Gila Benmayor

Türkiye'nin çağdaş kızlarına ABD'den ödül

29 Ekim 2002
<B>NEW YORK</B>'un ünlü Yale Club'ünde öğle yemeğindeyiz. Masa komşumuz New York Times Gazetesi'nin CEO'su Arthur Ochs Sulzberg Jr. Masada, New York Times Şirketi mensubu dokuz kadın arasında tek erkek o.

New York'un kremasını biraraya getiren Yale Club'daki öğle yemeğinin organizatörü WEPR yani Halkla İlişkilerde Kadın Yöneticiler Vakfı.

57 yıllık bir geçmişi olan WEPR yaklaşık 15 yıldan beri sosyal sorumluluk projelerine ödüller veriyor.

Bu yıl ödül kazananlar arasında Turkcell'in ‘‘Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızları’’ projesi de var.

Yale Club'deki öğle yemeğinde Turkcell, WEPR'nin en büyük ödülü olan ‘‘2002 Kristal Obelisk’’ ödülünü alacak.

Kristal Obelisk iki sivil toplum kuruluşuna, iki de ticari şirkete veriliyor.

Kadere bakın ki, şirketler grubunda, projesi aynı ödülü kazanan kuruluş Arjantin'den.

Yani içerisinde bulundukları ekonomik kriz nedeniyle sık sık aralarındaki parallelikler kurulan Arjantin ve Türkiye, sosyal sorumluluk ödüllerinin verildiği bir platformda buluşuyorlar.

Ancak, kesinlikle taraf tutmuyorum, Turkcell'in ‘‘Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızlar’’ projesi, Arjantinli ConAgra Şirketi'nin ‘‘Çocukları Daha İyi Beslemek’’ projesinden çok daha fazla ilgi çekiyor.

Projenin ne olduğunu kısaca hatırlatmak istiyorum.

Turkcell iki yıldan beri 33 ilin kırsal kesimlerinde 5 bin kız öğrenciyi okutuyor.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin geliştirdiği proje çerçevesinde en ücra köylerde, maddi olanaksızlıklardan okula gidemeyen kızlara ulaşılıyor.

Yeter ki, kızlar okumak için azimli olsunlar.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın verilerine göre, 260 yatılı ilköğretim bölge okulunda 86 bin erkek öğrenciye karşılık 26 bin 875 kız öğrencinin olduğu göz önüne alındığında Turkcell'in projesinin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

‘‘Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızları’’ projesi, 5 bin aile ve 25 bin kişinin doğrudan, milyonlarca insanın ise dolaylı olarak yararlandığı bir proje.

Maddi olanakların öncelikle erkekler için kullanıldığı kırsal kesimlerde, kızların önünü açacak dev bir proje.

İşte bu yüzden Yale Club'ünün misafirleri, Turkcell Kurumsal İletişim Müdürü Zuhal Şeker'in konuşmasını dinleyip, alkışlıyorlar..

10 ödülün verildiği Yale Club'deki öğle yemeğinin yıldızları, Turkcell, özel ‘‘Prizma’’ ödülünü alan New York Times ve ‘‘Amerika'yı Yıka’’ projesini geliştiren dört Amerikalı kızkardeş oluyor.

Amerika'yı yıka ve yaraları iyileştir


YALE Club'de yapılan konuşmalarda 11 Eylül asla eksik değil.

Tam da Washington'lulara iki dehşet haftası geçirten keskin nişancının yakayı ele verdiği gün düzenlenen öğle yemeğinde, 11 Eylül ile ilgili anılar tazeleniyor, toplumsal değerlerin önemi üzerinde duruluyor.

Eğitime katkıları nedeniyle ‘‘Prizma’’ ödülünü alan New York Times'in CEO'su Arthur Ochs Sulzberg ‘‘11 Eylül sonrası, toplumun iyi yönde gelişmesi yolunda sorumluluğumuz arttı. Eskisine oranla çok daha fazla eğitime, sağlığa, ırk ayırımı sorununa eğiliyoruz’’ diyor.

Yukarıda öğle yemeğinin yıldızlarından dört Amerikalı kızkardeşten söz etmiştim.

Kızların babaları, 11 Eylül günü Pentagon kurbanlardan Albay Tracy Welsh.

Babalarının ölümünden sonra, 11 Eylül'ün diğer kurbanlarına yardım etmeye karar veriyorlar.

Kendi oturdukları mahallede arabaları yıkayarak, kurban ailelerine vermek üzere 10 bin dolar topluyorlar.

Ardından, Washington'daki bir radyo kanalıyla, ABD'nin dört bir yanında, kendi yaşıtlarını (kızların yaşları 13 ile 17 arasında) örgütleyip kampanyayı yaygınlaştırıyorlar.

Neticede, ABD'nin 25 eyaletinde binlerce çocuk kampanyaya katılarak, Amerikan Kızılhaçı için 84 bin dolar toplamayı başarıyor.

Öğle yemeğinde tanıştığımız Welsh kızkardeşler ABD'nin gözdeleri durumunda bugün.
Yazının Devamını Oku

Ağlayan Gülen

27 Ekim 2002
<B> ARJANTİN</B>'de 70 yaşındaki bir adam, geçtiğimiz hafta sonu iki gün bir bankada hapis kalmış. Banco de la Nacion'un güvenlik sistemi, adam kasasının başında iken kilitlenmiş. Adamcağız dışarıya çıkamamış.

Tam banka kapanmak üzereyken mi kasa bölümüne inmiş, yoksa kasadaki paralarıyla bir türlü vedalaşamamış mı? Orasını bilemiyorum.

Neticede ailesi ‘‘kayıp’’ diye telaşlanmış, polisi aramış.

Dediğim gibi adam ancak iki gün sonra kasasının başında ortaya çıkmış.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın 18-24 Ekim tarihleri arasında düzenlediği ‘‘Sonbahar Film Haftası’’ sırasında izlediğim bir Arjantin filmi yüzünden birkaç günden beri anlamsız bir şekilde bu ülke üzerinde yoğunlaştığım için yukarıdaki haber dikkatimi çekti.

