2 Kasım 2004
<B>İSTANBUL</B> