Gila Benmayor

Fransız yatırımcılardan 17 Aralık mesajı

7 Aralık 2004
<B>KRİTİK</B> 17 Aralık yaklaştıkca Fransız Cumhurbaşkanı <B>Jacques Chirac</B>’ın Türkiye’yle ilgili açıklamaları kafaları bulandırırken, Türkiye’de <B>Carrefour, Renault</B> gibi önemli yatırımcılar ve yüz yıldan fazla Fransız-Türk ticari ilişkilerine yön veren Türk Fransız Ticaret Derneği <B>‘17 Aralık’ta ne karar ne olursa olsun Fransız yatırımı büyüyerek devam edecek’ </B>mesajını verdi. Türk Fransız Ticaret Derneği Genel Sekreteri Zeynep Necipoğlu, derneğin yönetim kurulu üyesi Renault Genel Müdürü Alain Gabillet ve Carrefour Genel Müdürü Luc De Noirmont ile bir öğle yemeğinde yaptığımız dörtlü sohbette Fransız-Türk ilişkilerinin hem ticari, hem sosyal boyutu gündeme geliyor.

BAŞBAKAN DAVETE KATILACAK

Bu arada, Zeynep Necipoğlu’nun verdiği bilgiye göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önümüzdeki cumartesi gecesi Türk-Fransız Ticaret Derneği’nin 125, kuruluş yıldönümü münasebetiyle verdiği davete katılacak.

Aynı gecenin bir sürpriz ismi de, Türkiye aleyhtarı iken 6 ay önce buraya yaptığı bir gezide yüzde yüz bir dönüş yapan Fransız senatör Robert Del Pisccia.

Türkiye’de 15 gün geçirdikten sonra Fransa’ya dönen senatör şimdi sıkı bir Türkiye savunucusu kesilmiş. Bundan da, Fransız politikacıların Türkiye’yi daha fazla tanımaları gerektiği sonucu çıkıyor.

EN BÜYÜK YATIRIMCI ÜLKE

Sohbetimize dönersek, Zeynep Necipoğlu önümüzdeki yıllarda Fransız yatırımın büyüyeceğini varsayarak genel sekreteri olduğu derneğin yeni bir yapılanmaya gittiğini söylüyor.

‘Son yirmi yılın ortalaması alındığında Türkiye’deki en büyük yatırımcı ülkenin Fransa olduğu ortaya çıkıyor. Üyelerimiz arasında yaptığımız nabız yoklamasına göre bu trend önümüzdeki yıllarda giderek artacak’ diyor.

Necipoğlu, Fransız şirketlerinin, Türkiye’deki yatırım olanaklarını giderek daha fazla merak ettiklerini söylüyor.

‘Avrupa trenine binme tarihi yaklaştıkça bu merak artıyor’ diyor.

Yaklaşık bir buçuk yıldan beri Türkiye’de olan Alain Gabillet de Avrupa’nın Türkiye’ye karşı olumsuz bir pozisyon almayacağı görüşünde.

Ancak ‘koşullardan çekiniyorum’ diye de ilave ediyor.

Cumhurbaşkanı Chirac’ın ‘özel statü’ çıkışının 2007 seçimlerine yönelik olduğunu da söylüyor.

Peki Fransa’nın Türkiye aleyhtarı tutumunda içersinde bulunduğu ekonomik krizin etkisi de yok mu?

Alain Gabillet ‘kesinlikle evet’ diyor.

İşsizlik oranının artması, Avrupa Birliği yeni üyelerinin Fransız yatırımcısına daha iyi olanaklar sunuyor olması Fransız kamuoyunun 70 milyonluk bir ülkeye kuşkuyla bakmasının bir nedeni.

TÜRKİYE KENDİNİ PAZARLAMIYOR

Tam bu noktada Carrefour’un Genel Müdürü Luc De Noirmont araya giriyor.

‘ Fransa Avrupa Anayasası için yapılacak referandumun sancılarını çekiyor. Chirac’ın tamamıyla Türkiye tarafından gözükmesi, 2005’te yapılacak referandumda sağcı partilerin, milliyetçilerin elini güçlendirecek.’

Politik kaygıların, hesapların olduğu doğru.

Ancak kamuoyu da karşı.

Niye?

Bu konuda Renault Genel Müdürü Alain Gabillet, Luc De Noirmont ile hemfikir.

‘Türkiye Fransa’da tanınmıyor. Fransızlar Müslüman deyince ülkedeki Kuzey Afrikalılarla Türk göçmenleri aynı sepete koyuyor. Sokaktaki insanı da, aydını da, politikacısı da öyle...’

Luc De Noirmont
geçtiğimiz temmuz ayından beri Türkiye’de.

‘Ülkenizi, kendinizi tanıtın.. İslam’la ilgili görüşleriniz nedir, kadın hakları konusunda ne düşünüyorsunuz? Anlatın’ diyor.

TÜRKİYE’DE ÇİN PANİĞİ YOK

Hem Alain Gabillet’nin, hem Luc De Noirmont, Türkiye’nin yabancı yatırımı çekme açısından parlak bir geleceği olduğu görüşünde.

Alain Gabillet, Bursa’daki Renault fabrikasını örnek gösteriyor.

‘Fabrikada sadece mühendislerin sayısı 300. İşçilerin çoğu da eğitimli, çalışkan. Pazar potansiyeli büyük. Düşünün ki, Türkiye’de bin kişiye 70 araba düşüyor. Fransa’da bu sekiz kat fazla.’

Luc De Noirmont
da ‘Türkiye Avrupa’nın Çin’i. Ne olursa olsun Avrupa bu ülkeden vazgeçemez’ diyor.

Tekstil konusunda ise ilginç bir saptamada bulunuyor.

‘Tekstil kotalarının 2005 yılında kalkıyor olması Avrupa’yı feci korkutuyor. Çin dediniz mi öcü gibi. Oysa Türkiye’de bir Çin paniği görmüyorum ben. Türkiye sanki daha rekabetçi, daha esnek bir politika izliyor tekstilde’ diyor.

İşte bu güzel bir haber.

Avrupa Çin’den korkuyor ama Türkiye korkmuyor.

Doğru mu?

Tarım fonlarını paylaşmak istemiyor

POLİTİK
hesaplar, ekonomik kriz, Türkiye’nin tanınmaması gibi sorunların yanı sıra sohbette Fransa’nın AB’nin tarım fonlarını paylaşmamak kaygısını da taşıdığı ortaya çıkıyor.