Türkiye ile Arjantin arasında parallellik kurulmaya başladığından beri bizimkinden beter bir krizle boğuşmakta olan bir halk ne yapar, nasıl yaşar, nasıl ayakta kalır diye anlamaya çalışıyorum.

1950'lerde dünyanın 10 ekonomisi arasında olmuş, Borges, Cortazar gibi ünlü yazarlar yetiştirmiş bir ülkenin vatandaşları, bir kamyondan sokağa saçılan etleri parçalayıp, dükkanları talan edince insanın aklına bir sürü soru takılıyor ister istemez...

İşte gördüğüm Arjantin filmi ‘‘Gelinin Oğlu‘‘ düşüncelerimi biraz berraklaştırdı diyebilirim.

Önce bol ödüllü filmi kısaca anlatayım.

Bir kere film 2001 yapımı.

Yani tam ekonomik krizin göbeğinde çekilmiş.

Zaten pek aşina olduğumuz IMF sözcüğü bolca geçiyor filmde.

Buenos Aires'te 42 yaşındaki Rafael Belvedere, babadan kalma bir lokanta işletmektedir. Rafael, çocukluğunda Zoro'ya özenmiş, gençliğinde hiçbir baltaya sap olamamış nihayet baba mesleğinde karar kılmıştır.

Beklenmedik bir şekilde lokantacıkta hayli başarılıdır.

Hırslıdır da... Neredeyse 24 saatini lokantasına ayırır. Küçük kızı, genç sevgilisi ikinci plandadır.

Çokuluslu bir Amerikan şirketinin lokantayı satın alma önerisini reddeder.

Alzheimer'li annesine hálá sırılsıklam aşık babası en büyük dert ortağıdır. Gecenin bir saatinde onunla ‘‘şampanya’’ patlatıp, ‘‘tiramisu’’ yer.

Babası, bakımevinde olan karısını her gün ziyaret etmekte, doğum günlerinde ona mutlaka çiçek götürmektedir.

Gerçek ile hayal arasında gidip gelen Norma'nın yüzündeki gülümseme her şeye bedeldir. Norma'yı mutlu etmek...

Yaşlı adamın tek saplantısı budur.

Evlenirken dini tören yapmadıkları için şimdi Norma ile kilisede evlenmeyi düşlemektedir.

Norma'ya beyazlar giydirecek, onu koluna takacak ve papazın karşısında 44 yıllık beraberliklerini bir kez daha ölümsüzleştirecektir.

Kilise işi oğul Rafael'e biraz ters gelmektedir. Derken araya giren bir kalp krizi Rafael'in dünyaya bakışını değiştirir. Lokanta satılır, kilisede sahte bir papazla nikah tazelenir, genç sevgili beklediği ilgiye kavuşur.

Juan Jose Campanella'nın filmi bize hem uzak, hem yakın Arjantinlilerin yaşamlarından bir kesit sadece. Krizin ağırlığına, onca sefalete, korkulara rağmen oralarda hayatın devam ettiğini pek güzel anlatıyor.

Sancılı seçim öncesi kendi kendime umut mu pompalıyorum ne?

İspanya, Franco dönemiyle hesaplaşıyor


DEVLETLERİN geçmişleriyle hesaplaşmaları galiba moda oldu.

Biliyorsunuz bir süre önce Fransa, Cezayir Savaşı'nda askerlerinin neler yaptıklarını daha yeni yeni konuşmaya başladı.

Şimdi de İspanya Franco dönemiyle hesaplaşıyor.

1936 yılında General Franco'nun başlattığı darbeyle tetiklenen üç yıllık iç savaşın 300 bin ila 800 bin kişinin ölümüne yol açtığı iddia ediliyor.

İç savaşın galibi Franco komünistlere kan kusturmuş. Aileleri dağıtmış, Babaları öldürtmüş, anneleri, çoluk çocuğuyla hapislere tıkmış, oralarda çürütmüş. Çocukların bazılarını da 3 yaşına gelince annelerinden ayırmış.

1940 yılında siyasi tutukluların sayısı 280 bin.

Mahpushanede, annelerinden kopartılarak yetimhanelere, dini kurumlara, dindar ve muhafazakar ailelere evlatlık verilen çocukların sayısı ise 120 bin.

Franko Yönetimi bunların ‘‘beyinlerinin yıkanması’’ için çok uğraşmış.

İspanya bunları yeni yeni konuşmaya başlıyor.
Yazının Devamını Oku

Societe Generale'in Türkiye ilgisi

25 Ekim 2002
<B>SOCİETE Generale </B>Fransa'nın iki numaralı bankası.<br> Davos Ekonomik Forum toplantılarının müdavimlerinden olan bankanın CEO'su Daniel Bouton da Türkiye'yi yakından tanıyor.

Bankanın özellikle bu son dönemde Türkiye'ye ilgisi daha da arttı.

Nedenine gelince...

Uzunca hikayeyi en başından anlatıyorum.

Türkiye'nin Kop Dağı'ndaki zengin krom madenlerinin işletmecisi 1980'li yıllardan beri Birlik A.Ş. adındaki bir şirket.

Özelleştirmeyle birlikte krom madenlerini işletmeye başlayan Birlik A.Ş. ‘‘açık ocak işletmeciliği’’ olarak tabir edilen modern üretime geçmiş.

Yılda 300 bin ila 500 bin ton krom üretiyor. En az 300 bin tonunu ihraç ediyor.

Türkiye'deki krom ihracatının yüzde 60'ını gerçekleştiriyor.

Dünyadaki krom ticaretinin yüzde 8'ine sahip.

Derken, şirket 1998 yılında Türkiye'deki ekonomik çalkantı nedeniyle krize giriyor ve üretimi durdurmak zorunda kalıyor.

