Gila Benmayor

Eyvah Jospin geliyor

13 Ekim 2002
SIKLIKLA karşılaştığım iki soru var.<br><br>‘‘Türk müsünüz?’’ ‘‘Yurtdışından mı yazıyorsunuz?’’ Daima şaşkınlıkla karşıladığım sorulardan ilkine ‘‘evet’’, ikincisine ‘‘hayır’’demekten sıkıldım. Ama aynı sorular hep geliyor.

Birincisiyle ilgili anı ve düşüncelerimi belki günün birinde kitap haline getiririm.

İkincisine gelince.. Yani yurtdışından mı yazıyorum sorusuna.

Çeşitli vesilelerle iş gezilerine çıktığım ve bulunduğum şehirlerden yazdığım doğru.

Ancak uzun yıllar gazetenin dış haberler bölümünde çalışınca, en çok beslendiğim kaynakların yabancı gazeteler, dergiler ve hatta haber ajanslarının olduğu da bir gerçek.

Bir şey daha var.

Bu alanın adı ‘‘Dünya Neleri Konuşuyor.’’

Bu yüzden, arada bir olsa da dünyada neler olup bittiğini aktarmak gibi bir sorumluluğumun olduğu düşüncesindeyim.

Şimdi gelelim esas konuya, yani Fransa'nın gündemini birkaç haftadan beri meşgul eden meseleye...

Geçtiğimiz nisan ayı, başkanlık seçimlerinde büyük bir hezimete uğrayıp politikayı bıraktığını açıklayan eski başbakan Lionel Jospin'in felsefeci karısı Sylviane Agacinski bir kitap yazdı, ortalık karıştı.

Agacinski esasında seçim gezisi sırasında aldığı notları kitaplaştırmış.

Kitabın adı ‘‘Bitmemiş Anı Defteri.’’

Ailevi ilişkiler, yenilginin burukluğu ve suçlamalar var kitapta.

Agacinski, Jospin'in Sosyalist Parti'deki çalışma arkadaşlarını, seçim kampanyasını yürütenleri, basını, gençleri, seçmeni suçluyor.

Yenilgiden sorumlu tutuyor.

Kocası dışında herkesi suçladığı için kitap Fransa'da müthiş eleştiri almış.

Eleştirilerden bazıları Ecevit'lere yöneltilen eleştirileri andırıyor.

Mesela, karı kocanın kendi içlerine kapanık yaşadıkları, dışarda olup bitenleri kaçırdıkları iddia ediliyor.

Kuşlarla, çiçeklerle ilgilendikleri ama Sosyalist Parti yandaşlarını pek da tanımadıkları söyleniyor.

Altıncı kitabını yazmış olan Sylviane Agacinski basını ve aydınları o kadar bölmüş durumda ki kitabın piyasa çıkmasının üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen hakkındaki yorumların, yazıların sonu gelmiyor.

Bunlardan bir tanesine göre, kitap, sosyalistleri öksüz bırakan Jospin'in yeniden siyasete döneceğinin bir işareti.

Yazının başlığı ‘‘İmdat, Jospin geliyor.’’

Bu Jospin'e karşı neler hissedildiğini iyi anlatıyor sanırım.

Fransızlar sadece Jospin yüzünden bu kadar paniklemiş.

Peki biz ne diyelim?

‘‘Eyvah AKP geliyor!’’

‘‘İmdat Cem Uzan geliyor!’’

‘‘İmdat Tansu Çiller geliyor!’’

Ajan Putin'in karısına yaptıkları


RUSYA Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni biyografisi piyasada.

‘‘Vladimir Putin İktidar Yolunda’’ kitabının yazarı Oleg Blotski ile büyük bir ‘‘açık yüreklilikle’’ konuşan Putin, KGB ajanı olmaktan asla utanç duymadığını söylemiş.

‘‘Kötü bir şey yapmadığıma içtenlikle inanıyorum. Bu ülkenin çıkarları için deli gibi mücadele ettim’’ demiş.

Evlenmeden önce KGB ajanı olduğunu gizlediği karısı Ludmilla'nın da bir anısı var kitapta.

Flört ettikleri dönemde, bir gece Putin, Ludmilla'dan kendisini belirli bir saatte aramasını rica ediyor.

Ludmilla evinden karanlıkta çıkıyor, telefon kulübesine gidiyor.

Karşı tarafta Putin yok.

Genç kadın birkaç kez evinden çıkıp telefonu çevirmek zorunda kalıyor.

Her seferinde de genç bir adam yanına yaklaşıp, bazı ‘‘ahlaksız’’ tekliflerde bulunuyor.

Her seferinde Ludmilla delikanlıyı tersliyor.

Putin'in KGB'de çalıştığını öğrendikten sonra Ludmilla'nın aklına hemen o gece gelmiş ve o delikanlının ‘‘kendisini denemek isteyen’’ flörtü tarafından gönderildiğini anlamış.

İstanbul'da Dünya Yönetici Kadınlar Forumu


MARMARA Grubu Vakfı, İstanbul'da 17-19 Ekim tarihleri arasında ‘‘Dünya Yönetici Kadınlar Forumu'nun üçüncüsünü yapıyor.

Forumun 17 Ekim gecesi açılış konuşmasını Adalet Bakanı Aysel Çelikel yapacak.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda yapılacak foruma 14 ülkeden 25 kadın milletvekili katılacak. Forumla ilgili daha fazla bilgi isteyenler Marmara Grubu Vakfı'nın 0212 213 05 56 telefonuna başvurabilirler.
Yazının Devamını Oku

Cadbury: Kent Gıda'yla mutluyuz tek korkum Bağdat Caddesi

11 Ekim 2002
<B>MATTHEW Cadbury</B>, 178 yıllık ünlü<B> </B>İngiliz çikolata markası<B> Cadbury</B>'yi yaratan ailenin beşinci kuşak temsilcisi. Bir süredir İstanbul'da yaşıyor.

