Zamanın nasıl akıp gittiğini popüler kültür üzerinden takip etmek yıkıcı olabiliyor, malumunuz.
Mesela Jay Leno’ya konuk olan ve kendisini ‘Star Wars fanatiği’ olarak tanımlayan bir aktör konuşurken “35’inci yılını kutluyor 2012’de Star Wars” dediğinde, “Oharey!” diyerek karşılık veriyorsunuz.
Mesela Radiohead dinlerken ‘OK Computer’ın yayınlanmasının üstünden -çok afedersiniz- 15 yıl geçtiğini veya Nirvana’nın ‘Nevermind’ının üstünden 21 yıl (yazıyla yirmi bir!) geçtiğini fark edince “Oy gençliğim!” diye bağrınızı ‘Smells Like Teen Spirit’ ritmiyle dövmeye başlıyorsunuz.
Filmlerin, albümlerin, kitapların vb yaşı olmaz, olmuyor.
Sevilen albüm, iz bırakan film, unutulmayan konser, ilk karşılaştığınızdaki yaşınıza geçiş sağlayan bir nevi zaman makinesine dönüşüyor sadece.
ELBETTE TERETE
Geçen hafta bambaşka bir sebeple karıştırdığım müzik kitabında ‘Dakika dakika Live Aid programı’ sayfalarını görünce durakladım.
İstiklal Caddesi ve çevre sokaklarında bir “fillerle gergedanlar sokak basketbolu oynadı” havası hâkim.
Yerlere Çin graniti kaplanıyor.
Fakat granit Çin’de durduğu gibi durmuyor; kırılıyor, dökülüyor, vıjjjt diye kaydırıyor.
Sanki operasyon “dış mihrak” işiymiş gibi Başkan Kadir Topbaş milli duyguların sırtını kaşıyan bir nutukla müdahale ediyor:
“Ben beğenene kadar yapılacak; İstanbullu merak etmesin. Çin graniti gidecek, Türk graniti gelecek!”
O gece bu nutkun verdiği gönül rahatlığıyla ve “Yaşasın Türkiye, yaşasın İstanbul, yaşasın Türk graniti! Bu da sana kapak olsun Çin graniti, heheyt!” diyerek mışıl mışıl uyuduğumu hatırlıyorum.
* * *
YIL 2006.
Astsubaylar da isyanlarda.
Onlar da “adalet, eşitlik, insan onuruna saygı” istiyor. Maaşlarından, ayrımcılıktan, uğradıkları haksız muamelelerden şikâyet ediyorlar.
Mağdur Askeri Öğrenciler isyanlarda. Onlar da TSK’dan Ayrılan ve Atılan Öğrenciler Platformu olarak sosyal alemden sesini duyurmaya çıkıyor.
***
1 Mayıs’taydım.
İşçi isyanlarda.
Öğrenci isyanlarda.
Ancak bu sezon oyununu dikte ettiremediği belki de tek takım da Beşiktaş oldu. Futbol klişesine sığınarak söylemek gerekirse bu sezonun “ters takımı” Galatasaray açısından Beşiktaş’tı.
Oyuna baskılı başlayan Galatasaray, tam istediği türden erken bir golle öne geçince, Süper Final sürecindeki ilk Beşiktaş maçına benzer bir kontrol mekanizmasını devreye soktu.
Oyunu soğutmaya çalışırken rakibine güç ve motivasyon kazandırdı.
İlk yarı sona ererken Almeida’nın kendi kalesine attığı gol, liderin elini daha da rahatlattı.
* * *
Tayfur Havutçu, ikinci yarıya elinde hücum namına ne varsa sahaya sürerek başladı.
Bu riskli hamle hem olumlu hem de olumsuz neticeleri beraberinde getirdi.
Mehmet Yaşin ve Vedat Milor. Ah bu ikisi yok mu?
Cumartesi sabahı uyanıyorsun mesela.
Müftüoğlu’na veya “En önemli öğün kahvaltıdır evlat” diye rüyanda belirmiş ak sakallı dedeye kulak asmayıp minimalist bir kahvaltıyla sabahı geçiştirmişsin.
Ekranda beliriyorlar.
Bafra’da pide, Konya’da etli ekmek, Mardin’de kaburga dolması, Muğla’da kefal pilavı, Gümüşhane’de sac ketesi, Gaziantep’te yuvalama...
Hapur hupur, afiyetle mideye indiriyorlar.
Kaç sabah bu programlar yüzünden niyeti bozup mahalle kebapçısına mangalı erken harlatmışımdır, bir ben bir de usta bilir!
İlk 30 dakika boyunca topa daha fazla hakim olan taraf gibi dursa da ne kendi oyununu dikte ettirebildi, ne de alan bulabildi kendisine.
Ancak “nafile” kontenjanından incelenebilecek tek bir pozisyonu vardı G.Saray’ın; o da maçın etkisiz elemanlarından Engin’in uzaktan şutuydu.
* * *
30’uncu dakikadan sonra “görece” bir baskı kursa da başarılı olamadı G.Saray.
Futbolcuların inisiyatif kullanmak konusunda etkisiz kaldığı ilk yarının ardından satranç tahtasında ancak teknik direktörlerin hamlelerinin etkili olabileceği ikinci perdeye geçtik.
* * *
Hakem Tolga Özkalfa kontrolü sarı kartlarla sağlamaya çalıştı; iki takımı da ikna edemeyen yönetim tarzından yeni pasajlar sundu. Fatih Terim hücum hattını güçlendirerek risk alırken, Trabzonspor savunma duvarını yerinde tutmaya çalıştı.
Türkiye’de “Başkanın Adamları” adıyla oynamıştı.
Orijinal adını dilimize “Köpeği Salla” diye çevrilebilir.
Ne demek bu?
“Köpek kuyruğunu niye sallar? Çünkü kuyruk köpeği sallayamaz” lafından türetilmiştir.
“Kuyruk köpeği sallıyor” deyimi, dünya tersine dönüyor anlamında kullanılıyor.
Filmde anlatılan hikayeye bakıldığında “İnsanları olmayanlara inandırmak, gerçek olmayanla oyalamak ve hedef şaşırtmak, gerçeği saklamak mümkündür” sonucuna varırız.
***
Filmde Robert De Niro, seçimlerden hemen önce adı bir seks skandalına karışan ABD Başkanı’nın işleri düzeltmekle görevli adamıdır.