Gila Benmayor

AB nişanlısından jest bekliyor

3 Aralık 2002
<B>LE FİGARO </B>Gazetesi'nden iyi tanıdığım meslektaşım<B> Luc de Barochez</B>, Avrupa Parlamentosu Başkanı <B>Pat Cox </B>ile hafta sonu gazetesinde bir söyleşi yapmış. AKP lideri ile, hem Strasbourg'da, hem Paris'te görüşen İrlandalı Pat Cox, Recep Tayyip Erdoğan için bakın ne demiş: ‘‘Erdoğan konusunda, Margaret Thatcher'ın Mikail Gorbaçev için söylediğini tekrarlayacağım: Birlikte çalışabileceğiniz biri.’’

Pat Cox,
Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili şunları söylüyor: ‘‘AB Türkiye ile nişanlılık kontratını imzaladı, geçmişi artık silip atamayız.’’

Yani Avrupa Parlementosu Başkanı'nın gözünde Avrupa Birliği ile nişanlıyız.

Cox'a göre ne zaman dünyaevine gireceğimiz bize bağlı.

Bizden beklenenler: Kıbrıs'ta çözüm, Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikası'na yönelik çekincelerin kaldırılması, demokrasi ve insan haklarına saygı, reformlara devam.

Cox'un demecinden önce de Fransız Dışişleri Bakanlığı yetkililerinden benzer şeyler duydum.

Gazetede ‘adını görmemek'' koşuluyla konuşan üst düzey bir yetkili açıkça Türkiye'den ‘‘jest’’ beklendiğini söylüyor.

‘‘Türkiye Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikası’na yönelik çekincelerini kaldırdığı takdirde Kopenhag'da pozisyonunu güçlendirecek. Herkes Türkiye'den jest bekliyor’’ diyor.

Tutun ki Türkiye nişanlısına bu jesti ve başkalarını da yaptı.

Peki evlilik ne zaman?

‘‘Müzakereler başlayınca 8-10 yıl kadar sürebilir. İspanya'nın müzakereleri 10 yıl sürdü mesela’’ diyor Fransız muhatabımız.

Sonuç: En iyi ihtimal ile müzakelereler iki yıl sonra başlarsa ve diyelim 10 değil 8 yıl sürerse ufukta 10 yıldan önce evlilik görünmüyor.

Beğenseniz de, beğenmeseniz de nişanlılığa devam.

Alcatel her yerde işçi çıkarıyor, Türkiye'de alıyor


FRANSA ziyaretinin bir durağı da Alcatel oldu.

Avrupa, Ortadoğu ve Afrika sorumlusu ve CEO Yardımcısı Gerard Dega ile öğle yemeğinde telekomünikasyon dünyasına yelken açtık.

Telekomünikasyonun hemen hemen tüm sektörlerinde faaliyet gösteren Alcatel, altyapı konusunda lider konumunda.

France Telecom, Deutch Telecom, Türk Telekom'a hizmet veriyor.

Cep telefonu imalatı toplam cirosunun sadece yüzde 4 ila 5'i.

Alcatel'in 2001 yılı satışı 25 milyar Euro civarında.

Gerard Dega'ya göre şirketin satışlarında 2002 yılında önemli düşüşler olmuş.

‘‘Kriz’’ diyor. ‘‘Herkes gibi fırtınaya yakalandık.’’

Peki önce ABD'yi, ardından Avrupa'yı etkisi altına alan, her iki kıtada borsaları altüst eden krize ne yol açtı?

Hepimizin bildiği meseleyi Dega birkaç satırla şöyle özetliyor:

‘‘Telekomünikasyan operatörleri internet sektörünün büyüyeceğini sandılar. Müthiş abartılı durumlar yaşandı. Bu sektörle ilgili ortaya bir şeyler atanlar borsa aracılığıyla muazzam paralar topladı. Sonra balon patladı, şirketler battı.’’

Dega
'nın yaşanan çılgınlıkla ilgili çizdiği tablo ilginç: İnternet trafiğinin artacağını hesaplayan operatör şirketler 1998 ile 2000 yılı arasında, 50 yılda döşenen kablolara eşit miktarda kablo döşemişler.

Neticede, Atlantik'teki denizaltı kablolarının ancak yüzde 5'i kullanılıyormuş.

‘‘Uzun yıllar artık kablo döşemeye gerek yok’’diyor Gerard Dega. Müşterileri olan şirketler batınca Alcatel, Lucent, Nortel de fırtınaya yakalanmış.

Dega'ya göre, özellikle Lucent ve Nortel bugün ciddi güçlükler içerisindeler. Her iki şirket personel sayısını neredeyse yarı yarıya indirmiş.

Alcatel de hayatta kalmak için aynı yolu seçmiş.

Yani, personel sayısı 100 binden, 2003 yılı sonu itibariyle 60 bine düşecek.

Gerald Dega'nın özellikle vurguladığı bir husus var. Yeni yatırımların yapıldığı ülkelerde, ki Türkiye bunların başında geliyor, Alcatel personel almaya devam ediyor.

Alcatel Eurasiat'ı Türk Telekom'a bırakmaya hazır


GERALD Dega ile sohbette Eurasiat Şirketi'ni de konuşuyoruz.

Biliyorsunuz, Eurasiat, Türk Telecom ve Alcatel işbirliğiyle uydu teknolojilerini geliştirmek üzere Monaco'da kurulmuş bir şirket.

Şirketin yüzde 75'i Türk Telecom, yüzde 25'i ise Alcatel'e ait. Eurasiat'ın ürettiği, Avrupa'nın en güçlü uydularından biri (kaplama alanı Kuzey Afrika, Orta Asya, Çin'e kadar uzanıyor) Türksat 2A, 300 milyon dolara malolmuştu.

Yaklaşık iki yıl önce uzaya fırlatılan uydu ne yazık ki bugün bekleneni vermedi.

