Gila Benmayor

AKP'nin ağır topları Davos'ta ne yapacak

10 Ocak 2003
<B>DAVOS</B>'ta 23-28 Ocak tarihleri arasında yapılacak Dünya Ekonomik Forumu'nun programı nihayet elimde. İki ay önce AKP Hükümeti'nin Davos toplantılarına katılımı için uğraştığını söyleyen Cüneyd Zapsu doğrusu iyi bir iş başarmış.

Zira programa bakılırsa, AKP iktidarının ağır toplarının Davos'ta boy göstermelerini sağlamış.

AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Abdullah Gül, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül görebildiğim isimler arasında.

Geçen yıl, New York'ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'na gelen ancak yabancı lisan bilmediği gerekçesiyle toplantılara katılmayan AKP Lideri Recep Tayyip Erdoğan'ın katılacağı ilk toplantı ‘‘Avrupa Yolunda Engeller.’’

Aynı toplantıda Avrupa Parlamento Başkanı Patrick Cox, Polonya Cumhurbaşkanı Aleksander Kwasniewski gibi isimler var.

Toplantıda, ‘‘şeytanın avukatlığını’’ Renault'nun CEO'su Louis Schweitzer üstlenecek.

Yani panelistleri kızıştırmak için can alıcı sorular soracak.

Schweitzer, dünyadaki siyasi, kültürel gelişmeleri çok yakından izleyen, entelektüel kapasitesi hayli yüksek biri.

Sanıyorum iki ya da üç yıl önceydi, yine Davos'ta dünyada sosyal demokrat trendlerin tartışıldığı bir toplantıda Renault'nun CEO'su ile aynı panele dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de katılmıştı.

Schweitzer
'i dinledikten sonra Ecevit'in söyledikleri bana son derece yavan, ufuksuz gelmişti.

Diyeceğim şu, Recep Tayyip Erdoğan'ın bu panelde işi o kadar da kolay değil.

Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın katılacağı panellerden biri dünyadaki su kaynaklarıyla ilgili.

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan Davos'ta en fazla panele katılacak isim gibi görünüyor.

Babacan, ‘‘Euro’’ alanı dışında kalan Avrupa ekonomilerinin ele alınacağı bir panelde, ayrıca ‘‘Petrol ile Savaş Arasındaki İlişki’’ konulu panelde konuşacak.

Babacan'ın söz alacağı diğer bir panel ise oldukça anlamlı: ‘‘IMF'siz Bir Dünya’’

Bu panelin konuşmacıları arasında 16 Ocak'ta Türkiye'ye gelmesi beklenen IMF 1. Başkan Yardımcısı Anne Krueger de var.

Başbakan Abdullah Gül, Siyasi İslam'ın ele alınacağı bir panelde konuşacak. Panelin moderatörü iyi tanıdığımız bir isim: New York Times Gazetesi Yazarı Thomas Friedman.

Gül'ün katılacağı diğer bir panel ise ‘‘Atlantik Ötesi İlişkiler’’.

Vecdi Gönül
ise Amerikan askeri gücünün ele alındığı bir toplantıda söz alacak.

Hepsinin birden katılacağı özel oturumun başlığı ise şöyle: ‘‘Türkiye Dönüm Noktasında.’’

Akademisyenler Porto Alegre'ye

BİLİYORSUNUZ, 2001 yılından beri Brezilya'nın Porto Alegre kentinde, ‘‘Dünya Sosyal Forumu’’ adı altında aynı tarihlerde, Davos'taki ‘‘Dünya Ekonomik Forumu’’na alternatif toplantılar düzenleniyor.

Geçen yıl Porto Alegre'ye katılan Bilkent Üniversitesi profesörlerinden Erinç Yeldan bu yıl yine Brezilya yolcusu.

Ancak Yeldan bu yıl yalnız değil.

Zira yoğun çabaları sonucu, ‘‘Bağımsız Sosyal Bilimciler-İktisat Grubu’’ şemsiyesi altında 12 kişililik bir Türk delegasyonunu da beraberinde götürüyor. Delegasyon büyük bir çoğunlukla, akademisyen ve sendikacılardan oluşuyor.

Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ve Selülöz-İş Sendikası Genel Başkanı Ergin Alşan da delegasyonun üyeleri arasında.

Yeldan'ın verdiği bilgiye göre, Porto Alegre'deki forumda ‘‘Neoliberal Küreselleşme Kıskacında Türkiye’’ masaya yatırılacak.

Brezilyalı, Arjantinli düşünce kuruluşlarıyla birlikte düzenlenecek ortak panellerde ise bu ülkelerin ortak deneyimleri tartışılacak.

IMF bu ülkelerin ‘‘ortak belálısı’’.

Yani Porto Alegre'de IMF ve Dünya Bankası iyice dövülecek.

Bu arada işin garip yanı, son kitabı ‘Küreselleşme, Büyük Hayalkırıklığı’nda bu ülkelerdeki krizden IMF'yi sorumlu tutan ve bu kuruluşa ciddi suçlamalar yönelten Joseph Stiglitz, Porto Algere'de değil Davos'ta. Oysa profesörün Porto Alegre'de olması daha uygun düşmez miydi sizce?

Şimdi dilerseniz Porto Alegre'nın programına bir göz atalım. Etkinlikler beş ana tema üzerinde toplanmış:

Demokratik sürdürülebilir kalkınma.

İlkeler ve değerler, insan hakları, çeşitlilik ve eşitlik.

Medya, kültür.

Siyasi güç, sivil toplum ve demokrasi. Demokratik dünya düzeni, militarizme karşı savaşım ve barışın savunulması.

Porto Alegre'ye bu yıl 121 ülkeden 5 bine yakın kuruluş ve 30 bine yakın delege katılıyormuş. Forum boyunca 1700 çalışma atölyesi ve seminer yapılacakmış.

Anlayacağınız bu yıl Porto Alegre, Davos'tan kat kat renkli olacak.

Davos yerine Porto Alegre'de olmak varmış...

