Paylaş
IRAK.
Savaşın ikonik fotoğraflarından biriydi. Amerikalı bir asker Bağdat’ın Firdevs Meydanı’ndaki çıktığı Saddam heykelinin yüzünü ABD bayrağı örtmüş, boynuna da ilmik geçirmişti.
Takvimler 9 Nisan 2003’ü gösteriyordu. Iraklılar çılgınca tempo tutuyor, slogan atıp alkışlıyorlardı. Askerin attığı halat bir M88 tipi tanka bağlanmış, savaş aracı yavaşça hareket edince, heykel alaşağı edilmiş, ancak Iraklıların öfkesi yine de dinmemişti.
Bu kez metal heykeli, Irak’ta aşağılamanın en adisi olan bir şekilde ayakkabılarıyla dövüyorlardı. Sanki yerde yatan heykel değil, Saddam’ın ta kendisiydi.
*
AMERİKALI.
İlmiği geçiren Amerikalı askerin adı Edward Chin’di. New York, Brooklyn doğumluydu. Başkan George W.Bush’un ‘özgürleştirme’ rüzgârına kapılıp kendini Arap çöllerinde bulan binlerce Amerikalı gençten biriydi. 24 yaşındaydı. Biraz macera, biraz da eğitimine katkı olacak parayı kazanmak için gelmişti.
Savaşın 10’uncu yılında ABD basını o askerin peşine düştü. Bugün New York’taki Chinatown’da yaşayan Chin, Irak’tan sağ salim, görünürde yara almadan ülkeye dönebilmiş askerlerden biriydi. Savaş sonrası boşanmış, şimdi başka biriyle yeni bir hayat kurmayı deniyordu. Mimarlık eğitimi almıştı. En önemlisi de savaşta yaralanan, sakat kalan askerler için ev tasarlayıp o günlerin diyetini ödemeye çalışıyordu.
*
SAVAŞ.
Evet, ya savaş? Daily News’un sorularını yanıtlayan Chin, bugün hâlâ Irak’ta ne aradıklarının tam olarak cevabını veremiyor. Kitle imha silahlarını yok etmek için miydi? “Gerçekte pek onları aradığımız yoktu” diyor.
O halde ne için? Ve kritik yanıtı veriyor; “Bana kalırsa, insanlar ne istediklerini tam olarak bilmiyordu. Saddam’ı iktidarda istemiyorlardı. Ama demokrasi de istiyor gibi değillerdi.”
Irak’ın bugünkü durumundan Batı’yı ve Irak halkını suçlayan Edward Chin, “Irak’ın radikallerin ve direnişçilerin eline düşmesine izin verdiler” diyor.
*
VE O SORU.
Amerikalı asker, eleştirilerinde haksız değil. ABD askerinin çekilmesinden 15-16 ay sonra Irak’ta patlayan bombalar, şiddet, yolsuzluk vukuatı adiye olmaya devam ediyor. Sadece geçen ay savaşın uzantısı olan şiddette en az 260 kişi can verdi.Benzer bir tablo ABD’nin asker çekmeye hazırlandığı Afganistan’da da söz konusu.
Öte yanda Batı, Suriye’de Esad’ın devrilmesi için işbirliği yapmayı deniyor. Lakin Obama Yönetimi, Bush Yönetimi’nin hatalarını tekrarlamak, askerlerini canlı yollayıp, tabutla geri dönmelerine tanık olmak istemiyor.
Sanırım kritik soru burada da şu. Suriyeli muhalifler, Arap ve Batılı müttefikleri bir konuda hem fikir: “Esad gitmeli.”
Ancak Esad’ın yerini kim alacak? Ülkede bölünmeyi sona erdirecek, Sünni’yi, Alevi’yi aynı çatı altında buluşturacak, Rusya’yı, Çin’i, İran’ı, Türkiye’yi ikna edecek bir uzlaşma bulunabilecek mi? Büyük olasılıkla savaşın daha ne kadar süreceği, bu formülün ne kadar zamanda bulunabileceğiyle ilgili olacak.
Almanya’nın derdi ne
Türkiye’nin basın özgürlüğü konusunda karnesinin çok iyi olmadığı malûm. Sınır Tanımayan Gazeteciler grubunun 2013 yılı basın özgürlüğü endeksinde Türkiye 154’üncü sıradayken, Almanya 17’nci sırada. Arada neredeyse sınıf farkı var.
Aynı Almanya 17 Nisan’da başlayacak 8’i Türk, 10 kişiyi öldürmekle suçlanan neo-Nazilerin NSU davasını Türk basınına eften püften gerekçelerden ötürü izleme hakkı tanımıyor.
Neymiş, Bavyera Yüksek Eyalet Mahkemesi’nde görülecek duruşma salonunda basın için 50 kişilik yer ayrılmış. Başvuruların alınmaya başlandığı gün başvuran Türk basını ise geç kalmışmış. Dolayısıyla ilk 50’ye yetişemeyen Türk basını giremezmiş.
Ayrıca duruşmayı “şova” dönüştürmemek için başka bir salona videoyla aktarılması da mümkün olamazmış. Sanıkların haklarına saygı göstermek gerekirmiş.
Hükümetin de yargı bağımsızlığı yüzünden mahkemeye baskı yapması söz konusu değilmiş.
Sorum şu: Bu süreçte herkesin hakkına sahip çıkan Almanya, acaba niye Türk basınının hakkını gözden çıkarıyor?
Paylaş