Bu da madalyonun bir başka yüzü.

Fransa tarım fonlarından en fazla yararlanan ülke.

İspanya’ya da bu yüzden direnmişti.

Tarım ülkesi Polonya’nın üyeliğine de ‘gönülsüz’ bir evet demek zorunda kaldı.

Alain Gabillet’e göre, Polonya ile tarihsel bağları, Polonyalı göçmenlerin güçlü lobisi ve de dinsel bağlar (iki ülke de Katolik) nedeniyle sesini fazla çıkarmadı.

Demek ki ülkeler de duygusal davranabiliyor.
Yazının Devamını Oku

Yoksa kadınlar eskiden daha mı güçlüydü

5 Aralık 2004
Günlerden<B> </B>çarşamba... Saat öğleden sonra 15.30.<br><br>Brüksellilerin işlerinin başında olmaları gereken bir saatte Beaux Arts (BoZar) Sarayı’ndaki <B>‘Anneler, Tanrıçalar ve Hanım Sultanlar’ </B>Sergisi hayli kalabalık. Kuratörlüğünü Nazan Ölçer ile Filiz Çağman’ın yaptığı serginin üç dildeki açıklamaları (Flamanca, Fransızca ve İngilizce) mükemmel.

Sergiyi gezenler bunlarla yetinmemiş, çoğunun başında kulaklıklar, gözleri heykelciklere ya da tablolara dikilmiş ek bilgileri dinliyorlar.

Prehistorik dönemden Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar tarihin çeşitli safhalarına serpiştirilmiş kadın heykelleri, ziynet eşyaları, tablolar nasıl ipuçları verecek?

Tam da Türkiye’nin Avrupa kapısına dayandığı bir dönemde Belçikalıların merakı daha büyük.

Üç büyük imparatorluğu (Hitit, Bizans, Osmanlı) barındırmış toprakların kadınları nasılmış?

Tarihe katkıları ne olmuş?

‘Anneler, Tanrıçalar ve Hanım Sultanlar’ Sergisi’nde gördüklerinin kafalarındaki imaja hiç de uymadığı ortaya çıkıyor.

EVLİLİK KONTRATI ŞAŞIRTTI

Ama önce BoZar’daki sergiyle ilgili birkaç ayrıntı.

Yanlış saymadıysam sergi için bir araya getirilen parçalar, Türkiye’den 37 müzeden ve özel koleksiyonlardan, Avrupa’dan ise 14 müzeden toplanmış.

İzmir Arkeoloji Müzesi’nden Lesboslu kadın şair Sappho,

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nden Ana Tanrıça,

Louvre Müzesi’nden Bizanslı İmparatoriçe Ariadne’nin büstü,

Plock’ta Mazowieckie Müzesi’nden Mihrimah Sultan portresi derken birbirini tamamlayan parçalar bir araya getirilmiş.

Brüksel’deki serginin esin kaynağı, 1993’te Topkapı Sarayı’nda yapılan ‘Anadolu’da Kadın’ sergisi olmuş.

Sanırım, ‘Anneler, Tanrıçalar ve Hanım Sultanlar’ sergisinde aynı konsept daha geniş tutulmuş.

Öyle ki, Anadolu’da prehistorik çağlarda tanrıçalara gösterilen saygı ve sevginin bir anlamda Bizans’ın güçlü imparatoriçelerine, onlardan da hanım sultanlara yansıdığını fark etmek mümkün.

Müze gezerken, gezenlerin de tepkilerini izlemek ilginç geliyor bana.

Hele bu, yabancı bir ülkede Türkiye’yle ilgili bir sergi ise.

Belçikalı kadınlardan biri Hitit tabletlerindeki ‘evlilik kontratı’na pek şaşırıyor.

Düşünün, milattan önce 3 bin yılında eşlerin anlaşmaları var.

Benim şaşırdığım ise Osmanlı döneminde kadınların dişiliklerini büyük bir rahatlıkla taşımaları.

Suna-İnan Kıranç koleksiyonuna ait ‘Tef Çalan Saraylı’ tablosu mesela öyle.

Peki sergi hakkındaki görüşlerini sorduğum iki orta yaşlı Belçikalı ne buyurdu dersiniz?

‘Eskiden kadınlar daha güçlüymüş. Daha fazla saygınlık uyandırıyormuş.. Belçika’da dövülen kadınların faciasını düşünüyoruz da... Herhalde o dönemlerde kadınlar hiç dövülmüyormuş...’

Gerçi bu sözler serginin şiirselliğine ters düşse de, serginin tüm dünya kadınlarını kapsadığının kanıtı değil mi sizce?

Zeus Sunağı tartışması

GEÇEN
hafta yazdığım ‘Sürgündeki Sunağa Dokunmak Yasak’ yazısıyla ilgili pekçok e-mail geldi. Okurların kimi ‘Zeus Sunağı’nın Berlin’de olmasıyla daha iyi korunduğu görüşünde, kimi geri getirtilmesi için kampanya başlatılması dileğinde.

Kültürel mirasımızın gerektiği kadar kıymetini bilmediğimiz görüşüne katılıyorum. Bilseydik bugün nice yapıtın koruma altına alınması gerekirdi.

Hasankeyf’in sular altında kalmaması için bir şeyler yapılırdı.

Diğer yanda, tarihi koruma bilincinin giderek gelişmekte olduğu da bir gerçek. Bir zamanlar sunak için kampanya başlatan Bergamalıların böyle bir bilince ulaştığına ve sunak günün birinde anavatanına dönerse onu gözleri gibi koruyacaklarına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Vural Öger: 17 Aralık için umutluyum

3 Aralık 2004
<B>BRÜKSEL </B>ile Türkiye arasında bugünlerde inanılmaz bir trafik yaşanıyor.<br><br>17 Aralık gününe kadar da böyle devam edecek büyük olasılıkla. Girizgáhtan anlaşılacağı gibi hafta başında ‘Türkiye’nin AB Entegrasyonunda İletişimin Rolü’ paneli için Brüksel’deydik.

Avrupa Parlamentosu’ndaki paneli düzenleyen Turkcell.

Türk kökenli Alman parlamenter Vural Öger’in desteğiyle düzenlenen konferans Serdar Erener’in hazırlamış olduğu ‘Türkiye konuşmayı seviyor, Türkiye’yi dinlemeyi seviyor’ diye kısacık bir filmle başlıyor.