Birlik A.Ş.'nin üretimi durdurması yöredeki bin kişinin işsiz kalmasına yolaçıyor.

Buradan çıkartılan kromu ihraç edilmek üzere İskenderun'a taşıyan Devlet Demiryolları nakliyeden yılda 2 milyon dolar kayba uğruyor.

İskenderun Limanı'nın kaybı ise yılda 1 milyon dolar civarında.

Yani, Erzincan-Trabzon arasındaki Kop Dağı'nda krom madeninin kepenk indirmesi çok sayıda kişiyi ve kuruluşu inanılmaz zarara uğratıyor.

Bu arada şirketin bankalara borçları da giderek büyüyor.

Emlak Bankası'nın bugün Birlik A.Ş.'den 32 milyon dolar alacağı var.

BDDK'ya geçen bankalara borç 12 milyon 285 bin dolar.

Bir diğer alacaklı ise 16 milyon dolarla Fransız Societe Generale.

İki yıldan beri şirketin finansal yapılanmasını koordine eden, Mersin Ticaret Odası eski Başkan Yardımcısı, işadamı Selami Gedik, İstanbul Yaklaşımı çerçevesinde Societe Generale ile temas kuruyor.

Birlik Madencilik’in kurtarılması için bankanın öncülüğünde bir planın yapılmasını öneriyor.

Societe Generale önceleri teklife soğuk bakıyor.

Ancak dünya krom piyasasının iki, üç ay önce yeniden hareketlenmeye başlamasıyla devreye girmeye karar veriyor.

Şimdi Societe Generale'in öncülüğünde BBDK, Emlak Bankası ve diğer alacaklı bankalar arasında görüşmeler sürüyor.

Societe Generale'in hazırlayacağı ödeme planı ve sağlayacağı taze krediyle Birlik A.Ş.'nin önümüzdeki mart ayından itibaren yeniden faaliyete geçmesi bekleniyor.

Peki Selami Gedik, Societe Generale'i nasıl ikna etmeyi başardı?

İşte bu noktada şans yardım ediyor.

Gedik'in tesadüf eseri tanıdığı Amerikalı bir işadamı Çin'de krom ticareti yapan dev bir Amerikan şirketinin sahibi çıkıyor. İşte bu şirket Kop Dağı'nda üretilen kromun tamamına talip oluyor. Societe Generale de malı alacağına dair taahhütte bulunuyor.

Birlik A.Ş.'nın yeniden üretime geçmesi istihdam açısından da önemli; zira istatistiklere göre madencilik sektöründe çalışan bir kişi ek altı kişiye istihdam sağlıyor.

Wolfensohn'dan haftanın incisi

‘‘Kalkınmakta olan ülkelere yapılan yardımın yedi katını zengin ülkelerin çiftçilerine yapmak saçmalıktır.’’

Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn çıkışında haklı.

Zira gelişmekte olan ülkelere yardım sadece 50 milyar dolar tutarında iken, zengin ülkelerin çiftçilerini sübvanse etmek için ödedikleri para bunun tam yedi katı yani 350 milyar dolar.

Sonuçta olan yoksul ülkelere oluyor; çiftçiler kendi pazarlarında dahi zenginlerin ürünleriyle rekabet etmek zorunda kalıyorlar.

En kaliteli krom bizde ama neye yarar

DÜNYANIN en kaliteli kromunun bizde olduğu söyleniyor.

Krom, Kop Dağ'ında ve Elazığ Guleman madenlerinde çıkıyor.

Güney Afrika ve Kazakistan'ın ardından dünyanın üç numaralı krom üreticisi durumundayız.

Krom ihracatından bu yıl elde ettiğimiz gelir 26 milyon dolar. Oysa 100 milyon dolar elde ettiğimiz yıllar olmuş.

Örneğin 1999 yılında ihraç edilen krom miktarı 550 bin ton. Dolayısıyla ihracat geliri fazla. 2002’de ise sadece 122 ton, gelir 26 milyon dolar.

Kısaca krom ihracatımız önemli oranda düşüşte.

Bunda elbet Birlik A.Ş.'nin de piyasadan çekilmesinin önemli payı var.

Şimdi dünyadaki krom piyasasına bir göz atalım.

Hindistan bizde üretimin düşüşe geçmesinden bu yana üçüncülüğe oynuyor.

Hindistan'ın en büyük alıcısı ise Çin.

Çin'in normal koşullarda 1 milyon ton kroma gereksinimi var. Devletin tasarruf önerdiği yıllarda dahi alımı 900 bin tonun altına düşmüyor. Dev bir pazar anlayacağınız.

Hindistan'ın son zamanlarda üretiminin büyük bir bölümünü iç piyasada tüketmesi Çin'i başka pazarlara yöneltmiş ki bunlardan en önemlisi İran.

Çin halen İran'dan 150 bin ton dolayına krom alıyor.

Türkiye istediği miktarı sunabildiği takdirde büyük bir olasılıkla bize yönelecek.

Sonuçta, Societe Generale, Kop Dağı'ndaki madenin nasıl bir gelir kaynağı olduğunu hesaplayabildiği için Birlik A.Ş.'nin kurtarılması işine angaje olabiliyor.
Yazının Devamını Oku

