Ama nereye baksam, insanın içini kanırtan bir çaresizlik, bir ümitsizlik var. Pek işin içinden çıkamadım doğrusu. Şimdi sizi o insanların hikâyeleriyle baş başa bırakıyorum.
*
DİDAR Hüseyin. Bangladeş’in başkenti Dakka’nın varoşlarındaki 9 katlı Rana Plaza, 24 Nisan’da çöküp yerle bir olduğunda karşı binadaydı. O talihsiz günü BBC’ye şöyle anlattı.
“Bina 9 katlıydı. Çöktüğünde 3 katlı bir bina yüksekliğindeydi. Enkazda canlı, ama sıkışıp kalmış insanlar vardı. 34 kişiye yardım ettim. İçlerinden biri genç bir kızdı. Onu ikinci günde buldum. Üçüncü katın 22 metre derinliğinde, sağ eli enkazın altında sıkışıp kalmıştı.”
*
“AĞABEY lütfen beni bırakma, gerekirse elimi kes” diye ağlıyor, yalvarıyordu. Dışarı çıktım, doktora anlattım. “Ben oraya giremem, korkuyorum, bunu sen yapacaksın” dedi. Bıçak ve anestezi verdi. Korkmuyordum, çünkü korkarsam onu ölüme terk etmiş olacaktım. Genç kızın izniyle elini ampute ettim. O bağırıyor, ben feryat ediyordum, o ağlıyor, ben de ağlıyordum.”Sonrasında hastanede ziyarete giden Didar, ondan elini kesmek zorunda kaldığı için özür dilemek istemiş. Aldığı yanıt ise “Elimi kesmeseydin, şimdi hayatta olmazdım. Sana o kadar zorluk yaşattığım için asıl ben özür dilerim” olmuş.
*
AROTİ Das
Demokratik Parti’nin iki numarası 46 yaşındaki Enrico Letta, ‘Maksi’ koalisyonun desteğiyle yeni başbakan oldu.
Bugün ben size hükümet kurma süreci devam ederken tatil için gittiğim Roma sokaklarında gördüğüm curcunayı aktaracağım.
*
İTALYAN başkentine ilk kez bundan 10 yıl önce bir iş gezisi için gitmiştim.
O zamanlar söz vermiştim. Günün birinde geri dönüp dar sokaklarında avarelik yapacak, nefis yemeklerinden tadacak, İspanyol Merdivenleri’nde gün batımına tanık olacaktım. Hayalim hem gerçek oldu, hem de yarım kaldı.
Bir kere Roma’nın dünyanın sayılı turistik kentlerinden olduğunu bile isteye es geçmişim. İkincisi 25 Nisan’ın İtalya’nın Nazilerden kurtuluş günü olduğunu atlamışım.
*
AŞK
Boston Maratonu’na düzenlenen saldırıda 3 kişinin ölmesi ve onlarca kişinin yaralanması. ABD Başkanı Barack Obama’ya yollanan zehirli mektup. Teksas Waco’da bir gübre fabrikasının havaya uçması.
Ve Boston’da iki saldırganın yakalanması için düzenlenen yüz binlerin ev hapsinde tutulduğu müthiş operasyon.
İnanın, Hollywood istese daha iyisini yazamazdı.
*
HAFTANIN teknolojisi. Boston’daki kovalamacada Çeçen kardeşlerden Tamerlan Tsarnayev’in (26) öldürülmesinin ardından ABD güvenlik birimleri, 19 yaşındaki firari Cevher’i yakalayabilmek için öldüren, öldürmeyen ne teknoloji varsa hepsini sahaya sürdü.
Önce güvenlik kameraları ve maraton seyircilerinin cihazlarındaki görüntüler sayesinde bombacıların kim olduğu belirlendi.
Cevher’in Watertown’da üstü branda ile örtülü bir teknenin içinde gizleniyor olabileceği ihbarı geldiğinde hava kararmaya başlamıştı. Güvenlik helikopterleri havalandı. Isıya duyarlı termal kameralar ve gece görüş cihazları devreye sokuldu. Şüphe doğruydu.
İnternet neydi? Herkesin her yerden kolayca girip ulaşabileceği bir bilgi otoyoluydu. Bu açıklamadan ne anlıyorsan, internet oydu işte.
