Gila Benmayor

Powell size kalsın ben Lula'yı seçiyorum

28 Ocak 2003
<B>PORTO </B>Alegre'den Davos'a en taze haberleri Brezilya Devlet Başkanı <B>Luiz İnacio Lula da Silva</B> getiriyor. ‘‘Yüzbinlerce kişinin mesajıyla geliyorum. Davos'takilerin Porto Alegre'dekilerle masaya oturup konuşmaları gerekir. Masaya oturduğunuz zaman mesafeler o kadar büyük değil’’ diyor.

Lula'dan tam 2,5 saat önce Powell, Kongre Merkezi'nde aynı sahnedeydi.

‘‘Gerekirse Irak'a tek başımıza da gireriz’’ demişti.

Powell'ın savaşına karşılık Lula ‘‘açlıkla savaş’’ diyor.

‘‘Ülkemde milyonlarca kişi aç. Onların günde üç öğün yemek yemelerini istiyorum. Afrika'da da insanlar aç ve hükümetler bu sorunla tek başlarına mücadele edemiyorlar. İşte bu yüzden açlıkla mücadeleye tüm uluslararası toplum katılsın.’’

Lula
, Davos'a yeni bir öneriyle geliyor.

Üçüncü dünya ülkeleri için ‘‘anti-açlık fonu’’nun kurulması.

‘‘Barış ve açlığa karşı uluslararası çapta büyük bir hareket başlatalım’’ diyor.

Dört hafta önce iktidarı devraldığı Brezilya'da, herkesin kahvaltı, öğle ve akşam yemeğini yemesi için yiyecek karnesi gibi bir uygulama başlatmış. ‘‘Anti-açlık fonu’’yla paralel çalışmalar yapabiliriz diyor.

Halen açlıkla mücadele eden kuruluşların yeterli olmadığını, bunların rollerinin gözden geçirilmesi gerektiğini söylüyor.

‘‘Böyle devam edemeyiz, silahlanmaya bu kadar para harcanırken insanların açlıktan ölmesi bir utanç. Teknolojiye sahibiz, tarım yapacak kadar bol toprak var yeryüzünde o halde onurumuzu kurtarmamız gerek’’ diyor.

Zenginleri nasıl dize getirecek?

Lula, becerisi ve zekası için seçilmediğini, ülkesindeki sorunların farkında olduğu için seçildiğini söylüyor.

‘‘Brezilyalılarla sosyal kontrat yaptık. Seçim kampanyası sırasında işadamları, sendikacılar, çiftçiler ve diğer kesim temsilcileriyle masanın etrafında toplandık. Ne yapacağımızı konuştuk. Gelişme ve Sosyal Konseyi'ni kurduk. Amacımız Brezilya gibi uyuyan bir devi uyandırmak.’’

Peki bir yanda liberal ekonomiyi savunan, diğer yanda korumacılığın en katı kurallarını uygulayan zenginlerle nasıl mücadele edecek?

‘‘İhracat yapmaya kalkıştığınızda inanılmaz bir duvarla karşılaşıyorsunuz. Öyle ki yatırım yapmanın bile bir anlamı kalmıyor.

7 yaşımda ilk ekmeğimi kazandım ve hayatım boyunca pazarlıklar yaptım. Zenginler pazarlıkta çetin ceviz. Aynı sertlikle savaşacağız onlarla.’’

Lula
, size bir ütopist olarak mı görülüyor?

Olsun.

Ben onu seçiyorum ve size Powell'ı bırakıyorum.

Davos müdavimleri değişime mi uğruyor?


ABD Dışişleri Bakanı Powell'i Lula'dan önce dinlediğimizi söylemiştim.

Powell konuşmasını bitirdikten sonra kendisine üç soru soruldu.

İşte ilginç nokta burada.

Zira bu soruların üçü de Davos değil, Porto Alegre'de sorulacak sorulardı.

Burada küçük bir parantez. Lula gelecek yıl Porto Alegre'nin Hindistan'a taşınacağını söyledi.

Her neyse, sorulardan bir tanesi savaşın yol açacağı insani felaketle ilgiliydi.

‘‘Değer mi buna, milyonlarca insanı tehlikeye atıyorsunuz.’’

Soru karşısında yüzüne acıklı bir ifade oturan Powell, ‘‘Bunun hesaplarını Washington'da yapıyoruz’’ demekle yetindi.

İkinci soru ABD'nin sürekli askeri güce başvurarak neden güvenilirliliğini zedelediği yolundaydı.

Üçüncü soru ise Saddam'a karşı savaş açmak için ABD'nin elinde yeterli kanıt olmadığıydı.

Soruyu yönelten Hollandalı bankacı Hubertus Heemskerk, ‘‘Biz Avrupa'da yeterli kanıt olmadığı sürece insanları asmayız’’ dedi.

Powell'ın o anki yüz ifadesini ne yazık ki kaçırmışım.

Dünya nüfusunun yüzde 80'i kayıtdışı ekonomide


BREZİLYA Devlet Başkanı Lula'yı görmeyi bekliyordum ama Arjantin Devlet Başkanı Duhalde'yi dinlemek doğrusu sürpriz oluyor.

George Soros, Güney Afrika Maliye Bakanı Trevor Manuel, Peru'dan Özgürlük ve Demokrasi Enstitüsü Başkanı Hernando de Soto'nun katıldığı, moderatörlüğünü Newsweek editörlerinden Fareed Zakaria'nın yaptığı ‘‘Globalleşme Yol Ayırımında’’ toplantısında önce Duhalde'yi dinliyoruz.

Lula'dan pek de farklı şeyler söylemiyor.

Arjantin gibi zengin bir ülkede orta sınıfın nasıl yok olduğunu, insanların nasıl yoksullaştığını, emeklilerin gelirlerinin nasıl kırpıldığını anlatıyor.

‘‘Demokrasi tehlikeye düşmüştü. Bir haftada dört başkan değişti. Dördüncüsü bendim’’ diyor.