Societe Generale'in Türkiye ilgisi

25 Ekim 2002
SOCİETE Generale Fransa'nın iki numaralı bankası.Davos Ekonomik Forum toplantılarının müdavimlerinden olan bankanın CEO'su Daniel Bouton da Türkiye'yi yakından tanıyor.Bankanın özellikle bu son dönemde Türkiye'ye ilgisi daha da arttı.Nedenine gelince...Uzunca hikayeyi en başından anlatıyorum.Türkiye'nin Kop Dağı'ndaki zengin krom madenlerinin işletmecisi 1980'li yıllardan beri Birlik A.Ş. adındaki bir şirket.Özelleştirmeyle birlikte krom madenlerini işletmeye başlayan Birlik A.Ş. ‘‘açık ocak işletmeciliği’’ olarak tabir edilen modern üretime geçmiş.Yılda 300 bin ila 500 bin ton krom üretiyor. En az 300 bin tonunu ihraç ediyor.Türkiye'deki krom ihracatının yüzde 60'ını gerçekleştiriyor.Dünyadaki krom ticaretinin yüzde 8'ine sahip.Derken, şirket 1998 yılında Türkiye'deki ekonomik çalkantı nedeniyle krize giriyor ve üretimi durdurmak zorunda kalıyor. Birlik A.Ş.'nin üretimi durdurması yöredeki bin kişinin işsiz kalmasına yolaçıyor. Buradan çıkartılan kromu ihraç edilmek üzere İskenderun'a taşıyan Devlet Demiryolları nakliyeden yılda 2 milyon dolar kayba uğruyor.İskenderun Limanı'nın kaybı ise yılda 1 milyon dolar civarında.Yani, Erzincan-Trabzon arasındaki Kop Dağı'nda krom madeninin kepenk indirmesi çok sayıda kişiyi ve kuruluşu inanılmaz zarara uğratıyor.Bu arada şirketin bankalara borçları da giderek büyüyor.Emlak Bankası'nın bugün Birlik A.Ş.'den 32 milyon dolar alacağı var.BDDK'ya geçen bankalara borç 12 milyon 285 bin dolar.Bir diğer alacaklı ise 16 milyon dolarla Fransız Societe Generale.İki yıldan beri şirketin finansal yapılanmasını koordine eden, Mersin Ticaret Odası eski Başkan Yardımcısı, işadamı Selami Gedik, İstanbul Yaklaşımı çerçevesinde Societe Generale ile temas kuruyor.Birlik Madencilik’in kurtarılması için bankanın öncülüğünde bir planın yapılmasını öneriyor.Societe Generale önceleri teklife soğuk bakıyor.Ancak dünya krom piyasasının iki, üç ay önce yeniden hareketlenmeye başlamasıyla devreye girmeye karar veriyor. Şimdi Societe Generale'in öncülüğünde BBDK, Emlak Bankası ve diğer alacaklı bankalar arasında görüşmeler sürüyor.Societe Generale'in hazırlayacağı ödeme planı ve sağlayacağı taze krediyle Birlik A.Ş.'nin önümüzdeki mart ayından itibaren yeniden faaliyete geçmesi bekleniyor.Peki Selami Gedik, Societe Generale'i nasıl ikna etmeyi başardı?İşte bu noktada şans yardım ediyor.Gedik'in tesadüf eseri tanıdığı Amerikalı bir işadamı Çin'de krom ticareti yapan dev bir Amerikan şirketinin sahibi çıkıyor. İşte bu şirket Kop Dağı'nda üretilen kromun tamamına talip oluyor. Societe Generale de malı alacağına dair taahhütte bulunuyor.Birlik A.Ş.'nın yeniden üretime geçmesi istihdam açısından da önemli; zira istatistiklere göre madencilik sektöründe çalışan bir kişi ek altı kişiye istihdam sağlıyor. Wolfensohn'dan haftanın incisi‘‘Kalkınmakta olan ülkelere yapılan yardımın yedi katını zengin ülkelerin çiftçilerine yapmak saçmalıktır.’’Dünya Bankası Başkanı James Wolfensohn çıkışında haklı.Zira gelişmekte olan ülkelere yardım sadece 50 milyar dolar tutarında iken, zengin ülkelerin çiftçilerini sübvanse etmek için ödedikleri para bunun tam yedi katı yani 350 milyar dolar. Sonuçta olan yoksul ülkelere oluyor; çiftçiler kendi pazarlarında dahi zenginlerin ürünleriyle rekabet etmek zorunda kalıyorlar.En kaliteli krom bizde ama neye yararDÜNYANIN en kaliteli kromunun bizde olduğu söyleniyor.Krom, Kop Dağ'ında ve Elazığ Guleman madenlerinde çıkıyor.Güney Afrika ve Kazakistan'ın ardından dünyanın üç numaralı krom üreticisi durumundayız. Krom ihracatından bu yıl elde ettiğimiz gelir 26 milyon dolar. Oysa 100 milyon dolar elde ettiğimiz yıllar olmuş.Örneğin 1999 yılında ihraç edilen krom miktarı 550 bin ton. Dolayısıyla ihracat geliri fazla. 2002’de ise sadece 122 ton, gelir 26 milyon dolar.Kısaca krom ihracatımız önemli oranda düşüşte.Bunda elbet Birlik A.Ş.'nin de piyasadan çekilmesinin önemli payı var.Şimdi dünyadaki krom piyasasına bir göz atalım. Hindistan bizde üretimin düşüşe geçmesinden bu yana üçüncülüğe oynuyor.Hindistan'ın en büyük alıcısı ise Çin.Çin'in normal koşullarda 1 milyon ton kroma gereksinimi var. Devletin tasarruf önerdiği yıllarda dahi alımı 900 bin tonun altına düşmüyor. Dev bir pazar anlayacağınız.Hindistan'ın son zamanlarda üretiminin büyük bir bölümünü iç piyasada tüketmesi Çin'i başka pazarlara yöneltmiş ki bunlardan en önemlisi İran.Çin halen İran'dan 150 bin ton dolayına krom alıyor.Türkiye istediği miktarı sunabildiği takdirde büyük bir olasılıkla bize yönelecek.Sonuçta, Societe Generale, Kop Dağı'ndaki madenin nasıl bir gelir kaynağı olduğunu hesaplayabildiği için Birlik A.Ş.'nin kurtarılması işine angaje olabiliyor.
Yazının Devamını Oku

Taşar'dan 16 kiloluk turizm envanteri

22 Ekim 2002
<B>PAZAR </B>günü, Lütfi Kırdar'da, Turizm Bakanlığı'nın yeni projelerinin tanıtımıyla ilgili <B>Mustafa Taşar </B>ile sohbet ediyoruz. ‘‘Turizm rüyalarıma giriyor. Günde 18 saatimi ona ayırıyorum’’ diyor.