3 boyutlu yazıcı teknolojisinin gelecekte oynayacağı rolle ilgili anlatılanlar da şimdilik biraz öyle gibi. Mantığı bildiğimiz kağıt yazıcı teknolojisiyle aynı. Yalnız burada fark kağıt yerine özel plastik, metal, kum gibi hammaddelerin kullanılması ve çıkan ürünün üç boyutlu olması. Önce üretilmek istenen üç boyutlu eşyanın özel yazılımlarla dijital kopyası alınıyor. Bu daha sonra printer’a yüklenerek baskı başlatılıyor. Makine kat kat gidip gelerek kimi lazerle, kimi özel bağlayıcı maddelerle hammaddeyi kaynaştırarak ürünü imal ediyor.
*
ASLINDA 3D printer teknolojisi, bilenler için yeni bir şey değil. 1980’lerden beri otomotivden, uzay teknolojisine, mimariden sağlık sektörüne kadar pek çok alanda kullanılıyor. Otomotivciler prototip üretmek için bu teknolojiye başvuruyor. Sanayiciler artık üretilmeyen makinelerin yedek parçalarını printer robotlarla basıyor. Cerrahlar, ameliyat öncesinde hastalarının printer’dan çıkarılmış hastalıklı organının üç boyutlu maketine bakarak hazırlanıyorlar.
İngiliz hasta Eric Moger’ın (60) durumu mesela. Yüzünün sol tarafında oluşan tümör nedeniyle, sol çene ve elmacık kemiği, hatta gözü bile alınmak zorunda kalınmıştı. Tüple besleniyor, ancak çenesini eliyle desteklediği zaman konuşabiliyordu. Hayatı dibe vurmuştu. İngiliz Channel 4 kanalında “Utandırıcı Bedenler” isimli programa başvurduğunda umudu yoktu pek. Ancak Moger’ın imdadına Londralı çene cerrahı Andrew Dawood ve kullandığı 3 boyutlu printer teknolojisi yetişti.
*
DOKTOR, önce dijital görüntüleme teknolojisiyle adamın yüzünü taradı. Sonra dijital yazılımla, hastasının suratının sağlıklı tarafının modelini çıkardı.
IRAK.
Savaşın ikonik fotoğraflarından biriydi. Amerikalı bir asker Bağdat’ın Firdevs Meydanı’ndaki çıktığı Saddam heykelinin yüzünü ABD bayrağı örtmüş, boynuna da ilmik geçirmişti.
Takvimler 9 Nisan 2003’ü gösteriyordu. Iraklılar çılgınca tempo tutuyor, slogan atıp alkışlıyorlardı. Askerin attığı halat bir M88 tipi tanka bağlanmış, savaş aracı yavaşça hareket edince, heykel alaşağı edilmiş, ancak Iraklıların öfkesi yine de dinmemişti.
Bu kez metal heykeli, Irak’ta aşağılamanın en adisi olan bir şekilde ayakkabılarıyla dövüyorlardı. Sanki yerde yatan heykel değil, Saddam’ın ta kendisiydi.
*
ZAFER.
Lafı evirmeye çevirmeye gerek yok. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi ve üç şartını yerine getireceğini vaat etmesi bir diplomatik zaferdir. Şimdi önemli olan bu taahhütlerin nasıl yerine getirileceği ve Ortadoğu’daki dengeleri nasıl etkileyeceğidir.
31 Mayıs 2010’da İsrail askerleri, Gazze’ye insani yardım götürmek üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisinde katliam yaptığında gördüklerime, duyduklarıma inanamamıştım. İsrail’i görmüş, bilen, tanıyan bir insandım. Yüzyıllar önce Osmanlı’nın Engizisyon’dan kaçan Yahudilere sahip çıkmasını hâlâ ne kadar önemsediklerine bizzat şahit olduktan sonra Türklere bu yaptıklarına inanamamıştım.
*
ÖZÜR.