Türk Telekom'un yansıtıcıları pazarlayamaması sonucu (30 civarında yansıtıcı var) Eurasiat beklenen geliri elde etmek bir yana kayba uğradı.

Türk Telecom'un, ortağı Alcatel'e kaybı birlikte karşılamayı önerdiği iddiasını sorduk Gerard Dega'ya.

Dega, Türk Telekom ile yaptıkları sözleşmede kaybı birlikte karşılamak gibi bir maddenin bulunmaması rağmen, Alcatel'in Türkiye'deki uzun vadeli projelerinden ötürü öneriye ‘‘tamam’’ dediklerini söylüyor.

Birşey daha ekliyor.

Alcatel, Eurasiat'taki hissesini Türk Telekom'a satmayı da önermiş.
Yazının Devamını Oku

Paris'te lanetli ressam Modigliani'nin izinde

1 Aralık 2002
Yolun yarısına henüz gelmişken sefalet içersinde ölen ilk ve son ressam değildi elbet Amedeo Modigliani. Ama yine de onu diğerlerinden ayıran bir şey vardı.

Kimilerine göre, farklı yazgısı doğduğu ilk günden itibaren çizilmişti.

Livorno'da babasının iflası nedeniyle eve hacze gelenler, eşyaların bazılarına dokunamamış zira bunlar doğum sancıları çekmekte olan annesinin yatağına yığılmıştı. İtalyan yasalarına göre, hamile bir kadının eşyalarına dokunmak yasaktı o zamanlar.

Küçük çocukken yakalandığı verem onu annesinin ‘‘gözbebeği’’ yapacaktı.

22 yaşında Paris'e geldiği güne kadar, hep annesinin kanatları altında olacaktı.

Resme olan tutkusunu teşvik eden, onu resim hocalarına götüren, gerektiğinde cep harçlığı veren aşırı sevecen, korumacı bir anne.

Belki bu yüzden Modigliani, hayatının her döneminde kadınların sıcaklığını aramış, onlara sığınmış hatta bir tanesini ölürken beraberinde götürmüştü.

Ölümünden iki gün sonra kendisini pencereden atan 22 yaşındaki hamile sevgilisi Jeanne Hebuterne.

Zaten genç kadının trajik ölümüydü Modigliani'ye ‘‘lanetli ressam’’ denmesinin nedeni.

Gerçi kimi arkadaşları onu Fransızca lanetli anlamına gelen ‘‘Modi’’ diye çağırıyorlardı ama esas ‘‘lanetli ressam’’ diye anılması Jeanne'ın intiharı yüzünden olacaktı.

Arkasında 14 aylık bir kız bebek bırakan 8 aylık hamile Jeanne.

Henüz 18 yaşındayken ressamı tanıyan, alkol ve uyuşturucu krizlerinde onu cehennemin diplerinden çekip çıkaran genç bir resim öğrencisi.

Gençken bir arkadaşına yazdığı mektupta ‘‘Normal insanlardan farklı olmak hakkına sahibiz. Zira bizim gereksinimlerimiz farklı, bu yüzden farklı bir ahlak boyutundayız. Görevin fedakarlık değil rüyanı kurtarmaktır’’ diye yazan Modigliani'yi anlamaya çalışan, ona tutkuyla bağlı Jeanne.

Yıllar sonra Modigliani'nin ailesinin talebi üzerine ressamın Pere-Lachaise'deki mezarının yanına gömülecekti.

‘‘Lanetli ressam’’ Modigliani'nin hayatı, sanatı bugünlerde Paris'te yeniden gündemde.

Zira sanatçının 150 resmi ilk kez biraraya getirilmiş.

İki görüşme arası yakaladığım boş bir vakitte Lüksemburg Müzesi'ndeki sergiyi kaçırmadım. Üstelik basın kartımın ilk kez yararını gördüm, sayesinde uzun bir kuyruğu aşarak içeri girdim.

Sanatçının yaşarken, parasızlıktan kimi zaman bir içki karşılığında bedava verdiği, günümüzde ise 600 bin dolardan başlayan resimleri çarptı beni.

Ne diyordu Modigliani?

‘‘Aradığım gerçek değil, gerçeküstü de değil sadece bilinçaltı.’’

‘‘Beni sadece insan ilgilendiriyor çünkü yüzü doğadaki en ulvi şey.’’

Lüksemburg Müzesi'nin siyah odalarında karşınıza çıkan Modigliani'nin portreleri bilinçaltıyla ulviliği birleştirmiş.

Hem karanlıklar, hem ışıltılılar... Hem de şaşırtıcı derecede ışıltılı.

Paris'te bir hafta kaldığım otel, Modigliani'nin Jeanne Hebuterne'le birlikte kaldığı atölyeyle aynı sokakta: Grande Chaumiere Sokağı.

Sokağa her çıktığımda ‘‘lanetli ressam’’ yanıbaşında Jeanne'ın gölgesiyle karşıma dikiliyor.
Yazının Devamını Oku

Bıyıklı Bey'in Paris ziyareti

29 Kasım 2002
<B>AKP</B> Lideri <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>'ın Paris ziyareti, tam Fransız basınında <B>‘‘Türkiye AB üyesi olmalı mı, olmamalı mı’’</B> tartışmalarının alevlendiği günlere rastgeldi. Hafta başından beri Paris'teyim, gazetelerde her gün Türkiye meselesi.

Le Monde, Le Figaro, üyelik yanlılarıyla, karşıtlarının düello alanı gibi.

Bir gün Le Figaro'da Alain Besançon imzalı ‘‘Hayır, Türkiye Avrupalı değil’’ yazısı, ertesi gün Le Monde'da eski başbakan Michel Rocard imzalı ‘‘Türkiye'ye evet demek yaşamsal’’ makalesi.

