsiminin acımasız soğuğuyla mücadele ettiler.Her defasında birbirlerine sarılarak yendiler güçlüğü...Haftalar, aylar geçti... İktidar duyarsız... Muhalefet de yeteri kadar ilgilenmiyor hak arayan işçilerle... Türkiye’nin başkenti Ankara’nın göbeğinde işçilerin dramı devam ediyor!* * * Direnişçi Tekel işçilerinden ve onların yakınlarından zaman zaman mektuplar geliyor.Öyle ağlamaklı mektuplar değil... Cesur, inançlı ve kararlı...Elektronik postama son mesaj “Açlık grevindeki kardeşleriniz” imzasıyla geldi. Uzun mektuptan, yer darlığı nedeniyle kısa bir özet nakledeceğim. İşçi kardeşlerimiz şöyle diyor:“Ne olur sesimizi, haklı mücadelemizi, sarsılmaz azmimizi dört bir yana duyurun. İki aydır sürdürdüğümüz ekmek kavgamızı görmezden gelmeye çalışıyorlar. Bizi küçümsüyor, hor görüyorlar. Aslında korkuyorlar bizden... Uyguladıkları tüm sertlikler korku ifadesidir. Yılgınlığa gelmeyeceğiz. Hiç umutsuzluğa kapılmayacağız. İlk günkü gibi sarılıyoruz kavgaya... Ölmek var, dönmek yok dememiş miydik? Zafer, direnen emekçinin olacak dememiş miydik? Her geçen gün kavgamız yeniden başlıyor bizler için... Kararımız kesindir. Bunca yol almışken ve en önemlisi zafere bu kadar yaklaşmışken, şimdi sesimizi daha güçlü çıkarmanın zamanı olduğuna inanıyoruz.Bize umutsuzluk yakışmaz. Biz umudun adı olduk burada... Biz haklıyız, biz kazanacağız! Başka yolu yok bunun... Umutla, inançla sevgiyle... Açlık grevindeki kardeşleriniz”* * * Tekel işçilerinin ekmek kavgasına adil bir çözüm bulunmalıdır.  Hükümetler, işçileri sokağa atmak için değil, onlara aş ve iş sağlamak için vardır.Dileriz işçi kardeşlerimiz ve gözü yaşlı aileleri haklı mücadelelerini kazanırlar. Fakat onlar da etten kemikten yapılmış insanlardır... Direnme güçlerinin sonuna gelip tükenebilirler...

Tükenebilirler ama kaybetseler bile “Galip sayılır bu yolda mağlup!”  denilecektir. Çünkü ülkede “hak arama fitilini” ateşlediler... Yürekleri tutuşturan bu ateş artık sönmez! 

Yazının Devamını Oku

‘Anamı Aldım da Geldim!’

15 Şubat 2010
ADAM çaresizlik içinde inliyor: “Karnım aç!”

Neee, “karnım aç” mı dedin? Yani sen şimdi “karnım aç” dedin ha? Yani midende bir şey olmadığını söyledin ha? Onu mu demek istedin? Yani “karnım aç” demekle, bu ülkenin güzel yönetilmediğini mi söylemek istiyorsun, birilerinin karnı tokken “benim aç” diyorsun ha? Bu doğrudan doğruya bölücülüğe girer. Bölücü insan bölünür... Ulan!

ALIN BUNU BÖLÜN!..* * *

“İşsizim!”

Neee, “işsizim” mi dedin? Demek “işsizim” dedin ha? Yani “Sabah kalkıp kahvaltımı yaptıktan sonra gideceğim bir işim yok” demek istedin! “İşim olmadığı içini eve para götüremiyorum” diyorsun öyle mi? Yani bu götürme sözcüğü çok anlama çekilebilir. Yani götüren malı götürüyor öyle mi? Kim malı götürüyor ha, kim götürüyor? Ulan!

ALIN BUNU GÖTÜRÜN!..* * *

“Kriz var!”

Neee, “kriz var” mı dedin? Demek, kriz var ha? “Kriz işlerimi bozdu, işlerimi kapattım.” Bunu mu söylemek istiyorsun? Yani şimdi, “Teğet geçmedi, bağrımdan girdi, öteki yanımdan çıktı” diyorsun, değil mi? “İşte ondan ötürü işyerimi kapattım” diyorsun... Demek öyle hııı, laaan? Kapattın ha! Ulan!

ALIN BUNU KAPATIN!..

Yazının Devamını Oku

Yeni bir Kurtuluş Savaşı!

14 Şubat 2010
TÜRK Silahlı Kuvvetleri’nin görevi nedir?

Elbette ki, her türlü düşmana karşı yurdu savunmak?

Peki, maneviyatı sarsılan, morali bozulan bir ordu bu görevi nasıl yapar, nasıl savaşır, yurdu nasıl korur?

Zaman zaman Güneydoğu’da görev yapan subaylarımızdan mektuplar alıyorum. İfadelerinde bir bıkkınlık seziliyor. Bulundukları zor şartları anlatırken, fazla şikâyet etmiyorlar ama ülkede yaşanan olayların morallerini etkilediğini de saklamıyorlar.

Halk arasında ayrılık tohumları ekip, insanlarımızı birbirine düşürmeye çalışanlar Türkiye’nin bütünlüğünü dinamitliyor!

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu şu dönemde, yapay gündemlerle ortalığı bulandırmak isteyenlere fırsat vermemek gerekiyor.

¡    ¡    ¡

Finlandiya 1917 yılında bağımsızlığını kazandığında çok fakir ve geri bir kuzey ülkesiydi. Ünlü filozof Profesör Snelman ve arkadaşları Fin halkına sürekli eğitim verdi. Finlandiya bugünkü refah düzeyine onların bu çalışmaları sayesinde ulaştı.

Prof. Snelman’ın verdiği şu örnek, Türkiye’de de tüm kulaklara küpe olmalıdır:

Yazının Devamını Oku

Kara cehalet!

11 Şubat 2010
PAZARTESİ günkü “Allah nedir, Tanrı nedir?” başlıklı yazımdan sonra, e-mail bombardımanına tutuldum.

Ne kadar ilgilisi varmış bu konunun?

Mesaj yollayanları üç grupta toplamak gerekiyor:


1) Tanrı sözcüğünün kullanılmasına kesinlikle karşı çıkıp Allah adını kullanmanın şart olduğunu söyleyenler... Bunlar, ılımlı ve saygılı ifadelerle fikirlerini savunuyor, “Müslümanların Allah’ı vardır, Tanrı’sı yoktur. Tanrı mitolojik bir ifadedir. Tanrı’nın dişisi de vardır, ona Tanrıça denir. Oysa Allah tektir” diyorlar.


Yazının Devamını Oku