Duhalde'ye göre, globalleşmenin birinci aşamasında, sanayileşmiş ülkeler gelişmekte olan ülkeleri dikkate almamış.

Aynen Lula gibi korumacılığa dikkat çekiyor.

‘‘Zenginler çifte standart uyguluyor. Düşünün ki dünyadaki soya üretiminin yüzde 43'ü Brezilya ve Arjantin'in elinde. Ama tarımdaki korumacılık belimizi büküyor’’ diyor.

Trevor Manuel, bir hatanın da sanayileşmiş ülkelerde uygulanan yasaların gelişmekte olan ülkelere uygulanamayacağını iddia ediyor.

Bir ara yanımda oturan Cem Kozlu’nun büyük bir övgüyle söz ettiği Hernando de Soto, dünya nüfusunun yüzde 80'inin yani gelişmekte olan ülkelerde tam 4 milyar kişinin dünyadaki yasal ekonomik sistemin, piyasaların dışında olduklarını söylüyor.

Bu hesapla konuşulan hangi globalleşme anlamadım.
Yazının Devamını Oku

Davos’ta keşkelerin listesidir

26 Ocak 2003
Dünya Ekonomik Forumu bir yıl aradan sonra yeniden Davos'a döndü. Bu yıl diğer yıllardan farklı mı diye sorarsanız ben evet derim.

İki, üç yıl önceki ‘‘yeni ekonomi, internet’’ rüyaları uçup gitmiş yerine ekonomik durgunluk, Irak Savaşı gibi gri bulutlar çökmüş.

Davos'un tuzu biberi olan CEO'ların yerinde yeller esiyor.

Kimi şirketten uzaklaştırılmış evinde, kimi hapiste...

Bir de güneşli, insanların sokakta oldukları, diledikleri gibi bağırdıkları Porto Alegre meselesi var... Globalleşme karşıtlarının, çevrecilerin, barışseverlerin bir araya geldiği uzak diyarlardaki Porto Alegre var ki Davos'un parıltısını çalmış bana uzaktan göz kırpıyor.

‘‘Keşke’’ diyorum sabah polis barikatlarını aşıp, ciddi görünümlu adamlarla birlikte Kongre Sarayı'nın eşiğine adımımı atarken ‘‘Keşke Davos yerine Porto Alegre'de olsaydım...’’

Sonra içerde yıllardan beri görüp, ayak üzeri mutlaka lafladığım Brezilyalı yazar Paulo Cuelho'yu görüyorum. Belki son kitabıyla ilgili bir röportaj yapacağız onunla. Yeni iktidara gelen Devlet Başkanı Lula da Silva ile ilgili anlatacakları da vardır mutlaka.

‘‘Elbette Lula'yı da konuşuruz. Bak yanımda zaten Lula'nın kabinesinden bir bakan var. Luiz Fernando Furlan, Sanayi ve Ticaret Bakanı.’’

Bakanla tanışıyoruz.

Arkalarından biraz da kıskançlıkla bakıyorum. Davos'ta Brezilyalı bakanın ve Brezilyalı yazarın işbirliğini kıskanıyorum.

‘‘Keşke’’ diyorum. ‘‘Bakanlarımızı getiren uçakta yazarlarımız, akademisyenlerimiz, bilimadamlarımız olsaydı... Şu kalın program kitapçığında onların konuşacakları toplantıları işaretleyip katılsaydım.’’

Bu yıl Davos'ta bir AKP çıkarması yaşanıyor.

AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Abdullah Gül, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Savunma Bakanı Vecdi Gönül, tüm ağır toplar burada.

İşadamları da burada.

Ama diğerleri yoklar....

Neden?

TÜRKİYE NİYE AVRUPALI?

Recep Tayyip Erdoğan'ın konuşmacı olarak katıldığı ‘‘Avrupa Yolunda Engeller’’ paneline katılıyorum.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Patrick Cox, Türkiye'nin neden Avrupalı olduğu anlatırken ‘‘Türkler daima Avrupa kültürün bir parçası oldular. Budapeşte'ye gidin Osmanlı'nın izlerini görürsünüz. Kosova'da öyle’’ diyor.

‘‘Keşke’’ diyorum bunları Recep Tayyip Erdoğan'dan duymuş olsaydım.

Erdoğan ‘‘İslam kültürüyle demokrasinin bütünleştiği bir model olarak Avrupa'ya katkımız olacak’’ diyor. ‘‘Medeniyetleri buluşturacağız, Avrupa ile Asya arasında köprü olacağız’’ diyor.

Tamam iyi bir hatip olabilir ama söyledikleri oldukça yüzeysel ve kimi zaman popülizme kaçıyor.

‘‘Keşke’’ diyorum, ‘‘Le Figaro gazetesine ‘‘Türkiye Avrupa için bir şanstır’’ diye yazı yazan Jean Daniel Tordjman'ın yazdıklarını okusaydı, bilseydi. Keşke konuştuklarını zengin kültürümüzle yoğurup sunsaydı.’’

Evet keşke karşımdaki Recep Tayyip Erdoğan, Tordjman gibi şunları söyleyebilseydi:

-Tarihin babası Heredot nerede yaşıyordu?

-Eski çağların en büyük coğrafyacısı Strobon'un ülkesi neredeydi?

-La Fontaine'e ilham veren Ezop nerede yerleşmişti?

-Fransa'nın en büyük yemek yeme uzmanı Lucullus nerede yaşamıştı?

-Antik çağın en büyük zengini Harun zenginliğini nerede yapmıştı?

-Miletli Thales neredeydi?

-Marsilya'yaya adını veren Foça nerede kurulmuştu?

-Hector, Akhilleus, Agamemnon'un kahramanca dövüştüğü, Homeros'un anlattığı Truva neredeydi?

Tüm bu soruların cevabı Türkiye ve tüm Avrupa uygarlığının beşiği Anadolu.

