O, Yeni Salihlispor’u ligde tutmak için çırpınıyor, kulübe gelmesi için nasıl ikna edildiğini anlatırken herkesi kahkahalara boğuyordu.
Büyüdüm, gazeteciliğe başladım.
O, İzmirspor’da, Bucaspor’da, zaman zaman yine Yeni Salihlispor’da ‘dara düşen’ kim varsa, kümede tutmak için kolları sıvıyordu.
Can adamdı Ergun Kantarcı. Netti. ‘Mış’ gibi yapmaz, yaşamazdı. Sevinecekse, göbeği gömleğinden taşarcasına sevinir, kızacaksa okkalı bir küfrü yapıştırıverirdi.
Sivri dilliydi, bildiğini söylerdi. Ege futbolunun hafızasına kazanan bir sözü vardı ki, İzmirspor’dan kovulmasına sebep olmuştu.
“Bana patlıcan vermiyorsunuz, musakka istiyorsunuz!”
Göztepe lige fırtına gibi başlamış, Avrupa şarkıları söyleniyor. Takımın performansı iyi, lig sıralamasındaki yeri sorunsuz. Ama gelin görün ki, takımın kalitesi bu toz pembe tabloyla eşleşmiyor. Bazı şeyler eksik. Yazıyoruz, çiziyoruz ama insanların gözü tabelada! Devre arası transfer dönemi bu pembe atmosferde geçiyor. Tabelada sorun yoksa, onlara göre her şey yolunda!
Ne zaman ligin ikinci yarısı başlıyor, Göztepe 12 maçta sadece 5 puan topluyor, gerçekler çıkıyor ortaya. Ligin son maçında Cebrail’in eli olmasa, o sezon sonunda küme düşme acısını yaşayacak olan takım, adeta Tanrı’nın lütfuyla lige tutunuyor.
Neden mi anlatıyorum bunları?
Sanki benzer şeyleri yaşıyor gibiyim de ondan! Dejavu.
Dost acı söyler.
Evet, Göztepe’nin ligde bulunduğu konum gayet iyi. Toplanan puan Beşiktaş’tan 1 eksik. Buradan bakınca her şey yolunda. Dünkü Hatay yenilgisine de “Şanssızlık” der geçersin!
Bir sakarlık olmaz, saçma bir hata yapılmazsa Göztepe bu maçı kaybetmez, hatta kazanma ihtimali de yüksek diye düşünüyorum.
İlk 30 dakikadaki görüntü de beni yanıltmıyor. Baskı kurmaya çalışan ama beceremeyen Rize, kontralarıyla gole daha yakın bir görüntü çizen Göztepe... Gel gör ki, atacağı 1-2 doğru pasla maçı çözebilecek fırsatlar ayağına gelen Mossoro, adeta takımını eksik oynatıyor. Yetmiyor, maç öncesinde korktuğumuz ‘sakarlık’ da Brezilyalı’dan geliyor. Yaptırdığı penaltıyla, Göztepe hiç hak etmediği bir şekilde geriye düşüyor.
Ben İlhan Palut’un ikinci yarıya neden aynı 11 ile çıktığını düşünürken, Berkan’ın hamle zamanlamasını kötü yapmasıyla da fark 2’ye çıkıyor.
Sonrası mı?
Oyunu forse eden bir Göztepe...
Napoleoni’nin katılımıyla top önde daha fazla kalıyor, stoperler yarı alana kadar çıkıyor, ceza alanına kalabalık bir şekilde giriliyor. Rizespor adeta ‘nefes alamaz’ hale geliyor. Ve Göztepe haklı bir şekilde 2-2’yi yakalıyor.
Topa sahip olmayı başarının ‘olmazsa olmazı’ gören teknik adamlar, futbol yorumcuları az değil. Oysa topa sahip olmak, belli becerilere, yeteneğe sahip olmayan takımlar için hiçbir anlam ifade etmiyor.
Örnek mi?
Dün Göztepe’nin ilk yarıdaki topla oynama oranı yüzde 67’ydi. ‘Rakibe top göstermedi’ denecek türden! Ama “Bu oranının üretimsel karşılığı ne” diyecek olursanız, yanıt koskoca bir sıfır! 45 dakikada rakip kaleye atılan şut 1, isabetli şut 0! Kayserispor ise topla oynadığı sınırlı anlarda 6 şut üretmiş, bunların 4’ü kaleyi bulmuş, İrfancan’ın başarısı Göztepe’nin geriye düşmesini önlemiş.
Neden mi?
