Gila Benmayor

Türkiye'nin zararı nasıl karşılanacak?

24 Eylül 2002
<B>IRAK</B>, terör ve NATO odaklı Washington turu bugün sona eriyor. Pentagon'a kimi günler iki kez gidip geldik. Dışişleri Bakanlığı'nın önde gelen yetkilileriyle görüştük. Türkiye'yi yakından izleyen Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, Savunma Bakanı'nın NATO işlerinden sorumlu yardımcısı ve Carter'in ünlü danışmanı Zbigniew Brezezinski'nin oğlu Ian Brezezinski ve George W. Bush'un yeni füze politikası danışmanı Keith Payne'yi dinleme fırsatı bulduk.

Dikkatimi çeken birkaç noktaya değinmek istiyorum.

Bizim gruptaki Fransız, Alman ve İskandinav gazeteciler Bush'un Saddam'ı vurmak için yeterli kanıta sahip olmadığını her seferinde ısrarla tekrarladılar.

Ancak Amerikalılar kararlarının doğruluğundan çok eminler. Avrupalı müttefikleri olmazsa da Saddam'ı vuracaklar.

En güvendikleri müttefiklerinden biri İngiltere ise diğeri Türkiye.

Senato Dışişleri Komitesi'nden Dr. Michael Haltzel bizzat ‘‘Türkiye'nin ABD'yi desteklemeye gönüllü olduğunu’’ söylüyor.

‘‘Gönüllü’’ olduğumuzu nereden çıkardı bilmiyorum. Zira bu gelişmelerden pek mutlu olmadığımızı söyleyince pek şaşırmış göründü.

Peki diyelim savaş oldu, bitti.

Türkiye'ye getireceği ekonomik yükün zararı nasıl karşılanacak?

Özellikle bizim dört gözle beklediğimiz turizm gelirinin bıçak gibi kesileneceğini düşünün.

11 Eylül'den sonra özellikle ABD'de insanlar uçağa binmez oldu, uçak şirketleri peşpeşe iflas bayrağını çekiyor.

Washington'da konuşulduğu gibi savaş ocak ya da şubat ayında olursa 2003 bahar ve yaz sezonlarını turistsiz geçireceğiz demektir.

‘‘Zararı ABD karşılayacak mı’’ sorusunu Dışişleri Bakanı'nın Avrupa işlerinden Sorumlu Yardımcısı Beth Jones'a yöneltiyorum. ‘‘Buna kongre karar verir’’ diyor.

Zararın ne olacağı hesaplarına başlamamız gerekiyor sanırım.

Irak'ta yeni politik yapının can damarı petrol


‘‘SADDAM gittikten sonra kim gelecek’’ sorusuna Wolfowita, ‘‘Lideri Iraklı halk seçecek’’ diyor.

Muhafazakar olarak bilinen, George W. Bush yönetimine yakın Henitage Vakfı'ndan Dr. John Hulsman görüştüğümüz kişiler arasında en parlaklarından biri. Bir anlamda Cumhuriyetçi Parti'nin ideologlarından.

O da Türkiye'yi yakından tanıyor.

‘‘Saddam sonrası Irak ne olacak’’ sorusuna en net yanıtı o veriyor.

‘‘Konfederasyon ya da gevşek bir federasyon kurulabilir’’ diyor.

Dr. John Hulsman'a göre merkezi hükümette üç grup; Kürtler, Şiiler ve Sünniler temsil edilecek.

Hulsman ilginç birşey söylüyor; ‘‘Irak'ta yeni politik yapılanmanın can damarı petrol olacak.’’

Senaryoya göre, konfederasyon oluşturan gruplar petrol gelirini kontrol edip aralarında paylaşacaklar.

Bir şey daha, Hulsman da, Beth Jones da ABD'nin bir Kürt devletinin kurulmasından yana olmadığını usrarla vurguluyor.

Beth Jones, ‘‘Irak'ın parçalanması kimsenin işine gelmez’’ diyor.

ABD daha güçlü bir NATO istiyor


AMERİKALI ünlü yazar Mark Twain birkaç gün ortadan kaybolmuş, ‘‘yazar öldü’’ iddiaları ayyuka çıkmış

Bunun üzerine yazar dostlarına bir mektup yazıp ölmediğini bildirmek zorunda kalmış. ‘‘Şu benim ölüm işi biraz abartıldı galiba’’ diye yazmış.

Ulusal Savunma Üniversitesi uzmanlarından olan Dr. Leo Michel da ‘‘NATO öldü’’ haberlerinin fazlasıyla abartıldığı görüşünde.

Soğuk savaş sonrası misyonunu yitirdiği söylenen NATO yeni bir yapılanmanın eşiğinde. ‘‘ABD daha güçlü bir NATO istiyor’’ sözlerini hemen hemen her yetkiliden duyduk.

Kasım ayında Prag'da yapılacak NATO Zirvesi'nde yeni üyeler açıklanacak.

Zirveden dört gün önce ise NATO ülkeleri parlomenterleri İstanbul'da biraraya gelecek.

ABD yeni gelenlerin NATO'yu daha büyük esneklik kazandıracağı görüşünde. Mesela Dr. Hulsman'a göre Romanya ve Bulgaristan'da yeni üsler İncirlik'in yükünü hafifletecek.

Yalnız NATO'nun daha yararlı hale gelmesi için Avrupalı müttefiklerimizin de kesenin ağzını açması gerekiyor.

ABD bu konuda çok şikayetçi.