Belki seneye.
Yazının Devamını Oku

Irak Savaşı ve dünya ekonomisi için 3 senaryo

7 Ocak 2003
<B>IRAK</B> Savaşı, ABD ve dünya ekonomisini nasıl etkileyecek? Washington Uluslararası Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden Anthony Cordesman üç senaryo hazırlamış.

Senaryoların ilki, iyimser bir senaryo ve gerçekleşme olasılığı yüzde 40 ila 60 oranında.

Buna göre, ABD ve müttefikleri dört ile altı hafta içerisinde kesin bir zafer elde edecekler. Saddam'ın ordusu silahları bırakacak ve Amerikan askerlerinin Irak topraklarında 10 haftadan fazla kalmalarına gerek kalmayacak.

Bu durumda, hem şirketlerin, hem tüketicilerin güveni geri gelecek.

Dünyadaki tüketimin yüzde 2 ila 2,5’ine tekabül eden Irak petrolündeki kayıp herhangi bir sorun yaratmayacak.

Suudi Arabistan ve diğer petrol üreticileri kaybı kolaylıkla karşılayacak.

Savaşın böylesine kısa sürmesi durumunda Amerikan ekonomisindeki büyüme 2003 yılının ilk yarısında yüzde 2, ikinci yarısında yüzde 4'e yakın olacak.

Gelelim, gerçekleşme olasılığı yüzde 30 ile 40 arasında olan ikinci senaryoya.

‘‘Orta karar’’ bu senaryoya göre, askeri operasyonların süresi altı ila oniki haftaya kadar uzuyor. ABD ve müttefiklerinin kayıpları karşısında dünya kamuoyu giderek daha fazla ses çıkartıyor.

Saddam'ın askerleri direniyor.

Üstelik, çatışma ve sabotajlar Körfez'deki petrol tesislerinde büyük hasara yol açıyor.

Suudi Arabistan bu gelişmelere cevaben üretimini artırmıyor.

Petrolün varili 40 dolara fırlıyor.

İlk yarıda büyüme sıfıra yakın.

Üçüncü ve karamsar senaryo ise şöyle: Irak savaşı altı ay sürüyor.

Irak, Amerikalı askerlere ve İsrail'e kitle imha silahlarıyla saldırıyor.

Sokak çatışmaları kanlı geçiyor.

Bush yönetimine ve savaşa muhalefet artıyor.

Arap ülkelerinde bazı yönetimler sarsıntı geçiriyor.

Batı karşıtı terör saldırılarında büyük bir patlama yaşanıyor.

Petrolün varili 80 dolara fırlıyor.

Enflasyon çanları çalıyor.

ABD'de işsizlik yüzde 7.5'e yükseliyor.

Ve elbet tüm batılı ülkelerde durgunluk kaçınılmaz oluyor.

Büyükler kavga ederse çocuklar bilimi nasıl sevecek


HİKAYENİN başlangıcı çok güzel.

1998 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi Taşkışla'nın arka bahçesinde, 3 bin 500 metrelik alanda, Türkiye'nin ilk ve tek Deneme Bilim Merkezi kuruluyor.

Kurucuları arasında, Milli Eğitim Bakanlığı, TÜBİTAK, başta İTÜ olmak üzere Türkiye'nin önde gelen üniversiteleri var.

Amaç, bilimi, bilimsel düşünceyi ve teknolojiyi Türk toplumuna sevdirmek.

Özellikle de küçük öğrencilere sevdirmek.

Milli Eğitim Müdürü Ömer Balıbey eğitimcilere tavsiye etmiş.

İlköğretim kurumları ve liseler Deneme Bilim Merkezi'ni her ay ziyaret ediyorlar. Çocuklar 3 saat süren rehberli gezi sırasında deneyler yapıyor, yeni buluşları tartışıyor, sorular soruyor.

Yani ortam aktif bir bilim ortamı.

Çocuklara bilim ve teknolojiyi sevdirmek kolay iş değil.

Eğlenceli olsun diye her şey düşünülmüş.

Tiyatro, belgesel film, oyunlar. Beş yılda merkezi ziyaret edenlerin sayısı 500 bine ulaşmış.

Varoşlardan çocukları getirtmek için Turkcell, Mercedes, Nestle gibi sponsorlar bulunmuş.

Bilim Merkezi Vakfı'nın yaptığı önemli bir iş. Zira bir anlamda üniversitenin fonksiyonlarını tamamlayan bir konumda.

Merkez hem Avrupa'da, hem ABD'de Bilim Merkezleri Birliği'nin üyesi. Bünyesinde Astronomi Kulübü, bilim adamlarıyla bilime yatırım yapan işadamlarını buluşturan Teknoroma Grubu'nu barındırıyor. Paneller, sergiler düzenliyor.

Beş yıldan beri bu tempo böyle devam ediyor.

Şimdi hikayenin can sıkıcı tarafına geçelim.

Alana yaklaşık 1,5 milyon dolarlık bir masraf yapan Bilim Merkezi Vakfı ile İTÜ Rektörlüğü mahkemelik.

Rektörlük, Merkeze 5 yıl önce tahsis ettiği alanı şubat ayında boşaltmasını istiyor.

Rektör Profesör Gülsün Sağlamer'e göre, vakıf yönetim kurulu taahhütlerini yerine getirmemiş.

Rektör Sağlamer, burayı üniversiteye ait bir müzeye dönüştürmek niyetinde.

Yönetim Kurulu ile Rektörlük arasındaki anlaşmazlığın ayrıntılarına girmek istemiyorum.

Yalnız merkezin böylesine verimli çalışmalarını nerede sürdürebileceği meselesi var.

Öğrendiğime göre, Yıldız Üniversitesi vakfa Davutpaşa'da 80 dönümlük bir arazi tahsis etmiş.

Harbiye'ye göre, şehrin merkezinden oldukça uzak bir yer. Çocukları buralara taşımak daha güç olabilir.

Ayrıca çocukların böyle bir merkeze kavuşmaları da zaman alabilir.

