Gila Benmayor

Kara bulut geliyor gökyüzünü yara yara

18 Ağustos 2002
<B>MUTFAKTAKİ</B> musluğu sökmeye çalışan genç tesisatçıdan aldım kötü haberi: ‘‘Duvar çok ince, beton kum gibi dağılıyor.’’

Zaten söylemesine de gerek yoktu.

Yan odanın duvarının nasıl çatladığını gözümle gördüm.

Kabul edin ki, tam 17 Ağustos'un 3. yıldönümünde, oturduğum evin pek de sağlam olmadığını duymak küçük çaplı bir şoktu.

Tatsız gerçekle bir kez daha yüzyüze gelen sadece ben değilim.

Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'nın, hafta ortasında Afet Koordinasyon Merkezi'nin açılışında dağıttığı haritaya bakarsanız İstanbul'un üçte ikisinin yıkılıp yeniden yapılması gerekiyormuş.

Gürtuna ‘‘1 milyar dolar İstanbul için yeter’’ demiş.

Peki üç yıl zarfında İstanbul için ne yapıldı?

Ortaya bir sürü proje atıldı, ‘‘1 milyon kişinin taşınması gerek’’ dendi, kampanyalar düzenlendi.

Netice sıfır.

Zira, Ankara'nın ilgisizliğinden ve koordinasyon eksikliğinden gerekli adımlar atılamadı.

İstanbul kaderiyle başbaşa.

Şehrimizden şöyle bir Orta Avrupa şehirlerine doğru uzanalım.

Sel felaketi nedeniyle Prag’da, Dresden'de yaşananları okudunuz.

Kuşku yok ki, seller ‘‘çivisi’’ oynayan iklimin cilvesi.

İklimi çileden çıkartan da büyük oranda insanlar.

Meselá, Birleşmiş Milletler'in son bir raporuna göre, yılın belirli aylarında, Güney Asya'nın üzerinde görülen 3 kilometre kalınlığındaki dev siyah‘‘kirlilik bulutu’’ iklimi tehdit eden unsurlardan bir tanesi.

Bulutta, külden aside ne ararsanız mevcut.

Yeryüzüne ulaşan güneş enerjisini yüzde 10 oranında azaltıyormuş.

Çin ve Hindistan'daki nüfus yığılması bulutu büyütüyormuş.

Diyelim ki, 1 milyon Çinli'den yarısı evlerinde odun kullanıyor, ya da 900 milyon Hintli’den üçte biri ölülerini yakıyor.

Bunların bulutu nasıl şişirdiğini düşünebiliyor musunuz?

Çevre kirliği, iklim değişikliği, 25 yılda iki milyarı bulacağı hesaplanan dünya nüfusu bunların hepsi 26 Ağustos'ta Johannesburg'daki ‘‘Dünya Sürdürülebilir Kalkınma’’ Zirvesi'nde ele alınacak.

Belki hatırlarsınız 10 yıl önce Rio'da yapılan zirvede de aynı şeyler tartışılmıştı.

O günden bu yana dünyada pek fazla şey değişmedi.

Şimdi Johannesburg Zirvesi'yle ilgili hazırlıkları okuyorum da...

Zirve, dünyanın ilk ‘‘yeşil’’ mega zirvesi olacakmış.

50 bin delege çevreye zarar vermeyen otobüslerde yolculuk edecekmiş, konferanslarda geri dönüşümlü kağıtlar kullanılacakmış, plastik yerine kuru otlardan imal edilmiş sepetler verilecekmiş vesaire...

10 yıl sonra Johannesburg Zirvesi'nin nasıl fareler doğurduğunu da okuruz elbet.

Karamsarlığımın müsebbibi, dünya selleri ve çevre felaketini konuşurken ajanslarda okuduğum şu haber: Coca Cola ile Pepsi Cola, rekabetlerini ta Himalayalar’ın tepesinde sürdürüyormuş.

Nasıl mı?

Mikro-organizmalar barındıran yosun tutmuş o muhteşem kayaları rengárenk boyalarla boyayarak reklam veriyorlarmış.

Bilmem derdimi anlatabildim mi.
Yazının Devamını Oku

Iğdırlıların Erivan çıkarması

16 Ağustos 2002
<B>SEÇİM</B> 2002 turları, hiç kuşkunuz olmasın bizi Türkiye'nin tüm şehirleriyle yakınlaştırdı.<br> Görmediğimiz ama meslektaşlarımızın yazdıkları şehirlerle daha fazla ilgilenir olduk, insanlarını daha yakından tanıdık.

Türk-Ermeni İş Konseyi Başkan Yardımcısı Noyan Soyak'ın Iğdır ile ilgili e-postası da, Iğdırlıların nabzını tutan Esat Yılmaer'in yazdıklarıyla birleşince ortaya ilginç bir tablo çıktı.

Iğdır, nüfusunun yaklaşık yüzde 50'sinin Azeri olduğu, MHP'nin ağırlığının hissedildiği bir şehir.

Halk, 3 Kasım'da kendisini hayal kırıklığına uğratan MHP'li yöneticileri cezalandırma eğiliminde olsa bile, Iğdır milliyetçi rüzgarların etkisinde nicedir.

Ne var ki ticaret milliyetçi rüzgarları filan dinlemiyor.

Noyan Soyak'ın e-postasından öğrendiğime göre, Iğdır Sanayi ve Ticaret Odası başkanlığında, Iğdır, Kars, Ardahan'dan yaklaşık 40 işadamı bugün Ermenistan'a doğru yola çıktı.

Iğdır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Tayyar Oral, geçen yıldan beri Türk-Ermeni İş Konseyi'nin Ermenistan'a bir gezi düzenlemesini istiyormuş.

İki aydır Erivan ile sürdürülen temaslar sonucunda nihayet tarih belli olmuş.

