Gila Benmayor

ANAP şarkıya telif ödedi mi?

6 Eylül 2002
<B>ANAP Sertab Erener</B>'in <B>‘‘Yeni bir iş, yeni bir aşk’’</B> şarkısını, <B>‘‘Herkese</B> <B>aş/ herkese iş/ daha fazla özgürlük lazım/ yeni bir Türkiye lazım’’</B> sözleriyle kullanmaya hazırlanıyormuş. <br> Haberi okur okumaz nedense aklıma ‘‘ANAP Erener'e telif ödedi mi’’ sorusu takıldı.

Erener'in menajeri konunun besteci Demir Demirkan'ı igilendirdiğini söyleyince besteciye ulaştım ve ‘‘ANAP telif ödedi’’ yanıtıyla karşılaştım.

Peki ANAP şarkıya ne kadar telif hakkı ödemişti acaba?

Yine küçük bir araştırmadan sonra doğru adresin özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı Yilmaz Karakoyunlu olduğunu öğrendim.

Ne var ki Yılmaz Karakoyunlu, ‘‘Yeni bir iş, yeni bir aşk’’ şarkısına partinin ne kadar ödediğini söylemeyi nazikçe reddetti.

‘‘Müsadenizle bir soruya cevap vermeyeyim, spekülasyonlara yol açabilir’’ dedi.

Hani partilerin şeffaflığı?

Türk Patent Enstitüsü Patent Dairesi eski başkanı Hülya Çaylı kafamdaki bu soru işaretine açıklık getiriyor.

Telif konusundaki sözleşmelerin özel kalması koşulu varmış.

Yani Karakoyunlu'nun telif ücretini açıklamama hakkı var.

Telif, patent, marka kavramları bizde yeni yeni yerleşmeye başlıyor.

Hülya Çaylı, telif haklarıyla ilgili yasaların bir paket halinde DYP iktidarı zamanında çıktığını söylüyor. ANAP da dışarıdan destek vermiş o dönemde.

Yanlış hatırlamıyorsam telif haklarının üst grubu fikri haklarla ilgili yasa son şeklini geçen yıl almıştı.

Hülya Çaylı, telif haklarının çok geniş bir yelpaze olduğunu, fikri hakların yanısıra, sınai hakları, patent, marka, endüstriyel tasarımı kapsadığını söylüyor.

Bir yandan globalleşme, diğer yanda AB ile uyum sürecinde bunlar giderek gelişiyor bizde.

Çaylı'nın marka konusunda anlattığı ilginç bir anekdot var.

Ünlü İspanyol konfeksiyoncu Mango'nun esas markası MNG.

Ancak Türkiye'ye geldiğinde markasını tescil ettirememiş çünkü MNG'yi kullanan Mehmet Nazif Günal itiraz etmiş.

Bir diğer örnek de Vakko.

Vakko markası ABD'de bir başkasının adına tescilli imiş.

Yani bizim Vakko'nun ABD'de markasını kullanma şansı yok.

Marka, patent haklarını hak sahibi adına izleyen, koruyanlar ise ‘‘patent ve marka vekilleri’’

Avrupa Patent Vekilleri Birliği'nin Türkiye temsilcisi olan Hülya Çaylı'nın bu arada 3-4 Ekim günleri, Divan Oteli'nde iki gün süreyle eğitim vereceğini öğreniyorum.

Bununla ilgili daha fazla bilgi isteyenler MK Danışmanlık Eğitim'in 0212 2621605 numaralı telefonuna başvurabilirler.

Polonya Verheugen'in heykelini dikecekmiş

‘‘Türkiye Kopenhag Zirvesi'nde müzakere tarihi beklemesin’’ diyen, AB'nin Genişlemeden Sorumlu Temsilcisi Verheugen meğer eski Doğu Bloku ülkelerinde pek seviliyormuş.

Polonya'nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Danuta Huebner, Verheugen için şöyle demiş: ‘‘Polonyalıların psikolojisini, Polonya gerçeğini o kadar iyi biliyor ki... Günün birinde onun heykelini dikeceğiz..’’

Verheugen
'i pek tartıştığımız bu günlerde yukarıdaki sözlere Reuters ajansının Brüksel kaynaklı bir değerlendirmesinde rastladım.

Yazıyı kaleme alan Gareth Jones'un şu tespiti ilginç gelebilir kaygısıyla aktarıyorum: ‘‘Müslüman Türkiye AB'ye dahil olamaz diyen Alman Hıristiyan Demokratların aksine Verheugen, üyelik kriterinin dini değil siyasi olduğunu söylüyor. Ankara'ya reformlar konusunda ne kadar baskı yapsa da Verheugen'e göre Türkiye adaylar arasında en önemli ülke. Belki Ankara da günün birinde Verheugen'in heykelini dikecek.’’

Ne dersiniz?

Brüksel'den bakınca işler farklı mı görünüyor nedir?

CeBİT'in talihsizliği

BAŞBAKAN Bülent Ecevit'in açılışında ‘‘Türkiye çağın önünde’’ dediği Avrasya'nın en büyük teknoloji etkinliği CeBİT Bilişim Eurasia Fuarı yağmurun azizliğine uğradı. Hem de nasıl...

Kablosuz internet, kol saati şeklinde cep telefonu gibi teknolojinin son harikaları iyi de, bir okurumdan aldığım mektuba ne demeli?

TÜBİTAK'tan Melike Gürbüz'ün ‘‘Üniversite-sanayi işbirliği CeBİT'te’’ başlıklı yazımla ilgili gönderdiği e-posta şöyle:

‘‘Pazartesi günü kendi standımızı düzenlemek üzere fuar alanına gittik. Salona girdiğimizde kötü kokuyla irkildik. Yerler ıslak, serilen halıların bazıları bir kenara atılmıştı. Sivrisinekleri kovmak ise imkansızdı. Kendi standımıza geldiğimizde kelimenin tam anlamıyla şok olduk. Bir lağım kapağının üzerindeydik. Pazar günü yağan yağmur nedeniyle bizim bölümü su basmış. Biz orada iken başlayan yağmurla birlikte giriş kapısından ve lağım kapaklarından suların nasıl fışkırdığını yazmak yeterli değil. Orada olup görmeniz gerekirdi. Türkiye'nin tek araştırma kurumu TÜBİTAK ile üniversitelere ayrılan standlar böyle bir bölümdeydi. Para verseniz gelip gezen olmazdı. Bizi başka bir bölüme taşımaya karar verdiklerinde gece yarısı olmuştu.’’

Melika Gürbüz ‘‘yorumu size bırakıyorum’’
diyor.