Vural Öger’in yönettiği panelin katılımcıları, Zülfü Livaneli, Türkiye’nin üyeliği için en fazla sesini duyduğumuz İtalyan parlamenter Emma Bonino (geçenlerde biri Bonino’ya madalya vermemiz gerektiğini söylüyordu)

Alman parlamenter ve Dışişleri Komitesi Başkanı Elmar Brok, Hollandalı parlamenter Joost Lagendjik, Alman parlamenter Yorgo Hacımarkakis.

Panelin konusu iletişim...

Türkiye’nin kurduğu diyalog, Avrupa halklarıyla iletişim, bunun nasıl olması gerektiği konuşuluyor.

Ama elbet söz 17 Aralık tarihine geliyor.

Elmar Brok besbelli Türkiye’nin üyeliğine aleyhte bir isim.

Yunan kökenli Alman parlamenter Yorgo Hacımarkakis ‘17 Aralık deklarasyonu hayal kırıklığı yaratabilir. Kamuoyunuz buna hazır mı’ gibi bir laf ediyor.

PARLAMENTO CADI KAZANI

Elmar Brok
ve Hacımarkakis’in söyledikleri doğrusu panelin Türk dinleyicilerini pek de mutlu etmiyor.

Avrupa Parlamentosu bugünlerde tam bir cadı kazanı.

Türkiye’nin üyeliğini destekleyenler, karşı çıkanlar, son dakikada deklarasyona bir şeyler koymaya çalışanlar.

Turkcell’in organize ettiği panelden hemen sonra Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde Türkiye oylaması var.

Elbet fırsatı kaçırmıyoruz ve oylamayı izliyoruz. Salon tıka basa dolu.

Türkiye’den önce konuşulan ülkeler Bulgaristan ve Romanya.

Romanya’nın raportörü Fransız Sosyalist parlamenter Pierre Moscovici.

Her iki ülkenin karnelerindeki kırık notlara kulak kabartıyorum.

Kırık notları hayli fazla.

Türkiye’nın raportörü Camiel Eurlings.

Hazırladığı rapor için tam 500 tane değişiklik önergesi istenmiş.

Bunlar oylanıyor.

Ya kollar havaya kalkıyor, ya elektronik oylama yapılıyor.

Türkiye ile ilgili kararların alınmasını izlemek hayli heyecan verici. 500 değişiklik önergesinde neler yok?

Hasankeyf, Zeugma, Ahtamar’ın Unesco Dünya Mirası Listesi’ne alınmasından son günlerde sık sık duyduğumuz ‘özel statü’ meselesine kadar.

Güney Kıbrıs’ın müzakereler öncesi tanınması gerektiği de oylanıyor.

‘Özel statü’ 50 oyla reddediliyor.

İşte bu yüzden Vural Öger ‘17 Aralık için umutluyum’ diyor.

O gün Türkiye oylamasını gördükten sonra Avrupa Parlamentosu koridorlarında lobiciliğin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlıyorum. Hem lobicilik, hem de parlamenter koltuklarında daha fazla Türk kökenli parlamenter.

Bunlara ilerde daha da çok ihtiyacımız olacak.

MoMA’nın davetlilerine Türk markalı bardak

NEW York
, Manhattan’daki Modern Sanat Müzesi MoMA yeniden elden geçirildiği için iki yıldan beri kapalıydı.

Finans kuruluşu JP Morgan Chase’in sponsorluğuyla MoMA geçen hafta kapılarını yeniden açtı.

Ancak açılışı 75. kuruluş yıldönümüne denk geldiği için New York’lu kalburüstü kişilerin davet edildiği büyük bir resepsiyon da verildi. Bilirsiniz, resepsiyonlarda, davetlilere gece bitiminde anı olarak küçük bir hediye sunmak genellikle adettir.

3 bin 200 tablo ve heykel, 24 bin tasarım ürünü, 50 bin kitap, 25 bin fotoğrafla zengin bir koleksiyona sahip olan MoMA da elbet bu küçük jestten geri kalmadı.

MoMA’nın açılışına katılan 400 davetli, Türk markası Gaia&Gino’nun o gece için özel tasarlamış olduğu bardaklarla evlerine döndü.

Bardak geceye katılmış olan New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg ve diğer davetlilerin ilgisini çekmiş olmalı.

Çünkü Gaia&Gino’nun tasarladığı bardağı fotoğrafta görebileceğiniz gibi iki tarafından kullanmak mümkün.

MARKANIZ KİM

İçindeki kırmızı minik top MoMA’nın simgesi. Bardağın topsuz olanı da 2005 yılı Şubat ayından itibaren MoMA’nın dükkanlarında satılacak.

Gaia&Gino markasının yaratıcısı Gaye Çevikel.

Markasını dünyaya açmak için 2000 yılından beri emek veriyor.

Bunu da başarıyor.

Dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla çalışıyor ve ürününü MoMA gibi bir kuruluşa kabul ettiriyor.

Çevikel, Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği için ‘Markanız Kim’ kitabını hazırlamış.

Çevikel marka için diyor ki ‘Marka ürününüzü çevreleyen ruh, anlam ve aura’dır’.

Sihir bu formül.

Bunu tutturunca, New York’ta Japon mimarın (Yoshio Tanigushi) yenilediği bir müzede, Mısır kökenli tasarımcının (Karim Raşid) Türk markalı ürününü (Gaia&Gino) görmek pekálá mümkün.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’yi savunanların sesi nerede?

30 Kasım 2004
<B>AVRUPA </B>Birliği (AB) üyeliğimiz için çaba harcayan Açık Toplum desteğindeki Bağımsız Türkiye Komisyonu üyelerinden, Avrupa Parlamentosu mensubu <B>Emma Bonino</B> kimbilir kaçıncı kez İstanbul’a geliyor.Emma Bonino ve komisyonun başka bir üyesi Albert Rohan (eski Avusturya Dışişleri Müsteşarı) pazar sabahı Brüksel’de işlerin nasıl gittiğini anlattılar.

Brüksel’de esen hava genelde olumlu.

Ancak 17 Aralık tarihine kadar daha çok çalışmak gerek.

Yani önümüzdeki iki haftalık sürede, 2005 yılı için net bir tarih. Türkiye’den ek koşul istenmemesi ve görüşmelerin tam üyelikle sonuçlanması için pazarlıklar devam edecek.

Amaç Türkiye’nin kabul edebileceği bir karar metninin ortaya çıkması.

Bonino’ya göre, geçtiğimiz günlerde, Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Estaing, Alman eski Şansölyesi Helmut Kohl, Alman sosyal demokrat Helmut Schmidt’in aleyhte ses çıkarmaları pek de hoş gelişmeler değil.