Karar sizin... Keşkelerimde haklı mıyım, haksız mı?
Yazının Devamını Oku

Dünya ekonomisinde Irak Savaşı korkusu

24 Ocak 2003
<B>BİR</B> yıl aradan sonra Dünya Ekonomik Forumu yeniden Davos'ta.<br> İlk izlenim şöyle, geçen yıllara oranla flaş isimler hayli eksik. Mesela ünlü ekonomist Joseph Stiglitz'in son dakikada katılmaktan vazgeçmiş. Belki geçen hafta ‘‘Neden Porto Alegre'de değil’’ sorumu ciddiye alıp Brezilya'nın yolunu tutmuştur.

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın gelip gelmeyeceği ise belli değil. Oysa Dünya Ekonomik Forumu yöneticileri için buraya gelmesi önemli. Gerçi eski başkan Clinton gelecek ama onun Irak konusunda son gelişmelerle ilgili söyleyebileceği kesinlikle aynı ağırlıkta değil.

Her neyse, dün İstanbul'da savaş zirvesinin yapıldığı saatlerde Davos 2003 Dünya Ekonomik Forumu'nun ilk paneli ‘‘Dünya Ekonomisine Bakış’’ adıyla düzenlendi.

Kısa ve orta vadede dünya ekonomisini ne bekliyor?

Dikkat ederseniz, olası Irak Savaşı'nın beraberinde getirdiği belirsizlik nedeniyle uzun vadeye değinilmiyor.

Financial Times Gazetesi'nin baş ekonomik yorumcusu Martin Wolf'un yönettiği panelin diğer katılımcıları şöyle: Amerikalı ekonomist Gail Foster, Almanya'dan Profesör Jürgen von Hagen, Morgan Stanley'den Stephen Roach, Japonya'dan Profesör Haruo Shimada ve Çin'den devlet başkanının ekonomi danışmanı, Çin Bankası Başkanı Zhu Min.

Dünya ekonomisine şimdi ‘‘balon sonrası ekonomi’’ adı takılmış.

İma edilen elbette yeni ekonomi balonu.

Bu panelden çıkan sonucu kısaca ‘‘Amerikan ekonomisinin geleceği dünya ekonomisini etkileyecek’’ diye özetleyebiliriz.

Peki Amerikan ekonomisini ne bekliyor?

İşte bu noktada katılımcılar arasındaki görüş ayrılıkları var.

Gail Fosler'e bakılırsa Amerikan ekonomisi bir iyileşme sürecine girmiş.

2003 yılında yatırımlar yeniden başlayacak diye bir öngörüsü de var.

Morgan Stanley'den Roach ‘‘Maalesef’’ diyor, ‘‘İyileşme acınacak durumda bir iyileşme.’’

Ancak tüm katılımcıların hemfikir oldukları nokta şu:

Irak Savaşı gerçekleşirse, dünya başta petrol şoku olmak üzere başka şoklara maruz kalırsa ABD'nin iyileşme süreci sekteye uğrar.

Tüketici etkilenir, durgunluk yeniden başlar.

ABD ekonomisi tüm dünyayı etkilediğine göre, Irak Savaşı dünya ekonomisinin üzerinde Demokles'in Kılıcı.

Çin, 15 yılda Avrupa'yı yakalar

DÜNYA Ekonomik Forumu'nun ilk gününde ‘‘Davos'un Yıldızı Çin’’ demek ne kadar doğru olur bilmiyorum ama basbayağı öyle görünüyor.

Bir kere buraya gelen Çinli gazetecilerin sayısında müthiş bir artış var.

İkincisi daha ilk oturumlarda Çin en fazla sözü geçen ülke.

Yukarıda sözünü ettiğim panelde, Batılı ekonomistler Çin ekonomisinin 15 yılda Avrupa ekonomisine yetişeceği görüşünde birleştiler.

Çin'in büyüme hızı yüzde 8.

Çin Bankası Başkanı Zhu Min ile Japon Haruo Shimada tesadüf yanyana oturmuş.

Birinin yıldızı parlamış sönmüş diğeri yeni yeni parlamaya başlıyor.

Shimada hayli buruk ‘‘Çin'in bugünkü durumu 1970'lerin Japonya'sını anımsatıyor’’ diyor. Ve ekliyor ‘‘2-3 yıl sonra Japonya normal haline dönecek.’’

Bunu ben iki yıl önce de duymuştum ne yazık ki...

Japonya özellikle mali sistemindeki reformları gerçekleştirmede zorlanıyor.

Oysa Çin yapısal reformlarda ve özelleştirmede hayli hızlı.

Zhu Min, ‘‘İlk kez ithal edip tekrar ihraç ediyoruz’’ diyor.

Üretim dünyanın başka bölgelerinden özellikle de Meksika'dan buraya kalmış.

Ancak Zhu Min yıllarca Meksika modelini inlecelediklerini itiraf ediyor.

Çin'deki fabrikaların birkaç yıl içersinde teknolojik olarak Avrupa'daki fabrikaları geride bırakacakları söyleniyor.

Zira yeni yatırım, yeni teknoloji demek.

Çin'in baş etmek zorunda olduğu sorunlar yok mu?

Elbette var.

Zhu Min örnek veriyor: ‘‘Kırsal kesimlerde yaşayan 900 milyon kişi üretimdeki 400 milyon kişiyi besliyor. Aralarında büyük bir uçurum var. Kırsal kesimde yaşayanların kentleşmesi daha birkaç yılımızı alacak..’’

Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olmalarıyla ilgili ise tam Doğu'nun bilgeliğini taşıyan şu sözleri sarfediyor:

Dünya Ticaret Örgütü'ne üyeliği tartıştığımız günlerde ‘Kurt geliyor’ diyorduk. Üye olunca ‘Kurtla dans etmeyi öğreneceğiz’ dedik. Şimdi ise ‘Kendimiz kurt olacağız’ diyoruz...
Yazının Devamını Oku

Türkler Davos’a indirimli gidiyor

21 Ocak 2003
<B>BU </B>haftanın gündemi Davos Dünya Ekonomik Forumu. Davos toplantıları perşembe günü başlıyor, önümüzdeki hafta salı günü sona eriyor.