Cadbury, geçtiğimiz bahar aylarında, Tahincioğlu Holding'e ait Kent Gıda'nın yüzde 51'ini alınca Afrika, Hindistan ve Ortadoğu sorumlusu Matthew Cadbury, Türk şirketinin ‘‘uyumunu sağlamak’’ için buraya taşınmış.

Her gün Kent Gıda'nın Gebze'deki fabrikasına gidip geliyor.

Matthew Cadbury'den şirketin hikayesini dinliyorum.

Dedelerinden John Cadbury 1824 yılında İngiltere’ninBirmingham şehrinde çay ve kahve satmaya başlamış.

Ardından kahve ve kakao ticaretine başlamış.

Derken, çikolata imal etmeye başlamış ve bildiğimiz ünlü Cadbury markası doğmuş.

178 yıllık Cadbury, 1969 yılında 220 yıllık mazisi olan diğer ünlü bir İngiliz markası Schweppes ile birleşmiş.

Bu evlilik son derece başarılı olmakla kalmamış, dünyanın dört bir yanında şekerleme ve meşrubat şirketlerini alarak giderek güçlenmiş.

Bugün yüzde yüz halka açık olan şirketin web sayfasında, Londra ve New York borsasındaki hisselerin değerleri 20 dakikada bir yenileniyor.

Cadbury Schweppes'in en son geçen yıl satın aldığı markalar arasında Fransızların ünlü Orangina'sı da var.

Orangina yaklaşık 500 bin dolara satın alınmış.

Amerikan Dr. Pepper, 2 milyar dolarla şirketin en büyük yatırımlarından biri.

Fransa, İspanya, Güney Afrika, Kenya, Gana, Nijerya, Mısır, Zimbabve, Hindistan Pakistan, Dubai Cadbury Schweppes'in yatırım yaptığı ülkelerden sadece bazıları.

Pakistan ve Zimbabwe Matthew Cadbury’ye göre, iş yapılacak en zorlu ülkeler.

Şirketin dünyada toplam 40 bin çalışanı var.

Cadbury Schweppes önümüzdeki yıllarda daha da büyümeyi hedefliyor.

Peki Türkiye'ye 100 milyon dolarlık yatırımın arkası gelecek mi?

‘‘Neden olmasın. Şekerleme ve meşrubat imal eden şirketlerle ileride ilgilenebiliriz. Türkiye büyük bir pazar, bir fırsatlar ülkesi.’’

Cadbury Schweppes
'in , Kent Gıda'yı Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu'ya ihracat için merkez haline getirmeyi planladığını söylüyor.

Seçimlerle ilgili kaygıları var mı?

Cadbury çoğu İngiliz gibi pragmatik.

‘‘Politika, politikadır. İş iştir’’ diyor.

Yine çoğu İngiliz gibi politik.

Zira ‘‘Türkiye'de çalışmanın güçlükleri nedir’’ sorusuna verdiği cevap şöyle: ‘‘Hiçbir güçlükle karşılaşmadık. Her şey planladığımız gibi tıkır tıkır yolunda gidiyor. Ortaklarımız son derece profesyonel.’’

Ardından esprisini patlatıyor: ‘‘Benim için en büyük güçlük Bağdat Caddesi'nde karşıdan karşıya geçmek.’’

Birleşik Avrupa Devletleri mi yoksa Birleşik Avrupa mı?

AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu'nda Türkiye'ye tarih konusunda net bir ifadenin yer almamış olmasını tartışaduralım, Avrupa da gelecekteki yapısını konuşuyor.

Avrupa'nın geleceği 105 üyeli konvansiyona teslim.

Konvansiyonun başkanı oldukça tanıdık bir isim: Fransa'nın eski cumhurbaşkanı 76 yaşındaki Valery Giscard D'Estaing.

Financial Times'a verdiği demeçte, Avrupa Birliği'nin adının ‘‘Birleşik Avrupa’’ olarak değiştirilmesini öneriyor.

Bazıları tarafından önerilen ‘‘Birleşik Avrupa Devletleri’’ adına şiddetle karşı çıkıyor.

‘‘Böyle bir isim gereğinden fazla federal bir yapıyı çağrıştırabilir’’ diyor. Son günlerde bir kez daha hayatımızı karartan Avrupa Komisyonu'nun rolü gelecekte ne olacak?

Komisyonun kendisine sorarsanız, gönlünde yatan aslan ekonomi ve dış politikada daha fazla söz sahibi olmak.

D'Estaing üstü kapalı ‘‘Komisyon adalet ve iç işlerde daha fazla yetkiye kavuşabilir ama daha fazlasını istemesin’’ diyor. Ona kalırsa, ekonomi ve dış politikayla ilgili kararlar Avrupa hükümetlerinin işbirliğiyle alınmalı.

Giscard d'Estaing'in işi zor.

Zira konvansiyondaki üyelerin çoğu Avrupa'nın, Komisyona daha fazla yetki vermek suretiyle daha fazla entegre olması görüşünde.

Konvansiyonun hazırladığı rapor önümüzdeki yaz aylarında yayınlanacak.

Daha sonra Avrupa başkentlerinde görüşülecek, son halini alacak ve ‘‘Avrupa Anayasası’’ olarak kabul edilecek.

D'Estaing'in iddiasına göre, bu yeni Avrupa modeli 50 yıl sürebilecek.

O zamana kadar hiç kuşkunuz olmasın BA ya da BAD üyesi oluruz.

Kadına siyasette el kitabı

KADIN Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği Ka-Der, partilerin aday listelerinde kadınları en son sıralara koymaları üzerine ‘‘kadınlardan oy yok’’ diye seçimleri protesto kararı almıştı.

Şimdi ‘‘Kadın Siyasetçinin El Kitabı’’nı göndermiş.

Ka-Der Başkanı Ayşe Bilge Dicleli, gönderdiği kısa notta ‘‘Kadınların siyasetten dışlanmasının bir veya iki seçim döneminde değiştirilemeyeceğini biliyoruz. Bu nedenle daha bugünden gelecek seçime hazırlanmaya başladık’’ diyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye Brezilya seçimlerinden etkilenebilir mi?