‘Benim canımı sıkan Türkiye’nin üyeliğini destekleyen resmi sesleri duymamak. O sesler nerede’ diyor Bonino.

Ne yazık ki, Bonino lehte bir ses beklerken en son çıkan ses de aleyhte.

Fransa’da iktidardaki Halk Hareketi Birliği (UMP) liderliğine getirilen Nicholas Sarkozy ne diyor?

‘Türkiye’nin Avrupa ile ortak olmasını ama AB’ye üye olmamasını diliyorum’.

Bu açıklaması her ne kadar iç politikaya yönelik olsa da tatsız bir çıkış.

Zira dünkü Le Monde’daki yazıya göre, Fransızların yüzde 90’ı politikasını destekliyor.

Emma Bonino’nun Fransa’nın Türkiye aleyhtarlığı ile ilgili analizi şöyle:

‘Fransa Avrupa’nın genişlemesiyle birlikte rolünün azaldığının farkında. Türkiye gibi büyük bir ülkenin üyeliği geleneksel rolüne daha da büyük bir darbe vuracak. Bunu hazmedemiyor.’

Yukarıda değindiğim gibi bağımsız Türkiye Komisyonu’nun iki üyesi iki haftalık süreyi çok iyi değerlendirmek gerektiği görüşünde.

Bu yüzden Bonino’nun girişimiyle önümüzdeki hafta yani 6-7 Aralık tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda uluslararası bir konferans düzenlenmiş.

Türkiye’den Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun yanısıra, tarihçi İlber Ortaylı, TİM Başkanı Oğuz Satıcı, İKV Başkanı Davut Ökütçü konferansa katılacak isimler arasında.

Bonino ‘Avrupa Türkiye’den gelen seslere kulak verecek’ diyor.

İspanya, AB deneyimini paylaşmak için dışişleri bakanını gönderiyor

FRANSA’
nın aksine İspanya Türkiye’nin AB yolculuğunu yürekten destekleyen bir ülke.

Belki, Fransa’nın 1980’li yıllarda kendi üyeliğine şiddetle direnmesinden olacak AB deneyimlerini Türkiye ile paylaşmaya hazır.

Bunun için önümüzdeki hafta İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moritanos Ankara’ya geliyor.

Bilgiyi veren dün İstanbul’da tanışma fırsatını bulduğum İspanya’nın yeni Ankara Büyükelçisi Luis Felipe Fernandez de la Pena.

Daha önce Slovenya ve Hırvatistan’da elçilik yapmış olan Luis Felipe Fernandez de la Pena İspanyol Türk Yatırım Forumu için İstanbul’daydı.

Dünkü konuşmamızda, İspanya’nın AB müzakerelerinin 8 yıl sürdüğünü söylüyor.

‘Oldukça zor ve sancılı bir süreç oldu’ diye anlatıyor.

İspanya özellikle tarım politikalarında oldukça zorlanmış. AB uyum reformları görüşmelerden önce, görüşmeler esnasında ve sonrasında da da devam etmiş.

‘Çok sabırlı ve kararlı olmak gerekiyor’ diye konuşuyor.

Luis Felipe Fernandez’ın verdiği iyi haber, son kamuoyu yoklamalarına göre İspanyol halkının yüzde 55’inin Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakıyor olması.

Peki İspanyol yatırımcı ne düşünüyor?

‘Avrupa Birliği ile her şey iyi gittiği takdirde Türkiye’deki İspanyol yatırımı 5 yılda beş katına yani 150 milyon dolara ulaşabilir.’

10-11 Aralık’ta Ankara’da beklenen İspanya Dışişleri Bakanına dönersek, Moritanos dışişleri bakanlığına getirilmeden önce uzun yıllar Avrupa Birliği’nin özel Ortadoğu temsilcisiydi.

Moritanos, abartısız, Ortadoğu dinamiklerini en iyi bilen Avrupalılardan bir tanesi. Bu nedenle, Ankara’ya yapacağı ziyaretin, İspanya’nın AB için yol gösterici rolünün yanısıra Ortadoğu’daki gelişmeleri de kapsayacağını sanıyorum.

Şimdiden Avrupalı Türkler

YUKARIDAKİ
başlık dünkü Fransız Liberation Gazetesi’nden.

Kaderin cilvesi, Sarkozy’nin Türkiye Avrupa üyesi olmamalı dediği gün gazetenin başlıklarından bir tanesi böyle.

Liberation’un İstanbul’a gönderdiği muhabiri Luc Peillon genç Türk CEO’larla görüşmüş.

Görüştüğü isimler arasında, Avrupa genç işadamlarının başkanlığına getiren TÜGİAD Başkanı Murat Saraylı, Zeynep Meriç, Ferda Ketrmelioğlu, Kıvanç Işık var. Hepsi, Avrupa Birliği’nden yeşil ışık yandığı anda Türk ekonomisinin büyük bir patlama yapacağı görüşünde.

Liberation’daki haberin bizim için başka bir ilginç yönü şu:

Avrupa Bilgi Merkezi’nin başındaki Seda Domaniç, genç üniversite mezunlarının her gün kapısını çalıp AB ülkelerinde iş olanaklarını soruşturduklarını söylemiş.

Çoğu Türkiye’deki iş koşullarından mutsuzmuş.

Yani AB işi olursa büyük bir beyin göçüne hazırlıklı olalım.
Yazının Devamını Oku

Sürgündeki sunağa dokunmak bile yasak

28 Kasım 2004
Zeus Sunağı’nın Berlin’de ne aradığı, yurtdışına nasıl çıkarıldığı ayrı bir tartışma. Bana kalırsa öyle ya da böyle, Berlin’deki gri gökyüzünün değil, Ege ışığının altında olmalı! 130 yıl önce terk etmek zorunda kaldığı Bergama antik şehrine kavuşmalı! Gövdesinden kopmuş parçalarla yeniden kucaklaşmalı! BERGAMA Zeus sunağı neredeyse 130 yıldır Berlin’de sürgünde...

Berlin’e her gidişimde Zeus sunağının bulunduğu Bergama Müzesi’ne mutlaka uğrarım.

Tepkim hep aynıdır... ‘Bunu nasıl kaçırdılar...’

Bergama Müzesi’ne girer girmez ana salonda karşınıza çıkar sunak.

Tanrılarla devler, Bergamalılar ile ezeli düşmanları Galatlar arasındaki savaşları simgeleyen frizlerle çevrili sunak bir an nefesinizi keser.