Bu yıl AKP'nin ağır toplarının Davos'ta yapacakları çıkarmanın mimarı olan işadamı Cüneyd Zapsu'nun ofisinden gönderilen faksa bakılırsa THY'den bir uçak kiralanmış.

Uçak Davos toplantılarının başladığı gün yani perşembe günü öğleden sonra yola çıkıyor. AKP Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Abdullah Gül ve çeşitli panellere katılacak bakanlar Ali Babacan, Vecdi Gönül, Kemal Unakıtan, Recep Akdağ, işadamları ve gazeteciler hepsi bu uçaktalar. Son dakika gelen bilgiye göre Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, adı programda olduğu halde Davos’a gitmiyor. Hükümet üyelerinin Davos'tan pazar günü ayrılmaları nedeniyle uçak toplantıların bitiminden iki gün önce dönecek.

Dünya Ekonomik Forumu'nun yöneticileri bu yıl Türkiye'den daha büyük bir katılım için Türk işadamlarına bazı ayrıcalıklar tanımış.

Yıllardan beri Davos'un müdavimi olan Cüneyd Zapsu'ya şu öneriyle gelmişler:

Katılımcıların, asgari 1 milyar dolar ciro yapan şirketin sahibi, CEO ya da Yönetim Kurulu Başkanı olmaları mecburiyetini bir kereye mahsus özel olarak kaldırıyoruz.

Katılım ücretini 30 bin İsviçre Frankı'ndan (36 milyar lira) 14 bin İsviçre Frankı'na (16 milyar 822 milyon lira) düşürüyoruz.

Bu durumda Türk katılımcılar yarı yarıya indirimli gidiyorlar Davos'a.

AKP'nin ağır toplarıyla birlikte seyahat edecek 25 kişilik işadamı grubunda Cem Kozlu, Demir Sabancı gibi isimler de var.

İşadamlarıyla katılmaları için temas kuran kişi ise Cüneyd Zapsu'nun kardeşi Aziz Zapsu.

Davos'a katılım için müracaatın 10 ay öncesinden yapılıyor olmasına rağmen, Türk işadamlarına sağlanan ayrıcalıklar arasında ‘‘son dakika katılım’’ da var anlaşılan.

Türk politikacıların katılacakları panel ve toplantıları daha önce yazmıştım.

TÜRKİYE'DEN ÇİÇEKLERLE GECESİ

Önümüzdeki cumartesi gecesi yani 25 Ocak gecesi Davos'un en gözde otellerinden Seehof'da ‘‘Türkiye'den Çiçeklerle’’ gecesi yapılıyor.

Gece saat 22.00'de başlaması tasarlanan davetin organizasyonunu, yurtdışında Türkiye'nin tanıtımına gerçekten büyük katkıları olan VİP Turizm üstlenmiş.

Osmanlı'da yabancı sefirler yeniçeriler tarafından çiçeklerle karşılanırmış. Seehof Oteli'ndeki davete gelecek olanlar laleler ve karanfillerle karşılanacakmış. Ayrıca Seehof Oteli'nin salonları, karanfil, sümbül, gül gibi çiçekli panolarla süslenecekmiş. (Çiçeğin kültürümüzde ne kadar eskilere gittiğini ‘‘Has Bahçeler’’ kitabında anlatan Profesör Nurhan Atasoy'un kulakları çınlasın.)

15 dakikalık mini gösteride Hülya Aksular bale grubu, Osmanlı elbise koleksiyonu defilesi, semazenler izlenecek, Anadolu ezgileri dinlenecek.

Bu arada 4 aşçının hazırladığı Türk yemeklerini unutmamak gerek.

Zarafeti, bilgisiyle her düzenlediği davete damgasını vuran Yasemin Pirinçcioğlu'nun Seehof'ta unutulmaz bir gece yaşatacağından eminim. VİP için, geçen yıl yitirdiğimiz İnci Pirinçcioğlu'dan gelen bir gelenek bu.

Bu arada davetliler arasında, dünyanın önde gelen CEO'larının, Bill Gates, Clinton, Meksika Devlet Başkanı Vincente Fox gibi isimler olduğunu söylemeyi unuttum. Üzerinde bir lalenin olduğu davetiye yaklaşık 500 kişiye gönderilmiş.

Almanya ve Euro Irak'tan fazla korkutuyor


LE MONDE Gazetesi, Fransız sanayiciler arasında 2003 yılında beklentileriyle ilgili küçük bir araştırma yapıyor.

Araştırmanın sonucu ilginç.

Irak Savaşı'ndan ziyade, Almanya'daki ekonomik durgunluk ve Euro'nun dolar karşısında değer kazanması korkutuyor Fransız sanayicileri.

Fransızların TÜSİAD'ı MEDEF üyelerinin büyük bir çoğunluğuna göre, 2003'e ‘‘belirsizlik’’ hakim olacak.

Irak Savaşı tehdidine rağmen ‘‘felaket senaryoları’’ yok.

Şirketler yatırımlarını dondurmayı düşünmüyor ancak yatırım harcamalarında yüzde 4 ila 5'lik bir düşüş söz konusu.

En fazla kaygılandıran ise hastalığı Avrupa'da giderek hissedilmekte olan Alman ekonomisi.

Almanya'daki yatırımlar küçülmüş.

Saint Gobain Şirketi örneğin ‘‘Almanya bizim grubumuz için küçücük oldu’’ diyor. Hastalığın diğer ülkelere bulaşması endişesi de var.

Hollanda ve Danimarka Almanya ekonomisinden en fazla etkilenen iki ülke.