Yorumum şöyle: Bir teknoloji fuarında, bilim yuvası üniversitelerin ve Türkiye'nin tek araştırma kurumunun standlarının yeri lağım kapaklarının üzerinde olmamalıydı.
Yazının Devamını Oku

Üniversite-sanayi işbirliği CeBİT'te

3 Eylül 2002
<B>TÜSİAD</B>'ın geçtiğimiz temmuz ayında yayınladığı <B>‘‘Yeni Rekabet Stratejileri ve Türk Sanayisi’’ </B>raporunu hatırlayacaksınız. Raporun en çarpıcı bölümlerinden bir tanesi, Türk sanayiinin Ar-Ge'yi (araştırma-geliştirmeyi) fazla önemsemediğini ortaya koyuyordu.

Türk şirketlerinin Ar-Ge'ye ayırdıkları para yatırımlarının binde biri.

Oysa hepimiz biliyoruz ki, günümüzde Ar-Ge'siz rekabet etmek, marka yaratmak artık mümkün değil.

Batı'da Ar-Ge'ye fazla para ayıramayan sanayiciler genellikle üniversitelerle işbirliğine gidiyor.

Geçen yıl Almanya'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin organize ettiği gezi sırasında uğradığımız Münster meselá bu işbirliğinin tipik bir örneği.

Münster, üniversiteleriyle meşhur bir şehir.

Almanya'nın en büyük üniversitelerinden Westfalische Wilhelms başta olmak üzere bölgenin üniversiteleri araştırma ve geliştirme konusunda dünyanın önde gelen kuruluşları arasında yer alıyor.

İşte Münster'in bu özelliğinden ötürü biyo-teknoji ve nano-teknoji (mikroskobik boyutlarda endüstri parçası üretimi) alanında faaliyet gösteren çok sayıda şirket bölgeye yerleşmiş.

Üniversitelerle sürekli irtibat halindeler.

Birbirlerini besliyorlar.

Münster örneğinden Türkiye'ye dönersek henüz emekleme devresinde olan üniversite-sanayi işbirliğiyle ilgili sevindirici gelişmeler var.

Bugün başlayan CeBİT eurasia Bilişim Bilgi ve İletişim Teknolojileri Fuarı'nda TÜBİTAK'ın şemsiyesi altında Boğaziçi, Bilkent, İTÜ ve ODTÜ üniversiteleri sanayi için geliştirdikleri bilişim ağırlıklı projeleri sunuyorlar.

CeBİT'teki bu faaliyetin gerçekleşmesinde büyük payı olan Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Profesör Uğur Çağlayan, bilişimin en büyük fuarı CeBİT Hannover'i örnek aldıklarını söylüyor.

‘‘Alman üniversiteleri 15-20 yıldan beri sanayiye yönelik projelerini burada sunarlar. Bizde bu yıl Hannover örneğinden yola çıkarak bilişim alanında üniversitelerle sanayicileri buluşturalım istedik. Yoksa sanayici üniversitedeki araştırmalardan nasıl haberdar olacak?’’

İşin bir diğer boyutu da şu: CeBİT'i ziyaret edenler projeleri bizzat sahiplerinden duyabilecekler, akıllarına takılan soruları sorabilecekler.

Türk öğrencinin projesi Johannesburg'da


PAZAR ekte birkaç hafta üstüste değindiğim Johannesburg'daki Dünya Zirvesi'ne bizden TEMA ve GAP'ın bazı projeler sunduklarını yazmıştım.

E-postama düşen mesajdan öğrendiğime göre, Özel Kalamış Fen Lisesi'nin bir öğrencisinin (adı yok) ‘‘İstanbul'da Zemin, Şehirleşme, Deprem Etki Alanları’’ konulu projesi de zirvedeymiş.

Anladığım kadarıyla, Dünya Zirvesi organizasyonu ‘‘Benim Toplumum, Bizim Dünyamız’’ adı altında bir proje yarışması açmış. İstanbul'dan Özel Kalamış Lisesi ve Özel Kalamış Fen Lisesi toplam 10 projeyle katılmış.

Tüm dünyadan 200 öğrencinin katıldığı yarışmada, Türk öğrencinin projesi Johannesburg'a gönderilmek üzere seçilmiş.

Söz Johannesburg ve çocuklardan açılmışken, dün ajanslardan birinde okuduğum haberi aktarmak istiyorum.

Bu tür zirveleri izlemiş olanlar iyi bilirler.

Üst düzey BM yetkililerinin tumturaklı cümlelerinden işin özünü kavramak katiyen mümkün değildir.

Gazeteciler birşeyler anlamak ve yazmak için tam anlamıyla ter dökerler.

Önceki gün, Johannesburg'da dünya liderleri önünde söz alan çocuklar, gerçekleri yalın bir dille anlatınca gazetecilere de nihayet bol malzeme çıkmış.

14 yaşındaki Ekvadorlu Analiz Vergara şöyle seslenmiş liderlere: ‘‘Zirveden zirveye koşuşturacağınıza, vaktinizi ve paranızı dünyadaki yoksullara ve çocuklara ayırın. Konuşmalarınızdan ve alkışlarınızdan fazla eyleme ihtiyacımız var’’

Ne demişler?

Çocuktan al haberi.

Kötü imaj, süper kárlar


FRANSIZ petrol devi Total ya da tam adıyla TotalFinaElf, Myanmar'da (eski Burma) insan haklarını ihlal ettiği için mahkemelik.

Petrol şirketinin, Myanmar'daki faşist rejimle işbirliğine giderek, ülkedeki petrol boru hattının inşaatı sırasında insanları zorla çalıştırdığı ortaya çıkmış.

Bu şirketin ilk vukuatı değil.

Fransa kıyılarını berbat eden Erika tankerinin batışından, Toulouse'da AZF kimyasal madde fabrikasındaki patlamaya kadar sürüyle karanlık işe bulaşmış.

1999 yılında Elf'i satın alışından da kötü kokular çıkmış durumda.

Ne var ki, kötü imajına rağmen Total beş yıl içersinde petrol devleri arasında dördüncü sıraya çıkmayı başarmış.
Yazının Devamını Oku

Tuvalu Adası sakinleri dünyanın ilk eko mültecileri olacak

1 Eylül 2002
1984 yılında uzay mekiği<B> </B>Challenger’la uzaya giden ilk Amerikalı kadın astronot<B> Kathryn Sullivan</B>, kilometrelerce uzaktan yeryüzünü ilk gördüğünde nefesi kesilmiş.<br> Volkanlarıyla, okyanuslar üzerinde esen fırtınalarıyla, denizle kucaklaşan çölleriyle dünyamız muhteşem görünüyormuş.

Muhteşem, bir o kadar da kırılgan.

Sullivan o yolculuktan sonra kendisini ‘‘yeryüzü vatandaşı’’ olarak görmeye başlamış.