Çünkü, Göztepe set oyunu oynayabilen, topa sahip olduğunda etkili olan bir takım değil asla. Baskıyla rakibi bozmak, geçiş oyunuyla sonuca gitmek bu takımın tek sihri. Ancak ‘kurt’ Samet Aybaba, bu tuzağa düşmemek için topu Göztepe’ye teslim edip, önde baskıyla ‘avcı’ rolünü benimsedi dün. Rakibi ‘ana planından’ yoksun bıraktı, Göztepe’yi büyük ölçüde kendi silahıyla vurdu.
Gelelim büyük resme...
Göztepe’de de sıkıntı büyük. İlk 11’inden 4 oyuncusu kadroda yok. Yedek sağ bek, maçın başında sakatlanıyor, orta sahadan devşirme bir sağ bek oyuna giriyor. Her şeye rağmen ‘takım kimliği’ ayakta tutuyor Göztepe’yi. Elindeki topu kornere gönderen rakip kalecinin beceriksizliği, Halil’in oyuna olan tutkusu ile birleşiyor, Ndiaye ile gol de geliyor.
Peki sonrası?
Koskocaman bir hiç.
Peki daha iyisi olabilir miydi? Evet...
Sarı Kırmızılılar adına sahada yapılan ışıltılı işler de var, geliştirilmesi gereken noktalar da.
Örneğin Göztepe, ligde kanat ikilisini hem toplu hem topsuz oyunca en efektif kullanan ekipler arasında. Mesela Halil... Yıllarca 'hızı ve çabukluğuyla takımını ve topu öne taşıyan bir oyuncu' iken, artık rakip defans arkasına attığı koşularla Göztepe'nin en önemli gol silahı haline geldi.
Mesela Tripic... Norveçli sahada gözlerinden fışkıran hırsı, üretime çeviriyor topu ayağına her alışında. Her hareketinde bu yıla damga vurmaya aday olduğunu gösteriyor.
Dün yenilen iki gole karşın savunmada Atınç-Alpaslan ikilisi genel olarak uyumlu. Solda Berkan geçen yılın biraz gerisinde de olsa Göztepe adına bu bölgeyi 'sorunsuz' kılıyor.
Ancak kale, sağ bek ve orta alandaki üçlünün çok yeterli olduğunu söylemek güç. Daha doğrusu Soner'in yanındaki ikilinin... Mossoro teknik kalite olarak benim için özel oyunculardan. Ancak tempo olarak eksik kalıyor. Özellikle dün ilk yarıda takımını neredeyse eksik oynattı. Günü bir asistle kapatmasına karşın biraz daha ekonomik, hamle oyuncusu olarak kullanılması daha doğru olacak gibi. Genç Yalçın takıma yavaş yavaş ısınıyor, yeteneği de umut veriyor. Ancak temposunu biraz daha artırması şart.
Ideye Brown'ı ise son iki yıl buradan çok kulağını çınlattığımız Cameron Jerome'un ikizi olarak tanımlamak mümkün. Emek yoğun, beceri eksik bir santrfor.
Evet kurumsal, kalıcı, takımın bugünü ve yarınına yön verecek donanıma sahip bir futbol aklı.
Futbolumuzda sirkülasyonu en fazla olan teknik direktörler değil söz ettiğim. Hocalar değişse bile, futbol takımının direksiyonunu elde tutacak, rotayı çizecek bir irade.
Peki Göztepe bu açıdan ne durumda? Nasıl bir futbol aklı tarafından yönetiliyor. Ya da (cidden bilmediğim için soruyorum) Göztepe’nin bir futbol aklı var mı? Örneğin bu kulüpte transfer nasıl yapılır, listeler nasıl belirlenir? Seçimler sadece menajerler tarafından sunulan oyuncular arasından mı belirlenir? Göztepe’nin oyuncu tarama ekibi var mıdır? Varsa hangi ülkeler takiptedir? Hoca seçiminde temel kriterler nelerdir?
Altınordu’yu bir futbol fabrikası haline getirsen de...
Cengiz Ünder, Çağlar Söyüncü, Barış Alıcı, Berke Özer, Erce Kardeşler gibi değerleri Türk futboluna armağan etsen de...
Yarının yıldızları Ravil’i, Burak’ı daha lise yaşlarında vitrine çıkarsan da...
Türkiye liglerinin en istikrarlı hocası olsan da...
Yetmiyor!
Adının gazetelerin manşetlerini süslemesi için illa bir Fenerbahçe bağlantısı (Galatasaray veya Beşiktaş da tabii) gerekiyor!