Türkiye, özür ve tazminat talebinde sonuna kadar haklıydı. İsrail’in uyguladığı Gazze ablukası ise Filistinli sıradan halkın hayatını zorlaştırırken, Mısır’dan Gazze’ye açılan kaçakçılık hatları yeni bir rant ve zengin kesim yaratmıştı. İsrail’in inadı, Gazze’deki yoksul kesimdeki husumeti artırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
İsrail bu gerçeği geç de olsa gördü. Nitekim kasım ayındaki Gazze operasyonunun ardından bu abluka hafiflemeye, insani ve inşaat malzemelerinin geçişinde kolaylaşma yaşanmaya başladı.
*
Doğru bir soru mudur? Ya da kişilik analizi için uygun bir yöntem midir? Sanmıyorum. Ama yine de bir çıkış noktası olur mu, deneyelim.
Bugün size ‘Prensçik’ diye tarif edilen, önümüzdeki günler ve aylarda sıkça duyacağımız bir siyasi aktörü anlatacağım. Onun kim olduğunu söylemeden, hakkında topladığım bazı ipuçlarını sıralamakla başlıyorum.
Yazının esas oğlanı, bir kere Amerikalı ve Batılı olmamasına rağmen Hollywood hayranı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı dönemine ait Amerikan filmlerine meraklı. En sevdiklerinden biri de Steven Spielberg’in 1998 yapımı “Er Ryan’ı Kurtarmak” isimli filmi. Hani, Amerikan askerlerinin üç asker kardeşi savaşta öldüğü için dördüncü kardeş Er Ryan’ı sağ bulmak için Normandiya’da verdiği mücadeleyi anlatan duygusal ve bir o kadar militarist film.
ÖZEL HAYATI.
İpuçlarına devam. ‘Prensçik’ diye tarif edilmesi, ülkesinin köklü ve soylu bir ailesinden geldiğine işaret ediyor. Bu ayrıcalık sayesinde bir ara araştırmacı olarak Amerika’da yaşama imkânına da sahip olmuş. Kimya mühendisliği okumuş. İngilizce biliyor. Dolayısıyla oturduğu koltukta İngilizce konuşan ilk lider olma özelliğine sahip.
Ünlü bir şarkıcıyla evli. Kendisini yaptığı işe adayan, başarıya odaklanmış insanlardan. Öyle ki, görevli olduğu bölgeyi vuran tayfunun yol açtığı hasar çalışmaları nedeniyle tek çocuğunun doğumunu bile kaçırmış.
O kız çocuğu, daha sonra ABD’nin en saygın yüksek öğrenim kurumlarından olan Harvard Üniversitesi’nde eğitim görüyor. Ama güvenlik nedeniyle takma bir isim kullanıyor.
VE YANIT.
Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi’nin 17 Nisan’da Türk esnafına yönelik cinayetlerle ilgili davaya izleyici olarak katılmasında problem yaşandığını haber alınca ilk tepkim “Yok daha neler” şeklindeydi.
Kısa adı NSU (Nasyonal Sosyalist Yer altı) olarak bilinen neo-Nazi örgütü, Almanya’da 2000–2006 yılları arasında sekizi Türk, biri Yunan dokuz küçük esnaf ile bir Alman polisini öldürmüştü. 2011 yılında saldırı zincirinin ardında Uwe Böhnhardt, Uwe Mundlos ve Beate Zchaepe’den oluşan üç kişilik bir çekirdek hücre bulunduğu ortaya çıkmıştı. Hücrenin erkek üyeleri birlikte bir karavanda intihar ettikten sonra kadın üyesi Beate Zchaepe sağ ele geçirilmişti.
*
MAHKEME.
Geçtiğimiz günlerde 37 yaşındaki kadın üyenin yargılanmasına 17 Nisan’da Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi’nde başlanacağı açıklandı.
Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu için gazeteciler ve izleyicilere bırakılan 50 kişilik bölmede yer ayrılması istendiği, ancak reddedildiği ortaya çıktı.
Büyükelçi’nin talebinin geri çevrilmesi dün Die Zeit Gazetesi’nin internet sitesinde en çok yorumlanan üçüncü haberdi. Die Zeit’e konuşan mahkeme yetkilileri, herkesin yargı önünde eşit olduğunu, önemli kişiler ya da siyasilere yer rezervasyonunun söz konusu olmadığını, bunun büyükelçi için de geçerli olduğunu öne sürmüşlerdi. Önce gelen, yeri kapardı.
*