‘‘Yeryüzü vatandaşı’’nın ne anlama geldiğini bugün şöyle açıklıyor Sullivan: ‘‘Dünyada hayatın devamını sağlayan herşeyin çobanı olmak.’’

Johannesburg'daki ‘‘Dünya Zirvesi’’ne göstermelik katılan liderler, bakanlar, büroktratların yanısıra iyi ki ‘‘yeryüzü vatandaşları’’ da var.

Zira ancak onların zorlamasıyla bazı taşlar yerinden oynayabiliyor.

Bunlardan bir tanesini iki yıl önce Davos'taki Ekonomik Forum'da tanımıştım: Hintli Vandana Shiva.

İlgi çekmez kaygısıyla kendisiyle yaptığım röportajı yayınlamadığım Vandana Shiva, yeryüzünde ‘‘biyo-çeşitliliğin’’ korunması için mücadele eden aktif bir çevreci.

Yoksul ve gelişmekte olan ülkelere, genetik değişime uğramış tohum satan çokuluslu şirketlere karşı yürütülen mücadelenin bir numaralı ismi.

Belki çoğumuz bilmiyoruz ama, insan elinin değişime uğrattığı tohumlar yeryüzündeki ürün çeşitliliği için en büyük tehlike.

Vandana Shiva ve diğerleri olmazsa elli yıl, yüz yıl sonra yeryüzünün nasıl feláketlerle karşı karşıya kalacağını düşünmek bile istemiyorum.

Johannesburg'da ele alınan konular arasında insanın aklına hiç gelmeyecek şeyler de var.

Meselá, Güney Kore, Japonya, İtalya'daki Amerikan askerleri çevreye müthiş zarar veriyormuş.

Japonya'daki 52 bin Amerikan askerinden 25 binini barındıran Okinawa'da askeri manevralar orman yangınlarına, erozyona yolaçıyormuş.

Güney Kore'de ise ABD bombaları topraktaki arsenik oranını 13 kat fazlalaştırmış.

Yine her taşın altından ABD çıkıyor diyeceksiniz.

Ne yazık ki, çevreye verilen zarar açısından kesinlikle öyle.

Baksanıza, Başkan Bush yüzü tutmadığı için Johannesburg'a gidemedi.

Amerikan delegasyonunun başındaki Dışişleri Bakan Yardımcısı Paula Dobriansky'nin ‘‘Sürdürülebilir kalkınma için hiçbir devlet ABD kadar kesenin ağzını açmadı’’ diye övünmesi ABD'nin olumsuz imajının düzelmesine yaramadı.

ABD'nın yoksul ülkelere bağışladığı para 1 milyar dolar.

Oysa sadece su sorunuyla başetmek için yılda 180 milyar dolara ihtiyaç varmış.

Ya ABD'li sanayicilerin ve tüketicilerin büyük oranda sorumlu oldukları global ısınmanın yolaçtığı tahribat?

Pasifik Okyanusu'nda, Avustralya ile Hawai arasında bir yerlerde olan Tuvalu Adası sakinleri dünyanın ilk ‘‘eko-göçmenleri’’ olacakmış.

Okyanus sularının yükselmesi nedeniyle adanın 11 bin sakini göç hazırlıklarına başlamış.

Tuvalu'nun çevresindeki adalar da sulara gömülme tehlikesiyle karşı karşıya.

Afrika'da çölleşme nedeniyle 20 yıl içersinde 60 milyon kişinin göçe zorlanabileceğinin uyarısını yapan bizzat BM Genel Sekreteri Kofi Annan.

Siyasi göçmenlerle başa çıkamayan Batılıları ‘‘eko-göçmenler de kapımıza dayanırlarsa ne yaparız’’ diye aldı mı bir düşünce şimdi...

Tema'nın da projesi Johannesburg'da

GEÇEN hafta GAP'ın üç projeyle ‘‘Dünya Zirvesi’’ne katıldığını yazmıştım. E-postama düşen mesaja göre, Tema Vakfı da, Federal Almanya'nın işbirliğiyle sürdürdüğü Bayburt Projesi'yle Johannesburg'a gitmiş. Çölleşmeye karşı mücadelede, uluslararası platformda örnek bir proje olarak gösterilen Bayburt Projesi beş yılda tamamlanacak ve 1,5 milyon euroya malolacak. Projenin amacı, doğal kaynakları koruyan, erozyonla mücadele eden, gelirini artırabilen çiftçiler yetiştirmek.

Bodrum'da Yağma

Sultan Abdülmecid'in Türkiye'de bir müze kurulmasına ayağına takılan bir taştan ötürü karar verdiğini biliyor musunuz?

Sultan, Yalova'da ayağına takılan bir taşı merak etmiş. Kendisine taşlarda Kral Konstantin'in adının yazılı olduğu söylenmiş. Bunun üzerine Abdülmecid ‘‘Böyle bir hükümdarın námını taşıyan şeylerin yerlerde yatması doğru değil’’ diye taşları toplatıp İstanbul'a göndermiş. Tophane Názırı olan Damat Fethi Ahmed Paşa, taşları Aya İrini'ye kaldırmış ve birtakım eski eserleri burada toplamaya başlamış. Böylece müze fikri doğmuş...

Bu anekdot ve bunlar gibi onlarcası Osman Öndeş'in ‘‘Bodrum'da Yağma’’ kitabından.
Araştırmacı yazar Osman Öndeş, kitabında İngiliz arkeolog Charles Newton'un, Abdülmacit'in fermanı sayesinde Bodrum'daki Mausoleum'u, Didim'deki Knidos aslanını ve daha nicelerini söküp nasıl İngiltere'ye götürdüğünü anlatıyor tatlı üslubuyla.
Yazının Devamını Oku

Partiler kadın kotanızı açıklayın

30 Ağustos 2002
<B>KADIN</B> kotası meselesine gelince... KA-DER'in toplantısında ortaya çıkan tabloda partilerin kadın kotası oranı şöyle:<br> CHP yüzde 25

SHP yüzde 33

DTP yüzde 30

HADEP yüzde 35

ÖDP yüzde 30

DYP yüzde 10

Yukarıda değindiğim gibi YTP'nin dışında MHP, ANAP ve AKP'nin kadın kotasıyla ilgili açıklamaları yok. Çalışmaları var mı onu bilmem.

Toplantıya katılan AK Parti MKYK üyesi Avukat Belma Sekmen Satır, ‘‘Kotaya esasında gerek yok, kadın kendini kanıtladığı takdirde yerini bulur’’ diyor.

Öyle olduğunu hiç sanmıyorum.

Avrupa ülkelerinin pek çoğu bırakın kotayı, eşit oranda temsili anayasaya geçirmişler.

Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü yapmış olan, şimdi DTP Genel Başkan Yardımcısı Selma Acuner, mesela Fransa'nın 1998 yılında ‘‘parite demokrasisini’’ yani yüzde 50, yüzde 50 oranında temsil konusunu anayasaya ilave ettiğini hatırlatıyor.

Acuner'e göre, Alman anayasası da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için fiili önlem alınmasına yer vermiş. Portekiz'de de benzer uygulama var.

Selma Acuner'in önemle üzerinde durduğu bir mesele ise Avrupa Birliği ile uyum. Zira Amsterdam Anlaşması'nın 141 maddesi, dezanvantajlı gruplara özel önlem uygulanmalıdır diyormuş.

Bu durumda, AB üyeliğine pek istekli görünen ANAP, AKP'nin kadın kotası nerede?

İhmali mesuliyet yok, icrai mesuliyet var

‘‘1 milyon çocuk ne zaman sütünü içecek’’ yazım üzerine, hem Devlet Bakanı Melda Bayer, hem projeyi bakanlık döneminde başlatmış olan YTP Genel Sekreter Yardımcısı, Zonguldak milletvekili Hasan Gemici aradı.

Bayer, kendisinin de bir anne olarak sütün çocuklar için ne kadar faydalı olduğunu bildiğini ve ‘‘okul sütü’’ programını kesinlikle uygulayacağını söyledi.

Peki o halde okullar açılmadan yapılması gereken süt ihalesi neden ertelendi?

‘‘Yeni kaydedilen öğrenci sayısı belli olsun. Bir de sütün muhafazası için uzmanlar halen incelemelerini sürdürüyor’’ cevabını alıyorum.

Hasan Gemici'nin ise bu gerekçeye verdiği cevap gayet açık.

‘‘Sütlerin muhafazası açısından hiçbir sakınca yoktur, çünkü dağıtılan süt uzun ömürlüdür. Hiçbir özel tesisat ya da soğutma sistemine gerek yoktur.’’

Gemici
'ye göre, ‘‘okul sütü’’ programı yıllardan beri hem gelişmiş, hem gelişmekte olan ülkelerde uygulanıyor.

Program Gemici'nin siyasi hayatında en gurur duyduğu iş olmuş.

Geçen yıl başarıyla uygulanması üzerine, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu, geçtiğimiz mayıs ayında programın bu kez 1 buçuk milyon çocuğu kapsayacak şekilde yürütülmesine karar vermiş.

‘‘Program başladığı gibi devam etseydi belki beş yıl içersinde 2 milyon çocuk süt içebilecekti’’ diyor Gemici.

YTP Genel Sekreter Yardımcısı'na bakarsanız, programın çeşitli gerekçelerle ertelenmesinin arkasında bir ölçüde, seçim ortamında ihale açmanın korkusu yatıyor.

‘‘İhale açmaktan korkuyorlar. Türkiye'de bu riskli bir iş. Zira ihmali mesuliyet yok ama icrai mesuliyet var. Ama siyasetçi hem riski göze almak, hem de kendisine yönelik saldırıları göğüslemek zorunda’’ diyor.

YTP, Adapazarı ve İzmit'te fark atacak

HASAN Gemici ile telefon sohbetimiz ‘‘okul sütü’’yle başlıyor, siyaset ile devam ediyor.

Kendisine, Zonguldak'a yaptığım seçim gezisi sırasında duyduklarımı aktarıyorum.

Konuştuğum çoğu kişi YTP'nin bu şehirde henüz bir ağırlığı olmadığı, Ecevit'e karşı bir hayal kırıklığı olsa dahi, kızgınlık oylarının YTP'ye değil, CHP'ye gideceği görüşünde birleşiyordu.

Gemici'ye bunları hatırlatıyorum.

‘‘En yakın zamanda Zonguldak'ta çalışmaya başlayacağım. Orada ciddi bir oy potansiyelim var. Kahvehanelere girdiğimde yüzler değişiyor’’ diyor.

YTP Genel Sekreter Yardımcısı'na göre, parti iyi bir çıkış yapmış ancak Derviş'in karar sürecinde trend düşer gibi olmuş.

‘‘Şimdi yine çıkıştayız. Üç, dört günden beri, yeni üyelerin kaydında aşırı bir yoğunluk var’’...

Peki YTP hangi illerde güçlü?

"İzmit ve Adapazarı'nda öndeyiz."

Gemici
ile sohbetten kısa bir süre önce, KA-DER'in oluşturduğu ‘‘Kadın Koalisyonu Girişimi’’nin toplantısındaydım.

Toplantıda tartışılan, konuşulan özetle şuydu: ‘‘Türkiye politik yaşamın yapılanmasında bir dönüm noktasında ve bu değişim gerçekleştirilirken kadın yerini almalıdır.’’

Konuşulanlar iyi de, parlamentoda yüzde 4.2'lik bir oranla Türkiye'de kadının yeterince temsil edilmediği ortada.

Gemici'ye işte bu yüzden YTP'nin kadınlara yönelik politikasını soruyorum.

‘‘Kadınları siyaset yapmaya, YTP'ye katılmaya, milletvekili adayı olmaya çağırıyoruz’’ diyor.

Peki YTP'nin kadın kotası?

Partinin kadın kotası yokmuş.

Ancak Gemici, kadın adayları seçilebilir sıraya koyma konusunda hayli iddialı konuşuyor.

‘‘10 gün sonra kimi, hangi sıraya koyduğumuz görülecek’’ diyor.

YTP'nin kadın kotası olsaydı içim daha rahat edecekti doğrusu.
Yazının Devamını Oku

1 milyon çocuk, sütünü ne zaman içecek

27 Ağustos 2002
<B>DSP</B>'den istifa eden eski Devlet Bakanı <B>Hasan Gemici</B>'nin başlattığı çok güzel bir proje vardı: <B>‘‘Bir milyon çocuğa süt</B> <B>kampanyası.’’<br> Gemici ile birlikte geçtiğimiz mart ayında Diyarbakır'da kampanyayı yerinde görmek fırsatını bulmuştum.

Ziyaret ettiğimiz Fatih İlköğretim Okulu'nda küçük öğrencilerin karton kutuları başlarını dikip içmeleri hepimizi nasıl mutlu etmişti.

Kampanyanın ne olduğuyla ilgili bir hatırlatma:

Sosyal Yardımlaşma ve Teşvik Fonu'nun katkısıyla gerçekleştirilen kampanya çerçevesinde, İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır'da okul döneminde her gün 1 milyon yoksul çocuğa süt temin ediliyordu.

Geçen yıl okullar açılmadan yapılan ihaleye sekiz firma katılmış ve aralarında dört ili paylaşmıştı.

Dimes, Sütaş, Akgıda, DanoneSA, SEK, Nestle-Mis, Mansan ve Pınar tarafından verilen süt 1 milyon öğrenciye ulaştırılıyordu.