Zira savunma harcamaları açısından Avrupa ile arasında dağlar kadar fark var.

‘‘Müttefiklerimiz hem para, hem teknoloji açısından çok gerideler. ABD'nin harcamaları tavan yaparsa, Avrupa'nın harcamaları yerinde sayarsa sorunlar daha da ciddileşecek’’ diyor Hulsman.

Ve ilave ediyor; ‘‘Artık bizi birbirimize yaklaştıracak Rusya da yok.’’
Yazının Devamını Oku

Pentagon'dayım birden alarm çalıyor

22 Eylül 2002
Diyelim ki, İkiz Kuleler'den 30 saniye sonra saldırıya uğrayan Pentagon'dasınız. Üstelik, binanın tam vurulan kanadında bir odadasınız.

Aniden alarm çalmaya başlıyor.

‘‘Acil durum. Hemen binayı boşaltın’’
cümlesini duyuyorsunuz.

Aklınıza ilk ne gelir?

‘‘Terör saldırısı bu’’ diye deli bir düşünceye kapılmaz mısınız?

Hafif bir yürek çarpıntısıyla kapıya doğru koşmaz mısınız?

Bana da aynen öyle oldu.

Pentagon'da ne aradığıma gelince?

Yaklaşık bir haftadan beri Washington'da Dışişleri Bakanlığı'nın düzenlediği bir gezideyim.

Konu NATO ve hemen hemen her gün Pentagon'da birilerini dinliyoruz.

Pentagon'a üçüncü gelişimizde, bize Başkan Bush'un yeni füze politikasını anlatacak Keith Payne'yi sakin sakin beklerken birden alarm çalıyor.

Önce 11 Eylül günü anısına düzenlenmiş bir ziyaret.

Aklınız beyniniz ölenlerle birlikte, derken alarm!..

Telaşla bahçeye attık kendimizi.

Gözüm o sırada çocuğunu kucaklayıp bahçeye doğru koşan şişman bir kadına takılıyor.

Her şey kötü bir şaka gibi.

Neyse, 15-20 dakika sonra mesele anlaşılıyor.

Meğer binanın saldırıda yanan bölümünde hálá onarım işleri yapan işçilerden biri yanlışlıkla alarm düğmesine basmış.

Bahçede bekleşirken gördük.

Yeniden onarılan kısma en son eklenen taş, diğerlerinden farklı.

Siyah ve üzerinde 11.9.2001 yazıyor.

11 Eylül'ü sürekli çağrıştıran şeyler, her an karşınızda.

Demin sözünü ettiğim ‘‘anı odası’’ tam uçağın binaya saplandığı yerde.

Siyah büyük panoların üzerine Pentagon saldırısında ölen 184 kişinin adları yazılmış.

Biyografilerini, kişisel özelliklerini, hikáyelerini panonun yanıbaşındaki kitaptan okuyorum.

İçeride huzurlu bir müzik çalıyor.

Hint mabedlerinde olduğu gibi, panoların bazılarına çiçekten kolyeler asılmış.

Ölenlerin kimi Budistti galiba.

‘‘Anı odası’’ndan önce de genç bir asker eşliğinde tüm Pentagon'u geziyoruz.

Esasında Pentagon tümüyle bir ‘‘anılar binası.’’

Sadece 225 yıllık bir tarihi olan ABD'nin geçmişine nasıl saygı duyduğunu, ona nasıl sarıldığını görüyorsunuz geniş koridorlarda dolanırken.

Dünyanın en önemli kararlarının alındığı Pentagon müze gibi.

Gelmiş geçmiş tüm Savunma Bakanları'nın yağlıboya portreleri, Vietnam fotoğrafları, askerleri öven dergi kapakları ve daha neler...

Bina 1941 yılında Başkan Franklin Roosevelt zamanında inşa edilmiş.

15 bin işçi binayı 16 ay gibi rekor bir zamanda tamamlamış.

Güzel Sanatlar Komisyonu'nun şekline itiraz etmesine rağmen Başkan binanın beş köşeli olmasında ısrar etmiş.

Şöyle demiş:

‘‘Binanın şeklini seviyorum. Çünkü şimdiye kadar benzer bir şey yapılmadı.’’

Ruslar'la ilgili anılar da dinledik.

Meğer Soğuk Savaş döneminde Rus füzelerinin tümü sığınak olduğu düşüncesiyle bahçenin tam ortasındaki kafeteryaya doğru çevriliymiş.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın inşaasında rolü olan General Marshall'ın anıları bir koridorun ucundan diğerine kadar.

Fotoğrafları arasında Marshall'ın şöyle bir deyişi var:

‘‘Artık dünyadaki barışla ilgiliyiz. Ve barışı ancak güçlüler korur.’’
Yazının Devamını Oku

Washington Saddam'a kilitlendi

20 Eylül 2002
<B>ABD</B> Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak NATO ülkelerinden gelen 11 kişilik gazeteci grubuyla hafta başından beri Washington'dayım.<br> Program oldukça yüklü. Pentagon'da Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in basın toplantısından tutun, ABD politikasına yön veren tink-tank'ların görüşlerine dek sayısız sese kulak veriyoruz.

Önce gezinin amacına ilişkin küçük bir açıklama:

Kasım ayında Prag'da yapılacak NATO zirvesinden önce, basını bilgilendirme turu.

Ancak madalyonun bir de öbür yüzü var.