Iğdır Sanayi ve Ticaret Odası'nın üyelerinin gerçekleştirdikleri ihracat 240 milyon dolar.

Ticaret daha fazla Nahcivan ve İran ile yapılıyor.

İnşaat malzemeleri, gıda ürünleri gönderiliyor oralara.

Kars ve Iğdır'a yaptığı gezilerden yeni dönen Noyan Soyak'ın ‘‘Kars'tan sonra Hong Kong’’ gibi dediği Iğdır'a İran ve Nahcivan ticareti yeterli gelmiyor.

Şehir ufkunu genişletmek istiyor.

Böyle bakınca, Iğdırlı tüccar için Ermenistan ciddi bir pazar.

Sınır kapısının kapalı olması nedeniyle Gürcistan üzerinden Ermenistan'a geçen işadamlarının programında önce Gümrü var, ardından Erivan.

Erivan Ticaret Odası, Türk-Ermeni İş Konseyi'nin eş başkanı Armen Gazaryan ile görüşmeler yapacak olan grup Erivan'daki Iğdırlılar Derneğiyle de buluşacakmış.

Sözünü ettiğim ziyaret, sınırın iki yakasında yaşayan işadamlarının yakınlaşmaları için büyük bir fırsat.

Doğulu üreticinin ürünü sanal pazarda

SÖZ Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilere değinmişken, Türk-Ermeni İş Konseyi'nin, iki ülkeyi ilgilendiren başka bir projesine değinmek istiyorum.

Amerikan Üniversitesi ve Evrensel Barış Merkezi'nin desteğiyle yürütülen projenin adı ‘‘Toptan Tarım Ürünleri Pazarı’’.

Projenin esası, sanal ortamda Doğu ve Güneydoğulu üreticilerin ellerinde kalan ürünleri hem iç piyasada, hem dış piyasada değerlendirmek. İstatistiklere göre, bu üreticilerin ürünlerinin yüzde 40-45'ini devlet topluyor. Yüzde 2-3'lük pay üreticinin kendi ihtiyacına ayrılıyor.

Geriye kalanı büyük oranda ziyan oluyor.

Kısa adıyla TÜTP projesi çercevesinde, Doğu ve Güneydoğu'daki tarım ürünlerinin bilgileri toplanacak.

Bir bilgi bankası oluşturulacak.

Ürünlere gelecek talepler anında üreticiye yansıtılacak.

Noyan Soyak, ‘‘Yanlış anlaşılmasın bizim amacımız e-ticaret değil’’ diyor. ‘‘Sadece üretici ile pazarı buluşturmak. Nakliye ve kontrat konusunda yardımcı olabiliriz.’’

Meselá Şanlıurfalı bir üreticiden ‘‘Ektiğim kimyonu nasıl değerlendirebilirim’’ diye bir soru gelmiş.

Projenin yürütülmesi için Türk-Ermeni İş Konseyi Erzurum ve Kars'ta temsilcilikler açmış.

Burada çalışan gençler, köy köy dolaşıp, ürünlerle ilgili bilgi toplayıp bunları internet üzerinden gerekli yerlere aktarıyorlar.

Projenin ilginç yanı, Ermenistan ile eş zamanlı yürütülmesi.

‘‘Toprak aynı, ekilen ürünler benziyor. Bu yüzden ilerde iki ülkenin üreticileri arasında bir işbirliği de olabilir’’ diyor Soyak.

Proje ile ilgilenler için web adreslerini veriyorum: www.vawm-turkiye.com ve www.vawm-armenia.com.

Bu da havlu alanı reytingini

TURİZM Bakanı Mustafa Taşar'ı sevindirecek bir haber.

Turizm reytinglerinde iyi bir puan daha aldık.

İngiltere'nin en büyük turizm şirketlerinden Thomson'un gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, turistin havlusunu rahatça serebileceği, yanındakinin cep telefonu sohbetini dinlemek zorunda kalmayacağı geniş plaj ve kumsallara sahibiz.

Londra büromuz muhabirlerinden Faruk Eskioğlu'nun haberine göre, dünya turizmindeki kıyasıya rekabete ‘‘Towel Territory Rating’’ TTR yani ‘‘Havlu Alanı Reyting’’i kavramı da eklenmiş.

Ne diyor İngiliz turizmciler?

‘‘Kumsalın temiz olması kadar, turistin havlusunu rahatça serebilmesi de önemlidir. Turistler yer seçiminde TTR'yi de artık dikkate alıyorlar’’

Thomson araştırmasını gerçekleştirirken, insanların sardalya gibi yanyana dizildikleri Bodrum plajlarına bakmış mı bilmiyorum ama sonuç şöyle:

İspanya'da Costa Del Sol kumsalında turistlerin havlularını serebildikleri alan 1.1, Korfu'da 4.3, Fethiye'de 5.1.
Yazının Devamını Oku

Demirel GAP'ı kaptırmadı bende Filyos'u kaptırmam

13 Ağustos 2002
<B>ZONGULDAK </B>izlenimlerine kaldığım yerden devam ediyorum. Geçen hafta Türkiye Taş Kömürü Kurumu'nun, şehir ve Zonguldaklılar için ne anlama geldiğini anlatmaya çalışmıştım.

Dilerseniz özetle hatırlatayım.

TTK'nın yaşaması ne denli önemliyse, ‘‘iş-aş’’ deyince TTK'dan başka seçenekleri olmadığını düşünen Zonguldaklılar için de yeni iş alanları, yeni yatırımlar o denli önemli.

Bu yüzden Zonguldaklılara yeni imkanlar sunan ve şehirde olduğum sürece sıklıkla kulağıma çalınan ‘‘Filyos’’ Projesinden söz edeceğim.

Filyos, Zonguldak şehir merkezinden yaklaşık 20 kilometre uzaklıkta deniz kıyısındaki antik bir yerleşim merkezi.