8 Ekim 2002
<B>BREZİLYA</B>'daki başkanlık seçimlerinin galibi belli oldu: İşçi Partisi'nin başkan adayı<B> Luiz İnacio Lula da Silva.</B> Yazılanlara, çizilenlere bakılırsa ilk kez 1989 yılında başkanlığa adaylığını koyan Lula ile bugünkü Lula arasında dağlar kadar fark var.

Lula ‘‘light’’ olmuş.

IMF ile köprüleri atmamak, özelleştirilen şirketlere el koymamak, Brezilya'nın dış borçlarına sadık kalmak gibi vaatlerde bulunmuş.

Oysa daha birkaç yıl önce aynı Lula, dış borçlarda bir moratoryumdan söz ediyordu.

Başta ABD olmak üzere, tüm Batı dünyasının Brezilya'daki seçimleri dikkatle izlemelerinin nedeni elbet ‘‘finansal kaygılar’’.

Dünyanın 11. en büyük ekonomisine 10 yıl zarfında, direkt yatırım olarak akıtılan para 150 milyar dolar. Brezilya'nın büyük bir pazar oluşu, ekonomik istikrarı, dev doğal kaynakları yabancı yatırımın en önemli adreslerinden biri olmasına yol açmıştı.

Lula'dan sonra Brezilya yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi olmaya devam edecek mi?

Birinci soru bu.

Brezilya'nın 200 milyar dolarlık dış borcu akılları kurcalayan diğer bir soru.

Gerçi Lula, dış borçlara sadık kalacağını söyledi

Ayrıca, içte ve dışta finans piyasalarını yatıştırmak için, ülkenin önde gelen sanayicilerinden, sağdaki Liberal Parti'nin senatörü Jose Alencar'ı başkan yardımcılığına getirme sözü de verdi.

Ama yine etrafı pek yatıştıramadı.

Merkez Bankası Başkanı Arminio Fraga'yı görevinde bırakmamaya kararlı oluşu meselá piyasaları kaygılandırıyor.

Çünkü Fraga, finans çevrelerinin yakından tanıdığı, güvendiği bir isim.

Bu kadar uzun bir girizgáhtan sonra gelelim esas soruya?

‘‘Türkiye, Brezilya seçimlerinden nasıl etkilenebilir?’’

AB-Türkiye İşbirliği Derneği TURKAB'ın, Danimarka Elçisi Christian Hoppe'u ağırladığı öğle yemeğinde eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile aynı masaya düştüm ve yukarıdaki soruyu kendisine yönelttim.

Burada bir parantez açıyorum.

Gazi Erçel, Latin Amerika ülkelerinin ekonomisini çok iyi bilen ve takip eden biri. Başkanlığı sırasında, Brezilya, Meksika merkez bankalarının başkanlarıyla sıkı işbirliği yaptıklarını anlatıyor.

Piyasaların çalkantılı dönemlerinde, ‘‘yükselen pazarlar’’ olarak finans çevrelerine dertlerini anlatmak için birlikte hareket ettiklerini söylüyor.

Her neyse yeniden Brezilya'ya dönersek, Washington'daki IMF toplantısından yeni dönen Gazi Erçel'e göre, Brezilya'nın yeni bir şok dalgasına yol açabileceği görüşü hakim.

‘‘Meğer Asya ülkeleri şokun şiddetini azaltmak için rezevlerini artırmış. Çin'in 200 milyar dolar rezervi, Kore'nin 80 ila 100 milyar dolarlık rezervi var.’’

Peki ya Türkiye?

‘‘Büyük bir dalganın Latin Amerika ülkelerini etkisi alması durumunda, Türkiye'nin yapacağı tek şey kendisini onlardan ayrı bir yere koymak. Piyasalarda, finans çevrelerinde kendi avantajlarını, imkanlarını öne çıkartarak kendisini sağlama alacak’’ diyor Erçel.

Son IMF toplantısıyla ilgili izlenimlerini de soruyorum Erçel'e.

‘‘Toplantılarda enflasyonun düştüğü, büyümenin yüzde 6,5 ile 8 arasında olduğu konuşuldu. Kimi gördüysek ‘hadi iyisiniz' sözlerini duyduk. Borç sorununu ve politik belirsizliği saymazsanız Türkiye'nin hali o kadar da feci değil’’ diyor.

Gazi Erçel şimdilerde pek moda olan yeni bir kavramdan söz ediyor.

‘‘Kendi kendisini besleyen karamsarlık.’’

Türkiye biraz da bu durumda galiba.

Avrupa, reformları görmezden gelemez


TURKAB’ın, AB dönem başkanı Danimarka'nın Ankara Büyükelçisi Christian Hoppe'u ağırladığı öğle yemeğinden söz etmiştim.

Tam da yarın açıklanması beklenen ‘‘İlerleme Raporu’’ öncesi Hoppe'tan ilginç sözler işitmeyi umut ediyordum.

Ne yazık ki, elçi Hoppe, raporla ilgili fazla bir şey söylemedi.

Biliyorsunuz, ‘‘İlerleme Raporu’’nun Türkiye için olumlu sinyaller içereceği ancak 13 Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nde görüşmelere başlamak için bir tarih vermeyeceği söyleniyor.

Elçi Hoppe'tan, Türkiye ile AB'nin ‘‘hızla birbirlerine yaklaştıklarını ve Avrupa'nın asla reformları görmezden gelemeyeceğini’’ duyduk.

Oğluma Avrupa Mektupları


İLERLEME raporu nedeniyle AB ilişkilerinin yeniden hararetle tartışıldığı günlerde gazeteci-yazar, CHP milletvekili adayı Zeynep Göğüş'ün kitabı ‘‘Oğluma Avrupa Mektupları’’ piyasaya çıktı.