MEDEF (Fransızların TÜSİAD'ı) direktörü Thierry Courtaigne bu tür tartışmaların son derece sağlıklı olduğu kanısında.

‘‘Valery Giscard d'Estaing iyi ki konuştu. Basında, şimdiye kadar duymadığım müthiş ilginç görüşler buluyorum’’ diyor.

Erdoğan'ın Chirac ile buluşması işte bu iklimde gerçekleşiyor.

Gazetelerdeki tartışmalar nedeniyle AKP liderine ilgi hayli fazla.

Sabah TV5'te Erdoğan-Chirac buluşmasını haber veren spiker, o sırada ekrana görüntüsü gelen AKP liderini tanıtmak için ‘‘Bıyıklı Bey’’ sözlerini kullanıyor.

Öyle ya, Avrupalılar İspanya Başbakanı Aznar dışında bıyıklılara pek alışkın sayılmaz.

AKP liderinin Chirac görüşmesinden sonra Türkiye Büyükelçiliği'ndeki basın toplantısını elbet kaçırmıyorum.

Dediğim gibi, ilgi büyük ve elçilik binasının konferans salonu, AKP lideriyle birlikte seyahat eden Türk gazetecilerinin yanı sıra Fransız ve Paris'teki diğer yabancı gazetecilerle neredeyse tıka basa dolu.

Yabancı gazetecilerin sorularından bizim meslektaşlara sıra gelmiyor.

AB, Kıbrıs derken Fransız gazetecinin biri ‘‘Konuşmalarınızda İslam'a hiç atıfta bulunmuyorsunuz neden’’ diye soruyor.

Erdoğan'ın cevabı şöyle: ‘‘Ben politikacıyım, böyle meselelerle bizim Diyanet İşleri Başkanlığı ilgilenir.’’

Basın toplantısının bir yerinde, Paris'te temaslarını sürdürmekte olan Ermeni Patriği II. Mesrob salona girerek Erdoğan ile tokalaşıyor.

Sanıyorum Fransız gazeteciler bu kadar renkli bir basın toplantısını hayatlarında görmediler, görmeyecekler.

Türkiye'nin AB bütçesine maliyeti ne olacak

FRANSIZ Maliye, Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’nın denizaltı hissini veren binasındayız.

Bakanlık uzun yıllar Louvre Müzesi'nin büyük bir bölümünü işgal etmiş.

Müzenin yıllar süren bir mücadeleden sonra atmayı başardığı bakanlık, Mitterrand'ın Chemetov adındaki bir mimara ısmarladığı bu binaya taşınmış.

Dış Ekonomik İlişkiler Müsteşarlığı'nın Avrupa Birliği Bürosu Müdürlüğü'nden yetkililer genişlemeyle ilgili bilgiler aktarıyor.

Mesela, Fransa'nın 2004 yılında üyelikleri kesinleşecek olan 10 aday ülkede pazar payı oldukça küçük. Almanya'nın payı yüzde 25 iken, Fransa'nın payı sadece yüzde 6.

Bu elbet Almanya'nın hem aday ülkelere daha yakın olmasından, hem de onların ekonomisine daha uygun ürünler ihraç etmesinden kaynaklanıyor.

Yetkililere göre Fransa'nın geride kalmasının başka bir nedeni de bu ülkelerdeki özelleştirmede fazla temkinli davranması.

Peki genişlemenin yükü ne olacak?

10 adaya 3 yıl boyunca ödenecek miktar 15 milyar Euro. Fransa'nın payına düşen ise yıllık GSMH'nin yüzde 0.03’ü.

AB Bürosu rakamlarla oldukça haşır neşir.

Türkiye aday olduğu takdirde AB bütçesinden ne kadar para gidecek diye sorduk.

AB'nin bütçesi halen 100 milyar Euro. Bunun 30 milyarı kalkınma için kullanılan yapısal fonlara, 40 milyarı ortak tarım politikalarına, 30 milyarı çevre araştırmaya ayrılıyor.

Türkiye'nin üye olması durumunda yapısal fonlar otomatikman 45 milyar Euro'ya fırlayacak. Yani Türkiye'nin maliyeti 10 aday ülkeye bedel.

Paribas: Türkiye'ye ilgimiz sürüyor

BNP Paribas kendisini ‘‘değişen dünyanın bankası’’ diye tanıtıyor.

85 ülkede varlık gösteren bankanın 85 bin çalışanı var ve bunların 33 bini Fransa dışında görevli.

2001 yılında 4 milyar Euro'luk kárı olan banka bugünlerde Fransa'da oldukça gündemde, zira hafta başında Credit Lyonnais Bankası’nda devletin açık arttırmaya çıkardığı yüzde 10.9'luk payını 2. 2 milyar Euro'ya satın almış. Yani şu anda Credit Lyonnais'nin de en büyük hissedarı durumunda.

BNP Paribas'nın, uluslararası ticaret ve proje finansmanından sorumlu yetkililerinden Dominique Remy ile Credit Lyonnais operasyonundan hemen sonra görüştük.

Türkiye'de daha önce Finansbank ile pazarlığa oturan ancak bunu sonuçlandıramayan BNP Paribas Türkiye'de yeni yatırımlara nasıl bakıyor?

Dominique Remy'ye bunu sorduk.

Remy, bankasının ihracat kredisinde ve hazine tahvillerinin satışında Türkiye'de önemli bir yeri olduğunu söylüyor.

‘‘Finansbank ile görüşmeler kesilse dahi bu bizim Türkiye'ye ilgimizin bittiği anlamına gelmez’’ diyor.

Yeni yatırım için fırsat kolladıklarını hatta bazı finans gruplarıyla görüşmelerin devam ettiğini ilave ediyor.

Dominique Remy, BNP Parisbas'nın halen kimlerle görüştüğü konusunda asla sır vermiyor:

‘‘Sadece İsviçreli bankacıların değil tüm bankacıların kendilerine sakladıkları bilgiler vardır’’ diyor.