Yaklaşık 10-12 yıl kadar önce Valilik ve Bayındırlık Müdürlüğü o bölgede liman, organize sanayi bölgeleri, kömüre dayalı termik santral ve serbest bölge alanları oluşturulması için harekete geçiyor.

‘‘Türkiye'nin GAP'tan sonra ikinci kalkınma projesi’’ olarak anılan projeye Hazine 1997 yılında 1,5 trilyon ödenek ayırıyor.

Haydarpaşa Limanı'nın 5 katı büyüklüğündeki limanın ihalesi üç yıl önce Kardemir Karabük Demir Çelik'e kalmış. Ancak Kardemir'in bugün içinde bulunduğu durum malum. Bu yüzden ortada liman filan yok henüz.

Yine projeyle bağlantılı olarak yapılan havaalanı da iki yıl önce tamamlanmış ama kullanılmıyor.

Zonguldak Havaalanı niye kullanılmıyor diye sorduğumda aldığım cevap şöyle: ‘‘Sanayi henüz oluşmadı.’’

Peki havaalanı yapımına başlanmadan önce de öyle değil miydi?

Yazık değil mi bir havaalanının kullanılmadan, bomboş kalmasına.

Anladığım kadarıyla, proje devlete ait olmasına rağmen, özellikle seçim döneminde partiler bunu kendilerine mal ediyorlar.

Öyle ki, DYP İl Başkanı Mustafa Taştan projeyi ayrıntılı bir şekilde anlatınca Filyos'un partinin kendi projesi olduğunu sandım önce.

Zonguldak DYP milletvekili, bir dönem Ulaştırma Bakanlığı yapan Ömer Barutçu özellikle projeye sahip çıkmış.

Barutçu'nun ‘‘Demirel GAP'ı kimseye kaptırmadı, bende Filyos'u kimseye kaptırmam’’ dediği de söyleniyor.

Zonguldak'ın kurtuluşu gibi görünen projenin siyasiler tarafından pompalanmasına rağmen sokaktaki adam buna ‘‘siyasi bir masal’’ gözüyle bakıyor.

Mesela, Esnaf ve Sanatkárlar Odaları Birliği Başkanı Muharrem Çoşkun‘‘Filyos hayata geçemez’’ diye kestirip atıyor.

DSP'den istifa etti şimdi bağımsız


ZONGULDAK'ta iken, DSP'den istifa ederek Yeni Türkiye Partisi'ne geçen Belediye Başkanı İsmail Eşref ile görüşme fırsatım olmadı. Çünkü kendisi şehir dışındaydı.

İstifa furyasında Eşref'in Belediye Başkanlığını da bıraktığı söylenmişti.

Ancak telefonla görüştüğüm İsmail Eşref, Yeni Türkiye Partisi'nin beklentilerini karşılamadığını bu yüzden şimdi bağımsız olduğunu söylüyor. Gerçekten de, yaptığım görüşmelerde YTP'nin Eşref'i birinci sıradan milletvekilliğine aday göstereceği söyleniyordu.

Demek ki, hesaplar başkaymış.

Neticede DSP'den istifa eden Belediye Başkanı 8 Ağustos'tan bu yana bağımsız.

6 yıldan beri görevde olan Eşref, iki yıl daha işinin başında.

1899 yılında kurulan belediyenin 103 yıldan beri şehirde altyapıyı tamamlamaya çalıştığını anlatıyor Eşref.

Şehrin en önemli alt yapı sorunlarından bir tanesi de limana, denize ve Acılık deresine direkt akan kanalizasyon.

Kanalizasyon şebekesinin tamamlanması için 18.5 milyon dolara ihtiyaç var.

Belediye üç yıl önce İspanyollardan düşük faize kredi bulmuş.

13.5 milyon doları İspanyollar verecek, geriye kalan 5 milyon iç kaynaktan sağlanacak.

İspanyollar projenin ihalesini açmış, değerlendirme aşamasına gelmiş.

İsmail Eşref ‘‘Ecevit bizzat DPT'ye talimat verdiği halde üç yılda geldiğimiz nokta bu’’ diyor.

Daha Hazine'nin de onayı var.

O da kolay iş değil.

Yani Zonguldaklıların kanalizasyon şebekesine kavuşmaları zor mu zor.

Zonguldak'ın değişim öyküsü


DEDİĞİM gibi Zonguldak ‘‘Godot'yu bekler’’ gibi yeni yatırım bekliyor. Sanayinin yanısıra, inanılmaz doğal güzellikteki bu şehrin turist akınına uğraması işten bile değil. Ancak şehirde doğru dürüst bir turistik tesis yok.

İsmail Eşref, TTK'ya ait bir arazide bir tesis kurma çalışmalarına başladıklarını ve ihale aşamasına geldiklerini söylüyor.

Zonguldak'ta yatırımı düşünenler için son derece önemli bir kitap önermek istiyorum: ‘‘Dört Maden Kentinin Değişim Öyküsü’’.

Uzun yıllar Mimar Sinan Üniversitesi'nde ders veren Engin Erkin'in kitabı, dört maden şehri Zonguldak, Kozlu, Kilimli ve Çatalağzı'nın, 1970-1996 arasında kaydettiği gelişmeleri ortaya koyuyor.

Sosyal yapının değişimini analiz eden önemli bir kitap.

Şu AB Neyin Nesi (2)


GEÇTİĞİMİZ salı günü bu sütunlarda TURKAB'ın yayınladığı ‘‘Şu AB Neyin Nesi’’ kitapçığı ile ilgili telefon ve mail yağdı.

TURKAB'ın adres ve telefonlarını yeniden vermekte yarar görüyorum.