Otellerin doluluk oranı son derece memnuniyet vericiymiş.

Taşar, Gaziantep'teki otellerde dahi boş yer olmadığını söylüyor.

‘‘Turizmdeki başarılar tesadüfi değil, aralıksız çalışıyoruz.’’

Gerçekten Taşar, işbaşına geldiği günden bu yana inanılmaz bir tempoda.

14 ayda 160 bin kilometre yol katetmiş.

Bunu her fırsatta hatırlatıyor.

Sadece kendisi değil tüm bakanlık seferberlik halinde.

Geçtiğimiz nisan ayında, Ankara'daki Turizm Şûrası'nda belirlenen kısa, orta ve uzun vadeli eylem planlarının hayata geçirilmesi yönünde çalışmalar yapılıyor.

Pazar günkü tanıtım da zaten bunlarla ilgili.

Bakanlık 1992 yılından bu yana ilk kez yeni dialar, filmler çektirmiş.

Film arşivi oluşturuluyor.

Dialar yurtdışına turizm temsilciliklerimize, tur operatörlerine, kısaca ihtiyaç duyulan herkese gönderilecek.

Kültür Bakanlığı'nın desteğiyle 81 ilin arkeolojik ve kültürel varlıklarının envanteri çıkartılmış.

16 kilo ağırlığında, 2 bin 640 sayfalık 5 cilt, CD olarak yine temsilciliklerimize ve turizmle ilgili kuruluşlara dağıtılacak.

Taşar, akademisyenleri, sivil toplum kuruluşlarını, sektör kuruluşlarını ve hatta yurtdışında okuyan Türk öğrencilerini, aklına kim gelirse herkesi bu seferberliğe katmış.

‘‘Yurtdışındaki Türk öğrencilere mektup yazarak rica ettim. Özel gecelerde gönderdiğimiz CD'leri kendi arkadaşlarına göstersinler, gençler Türkiye'yi tanısın’’ diyor.

Mustafa Taşar, kısaca ‘‘herkes turizm için çalışsın’’ diyor.

Çok da iyi yapıyor.

Zira, turizmi zirveye çıkartmak için herkesin çorbada tuzunun olması şart.

Yukarıda sözünü ettiğim 2. Turizm Şûrası'nda 106 tane karar alınmış.

Kararların üçte biri hayata geçirilmiş.

Üçte biri için çeşitli bakanlıklara yazılar gönderilmiş.

Geri kalan üçte biri orta ve uzun vadeli yani zamanla gerçekleşecek kararlar.

Peki bu tempo 3 Kasım'dan sonra devam edecek mi?

İşte bu noktada Mustafa Taşar hayli iddialı: ‘‘Benden sonra biraz zor. Bu işe yürekten inanmazsan zor. Vallahi yeni gelen Turizm Bakanı saat 17'de kepengi kapatır gider.’’

Siyasi partilerin, sektörlerle ilgili politikaları, programları yok.

Tekstilde yok, turizmde yok.

Durum böyle olunca, yeni Turizm Bakanı 2. Turizm Şûrası'nda kabul edilen kararları uygulayacak. Zira artık rota çizilmiş.

Bu rotadan çıkmak, Taşar'ın bu seferberliğini sekteye uğratmak, 2005 yılında 18 milyon turist ve 16 milyar dolar turizm geliri hedefleyen Türkiye için büyük bir talihsizlik olur.

Burhan Öcal'ın müziğiyle İstanbul


TURİZM Bakanlığı'nın 2003 yılında, Türkiye'nin tanıtımı için kullanacağı diaları, reklam filmlerini izleme fırsatını buldum.

İstanbul'un tanıtımı için 40 saniyelik ayrı bir reklam filmi yapılmış. Tek kelimeyle muhteşem.

Fonda, ünlü perküsyon ustası Burhan Öcal'ın müziği.

Boğaz Köprüsü’nün üzerinden atıyla uçarak geçen Fatih Sultan, denizin üzerine konan semazenler ve bunların yanı sıra İstanbul'un baş döndüren dinamizmi. Masalsı havası olan 40 saniyelik filme her şey sığmış. Filmi hazırlayan, bundan önce son derece başarılı tanıtım projelerine imza atmış olan Turizm Bakanlığı'nın dış tanıtım ajansı DDF (Dream Design Factory).

İstanbul ve Türkiye'nin 40 saniyelik reklam filmleri, 15, 10 ve 5'er dakikalık belgesel filmler hazırlanırken, turistlerin ne istediklerini en iyi bilen Rehberler Birliği'ne de danışılmış.

Taşar ‘‘Çekimler için ordudan bile yardım istedik’’ diyor.

Dedim ya, illa herkesi harekete geçirecek diye. Tanıtım filmleri için de ordudan yardım istemiş, çekimler için iki adet Casa uçağı kullanılmış.

TESEV ‘uyum’un takipçisi


TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı), kendi bünyesinde başlattığı yeni proje çerçevesinde, Kopenhag kriterlerine uyum amacıyla yapılan Anayasa değişikliklerinin, yasaların nasıl uygulandığını inceleyecek.

Uygulamadaki aksaklıkları takip etmeyi amaçlayan TESEV, ön bulgularını yansıtan ilk ara raporunu ocak ayında yayınlayacak.

Nihai raporu ise ağustos ayında hazırlayacak.

Amaç, kamuoyunun dikkatini çekerek, uygulamadaki aksaklıkları gidermek.