BNP Paribas'nın Türkiye'de yatırım yapmayı planladığı bir başka alan ise ‘‘advantage’’ benzeri tüketim kartları.
Yazının Devamını Oku

AP, Türk şirketi ARGE'yi konuşuyor

26 Kasım 2002
<B>12</B> Aralık önemli bir tarih biliyorsunuz. Kopenhag'daki zirvede Türkiye ile ilgili çıkacak kararı hepimiz merakla bekliyoruz.

12 Aralık'tan tam 10 gün önce, yani 2 Aralık günü Avrupa Parlamentosu'ndan çıkacak karar da bizi ilgilendiriyor ama hepimizden fazla Türk danışmanlık şirketi ARGE'yi ilgilendiriyor.

Konuyu biraz açacağım izninizle.

Yaklaşık 10 yıldan beri yönetim danışmanlığı hizmeti veren ARGE, Avrupa Parlamentosu'nun ‘‘sosyal sorumluluk’’ alanında açtığı yarışmaya katılıyor.

Ericsson, Nokia, Shell, British Gas, Procter&Gamble gibi şirketlerin arasından sıyrılarak üç finalist arasına girmeyi başarıyor.

Yarışmanın birincisi 2 Aralık günü belirlenecek.

‘‘Geleceği Şekillendirmek’’ ödülü o gün Avrupa Parlamentosu'nda törenle verilecek.

ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Argüden, Kopenhag öncesi bir Türk Şirketi'nin Avrupa Parlamentosu'nda konuşuluyor olmasından mutlu.

‘‘Gördüğünüz gibi Türkiye'de yapılanlar Avrupa'nın geleceğini şekillendirmekte örnek olabiliyor, kaliteli işler uluslararası camiada hak ettiği takdiri kazanabiliyor’’ diyor.

Diğer iki finalistten biri dünyanın tanınmış ilaç firmalarından GlaxoSmithKline. Afrikalı çocuklara kişisel hijyen eğitimi nedeniyle seçilmiş. Üçüncü finalist ise madencilik şirketi BHP. Bu şirket de Mozambik'te AIDS'i önleme konusundaki çalışmaları nedeniyle finalistlerin arasında.

ARGE Danışmanlık ise Türkiye'de yönetim kalitesi ve sivil toplum örgütlerini geliştirme konusundaki çalışmalarıyla rakiplerini geride bırakmış.

Argüden'in verdiği bilgiye göre, sosyal sorumluluk meselesini ciddiye alan şirketler bir süreden beri bu alanda gerçekleştirdiklerini kamuya duyurmaya başlamışlar. İnsan hakları, çevreyle ilgili yapılanlar, yıllık raporlarda finansal sonuçlarla birlikte yayınlanıyormuş.

Türkiye'de de ‘‘kurumsal sosyal sorumluluk’’ alanında hayli önemli adımlar atıldı ama yapılanlar yıllık raporlarda yer alıyor mu bilmiyorum doğrusu.

ARGE bu arada hizmet verdiği şirketlere de iyi örnek oluyor.

Zira, şirketin tüm çalışanları haftada bir günlerini STK'lara ayırmışlar.

Sosyal sorumluluk Gates'e ters tepti


DÜNYANIN en zengin kişilerinden Microsoft'un patronu Bill Gates, ‘‘sosyal sorumluluk’’ meselesine yürekten inanmış biri.

Son iki Dünya Ekonomik Forumu'nda, İrlandalı şarkıcı Bono ile birlikte bu konuda az gövde gösterisi yapmadı. Karısıyla birlikte büyük bağışlar yaptığı da biliniyor.

Gates, geçtiğimiz günlerde Hindistan'ı ziyaret etmiş. 2010 yılında 25 milyon AIDS hastasının olacağı hesaplanan Hindistan'a bu hastalıkla mücadele için 100 milyon dolar vermeyi vaat etmiş. Ne dersiniz Hintliler memnun mu?

Hayır!

''Gates, AIDS ile mücadele gerekçesiyle Amerikan laboratuvarlarının Hindistan pazarına girmelerini sağlayacak'' diye kıyamet kopmuş. İşte böyle hiç umulmadık şekilde sosyal sorumluluk ters tepmiş.

Ka-Der üyelerine İsveç'te eğitim


KA-DER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği), partilerin kadın adayları listelerde seçilmeyecek sıralara yerleştirilmelerini ‘‘kadınlardan oy yok’’ diye protesto etmişti.

Ka-Der Başkanı Ayşe Bilge Dicleli, en fazla Baykal'ı suçlamış, ‘‘CHP kadınları yanına alsaydı büyük bir sıçrama yapardı’’ diye sitem etmişti. 3 Kasım sonrası ‘‘Tek başına iktidar derken, tek başına muhalefet olduk’’ diyen Baykal, kadınları önemsemediğinden ötürü pişman mı, değil mi bilmem ama Ka-Der bir sonraki seçim için kolları şimdiden sıvamış görünüyor.

İstanbul'da önceki gün İsveç Enstitüsü'nün desteğiyle Avrupa Birliği uzmanlarının, öğretim görevlilerinin katıldığı iki günlük bir toplantı yapıldı. Toplantıya katılan isimlerden bir tanesi de Avrupa Birliği Sosyal İşler komiseri Anna Diamantopoulos'un yardımcılarından Barbara Helfrirach.

Önümüzdeki hafta ise 21 Ka-Der üyesi İsveç'e bir haftalık eğitime gidiyor.

İsveç, kadın-erkek eşitliği konusunda önemli adımlar atmış bir ülke. Kadınların parlamentoda temsil oranı yüzde 45. Hatta Avrupa Birliği, fırsat eşitliğiyle ilgili birçok yasasında İsveç yasalarından esinlenmiş.