Elbet, Euro'nun değer kazanması en fazla ihracatı vuracak. Özellikle Almanya'nın dış pazarlarda müşteri kaybedebileceği korkusu da var. Zira Almanya'nın müşteri kaybetmesi ortak iş yaptığı Fransız şirketlerini de etkileyecek.

Bu durumda Lafarge, Danone, Saint Gobain, Peugeot gibi büyük Fransız şirketler gözlerini Çin'e dikmişler.

Çoğu 1990'lı yıllarda buraya yerleşmişler bile ancak Çin'in bu yıl yüzde 8'lik bir büyüme beklemesi, Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasından sonra gümrüğe ve yabancı yatırımcıya sağladığı kolaylıklar iştahlarını daha da kabartıyor.
Yazının Devamını Oku

Brezilya'da romantikler mi işbaşında

19 Ocak 2003
<B>BREZİLYA</B>'da çiçeği burnunda Devlet Başkanı <B>Lula da Silva</B>'nın ilk icraatı ne oldu biliyor musunuz? Kabinesindeki tüm bakanları topluyor, Brezilya'nın en yoksul bölgelerine iki günlük bir geziye çıkartıyor.

Gezinin adı ‘‘Gerçeklik Turu’’.

Devlet Başkanı ‘‘Bakanlarımın ülkedeki sefaletin yüreğine inmelerini istiyorum’’ diyor..

‘‘Ankara'da rahat koltuklarında oturanlar gelsinler da halimizi görsünler’’ diye şikayet eden halkımızın kulakları çınlasın.

Demek ki isteyince oluyormuş.

Brezilya 127 milyon.

Yoksulluk sınırının da altında yaşayanların sayısının 10 ila 30 milyon arasında değiştiği söyleniyor.

Sefaletin en fazla çöreklendiği yerler ülkenin kuzeydoğusu ile büyük şehirlerin gecekondu mahalleleri.

Lula da Silva'nın peşine takılıp buraları gezen bakanların çoğu gözyaşlarını tutamıyor.

Daha birkaç ay öncesine kadar Londra'da sefirlik yapan Dışişleri Bakanı Celso Amorim ağzından kaçırıyor: ‘‘Ben böyle sahneleri sadece filmlerde gördüm’’ diye.

‘‘Gerçeklik turu’’nun derinden sarstığı diğer bir isim, Lula da Silva'nın ricasını kabul ederek hükümette yer alan ünlü bir işadamı: Sanayi ve Ticaret Bakanı Luiz Fernando Furlan.

O da üzgün. ‘‘Bundan böyle Brezilya halkının çektiği ıstırabın daha fazla farkında olacağım. Gördüğüm insanların her şeye rağmen gözlerinde umut vardı.’’

Gezi boyunca Lula da Silva'ya sevgi gösterileri müthiş.

Başkanı göğsüne bastıranlar, eline mektup tutuşturanlar, sarılıp öpenler.

Başkan yoksullara ‘‘sabır’’ diyor.

‘‘Yarın her şeyi halledeceğim diye bir söz veremem. Hükümetimiz henüz bir bebek. Dünyaya gelmek için dokuz ay gerekiyorsa, adım atmak için 11 ay gerek.’’

Duygusallık yüklü bu gezinin işgüzarı olmaz mı?

Olur elbet.

‘‘Gerçeklik turu’’ ruhunu asla kavrayamamış olan Recife Valisi kabinenin ziyaretini öğrenir öğrenmez, gecekondu mahallelerinde büyük bir temizliğe girişmiş, tonlarca çöpü kaldırtmış, etrafa çekidüzen vermiş.

Yine de musluklardan suyun akmadığı mahallelerdeki sefalet izlerini silmeyi becerememiş.

Lula da Silva'nın Kültür Bakanlığına getirdiği Gilberto Gil Brezilya'nın en ünlü şarkıcı ve kompozitörlerinden.

Müziğinde bossa nova, samba, funk ritmlerinin yanısıra reggae ve diğer Karayip ritmlerini bulmak mümkün.

Gilberto Gil sıkı bir çevreci aynı zamanda.

Yeşil Partisi'nin üyesi olarak yıllardır yağmur ormanları, okyanuslar için mücadele ediyor.

Kültür Bakanlığı'na getirildikten sonra ‘‘mutlu musunuz’’ diye soruyorlar.

‘‘Evet’’ diyor. ‘‘60 yaşıma geldim, kişiliğimi hem dünyanın acılarına, hem yaşam sevincine uydurmayı öğrendim. Gece gündüz bu iki duyguyla yaşıyorum.’’

Devlet Başkanı ‘‘kültürü yoksullara da götür’’ diye rica etmiş.

İşte bu yüzden önümüzdeki günlerde Rio'nun favelaları Şarkıcı-Kültür Bakanı Gilberto Gil'in müziğiyle şenlenecek...

Dileğim her ülkeye romantik bir hükümet...

Saray ressamı halkın arasına karışınca


YAPI Kredi, Kazım Taşkent Sanat Galerisi'nde 17 Ocak'tan itibaren kaçırılmaması gereken bir sergi var: Osmanlı Saray Ressamı Fausto Zonaro retrospektif resim sergisi.

İtiraf etmem gerekir ki, Zonaro ile pek geç tanıştım.

2001 Aralık ayında Mersin'de karşılaştığım işadamı ve oryantalist ressam uzmanı Erol Makzume, bana Zonaro'dan söz eden ilk kişi oldu.

Kazım Taşkent'teki sergi için hem buradaki özel koleksiyonlardan resimler biraraya gelmiş, hem İtalya'dan 30'a yakın tablo getirtilmiş.

Sergi nedeniyle yayımlanan Zonaro kitabı, Makzume ile gazeteci, araştırmacı Osman Öndeş tarafından hazırlanmış.

Sultan II. Abdülhamid tarafından Saray'a çağrılan ve tam 14 yıl boyunca Saray'ın Başressamı olarak çalışan Zonaro, İstanbul'u Salacak'tan Göksu'ya karış karış gezmiş.