11 Eylül'den sonra (burada felaket günü artık 9/11 diye anılıyor). ‘‘Dünyada neden bu kadar tepki çekiyoruz’’ sorusunu kendi kendine soran ABD, medyaya politikasını iyi anlatamadığı inancında.

Hem de Irak operasyonundan sonra tepkileri daha da çekebileceğinin bilincinde.

Bu yüzden medyaya kendi bakış açısını anlatmaya çalışıyor.

Bizim grubun Washington'da olduğu tarihte Arap ülkelerinden başka bir grup gazetecinin de burada olması tesadüf değil herhalde.

9/11'e dönersek...

ABD olayın şokunu hálá üzerinden atmış değil.

Sokaktaki insan, paranoya derecesinde korkuyor terörden.

Yeri gelmişken hemen aktarayım:

Gruptaki Danimarkalı gazeteci anlattı.

Bir kafede rastladığı Amerikalı kadın, Somalili bir gençle sohbetinden son derece tedirgin olmuş.

Zira Somalili, ‘‘Vatanın için ölür müsün?’’ gibi sorular sormuş.

Kadında, ‘‘Acaba terörist mi?’’ şüphesi.

Garsondan adamın bira içtiği bardağı ilerde kanıt olabilir diye kaldırıp saklamasını istemiş. Amerikalının paranoyası, işte bu boyutta.

Peki ya resmi çevreler?

Onlar Saddam'a kilitlenmiş.

‘‘Başkan Bush zamanını tayin ettiği anda Irak vurulacak.’’

Herkesin ağzından bunu duydum. ABD her şeyi birden halletmek istiyor.

Terör, Afganistan, Irak...

Peki Saddam devrildi diyelim, yerine kim gelecek?

İşte bu soru havada kalıyor.

Cevap yok.

Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi (CSİS) uzmanlarından Simon Serfty diyor ki:

‘‘Sonrasını göreceğiz.’’

Ona göre Saddam giderse, Ortadoğu sorunu daha hızlı halledilecek.

Kısaca burada tüm hesaplar Iraklı diktatörün gidişine göre yapılıyor.

Mesela petrol.

Ekonomisi hız kesen ABD'nin gözü, kaç zamandır petrol fiyatlarında.

Sanayisi, petrole bağımlı.

Washington'da operasyon başladığı takdirde, fiyatların geçici bir süre için fırlayacağı, daha sonra varili 18 ile 20 dolara düşeceği konuşuluyor.

Afganistan ABD'ye 20 milyar dolara mal olmuş

WASHİNGTON'un Saddam'a kilitlendiği doğru. Ama Saddam'ın yanı sıra, terör ve Afganistan aynı sıklıkla karşımıza çıkıyor.

ABD'li yetkililer, her fırsatta terörle mücadele için oluşturulan 90 ülkeli koalisyondan pek mutlu olduklarını söylüyorlar.

Afganistan da Amerikalıların hayatlarında bayağı yer etmiş.

Savunma Bakanı sözcülerinden Torrie Clark'ın ofisinde duvardaki saatlerden biri Kabil saatini gösteriyor.

Washington'un şimdilerde en gözde lokantalarından biri, Afghan Grill. Afgan spesiyalitelerinin yanında Efes Pilsen birasıyla 1999 Yakut şarabı ikram ediliyormuş. Bunu oteldeki kitapçıktan okudum. CSİS'dan Simon Serfty ABD'nin Afganistan'da şimdiye kadar 20 milyar dolar harcadığını söylüyor.

‘‘Bu rakam Almanya'nın savunma bütçesine eşit’’ diyor. Müttefiklerin savunma harcamalarının ABD'ye göre oldukça düşük olması şikayetlerini de sık sık duyuyoruz.

Afganistan konusuna dönersek, Savunma Bakanlığı'nın Afganistan uzmanı Dr. Joseph Collins ise ilginç rakamlar veriyor. Afganistan'da şimdiye kadar 80 milyon dolarlık proje başlatılmış.

70 bin talebenin devam ettiği 61 okul açılmış.

526 bin kişinin faydalanacağı 15 tıp merkezi hizmete sokulmuş.

259 bin kişinin yararlanacağı 12 su projesi başlatılmış.

Projelerde 18 bin Afganlı işçi çalıştırılmış.

8 bin aileye kümes hayvanı dağıtılmış.

90 bin kişinin yararlanacağı veterinerlik merkezleri açılmış.
Yazının Devamını Oku

Dünya İstanbul'u www.istanbul.com'dan tanıyacak

17 Eylül 2002
<B>İYİ </B>ki İstanbul'a gerçekten <B>‘‘kafayı takmış’’ </B>olanlar var. Geçenlerde ziyaretime gelen TUROB (Turistik Otelciler Birliği) Yönetim Kurulu Üyesi ve Özel Projeler Komitesi Başkanı Ömer Faruk Boyacı bunlardan biri.

Boyacı, Sirkeci'de ilk turistik oteli 1988 yılında açmış.

Turizm acenteleri başta olmak üzere çevresi Sirkeci'de otel açmasını pek yadırgamış.

Oysa haklı çıkan Boyacı olmuş. Çünkü bugün Sirkeci'nin 3 bin yataklık kapasitesi var. Otellerinin çoğu da butik-otel tarzında.

Sirkeci ve Sultanahmet için harcadığı çaba bir yana Boyacı'nın TUROB şemsiyesi altında en büyük projesi İstanbul'un tanıtımı.