Yıllardan beri Türkiye-AB ilişkilerini yakından izleyen Zeynep Göğüş çok hoş yöntem izlemiş kitabında.

Çocuğuna yazdığı 20 mektuptan her biri, AB'nin tarımdan euroya izlediği politikaları bir kadın duyarlılığıyla anlatıyor.

AB-Türkiye ilişkileri çok önemli.

Ama sanırım Zeynep Göğüş'ün anne olarak daha büyük bir kaygısı var. Bu esasında hepimizin ortak kaygısı: Çocuğunun daha iyi, daha adil bir dünyada yaşaması.
Yazının Devamını Oku

Kimmiş bu Amerikalı Taliban

6 Ekim 2002
<B>JOHN Walker Lindh </B>adını hatırlıyorsunuzdur mutlaka.<br> ABD'nin Afganistan'a bombalamasından birkaç ay sonra ele geçirilen Lindh ‘‘Amerikalı Taliban’’diye lanse edilmişti.

Amerikalılar kendi aralarından bir Taliban çıkmasını pek kavramış değiller. Zira görebildiğim kadarıyla Lindh Amerikan basınının hala en popüler konularından biri olmaya devam ediyor.

Time Dergisi son sayısı Amerikalı Taliban’ın bilinmeyen yaşamıyla ilgili bir yazı çarptı gözüme.

Anne babası hippi kuşağından.

Adı John Lennon'dan geliyor.

Başka ilginç detaylar da var yazıda.

Meselá annesinin bir arkadaşı şöyle diyor: ‘‘Çocukları sebze yesin diye Marilyn spagetti sosuna patlıcan karıştırırdı.’’

Öyle anlaşılıyor ki karşımızdaki anne, sevecen, çocuklarının sağlığıyla yakından ilgilenen bir anne.

Başka bir şehre taşınırlarken John'un arkadaşlarının ellerine, üzerlerine pul yapıştırılmış zarflar vermiş. Oğluna mektup göndersinler diye.

John'un öğrenciliği oldukça parlak.

İslam ile 14-15 yaşlarında internet vasıtasıyla tanışıyor.

16'sında Müslüman oluyor.

Fazla dindar olmamakla birlikte mistisizme meraklı anne-baba, oğullarının ‘‘yüreğinin sesine’’ kulak vererek Müslüman olmasını, birşeye gönülden bağlanmasını memnuniyetle karşıyorlar. Hatta, yaşıtları uyuşturucu kullanırken John'un dine merak sarmasından mutlu oluyorlar.

Anne bizzat anne cuma günleri oğlunu camiye götürüyor.

KARARA SAYGI

Bir süre sonra John, İslam dinini daha iyi öğrenmek için Yemen'e gitmek istediğini söylüyor.

Anne Marilyn bugün ‘‘Onun evde kalmasını isterdim ama gitmesini önleyemezdim. Kararına saygı göstermek zorundaydım’’ diyor.

John Lindh iki yıl sonra geri döndüğünde artık San Fransisco sokaklarında Arap giysileriyle dolaşmaya başlar.

Yemen dönüşü ailesinde de bazı değişiklikler olmuştur.

Baba Frank, eşcinsel olduğunu söyleyip evi terketmiş, arkasından annesinden boşanmıştır.

John ABD'de sadece dokuz ay kalır.

Yeniden Yemen'e döner. Oradan da Amerika'da tanıştığı Pakistanlı işadamı Khizar Hayat'ın yanına gider.

Şimdi ortaya atılan iddialara bakılırsa, Hayat ile Lindh arasında eşcinsel bir ilişki yaşanmış.

Bir küçük detay daha.

Pakistan'da iken, John Walker Lindh, haftada bir kez mutlaka annesine, bir internet cafe'den bir e-posta gönderiyor.

Hatta George Bush seçildiğinde ondan ‘‘sizin yeni başkanınız’’ diye söz ediyor.

‘‘Benim başkanım olmadığından çok mutluyum.’’

Lindh
bir süre sonra Afganistan'a geçiyor.

Sonrası malum.

John Walker Lindh'in hikáyesine neden ilgi duyduğuma gelince...

11 Eylül sonrası daha fazla mercek altına aldığımız Amerikan toplumunun bir kesitini çok iyi yansıtıyor.

NEDEN TALİBAN OLDU

Çocuklarına saygılı, liberal bir aile ortamında yetişen John Walker Lindh'in Taliban'a dönüşmesine yol açan etkenler ne olabilir?

Ne ilginç ki, okuduğum yazıda bu soruya cevap olabilecek hiçbir ipucuna rastlamadım.

Bu beni çok şaşırttı.

ABD gezisinde, 11 Eylül sonrası izlenen politikayla ilgili bize brifing veren Amerikalı yetkililerin, dünyaya yeni bir düzen getirmenin en doğal haklarıymış gibi konuşmalarına şaştığım gibi.

Osman Ulagay, yeni çıkan ‘‘Hedefteki Amerika-11 Eylül Şoku’’ kitabında (Timaş Yayınları) Amerikalıların bu tavırlarına çok güzel yorumlar getirmiş.

Dünyanın jandarmalığına soyunan ve bunun gerekli olduğuna inanmış görünen Amerika'da kaç kişinin ‘‘bu bizden isteniyor mu acaba?’’sorusunu aklına getirip getirmediğini merak ediyorum.

New York Times Gazetesinin ünlü köşe yazarı Thomas Friedman'ın son kitabı ‘‘Longitudes&Attitudes’’gazeteci ile 11 Eylül sonrası İslamabat'ta rastladığı Lübnanlı bir kadın meslekdaşı arasında ilginç bir konuşma geçiyor.

Lübnanlı gazeteci, Friedman'a ‘‘Dünyanın Amerika'dan ne kadar nefret ettiğini biliyor musunuz?’’ diye sormuş.

Friedman'ın cevabı şöyle:‘‘Sizin demokrasi, şeffaflık, ekonomik gelişme ve kadınlara davranış biçiminizden ne kadar nefret ettiğimizi biliyor musunuz...’’