Adres şöyle: Barbaros Bulvarı 24/10 Balmumcu-Beşiktaş 80700 İstanbul

Tel: 0212 2754674- 2754694

Fax: 0212 2754676

email: turkab: turk.net

web adresi; www.turk-ab.org
Yazının Devamını Oku

Biri kamyoncuları duymuş olmalı Savaş rüzgarı tersine esiyor

11 Ağustos 2002
<B>FOTOGRAFÇI Oliviero Toscani</B> ile <B>Benetton</B>'un çıkarttığı <B>Colors </B>Dergisi'nin yolları ayrılalı neredeyse iki yıl oluyor. Amerikalı idam mahkumlarını görüntüleyince, ABD'de Benetton mallarına boykota kadar varan kızılca kıyamet kopmuş, Toscani de şapkasını alıp gitmişti.

Colors Dergisi onsuz da pek güzel çıkıyor.

Son sayısını, ‘‘yol’’ kavramına ve ‘‘kamyonculara’’ ayırmış.

Rus, Amerikalı, Faslı kamyon sürücülerinin hikayeleri arasında ilk sayfalarda, Türkiye ile Irak arasında kaçak petrol taşıyan Türkiyeli Kürt kamyoncuların hikayeleri var.

Cizre'de, Renkli Fotograf Stüdyosu'nun ağaçlı, çiçekli panolarının önünde pek ciddi bir ifadeyle fotoğraflarını çektirmiş olan kamyon sürücüleri neler anlatıyor?

‘‘18 çocuğum var’’ diyor Mehmet.

Adlarını altıya kadar bir solukta sıralıyor. Altıdan sonra duraksıyor ‘‘yedincisinin adı neydi’’ diye.

Sonra petrol peşinde Irak'a yaptıkları yolculukların ne denli tehlikeli olduğunu anlatmaya başlıyor.

‘‘Sürekli yolumuz kesiliyor. Kimi zaman Saddam'ın askerleri, kimi zaman Kürt militanlar bizi soyup soğana çeviriyor. O topraklar o kadar karışık ki bize saldıranların kim olduklarını anlamıyoruz bile.’’

Abdullah
, Sevdim, Cemal, Şaban ve diğerleri kamyonlarını 1991 Körfez Savaşı'ndan sonra almışlar.

5 bin dolara aldıkları kamyonları bugün değersiz mi değersiz.

Borç harç yaşamlarını güçlükle sürdürürken şimdi de ABD'nin Irak'a saldırma planları başka bir kábus.

‘‘ABD Irak'a saldırırsa, göçmenlerin istilasına uğrayacağız. Bu beş yıl daha ekmeksiz kalacağız anlamına gelir.’’

Vallahi yukarılarda birileri kamyoncuların seslerini duydu mu nedir son günlerde esen hava ‘‘Irak'ta bir savaş olmayacağı’’ yolunda.

BLAIR'E BASKI

Bir kere Irak krizinde Başkan Bush'un en yakın müttefiki gibi görünen İngiltere Başbakanı Tony Blair yelkenleri suya indirmek üzere.

Nasıl indirmesin?

İngiliz halkının yüzde 52'si ‘‘savaşa hayır’’ demiş.

Dini kuruluşlar, eski politikacılar baskılarını giderek yoğunlaştırıyor.

Blair'in durumu kritik.

Fransa zaten başından beri savaşa karşı.

Almanya Şansölyesi Shröder, seçim kampanyasının ortasında olmasına rağmen her gün Irak saldırısına karşı olduğunu tekrarlayıp duruyor. Hatta böyle bir saldırının teröre karşı oluşturulan ittifakı çatlatacağını iddia ediyor.

İşin diğer bir boyutu da, savaşın arkasındaki gerçek neden olan petrolün değerinin saldırı durumunda ne olacağı.

‘‘Petrolun varili 60 dolara fırlar’’ diye iddia eden de var, ‘‘6 dolara düşer’’ diye iddia eden de.

Washington'daki duruma gelince, ‘‘illa Saddam'ı devireceğiz’’ diyenler giderek mevzi kaybediyor. Zira hem kongreden itiraz sesleri yükseliyor, hem yönetimin Saddam'ı devirmekten başka öncelikleri olduğu kafalara dank ediyor.

Fransa'da Saint-Cyr askeri akademisinde öğretim görevlisi olan Profesör Jean-Louis Dufour, Liberation Gazetesi'ndeki yazısında ‘‘Irak savaşı olmayacak’’ başlığını kullanmış.

Ne álá...

Başımızdaki seçim meselesi bize yeter de artar bile...
Yazının Devamını Oku

TTK nasıl yaşatılabilir?

9 Ağustos 2002
<B>SEÇİM </B>2002 turu için Zonguldak'a yola çıkmadan tam bir gün önce, odamda gazeteleri toplamakta olan temizlik işçisi <B>Şenay Karabacak</B>'a içime doğmuş gibi <B>‘‘nerelisin’’ </B>diye soruyorum. Zonguldaklı çıkmasın mı?

Oturtuyorum Şenay Karabacak'ı karşıma, Zonguldak'ı anlattırıyorum.

İlk kez onun ağzından, bir Zonguldaklı için TTK'nın, yani Türkiye Taşkömürü Kurumu'nun ne anlama geldiğini duyuyor ve öğreniyorum.

Babası TTK emeklisi.

Emekli ikramiyesiyle Karabük'te bir ev ve bir arsa almış.

Kendisi de TTK'ya girmek için çok uğraşmış ama başaramamış.

Gönlü TTK'da. Zira kurum hem para, hem mevki demek.

‘‘TTK'ya girersen Zonguldak'ın en güzel kızı senin olur’’ diyor.

Şenay Karabacak'tan Zonguldak ile ilgili bir ipucu daha yakalıyorum.

İşsizlik.

6 erkek kardeşinden dördü işsizmiş.