Ka-Der üyelerinin İsveç'te eğitim görmeleri önemli bir başlangıç.
Yazının Devamını Oku

Türkiye'yi ne yapacağız?

24 Kasım 2002
<B>KİM</B> derdi ki seksenine merdiven dayamış Fransa eski cumhurbaşkanı <B>Valery Giscard d'Estaing </B>bir laf edecek ve Avrupalı aydının Türkiye hakkında düşündükleri su yüzüne çıkacak. Sayın d'Estaing'in ‘‘Türkiye Avrupa Birliğine üye olursa birlik çöker’’sözleri büyük tartışmalar başlattı.

Türkiye yanlılarıyla karşıtları karşı karşıya geldi...

Bizi kim istiyor, kim istemiyor gördük. Kim çekiniyor, neden çekiniyor okuduk.

Ben kendi hesabıma geçtiğimiz haftayı Fransız dergi ve gazetelerinde Türkiye üzerindeki tartışmaları okuyarak geçirdim.

Pandora'nın kutusundan neler çıktı neler...

Le Point Dergisi'nden başlıyorum.

Derginin baş makalesini yazan Claude İmbert, aynen Giscard d'Estaing'nin çizgisinde biri.

‘‘Nüfusu, ekonomisi ve kültürüyle bize hiç benzemeyen 70 milyonluk bir ülkeyi nasıl alırız.’’

İmbert
'e göre, Türkiye'yi uzaktan sevmek aşkların en güzeli.

‘‘Türkiye ile kadeh tokuşturmak iyi ama herkes kendi kadehini kullansın’’..

Fransa'nın önde gelen aydınlarından Bernard-Henry Levy sanki 3 Kasım sonrası fikrini değiştirmiş gibi.

Aynı dergideki yazısında bakın ne diyor: ‘‘Kendi kızlarının ya da karısının başını örtmesini kabul eden birinin başbakan olduğu bir ülke Avrupa'ya nasıl girer.’’

L'Express
Dergisi'nden Bernard Guetta, yukarıda adlarını verdiğim iki meslekdaşının tam aksi bir tutum içersinde. Makalesinin de başlığı ‘‘Türkleri neden hırpalıyoruz.’’

Guetta
'ya göre, AB'nin Türkiye'ye kapısını kapatması büyük bir aptallık olur.

‘‘Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'nın hasta adamı olarak tanımlandı.Asya'nın değil. Zira aydınları, elit sınıf yüzünü Batı'ya bize doğru çevirmişti.Türkiye o dönemde geleceğinin Avrupa'da olacağını hesaplamışı.’’

Keşke Guetta'nın tüm yazısını buraya alabilsem.

‘‘Neden Fransa'daki, İngiltere'deki ya da Almanya'daki Müslümanlara, ‘‘Bakın, Türk modeli çuvalladı, artık tek seçeneğiniz Vahabilik’’ diyelim. Neden, Arap Dünyası sınırında laik ve Avrupalı bir İslam'ı reddedelim’’ diye soruyor.

Türkiye ilgili en kapsamlı tartışma Le Figaro Dergisinde.

Zaten başlıktaki soruyu soran da bu dergi.

Evet, Giscard d'Estaing kuyuya taşı attığından beri Avrupalıların kafalarını kurcalayan soru şu: ‘‘Türkiye'ye ne yapacağız.’’

Tartışmayı yapan iki kişiyi doğrusu ben pek iyi tanımıyorum: Philippe de Villiers ve Guy Sorman.

Sorman, Türkiye'nin üyeliğinden yana. O da geniş vizyonlu Avrupalı aydınlar gibi, 21. yüzyılın en büyük meselesinin Batı ile Müslüman Dünyası arasındaki ilişkilerin olduğu ve Türkiye'nin bu ilişkilerde önemli bir rol oynayabileceği görüşünde.

Muhatabı Philippe de Villiers anladığım kadarıyla bir başından beri Türkiye'nin üyeliğine karşı. Ancak AKP'nin iktidarından sonra tutumunu daha da sertleştirmiş; eski defterleri açıyor.

‘‘İslam diğer dinlere tolerans göstermiyor. 1900 yılında Türkiye'de yüzde 12 oranında Hıristiyan vardı şimdi ise yüzde 0.6’’.

Ilımlı denilen AKP'nin iktidardaki üçüncü gününde türban meselesini günrdeme getirdiğini hatırlatıyor. ‘‘Erdoğan'ın çevresindekiler de katı islamcılar. Tahran ve Kabil deneyimlerinden sonra asla olmaz..Türkiye'nin AB üyeliği bir çılgınlık.’’

İşte Fransa'daki tartışmalar böyle...

Türkiye yanlıları mı, yoksa karşıtları mı kazanacak göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Daha büyük bir ceketle haydi işbaşına

22 Kasım 2002
<B>DEVLET </B>Bakanı <B>Kürşad Tüzmen</B> ile ekim ayı ortalarında Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği'nin milletvekileri adaylarını tanıştırmak için yaptığı toplantıda karşılaşmıştık. Sözleri çok net aklımda.

Tüzmen ‘‘Müsteşar iken bazı şeyleri değiştirmek için çok uğraştık ceket küçük geldi. Bu yüzden sırtımıza daha büyük bir ceket geçirmek istiyoruz’’ demişti.

İşte Tüzmen daha büyük bir ceketle, ‘‘bakanlık’’ ceketiyle dün Dış Ticaret Müsteşarlığı binasına adımını attı.

Dış Ticaret artık ondan sorulacak.

Zaten kendisi de daha büyük bir ceketle daha büyük işler yapacağının işaretini verdi:

‘‘Hedef 3 yıl içinde 50 milyar dolarlık ihracat.’’

Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Umut Oran, Kürşad Tüzmen'i en yakından tanıyanlardan biri. Tunca Toskay tarafından mayıs ayında görevden alındığında en fazla tepkiyi o göstermişti.