Lübnanlı gazetecinin sorusu üzerine onunla tartışmak yerine karşı saldırıya geçen Friedman'ın bu cevabı oldukça anlamlı.

Amerika için geçerli olan sadece bu değerler ve ötesi yok.
Yazının Devamını Oku

Mersin 2012'ye hazırlanıyor

4 Ekim 2002
<B>MERSİN</B>'e bu üçüncü gidişim. İlki, bundan hemen hemen bir yıl önce Mersin Ticaret ve Sanayi Odası'nın ‘‘Kalkınma Ajansı’’ projesinin tanıtımı içindi. İkinci ziyaretimin nedeni MTSO'nun düzenlediği ‘‘Yaş Meyve ve Sebze Sempozyumu’’idi.

Hafta başında Mersin I.Uluslararası Müzik Festivali'nin açılışı için yine bu şehirdeydim.

Ziyaret nedeni esasında müzik festivali ama ‘‘bir taşla iki kuş’’ diyerek önce MTSO'ya uğradım.

Merak ettiğim birşey var: Bir yıl sonra ‘‘Mersin Kalkınma Ajansı’’ ne durumda?

Mersin'in ekonomik gelişmesine katkı için Avrupa'daki modellerinden örnek alarak start verdiği ‘‘Kalkınma Ajansı’’ ne kadar yol almış?

MTSO'daki bir saatlik brifing sonucunda ortaya çıkan tablo şöyle:

Kalkınma Ajansı'nın alt yapısı tamam.

MTSO binasında oluşturulan ofiste 7 kişi çalışıyor.

Ağırlık verilecek alanlar tespit edilmiş: Serbest Bölge ve Liman, Dış Ticaret, Tarım-Seracılık, Turizm ve Sosyal Uyum.

Bu alanlardaki eksikliklere göre çeşitli projeler hazırlanıyor.

Bir örnek veriyorum:

1930'lu yıllardan 1970'li yıllara kadar Türkiye'nin sanayi merkezleri arasında sayılan Mersin, 1980'li yıllarda aldığı büyük göç nedeniyle, çarpık kentleşme, işsizlik ve gelir dağılımı bozukluğu gibi sorunlarla karşı karşıya kalmış.

Arkasından da zaten Körfez krizi vurmuş.

Hesaplara göre bugün il merkezinde yaşayanların neredeyse yüzde 60'ı göçle gelenler. Bu nüfusun ‘‘yaşam kalitesi’’nin yükseltilmesi ve sosyal uyum sağlaması Mersin Kalkınma Ajansı'nın üstlendiği projeler arasında.

Peki hazırlanan projelere maddi destek nasıl sağlanacak?

İşte bu noktada çok yerinde bir iş yapılmış.

Mersin Kalkınma Ajansı, Avrupa Birliği fonlarından yararlanmak için bu konuda uzman Gilles Heitz ile anlaşmış.

Heitz, Mersin ile Brüksel arasında gidip geliyor.

Nasıl proje hazırlanacağı, AB'nin hangi fonundan nasıl yararlanacağı konularında yol gösteriyor.

Ayrıca Dünya Bankası fonları için de destek veriyor.

Gerçekleşen projelere gelince...

Çiftçilere destek için ‘‘Alo Tarım’’ hattı kurulmuş.

Mersin Üniversitesi'nin işbirliğiyle KOBİ'lerin envanteri çıkartılmış.

775 firmayla anketler düzenlenmiş.

Bunlardan çoğunun, Güney Asya'nın rekabetinden zarar gördükleri, Irak pazarının açılmasını umut ettikleri ortaya çıkmış.

Ajans, bir de yurtdışı ve yurtiçi lobi faaliyetleri için ‘‘Mersin 2012’’ kitapçığını bastırmış.

10 yıllık bir süre için Mersin'de neler planlandığı var kitapçıkta.

Geçen yıl ilk kez Mersin'e gittikten sonra bu ajansla ilgili şöyle bir başlık atmışım: ‘‘Mersin başarırsa, Türkiye'nin kaderi değişir..’’

Sanıyorum Mersin başarmak üzere.

Darısı diğer şehirlerimizin başına.

Sesini dünyaya duyurmak


‘‘Dünyanın sesi Mersin'de duyulacak, Mersin'in sesini dünya duyacak. Mersin'in karakterinde dünyalı olmak, evrensel olmak vardır.’’

Bu sözler, Mersin 1. Uluslararası Müzik Festivali'nin açılış konuşmalarından birini yapan Hanri Atat'a ait.

Mersin Kültür Merkezi Derneği Başkanı Atat, festivalin sponsorları arasında.

Diğer sponsorlar arasında Ereğli Demir Çelik Fabrikaları, Opet, Şişecam Soda Sanayi, Çimsa gibi kuruluşlar var.

Kültür Bakanlığı, valilik, belediyeler, MTSO hepsi elbirliği yapmış, tüm şehir sahiplenmiş ve neticede Mersin yıllardan beri özlemini duyduğu uluslararası festivale kavuşmuş.

Festival açılışını, Mersin doğumlu Nevit Kodallı'nın 2 perdelik bale eseri ‘‘Hürrem Sultan’’ ile yapıyor.

Orkestra şefi bestecinin oğlu Murat Kodallı.

1-13 Ekim tarihleri arasında devam edecek festivalde, Fazıl Say, Don Kazakları Korosu, Bilkent Senfoni Orkestrası, Tiflis Jazz Orkestrası, İlhan Erşahin ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası müzikseverlerle buluşacak.

Mersin Devlet Opera ve Balesi'nin 10. yıldönümünde gerçekleştirilen festival, eski, güzel günlere özlem duyan Mersinliler için müthiş bir umut kaynağı olmuş.

Açılış gecesi bunu gözlerinden okumak mümkün.

Atat'ın dediği gibi Mersin'in ‘‘sesini dünyaya duyurmayı’’ hepsi gönülden arzu ediyor.