Zonguldaklı TTK'ya endeksli. Eğer kuruma işçi olarak giremezse çalışmak için fazla alternatifi yok gibi görünüyor.

CHP İl Başkanı Harun Akın ne diyor?

‘‘Gençlere TTK dışında birşey sunamıyoruz. Çünkü inandırıcı gelmiyor onlara.’’

Peki ya TTK'nın durumu ne?

Her Zonguldaklı'ya ekmek kapısı olması mümkün mü?

Belki de esas soru şu: ‘‘Yaşaması mümkün mü?’’

Zira başta madenciler olmak üzere konuştuğum birçok kişi TTK'nın yaşatılmak istenmediği endişesini taşıyor.

Üç yıldan beri TTK'nın başında olan Ömer Yenel ile konuşuyoruz.

O dönemde TTK'dan sorumlu Şükrü Sina Gürel tarafından kurumun başına getirilen Ömer Yenel'den burada herkes sevgiyle söz ediyor.

Sendikacılar bile, ‘‘Yenel olmasaydı TTK belki de kapatılmış olurdu’’ diye konuşuyor.

ZARAR DÜŞÜŞTE

Bir zamanlar 50 bin işçisi olan TTK'da bugün çalışan işçi sayısı 14 bin 500.

1942 yılında kurulduğundan bu yana kurum hep zarar etmiş.

Geçmişte 600 milyon dolarlık zararlar kaydetmiş.

Ne var ki, Ömer Yenel işbaşına geldikten sonra zarar hep düşüşte. 2000 yılında zarar 320 milyon dolar iken 2001'de 212 milyon dolara düşmüş.

2002 için öngörülen rakam 150 milyon dolar.

En çok zarar eden KİT sıralamasında ikiden beşinci sıraya gerilemiş.

TTK'ya her ay devletten 27-28 trilyon geliyor.

Yenel'in verdiği bilgiye göre, TTK'lı bir işçinin yıllık ortalama maliyeti 13 bin 500 dolar.

‘‘TTK değil, hiçbir kurum bu maliyet karşısında ayakta kalamaz.’’

Maliyet yüzünden ithal kömürle rekabet güçleşiyor.

Çünkü örneğin, Güney Afrika ayda 50 dolara işçi çalıştırabiliyor.

Ancak Yenel TTK'nın mutlaka yaşaması gerektiğine inanıyor. Tüm çabası kurumun rasyonel bir yapılanma ile ayakta kalması.

Üç yılda 7 bin 500 işçi emekli olmuş.

Yeraltında çalışanların 20 yılda emekli olup, yerlerine gençlerin alınması bir çözüm gibi görülüyor. Maden-İş Sendikasıyla oturup, yapılan pazarlık sonucu sıfır maliyetle kan değişimi sağlanmış.

TURİZME AÇILACAK

Yenel
'in kömür çıkarma maliyetini düşürmek için yeni projeleri var.

Yeni teknolojilerle daha derinlerde kuyu kazmak mesela bunlardan bir tanesi. Ziyaret ettiğim Karadon ocağında Çinli bir ekip böyle bir proje üzerinde çalışıyordu.

TTK'nın şimdiye kadar üstlendiği hizmetleri özel sektöre devretmek işin başka bir boyutu. Bu Zonguldaklılar için yeni iş alanları anlamına da geliyor.

Kuruma ait binaların, arazilerin satışından 1.2 trilyonluk bir gelir elde edilmiş. Bu rakam daha da büyüyecek çünkü Yenel, kurumun kullanmadığı tüm arazilerin satılabileceğini söylüyor.

TTK Başkanı'nın bir de turizmle ilgili projesi var.

Kullanılmayan eski maden ocağı Çaydamar'ı turistlere açma hazırlıklarına başlamış. Ocağı ziyaret edenler, madenciler gibi yerin altına inebilecekler. Aynen Johannesburg'un göbeğinde, turistlerin kaynadığı eski elmas madeni gibi.

''TTK'yı ve Zonguldak'ı birbirlerine bağımlılıktan kurtarmalıyız'' diyor Ömer Yenel haklı olarak.

Zonguldak kaçak işçi cenneti

ZONGULDAK ve TTK'yı birbirlerine bağımlılıktan kurtarmak iyi de, kaçak işçileri ve özellikle çocukları kim kurtaracak?

Bu şehirde bana en çarpıcı gelen şeylerden biri de, kaçak maden ocaklarında kaçak çalışan işçilerin sayısı.

İddialara göre, Zonguldak ve çevresinde en az TTK işçileri kadar kaçak işçi varmış.

Ne yazık ki bunların pek çoğu da çocuk.

Zonguldak'ta iki gün boyunca bana refakat eden Doğan Haber Ajansı'nın yetenekli genç büro şefi Mustafa Özdemir, geçtiğimiz nisan ayında Gelik Beldesi'nde yaşları 9 ile 16 arasında değişen bu çocuk-madencilerin hikayesini yazmış.

Müthiş de resimlerini çekmiş.

Zonguldak'ın kömür rezervi olarak en zengin bölgesi olan Gelik'te halkın yüzde 95'i geçimini kömürden sağlıyor. Kimi zaman tüm aileler çalışıyor ocakta.

Çocuklar ise günde 2 ya da 3 milyona iniyormuş yerin altına.

Mustafa Özdemir haberinde yazmış. 1865 yılında ocaklardaki çalışma ortamını düzenlemek için çıkartılan Dilaver Paşa Nizamnamesi'nde maden işçiliğine başlama yaşı 15 olarak belirlenmiş. Oysa bugün Mustafa'nın belgelediği tabloda 9-10 yaşlarındakiler bile çalışıyor.

İşin başka bir boyutu da Zonguldak Valiliği'nin ‘‘çocuk-madenci’’lerin varlığını inkar etmesi.

İnkar neyi değiştirecek ki...

Resimler, çocuklar, herşey ortada.