Oran, Tüzmen'in bakan olarak hizmet vermesini ‘‘Türkiye'nin şansı’’ olarak tanımlıyor.

‘‘Kapısı daima herkese açıktır. Sanayici, ihracatçı tarafından sevilir’’ diyor. Tüzmen ile birlikte Avrupa, Amerika'ya yaptıkları ziyaretlerde, karşısındakileri daima etkilediğini anlatıyor.

Peki Oran'ın Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı olarak, Tüzmen'in acilen çözüm getirmesini beklediği konular hangileri?

Güney ve Güneydoğu'da yatırımı teşvik eden 4325 sayılı yasanın revize edilerek yeniden yürürlüğe sokulması.

İkincisi de ABD ile Türkiye arasında ticareti arttırmaya yönelik Nitelikli Sanayi Bölgeleri'' (Oran, ‘‘nitelikli’’ yerine ‘‘tanımlanmış’’ sıfatının kullanılmasının daha doğru olduğu görüşünde) projesine tekstil sektörünün de dahil edilmesi.

Umut Oran'a göre, Tüzmen bu iki konuya el attığı takdirde, tekstil sektörünün tek başına 2010 yılına kadar 50 milyar dolarlık ihracatı gerçekleştirmesi işten bile değil.

İngiliz'in vizesi 10 dolar Amerikalı'nın 100 dolar

ÇİÇEĞİ burnunda Turizm Bakanı'na ilk çağrı Rehberler Birliği'nden (TUREB) geldi.

TUREB Yürütme Kurulu Başkanı Şerif Yenen dikkat çekti.

Meğer, Amerikalı turistler Türkiye'ye gelirken İngiliz turistlerden 10 kat fazla vize parası ödüyormuş.

Yani İngiliz 10 dolar öderken, Amerikalı 100 dolar ödüyor.

Hong Konglu'nun ödediği miktar 16 dolar, Norveçlinin ödediği ise 20 dolar.

Yenen diyor ki, kültür turlarıyla gelen yabancılar arasında en yüksek oranı oluşturan Amerikalılara haksızlık yapılıyor.

100 dolar Türklerin Amerikan vizesine ödediklerinin karşılığı olarak belirlenmiş.

Ancak Amerikan vizesi çoğunlukla 10 yıllık bir dönemi kapsıyor. Amerikalı turistin aldığı vizenin geçerliliği ise sadece birkaç ay. Hatta kimi zaman gemiyle Kuşadası’na gelip, günü birlik Efes turuna katılan Amerikalı turist bile 100 dolar ödüyormuş.

Yenen, başta Yunanistan diğer ülkelerle rekabeti zorlaştıran bu uygulamanın Güldal Akşit tarafından düzeltileceği inancında.

Yabancı sermaye korumamız altında

İNGİLİZ iş dünyası AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan'ı nasıl karşıladı?

İngilizler ekonomimizle ilgili en çok neyi merak ediyor?

Bu soruları Londra'da Erdoğan'ı ağırlayan Türk-İngiliz Ticaret ve Sanayi Odası Genel Sekreteri Feride Alp'e yöneltiyorum.

TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile birlikte AKP liderini dinleyen yaklaşık 100 kadar İngiliz işadamı arasında, Morgan Stanley, Shell, BP, Thames Water, HSBC, British-American Tobacco, Credit Suisse gibi önemli kuruluşların temsilcileri var.

Erdoğan'a yöneltilen soruların başında IMF geliyor.

Türkiye IMF programına sadık kalacak mı?

Diğer merak edilen bir konu ise yabancı yatırımcılara nasıl bir ortam sağlanacağı.

IMF ile ilgili sorulardan bir tanesi HSCB Ortadoğu Başkanı Shaun Willams'tan geliyor.

Erdoğan IMF ile ilgili bir sıkıntı olmadığını belirterek ‘‘Programın sosyal yönüyle ilgili eksiklikleri tamamlamak istiyoruz ve bu konuda IMF'nin bize yardımcı olacağına inanıyoruz’’ diyor.

Erdoğan'ın yabancı yatırımcılara yönelik mesajı ise şöyle:

‘‘Türkiye bugünden itibaren yeni bir döneme girmektedir. Buna yeni bir istikrar dönemi de diyebiliriz. Yabancı yatırımcılar kesinlikle endişeye kapılmamalıdır. Yabancı sermaye bizim korumamız altında olacak.’’

Erdoğan
, yabancı yatırım için nasıl bir ortam sağlanacağı konusunda fazla bir ayrıntıya girmemekle birlikte, ‘‘Hükümet olarak yabancı yatırımcının işini kolaylaştırmak için her şeyi yapacağız. Uygulamayı göreceksiniz’’ diyor.

Toplantıda elbet geçtiğimiz ağustos ayında kabul edilen reform paketiyle ilgili bir soru da geliyor.

Soruyu yönelten uzun yıllar Ankara'da hizmet vermiş olan, Türkçeyi ana dili gibi konuşan İngiliz elçisi David Logan.

Logan
, AB ülkelerinden sıkça duyduğumuz ‘‘Aman reformlar kağıt üzerinde kalmasın’’ kaygısını dile getiriyor.

Sorusunu da Türkçe olarak Rifat Hisarcıklıoğlu'ya yöneltiyor.

Ancak Hisarcıklıoğlu'nun ismi Logan'a oyun oynuyor.

Zira eski elçi çok uzun ismi telaffuz etmekte zorlanıyor, edemeyince de soyadından vazgeçip ‘‘Sayın Rifat’’ demeyi yeğliyor.