TESEV Dış Politika Direktörü Dr. Mensur Akgün'ün koordinatörlüğünü yürüttüğü projenin danışmanları arasında Prof. Dr. Aslan Gündüz, Prof. Süheyl Batum, Avukat Kezban Hatemi, Avukat Luiz Bakar, Dr. Can Baydarol, Dr. Cengiz Aktar ve Marmara Belediyeler Birliği Genel Sekreteri Fikret Toksöz var.
Yazının Devamını Oku

Avrupa İslamı'nın fikir babası Bassam Tibi

20 Ekim 2002
<B>BASSAM Tibi</B> <B>‘‘Avrupa İslamı'nın fikir babası benim’’ </B>diyor. Önce Bassam Tibi kim?

Geçen hafta Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin Silivri'deki iki günlük sempozyumunda karşılaştığım Profesör Bassam Tibi halen Göttinge George-August Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı.

Şam doğumlu, yıllardan beri Almanya'da yerleşmiş ve ‘‘Siyasi İslam’’ konusunda araştırmalar yapıyor.

Türkiye'ye ilgisi iki şeyden kaynaklanıyor: Osmanlı paşası olan dedesi Yemen'de ölmüş ve kendisi 1990'lı yılların ortalarında bir süre Ankara'da Bilkent Üniversitesi'nde ders vermiş.

Ben Tibi'yle ilk kez iki yıl önce Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu sırasında tanıştım. O sırada orada ‘‘Köktendinciliğin Meydan Okuması’’ kitabı konuşuluyordu.

Tibi'nin Türkiye'yi ele aldığı kitabının adı ‘‘Boğaz'ın İki Yakası, Avrupa ile İslamcılık arasında Türkiye’’ (Doğan Kitapçılık).

Türkiye'yi iyi tanımıyor gerekçesiyle bu kitaptaki görüşlerine tam katılmayanlar var.

Kitabın bir yerinde kadınlarla ilgili tespitinde örneğin şöyle diyor:

‘‘Türk kadınlarının İslamcı hareket içinde bir tür İslamcı feminizm oluşturdukları iddiası gariptir. Bu oldukça kuşkuludur ve Refah Partisi'nin (kitabı kaleme aldığı dönemde Refah Partisi vardı) neden bir erkekler derneği olduğu sorusunu akla getirir.’’

Silivri'deki konuşmamızda, kendisine, AKP'nin 28 kadını milletvekilliğine aday gösterdiğini (sadece ikisi seçilebilir sırada), bunlardan bazılarının da son derece modern olduğunu söylüyorum.

‘‘AKP kesinlikle takiye yapıyor. Kadınları kullanıyor’’ cevabıyla karşılaşıyorum.

Zaten Bassam Tibi'nin AKP'nin kadınlara bakışını kuşkuyla karşılamasından bir iki hafta önce, Tayyip Erdoğan'ın sağ kolu Hüseyin Besli ‘‘kadınlar önce sunulmuş bir varlık olduklarını kabul etsinler; ondan sonra canları ne istiyorsa o olsunlar’’ dememiş miydi?

Kadın erkek eşitliğini de fitne olarak gören Besli'den tekrar Tibi'ye dönelim.

ON YILDIR UĞRAŞIYOR

‘‘Avrupa İslamı’’ kavramı nedir?

Bassam Tibi, 1980'li yıllarda Afrika'ya yaptığı bir gezi sırasında ‘‘Afro-İslam’’ diye bir olgu ile karşılaştığını anlatıyor. ‘‘Senegal'de gördüğüm İslam, Şam'dan tanıdığım İslam'dan oldukça farklıydı.O halde 13 milyon Müslümanın yaşadığı Avrupa'da bir Avrupa İslamı söz konusu olabilirdi.’’

Bassam Tibi
, yaklaşık 10 yıl ‘‘Avrupa İslamı’’ üzerinde kafa yoruyor ve ilk kez 1992 yılında Paris'te İslam'ın tartışıldığı bir toplantıda bu kavramı ortaya atıyor.

Tibi'ye göre, ‘‘Avrupa İslamı’’ Avrupa değerlerinin Müslümanlıkla bağdaştırılmasıdır özetle.

‘‘Avrupa İslamı dini politikadan keskin hatlarla ayırır. Demokrasiye sıkı sıkı bağlıdır. Sadece siyasi bir sistem olarak değil, bir yaşam biçimi olarak da demokrasiyi benimser’’ diyor.

Türk göçmenler dahil, Avrupa'da yaşayan Müslümünların dini vecibelerini yerini getirirken, sanayi toplumunun değerlerine uygun bir yaşam tarzı geliştirdiklerini anlatıyor...

‘‘Avrupa İslamı birden fazla kimlik içerir. Almanya'da yaşayan bir Türk örneğin, Alman yurttaşıdır, Türk kökenlidir ve Müslümandır.’’

Bassam Tibi
'ye göre, AB üyeliği için uğraşmakta olan Türkiye'nin de ‘‘Avrupa İslamı’’ kavramı üzerinde çalışması gerek.

‘‘Türkiye Avrupalı kimliğini alırsa, toplum tam anlamıyla dini siyasetten ayırmayı öğrenecek’’ diyor.

AB kapısında olduğumuz ve AKP'nin olası iktidarını konuştuğumuz günlerde Tibi'nin söylediklerini dikkate almamız gerektiğine inanıyorum.

Bu arada dileyenler, Bassam Tibi'nin bu tezini şiddetle destekleyen Almanya'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin www.zft-online.de adresinden ‘‘Avrupa İslamı’’yla ilgili daha fazla bilgi alabilirler.
Yazının Devamını Oku

Türk markası Decorum's dünya pazarında

18 Ekim 2002
<B>TGSD</B>'nin toplantısında, milletvekili adayları<B> Kürşad Tüzmen, Nur Ger</B>, <B>Zeynep Göğüş</B>, marka ve Türkiye'nin imajı üzerinde önemle durdular.<br> Bu ikisi ayrılmaz bir ikili.

Zira imaj düzeltmek için tanınmak; bunun için de marka şart.

Söz markadan açılmışken bir Türk işkadınının başarısından söz etmek istiyorum: Gaye Çevikel.

Çevikel
esasında oldukça yaratıcı bir ailenin ferdi.