Ne demiş Orhan Veli?

‘‘Siyah akar Zonguldağın deresi

Yüzkarası değil, kömür karası

Böyle kazanılır ekmek parası.’’
Yazının Devamını Oku

Faruk Şen: 2010'da Avrupa Birliği üyesiyiz

6 Ağustos 2002
<B>ALMANYA</B>'daki Türkiye Araştırmalar Merkezi Direktörü Profesör Dr. <B>Faruk Şen</B> Avrupa Birliği konusunu en iyi bilen kişilerden biridir. Láf aramızda, Avrupa'daki Türkler de ondan sorulur.

TBMM'deki tarihi oylamadan sonra görüşünü almak için aradığımda Bodrum'da tatil yapıyordu.

Bakın neler söyledi.

‘‘Artık Türkiye'nin önünü kimse kesemez. Gerek Konsey Başkanı Prodi, gerek AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu temsilcisi Vertheugen ne demişti? Kopenhag kriterlerini yerine getirin öyle gelin. İşte getirdik. Kimse önümüzü kesemez.’’

Şen
'e göre, 15 Ekim tarihinde Brüksel'de açıklanacak İlerleme Raporu'nda Türkiye'ye ‘‘yeşil ışık’’ yakılacak ve 12 Aralık Kopenhag Zirvesi'nde görüşmeleler için gün verilecek.

Peki görüşmeler ne zaman başlar, ne kadar sürebilir?

‘‘Türkiye, uyum sağlayacağı 31 maddeden zaten 18'ini tamamlamış durumda. Düşünün ki Polonya 1998 yılında pazarlığa oturduğunda hiçbir maddede uyum sağlamamıştı. Bu yüzden bizim görüşmeler hızlı ilerleyecek. 2003 yılında başlarsa 2007 ile 2010 arasında tamamlanır.’’

Faruk Şen
'in iddiası o ki 2010 yılında 535 milyona ulaşmış, 28 üyeli Avrupa Birliği'nde yerimizi almış olacağız.

Burada bir hatırlatma.

Birkaç yıl önce Arı Grubu'nun İstanbul'da yaptığı bir toplantı sırasında konuştuğum, ABD Başkanı Bush'un danışmanlarından Richard Perle'nin de verdiği tarih 2010 idi.

TÜRKİYE'NİN KAZANCI

Şen
'e dönersek AB üyeliği durumunda Türkiye'nin kazançlarını şöyle sıralıyor:

812 üyeli Avrupa Parlamentosu'nda 74 parlamenterle temsil edileceğiz. Yani parlamenterlerin neredeyse yüzde 10'u Türkiye'den olacak.

İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya ile birlikte 29'ar oya sahip olacağız.

Avrupa Komisyonu'nda 800 ila 200 arasında uzman çalıştıracağız.

Avrupa Birliği Adalet Divanı'nda ve Sayıştay'da birer uzmanımız olacak.

Bugün Türkiye üye olsaydı 7.5 milyar Euro'luk karşılıksız yardım alacaktı. Yani üyelik durumunda IMF, Dünya Bankası'na artık ihtiyaç duyulmayacak.

Avrupa'ya tarımsal ve hayvansal ürünler ihraç edebileceğiz.

Serbest dolaşım hakkından yararlanacağız. Yani 90 gün içerisinde iş ve ev bulduğumuz takdirde Avrupa'nın her hangi bir şehrinde yaşamak mümkün olacak.

Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'nde söz sahibi olacağız.

Faruk Şen, Türkiye'nin AB üyeliğiyle yüzde yüz kazançlı çıkacağından emin.

Peki Avrupa'nın bizim üyeliğimizden kazancı ne olacak?

‘‘Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'da Avrupa'nın güvenilir bir müttefiki olacağız.’’

Bu bir.

İkincisi Avrupa'nın yeni yeni oluşturmaya çalıştığı çok kültürlü kimliğe, laik ve Müslüman bir ülke olarak farklı bir boyut katacağız.

Üçüncüsü, giderek yaşlanmakta olan Avrupa'ya, genç nüfusumuz ile önemli bir iş gücü bir sağlayacağız.

‘‘Düşünün ki, Almanya'nın iş gücü açığı 2.3 milyon. Daha genç bir nüfusa sahip İspanya'nın bile 1.4 milyon açığı var’’ diyor Şen.

Şen ile sohbetten sonra iyimserliğim arttı.

Hazırlan Avrupa geliyoruz.

10-12 Ekim tarihinde Türkiye-AB sempozyumu


TÜRKİYE Araştırmalar Merkezi, Federal Almanya Politik Eğitim Ajansı ile ortaklaşa önümüzdeki 10-12 Ekim tarihlerinde Klassis Oteli'nde bir sempozyum düzenlemeye hazırlanıyormuş.

Faruk Şen'den öğrendiğime göre, ilk kez Avrupalı 40 uzman burada, 40 Türk uzmanla biraraya gelip AB-Türkiye ilişkilerini tartışacak.

Sempozyuma Vertheugen'in de katılması bekleniyor.

İlerleme Raporu da zaten sempozyumdan tam üç gün sonra açıklanacak.

Şu AB neyin nesi?


TURKAP (AB-Türkiye İşbirliği Derneği), nin kitapçığı ‘‘Şu AB Neyin Nesi’’ tam Meclis'teki oylamadan sonra elime geçti.

‘‘Avrupa Birliği'ni tanımıyoruz’’, ''Üyelik bize ne kazandıracak'', ‘‘Halk AB konusunda bilgisiz’’ diye tartışmaların sürüp gittiği ortamda bu kitapçık oldukça işe yarayacağa benziyor.

Bu arada, kitapçığı gelir gelmez, ziyaretime gelen Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Kadri Şaman ve Mersin Kalkınma Ajansı'nın kurulması için odaya danışmanlık yapan Fransız uzman Gilles Heitz'a kaptırdım bile.