Milattan önce 2. yüzyılda yapılmış yontular o kadar canlıdır ki, gayri ihtiyari eliniz onlara doğru uzanır.

Çok iyi bildiğiniz bir coğrafyadan, Marmara Adası’ndan gelmiş olduğu söylenen mermerleri okşamak istersiniz.

Bu okşama, yontuları eski bir tanıdık olarak selamlamak, yabancı bir diyarda uzak kaldıkları güneşin sıcaklığını, denizin tuzunu onlara hatırlatmaktır.

YOL İNŞAATI YAPARKEN PARÇA PARÇA KAÇIRDILAR

Geçen pazar günü yine büyülenmiş gibi elim yontulara uzandığı bir sırada Bergama Müzesi’nin o sevimsiz bekçilerinden birine yakalandım.

‘Dokunmak yasak...’

Ne diyebilirsiniz?

‘Kusura bakma bu yontularda sizin hiçbir söz hakkınız yok. Bunların tümü benim ülkemden parça parça kaçırıldı, hepsi bize ait...’

Alman bekçiye bunları mı anlatacaksınız?

Ona sıra gelinceye kadar müze müdürlerinden, Alman Kültür Bakanlığı’nın tepesindeki adamlara kadar kimler var. 1886 yılından itibaren kaçırılan her şeyi sırayla sahiplenmişler.

Tabii burada bir şeyi aydınlığa kavuşturmakta yarar var.

Biz Zeus Sunağı’nın, yine Bergama Müzesi’nin en muhteşem parçaları arasında olan Milet’in ‘Agora Kapısı’nın çalındığını, kaçırıldığını iddia ediyoruz.

Öyle ya, 1864 yılında yol inşaatı için Ege’ye gelen Alman inşaat mühendisi Carl Humann, Bergama’da bulduklarını parça parça Dikili’den deniz yoluyla 15 yıl boyunca Almanya’ya kaçırmadı mı!

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sitesine girin.

Şöyle bir başlık göreceksiniz: ‘Yurtdışına Kaçırılan Eserler Sorunu’

Bu başlığın altında Türkiye’nin iadesini istediği eserler arasında Zeus Sunağı da var.

Üstelik, Humann’ın 1871 yılında yaptığı izinsiz kazılarda ortaya çıkardığı sunağı ve diğer parçaları, 1874’te Tarihi Eserler Kararnamesi’ne uygun olmayan bir şekilde Berlin’e taşıdığı da belirtiliyor.

ALMANLAR İZİN ALIP GÖTÜRDÜKLERİNİ SÖYLÜYOR

Almanların iddiası ise farklı.

Bu son ziyaretimde Bergama Müzesi’nden aldığım kitapçıkta, kazılar için dönemin Türk yetkililerinden ‘izin’ alındığı ve imzalanan bir kontrat karşılığında Bergama’dan çıkartılanların Berlin’e nakledildiği yazıyor.

Varsa bu sözü edilen kontrat nerede?

Doğrusunu isterseniz Türkiye’de herhangi bir yetkili de doğru dürüst açıklamış değil.

Tarihi eserlerin yurtdışına çıkartılmalarına izin verilmiş mi verilmemiş mi?

Bana kalırsa öyle ya da böyle, Zeus Sunağı, Berlin’deki gri gökyüzünün değil, Ege ışığının altında olmalı!

130 yıl önce terk etmek zorunda kaldığı Bergama antik şehrine kavuşmalı! Gövdesinden kopmuş parçalarla yeniden kucaklaşmalı!

Bakın önümüzde bir Troya örneği var.

Troya kazı başkanı Profesör Manfred Osman Korfmann önderliğinde geçenlerde Troya Vakfı kuruldu.

Vakfın amacı Troya’dan kaçırılan tüm eserleri antik Troya’da kurulacak bir müzede bir araya getirmek.

Zeus Sunağı için de belki işin doğrusu, sunağın bu topraklara ait olduğunu kabul eden sağduyulu Almanları da katarak bir vakıf kurmak.
Yazının Devamını Oku

Japon guru maalesef yanıldı

26 Kasım 2004
<B>KENİCHİ Ohmae</B> Japonya’nın ünlü strateji gurusu. <br><br>140 kitabın yazarı.<br><br>23 yıl boyunca, uluslararası çapta danışmanlık hizmeti veren <B>McKinsey</B>’de çalışmış. Japonya’nın önde gelen şirketlerin rekabet stratejileri için vazgeçemedikleri bir isim.

Dev Japon şirketlerinin başarılarında mutlaka payı var.

Asya Kaplanları’nın da geleceğe yönelik stratejilerinde rol oynamış.

Japon guru aynı zamanda nükleer fizikçi ve profesyonel flütçüymüş.

İstanbul’daki 13. Ulusal Kalite Kongresi’nın ilk konuşmacısı olarak onu dinlemek fırsatını bulduk...

Rahatlıkla diyebilirim ki, Kenichi Ohmae’nin neredeyse iki saatlik konuşması son derece ufuk açıcı oldu.

Umut verici de...

Zira Japon guru, Türkiye’yi Hindistan, Çin, Rusya, Brezilya, Tayland ve Vietnam ile birlikte ‘21. yüzyılda umut veren ülkeler’ arasında saydı.

Türkiye daha fazla Vietnam ve Tayland ile benzerlikler gösteriyormuş.

Hatta Ohmae bu ülkelerin baş harflerini alarak TVT diye kısaltarak anıyor.

Türkiye’ye tavsiyesi, rakipleri arasından sıyrılmak için kaliteli mala yönelmesi.

‘Satacaksanız fındığın en kalitelisini, pahalıya satın’ diyor.

Bu tavsiye güzel ancak ‘AB’ye katılmayın. Bu Türkiye’nin rekabet avantajının, girişimciliğinin önünde engel’ görüşüne katılmıyorum.

Kenichi Ohmae, AB vizyonunun birkaç yıl içersinde Türkiye’ye neler kazandırdığını gözden kaçırmış.

Sadece küçük bir örnek.

Geçen hafta yazdığım gibi, Türkiye Avrupa’nın kalite şampiyonu.

Avrupa Kalite Yönetim Vakfı EFQM’nin yarışmasında finalistleri, başarı ve büyük ödülleri üstüste koyduğunuzda Türkiye birinci sırada.

Peki bu başarının sırrı nedir?

Soruyu yönelttiğim herkes AB motivasyonunda hemfikir.