‘‘Önümüzdeki yıllarda daha da iyi olacak, komşu ülkelerden festival için gelecekler’’ diyorlar.

Düşünün...

Halep'ten, Beyrut'tan sırf festival için gelmişler.

Neden olmasın?

Rüya gerçekleşebilir.

Festival kapsamında biri Altamira Sanat Galeresi'nde, diğeri İçel Sanat Kulübü'nde olmak üzere iki tane de kapsamlı resim sergisi açılmış.

Kısaca Mersin'in yüreği iki hafta sanatla çarpacak.
Yazının Devamını Oku

AB kamuoyu olası AKP iktidarına ne diyor

1 Ekim 2002
<B>JEAN-Pierre Chevenement </B>Fransız siyasi hayatının en renkli simalarından biri. Politik çıkışlarıyla olduğu kadar, iki yıl önce geçirdiği bir ameliyat sırasında kalbinin durması, iki ay komada kalıp, günün birinde <B>‘‘canlanmasıyla’’ </B>da ünlüdür. 1980'li yıllardan bu yana sosyalistlerin iktidarı sırasında, çeşitli dönemlerde bakanlıklar yapan Chevenement, aynı zamanda ‘‘en çok istifa eden bakan’’ rekoruna sahip.

Körfez Savaşı sırasında Fransa Savunma Bakanı'ydı. Savaşa karşı olduğu için istifa etti. Jospin döneminde, 1997-2000 yılları arasında İçişleri Bakanlığı sırasında Korsika meselesi nedeniyle başbakanla anlaşmazlığa düşüp yine bakanlığı bıraktı. İstifalarıyla ilgili şöyle ünlü bir cümlesi vardır: ‘‘Bir bakan ya çenesini tutar, ya da istifa eder.’’

Chevenement
, Fransa'da geçen nisan ayında yapılan başkanlık seçimlerinde, Chirac ve Jospin'den sonra üçüncü isimdi. Halen ‘‘Yurttaşlar Hareketi’’nin başkanı olan Chevenement, ulusal çıkarları her şeyin önüne koyan sıkı bir sosyalist. Fransa'da ‘‘siyasetin yaramaz çocuğu’’ gözüyle bakılan Chevenement geçen hafta sonu İstanbul'daydı.

Marmara Vakfı'nın düzenlediği 5. Avrasya Zirvesi'nde, terörle ilgili bir panele katılmak için gelmişti. Ben kendisini ‘‘konuk konuşmacı’’ olarak katıldığı Türk Fransız Ticaret Derneği'nin öğle yemeğinde dinleme fırsatını buldum.

Chevenement, Türkiye'yi yakından tanıyan ve izleyen bir politikacı.

Aynen İspanya Başbakanı Aznar gibi, 32 yıl önce balayını İstanbul'da geçirmiş. Sık aralıklarla geldiği Türkiye'de sadece İstanbul'u değil, Giresun, Kars, Gaziantep gibi şehirleri de gezmiş.

Konuşmasına ‘‘Türkiye'de olup bitenleri dikkatle izliyorum. Zira, ülkeniz bölgede önemli bir model geliştiriyor’’ diye başlıyor.

Ardından Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerine değiniyor.

AB'nin Türkiye'ye siyasi ve ekonomik destek sağlaması gerektiğini söylüyor.

2002 yılından itibaren yürürlüğe giren AB'nin Meda-2 programının Türkiye'ye nasıl finansal destek sağlayabileceğini anlatıyor.

Fransızların yatırım için gelmeye can attıklarını ancak bölgede istikrarın gerekli olduğunu da ilave ediyor.

Sıra soru-cevap bölümüne gelince, elbet ilk sorulan soru olası bir Irak savaşıyla ilgili.

Chevenement, ‘‘Bağdat'a girmek kolay ama çıkmak zor. Irak kırılgan bir ülke. Savaş sonrası bir daha asla toparlanamayabilir. Türkiye de savaştan büyük zarar görür’’ diyor.

Chevenement'a ikinci soru, bir Fransız işadamından geliyor.

‘‘AKP iktidara gelirse, AB-Türkiye ilişkileri nasıl etkilenir?’’

Cevap şöyle: ‘‘Avrupa Türkiye'de Kemalist bir çoğunluğa daima daha iyi gözle bakar. Ancak ılımlı İslamcı diye tanımlayabileceğimiz Erbakan sırasında da Avrupa hükümetleri Türkiye ile ilişkilerini sürdürdü. AKP iktidara gelirse bu ilişkilerin sekteye uğrayacağını sanmıyorum. Ancak Avrupa kamuoyunun gözünde Türkiye'nin imajı büyük darbe alır.’’

Sorunun muhatabı Beth Jones Ankara'da


GEÇEN hafta Washington'da, ‘‘Olası bir Irak Savaşı'nda Türkiye'nin zararı nasıl karşılanacak’’ sorusunu yönelttiğim ABD Dışişleri Bakanı'nın Avrupa işlerinden sorumlu yardımcısı Beth Jones Ankara'da.

Jones, hatırlarsanız Türkiye'nin ekonomik zararının karşılanması konusunda henüz somut birşey olmadığını, buna kongrenin karar vereceğini söylemişti. Jones, dün başkentte, Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel ve diğer yetkililerle görüşmelerinde sıkça aynı soruya muhatap kalmıştır herhalde.

Irak zararımız 150 milyar dolar olabilir


TÜRK-Irak İş Konseyi, olası bir Irak Savaşı'nın Türkiye'ye neye mal olacağını hesaplatmış. Alternatif maliyetlerle birlikte (beklentiler de dikkate alınmış) Türkiye'nin kaybı 150 milyar dolara ulaşabilecek.

Türk-Irak İş Konseyi'nin, A ve A Araştırma ve Danışmanlık Şirketine hazırlattığı ‘‘Yaklaşan Savaş Tehlikesi: Türkiye'nin kayıpları ve olası riskler’’ raporunun ortaya koyduğu bir gerçek daha var: Körfez krizinin zararı şimdiye kadar telaffuz edilen 40 milyar dolar değil. 12 yılda 100 milyar dolar zarara uğramışız.