Gemici'nin hedefi 2 milyon öğrenciye süt içirmekti.

Sonra ne oldu?

Gemici gitti, yerine Melda Bayer geldi.

Geçenlerde gazetelerde ‘‘1 milyon çocuğa süt verilmeyecek’’ diye bir haber.

Okullar açılmadan önce yapılması gereken ‘‘süt ihalesi’’ ertelenmiş.

Nedeni şu: Bayer, kampanyayı inceliyormuş.

Avrupa'da süt tüketimi kişi başına 94 litre iken, Türkiye'de sadece 24 litre.

Bu yüzden Gemici'nin kampanyası, yeterli beslenemeyen çocuklarımız için son derece önemli.

İşin bir başka boyutu da, süt tüketiminin doğuda ve güneydoğuda hayvancılığın canlanmasına büyük katkıda bulunacağı.

Devlet Bakanı Melda Bayer'in bunları gözönüne alarak, ihale kararını bir an önce alması gerekiyor sanırım.

Zabıta poşet dağıtıyor

KADIKÖY Belediyesi, e-postama gönderdiği fotoğraflarda görüldüğü gibi köpek sahiplerine kağıt poşet dağıtmaya başlamış. Fenerbahçe'den Bostancı'ya kadar olan sahil şeridinde başlatılan bu uygulama sabah 7.30 ile 9.30 arasında. Belediyenin verdiği bilgiye göre bu uygulama devam edecekmiş. Esasında, Zabıta Kanunu'na göre çevreyi kirletmenin cezası 54 milyon 560 lira. Ancak zabıtalar şimdilik, köpek sahiplerini sadece uyarıp, poşet öneriyor.

Erdoğan, ‘edepsiz’i zabıttan sildirdi

GEÇEN hafta bu sütunda yer alan ‘‘Kadıköy'ün envanteri bir yıl sonra’’ yazısı üzerine okurlardan hayli faks ve e-mail geldi.

Burada küçük bir açıklama yapmak zorundayım: Yazıdaki amacım Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk'ün icraatını anlatmak değil, sadece belediyenin Kadıköy'ü depreme nasıl hazırladığına ilişkin bilgi vermekti.

Yazı üzerine Kadıköy Belediye Meclisi üyesi Ercan Erdem ‘‘Siyasete Girilir mi’’ başlığını taşıyan kitabını göndermiş.

Aynı zamanda ANAP İlçe Başkanı olan Ercan Erdem, 1997-98 yılları arasında Güneş Taner'in siyasi danışmanı olmuş.

Erdem ayrıca Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi de.

Kitabında, her iki meclis üyesi olarak anılarından sözediyor.

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın çocuklarına bir işadamının sağladığı burs nedeniyle gündeme geldiği bu günlerde, Erdem'in özellikle İstanbul'un eski belediye başkanıyla ilgili anılarını okumak ilginç.

Mesela kitabın bir yerinde, İstanbul'da 1996 yılında yapılan Habitat II Konferansı için hazırlanan İstanbul CD-Rom'uyla ilgili bir pasaj var.

CD-Rom'da bazı devlet adamlarından bahsedildiği halde Atatürk'ten neden hiç bahsedilmediğini soran Ercan Erdem'e eski İstanbul belediye başkanı ‘‘edepsiz’’ demiş.

Daha sonra meclis zabıtlarında ‘‘edepsiz’’ yok edilmiş.

Erdem'in Habitat II ve Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili diğer bir anısı da şöyle:

İstanbul'da Habitat II Konferansı yapılacak ancak şehrin belediye meclis üyeleri dahi konferansın nasıl yapılacağını, belediyenin hangi aşamada devreye girdiğini bilmiyor.

Erdem bunları soruştururken, Recep Tayyip Erdoğan'ın konferans için New York'a gittiğini öğreniyor.

Aradan bir süre geçiyor ve günün birinde Recep Tayyip Erdoğan, televizyonda şöyle bir açıklama yapıyor: ‘‘Biz HABİTAT'ın ev sahibi değiliz.’’

Bunun üzerine Ercan Erdem mecliste ‘‘Madem Belediye Başkanı ev sahibi olmayacaktı, neden New York'a gitti. Gezmeye mi’’ diye soruyor. Yer yerinden oynuyor.

Erdem'in, Erdoğan ile ilgili anlattıklarının yorumunu sizlere bırakıyorum.

Kitabın başlığına gelince.

‘‘Siyasete Girilir Mi’’ sorusuna Erdem ‘‘evet’’ cevabını veriyor.

‘‘Aktif siyasetin içinde olmak ve çeşitli platformlarda fikrinizi söylemek, onları savunmak bu ülke için yapacağınız en önemli işlerden biridir.’’
Yazının Devamını Oku

Leni’nin altıncı hayatı

25 Ağustos 2002
<B>AĞIR </B>makyajının gizlemeyi başaramadığı çizgileri öylesine derin ki, kara kalemle çevrelenmiş gözlerinin cıvıltısı tuhaf görünüyor. Ten yüzyıllık, bakışlar otuz, belki yirmi.

Leni Riefenstahl 22 Ağustos'ta yüz yaşını kutlamış.

‘‘Şimdiye kadar doğum günümde herkes bana hediyeler getirirdi. Ama 100 yaşımda ben dünyaya bir hediye veriyorum. ‘Beş hayat' adındaki fotograf albümüm. 20. yüzyılda değişik beş hayatım oldu, 21. yüzyılda altıncısına hazırlanıyorum.’’

Leni Riefenstahl
yeryüzünün eski güzelliğine, el değmemişliğine kavuşması için adayacak altıncı hayatını.

Afrika’da Kenya açıklarında, ilk kez tüple dalıp denizin derinliklerini keşfe çıktığında 71 yaşındaydı.

Sudan'ın güneyinde, ‘‘başka bir gezegenden gelmiş gibiydiler’’ dediği Nuba halkının resimlerini çekmeye ve günlerini onlarla birlikte dağlık bir köyde geçirmeye başladığında ise 60'ındaydı.

Peki ya Leni Riefenstahl'ın diğer hayatları?

20 yaşında, ‘‘modern dansa’’ gönül verip, babasının karşı çıkması üzerine evden kaçış.

Prag'da sahnede dans sırasında sakatlanma üzerine başka arayışlar.

Dağcılık ve fotoğrafçılıkla tanışma.

1932, Leni Riefenstahl'ın sinema yönetmenliğine başladığı ve ‘‘Mavi Işık’’ filmini çevirdiği yıl.

Aynı zamanda Hitler'in bir konuşmasını duyup, ona övgü dolu bir mektup döşendiği yıl.

Beş hayatından en karanlık hayatına başladığı yıl.

Bir yıl sonra Hitler şansölye olduğunda ondan Nuremberg'deki Nazi Partisi'nin kongresini filme çekmesini ister.