Salonda gülüşmeler oluyor, reform sorusu da böylelikle yumuşuyor.
Yazının Devamını Oku

Chirac'ın danışmanı: AB'ye üyeliğinizi destekliyoruz

19 Kasım 2002
<B>FRANSA</B> Cumhurbaşkanı <B>Jacques Chirac</B>'ın yıllarca dış politika ve savunma danışmanlığını yapmış olan <B>Pierre Lellouch</B> <B>Nato </B>Parlamenter Asamblesi nedeniyle İstanbul'daydı. Paris milletvekili olan Lellouch'u ben değil, o beni buldu.

Ankara'daki Fransız Ticari Ataşe Pierre Mourlevat vasıtasıyla bana ulaştı ve eski cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing'in ‘‘Türkiye AB'ye alınırsa birlik çöker’’ çıkışıyla ilgili konuşmak istediğini söyledi.

Belli ki, Türk medyasına sesini duyurmak istiyordu.

Peki Lellouch ne dedi?

‘‘Valery Giscard d'Estaing, kesinlikle Fransa'nın resmi görüşünü ortaya koymuyor.’’

Lellouch
'a göre, çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olanların ama şimdiye kadar seslerini fazla çıkartmayanların eline 3 Kasım seçimlerinden sonra fırsat geçmişti.

Görünen o ki, Fransa'da Valery Giscard d'Estaing Türkiye'yi istemeyenlerin başını çekiyor.

Eski dışişleri bakanı Hubert Vedrine de onu destekleyenler arasında.

‘‘Cumhurbaşkanı Chirac, Valery Giscard d'Estaing'i Avrupa Konvansiyonu'nun başına atayarak ondan kurtulacağını sandı ama öyle olmadı. Şimdi sesini daha fazla duyurabiliyor ve Chirac Yönetimi'ni zor durumda bırakan açıklamalar yapıyor.’’

Pierre Lellouch
, Chirac'ın bu çıkıştan rahatsız olduğunu da söylüyor.

‘‘21. yüzyılın en büyük meydan okuması, demokrasiyle bağdaşan değerleri kucaklamış ılımlı bir İslam'ın yaratılması olacaktır. Din savaşlarının önlenmesi olacaktır. Türkiye'nin rolü bu yüzden önemli’’ diyor.

Lellouch, savunma ve güvenlik uzmanı.

Zaten Lütfi Kırdar'daki randevu öncesi NATO Parlamenter Asamblesi toplantısında ‘‘Demokrasileri Savunmak’’ konulu bir raporu sunuyordu.

Türkiye'nin stratejik konumunun farkında.

Valery Giscard d'Estaing gibi dar bir çerçeveden bakmıyor.

AB üyeliğimize karşı çıkanların çeşitli gerekçeler öne sürdüklerini söylüyor.

Nüfus başta geliyor. Din, ekonomi faktörler arasında.

Pierre Lellouch ile konuşurken tablo daha da netleşiyor.

12 Aralık Kopenhag Zirvesi öncesi, Türkiye'nin üyeliğini isteyenler ile istemeyenler arasında belli ki savaş kızışmış.

Lellouch'a bakılırsa, Türkiye Kopenhag'da tarih almayı, üyelik statüsünü muhafaza etmek için var gücüyle çalışmalı.

‘‘Üyelik hakkını elde ettiniz onu iyi koruyun’’ diyor.

Bana kalırsa bu sözleri, bir süreden beri ‘‘Türkiye'ye özel statü verilsin’’ diyenlerin bayağı bir yol aldıklarının kanıtı. İşte bunun için diyorum ki, 12 Aralık Kopenhag Zirvesi'ne kadar hiç durmak yok, her koldan AB ülkelerine baskıya devam.

Avrupa Parlamentosu'nda Burhan Doğançay resmi


AVRUPA Parlamentosu milletvekili Ozan Ceyhun'dan hoş bir e-posta geldi.

Hani yukarıda her koldan çalışmaya devam demiştim ya, gönlünüzü ferah tutun herkes çalışıyor.

Ozan Ceyhun şöyle diyor: ‘‘AB internet sayfalarında Türkçe'nin AB dili sunulmasının ardından önümüzdeki haftalarda Avrupa Parlamentosu'na ünlü bir Türk ressamın tablosu asılacak.’’

Ünlü Türk ressamı Burhan Doğançay.

Ozan Ceyhun e-postasında ‘‘Avrupa Parlamentosu'nun bir üyesi olarak parlamentomuzda sanırım her ülkeden ünlü ressamların yapıtlarının sergilendiğini ancak Türkiye'den herhangi bir yapıt olmadığını tespit etmiştim’’ diyor.

Türkiye'nin AB nezdindeki yoğun çabaları neticesinde Burhan Doğançay 45 bin Euro değerindeki ‘‘Homage To Calligraphy’’ isimli tablosunu Avrupa Parlamentosu'na hediye etmek istediğini bildirmiş.

Doğançay'ın 1981 yılında yaptığı tablo, önümüzdeki haftalarda törenle Avrupa Parlamentosu'na asılacak.

Kadın girişimciler artık yalnız değil


KADIN Girişimcileri Derneği'nin (KAGİDER) kurulma çalışmaları yanılmıyorsam geçen nisan ayında başladı.

TÜSİAD'ın desteğiyle bu yönde çalışmalar olduğunu ilk kez Kurtsan-Otacı Şirketler Grubu Yönetim Kurulu üyesi Meltem Kurtsan'dan duymuştum. KAGİDER altı ay gibi kısa bir süreden sonra dün kuruldu.

Derneğin 38 kurucu üyesi var ve başkanı Meltem Kurtsan.

Türkiye genelinde yüzde 0.7'lik bir payı olan kadın girişimcilerin güçlerini birleştirmeleri son derece olumlu bir gelişme.

Zira kapısını çalmakta olduğumuz Avrupa Birliği'nin önemle üzerinde durduğu şeylerden biri de kadın-erkek arasında fırsat eşitliği.

KAGİDER'in, hem Türk kadın girişimcilerine destek vermek, hem onların dünyaya açılmaları için iyi bir platform oluşturacağından kuşkum yok.