Allah'tan, TURKAP Başkanı Erdal Karatepe birkaç tane daha yolladı.

İsteyen olursa vereceğim.

Kitapçığa dönersek, Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecini hızlandırmak ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla kurulmuş olan TURKAP son derece faydalı bir iş yapmış.

‘‘Şu AB Neyin Nesi’’ kitapcığı AB'nin finansal ve hukuksal yapısından tutun, tüketici, çevre politikasına kadar bir sürü bilgiyi son derece kolay bir lisanla anlatıyor. Ekinde Gümrük Birliği'yle ilgili aydınlatıcı bilgiler var.

Kitapçığı edinmek isteyenler TURKAP'ın 212 275 46 74 numaralı telefonundan bilgi isteyebilirler.
Yazının Devamını Oku

Hollywood'un senaryoları CIA’e emanet edilirse

28 Temmuz 2002
<B>FİLMİN </B>adı <B>‘‘En Büyük Korku.</B> Yönetmeni Phil Alden Robinson.

Bizde 16 Ağustos'ta gösterime girecek.

Bir diğerinin adı ‘‘Gizli Ortak’’.

Yönetmeni Joel Schumacher.

O da 30 Ağustos'ta sinemalarda gösterilmeye başlanacak.

Bu iki filmin adlarını iyi aklınızda tutun.

Çünkü bunların her ikisinin senaryolarında CIA'in parmağı var.

Fransız Le Monde gazetesi, haberi manşetinden vermiş: ‘‘CIA Hollywood'un senaryolarını nasıl yazıyor’’ diye.

Her iki filmi görmeyeceğimi şimdiden ilan ediyorum.

Doğrusu komplo teorilerine pek de fazla itibar etmem.

500 dev Türk firması 2001 yılını 339 trilyon zararla kapadıysa, siyasi partiler AB konusunda aylardan beri aralarında anlaşamıyorsa, meclis gerekli reformları yapmaktan aciz ise, Kıyı Kanunu sahillerde gözetleme kulesine izin vermediğinden bir günde 15 kişi denizde boğuluyorsa, sorumluları dışarda değil içerde ararım.

‘‘Yabancı parmağı’’ diyenleri ciddiye almam.

Ama direkt CIA'den söz edilirse o başka.

Her taşın altından çıktığı yetmiyormuş gibi şimdi Hollywood'a da el atmış.

El atmak ne kelime, anladığım kadarıyla kendisini impoze etmiş.

Meğer, 11 Eylül sonrası Hollywood'un savaş, nükleer tehdit ve terörizm konulu filmlerinin hemen hemen tümünün senaryoları CIA'in ajanlarıyla birlikte hazırlanmış.

Hollywood ile CIA arasındaki ilişkilerden sorumlu Chase Brandon, Le Monde gazetesine verdiği demeçte açık yüreklilikle anlatıyor:

‘‘CIA Hollywood'un 1970, 1980'li yıllarda kendisini beyaz perdede küçük düşürmesinden, olumsuz imaj yansıtmasından hoşnut değildi. Filmlerde kahraman gibi değil kötü adam olarak lanse edilmekten bıkmıştı’’.

Kötü adamdan kahramana yatay geçiş yapmak için kolları sıvayan adam CIA Başkanı George Tenet.

Tenet
'in yeşil ışık yakmasıyla Brandon senaristlerle işbirliğine başlamış.

‘‘En Büyük Korku’’nun senaryosu, meselá, yapımcı şirket Paramount tarafından önce kendisine gönderilmiş.

Gergin Amerikan-Rus ilişkileri fonunda, Neo-Nazi bir terör örgütünün tesadüfen Suriye'de ele geçirdiği bir atom bombasının hikayesi bizim CIA ajanının pek hoşuna gitmiş.

‘‘Hikaye bana son derece inandırıcı geldi. Zaten yazar-senarist Tom Clancy Pentagon tarafından beğenilen bir isim. Ciddi araştırmalar yapıp, genellikle örgütümüzü olumlu yönleriyle ele alıyor.’’

Belli ki, CIA-Hollywood işbirliği Pentagon'un gözetiminde yapılıyor.

Geçtiğimiz aralık ayında gösterime giren başka bir savaş filmi ‘‘Kara Şahin Düştü’’nün prömiyerine ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in birlikte katılmış olmaları bu işbirliğinin kanıtı.

Le Monde'a kalırsa, Hollywood'u yakından takibe alan başkaları da var.

Başsavcı John Ashroft gibi.

Gazetenin iddiasına göre, o da El Kayde bağlantılı terörist Abdullah el-Mücahir'in tutuklandığını açıklamak için ‘‘En Büyük Korku’’nun vizyona girmesini beklemiş.

Hatta açıklamasını Rusya ziyareti sırasında yapmayı yeğlemiş.

Hollywood-CIA-Pentagon ilişkisi hayli karmaşık.

En iyisi mi bu aralar Amerikan filmlerine hiç gitmemek.
Yazının Devamını Oku

Coca-Cola, Okuyan'a nasıl 7 milyon Euro kazandırdı

26 Temmuz 2002
<B>KENDİNİZİ </B>bir an, mezuniyet töreninde şapkaların havaya fırlatıldığı şu meşhur <B>West Point </B>Akademisi'nde sanabilirsiniz. Oysa ABD'de, New York eyaletinde değil, Coca-Cola Türkiye Şişeleme Grubu'nun Ankara'daki fabrikasındayız.

Fabrika, Coca-Cola Kalite Sistem Ödülü'nü kazanmış, dünyadaki iki bin fabrika arasından sıyrılarak 10'uncu sıraya oturmuş.