Bu durumda, vakıf ile rektörlük arasında bir anlaşma zemini sağlanamaz mı?

Ya da vakıf, Yönetim Kurulu üyesi işadamı Şerif Kaynar'ın önerisiyle, her şeyi İTÜ'ye hibe etsin, çocuklar kaybetmesin.
Yazının Devamını Oku

Kolay mı bu devirde risk alıp konuşmak

5 Ocak 2003
Time Dergisi bu yıl üç kadını ‘‘yılın insanları’’ seçmiş. Üçü de gördükleri gerçekler karşısında herşeylerini riske atarak konuşmayı, uyarmayı görev bilmişler. Kolaymı bu devirde konuşmak? Bizdeki iki kadına bakın: Bekaret kontrolüne karşı çıkan Selma Acuner, işkenceyi araştıran Sema Pişkinsüt susmadıkları için cezalandırıldılar. TIME Dergisine göre ‘‘yılın insanları’’ üç kadın.

Kim bu kadınlar?

İkiz Kuleler gibi çöken Enron'un Başkan Yardımcısı Sherron Watkins, FBI avukatlarından Coleen Rowley ve diğer müflis bir şirket Worldcom'un Başkan Yardımcısı Cynthia Cooper.

Watkins, Enron Başkanı Kenneth Lay'a mektup yazarak, şirketin muhasebe kayıtlarının uygun olmadığı uyarısında bulunuyor.

Collen Rowley, FBI'nın 11 Eylül sanıklarından Zekeriya Musavi'nin soruşturulması gerektiği yolundaki uyarıları hasıraltı ettiğini kanıtlıyor.

Cynthia Cooper ise Worldcom Yönetim Kurulu'na, şirketin 3.8 milyar dolarlık kaybını gizlediğini bildiriyor.

Her üçü karyerlerini, özel yaşamlarını, ailelerini, sağlıklarını ortaya koyarak doğru bildiklerinden şaşmamışlar.

Kolay mı bu devirde, herşeyi riske atarak konuşmak.

Her üçü gördükleri şeylerin karşısında susmamayı görevleri olarak görüyor.

‘‘Aldığımız aile eğitimi, kabul ettiğimiz etik değerler bunu gerektiriyordu.’’

Yaptıkları ödülsüz kalmadı elbet.

Time Dergisi'nin her üçünü birden ‘‘yılın adamları’’ seçmesi az birşey değil.

Irak, yeni yıl hengámesi arasında bizde basının pek fazla üzerinde durmadığı bu hikayeye esas dikkatimi çeken Selma Acuner oldu.

1995'teki Pekin Kadın Zirvesi sırasında tanıdığım, eski Başbakanlık danışmanı Selma Acuner geçen pazar günü aradı.

‘‘Time'daki hikayeyi okudun mu? Doğruyu söyleyenler bak nasıl ödüllendiriliyor. Bizde tam aksi. Konuştun mu cezalandırılırsın.’’

Acuner
'in canı fena halde yanmış.

Zira hatırlarsınız belki, Işılay Saygın'ın kadından sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönemde, bekáret kontrolüne karşı çıkmıştı.

‘‘Kadın bedeni meta değildir, izinsiz bekaret kontrolü yapılamaz’’ diye beyanat verince bir günde başbakanlık danışmanlığından alınmış, araştırmacı kadrosuna atanmıştı.

Yıllarca bürokrasiye hizmet veren, uluslararası toplantılarda Türkiye'yi temsil eden Acuner yaşadıklarını bunca yıl sonra unutmamış.

Sonradan kadından sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici'ye danışmanlık yaptığı halde bugün hálá buruk.

İşkence ile ilgili gerçekleri Türkiye'nin gündemi getiren Sema Pişkinsüt de aynı şeyleri yaşamadı mı?

Cezaevleri, karakolları tek tek gezerek, tutuklularla konuşarak kapsamlı bir araştırma yapan Pişkinsüt de ödüllendirileceği yerde partisi tarafından cezalandırılmadı mı?

Peki susmayanlar sadece kadın mı diye bir soru sorabilirsiniz.

Hayır merak etmeyin bu bir 8 Mart yazısı değil.

ABD'deki örnekler kadın olunca benim de Türkiye'deki hemcinslerim aklıma geldi sadece.

Devlet İstatistik Enstitüsü internette


E-postama düşen bir haberi paylaşmak istiyorum.

Devlet İstatistik Enstitüsü'nün gönderdiği mail'e göre son sayım sonuçlarını, eski verileri, kısaca nüfus ve kalkınma ile ilgili bilgileri artık internette bulmak mümkün.

DİE'nin Birleşmiş Milletler'in işbirliğiyle oluşturduğu sitenin adresi şöyle: http://nkg.die.gov.tr


Ingrid'den hálá haber yok


Susmayan diğer bir insan da Kolombiyalı kadın senatör İngrid Betancourt.

Onun hikayesini tam 11 ay önce yazmışım.

Kolombiya'da yolsuzluğa karşı açtığı savaşta şimdilik yenik düştü.

Betancourt, geçtiğimiz 23 Şubat günü, uyuşturucu kaçakçılığına bulaşmakla suçladığı, ülkenin önde gelen gerilla grubu Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri tarafından kaçırılmıştı. 11 ay geçti genç kadından hálá bir haber yok. Gerilla grubu en son temmuz ayında onun ve birlikte kaçırılan yardımcısı Clara Rojas'ın video kasetini yayınlamış. Ingrid kasette de susmuyor.

Kolombiya devletini güçsüzlükle suçluyor.

Noel günü Ingrid'in 41. yaş günüymüş ve 16 yaşındaki kızı o gün gazetede son derece dokunaklı bir mektup yayınlamış. ‘‘Seni ruhumda taşıyorum anne, her an seninleyim, yanındayım’’ diye başlayan mektup İngrid'in eline ulaştı mı bilinmiyor.