0alt yapısı mükemmel. Biri tam kapasite çalışmazsa dahi 2 havaalanı, 15 bin yataklı 5 yıldızlı oteller, kongre salonları, alışveriş merkezleri, geleneksel çarşılar lokantalar herşey var. Peki niye biz İstanbul'u dünyaya satamıyoruz’’ diye soruyor.

Boyacı, turizmin en büyük yarasına parmak basıyor.

Çünkü İstanbul'a gelen turist sayısı yılda 2.5 milyon. Transit, günü birlik, gemiyle gelenler dışında sadece İstanbul için gelenler ise ancak 1 milyon 600 bin civarında.

Oysa hepimiz biliyoruzki İstanbul'un potensiyeli bunun çok üzerinde.

Turizm eski bakanı Erkan Mumcu zamanında bile İstanbul'un 10 milyon kişiyi ağırlaması gerektiği söyleniyordu.

Gerçek şu ki, İstanbul, Turizm Bakanlığı'nin tek başına altından kalkabileceği bir iş değil. Sivil toplum kuruluşlarınının desteği kesinlikle gerek.

Destek de yok değil.

Benim izleyebildiğim kadarıyla çeşitli kuruluşlar İstanbul'un tanıtımı için kolları sıvamış durumda.

Ne var ki, Boyacı'nın da işaret ettiği gibi ‘‘koordinasyonsuzluk’’ eksikliğinden çabaların çoğu havaya uçup gidiyor.

Bu konuda çare, turizmde epey yol almış ülkelerin yüzde 80'ininde olduğu gibi ‘‘Kongre ve Ziyaretçiler Bürosunu’’ faal duruma geçirmek.

Prag örneğin böyle bir büronun sağladığı koordinasyonla birkaç yıl içerisinde mucizeler gerçekleştirmiş.

Boyacı ‘‘Belediye başkanının başında olacağı böyle bir oluşuma İstanbul'daki tüm turizm kuruluşları hem maddi, hem manevi destek sağlayacaktır’’ diyor.

Zaten Ankara'da böyle bir seçenek üzerinde duruluyormuş son günlerde.

Gelelim İstanbul'un tanıtımı konusunda somut olarak yapılan bir işe: 1 Ağustos itibaren dünyanın her hangi bir köşesinde İstanbul'u şöyle bir akıllarından geçirenler www.istanbul.com adresine girdiklerinde müthiş güzel hazırlanmış bir siteyle karşı karşıya kalıyorlar. Ben ziyaret ettim, size de tavsiye ederim.

Site, Turizm Bakanlığı, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'ndan tutun, Büyükşehir Belediyesi, THY, oteller ve turizmle ilgili aklınıza kim gelirse onların desteğiyle hazırlanıyor.

Boyacı'nın siteyle ilgili anlattığı hikaye ilginç.

Böyle bir adres ilk akıllarına geldiğinde, başkasının adına kayıtlı olduğunu görüyorlar.

Sitenin sahibi internet stratejileri konusunda uzman olan Köksal Abdurrahmanoğlu. İstanbul sayfasını 1996 yılında oluşturmuş.

Boyacı kendisiyle temas kurunca ‘‘Yıllardan beri bu telefonu bekliyordum. Çünkü finans desteği olmadan böyle bir siteyi geliştirmek çok güç’’ diyor.

Neticede bugün siteyi hazırlayan Köksal Abdurrahmanoğlu ve ekibi.

1 Ağustos tarihinden itibaren günde yaklaşık 10 bin ziyaretçisi var.

Boyacı'nın elindeki rapora göre, mesela Çırağan Oteli'ne 10 günde 642 kişi tıklamış.

Peki insanlar bu sitenin varlığından nasıl haberdar olacaklar?

Elçiliklere, dışardaki turizm ofislerine mail'ler çekilmiş.

CNN Traveller gibi önemli gezi dergilerine ilanlar verilmeye hazırlanıyor.

Özetle, internet İstanbul'un da kaderini değişterecek gibi görünüyor..

Avrupalı gençler AB'nin geleceğine nasıl bakıyor?


AVUSTURYA'nın Salzburg şehrinde dün başlayan iki günlük Dünya Ekmonomik Forumu toplantısında yayınlanan araştırmalardan bir tanesi Avrupalı gençlerle ilgili.

18 ile 25 yaşları arasında, 33 ülkeden bin genç arasında yapılan araştırmanın bir sonucuna göre, gençlerin yüzde 96'sı Avrupa'nın genişmesine sıcak bakıyor.

Diğer sonuçlardan bazıları şöyle:

Yüzde 90'ını illa ‘‘şeffaflık’’ diyor.

Yüzde 95.4'Ü AB üyeliği için en önemli kriterin ‘‘insan hakları’’ olduğunu düşünüyor.

Araştırmanın tüm sonuçlarına http://www.weforum.org/bridgingeurope adresinden ulaşmak mümkün.

Yine Salzburg'da ele alınan bir rapora göre, AB ülkeleri ekonomik performansta bu yıl ABD'nin hayli gerisinde kalmış.
Yazının Devamını Oku

İstanbul'u Pina Bausch'tan izleyeceğiz

15 Eylül 2002
Dünyanın en büyük koreograflarından Pina Bausch (61) dans tiyatrosu kavramını dans literatürüne yerleştiren kişi. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde biri Hong Kong'u, diğeri Lizbon'u anlatan iki oyun sergilemişti. Şimdi İstanbul üzerine çalışıyor. PİNA Bausch ile Heybeliada'da karşılaşıyorum.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın, Basın ve Halkla İlişkiler Yönetmeni Nilgün Mirze'nin adadaki evindeyiz.

