Katıldığı son iki turnuva seferini muzaffer komutan olarak tamamlayan İspanya, maç öncesi değerlendirmelerde bir değil birkaç tık önde görülüyordu.
Ancak iki takımın da avantajlarının yanı sıra handikapları da var.
Turnuva öncesi yeni bir şike dalgasına uyanan İtalya kampında pek huzur yoktu. Yaşlı demeye kıyamasam da “yaş alan” bir takım İtalya.
İspanya’da ise golcü sıkıntısı yaşandığı malum.
David Villa’nın ayağının kırılması golcülük görevini istikrar problemleri yaşayan Torres’e kapı açtı. Puyol’un sakatlığı da kendi başına büyük problem.
* * *
Çılgınca pas yaparak rakibin aklını başından almaya kararlı bir İspanya.
İsteğini mezar taşına da yazdırmıştı:
“Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
Gelmesin reddeylerim billâh öz kardaşımı
Gözlerim ebnâ-yı âdemden o rütbe yıldı kim (Gözlerim insanoğlundan öyle bir yıldı ki)
İstemem ben Fâtiha tek çalmasınlar taşımı...”
Bilin bakalım ne oldu?
Meşhur heccavın mezar taşı defalarca çalındı hayranları tarafından...
Şair Eşref’i babamın kitapları arasında keşfetmiştim.
Diğer tarafta bıktırıcı bir defansif anlayışla da olsa bu kupada şampiyon olmuş kadrosu yaş haddinden teker teker emekli olan Yunanistan... Polonya “saha ve seyirci avantajına” bir de bu yıl Bundesliga’nın tozunu atmış olan Lewandowski’nin erken sayılabilecek golünü ekleyince iyice güç kazandı.
* * *
Takımın yıldızı Lewandowski’nin yanı sıra Obraniak, Piszzeck gibi kaliteli yapı taşlarına sahip olan teknik direktör Smuda’ya bir destek de “maçın kötü kahramanı” İspanyol hakemden geldi. Açıkçası “acımasız” şekilde çıkardığı kırmızı kartın ardından Yunanistan’ın toparlanması çok uzak bir ihtimaldi. Zaten her türlü krizin ve acının tiryakisi olmuş Yunanistan’ın bir de hakem krizi kaldıracak hali yoktu...
* * *
Ancak futbol işte bu yüzden enfes bir oyun. Hantal, etkisiz ve yorgun görüntülü Yunanistan ikinci yarıya müthiş, doğrusu beklemediğim bir dinamizmle çıktı. Panathinaikos’daki mesaisini tamamlayıp yeniden evine, PAOK’a dönüş yapan tecrübeli Salpigidis devreye girdi. Önce bir “fırsatçı” golü attı, daha sonra 10 kişiyle mücadele eden takımına bir de penaltı hediye etti. Topun başına gelen kaptan Karagounis’in önünde “kahramanlığa gider” yazılı yol tabelası belirmişti ancak o yoldan ilerlemek Karagounis değil, oyuna o saniye giren yedek kaleci Tyton’a nasip oldu. PSV kadrosunda futbol hayatını sürdüren Tyton hem penaltıyı, hem penaltıya sebebiyet veren Szczesny’yi, hem de takımı kurtardı ve bu sayede turnuvanın ilk kahramanı olarak anılmaya da hak kazandı.
* * *
Turnuvanın favorileri arasında gösterilmeyen, açıkçası parlak bir futbol da sergileyemeyen iki takımın 1-1 biten maçını ancak “bol atraksiyon ve heyecan” sürükleyebilirdi, öyle de oldu. Maçtan akılda kalanlar -eğer kalacaksa- kötü yönetim gösteren hakem, Salpigidis’in tek kişilik isyan hareketi ve elbette Tyton’un ısınmadan penaltı kurtarması olur.
Fransa Açık’la (Roland Garros) bütünleştiğim, Federer’in setlerde 2-0 geriye düştükten sonra gelip Del Potro’u 3-2 yendiği maça yapıştığım sırada cep cihazı dingildemeye başladı.
Cep cihazının ekranında ‘in’ yazmasını sağlayacak olan numara Topesto’ya ait, ev telefonu. Demek dönmüş biraderimiz...
“Ne zaman döndün sen gurbetçi-san?” diye açtım.
Bir süredir uzaklarda yaşayan Topesto, aylardır ertelediği İstanbul seferine nihayet başlamış.
“Riko’da yığılalım mı?” diye sordu, “Olur” dedim.
Amacımız, uzun süredir birlikte tekrarlayamadığımız ‘geniş yayılımlı toplantı’ formatıyla hasret gidermek, eski günlerdeki gibi.
Tabii araya giren zaman, eskisi kadar sık görüşememek tuhaf bir şekilde medeniyet sıçramasına yol açmış bünyelerimizde.
Bandırma, en küçük milli park.
Boyu küçük fakat işlevi büyüktür, adı sanı en çok bilinenlerden.
Ziyaretçi sayısı da yetersizdir ama fena da sayılmaz.
Ancak Bandırma Kuşcenneti’nin dertleri var.
* * *
Geçen sene, genç gazeteci kardeşim Kaan Koç (şairdir), “Abi sen bunu dinledin mi?” dedikten sonra “Pepee Çok Üzülüyor” şarkısıyla tanıştırmıştı.
Kaç kez alakasız ortamlarda dilime dolandı...
Başka şarkılarına karşı kaynağını bilemediğim bir şekilde bağışıklık geliştirebildim ama “Pepee Çok Üzülüyor”dan kaçamadım.
Mırıldanırken yakalandığım, arkadaşlarımla zincirleme sinir boşalması şeklinde koro olarak seslendirmişliğim var.
* * *
Lenny Kaye’i nasıl bilirsiniz?
Haklı olarak “Lenny Kaye’i bilmem ki ben?” diyenler çıkacaktır.
Patti Smith’le meşgul olmadıysanız normaldir. Lenny Kaye, Patti Smith’in gitaristi olarak tanınır.
İyi bir gitaristtir, görev adamıdır, Smith’in klasiklerinde harika bir katman oluşturur.
Ancak Lenny Kaye’i gözümde yücelten hadise, bir Patti Smith albümü veya şarkısı değil; elleriyle hazırladığı bir ‘karışık’ albümdür.
40 yaşına basan ‘Nuggets’ ile tanıştırmak isterim sizi...
UNCUT’TAKİ DOSYA
Uncut’ın Haziran 2012 sayısını okurken ‘Nuggets’ üzerine hazırlanmış bir dosyaya denk geldim.
25 Mayıs’ta Başbakan’ı Uludere üzerinden eleştiren bir makaleye imza attı.
“Özür açıklanmaz, özür dilenir!” başlıklı yazı, iktidarın yılmaz destekçisi konumundaki gazetede 16 yıldır çalışan Akel’in işine son verilmesine yol açtı.
Zülfiyare bir dokunuşun bedeli bu.
Başbakan’ın “Cıs” dediği konuya “Ama...” diye karşı çıkmanın cevabı bu.