Kuzguncuk İlköğretim Okulu Marko Paşa Köşkü'nde


Çocukların eğitimi, sağlığı gibi meseleler artık herkesin elini uzatabileceği bir mesafeye yaklaştı şükür.

Sürprizlerin en güzeli sizin adınıza eğitim vakıflarına yapılan katkılar.

Yılbaşı kartlarından pek çoğu işte böyle katkılardı.

Tribecca İletişim'in göndenderdiği kart biraz daha farklı.

Kuzguncuk İlköğretim Okulu'na yardıma çağırıyor.

Okul, 1865'te Sultan Abdülaziz'in doktoru Marko Paşa'nın köşkünde eğitim veriyor. Tarihsel özelliğini koruyan bu köşkte tam 400 minik öğrenci var.

Ne var ki, köşk eski, tamir, bakım istiyor.

Yani Milli Eğitim Bakanlığı'nın altından kalkamayacağı bir masraf.

İşte bu yüzden Tribecca bu konuda sponsorların yardımını bekliyor. İlgilenenler için Tribecca'nın telefonu: 0 216 310 54 04.
Yazının Devamını Oku

Londra'daki Boat Show'a damga vurduk

3 Ocak 2003
<B>DÜN </B>sabah gündemde ne var, ne yok diye gazeteleri taradığım sırada, Turizm Bakanlığı'nın başarılı tanıtım kampanyalarına imza atan DDF'den <B>Esra Ekmekçi</B> aradı. Turizm Bakanı Güldal Akşit ile birlikte, Londra'da ‘‘Boat Show’’ fuarındaymış.

‘‘Keşke burada olsaydın, Türkiye'nin fuara nasıl damgasını vurduğunu görseydin’’ dedi.

Ekmekçi o kadar heyecanlıydı ki, telefonu hemen yanıbaşındaki Turizm Bakanı Güldal Akşit'e uzattı.

Böylelikle henüz tanışma fırsatım olmadığı Turizm Bakanı'yla telefonla tanışmış olduk.

Açılış konuşmasını yapan Güldal Akşit'in verdiği bilgiye göre, Avrupa'nın bu en büyük tekne fuarına Türkiye ana sponsor olmuş.

Sponsorluktan amaç yüksek profilli turistleri çekmek.

Diğer sponsorlar ise Volvo, Honda ve dünyanın en büyük yat ve su sporları kuruluşu SunSail.

Yine Turizm Bakanı'mızın verdiği bilgilere dönüyorum.

565 metrekarelik standda, küçük bir de Türk limanı hazırlanmış.

Kemer'den, Bodrum'dan marinalar da katılmış.

Açılışta semazenler mini bir gösteri yapmış.

Akşit, telefonda ‘‘Fuara Türkiye hakim. İnsanlar üç tarafı denizle çevrili bir ülkeyi merak ediyorlar. Her tarafta Türkiye logoları var, dev ekranlarda mavi yolculuğu tanıtan filmler gösteriliyor’’ diyor.

11 gün sürecek fuara 250 binden fazla ziyaretçi bekleniyormuş.

Londra'daki ‘‘Boat Show’’ çok isabetli oldu.

Zira olası bir Irak Savaşı'nın Türk turizmine nasıl bir zarar vereceğinin hesaplandığı bu günlerde, deniz ve yat turizmi gibi bir alternatifimizin olduğunu tüm dünyanın bilmesi gerek.

Yılbaşında İzmir'de olmak vardı

GAZETELERDEN okuduklarıma bakılırsa, Taksim'deki yılbaşı kutlamaları son derece sönük geçmiş.

Sabah'tan Mehmet Tezkan ‘‘Yeni yıl coşkusuna layık değil miyiz’’ diyor ve İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna'ya soruyor: ‘‘Taksim Meydanı'na dev bir ekran koymak, havai fişek gösterisi yapmak çok mu pahalı.’’

Gerçekten Taksim Meydanı'nda yılbaşı için birşeyler yapılabilirdi.

İstanbul'un tam göbeğinde bir canlılık, hareketlilik, yılbaşı günü şehrimizin nasıl da çehresini değiştirirdi.

Doğan Haber Ajansı'nın çektiği fotoğraflar arasında İzmir dikkatimi çekiyor.

Cumhuriyet Meydanı'nda ne müthiş bir coşku.

Havai fişekleri ve arka planda İzmir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina'nın yaptırttığı son derece modern meşaleler.

29 Ekim günü ilk kez yakılan bu meşaleler, yılbaşında, saat tam 24'te ikinci kez yakılmış.

İşte İzmir'in farkı.

Sözünü ettiğim meşalelerin ayrı bir önemi var.

Türkiye'de, önemli projelere imza atmış mimar Ersen Gürsel'in (Bodrum'da yaptığı The Marmara ile Queen Ada otelleri İspanyollardan ödül kazandı) eseri bunlar.

Euro’nun bir yılı doldu dolar tahtını korudu

TAM bir yıl önce 304 milyon Avrupalı'nın cüzdanına giren Euro bugün ne durumda?

Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi'ye bakarsanız, Euro tam bir başarı. Uluslararası para piyasalarında bir referans noktası olarak dünya ekonomisinde kendisine bir yer edinmiş.

Öyle ki, ona soğuk bakan İngiltere, İsveç hatta Danimarka bile ‘‘Euro alanı’’na adım atmak için müsait zamanı kolluyorlar.

Peki bu başarı öyküsünün ufak tefek aksaklıkları yok mu?

Elbette var.

Bir kere, Almanya, Fransa gibi ülkelerde enflasyonu körüklemekle suçlanıyor.

Meselá Fransa'da resmi olarak fiyatlar sadece yüzde 0.2 oranında artmış ama ‘‘maskeli bir enflasyon’’dan kuşku duyanlar var.

Zira bazı araştırmalara göre, bir ev kadınının masrafı 18 ay zarfında yüzde 8.2 oranında artmış.

İnsanların da bu yeni para birimine alışmaları zor olmuş.

Yine Fransa'dan bir örnek.

