Ağlayan Gülen

ARJANTİN'de 70 yaşındaki bir adam, geçtiğimiz hafta sonu iki gün bir bankada hapis kalmış.

Banco de la Nacion'un güvenlik sistemi, adam kasasının başında iken kilitlenmiş. Adamcağız dışarıya çıkamamış.

Tam banka kapanmak üzereyken mi kasa bölümüne inmiş, yoksa kasadaki paralarıyla bir türlü vedalaşamamış mı? Orasını bilemiyorum.

Neticede ailesi ‘‘kayıp’’ diye telaşlanmış, polisi aramış.

Dediğim gibi adam ancak iki gün sonra kasasının başında ortaya çıkmış.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın 18-24 Ekim tarihleri arasında düzenlediği ‘‘Sonbahar Film Haftası’’ sırasında izlediğim bir Arjantin filmi yüzünden birkaç günden beri anlamsız bir şekilde bu ülke üzerinde yoğunlaştığım için yukarıdaki haber dikkatimi çekti.

Türkiye ile Arjantin arasında parallellik kurulmaya başladığından beri bizimkinden beter bir krizle boğuşmakta olan bir halk ne yapar, nasıl yaşar, nasıl ayakta kalır diye anlamaya çalışıyorum.

1950'lerde dünyanın 10 ekonomisi arasında olmuş, Borges, Cortazar gibi ünlü yazarlar yetiştirmiş bir ülkenin vatandaşları, bir kamyondan sokağa saçılan etleri parçalayıp, dükkanları talan edince insanın aklına bir sürü soru takılıyor ister istemez...

İşte gördüğüm Arjantin filmi ‘‘Gelinin Oğlu‘‘ düşüncelerimi biraz berraklaştırdı diyebilirim.

Önce bol ödüllü filmi kısaca anlatayım.

Bir kere film 2001 yapımı.

Yani tam ekonomik krizin göbeğinde çekilmiş.

Zaten pek aşina olduğumuz IMF sözcüğü bolca geçiyor filmde.

Buenos Aires'te 42 yaşındaki Rafael Belvedere, babadan kalma bir lokanta işletmektedir. Rafael, çocukluğunda Zoro'ya özenmiş, gençliğinde hiçbir baltaya sap olamamış nihayet baba mesleğinde karar kılmıştır.

Beklenmedik bir şekilde lokantacıkta hayli başarılıdır.

Hırslıdır da... Neredeyse 24 saatini lokantasına ayırır. Küçük kızı, genç sevgilisi ikinci plandadır.

Çokuluslu bir Amerikan şirketinin lokantayı satın alma önerisini reddeder.

Alzheimer'li annesine hálá sırılsıklam aşık babası en büyük dert ortağıdır. Gecenin bir saatinde onunla ‘‘şampanya’’ patlatıp, ‘‘tiramisu’’ yer.

Babası, bakımevinde olan karısını her gün ziyaret etmekte, doğum günlerinde ona mutlaka çiçek götürmektedir.

Gerçek ile hayal arasında gidip gelen Norma'nın yüzündeki gülümseme her şeye bedeldir. Norma'yı mutlu etmek...

Yaşlı adamın tek saplantısı budur.

Evlenirken dini tören yapmadıkları için şimdi Norma ile kilisede evlenmeyi düşlemektedir.

Norma'ya beyazlar giydirecek, onu koluna takacak ve papazın karşısında 44 yıllık beraberliklerini bir kez daha ölümsüzleştirecektir.

Kilise işi oğul Rafael'e biraz ters gelmektedir. Derken araya giren bir kalp krizi Rafael'in dünyaya bakışını değiştirir. Lokanta satılır, kilisede sahte bir papazla nikah tazelenir, genç sevgili beklediği ilgiye kavuşur.

Juan Jose Campanella'nın filmi bize hem uzak, hem yakın Arjantinlilerin yaşamlarından bir kesit sadece. Krizin ağırlığına, onca sefalete, korkulara rağmen oralarda hayatın devam ettiğini pek güzel anlatıyor.

Sancılı seçim öncesi kendi kendime umut mu pompalıyorum ne?

İspanya, Franco dönemiyle hesaplaşıyor


DEVLETLERİN geçmişleriyle hesaplaşmaları galiba moda oldu.

Biliyorsunuz bir süre önce Fransa, Cezayir Savaşı'nda askerlerinin neler yaptıklarını daha yeni yeni konuşmaya başladı.

Şimdi de İspanya Franco dönemiyle hesaplaşıyor.

1936 yılında General Franco'nun başlattığı darbeyle tetiklenen üç yıllık iç savaşın 300 bin ila 800 bin kişinin ölümüne yol açtığı iddia ediliyor.

İç savaşın galibi Franco komünistlere kan kusturmuş. Aileleri dağıtmış, Babaları öldürtmüş, anneleri, çoluk çocuğuyla hapislere tıkmış, oralarda çürütmüş. Çocukların bazılarını da 3 yaşına gelince annelerinden ayırmış.

1940 yılında siyasi tutukluların sayısı 280 bin.

Mahpushanede, annelerinden kopartılarak yetimhanelere, dini kurumlara, dindar ve muhafazakar ailelere evlatlık verilen çocukların sayısı ise 120 bin.

Franko Yönetimi bunların ‘‘beyinlerinin yıkanması’’ için çok uğraşmış.

İspanya bunları yeni yeni konuşmaya başlıyor.
Yazarın Tüm Yazıları