Türk şirketleri Avrupalı şirketler kadar iyi olduklarını kanıtlama arzusunda.

Demek ki, AB vizyonu rekabeti körüklüyor.

Avrupa Birliği perspektifinin diğer boyutunda ise reformlar var, yabancı yatırımcıların ilgisi var.

Japon guru bunları hiç mi hiç dikkate almamış.

Romalılar 2 bin yıl sonra yeniden Gaziantep’te

KENİCHİ Ohmae,
Çin’in nasıl bir ejderhaya dönüştüğünü pek güzel anlattı.

Çin’in başarısının arkasında inanılmaz bir insan kaynağı, sanayi altyapı, modern limanlar vesaire var ama esas önemlisi bölgeselleşmiş olması.

Şehirlerin de yabancı yatırımcıyı çekmek için birbiriyle rekabet etmeleri başka bir etken.

Çin’de nüfusu 1 milyonun üzerinde 166 şehir varmış ve bunlar ekonomiyle ilgili kararları kendileri alıyormuş.

Belediye başkanları, valiler tamamıyla özerkmiş.

Ohmae’yi dinlerken ister istemez Türkiye’yi düşündüm...

Bizim İstanbul dışındaki iddialı şehirlerimiz İzmir, Gaziantep, Mersin yabancı yatırımcı çekmek Çin modelini örnek alamaz mıydı?

Bölgesel kalkınma üzerinde çalışan Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nın iki, üç yıl önce başlatmış olduğu ‘Kalkınma Ajansı’ projesi ne durumdaydı?

Ohmae’nin konferansından böyle düşüncelerle döndükten sonra Gaziantep Sabah Gazetesi’nin sahibi Aykut Tuzcu telefon ediyor.

Meğer, Gaziantep 14 Aralık günü şehre gelecek olan 100 kadar İtalyan yatırımcıyı buraya çekmek için müthiş bir hazırlık içerisindeymiş.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın organize ettiği, dış ticaretten sorumlu İtalyan Devlet Bakanı Adolfo Urso başkanlığındaki heyet İstanbul, Ankara ve Gaziantep’te yatırım olanaklarını araştıracakmış.

Gaziantepliler, İtalya konusunda daha avantajlı oldukları görüşündeler.

Şehrin ithal ettiği tekstil, gıda, ayakkabı makinelerinin tümü İtalya’dan.

İTALYANCA GAZETE

Dolayısıyla İtalya ile arasında sağlam ticari ilişkileri var.

Gaziantep, İtalyan yatırımcılara anlamlı bir jeste de hazırlanıyor.

Gaziantep Sabah, 14 Aralık tarihinde ‘İtalyanca-Türkçe’ yaklaşık 80 sayfalık bir ek çıkartacak.

Tuzcu anlatıyor: ‘Romalılar 2000 yıl önce, yani M.S. 52’de Gaziantep’e gelmiş. Roma İmparatorluğu’nun dördüncü lejyonu Zeugma’ya yerleşiyor. Şehir o dönemde ticaretle zenginleşiyor. Nüfusu 70 bini buluyor. Aynı yıllarda Londra’nın nüfusu sadece 13 bin. 2000 yıl sonra Romalılar yine Antep’e geliyor ama bu kez ordusuyla, askeriyle değil sanayicisiyle’...

Düşünün ki, İtalyan sanayiciler ellerine aldıkları gazete ekinde bunları da okuyacaklar.

Bence bu müthiş bir şey.

Birbirleriyle rekabet eden Çin şehirlerinden tarihsel ve kültürel olarak kesinlikle daha zenginiz.

Geçmişimiz Avrupalı yatırımcı için Çin’in geçmişinden çok daha yakın

Bundan yararlanabiliriz.
Yazının Devamını Oku

Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni dönem

23 Kasım 2004
<B>GEÇEN </B>perşembe<B> </B>gecesi Fransız Sarayı’ndayız<B>.<br><br></B>Bina, Türk Fransız Ticaret Derneği’nin düzenlediği <B>‘Yeni Beaujolais’ </B>resepsiyonu nedeniyle ışıl ışıl. Yeni mahsul Beaujolais şarabının tanıtıldığı gecenin bir de sürpriz ismi var:

Fransanın Paris’e dönmüş olan Bernard Garcia’nın yerine Ankara’ya atadığı yeni büyükelçi Paul Poudade.

Poudade
15 günden beri Türkiye’de.

Ve ayağının tozuyla ilk mesajını İstanbul’dan veriyor.

‘Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem vaat ediyorum’ diyor. Poudade’ın son görevi Elysee Sarayı’nda Protokol Şefliği. Dolayısıyla Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a çok yakın bir isim.

Hatta kendisine ‘Chirac’ın gözü, kulağı’ deniyor. Türkiye’yi yakından tanıyor, izliyor.

Sohbetimizde, Ankara görevini bizzat kendisinin Chirac’tan talep ettiğini söylüyor.

BM’de, ardından Avrupa’nın silahsızlanma görüşmelerinde Fransa’yı temsil etmiş olan Poudade büyükelçilik kariyerini Latin Amerika ve Orta Avrupa ülkelerinde sürdürmüş.

Deneyimli bir diplomat.

Fransız Sarayı’ndaki resepsiyonda yaptığı kısa konuşmasında, Chirac’ın Türkiye politikasında bir değişiklik olmadığını vurguluyor.

‘Chirac asla iki yüzlü davranmıyor. 17 Aralık’ta iyi haberler alacaksınız’ diyor.

Poudade, ‘Türkiye’nin Fransa’da, Fransa’nın ise Türkiye’de daha iyi tanınması için elimden geleni yapacağım’ diye konuşuyor.

Bakanlar’ın, milletvekillerinin Paris, Belediye Başkanı’nın Türkiye’yi ziyaret etmelerini sağlayacağını, söylüyor.

‘Göreceksiniz’ diyor... ‘Fransa-Türkiye ilişkileri hiç olmadığı kadar canlanacak’.

Göreceğiz.

AB’den STK’lara 1.3 milyar Euro’luk destek

AVRUPA
Birliği (AB) üyelik sürecinde, yani sivil toplum kuruluşlarıyla (STK) daha da haşır neşir olacağız kuşkunuz olmasın.

STK’ların Avrupa Birliği’nde ne denli önemli bir yer tuttuklarını hafta sonunda İstanbul’da yapılan ‘Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve AB Reform Süreci’ toplantısında fark ettik.