Bu fotoğraftan da anlayabileceğiniz gibi sarayda kapalı kalmamış... Paletini, fırçasını kapıp İstanbul halkının arasına karışmış. Açık havada berberler, arzuhalciler, balıkçılar, kayık sefaları kısaca günlük yaşamdan kesitler sunmuş 3 bine yakın eserinde...
Yazının Devamını Oku

Gebze hem teknoparkta hem NSB'de iddialı

17 Ocak 2003
<B>GEBZE </B>Organize Sanayi Bölgesi’ni tam bir yıl önce ziyaret etmiştim. GOSB'nin, Guggenheim Müzesi'nin ünlü mimarı Frank Gehry'nin tasarımlarının yanı sıra, zengin bir resim koleksiyonuna sahip olduğunu keşfedince burayı sıkı bir takibe almanın gerekli olduğuna hükmetmiştim.

Doğru karar.

Zira bir yılda GOSB oldukça bayağı yol almış.

12 Kasım 2002 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren GOSB Teknoparkı 2003 yılına kadar tamamlanacak.

Teknopark'ta küçük ortaklar Sabancı Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Gebze Ticaret Odası ve Kocaeli Sanayi Odası.

Büyük ortaklar ise yüzde 48 hisseyle GOSB, yine yüzde 48 ile İsrailli sanayisi Stef Wertheimer.

İsrail'de dört teknoparkın sahibi olan Wertheimer, Türk politikacılarının yakından tanıdıkları bir isim.

GOSB Teknoparkı'nın model olarak aldığı Tefen Teknoparkı'nı, sanıyorum yedi, sekiz yıl önceydi, o zaman muhalefet lideri olan Ecevit ile birlikte gezmiştik.

Dün karşılaştığım Wertheimer, o geziyi hatırlıyor ve Ecevit'in sağlık durumunu soruyor.

İsrailli sanayici ayrıca Kemal Derviş tarafından geçen temmuz ayında yabancı yatırımcılar için Ankara'da düzenlenmesi planlanan toplantıya davet edilmiş. Dünyanın önde gelen 25 CEO'sunun davet edildiği toplantı bildiğiniz gibi ertelenmişti.

Şimdi Wertheimer'in elinde Ekonomi'den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ın gönderdiği davet mektubu var. Yani AKP Hükümeti aynı toplantıyı planlıyor.

Wertheimer, Türkiye'de bir teknopark kurmak fikrine yıllardan beri sıcak bakıyormuş. Önce böyle bir projeyi İzmir'de gerçekleştirmek için işe girişmiş ancak İzmir'de işler fazla hızlı gitmeyince Gebze'ye yönelmiş.

Teknoparkın 124 bin metrekarelik bir alana kurulması planlanıyor.

Orta ölçekli girişimciler için üretim birimlerinin yanısıra AR-GE çalışmaları için ‘‘high-tech’’ bir bina da tasarlanmış.

Amaç GOSP'de yeralan Carrier, LG, Procter&Gamble, Legrand gibi yabancı sermayeli şirketlerin AR-GE yatırımlarını burada yapmaları.

İsrailli ortağın GOSB'deki Teknopark'a getirdiği bir avantaj da uluslararası pazarlama ağı. Sadece Tefen Teknoparkı'nın ihracatı 700 milyon dolarmış.

Wertheimer ‘‘Gebze'deki orta ölçekli şirketlere ABD pazarına açılmanın yollarını öğreteceğiz. ABD dünyanın en büyük pazarı ve Türkiye'nin bu pazara girmesi şart. İhracatınızı 10 yılda ikiye katlamak mümkün olabilir’’ diyor.

ABD Büyükelçisi Pearson'ın salı günü TÜSİAD ile yaptığı görüşmede yeniden gündeme gelen ‘‘Nitelikli Sanayi Bölgeleri’’ kısa adı NSB meselesine gelince...

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun, İSO Kongresi'nde de üzerine basa basa söylemişti Tuzla ve Gebze'nin ‘‘Nitelikli Sanayi Bölgesi’’ kapsamına alınacaklarını.

‘‘Nitelikli Sanayi Bölgesi’’ ABD-İsrail Serbest Ticaret Anlaşması altında oluşturulacağı için Gebze'nin İsrailli bir ortağı olması onu bu konuda şanslı kılıyor.

GOSB Yönetimi, ABD Büyükelçiliği ile temas halinde.

Elçilik GOSB'nin Türkiye'deki en uygun aday olabileceği yolunda görüş bildirmiş.

NSB'lerin Türkiye'de kurulması Temsilciler Meclisi'nden geçti, senatoda şubat ayında görüşülecek.

GOSB'nin beklentisi, Türk Hükümeti'nin onay vermesiyle mart ayından itibaren ‘‘Nitelikli Sanayi Bölgesi’’ne dönüşmek.

Doğu Akdeniz'e yeni Marshall Planı

ORTADOĞU için yeni bir Marshall Planı'ndan söz edildiğini eylül ayında Washington'da duymuştum. Meğer bu yeni Marshall Planı'nın fikir babası İsrailli sanayici Stef Wertheimer imiş. Wertheimer yanında taşıdığı küçük dizüstü bilgisayarını, hemen yanıbaşımda açıyor ve rüyasını anlatıyor.

‘‘Bugün Doğu Akdeniz'deki yoksulluk tüm dünyayı tehdit ediyor. Gelir dengesizliğine bakın. İsrail'de kişi başına GSMH 18 bin dolar, Suudi Arabistan'da 10 bin, Ürdün'de sadece bin 600 dolar.’’

Peki Ortadoğu'nun refaha kavuşması için çözüm nerede? ‘‘Avrupa'nın yeniden inşası için devreye giren Marshall Planı 20. yüzyılın çehresini değiştirdi. Aynı şey Ortadoğu için mümkün. ABD'nin öncülüğünde OECD ülkeleri böyle bir plana sahip çıkmalı. Yardım para şeklinde değil, altyapı, sanayiyi geliştirme ve teknik eğitim şeklinde olacak.’’