Fransızların yüzde 70'i Euro ile alış veriş ederken ceplerinden çıkan parayı frank olarak hesaplıyormuş.

Zaten vitrinlerin pek çoğunda fiyatlar iki para birimiyle veriliyor.

Dolar karşısındaki durumu ne diye merak ediyorsanız, dünyanın ikinci para birimi olmasına karşılık ‘‘yeşil’’i tahtından indiremedi henüz.

İMF'nin verilerine göre, dünyadaki merkez bankaları rezervlerinin sadece yüzde 13'ü Euro.

Dolar dünya piyasasının yüzde 68'ini elinde bulunduruyor.

New York, Tokyo, Hong Kong gibi finans merkezleri şimdilik bu para birimine soğuk bakıyor.
Yazının Devamını Oku

Turizm seferberliği ilan edilsin

31 Aralık 2002
<B>IRAK </B>ile ilgili gelişmeleri en yakından izleyenler turizmciler. Yılbaşı nedeniyle önemli bir canlılık yaşayan sektörün gözü kulağı Wasington'da...

‘‘Savaş ocakta mı çıkacak, yoksa şubatta mı’’

Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı Tavit Köletavitoğlu ile Başkan Bush'a gönderdiği mektubu konuşuyoruz. Köletavitoğlu haklı olarak, savaş durumunda Türkiye'nin riskli ülkeler kategorisine sokulmaması istemiş.

Bu çok önemli bir mesele.

Zira daha önce de tanık olduk. ABD'nin ‘‘riskli ülkeler’’ kategorisi Avrupalı ülkeler tarafından da dikkate alınıyor. Bu ülkeler de vatandaşlarına ‘‘aman savaş bölgesine seyahat etmeyin’’ uyarısında bulunuyorlar.

Riskli ülkeler kategorisine girince bir de işin sigorta boyutu var.

Uçak şirketleri daha yüksek sigorta ödemek zorunda kalıyorlar.

TYD Başkanı yaklaşık iki ay önce de Başkan Bush'a bir mektup göndermiş.

‘‘Morgan Stanley olası bir Irak savaşında Türkiye'nin 16 milyar dolar zarar edeceğini, turizmin payına da 3-4 milyar dolar düşeceğini açıklamıştı. Elbette yanlıştı hesapları. Bu yüzden yazma ihtiyacını hissettim.’’

Peki olası bir savaşın faturası ne olacak?

Köletavitoğlu, Körfez Savaşı'nın turizme zararını 45 milyar dolar olarak hesaplıyor. ‘‘Zarar savaşın sıcak günleriyle hesaplanamaz. Zarar gelecek yıllara sarkar. Türk turizmi, Körfez Savaşı'ndan sonra yüzde 50 fiyat kırmak zorunda kaldı ve ikinci lige düştü. Bugün hálá toparlanamadı’’

Yani Körfez Savaşı'nın izlerini silememiş olan Türk turizminin ikinci kez yiyeceği darbe çok daha büyük olacak.

Köletavitoğlu'nun dikkat çektiği başka bir nokta, turizmde risk alanların zararlarını teláfi edecek herhangi bir mekanizmanın olmayışı.

‘‘Turizm sektörü uğradığı 45 milyar dolarlık zararın 45 sentini dahi alamadı.’’

Körfez Savaşı'nda turizmi ağır yara alan devlet, aradan bunca yıl geçtikten sonra bir önlem aldı mı?

TYD Başkanı'na göre herhangi bir tedbir alınmamış. Şimdi ‘‘yangın var’’ diye bağırıyoruz.

‘‘Turizm seferberliği ilan etmemiz gerek. Devlet STK'larla birlikte hemen gerekli yerlere mesajları gönderecek.’’

En önemli mesaj şu: ‘‘Türkiye'nin önemli destinasyonları çoğu savaş bölgesinin uzağında.’’ TÜROB Başkanı Sinan Babila, tam bu noktada Rodos örneğini veriyor.

Rodos, Körfez Savaşı'nı, buna benzer bir mesajla çok daha az hasarla atlatmış.

Rodos'un 12 yıl önce yaptığını biz de yapmalıyız.

Hemen şimdi.

Savaşsız, mutlu yıllar dileğiyle

Tüzmen Zeugma için devrede


2002'nin son günü Ankara'dan güzel bir haber geldi.

Kültür Bakanlığı ile Anteplilere, Zeugma için işbirliği çağrıma Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen cevap verdi.

Gaziantep milletvekili Tüzmen, hatırlanacağı gibi seçim kampanyası sırasında, Zeugma ve yörenin turizm potensiyeline dikkat çekerek kamuoyu oluşturmaya çalışmıştı.

Profesyonel dalgıç olan Tüzmen, Birecik Barajı'ndaki tarihi eserleri görüntülemek için üç arkadaşıyla birlikte baraj gölüne dalış yapmıştı.

Gaziantep dönüşü benim meseleyi yeniden gündeme getirmem üzerine Tüzmen, geçtiğimiz cumartesi günü hem Kültür Bakanı Hüseyin Çelik, hem Turizm Bakanı Güldal Akşit ile görüşmüş.

Gönderdiği faksta, Zeugma'dan çıkartılan mozaiklerin ve diğer eserlerin sergileneceği modern bir müzenin yapımı için çalışmaların sürdüğünü ve kısa sürede bir sonuç alınacağını söylüyor.

Ayrıca Zeugma, antik şehrinde kazı faaliyetlerinin devamı için Devlet Bakanı olarak elinden gelen gayreti göstereceğini ifade ediyor.

Kendisine buradan çok teşekkür ediyorum.

Turizmde bir duayen: İnci Pirinçcioğlu


KONU turizmden ve kültür mirasımızdan açılmışken, arkadaşım Yasemin Pirinçcioğlu'nun gönderdiği bir kitaptan söz etmeden geçemeyeceğim.

‘‘Turizmde bir duayen: İnci Pirinçcioğlu’’, turizmci Pirinçcioğlu ailesinin tam bir yıl önce kaybettikleri değerli varlıkları İnci Pirinçcioğlu'nun anıları.