Kısa metrajlı, belgesel film ‘‘İmanın Zaferi’’ böyle doğar.

‘‘Hitler bana inanılmaz destek vermiş, sonsuz imkanlar sunmuştu.’’

1936 Berlin Olimpiyatları'nın belgeselini hazırlayan Leni Riefenstahl, filmini ABD'de pazarlamak ister ancak stüdyoların boykotuyla karşılaşır.

Amerikalılar ‘‘Stadyumun Tanrıları’’na yüz vermez.

Hitler ile olan ilişkisine gelince...

Leni Riefenstahl bugün hálá aralarında bir aşk ilişkisi olduğunu reddediyor.

‘‘Bana hiç çekici bir erkek olarak gelmedi.’’

Aralarındaki bağın türü neydi o halde?

‘‘Sanat aşkı, sadece sanat ve estetik aşkı bizi yakınlaştırmıştı.’’

Leni Riefenstahl
hiçbir zaman Nazi Partisi'ne kaydolmamış.

Savaş bitiminde tutuklanıp, mahkemeye çıkartıldığında, Nazilerle işbirliği suçlamaları karşısında tek dayanağı da buydu zaten: Hiçbir zaman partiye üye olmamak.

100 yaşını dolduran ve altıncı hayatına hazırlanan Leni Riefenstahl, ‘‘vicdanım rahat’’ diyebiliyor. Onun böyle söylemesi Almanları rahatlatmıyor ne yazık ki.

Zira, Die Welt Gazetesine göre, Leni Riefenstahl, geçmişiyle hesaplaşmakta olan Almanya için ‘‘kollektif reddedişin’’ tehlikeli bir simgesi.

GAP'ın projeleri Dünya Zirvesi'nde


YARIN Johannesburg'da başlayan ‘‘Dünya Zirvesi'ne Güneydoğu Anadolu Projesi GAP, üç projeyle katılıyor.

Güneydoğulu gençlerin eğitimine katkıda bulunan ‘‘Gençlik için Sosyal Gelişim’’, kadın ve aileye yönelik ÇATOM ve ‘‘Girişimciyi Destekleme’’ projeleri katılımcılara tanıtılacak.

Seller Gerhard Schroeder'e yaradı


SADECE biz değil, Avrupa da siyasetle dolu bir yaz geçiriyor.

Fransa'da sol hálá nisan ayının yenilgisiyle kendi içinde hesaplaşırken, Almanya 22 Eylül seçimleriyle yatıp kalkıyor.

Okuduklarıma bakılırsa, iktidarı tehlikede olan şansölye Gerhard Schroeder, Almanya'yı esir alan sel felaketi karşısında gösterdiği liderlik vasıfları sayesinde hayli puan toplamış. Sellerden sonra yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, Hıristiyan Demokrat rakibi Edmund Stoiber ile beş puanlık farkı bire indirmeyi başarmış.

Hitler hayranı İngiliz kardeşler


1930'larda Hitler'in büyüsüne kapılan tek ünlü kadın Leni Riefenstahl değildi elbette. Bir İngiliz lordunun güzel kızları da onun hayranları arasındaydılar. Mitford kızkardeşlerin hikayesi bir biyografiye konu oldu.

Elle Dergisi'nin muhabirlerinden Annick Le Floc'hmoan, Çılgın Mitford Kızkardeşler kitabını iki yıllık bir uğraş sonucu yazdı. Bu kızkardeşler İngiltere'de çok meşhurdular. Biyografi, onları bütün dünyada tanıttı.

Unity, Diana, Nancy, Jessica, Pamela ve Deborah, İngiliz aristokratı Lord Redesdale'in kızlarıydı. Anneleri, güzelliğiyle meşhur Sidney Gibson-Bowles ise, bugün de dünyanın en tanınmış dergilerinden biri olan Vanity Fair'in kurucusuydu. Winston Churchill ise kuzenleriydi.

SOSYETE GÖZDESİ

Kızkardeşler, birinci ve ikinci dünya savaşlarının arasındaki, bütün Avrupa'nın kendini çılgınca eğlenceye verdiği bir dönemde Avrupa sosyetesinin gözbebeği oldular. İçlerinden Deborah, Devonshire Dükü'yle evlenerek, asil hayatını devam ettirdi. Pamela, İngiliz filmlerinde gördüğümüz, kısa topuklu ayakkabıları, tüvit ceketi ve ayaklarının dibinde koşturan köpekleriyle tipik bir İngiliz toprak sahibesi olarak yaşamayı seçti.

Bu ikisi zaten Mitford kızkardeşler arasında en sıradan olanlarıydı. Nancy Mitford en yeteneklileriydi: Ünlü yazar Evelyn Waugh'un yakın arkadaşıydı ve dönemin iyi romancıları arasındaydı. ‘‘Büyükelçiye Tek Bir Laf Sızmasın’’ adlı kitabı gerçekten de çok başarılıydı.

Unity ve Diana ise 1930'ların başında kendilerini nazizme kaptırarak maceracı bir hayata adım attılar. Diana, Guinness biralarının sahibiyle evlenmişti ama mutlu değildi, ondan ayrılarak İngiliz faşist partisinin lideri Lord Oswald Mosley'le evlendi. En yakın dostları, aynı zamanda nikah şahitleri olan Nazi Propaganda Bakanı Joesph Goebbels ve karısı Magda'ydı. Nazizmin İngiltere için biçilmiş kaftan olduğuna inanıyordu Diana. Savaş ilan edilip Alman bombaları Londra'ya yağmaya başlayınca o ve kocası Lord Mosley kendilerini hapiste buldular. Bu hapis hayatı üç yıl sürdü; ama kuzeni Churchill sayesinde çok acı çekmedi Diana. En azından oda hizmetçisini de yanında bulundurmasına izin verilmişti...

KAFASINA KURŞUN SIKTI

Kızkardeşi Unity'nin nazizm macerası daha trajikti. O, Hitler'e resmen aşık olmuştu. Hatta bu aşk uğruna Berlin'e gidip kendini neredeyse diktatörün kollarına atmıştı. İngiltere Almanya'ya savaş ilan edince, onun için dünyanın sonu geldi. Kafasına bir kurşun sıktı. Yaralı olarak İngiltere'ye getirildi, ömrünü aklını yitirmiş bir şekilde tamamladı.

Öbür kızkardeş Jessica ise tam ters bir yolu seçti; bir anarşist oldu. İspanya İç Savaşı'nda cumhuriyetçilerin yanında savaştı, savaştan sonra ABD'ye göç etti, komünistlerin avlandığı MacCarthy döneminde çok sıkıntı çekti.
Yazının Devamını Oku

İSO: Bulut da var, güneş de

23 Ağustos 2002
<B>İSO</B> Genel Sekreteri Dr.<B> Mehmet Kabasakal</B>, İSO'nun 2002 yılının ilk altı ayı için yaptığı ekonomik durum tespitini özetle şöyle açıklıyor: <B>‘‘Bulut da var, güneş de.’’</B> İstanbul'un son günlerdeki havası gibi.