Coca-Cola Avrasya ve Ortadoğu Bölüm Başkanı Ahmet Bozer ve Türkiye Genel Müdürü Ahmet Burak'ın katıldığı ödül töreninde işçilerin kasketlerini havaya fırlatmaları elbet normal.

İSO'nun ‘‘Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’’ raporunun ortaya karamsar bir tablo koyduğu gün, gerçek bir başarı öyküsüyle karşı karşıyayız.

Peki Coca-Cola Kalite Sistem Ödülü nedir?

Şirketin 1998 yılından beri uyguladığı bu ödül sistemi, daha verimli çalışmayı, düşük maliyeti ve kalitenin sürekliliğini içeren bir program esasında.

Ankara Coca-Cola, bu programın altyapısı ve eğitim faaliyetleri için yarım milyon dolar harcamış.

54 bin metrekarelik bir alan üzerine kurulu fabrikayı gezerken şöyle bir yazı ilişiyor gözünüze: ‘‘Pet üretim bölümünde 203 gündür iş kazası olmamıştır.’’

Ahmet Burak
ile sohbet ederken, Çalışma Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü'nün Avrupa Birliği için hazırladığı bir proje kapsamında Coca-Cola fabrikasının söz konusu programını örnek gösterdiğini söylüyor.

Ankara dönüşü meseleyi daha ayrıntılı olarak İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü Vedat Reha Mert'ten öğreniyorum.

Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'ın yeniden işlerlik kazandırdığı genel müdürlük, iş sağlığı ve güvenliğini sürekli kontrol edecek, işçileri eğitecek 21 laboratuvarın oluşturulması için bir proje hazırlamış.

Küçük bir parantez: İş kazaları biliyorsunuz bizde hayli yüksek rakamlara ulaşıyor. Mert'ten aldığım bilgiye göre, 2000 yılında 74 bin 847 iş kazası olmuş.

Projeye dönersek, devletin buna tahsis ettiği para ancak 200 milyar.

Oysa proje için ilk etapta 2 trilyon liraya yakın para gerekli.

Bunun üzerine Avrupa Birliği fonlarından yararlanmak üzere Brüksel'e başvuruluyor.

AB uzmanları Türkiye'de ‘‘projenize örnek olabilecek bir işyeri var mı’’ diye sorunca Ankara Coca-Cola fabrikası öneriliyor.

Fabrikayı gezen AB uzmanları memnun kalıyor.

Sonuçta, AB, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü'ne 7 milyon Euro vermeyi vaat ediyor.

Projenin ilk aşamasında 2 sabit, 2 mobil laboratuvar yapılması planlanıyor. Daha sonraki dönemlerde laboratuvar sayısı artırılacak.

Özetle, Türkiye'de günün birinde iş kazalarında düşüş olursa bilin ki bunda Ankara Coca-Cola'nın da payı var.

Buffet bastırdı Coca-Cola şeffaflaştı

FABRİKAYI gezerken Ahmet Bozer ile ABD'deki son şirket skandallarını konuşuyoruz.

‘‘WorldCom'un başına gelenler Coca-Cola gibi köklü bir şirketin başına gelmez herhalde’’ diye soruyorum.

İflas bayrağını çekenler yeni ekonomi şirketleri genellikle.

Bozer ‘‘Belli sermayeleri yoktu. Para çekmek için hikayeler yazıp borsada değerlerini şişirdiler’’ diyor.

Yüz yıllık mazisi olan Coca-Cola, eski ekonomi şirketi. 200'e yakın ülkede yatırımı var, yıllık cirosu 20 milyar doların üzerinde.

Ernst&Young tarafından denetleniyor. İç denetim mekanizması oldukça güçlü.

Peki kapitalist sistemin sorgulandığı, şirket yönetimlerinde reformların tartışıldığı günlerde Coca-Cola gibi eski ekonomi şirketleri de kendilerine çekidüzen verecekler mi?

Bozer ‘‘Elbet’’ diyor. ‘‘Başladılar bile.’’

Coca-Cola
'nın 14 Temmuz tarihinde aldığı kararla meselá, üst düzey yöneticilerine verdiği hisse paylarını (stock option) bundan böyle bilançolarına, gider kalemine yansıtacak.

Coca-Cola'nın bu kararı alması için, şirketin en büyük hissedarlarından ve yönetim kurulu üyesi Warren Buffet epey bastırmış.

Yıllardan beri ‘‘daha çok şeffaflığın’’ mücadelesini veren ‘‘dünyanın en ünlü yatırımcısı'' Warren Buffet aynı kararın, yöneticileri arasında bulunduğu Washington Post Co. için de uygulanmasını talep etmiş.

Coca-Cola'nın açtığı yoldan gideceklerini açıklayan diğer şirketler şöyle: Buffet'e ait Gillette, Ford, Boeing, Bank One, Winn-Dixie.

Demek ki, aklıselim bir kişi dahi bastırınca bazı şeyler değişebiliyor.

Sabancı, günümüzün Medicis'leri arasında

HABER İngiliz The Independent Gazetesi'nin önceki günkü sayısından.

Gazete, Rönesans döneminde sanatçılara sahip çıkan, Floransalı ünlü İtalyan ailesi Medicis'ye atıfta bulunarak şöyle bir başlık atmış: ‘‘Günümüz sanat dünyasına hükmeden modern Medicis'lerle tanışın.’’

Gazeteye göre, modern Medicis'ler, sanatçıları himaye etmenin yanısıra elbet kárlılığın da peşindeler. Borsalarda hisse senetleri düştüğünde tablolar can kurtarıcı.

Servetlerinin kayda değer yüzdelerini sanata ayıran 36 milyarder arasında Sakıp Sabancı'ya da gözüm ilişti. Araştırmayı, The Art Newspaper yapmış.

Sabancı, 52.8 milyar dolarlık servetiyle Bill Gates'in başı çektiği listede 16. sırada.
Yazının Devamını Oku