Hayatının 50 yılını turizmle haşır neşir geçiren İnci Hanım'ın anlattıklarından genç turizmcilerin yararlanacakları kesin.

Ancak esas önemli olan, kitabın, hepimizin yararlanacağı bir hayat dersi kitabı olması.
Yazının Devamını Oku

İşte 2003'ün korkunç ikilisi

29 Aralık 2002
Geçenlerde konuştuğum Amerikalı<B> </B>muhalif <B>Richard Falk</B>'a ‘‘Clinton iktidarda olsaydı Irak Savaşı olur muydu’’ diye sormuştum. Falk'un cevabı şöyle olmuştu: ‘‘Afganistan Savaşı evet, ama Irak Savaşı büyük bir ihtimalle gündeme gelmezdi.’’

Richard Falk'u sıkı bir Clinton hayranı sanmayın sakın.

Kesinlikle değil.

Onu acımasızlıkla ve sorumsuzlukla bile suçluyor.

Ama iktidarda olsaydı bir Irak Savaşı'ndan söz edilemeyeceğini de kabul ediyor.

Kapımıza dayanan savaş şimdiki yönetimin talebi ve özellikle iki kişi bastırıyor: Başkan Bush ile yardımcısı Dick Cheney.

Time
Dergisi bu ikiliye ‘‘yılın ortaklığı’’ demiş.

Zira Amerikan kamuoyunu savaşa ikna etmek konusunda birbirlerini mükemmel tamamlıyorlarmış.

Amerikalılar bu ikilinin peşine takılmış, fazla sorgulamadan savaşa sürükleniyor.

ABD'nin Irak'a savaş açması gerektiğini ilk telaffuz eden Cheney.

Ağustos ayında yaptığı uzun konuşmada, Saddam'ın suçlarını bir bir sayıyor ve gerekirse Washington'un tek başına hareket edeceğini söylüyor.

Söz konusu konuşma Bush ile birlikte planlanmış.

Yakınlarına bakılırsa Cheney, Bush'un kafasından geçenleri en iyi bilen kişi.

Kişilikleri farklı olsa da aralarında müthiş bir uyum var.

Bush öfkeli, ağzına gelen söyleyen biri.

Cheney, soğukkanlı, mesafeli, ağzı sıkı ve kolları uzun.

Şirketlerin yönetim kurullarından, yabancı hükümetlere kadar uzanan ilişkileriyle Cheney'e ‘‘Bush'un özel CİA'sı’’ diyenler bile var.

Dört kez kalp krizi geçiren Cheney, Bush'u asla başkanlık gibi bir arzusu olmadığı yolunda ikna etmiş.

İşte bu yüzden Bush, ona Clinton'ın Al Gore'a, ya da babasının Dan Quayle'e verdiğinden çok daha fazla yetki vermiş.

Anlayacağınız Cheney, çok daha zeki ve ortaklığı yürüten esas kişi.

Bush kimi zaman yönetimin pis işlerini de ona yaptırıyor.

Meselá, Hazine Bakanı Paul O'Neill'e artık görevi bırakma zamanı geldiğini bildiren kişi de Cheney olmuş.

Peki bu ikiliye herkes güven duyuyor mu?

Cumhuriyetçi Parti'den üst düzey bir yetkilinin söylediklerine bakılırsa pek öyle değil.

‘‘Bu ikisi gerçek dünyada yaşıyorlar mı diye merak ediyoruz. Savaşın tüm sorunları ortadan kaldıracağına gerçekten inanıyorlar mı?’’

Örtüşen karanlık hesapları bir yana, tam olarak ne düşündüklerini, neye inandıklarını kimse bilemez kuşkusuz.

Kesin olan birşey varsa, bizden kilometrelerce uzaktaki bu ikili bizim hayatımızı da fena halde etkileyecek.

Amerikalılar Bush'a daha fazla güveniyor


Time Dergisi'nin CNN ile ortak gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarına göre, Bush'a ‘‘güvenilir bir lider’’ gözüyle bakan Amerikalıların oranı yüzde 50. Liderlerine kuşku ile bakanlar ise yüzde 48.

Cheney için sorulan aynı soruya ‘‘evet güveniyoruz’’ diyenlerin oranı yüzde 42. Kuşku duyanların oranı ise yüzde 51.

Kissinger'e göre Saddam nasıl devrilecek


Değişik yönetimlerde, dışişleri bakanlığı ve ulusal güvenlik danışmanlığı yapan Henry Kissinger'in son kitabı ‘‘Amerika'nın Dış Politikaya İhtiyacı Var Mı?’’

ODTÜ Geliştirme Vakfı tarafından Türkçe'ye çevrilen kitabın son sözü terörizme ve Saddam'a ayrılmış.

Halen 11 Eylül'ü Araştırma Komisyonu'nun başkanlığını yapan Kissinger, Saddam'ı devirmek için üç şey öneriyor:

Hızlı ve kararlı askeri planın geliştirilmesi

Saddam'ın yerine nasıl siyasi bir yapının geleceği üzerinde önceden anlaşmaya varılması

Son madde bizi ilgilendiriyor: Askeri planın uygulanabilmesi için anahtar ülkelerin tarafsızlığı ya da desteği

Bush Yönetimi sanırım Kissinger'ın tavsiyelerine iyi kulak veriyordur.

Zira özellikle Güney Amerika'da iktidarları devirmek konusunda onun eline kimse su dökemez.
Yazının Devamını Oku

AKP’nin demiryolu projesi hazır mı?

27 Aralık 2002
<B>AKP </B>Genel Başkanı <B>Recep Tayyip Erdoğan </B>önceki gün İstanbul Sanayi Odası'nın konuğuydu.<br> Erdoğan, kendisini dinlemeye gelen sanayicilere güzel mesajlar verdi.

‘‘Yeter ki yatırım yapın, sizi sonuna kadar destekleyeceğiz’’ dedi.