Wertheimer
, Marshall Plan'nın öncelikle Ürdün, Türkiye, İsrail ve Filistin Özert Yönetimi'nde uygulanması gerektiği görüşünde. ‘‘Zira bunların dördünün de yüzleri Batı'ya dönmüş, bölgedeki diğer ülkelere oranla okur yazarlık oranı yüksek’’ diyor.

Pilot bölgenin Ürdün olması gerektiğini düşünüyor. Hesaplarına göre, yeni Marshall Planı için gerekli meblağ minimum 20 milyar dolar. Projelere göre, bu para Dünya Bankası, IMF ya da Dünya Ticaret Örgütü tarafından verilecek.

‘‘Planın hedefi para vermek değil, sanayiyi kalkındırmak.’’

Wertheimer,
projesini bizzat Amerikan Kongresi'nde anlatmış. CNN, BBC'de bu konuda demeçler vermiş. Kolunun altında minik bilgisayarı rüyasının peşinde koşuyor.

Unilever AR-GE için 2.5 milyar Euro ayırıyor

YUKARIDA AR-GE'den söz edince aklıma geldi.

Geçen gece Unilever'in Yönetim Kurulu Başkanı İzzet Karaca ile Kurumsal Sözcü Hakan Behlil ile yemekli sohbet toplantısında konuştuk.

Unilever'in AR-GE harcaması 2.5 milyar Euro.

Bunun 1.2 milyar

Eurosu teknolojik ve bilimsel araştırmaya ayrılıyor. Geriye kalan ise marka pazarlama için kullanılıyor.

Yani köfte harcında

küçük bir değişiklik yaparak satışları yüzde 300 oranında arttırmanın gerisinde bu müthiş yatırım var elbet.
Yazının Devamını Oku

Gelirimizi katlamak için 20 yıl mı, 13 yıl mı

14 Ocak 2003
<B>EKONOMİDEN </B>sorumlu Devlet Bakanı <B>Ali Babacan</B>'ı iki gün arayla iki kez dinleme fırsatım oldu. Cuma günü Türk-Amerikan İş Konseyi'nin öğle yemeğinde, dün sabah ise TÜSİAD'ın ‘‘Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri’’ raporunun sunulduğu toplantıda Babacan'a kulak verdim.

Her iki konuşmasında da Babacan'ın önemle vermek istediği mesaj şuydu: ‘‘Popülizm yapmıyoruz, ekonomik program tavizsiz devam edecek..’’

Her iki konuşmasında da enflasyonu düşürmekten söz etti, ‘‘Dünyada bu kadar yüksek enflasyona sahip ülke yok’’ dedi.

Peki neredeyse yirmi yıldan beri konuştuğumuz bu enflasyon nasıl düşecek?

TÜSİAD'ın raporunu, Doç. Kamil Yılmaz ve Doç. Emre Alper ile birlikte hazırlayan Koç Üniversitesi öğretim görevlisi ve Koçbank'ın baş ekonomisti Doç. Dr. Cevdet Akçay'a bakılırsa bir kere toplumda enflasyon ile ilgili bazı yanlış düşünceler yerleşmiş.

Bunlardan bir tanesi büyüme getiriyorsa enflasyonun iyi olduğu şeklinde. Oysa enflasyonun büyüme üzerinde negatif bir etkisi var.

Akçay, IMF eski başkan yardımcılarından Stanley Fischer ‘‘Yüksek enflasyonla sürdürülebilir kalkınma mümkün değil’’ dediğini hatırlatıyor.

Enflasyonun yıllardan beri kontrol altına alınamamasının altında yanlış politikalar yerine toplumsal ve kurumsal yapıdaki eksiklikleri de aramak gerekiyormuş.

İsrail, Arjantin ve Brezilya ancak bu eksikliklerini tamamladıklarında enflasyonu kontrol altına almayı başarmışlar.

Bunları tamamlamak şimdi AKP iktidarına düşüyor. Raporun sonuç bölümündeki bir tespite göre, enflasyon kontrol altına alınmadan önümüzdeki 10 yıl ortalama yüzde 3,5 oranında büyüyeceğimizi varsaysak Türkiye'nin GSMH'sini ikiye katlaması için 20 yıla ihtiyacı olacak.

Enflasyon kontrol altına alınırsa 20 yıl, 13 yıla düşüyor.

TÜSİAD'ın raporunda bu hesap ortada, yapılacaklar da ortada....

İşadamları, Pearson ile bugün buluşuyor


TÜSİAD başta olmak üzere iş dünyası Irak Savaşı'nın faturası konusunda tedirgin.

ABD'nin olası savaş durumunda ödeyeceğimiz maliyeti nasıl, ne zaman karşılayacağına ilişkin rivayet muhtelif. ABD'nin Ankara Elçisi Robert Pearson'ın talebiyle, iş dünyasının önde gelen isimleri bugün elçiyle buluşuyor.

Buluşmada her iki taraf eteklerindekileri dökecek.

Pearson, iş dünyasından Irak ile ilgili karar vermesi için Ankara'ya baskı yapmalarını isteyecek.

İş dünyası ise Washington'un ödeyeceği faturanın netleşmesini talep edecek.

Ekonomik programın savaş nedeniyle aksamasını karşılayacak bir faturanın da ötesinde bir hibe talebinin de masaya gelebileceği konuşuluyor.

İkisi de tarih oldu


BU fotoğrafı tam bir yıl önce New York'ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu'nda çekmiştim.

O dönemde Vivendi Universal'ın başında olan Jean-Marie Messier (sağda) AOL'un ceo'su Steve Case, birlikte katıldıkları panelden önce tartışıyorlar.

Aradan bir yıl sonra ne biri, ne diğeri koltuğunda.