İçişleri Bakanlığı, Açık Toplum Enstitüsü, Tarih Vakfı ve dört Alman vakfı tarafından düzenlenen iki günlük toplantıda çıkardığım sonuç şu: Son yıllarda aldığımız yola rağmen STK konusunda yolun başlangıcındayız.

Avrupa’da STK’ların temelleri ta 18. yüzyılda atılmış.

Sabancı Üniversitesi’nden Profesör Şerif Mardin, Avrupa’da STK’ların tarihsel gelişimini anlatırken Osmanlı dönemiyle ilgili bir anekdot anlatıyor.

Osmanlı’nın 1720’de Batı’ya göndermiş olduğu ilk elçi 28 Çelebi Efendi ve beraberindeki askeri heyet silahlarıyla Toulouse şehrine giremiyor.

Osmanlı elçisi şaşkın.

Fransız Kralı’nın askerleri bile silahlarıyla şehre giremiyor.

Çünkü şehir halkı, Kral’la oturmuş pazarlık yapmış ve bazı imtiyazlar elde etmiş.

Düşünün ki, Fransa’da sivil toplum o yıllarda bile örgütlü.

Bugüne dönersek, Avrupa Birliği’yle ilgili ilginç bilgileri, AB Komisyonu Demokratikleşme Programları’nın başındaki Aristotelis Bouratsis veriyor.

Avrupa Birliği, STK’lara para desteğine 1976 yılında başlamış.

STK’lara ayrılan ilk bütçe 2.5 milyon ECU.

1995 yılına gelince bu miktar 174 milyon ECU’ye ulaşmış.

AB’nin şimdi STK’lara ayırdığı miktar 1.3 milyar Euro.

Bununla ilgili bir parantez.

Avrupa Birliği’nin 2006 yılında sona ermesi beklenen 6 yıllık bütçesi 100 milyar Euro.

Bu miktarın 9 milyar Euro’su dış yardıma gidiyor.

STK’lara ayrılan 1.3 milyar Euro bu kaynaktan kullanılıyor.

Bouratsis’in verdiği bilgiye göre, AB’nin finanse ettiği STK’lar Afganistan’dan Zimbabwe, Küba’ya kadar geniş bir yelpazede uzanıyor.

Gelişmekte olan ülkelerde, sivil toplumu güçlendiren, demokrasi ve insan hakları ve kadın için çalışan STK’lar destekleniyor en fazla.

Bouratsis, AB politikasının STK’larla sürdürülen diyalog çerçevesinde şekillendiğini de ilave ediyor.

Yani günün birinde üyesi olacağımız AB için bu denli önemli STK’lar.

İspanyol yatırımcılar 28 somut projeyle geliyor

İSPANYOL
işadamlarının İstanbul’a son çıkartmaları 1999 yılındaydı.

Yanılmıyorsam o yıl eski başbakan Jose Maria Aznar da gelmişti. Bundan sonra ikinci büyük çıkarma önümüzdeki pazartesi ve salı günleri.

Bunu konuşmak üzere dün sabah İspanya Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Fernando Vidal-Folch ile randevum vardı.

Kar yağacak diye iki saat öncesinden evden çıktım.

Tahmin edebileğiniz gibi randevuya yetişmek mümkün olmadı. Fatih Köprüsü’nde iki saat oyalandıktan sonra toplam dört saatte gazeye varabildim.

Fernando Vidal-Folch ile telefonda konuştuk.

Ticaret Ataşesi’nin söylediği şu: ‘Bu çıkarma esasında bir Yatırım Forumu. Zira buraya gelen 34 İspanyol şirketten 28 tanesi somut projeler getiriyor’.

Yatırım Forumu için geçtiğimiz mayıs ayından beri hazırlık yapılıyormuş.

İspanyol yatırımcıların, turizm, telekomünikasyon, enerji, gıda gibi alanlarda hazırladıkları projeler yaklaşık 5 bin Türk şirketine gönderilmiş.

Bu 5 bin şirket içersinde 200 tanesi projelere ilgi göstermiş.

Neticede, pazartesi ve salı günleri yoğun bir şekilde görüşmeler yapılacak.

‘Bu projelerin gerçekleşme şansı nedir’ diye soruyorum.

‘İlgi çok iyi... Tümünün gerçekleşme şansı var’...

Vidal-Folch
’un öngörüsü doğru çıkarsa demek ki önümüzdeki dönem Türkiye’deki İspanyol yatırımı ‘altın çağı’nı yaşayacak.

Değinmekte fayda var.

İspanya’nın yurtdışında gerçekleştirdiği yatırımlar 24.3 milyar Euro düzeyinde.

Latin Amerika’da ABD’den sonra ikinci durumda.

Çektiği yatırım ise 16 milyar Euro. İspanya yılda sekiz kez, değişik ülkelerde bu tür ‘Yatırım Forum’ları düzenliyormuş.

Önümüzdeki ay ise İspanya, yatırımla ilgili deneyimini Türkiye’den Madrid’e davet ettiği bir grupla paylaşacak.

Hazine’den 5 uzman, DEİK, YASED, TÜSİAD yetkilileri İspanya’nın başarısını ilk ağızdan dinleme fırsatı bulacaklar.
Yazının Devamını Oku

Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni dönem

23 Kasım 2004
GEÇEN perşembe gecesi Fransız Sarayı’ndayız.Bina, Türk Fransız Ticaret Derneği’nin düzenlediği ‘Yeni Beaujolais’ resepsiyonu nedeniyle ışıl ışıl.Yeni mahsul Beaujolais şarabının tanıtıldığı gecenin bir de sürpriz ismi var:Fransa’nın Paris’e dönmüş olan Bernard Garcia’nın yerine Ankara’ya atadığı yeni büyükelçi Paul Poudade.Poudade 15 günden beri Türkiye’de.Ve ayağının tozuyla ilk mesajını İstanbul’dan veriyor.‘Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem vaat ediyorum’ diyor. Poudade’ın son görevi Elysee Sarayı’nda Protokol Şefliği. Dolayısıyla Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a çok yakın bir isim.Hatta kendisine ‘Chirac’ın gözü, kulağı’ deniyor. Türkiye’yi yakından tanıyor, izliyor.Sohbetimizde, Ankara görevini bizzat kendisinin Chirac’tan talep ettiğini söylüyor.BM’de, ardından Avrupa’nın silahsızlanma görüşmelerinde Fransa’yı temsil etmiş olan Poudade büyükelçilik kariyerini Latin Amerika ve Orta Avrupa ülkelerinde sürdürmüş.Deneyimli bir diplomat.Fransız Sarayı’ndaki resepsiyonda yaptığı kısa konuşmasında, Chirac’ın Türkiye politikasında bir değişiklik olmadığını vurguluyor.‘Chirac asla iki yüzlü davranmıyor. 17 Aralık’ta iyi haberler alacaksınız’ diyor.Poudade, ‘Türkiye’nin Fransa’da, Fransa’nın ise Türkiye’de daha iyi tanınması için elimden geleni yapacağım’ diye konuşuyor.Bakanlar’ın, milletvekillerinin Paris, Belediye Başkanı’nın Türkiye’yi ziyaret etmelerini sağlayacağını, söylüyor.‘Göreceksiniz’ diyor... ‘Fransa-Türkiye ilişkileri hiç olmadığı kadar canlanacak’.Göreceğiz.AB’den STK’lara 1.3 milyar Euro’luk destekAVRUPA Birliği (AB) üyelik sürecinde, yani sivil toplum kuruluşlarıyla (STK) daha da haşır neşir olacağız kuşkunuz olmasın.STK’ların Avrupa Birliği’nde ne denli önemli bir yer tuttuklarını hafta sonunda İstanbul’da yapılan ‘Türk Sivil Toplum Kuruluşları ve AB Reform Süreci’ toplantısında fark ettik.İçişleri Bakanlığı, Açık Toplum Enstitüsü, Tarih Vakfı ve dört Alman vakfı tarafından düzenlenen iki günlük toplantıda çıkardığım sonuç şu: Son yıllarda aldığımız yola rağmen STK konusunda yolun başlangıcındayız. Avrupa’da STK’ların temelleri ta 18. yüzyılda atılmış.Sabancı Üniversitesi’nden Profesör Şerif Mardin, Avrupa’da STK’ların tarihsel gelişimini anlatırken Osmanlı dönemiyle ilgili bir anekdot anlatıyor.Osmanlı’nın 1720’de Batı’ya göndermiş olduğu ilk elçi 28 Çelebi Efendi ve beraberindeki askeri heyet silahlarıyla Toulouse şehrine giremiyor.Osmanlı elçisi şaşkın.Fransız Kralı’nın askerleri bile silahlarıyla şehre giremiyor.Çünkü şehir halkı, Kral’la oturmuş pazarlık yapmış ve bazı imtiyazlar elde etmiş.Düşünün ki, Fransa’da sivil toplum o yıllarda bile örgütlü.Bugüne dönersek, Avrupa Birliği’yle ilgili ilginç bilgileri, AB Komisyonu Demokratikleşme Programları’nın başındaki Aristotelis Bouratsis veriyor.Avrupa Birliği, STK’lara para desteğine 1976 yılında başlamış.STK’lara ayrılan ilk bütçe 2.5 milyon ECU.1995 yılına gelince bu miktar 174 milyon ECU’ye ulaşmış.AB’nin şimdi STK’lara ayırdığı miktar 1.3 milyar Euro.Bununla ilgili bir parantez.Avrupa Birliği’nin 2006 yılında sona ermesi beklenen 6 yıllık bütçesi 100 milyar Euro.Bu miktarın 9 milyar Euro’su dış yardıma gidiyor.STK’lara ayrılan 1.3 milyar Euro bu kaynaktan kullanılıyor.Bouratsis’in verdiği bilgiye göre, AB’nin finanse ettiği STK’lar Afganistan’dan Zimbabwe, Küba’ya kadar geniş bir yelpazede uzanıyor.Gelişmekte olan ülkelerde, sivil toplumu güçlendiren, demokrasi ve insan hakları ve kadın için çalışan STK’lar destekleniyor en fazla.Bouratsis, AB politikasının STK’larla sürdürülen diyalog çerçevesinde şekillendiğini de ilave ediyor.Yani günün birinde üyesi olacağımız AB için bu denli önemli STK’lar.İspanyol yatırımcılar 28 somut projeyle geliyorİSPANYOL işadamlarının İstanbul’a son çıkartmaları 1999 yılındaydı.Yanılmıyorsam o yıl eski başbakan Jose Maria Aznar da gelmişti. Bundan sonra ikinci büyük çıkarma önümüzdeki pazartesi ve salı günleri.Bunu konuşmak üzere dün sabah İspanya Büyükelçiliği Ticaret Ataşesi Fernando Vidal-Folch ile randevum vardı.Kar yağacak diye iki saat öncesinden evden çıktım.Tahmin edebileğiniz gibi randevuya yetişmek mümkün olmadı. Fatih Köprüsü’nde iki saat oyalandıktan sonra toplam dört saatte gazeye varabildim.Fernando Vidal-Folch ile telefonda konuştuk.Ticaret Ataşesi’nin söylediği şu: ‘Bu çıkarma esasında bir Yatırım Forumu. Zira buraya gelen 34 İspanyol şirketten 28 tanesi somut projeler getiriyor’.Yatırım Forumu için geçtiğimiz mayıs ayından beri hazırlık yapılıyormuş.İspanyol yatırımcıların, turizm, telekomünikasyon, enerji, gıda gibi alanlarda hazırladıkları projeler yaklaşık 5 bin Türk şirketine gönderilmiş.Bu 5 bin şirket içersinde 200 tanesi projelere ilgi göstermiş.Neticede, pazartesi ve salı günleri yoğun bir şekilde görüşmeler yapılacak.‘Bu projelerin gerçekleşme şansı nedir’ diye soruyorum.‘İlgi çok iyi... Tümünün gerçekleşme şansı var’...Vidal-Folch’un öngörüsü doğru çıkarsa demek ki önümüzdeki dönem Türkiye’deki İspanyol yatırımı ‘altın çağı’nı yaşayacak.Değinmekte fayda var.İspanya’nın yurtdışında gerçekleştirdiği yatırımlar 24.3 milyar Euro düzeyinde.Latin Amerika’da ABD’den sonra ikinci durumda.Çektiği yatırım ise 16 milyar Euro. İspanya yılda sekiz kez, değişik ülkelerde bu tür ‘Yatırım Forum’ları düzenliyormuş.Önümüzdeki ay ise İspanya, yatırımla ilgili deneyimini Türkiye’den Madrid’e davet ettiği bir grupla paylaşacak.Hazine’den 5 uzman, DEİK, YASED, TÜSİAD yetkilileri İspanya’nın başarısını ilk ağızdan dinleme fırsatı bulacaklar.
Yazının Devamını Oku