Ayrıntılarını ekonomi safyalarında göreceğiniz İSO'nun anketi 535 işyerini kapsıyor.

Anketin saha çalışması seçim kararından önce yapılmış.

Karardan sonra yapılsaydı sonuçlar büyük bir olasılıkla farklı olabilecekti. Zira İSO Başkanı Tanıl Küçük'ün dediği gibi, ekonomiyle ilgili görüşler pek sık yön değiştirebiliyor.

Hem güneş, hem bulut meselesine gelince...

2002 yılının ilk yarısında, beklenen büyüme gerçekleşmemiş ama daralma durmuş.

2001 yılı ikinci yarısında zarar eden işletmelerin oranı 40.4 iken 2002'nin aynı döneminde oran yüzde 31.4'e gerilemiş.

İşsizlik ve istihdam sorunlarında küçük bir iyileşme kaydedilmiş. Toplam çalışanlar sayısında yıl başına göre yüzde 2.1'lik artış olmuş.

Peki kriz nasıl fırsatlar yaratmış?

Nasıl dersler alınmış?

Anketin ortaya koyduğu oldukça ilginç tabloda ilk gözüme çarpanlar şunlar:

Maliyetlerini düşüren şirketlerin oranı yüzde 51.4

İhracatı öğrendik, dış pazara açıldık diyenlerin oranı yüzde 20.9

Pazar paylarını arttıranların oranı yüzde 10.5

Peki 2002 yılının ikinci yarısında yatırım yapmayı planlayanlar hangi sektörler?

Görebildiğim kadarıyla, dericiler ve taşıt araçları sanayicileri hem yurt içinde, hem yurt dışında yatırımı planlayan sektörlerin başında geliyor.

Ancak az önce yukarıda değindiğim gibi, bunlar seçim kararından önceki tespitler.

Tanıl Küçük'e dün yöneltilen sorulardan bir tanesi de, İSO'nun AKP'nin seçimlerden birinci parti olarak çıkmasını nasıl karşılayacağı şeklindeydi.

Küçük, sandık sonuçlarına saygılı olduklarını ve İSO olarak tüm partilere aynı mesafede olduklarını söylemekle yetindi.

Peki İSO, AKP'nin ekonomik programını biliyor mu?

Anladığım kadarıyla İSO'da hiçbir partinin ekonomik programı yok.

Hiçbir parti, programlarını gönderme zahmetine girmemiş.

Oysa, İSO, İTO gibi kuruluşların seçimlere iki ay kala partilerin ekonomik programlarını görüp, incelemeleri gerekmez miydi?

Ekonomik programların parti liderleri tarafından dahi ne kadar ciddiye alındığına ilişkin bir anekdotu da dün duydum.

1999 seçimlerinde CHP lideri Deniz Baykal, seçimlere iki, üç ay kala çevresindekilerin hatırlatması üzerine ekonomik program yapılması için talimat vermiş. Program hazırlanmış, kendisine verilmiş. Verilmiş ama CHP lideri programa göz atma fırsatını bir türlü bulamamış.

Şimdi Derviş ile bu açığını kapatır belki.

Tarkan'lı tanıtım filmi ödül kazandırdı


DÜNKÜ Hürriyet'in sürmanşetini gördünüz.

Turizm Bakanlığı'nın Tarkan'lı tanıtım filmi, yurtdışındaki turizm müşavirliklerinin telefonlarını kilitlemiş. Tanıtım filmini almak isteyenler için Turizm Bakanlığı elindeki CD'leri Amerika'ya göndermiş.

İşte şu meşhur film, Turizm Bakanlığı'nın reklam ajansı DDF'ye (Dream Design Factory) bir ödül kazandırdı.

İngiliz Sky Televizyonu, Tarkan'lı filmi, izleyiciye en iyi ulaşan reklam filmi seçti.

Kadın adayları desteklemeyen partiye kadınlardan oy yok


Ka-Der (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) Meclis'te daha fazla kadın için çalışmalarını başlatmış.

Bu çerçevede bir ‘‘Kadın Koalisyonu’’ kurulduğunu ilk kez, Kurtsan Şirketler Grubu Başkan Yardımcısı Meltem Kurtsan'dan duydum.

TÜSİAD'ın Kadın-Erkek Eşitliği Çalışma Grubu'nun da Başkanı olan Meltem Kurtsan, şu aralar Kadın Girişimciler Derneği'nin son hazırlıklarıyla meşgul. Kadınlarla ilgili her türlü girişimden önce onun haberdar olması doğal.

Kurtsan'ın uyarısı üzerine Ka-Der Başkanı Ayşe Bilge Dicleli ile konuştum.

‘‘Şimdilik Kadın Koalisyonu Girişimi diyoruz. Çünkü koalisyon tam olarak oluşmadı. Çatımızda şimdiye kadar 25 kuruluşu topladık. Medeni kanun çalışmalarında koalisyonun yararını gördük. 129 kadın kuruluşunun biraraya gelmesiyle başarılı bir sonuç aldık’’ diyor.

Peki erken seçimlerde kadınlar açısından nasıl bir sonuç bekleniyor?

‘‘Türkiye parlamentodaki kadın temsilisi açısından 179 ülke arasında 140'ıncı sırada. Parlamentoda kadın oranı yüzde 4.2. Bangladeş, Hindistan, Irak bizim çok önümüzde. Hedefimiz, seçim bölgelerinde ilk üç sırada gösterilen adaylardan bir tanesinin kadın olması.’’

Avrupa Parlamentosu, Konseyi, hükümetlere, kadınların parlamentoda yüzde 30 oranında temsil edilmelerini öneriyor.

Yüzde 4.2'den yüzde 30'a sıçramak elbet şimdilik hayal.

Meclis'te en az 184 kadın milletvekili olmadan gerçek bir değişim yaşanmayacağını söyleyen Dicleli, parti yönetimlerine baskıyla bir ilerleme kaydedileceğinden umutlu.

Biliyorsunuz, Yeni Türkiye Partisi'nin, Demokratik Türkiye Partisi'nin kadınlara yer açılacağına ilişkin açıklamaları zaten vardı.

Diğer parti liderlerini bilmem ama Mehmet Ali Bayar özellikle bu konuda çok hassas.
Yazının Devamını Oku

Kadıköy'ün envanteri 1 yıl sonra

20 Ağustos 2002
<B>KADIKÖY</B> Belediyesi, 17 Ağustos depreminin 3. yıldönümünde, bir <B>‘‘Deprem Toplanma Parkı’’</B> açmış. Bu tür parklara, ABD, Japonya gibi depreme sık yakalanan ülkelerde rastlamak mümkün.