Pina Bausch, tiryakisi olduğu sigarayı içine çekerken, yemek masasının etrafından dolanan kediyi hülyalı gözleriyle süzüyor.

Dikkatimi en fazla gözleri çekiyor.

Hülyalı ama aynı zamanda kaygılı Pina'nın gözleri.

Bakışlarıyla çevreyi tararken birşey kaçırmama kaygısı sanki...

Newsweek'in ‘‘modern dansın taçsız kraliçesi’’ diye tanımladığı Pina Bausch ile Nilgün Mirze'nin kedisini konuşuyoruz.

‘‘Kedinin nasıl hareket ettiğiyle değil, neden o şekilde hareket ettiğiyle ilgileniyorum.’’

14 yaşından beri dans eden Pina bugün 61 yaşında.

Günümüzün en önemli koreograflarından biri.

‘‘Dans Tiyatrosu’’ kavramını modern dans literatürüne yerleştiren kişi.

Dansla anlattığı hikayeleri kimi zaman trajik, kimi zaman komik.

Pina Bausch'un en sevdiği sözcük ‘‘şefkat’’ olsa da koreografisinde fiziki şiddet de var, duygusal şiddet de.

Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'nde bir yıl arayla onun ‘‘Cam temizleyicisi’’ ve ‘‘Masurca Fogo’’ oyunlarını izlemiştik.

Biri Hong Kong, diğeri Lizbon üzerine kurgulanmıştı.

Pina Bausch şimdi İstanbul üzerine çalışıyor.

Projeyi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na bizzat kendisi önermiş.

Vakfın talebiyle proje önümüzdeki mayıs ayına yanı İstanbul'un fethinin tam 550. yıldönümüne yetişecek.

30 kişilik ekibiyle ‘‘İstanbul'u solumak’’ için buraya gelen Pina Bausch'a şehrin en fazla neresini sevdiğini soracağım tuttu.

Pina'nın mavi bakışı beni, Nilgün'ün bahçesini, Heybeliada'yı deldi, geçti ve uzaklarda benim tanıyamayacağım bir yere kondu.

‘‘Bilmiyorum karar vermek çok zor çünkü İstanbul'un her yeri ayrı güzel. Şehre tam olarak nüfuz edemedim henüz. Gördüğüm her yer beni heyecanlandırıyor.’’

İstanbul'da kaldığı sürece sürekli sokaklarda gezinmiş, insanları izlemiş.

Projenin giysi tasarımcısı Marion Cito ise dansçılar için buradan kumaşlar seçmiş.

Pina Bausch'un İstanbul projesi bizim için neden önemli?

Çünkü Pina Bausch eserleriyle birlikte dünyanın her yerini geziyor ve repertuvarını milyonlarca kişi izliyor.

Yani bizim burada onun gözleriyle, kurgusuyla Lizbon'u izlediğimiz gibi, İstanbul da Lizbon'da, New York'ta, Tokyo'da izlenebilecek.

İstanbul'un eşsiz bir şehir olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz.

Herkes büyüsüne kapılıyor.

Ama yine de İstanbul yeterince tanınmıyor.

Örnek mi?

Newsweek'in iki hafta önceki kapağında şöyle bir başlık: ‘‘Dünyanın en yaratıcı şehirleri’’

Yeni kültür ve dinamizm merkezleri New York, Paris, Londra'dan çok uzak Marsilya, Anvers, Seattle gibi şehirler.

Listede Kabil bile var İstanbul yok.

Oysa nicedir İstanbul sanat ve kültürle içiçe.

Dünyanın bundan haberi yok.

İşte bu yüzden Pina'nin projesi çok önemli.

Onun İstanbul projesini hepimiz destekleyelim.

Ekonomi inişte, sanat çıkışta


MADEM ki bu hafta söz sanattan açıldı Arjantin ile ilgili okuduğum bir haberi aktarmadan geçemeyeceğim.

Neredeyse dört yıl oluyor ülke ağır bir ekonomik krizin pençesinde. Devrilmiş bir kamyondan etrafa saçılan etleri aç insanların nasıl parçaladıkları hafızalardan silinmeyecek bir sahne.

Buna rağmen Arjantin sanat ve kültürde tam bir rönesans yaşıyormuş.

Devletin kasasında yüzde 10'luk gibi bir küçülme olmasına rağmen, bütçesinin yüzde 5'ini sanata ayırmaya devam ediyormuş.

Peki insanlar yiyecek parası bulamazken, sanata nasıl para harcıyorlar?

Çeşitli formüller bulunmuş.

Sokak tiyatroları artmış, bilet fiyatları düşürülmüş.

Meselá, Buenos Aires'in ünlü operası Teatro Colon uluslararası şöhretleri ağırlayamadığı için yerel sanatçılarla çalışıyormuş ve bu yüzden bilet fiyatlarını düşürmüş. Hatta kimi günler bir dolardan da düşük fiyata oyunlar izlemek mümkünmüş.

Şükür Arjantinliler bir nefes aralığı bulmuşlar.

Boğaziçi Üniversitesi'nde önemli bir kadın konferansı


18-21 Eylül tarihleri arasında Boğaziçi'nde, sponsorluğunu Fulbright'ın üstlendiği önemli bir konferans yapılıyor.

E-postama gelen mesajdan okuduğuma göre, konferansta, kadının dünyadaki durumu çeşitli panellerde ele alınacak.