Çünkü kocası Yalçın Çevikel, Sultans of the Dance'ın fikir babası.

Gaye Çevikel, yaklaşık 10 yıl önce, modern tasarım ürünlerinin satıldığı Decorum's’u açıyor. Alessi, Kosta Boda gibi ünlü tasarım firmalarının ürünlerini Türk tüketicisine sevdiriyor.

Türkiye'de tasarım alanında bir markanın çıkmamış olması Gaye Çevikel'i zoru denemeye itiyor.

1999 yılında, Milano'da yaşayan Türk tasarımcı Defne Koz ile anlaşıyor ve Decorum's markasıyla bardak koleksiyonu çıkartıyor.

‘‘Liquids’’ bardak koleksiyonunun tasarımdan ürüne dönüşmesi 20 ay almış.

Gaye Çevikel başarı hikayesini şöyle anlatıyor: ‘‘Elimde çanta 7 ay Decorum's markasına distribütör bulmak için dolaştım.’’

Neticede Amerika'da çok iyi bir distribütörle anlaşıyor ve Decorum's markasının ilk koleksiyonu New York'ta Hediye Fuarı'nde sergileniyor.

Fuardan sonra zaten işin arkası çorap söküğü gibi geliyor.

Decorum's koleksiyonu şimdi İtalya, Fransa, Avustralya, Japonya, İskandinav ülkelerinde satılıyor. Sadece ABD'de Decorum's satan kırka yakın tasarım mağazası var.

Defne Koz'dan sonra Çevikel, ABD'de yaşayan başka ünlü bir tasarımcı Ayşe Birsel ile anlaşıyor.

Halen Renault arabalarının iç dizaynını yenileyen Birsel'in, Decorum's için tasarladığı banyo aksesuvarları koleksiyonunun adı ‘‘lale’’.

Çevikel
, ‘‘lale’’ koleksiyonunu Londra'da Myhotel'e satmayı başarmış.

12 Kasım'da açılacak butik otelin banyolarında Türk markası ‘‘Decorum's’’un tasarımı olacak anlayacağınız.

Gaye Çevikel yeni projeler peşinde.

2003 yılı ağustos ayında kendi standının olacağı New York Hediye Fuarı'na bu kez yabancı bir tasarımcının koleksiyonuyla katılacak.

Adını sır gibi sakladığı tasarımcı esinlenmek için İstanbul'a da gelmiş. Zira Çevikel'in amacı ‘‘çağdaşı Türk kültürüyle yakalamak.’’

Giyim sanayicileri Meclis'te neler yapacak

‘‘MECLİS'e göndereceğimiz milletvekilleri sorunlarımıza sahip çıkacak mı?’’ sorusunun aklınızı kurcalamaması mümkün mü?

Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD), seçim öncesi üyelerinin yüreklerine bir nebze su serpmek için sektörden milletvekileri adaylarını biraraya getirdi ve ‘‘seçilirseniz ne yapacaksınız’’ diye sektörü yakından ilgilendiren beş tane spesifik soru sordu.

Meselá sorunun bir tanesi şöyleydi: ‘‘Uluslararası pazarda Türk hazır giyim sanayinin pazar payının artırılabilmesi için ne gibi stratejiler düşünüyorsunuz?’’

Böylelikle sektörün içinden dört, sektör konusunda uzman üç milletvekili adayını dinleme fırsatını bulduk: Nur Ger (CHP), Selami Özdemir (CHP), Okan Oğuz (DYP), Fuat Çakıroğlu (MHP), Kürşad Tüzmen (AKP), Zeynep Göğüş (CHP) ve Hüseyin Mert (DSP).

Nur Ger, ‘‘Giyim sanayi projelerinin önünü açmak, dünya ile rekabet edebilmek için oraya gidiyorum’’ diyor.

Meclis'te sektörün öbür eli olmaya ve ‘‘Made in Turkey’’ markasına saygınlık kazandırmaya söz veriyor.

Nur Ger ve diğerlerinden duyduklarım, beş sorunun tam olarak cevabı olmasa da, sektör adına son derece umut vericiydi. Ancak onları dinlerken TGSD'nin toplantısından beklediğimi bulmadığımı düşündüm.

Neydi beklediğim?

Milletvekili adaylarının, bağlı oldukları partilerin beş spesifik soru konusunda ne gibi çalışmalar yaptığına değinmeleri. Meselá CHP, Türkiye'nin lokomotif sektörlerinden tekstili yeniden canlandırmak için ne gibi stratejiler üretmiş?

MHP yerli yatırımcıların yurt dışına kaçmalarını engellemek için ne planlıyor.

Bunları duymak isterdim.

Bunlar yoktu; zira anladığım kadarıyla, siyasi partilerimizin, sektörlerle ilgili çalışmalar yapacak teknik ekipleri, donanımları yok. Tekstilin, turizmin önemini kavrayıp kavramadıklarından emin değilim. Oysa, Batı'da siyasi partiler, özellikle umut vaat eden sektörlerle ilgili ciddi çalışmalar yapıyorlar.

İngiltere Başbakanı Tony Blair'in seçim kampanyası sırasında bilişim sektörüyle ilgili sözlerini hatırlayın.

Bilişimi bir numaralı sektör yapacağını söylemişti.

İngiltere'de muhalefet partilerinin ‘‘gölge kabinelerinde’’ bile sektörlerle uğraşan ‘‘ticaret ve endüstri’’ bölümleri mevcut.

Sorunları iyi bilen milletvekili arkasında partisinin desteği olmazsa ne kadar sesini duyurabilir ki?

Ceket küçük geldi

ESKİ Dış Ticaret Müsteşarı Kürşad Tüzmen, AKP'den milletvekili adayı olunca bazı kesimlerden tepki çekmişti. Tüzmen, tepkilere karşın doğru seçim yaptığının inancında.

‘‘25 yıllık kariyerimde hiç açık vermedim, böyle devam edeceğim’’ diyor.