Kadıköy Belediyesi'nin gönderdiği e-postaya göre, Sahra Hastanesi, çadır ve helikopter alanları, bin kişilik mutfağıyla, Selamiçeşme'deki 11 hektarlık Özgürlük Parkı deprem sonrasına hazır.

Peki ya deprem öncesi?

Kadıköy'un hasarlı, yenilenmesi gereken binaları tek tek tespit edildi mi? Edildiyse ne gibi önlemler alındı?

Soruları dün ziyaret ettiğim Belediye Başkanı Selami Öztürk'e soruyorum.

Kadıköy Belediyesi 6-7 aydan beri projeli ve projesiz evleri tespit etmeye uğraşıyormuş.

Kozyatağı, Erenköy, Kızıltoprak gibi bölgelerde projesi olmayan ev yok gibi.

Ancak daha yukarı çıkınca sorunlar başlıyor.

Düşünün ki, Fikirtepe'de projesi olmayan 7 katlı bina mevcut. İnsanlar imar affından yararlanmış, üstüste katları yığmışlar.

Bu arada bir parantez: Dün İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Cemal Gökçe'nin çok yerinde bir uyarısı vardı. Gökçe, genel seçimlerin yaklaşmasıyla kaçak yapıların artabileceğini söylüyordu.

Biliyorsunuz seçim dönemlerinde, siyasilerin imar affı vaadleriyle her yerde mantar gibi binalar bitebilir.

Her neyse, Kadıköy'e dönersek, Selami Öztürk'ün verdiği bilgiye göre, envanter bir ila bir buçuk yıl sonra tamamlanabilecek.

Oturduğunuz mahallenin, evin durumunu internetten öğrenebileceksiniz.

Öztürk ‘‘E-Belediyecilik var, E-Kadıköy'de yolda’’ diyor.

Kadıköy Belediyesi çalışmalarını Devlet İstatistik Enstitüsü ve Tapu Dairesi, muhtarlıklarla birlikte sürdürüyor.

Belediye, işleri çabuklaştırmak için Tapu Dairesi'nin bilgisayarlarını bizzat tedarik etmiş. Kadıköy'ün tüm imar arşivi bilgisayara aktarılıyor..

Elde edilemeyen bilgileri ise 10-15 kişilik ekipler saha çalışmalarıyla tamamlayacak.

Kadıköy Belediyesi'nin depreme yönelik diğer çalışmalarına gelince.

Bir tanesi ‘‘Beton ve Zemin Laboratuvarı’’.

Binanızın sağlıklı olup olmadığını laboratuvarın testleriyle öğrenebiliyorsunuz.

Bir diğeri ‘‘Mahalle Afet Gönüllüleri’’ programı.

Eğitimden tutun da, mahalle organizasyonlarına kadar herşeyin sorumluluğunu alan gönüllü grupları giderek çoğalıyormuş.

Şimdiye kadar 13 grup oluşmuş.

Ben Çiftehavuzlar'da oturuyorum. Bizim mahallede henüz böyle bir örgütlenmeden haberdar değilim.

Selami Öztürk ‘‘Ben çok karamsar değilim. Kadıköy'un zemini genellikle sağlam. Ama herkesin önlemini alması gerek’’ diyor.

30-35 yıllık binaların bazı durumlarda yenilenmesi gerektiğini söylüyor.

Ancak bu noktada kat mülkiyeti yasasında küçük bir değişikliğe ihtiyaç var. Zira 20 dairelik bir apartmanda örneğin, iki daire karşı çıktığı takdirde bina yıkılamıyor.

Nüfusu 2000 yılında 780 bin olarak tespit edilen Kadıköy ile ilgili deprem çalışmaları özetle böyle. Daha fazla bilgi isteyenler belediyenin www.kadikoy-bld.gov.tr sitesine göz atabilirler.

Köpek sahiplerine çok özel


KADIKÖY Belediye Başkanı ile sohbette, beni çok yakından ilgilendiren iki meseleyi de açmadan edemedim.

Bir tanesi Kadıköy yakasına musallat olan hırsızlar, diğeri köpek sahipleri.

Selami Öztürk de, Kadıköy'un ve özellikle sahil kesiminin hırsızların için bir çekim merkezi olduğunu kabul edilyor.

Ne yazık ki, belediyenin elinde hırsızlarla baş etmenin araçları yok.

Köpek sahiplerine gelince...

Bizim yakada oturanların artık canlarına tak etti.

Yollar, parklar köpek pisliğinden geçilmiyor.

Meğer Öztürk, Bağdat Caddesi'ne köpek sahiplerini uyarmak ve torba kullanmalarını sağlamak için tabelalar astırmış iki, üç yıl önce.

New York'ta, Manhattan'daki tabelalardan örnek alınarak yapılan tabelalar benim dikkatimi çekmedi doğrusu.

Yürüyüş ve bisiklet yolunun olduğu, insanların çimenlere uzandığı sahil şeridine gelince buranın düzenlenmesi Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü tarafından yapıldığı için Kadıköy Belediyesi pek müdahale edemiyor. Ancak şikayetim üzerine Öztürk, köpek sahiplerini uyarmak üzere kadın zabıtayı görevlendireceğini vaad etti. Zabıtaların yanında köpek sahiplerine takdim etmek üzere torbalar da olacakmış.

Ben uyardığım kişilerden çoğu zaman terbiyesizce tepkiler aldım.

Umarım zabıtalar daha başarılı olur.

Çin devleşiyor ama ne pahasına


ZONGULDAK'ta kaçak madenlerde çalışan çocuklarla ilgili yazımla ilgili okurlardane-postalar geliyor ancak eğitimle uğraşan STK'lardan bu konuda herhangi bir ses yok.

Okula gidecekleri yerde bu madenlerin yolunu tutan çocuk-madenciler bu STK'ların alanına girmiyor mu? Merak ediyorum.

Bizden Çin'deki çocuk-madencilede geçiyorum. Biliyorsunuz Çin her alanda devleşiyor.

Tekstil, inşaat, enerji alanlarında Türk şirketlerinin karşısına rakip olarak çıkıyor.

Ama ne pahasına?

Le Point Dergisi'nin yer verdiği bir araştırmanın sonuçları: 2001 yılında kömür ve altın ocaklarında sağlıksız koşullardan ötürü ölen çocuk işçilerin sayısı 10 binin üzerinde.

Ölenlerin çoğu da ayda 130 euro karşılığında (200 milyon gibi) yerin 400 metre altına inenler.

Çin devleşmenin bedelini ağır ödüyor.
Yazının Devamını Oku