Türkiye yollarında bir virtüöz


ÖNCEKİ gün elime ulaşan davetiyenin üzerinde yukarıdaki cümle yazıyor.

Türkiye'nin yollarına düşecek olan virtüöz Fazıl Say.

Bu gece Fazıl Say'ın evinde yapılacak basın toplantısında, Doğuş Otomotiv'in sponsorluğunu yapacağı proje anlatılacak.

Say'ın evindeki toplantıya, Mersin 1.Uluslararası Müzik Festivali'nin açılışı nedeniyle katılamayacağım. Bu yüzden küçük bir mızıkçılık yaparak, projeyle ilgili önceden aldığım bilgileri sizinle paylaşıyorum.

Fazıl Say, 10 Ekim'den itibaren Türkiye'nin 12 şehrinde müzikseverlerle buluşacak.

Buluşmanın hoş bir tarafı da, konser öncesi, dinleyicilerle müzik sohbetleri yapılacak olması.

Bilet satışından elde edilen gelir ise Ayhan Şahenk Vakfı'na bağışlanacak ve okullarda sağlık taraması için kullanılacak.

‘‘Türkiye yollarında bir virtüöz’’ projesi sürekliliği olan bir proje olarak planlanıyor.

Bu yıl Fazıl Say, önümüzdeki yıl başka bir sanatçı Türkiye yollarına düşecek.
Yazının Devamını Oku

Mahi mahi balığının ülkesinde Dali müzesi

29 Eylül 2002
<B>FLORİDA</B>'dan ne beklersiniz?<br><br>Kum, deniz, güneş ve mahi mahi balığı mı sadece? Tampa'nın tam karşısına düşen St. Petersburg'da, ünlü ressam Salvador Dali'nin en önemli yapıtlarını bir araya getiren bir müze olduğunu söylesem bayağı şaşırırsınız değil mi?

Şu meşhur İsodore kasırgasının Meksika Körfezi kıyılarına yaklaştığı gün Washington'dan Tampa'ya vardık.

Gezisinin amacı, hafta başında, Tampa'daki Amerikan Merkezi Komutanlığı’nı ziyaret etmek.

İyi, güzel de hafta sonu nasıl geçecek?

Tampa sokaklarında in, cin top atıyor.

Yürüme mesafesinde, cafe, müze hiç bir şey yok.

Tek çare St.Petersburg'daki Dali Müzesini ziyaret.

Neyse ki, gruptaki gazeteci arkadaşlar arasında birkaç tanesi sanatsever çıktı da bir araba kiralandı ve müzeye gidildi.

Florida'da 1982 yılında açılan müzenin hikayesi ilginç.

Ohio'lu genç bir çiftin Reynolds ve Eleanor Morses'ın 1940 yılında New York'ta Modern Sanat Müzesi'nde bir Dali sergisini gezmeleriyle başlıyor.

Dali ve karısı-ilham perisi Gala, o yıllarda savaşın patlak verdiği Avrupa'dan kaçmış, New York'a yerleşmiştir.

Genç Morses çifti Dali'nin fantastik resimlerine anında tutulur.

Tam 40 yıl boyunca Dali resimleri biriktirir. Koleksiyonları o kadar büyür ki, Morses'ler bir müze arayışına girer.

Florida eyaletinin kendilerine müthiş olanaklar sunması üzerine St. Petersburg'da kurulan Salvador Dali Müzesine kıymetli koleksiyonlarını teslim ederler.

Deniz kıyısındaki Dali Müzesi'nde, ressamın 95 yağlıboya tablosuyla, 100 üzerinde karakalem, suluboya eseri, binden fazla grafiği, yontuları var. Müzeyi ziyaret eden her on kişinin altısı yabancı.

Bizim müzeyi ziyaret ettiğimiz gün, ayrıca Dali'nin 1930'larda yaptığı sürrealist objeler de sergileniyordu. ‘‘İstakozlu Telefon’’, ‘‘Afrodiziyak gece kıyafeti’’ 'Çekmeceli Venüs''ü de görmek mümkün oldu böylece.

Dali'nin beni çok mutlu eden bir ressam olduğunu söyleyemem.

Ama sanatı için beyninin ve ruhunun sınırlarını sonuna kadar zorlayan, ilginç biri olduğu kesin.

Zırvalıklarının, aşırılıklarının nedenlerinden biri de, kendisi doğmadan dokuz ay önce ölen erkek ağabeyiymiş.

Annesinin, ağabeyinin ölümünden sonra avunmak için kendisini doğurduğu fikri Dali'de büyük bir saplantı. İddiaya göre, tuhaf davranışlarını ağabeyinden farklı biri olduğunu kanıtlamak için geliştirmiş.

Ruhunun derinliklerinde esen fırtınalar, gördüğü garip rüyalar, anne, baba takıntıları ünlü ressamı Freud ile tanışmaya kadar götürmüş.

Dali ile Freud'ü birbirine tanıştıran kişi ise yazar Stefan Zweig.

Ressamın esinlendiği, dostluk geliştirdiği, işbirliği yaptığı sanatçılar o kadar çok ki.. Liste İspanyol yazar Frederico Garcia Lorca, yüzünü gözünü boyayan rockçı Alice Cooper'a kadar uzanıyor.

Kendisine deli gözüyle bakanlara şöyle demiş Dali ‘‘Bir deliyle benim aramdaki tek fark benim deli olmadığımdır.’’

Arkeoloji Müzesi'nin heykelleri Tuileries Bahçeleri'nde


MİMAR ve fotograf sanatçısı Ahmet Ertuğ'un kitaplarından iki tanesine Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın kütüphanesinde rastladım. Dışişleri Bakanı'nın Avrupa'dan sorumlu yardımcısı Beth Jones'u beklerken kütüphanedeki kitapları karıştıran Fransız gazeteci arkadaşım ‘‘Bak, Topkapı ile ilgili bir kitap’’ dedi. Topkapı ve raftaki Sultan Giysileri adındaki diğer bir kitap Ahmet Ertuğ'un imzasını taşıyordu. Türkiye'den önemli ziyaretçiler Dışişleri Bakanı'na bu kitapları armağan etmiş olsalar gerek.