Başlıklar hayli ilginç: ‘‘Cezayir'da travma ve marrjinalleşme’’, ‘‘Hindistan'da başlık parası’’, ‘‘İranlı kadın yönetmenler', ‘‘Afganistan'ın yeniden yapılanmasında kadının rolü’’ gibi.
Yazının Devamını Oku

Kadınlardan oy yok

13 Eylül 2002
<B>PARTİLERİN</B> aday listeleri kadınlar için büyük bir düş kırıklığı. Bir iki isim dışında kadın adayların pek çoğu listelerin sonlarında.

CHP 60 ilde, DSP 61 ilde kadın aday göstermemiş.

Ka-Der'in (Kadın Adayları Daestekleme ve Eğitme Derneği) gazetelere verdiği ilanı hatırlıyorsunuz: ‘‘Kadın adayları desteklemeyen partiye kadınlardan oy yok.’’

Ka-Der
Başkanı Ayşe Bilge Dicleli'ye bakarsanız listeler tam bir feláket.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez 500'ün üzerinde kadın aday gösterildiğini ve seçmenin karşısına değişik bir kimlikle çıkmak isteyen partilerin büyük bir fırsat kaçırdığını söylüyor.

Daha geçen hafta 20 kadın adayı seçilebilir sıraya yerleştireceğini açıklayan AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın sözünde durmadı.

Tansu Çiller her hangi bir söz vermedi. Doğru. Ama hemcinslerini öylesine dışladı ki.

DYP'li kadınlar bile partinin kadın konusunda sınıfta kaldığında hem fikir.

Ancak en şaşırtan parti CHP.

Dicleli ‘‘Baykal, Derviş ile birlikte kadınları da yanına alıp yeni bir hava estirseydi büyük bir sıçrama yapardı’’ diyor.

İngiltere Başbakanı Tony Blair'in, Major'u büyük bir hezimete uğrattığı 1997 seçimlerini hatırlayın. Kadınlardan büyük destek alan Blair, siyasete fırtına gibi girmiş, 118 kadın milletvekili seçilmişti.

Oysa CHP ne yaptı?

Kadınlara sırt çevirdi, listelerin başına bildik, eski isimleri koydu.

İmaj tazeleme fırsatını ıskaladı.

Kadınlara en iyi fırsatı veren parti ise ANAP gibi görünüyor. ANAP'ın barajı aşması durumunda milletvekillerinin yüzde 10'unun kadın olacağı tahmin ediliyor.

Peki Ka-Der kadınları yok sayan partilere karşı nasıl bir politika izleyecek?

Dicleli ‘‘ Oy vermeyeceğiz. Partileri 5-6 milyon oydan mahrum edeceğiz. Kadın Koalisyonu'nu oluşturan derneklerin yarısı oy vermezse zaten bu 5-6 milyon demektir’’ diyor.

CHP Tuğrul Erkin'i düş kırıklığına uğrattı


CHP'den milletvekili adayı TEKSER Yönetim Kurulu üyesi Tuğrul Erkin'in, 2. bölge. 11. sırada olduğunu görünce kendisini aradım.

22 yıl boyunca devletin üst kademelerinde hizmet veren, 1983 yılından beri ise özel sektörde çalışan Tuğrul Erkin, CHP'ye katıldığında rozetini bizzat Deniz Baykal takmıştı.

Son günlerde parti programını şekillendirmek üzere Kemal Derviş ile sıkı bir işbirliği içersindeydi. Erkin'in ilk sıralara yerleştirilmesine kesin gözüyle bakılıyordu.

Kendisiyle son gelişmeleri konuştuğumda ‘‘Demek ki CHP benim hizmetimi uygun bulmamış’’ diyor.

Siyasete nasıl karar verdiğini şöyle izah ediyor: ‘‘Türkiye'nin en büyük sorunu tek kelimeyle ‘‘mismanagement’’ yani kötü yönetim. 40 yıldan beri işimi iyi yaparsam memleketime iyi hizmet etmiş olurum felsefesiyle hareket ettim. Ancak bireysel çabalarımın kötü yönetim yüzünden boşa gittiğini gördüm. O bakımdan siyasete girerek müdahele etmenin gerekli olduğunu düşündüm.’’

Erkin
, en yüksek düzeyde bürokrat olarak hizmet verdiği günlerden bu yana kendisini hep CHP çizgisinde görmüş. Bu yüzden CHP İl Başkanı'nın davetini alınca hiç tereddütsüz partiye katılma kararı almış.

‘‘Siyasete girmek için 40 yıl bekledim ve böylesine bir haksızlığa uğradım. Gençler ne yapsın’’

Bu durum, sadece Erkin açısından değil, yarına daha umutla bakmak isteyen hepimiz için son derece üzücü.

Oktay Ekşi'ye açık mektup


PARTİLERİN aday listelerini açıkladığı gün CNN'de Baş Sayfa programındaydık.

Programın sonuna doğru söz kadın adayların eksikliğinden açılınca Oktay Ekşi ‘‘Kadınlar herşeyi altın tepsi içersinde önlerine sunulmasını istiyor. Oysa bazı şeyleri elde etmeleri için daha çok mücadele etmeleri gerekir’’ dedi.

Programı izleyen Ekşi'nin bir okuru Pınar Perçinel, kendisine gönderdiği e-postayı bana da kopyalamış. Ekşi'nin izniyle, yazdıklarına yüzde yüz katıldığım Perçinel'in e-postasının bazı bölümlerini aktarıyorum.