Bildiğiniz gibi önce geçtiğimiz yaz aylarında, Jean-Marie Messier, büyüme hırsıyla büyük zarara soktuğu Vivendi Universal'deki görevinden alındı.

Ardından hafta sonunda Steve Case'in AOL Time Warner'daki görevinden istifa ettiği haberi geldi.

AOL ile Time Warner evliliğinin arkasındaki adam olan Case, evlilikten sonra AOL Time Warner'in borsada neredeyse yüzde 70'lik bir kayba uğramasından sorumlu tutuluyor.

Case'e en fazla yüklenen kişi ise şirketin en büyük hissedarı CNN’nin eski patronu Ted Turner.

Turner'in Case'in koltuğunda gözü olduğu da iddialar arasında.
Yazının Devamını Oku

Güney Kore diktatörü

12 Ocak 2003
<B> KİM JONG İL<br><br></B>Şişesi 630 dolarlık Hennessy konyaklarının en iyi müşterisi Dünya için yeni baş ağrısının adı Kuzey Kore.

Ülkelerin kişilikleri olsaydı eğer ona en fazla haydutluğun yakışacağı söyleniyor.

Yanlış anlamayın sakın... Öyle kibar haydut filan değil.

Tepeden tırnağa silahlı, yol kesen haydutlardan.

Çalmakla yetinmeyip, adam kaçıran haydutlardan.

Bir süre önce televizyonlarda Tokyo'dan aktarılan görüntüleri hatırlayın.

Kuzey Koreliler tarafından kaçırılan 5 Japon, tam 24 yıl sonra Japonya'da aileleriyle birleşince ne hazin sahneler çıkmıştı ortaya.

Kuzey Kore lideri Kim Jong İl, ‘‘Kusura bakmayın’’ demişti... ‘‘Yıllar önce tam 13 Japonu kaçırdık..’’

Bu ülkenin son yaptığı haydutluğa gelince...

Nicedir ‘‘nükleer programıma devam edeceğim’’ diye tehditler savuruyordu. Nihayet cuma günü şu meşhur ‘‘Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’’ndan çekileceğini duyurdu.

Irak üzerine yoğunlaşmış olan Batılı ülkeleri şimdi aldı mı yeni bir teláş.

Aslına bakarsanız Kuzey Kore, Irak ile kıyaslanmayacak kadar tehlikeli bir ülke.

Atom Enerjisi Ajansı denetçilerini kabule yanaştığı 1994 yılında dahi elinde bir ya da iki nükleer bomba geliştirecek plutonyum olduğu biliniyordu.

Şimdi sekiz bomba üretebilecek kapasitede olduğu sanılıyor.

Güney Kore, Japonya'yı tehdit eden füzelere sahip.

ABD kendisini vuracak füzeler geliştirebileceğine inanıyor.

1 milyon kişilik, dünyanın 4. büyük ordusuna sahip.

Nihayet Saddam'dan kat kat hasta ruhlu bir diktatörün, Kim Jong İl'in pençesinde.

İktidarı 1994 yılında ölen babası Kim İl Sung'dan devralan 60 yaşındaki Kim Jong İl'in tuhaflıklarına nereden başlasam bilmem ki?

Bir kere sıkı bir film düşkünü.

Kuzey Kore film endüstrisinin kalkınmasına yardımcı olsunlar diye Güney Koreli bir yönetmen ile oyuncu eşini kaçırtmış. Onları karşısına getirdiklerinde şu soruyu sormuş ‘‘Fiziğimi nasıl buluyorsunuz?’’

Karı koca sekiz yıldan sonra ülkelerine zor kapağı atmışlar.

Kim Jong İl'in sarayları deniz kıyısında olmasına rağmen, suni dalgacıkların olduğu havuzda yüzmeyi seviyormuş.

Yüzerken arkasında bir kadın doktor ile bir hemşire kulaç atıyor.

Üç karısının olduğu söyleniyor.

Hennessy konyaklarının son 10 yıl içindeki en iyi müşterisi.

Bu arada küçük bir ayrıntı.

Bu konyağın şişesi 630 dolar.

Kuzey Kore'de kişi başına yıllık gelir 900 dolar ve insanlar aç.

1994 yılından bu yana 2 milyon Kuzey Koreli'nin yani her 10 kişiden birinin açlıktan ölmüş olabileceği hesaplanıyor.

Yani Kim Jong İl, babası Kim İl Sung kadar uzun bir süre iktidarda kalırsa korkarım ki zulmedeceği bir halk filan da kalmayacak ortada.

Manşetlik fıkra


Şu günlerde internette dolaşan en son fıkra şöyle:

New York'ta küçük bir çocuğu azgın bir köpeğin dişlerinden kurtaran ve hayvanı boğan iri yarı delikanlının yanına bir muhabir koşmuş. Ve şu soruyu yöneltmiş:

‘‘Kahraman Amerikalı, küçük çocuğun hayatını kurtardı diye yazabilir miyim?’’

‘‘Ben Amerikalı değil, Pakistanlıyım’’ demiş adam.

Ertesi gün New York Times Gazetesi'nde haber şöyle çıkmış:

‘‘Köktendinci Müslüman Central Park'ta bir köpeği boğdu. FBI olayın El Kaide bağlantısını araştırıyor.’’


İki Almanya'nın birleşmesi yatakta aksadı


Batı ile Doğu Almanya'nın birleşmelerinin üzerinden neredeyse 12 yıl geçti.

Birleşme, özellikle ekonomide bazı sıkıntılar yaratmış olsa da genelinde başarılı sayılıyor.

Başarısız olduğu tek alan ise yatak.

Playboy Dergisi bir araştırma yaptırmış.

Araştırmada, Doğu ve Batı Almanların cinsel ilişkiye girme konusunda pek de gönüllü olmadıkları ortaya çıkmış. Ülkenin diğer yarısındaki biriyle seviştiğini itiraf edenler sadece yüzde 11 oranında imiş.
Yazının Devamını Oku