Tüzmen'in AKP'nin kuracağı yeni kabinede Dış Ticaret'ten sorumlu Devlet Bakanı olacağı söyleniyor.

Bir şey kesin. Tüzmen, Türkiye'nin kozlarını ve ne yapması gerektiğini çok iyi biliyor. Zaten kendisi de ‘‘Müsteşarken bazı şeyleri değiştirmek için çok uğraştık, ceket yetmedi. Bu yüzden şimdi sırtımıza daha büyük bir ceket geçirdik’’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Bizim gözümüz AB'de, onların gözü AKP'de

15 Ekim 2002
<B>TÜRKİYE</B> Araştırmalar Merkezi (TAM) geçtiğimiz cuma-cumartesi günleri Silivri'de <B>‘‘Türkiye-AB ilişkilerini ve Almanya'nın rolünü’’ </B>etraflıca ele alan iki günlük sempozyum düzenledi. TAM Direktörü Profesör Faruk Şen ve yardımcısı Çiğdem Akkaya'yı kutlamak gerek. Almanya'dan ve Türkiye'den farklı alanlardan ve farklı görüşlerden önemli isimleri biraraya getirmeyi başarmışlar.

Sempozyumda TAM'a destek veren Alman ‘‘Federal Toplumsal Eğitim Kurumu’’nun da Almanya tarihinde ayrı bir yeri var.

II. Dünya Savaşı'ndan yedi yıl sonra, Almanya'nın genç demokrasisini geliştirmek, Avrupa ile bağlarını güçlendirmek ve sivil toplumu bilinçlendirmek için kurulmuş. Sempozyumda ilk söz alan kurumun başkanı Thomas Krüger'in söyledikleri ilginç:

‘Hedefimiz 2,5 milyonun Türkiye kökenli olduğu toplam 7.3 milyon yabancı vatandaşı demokratik topluma katılım için motive etmek.’’

Eğitim Kurumu, Alman Anayasası'nın Türkçe ve Rusça çevirilerini yapmış.

30 bin adet ‘‘Küçük İslam Ansiklopedisi’’ bastırmış.

Kültürlerarası diyalog ve İslamiyet ile ilgili toplantılar düzenlemiş.

Krüger'in konuşmasının üzerinde niçin özellikle duruyorum?

Çünkü, yıllarca bir göçmen ülkesi olduğunu reddeden Almanya'nın artık göçmenleriyle kaynaşmak için ciddi adımlar attığını gösteriyor. Bu bir.

İkincisi de, başta Almanlar, Batı Avrupalıların, farklı kültürleri ve İslam'ı daha iyi tanımak, anlamak kaygısı içersinde olduğunu ortaya koyuyor.

Sempozyumun ikinci gününe Patrik Bartholomeos, Patrik Mesrob II ve Diyanet İşleri Bakanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın davet edilmesi de zaten bu yöndeki çabaların bir ifadesi.

Bu arada sempozyuma ‘‘Siyasi İslam’’ konusunda uzman, Götingen Üniversitesi'nden Profesör Bassam Tibi'nin de davetli olduğuna belirtmek istiyorum.

Peki ya Türkiye-AB ilişkileri konusunda neler gündeme geldi?

Açılış konuşmasını yapan Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz olsun, AB Genel Sekreteri Büyükelçi Volkan Vural olsun ‘‘İlerleme Raporu’’nun Türkiye'yi ‘‘teşvik edici’’ bulmadığını söylüyorlar.

Silivri’de Türk katılımcılar Kopenhag Zirvesi'nde bir tarih için bastırırken, Alman tarafı en fazla seçim sonuçlarını merak ediyor.

‘‘En şanslı parti olarak görülen AKP'nin zaferi ya da koalisyonda olması Türkiye'nin üyelik arayışlarını etkileyecek mi?’’

Bu soruyu yanıtlamak ise AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali Coşkun'a düşüyor.

Coşkun, Almanlar tarafından dikkatle dinlenen konuşmasında AKP'nin Avrupa üyeliği için aynı yolda devam edeceğini söylüyor.

Ali Coşkun'un konuşması, Alman katılımcıları ne dereceye kadar tatmin etti bilemiyorum.

Ancak Profesör Bassam Tibi'ye pek inandırıcı gelmediğini iyi biliyorum.

Japonya olsaydı çoktan AB üyesi olurdu


YABANCI gözüyle Türkiye nasıl görünüyor?

Silivri'deki sempozyumda söylenenlerden ilginç ipuçları yakalamak mümkündü.

Meselá, Frankfurter Allgemeine Gazetesi'nin Türkiye temsilcisi Dr. Rainer Hermann'a bakarsanız, Türkiye etkileyici bir canlılığa sahip. Ancak elindeki imkanları iyi değerlendirmiyor.

Hermann ‘‘Sizin yerinizde Japonya olsaydı AB'ye çoktan üye olurdu’’ diyor. Diğer bir gözlem de Antalya Havalimanı’nın işletmeciliğini yapan Fraport Şirketi'nin Başkan Yardımcısı Bernd Sturck. Sturck, Fraport'un işletmeciliğini Bayındır'dan devralırken karşılaştıkları hukuki zorlukları, Devlet Hava Meydanları İşletmeciliği ve Ulaştırma Bakanlığı'yla muhatap olmanın güçlüklerini anlatıyor.

‘‘Bürokrasiyi gören yabancı yatırımcılar dehşet içinde kaçıyor’’ diyor. Formalitelerde şeffaflık olmadığını da söylüyor.

Ne yazık ki öyle.

Yabancı sermayenin sadece ve sadece 1 milyar dolar olması başka türlü nasıl izah edilebilir.

500 bin dolar değil, 500 milyon dolar


GEÇEN cuma günü bu sütunlarda yer alan Cadbury-Schweppes ile ilgili yazıda, şirketin Fransız Orangina'yı 500 bin dolara satın aldığını yazmışım. Doğrusu 500 milyon dolar olacaktı.
Yazının Devamını Oku