‘‘CNN'de katılmış olduğunuz oturumu dinlerken dile getirdiğiniz düşünce karşısında üzüldüm. Sizin düşünceleriniz ben ve benim gibi daha pek çok insan için örnek ve yol gösterici olmaktadır.

Kadınların hayatı sadece büyük kentlerde görülen belli bir kadın topluluğunun hayatı değildir. Bir kadının parti çalışmalarına katılabilmek için neler yapması gerekmektedir?

Her şeyden önce etrafındaki insanları
‘bu erkek işidir', ‘senin erkeklerin arasında ne işin var' söylemlerinden vazgeçirmeye çalışmak. Kendine olan inancını yitirmemek ve diğer insanları bu işi yapabileceğine inandırmak. Koca faktörünü de asla gözardı etmemek lazım. En basitinden, bir partide kadın kollarında çalışmak isteyen bir kadın ev kadınlığı, annelik ve eğer iş hayatına katılabilmişse buradaki görevlerini yerine getirip, kocasını ikna ettikten sonra bir parti toplantısına katılabilir.

Hangi erkeğin bu zorluklardan geçtiğini bana söyleyebilirmisiniz?

Öte yandan toplumumuzun yarısını oluşturan kadınların ortak bir bilince sahip olması hemen olabilecek bir şey değildir.
‘Namus cinayetleri' kavram ve fili olarak bu ülkede var olduğu süreace kadınlar pek çok alanda kendilerini soyutlanmış hissedeceklerdir.’’
Yazının Devamını Oku

Bakanını sandığa gömen bürokrat

10 Eylül 2002
<B>SEÇİM </B>gezisi için gittiğim Zonguldak'tan aldığım haberlere bakılırsa, bugünlerde siyasi ortam epey kızışmış. En büyük kavga Enerji Bakanı Zeki Çakan ile 2001 aralık ayında Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin (BEDAŞ) başına getirdiği Kenan Köktürk arasında.

Daha önce Karaelmas Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin (KEDAŞ) Genel Müdürlüğünü yapan Kenan Köktürk'ün CHP'den milletvekilliği adaylığı için istifa etmesi hem bakanı kızdırmış, hem Kenan Köktürk'e ‘‘ANAP'ın bürokratı’’ gözüyle bakan Zonguldaklı CHP çevrelerini.

Köktürk'ün adaylığını açıklamasıyla birlikte hakkında önceden açılmış soruşturmalar yeniden gündeme gelmiş.

Bu bir yana, Zonguldak'tan ANAP'tan aday Enerji Bakanı Zeki Çakan, CHP Genel Merkezine eski bürokratını yolsuzlukla suçlayan tam altı dosya göndermiş.

‘‘Neler oluyor’’ diye aradığım Kenan Köktürk ‘‘Bir kere ANAP'lı olarak algılanmam yanlış. Çünkü 1995 yılında DYP iktidarı sırasında KEDAŞ'ın başına getirildim’’ diyor.

Köktürk KEDAŞ'ın kurucusu.

Kurum, dört yıl üst üste vergi rekortmeni olmuş.

2001 yılı, aralık ayında Zeki Çakan, Köktürk'ü vekaletten BEDAŞ'a genel müdür olarak atıyor.

Geçtiğimiz mayıs ayında ise altında, Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan Ecevit, Başbakan Yardımcısı Bahçeli ve Çakan'ın imzalarının bulunduğu kararnameyle atama onaylanıyor.

Zeki Çakan, Köktürk'ü, birlikte çıktıkları televizyon programlarında ‘‘en başarılı bürokratım’’ diye takdim ediyor.

Derken Köktürk, ailece sosyal demokrat bir gelenekten geldiği için CHP'den milletvekilliği adaylığına karar veriyor.

İstifa dilekçesini bizzat Çakan'a kendisi sunuyor.

Çakan, önce müsteşarlık öneriyor.

Ardından Zonguldak'ta ANAP'tan, kendisinden sonra ikinci sırada adaylık teklif ediyor.

Kenan Köktürk'ün aktardığına göre, Çakan önerilerinin geri çevrilmesi üzerine küplere biniyor: ‘‘Hakkını helal etmem. İki elim yakanda olacak’’ diye tehdit ediyor.

Peki Çakan kendisine rakip gördüğü eski büroktratını neyle suçluyor?

‘‘Bilmiyorum. Ancak hesap vermeyeceğim bir konu yok. Eğer en küçük bir şey olsaydı mayıs ayındaki kararname imzalanmazdı öncelikle’’ diyor.

‘‘Allah kısmet ederse, gazeteler benden 4 Kasım günü ‘‘bakanını sandığa gömen bürokrat’’ diye sözedecekler’’ diye ilave ediyor.

Bakan-bürokrat kavgasının sonucunu bende merakla bekliyorum.

11 Eylül'ün ABD'ye faturası 70 milyar dolar


YARIN 11 Eylül'ün birinci yıldönümü.

Büyük şoktan bir yıl sonra dünya ekonomisi ne durumda?

Görebildiğim kadarıyla çıkartılan bilançolardaki en net tablo yatırımlarla ilgili olanı.

Ekonomi uzmanlarının ortak görüşü, hem Avrupa'da, hem ABD'de yatırımların ‘‘ölü bir noktada’’ olduğu şeklinde.

Fransa meselá 2002 için öngördüğü yüzde 1.4'lük büyüme hedefini tutturamayacak.

İtalya ve Almanya için de aynı şey söz konusu: Büyümede yavaşlama.