İşin başka bir boyutu da, Meltem Kurtsan'ın işaret ettiği gibi, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası fonlarından yararlanmak.

KAGİDER ile ilgili daha fazla bilgi isteyenler www.kagider.org adresinden ya da 212 2130162 numaralı telefondan daha fazla bilgi alabilirler.
Yazının Devamını Oku

Manuel Amca'nın Türk kızı

17 Kasım 2002
<B>MANUEL </B>Amca ile Brüksel'de tanıştık. Gazeteci bir arkadaşımla birlikte TÜSİAD binasındaki toplantıdan çıkarken telefonla çağırttırdığımız taksisinde bizi bekliyordu.

Yabancı şehirlerdeki çoğu taksi şoförlerinin aksine güler bir yüzle karşıladı bizi.

Gideceğimiz adresi bilmediği için kocaman bir şehir planı çıkartıp, dikkatle incelemeye koyuldu.

Ne var ki, Brüksel'e gece inmeye başlıyordu ve Manuel Amca'nın da gözleri iyi görmüyordu. Sayfaların üzerine tuttuğu kocaman el feneri bile yaramıyordu işe...

Kendisine yardım etmeyi önerince Manuel Amca'nın sevinci görülmeye değerdi...

Adresi de bulunca keyfi iyice yerine geldi ve başladı anlatmaya.

Yıllar önce, İspanya, Avrupa Birliği'nin kapısının önünde beklerken, ekonomisi emekleme devresindeyken, İspanyollar yüzlerini Avrupa'nın kuzeyine doğru çevirdiği günlerde, Asturias'ın yoksul bir köyünden kalkıp Belçika'ya gelmişti.

Bir süre sonra Belçikalı bir kadınla evlenmişti.

Bundan 25 yıl önce ise çift bir kız bebeğini evlat edinmişti.

‘‘Kızım Türk’’...

Manuel
Amca'nın arabaya biner binmez ‘‘Türk müsünüz’’ diye sormasının sebebi anlaşılıyordu şimdi.

‘‘Kızımın adı Leyla... Kara tenli, uzun boylu son derece güzel bir kız. O hayatımın aşkı.’’

Baba İspanyol, anne Belçikalı, kız Türk.

Hayatın cilvesine bakın...

Belçikalı anne sekiz yıl önce kanserden ölmüş.

Peki ya Leyla?

‘‘Bir yıl önce evden ayrıldı.. Şimdi büyük bir şirkette çalışıyor ama aynı zamanda dans şampiyonu.. Sayısız madalyası var, gazetelerde resimleri çıkıyor. Leyla bir star.’’

Manuel
Amca, Avrupa'daki kültürel zenginliğin bir boyutu; madalyonun bir yüzü.

Keşke diğer yüzününde de böylesine duygusal hikayeler olsa.

Önceki sabah DEİK tarafından Türkiye'ye davet edilen Belçikalı gazetecilerle konuşurken ‘‘Belçika kamuoyunda Türkiye'nin üyeliğine karşı en güçlü gerekçe hangisi’’ diye soruverdim.

Sorum gazetecilere yönelikti ama uzun yıllardan beri Türkiye'de oturan Belçikalı bir işadamı önce davrandı.

‘‘Belçikalılar korkuyor... Belçika'da yaşayan yabancıları, Türkleri görüyorlar, değerler örtüşmüyor, yaşam standartları da öyle... Üyelik durumunda daha büyük bir göç dalgasından çekiniyorlar.’’

Belçikalı gazetecilere bakarsanız, halktan ziyade politikacılar Türkiye'nin üyeliğine isteksiz.

‘‘10 aday ülke ile genişlemeye hazırlanan Avrupa önünü göremiyor. Sosyal sistemi çökmüş vaziyette. Belki de intiharı seçti çünkü adayları kaldıracak bir yapıya sahip değil henüz..’’

Peki Türkiye 12 Aralık'taki Kopenhag Zirvesi'nde olumsuz bir tutumla karşılaşırsa, tarih konusunda beklentilerine yanıt almazsa ne olacak?

Avrupa ile yollarını kesin ayıracak mı?

Ortadoğu ve Orta Asya'ya doğru mu yönelecek?

Belçikalı gazeteciler bunu merak ediyor.

Keşke ‘‘Evet, Avrupa'dan daha iyi alternatifler var’’ diyebilseydik.

Öyle görünüyor ki, Kopenhag'dan olumsuz bir sonuç çıksa da AB-Türkiye ilişkileri ‘‘ne senle, ne sensiz’’ şeklinde devam edecek.

İstanbul gecelerinde Movida havası


‘‘Movida’’ İspanyolca hareket anlamında.

İspanya ve özellikle Madrid 1980'li yılların sonunda dinamizmi, yeni yaşam tarzıyla ön plana çıkınca dünya basınında ‘‘movida’’ sözcüğü sık kullanılır olmuştu.

Geçtiğimiz günlerde Fransa'da ‘‘İstanbul’’ kitabı piyasaya çıkan Daniel Rondeau, Figaro Magazine Dergisine İstanbul gecelerini anlatırken ‘‘movida’’ sözcüğünü kullanıyor. ‘‘İstiklal Caddesi'ne movida havası hakim. Gençlik sokaklarda, yemekten sonra kızlar masaların üzerinde dans ediyor.’’

Daniel Rondeau
İstanbul'da bol bol resim de çektirtmiş.

Bir tanesinde Sultanahmet'te başörtülü kızlarla birlikte.

AKP'yi sorup duran gazetecilere derginin bu sayısını tavsiye edeceğim.

Zira bir yanda ‘‘movida’’, diğer yanda başörtülü kızlar, belki Türkiye'nin daha net bir fotografını görebilirler.

Ya aksi, akılları tamamiyle karışabilir.
Yazının Devamını Oku