Konuşmasına dünkü gazeteler oldukça geniş yer ayırdılar bu yüzden ayrıntılara girmeyeceğim, sadece sözünü ettiği demiryoluyla ilgili bir iki şeye değineceğim.

Bir kere Erdoğan'ın demiryolunu gündeme getirmesi son derece isabetli.

İtiraf ediyorum ki, trafik kazaları yolları kan gölüne çevirmeye devam ederken, 15 bin kilometrelik duble yol projesi tüylerimi ürpertiyor.

Düşünün ki, yılda 500 bin trafik kazası oluyor. Ölü sayısı 9 bin 500. Yaralı ise 140 bin.

Tesadüf bu ya, ben tam bu satırları yazarken, Ankaralı ilkokul öğrencisi Kaan Su Özdiker’in ‘‘Sayın Büyüklerim’’ diye başladığı e-postasında, ‘‘Trafik kazalarına son’’ diye bir kampanya başlattığını duyuruyor.

Küçük öğrencinin hazırladığı sunumdaki bilgilere göre, son 20 yılda Türkiye'de 55 milyon trafik kazası olmuş, 160 bin kişi ölmüş.

‘‘Biz çocuklar trafik kazalarında ölmek ya da sakat kalmak istemiyoruz’’ diyor.

Trafik öylesine büyük bir canavar ki çocuklar bile seferber olmuş.

İşte bu yüzden AKP Genel Başkanı demiryolu sözü verince rahatladım.

Tam iki yıldan beri Ankara-İstanbul hızlı tren projesinin gerçekleşmesi için uğraşan TCDD Genel Müdürü Vedat Bilgin'i aradım.

Niyetim, AKP'nin demiryolu projesiyle ilgili bilgi almaktı.

Meğer, hızlı tren projesi için nasıl canla başla çalıştığına bizzat tanık olduğum Vedat Bilgin iki hafta önce Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından görevinden alınmış.

Görevden alındığını da tahmin edebileceğiniz gibi Resmi Gazete’den öğrenmiş.

Bir önceki koalisyon hükümeti sırasında TCDD Genel Müdürlüğü'ne üniversiteden atanan Vedat Bilgin yeniden üniversiteye dönmüş. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler'de öğretim görevlisi.

Bilgin'in söylediği şu: ‘‘Yeni karayolu yani duble yol planlaması fevkalade yanlış. Gereksiz masraf. Zira duble yolun maliyeti demiryolundan çok daha fazla.’’

Peki demiryoluyla ilgili yeni bir projeden haberdar mı?

Onbeş gün öncesine kadar TCDD başında olan Vedat Bilgin böyle bir projeden haberdar değil.

Yani anladığım kadarıyla Recep Tayyip Erdoğan'ın demiryolu sözü şimdilik havada.

İspanyol kredisiyle finanse edilecek Ankara-İstanbul hızlı tren projesi bu arada şubat ayında start alacakmış. İspanyollar krediyi üç dilimde vermeyi önermişler. Ancak Hazine'nin buna itirazı üzerine, İspanyollar bu kez krediyi bir defada vermek üzere yeni bir prosedür başlatmışlar.

Bir şey daha, Vedat Bilgin diyor ki, ‘‘Eğer AKP iktidarının parası varsa, Ankara-İstanbul'un ikinci etabını yapsınlar. Biz fizibilite çalışması yaptık 400 milyona gereksinim var.’’

Avrupa’nın en iddialı teknokenti İTÜ'de kuruluyor

İSTANBUL Teknik Üniversitesi Vakfı'nın yayın organı İTÜ Dergisi karıştırırken gözüme ilişti.

Yazıyı İTÜ Rektörü Prof. Dr. Gülsüm Sağlamer kaleme almış. İTÜ'nün 1996 yılından bu yana yürüttüğü ‘‘Teknokent’’ kurma girişimleri artık hayata geçiyormuş.

İTÜ Ayazağa Kampusu'nda ilk aşamada 80 hektar, ikinci aşamada 100 hektar arazi üzerine kurulacak olan Teknokent DPT ve Dünya Bankası tarafından destekleniyormuş.

10 bin araştırmacının yararlanabileceği ‘‘Teknokent’’te Ar-Ge merkezlerinin

dışında yeni teknoloji geliştirme merkezleri de olacakmış.

Gaziantep Zeugma için Kültür Bakanı'nı bekliyor

ZEUGMA için olumlu gelişmeler var.

Salı günkü ‘‘Kültür Bakanlığı ile Anteplileri Zeugma için işbirliğine çağırıyorum’’ yazısı oldukça ses getirdi.

Zeugma mozaiklerinin ve diğer eserlerin rahatça sergilenebileceği bir müzenin yapımı için destek mesajları yağdı. Meselá önemli restorasyon projelerine imza atmış olan Yapı Atölyesi Mimarlık Hizmetleri Şirketi'nin sahibi Altuğ Gürsoy, ülke çapında bir müze eksikliğine dikkat çekiyor ve ‘‘Gaziantep Müzesi için yapılacak bir işbirliğinde, hiçbir karşılık talep etmeksizin mimari tasarım ve projelerin hazırlanmasını üstlenebiliriz’’. Yani proje Kültür Bakanlığı'na herhangi bir paraya mal olmayacak.

Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer'in müzenin yapımı için TOBB'dan aldığı bir maddi destek sözü var.

O halde anladığım kadarıyla iş koordinasyona kalıyor.

Koçer bu koordinasyon meselesi için, ‘‘Kültür Bakanı Hüseyin Çelik, Zeugma ile ilgili bütün tarafları, özellikle yerel dernek, kurumları bir toplantıya çağırsın’’ diyor. Böyle bir toplantının Gaziantep'te yapılması ise en uygunu. Dün yeniden görüştüğüm Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Dr. Alpay Pasinli, ilk fırsatta, Kültür Bakanı Hüseyin Çelik'i Gaziantep'e götürmeye söz veriyor.