Bildiğim kadarıyla Ahmet Ertuğ, son olarak Kariye Cami ile Ayasofya'nın kitaplarını yaptı.

Bugünlerde ise İstanbul Arkeoloji Müzesi'nden derlediği fotoğraf ile mermer heykel replikaları ise bugünlerde Paris'te, Tuileries Bahçeleri'nde sergileniyor. Aynı sergi, 2003 yılının, haziran ayında, Londra'da Kensington Sarayı'nda gezilebilecek.
Yazının Devamını Oku

Koalisyon Köyü'ndeki Türk subaylar

27 Eylül 2002
<B>11 Eylül</B> sonrası teröre karşı oluşturulan koalisyon Afganistan'da neler yapıyor?<br> ABD ziyaretinin son durağında, Florida'da, Tampa'daki Amerikan Merkez Komutanlığı'na uğradık.

Komutanlık McGill Hava üssünde.

Verilen brifingde, komutanlığın sorumluluk alanının Avrupa, Asya ve Afrika'dan 25 ülkeyi kapsadığını öğreniyoruz.

Amacı, bu bölgelerdeki enerji ve deniz yollarında Amerikan çıkarının korunması.

Komutanlık direkt Pentagon'a bağlı.

Gösterilen slaytlarda, Ortadoğu'nun, tüm dünya petrol üretiminin yüzde 32'sini sağladığı, doğal gazın yüzde 35'inin de Orta Asya'dan temin edildiği özellikle vurgulanıyor.

‘‘Global ekonominin sağlığı için bu kaynaklara ulaşmak şart’’ deniyor.

Brifingde üzerinde durulan diğer bir konu Afganistan.

Bu arada küçük bir parantez, ABD'nin burada 10 yıl kalmayı planladığı konuşuluyor.

Afganistan ile ilgili olarak Amerikalı hava subayı Kevin Sayer'in şu sözleri dikkat çekici: ‘‘Afganistan'da Rusların düştükleri hataya düşmek istemiyoruz. Rusya 10 yıl boyunca, 620 bin askeriyle batağa saplandı. İşte bu yüzden güçlü bir koalisyon oluşturduk.’’

Usame Bin Ladin
'in peşine düşülmesinin yanısıra Afganistan'da bugün kadar yapılan işler arasında Kabil Havalanı'nın açılması, polisin eğitilmesi, Afganistan Ulusal Ordusu'nun kurulması, sağlık birimlerinin oluşturulması, alt yapı hizmetleri gibi işler de var.

Afganistan'daki tüm faaliyetler, operasyonlar McGill Üssünde, geçtiğimiz kasım ayında oluşturulan ‘‘Koalisyon Köyü’’nden idare ediliyor.

Askeri barakalardan oluşan köyde 40 ülke temsil ediliyor.

Brifingden sonra, Türk İrtibat Tim Komutanlığı'nın barakasını ziyaret ediyorum.

Türk İrtibat Tim Komutanlığı, Tuğgeneral Sinan Ertung, hava pilotu Kurmay Yarbay Dursun Dönmez, Kara Piyade Binbaşı Mustafa Ardoğan, Topçu Binbaşı Ünal Sökükçü'den oluşuyor.

Tuğgeneral Sinan Ertung, yaklaşık 2 aydan beri burada. 2,5 ay daha Tampa'daki bu üste kalacak.

Ertung, Afganistan'da İSAF (Uluslararası Güvenlik Destek Gücü)’nün komutanlığını yürüten Türk birliğinin faaliyetlerini her gün rapor olarak sunuyor. Ayrıca McGill üssündeki gelişmeleri Genel Kurmay'a iletiyor.

Tuğgeneral Sinan Ertung, ziyaret ettiğim bu askeri barakada 30 Ağustos günü büyük bir parti verdiklerini ve ‘‘Koalisyon Köyü’’ndeki tüm üst düzey askeri yetkililerin partiye katıldıklarını söylüyor.

Afganistan'ın geleceğinin şekillendiği Tampa'daki Amerikan Merkez Komutanlığı yani Centcom'dan haberler böyle.

CEO'ların sesi neden çıkmıyor

AFGANİSTAN
'dan Irak'a küçük bir dönüş yapıyorum.

Washington'ın Saddam'a kilitlendiğini, her görüşmede sözün dönüp dolaşıp olası bir Irak savaşına dayandığını yazmıştım.

Amerikalı bir dostum hatırlattı.

Saddam ve Irak meselesinde ABD'de her kafadan bir ses çıkıyor. Ancak sessiz kalan bir tek grup var: CEO'lar.

Skandallardan önce, dış ilişkilerden eğitime her konuda ahkám kesenlerin ağızlarını bıçak açmıyor şimdi.

Nedenine gelince...

USA Today Gazetesi şöyle bir analiz yapmış: Zarara uğrattıkları şirketler nedeniyle zaten tüm şimşekleri üzerine çekmiş olan CEO'lar, ekonomik nedenlerle Irak savaşına karşı olduklarını söyleseler bu kez Bush Yönetimi'nden ‘‘vatan haini’’ damgasını yiyecekler. Saldırıyı desteklediklerini ilan etseler, ABD'nin kaybı ağır olursa eğer yine hedefte olacaklar.

Bu arada, Yale Üniversitesi İş Yönetimi Fakültesi Dekanı Jeffrey Garten'in yorumuna göre CEO'lar skandallardan sonra tam bir ‘‘şok durumunda’’ imişler.

Amerikan Ticaret Odası CEO'su Tom Donahue bile olası bir Irak Savaşı'yla ilgili bir yorum yapmaktan kaçınmış.
Yazının Devamını Oku