11 Eylül'ün diğer bir sonucu ise işsizlik.

Hesaplara göre, ABD'de 11 Eylül'dan sonra 750 bin kişi işsiz kalmış.

Yine ABD'de en büyük darbeye yiyen sektörler şöyle sıralanıyor: Turizm, havacılık ve sigorta.

Peki felaketin tam faturası?

New York'un mali denetçisi William Thompson'un açıkladığı son rakam 50 ila 70 milyar dolar.

Ortadoğu'ya gelince..

11 Eylül'den en fazla etkilenen ülkelerin başında Mısır geliyor.

Gelirinin büyük bir bölümünü turizmden sağlayan Mısır'ın döviz rezervlerinde önemli bir düşüş kaydedilmiş.
Yazının Devamını Oku

Free lance terörizm

8 Eylül 2002
<B>İKİ </B>gün sonra 11 Eylül'ün birinci yıldönümü. New York'taki ikiz kulelerin gözlerimizin önünde yıkılmasının üzerinden tam bir yıl geçmiş.

Şimdi kim olduğunu hatırlamıyorum ama saldırıdan hemen sonra biri şöyle demişti: ‘‘Milattan önce ve milattan sonra gibi bundan böyle dünyada 11 Eylül'den önce ve 11 Eylül'den sonra kavramı yerleşecek.’’

Ne kadar haklıymış.

Felaketin etkileri zamana meydan okuyarak dalga dalga yayılmaya devam ediyor.

Geçenlerde bir haber: Avrupa ‘‘free-lance terörizmden’’ korkuyormuş.

Free-lance gazeteciliği duymuştum ama ‘‘free-lance terörizmi’’ ilk kez duyuyorum.

Meğer son günlerde İsveç ve Hollanda'da yakalanan teröristler, gizli servisleri ‘‘İslam terörü bundan böyle birbirinden bağımsız operasyonlarla kendini gösterebilir’’ düşüncesine sevketmiş.

‘‘Free-lance’’tan kasıt, birbirlerinden habersiz hareket eden terör grupları.

Durum böyle olunca, terör eylemlerinden önceden haberdar olmak ve önlemek pek mümkün olmayacakmış.

Avrupalı bir yetkili ‘‘Bir saldırı olacağından eminiz ama bunun küçük mü, büyük mü olacağını kestiremiyoruz’’ demiş.

En fazla korkulan ise 11 Eylül benzeri büyük binaları, iş yerlerini hedefleyen saldırılar.

İngiliz gizli servisi MI5 vatandaşlarını bu tür saldırılara karşı korumak için çareyi mimarlara danışmakla bulmuş.

Terörle mimar arasındaki ilişki nedir diye sorabilirsiniz?

Çok basit.

Mimarların bundan böyle inşa edecekleri binalar saldırılara karşı daha korunaklı olacakmış.

İngiliz gizli servisi özellikle büyük alışveriş birimlerinin, ‘‘free-lance terörizme’’ karşı daha iyi dizayn edilmesinin gerektiği görüşündeler.

Meselá anında tuzla buz olmayacak camlar, daha az sayıda giriş kapıları can kayıplarını büyük oranda önleyebilirmiş.

Bir de binanın teröre karşı sağlaştırılması durumu varmış.

Yani biz nasıl depreme karşı binalarımızı sağlamlaştırmak peşindeysek Avrupalı da binasını teröre karşı sağlamlaştırma peşinde.

Yukarıda yazdıklarıma ister toplu bir paranoyanın ifadesi gözüyle bakın, ister ciddiye alın, gerçek şu ki 11 Eylül felaketinden sonra dünya eski dünya değil.

Peki saldırıdan sonra eleştiri oklarının hedefi haline gelen İslam ile Batı arasındaki ilişkiler ne durumda?

Bu sorunun cevabı da, e-postama ‘‘11 Eylül'den bir yıl sonra’’ makalesini gönderen Fransız İslam uzmanı Gilles Kepel'de.

‘‘Batılı orduların Afganistan'a yani İslam topraklarına girmesiyle dünyadaki tüm Müslümanların birleşeceğini umut edenler yanıldılar. Müslümanlar Usame Bin Ladin'in arkasında birleşmediler. 11 Eylül provokasyonu amacına ulaşmadı.’’

İstanbul'da 11 Eylül Sergisi


New York'ta İkiz Kulelerin artık olmadığı yerde 11 Eylül günü birkaç serginin açılacağını duymuştum.

İstanbul'daki Amerikan Konsolosu David Arnett ise çarşamba günü Topkapı Müzesi Has Ahırlar'da 11 Eylül anısına ‘‘Gerçek Renkler’’ sergisi açıyor.

Kültür Bakanlığı ve İstanbul Sanat Müzesi Vakfı'nın katkılarıyla gerçekleştirilen sergiyi 22 Eylül gününe kadar gezmek mümkün.


Asya nasıl etkilendi?


PİYASAYA yeni çıkan ‘‘Asya perspektifinden 11 Eylül ve politik özgürlükler’’ kitabı çoğunlukla akademisyenler tarafından kaleme alınmış 11 makaleden oluşuyor. Kitap, globalleşme, yoksulluk ve terörizm arasındaki bağlantıyı inceliyor.

Çıkan sonuç özetle şöyle: 11 Eylül sonrası Asya'da, mahkemesiz gözaltı, gözaltı süresinin uzatılması, izinsiz baskın gibi insan hakları ihlalleri çoğalmış.
Yazının Devamını Oku