Her şey hazır, sanıyorum artık top Kültür Bakanlığı'nda.
Yazının Devamını Oku

Kültür Bakanlığı ile Anteplileri Zeugma için işbirliğine çağırıyorum

24 Aralık 2002
<B>ZEUGMA</B>'nın sahibi yok.<br><br>Son Gaziantep gezisinde iyice ortaya çıktı ki, 2000 yılı yaz aylarında Türkiye'nin gündemine oturan, Batı basınının ilgi odağı haline gelen <B>Zeugma</B> unutuldu... Dilerseniz, antik Zeugma şehrinden çıkartılan eşsiz mozaiklerin, Mars heykelciğinin bulunduğu Gaziantep Müzesi'nden başlayalım.

Müze, Zeugma'dan çıkartılan 1100 metrekarelik mozaikleri alabilecek kapasitede değil.

İtalyan ekipler tarafından restorasyonu tamamlanmış mozaiklerin tümü bu yüzden sergilenemiyor.

Artık herkesin tanıdığı Çingene Başı mozaiğini görüp derin bir hayal kırıklığına uğramamak mümkün değil.

Zira o güzelim mozaik, gelişigüzel bir duvara asılmış.

Onu aydınlatacak, renklerini belirginleştirecek bir spot dahi yok.

Zeugma'da sular altında kurtarılan mozaiklerin her biri birer sanat eseri ve bu küçücük müzede değerleri anlaşılmıyor ne yazık ki...

Gaziantep Müzesi'nin bahçesinde, esas binaya ilave olarak planlanmış binanın inşaatı tam 12 yıldan beri sürüyor. Sürüyor çünkü gerekli 460 milyar lira bulunamıyor.

İşte bu yüzden eserlerin çoğu depolarda...

Valilik gerekli paranın bir bölümünü karşılamak için devreye girmiş, Kültür Bakanlığı'ndan doğru dürüst bir yanıt alınamamış.

Belediye Başkanı Celal Doğan ile konuştuğumda, belediyenin neden masrafın bir kısmını üstlenmediğini sormuştum.

Doğan da, topu Kültür Bakanlığı'na atmıştı.

‘‘İzin versinler binanın inşaatını tamamlarız’’ demişti. Gaziantep dönüşü, Borusan'ın İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde ‘‘Sonsuzluğun Heykelleri’’ kitabının tanıtımı için düzenlediği gecede Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Dr. Alpay Pasinli'ye müzeyle ilgili duyduklarımı aktardım.

Pasinli'ye göre, müzenin bahçesinde inşaatı yarıda kalmış ek bina durumu kurtaracak bir seçenek değil.

Gaziantep'in esaslı bir müzeye ihtiyacı var ve bakanlık böyle bir masrafın altından kalkamaz.

‘‘Peki o halde Antepli işadamları devreye girsin’’

diye öneriyorum. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürü Dr. Alpay Pasinli, bu fikre sıcak bakıyor.

‘‘Zengin Antepli işadamları biraraya gelsin, müzeyi kursunlar. Kültür Bakanlığı yeni müzeye, katkıda bulunacak işadamlarının adına plaketler koymaya hazır’’ diyor.

Pasinli'nin sözlerini ilettiğim Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer'den daha ilginç şeyler öğreniyorum.

Meğer, TOBB Yönetim Kurulu'nda bir Zeugma Müzesi'nin inşası için alınmış bir karar var. Kararı çıkartan Nejat Koçer.

‘‘Kültür Bakanlığı bir proje hazırlasın, biz projeyi uygulayalım’’
diyor.

Bu konuda Koçer haklı.

Zira kaynak bulunduğu takdirde, proje Kültür Bakanlığı'nın işi.

Kültür Bakanlığı ile Anteplileri Zeugma eserlerine láyık bir müze için acilen işbirliğine çağırıyorum.

Elçi Pearson, Packard'a Zeugma için mektup yazmış


ZEUGMA meselesinin bir diğer boyutu da kazılar.

Hatırlarsınız, Zeugma gündeme geldikten kısa bir süre sonra, Hewlett-Packard'ın ikinci kuşak sahibi David Packard devreye girmiş, Birecik Barajı'nın suları altında kalan antik şehrin kurtarılması için yaklaşık 5 milyon dolar vermişti.

Packard daha sonra kazıların devamı, bir açık hava müzesi, bölgede araştırma merkezi için 10 yıl zarfında 100 milyon dolar vermeyi taahhüt etmişti.

Bu konuda çok yazdığım için hatırlıyorum, tarih Haziran 2001 idi. Aradan neredeyse 16 ay geçti.

Packard'dan ses seda yok.

Tüm dünyada arkeolojik kazıları destekleyen Packard Vakfı'nın kurucusunun bu konuda tam olarak ne düşündüğü, neden Zeugma ile ilgisini kesmek istediği bir muamma.

Kültür Bakanlığı ile arasında nasıl bir diyalog geçti, küstüyse neye küstü bilen yok.

Alpay Pasinli, Packard'dan umut kesildiğini, Zeugma kazılarının devamı için yeni bir sponsor ve yeni bir kazı ekibinin müracaat etmesini beklediklerini söylüyor.

Zeugma'da halen kazılar durmuş vaziyette zira Packard'ın yardımı aralık ayı itibarıyla son buluyor.

Bölgedeki Zeugma Kazı Evi toparlanmaya hazırlanıyor.

Bu konuda da acilen birşeyler yapılmazsa Zeugma'dan ilk çıkanlarla yetineceğiz.

Oysa Gaziantep Müzesi’nden aldığım bilgiye göre, antik şehrin ancak yüzde 20'si ortaya çıkartılmış. Kocaman bir şehrin sadece kenar mahalleleri. Şehrin büyük kısmı toprak altında.

İşler bu noktada iken Amerikan Büyükelçisi Pearson devreye girmiş. Pearson, Packard'a gönderdiği mektupta Zeugma'yı desteklemeye devam etmesini rica etmiş.

Ankara'daki elçilik mektubu doğruladı. Şimdi umut Packard'dan gelecek cevapta.
Yazının Devamını Oku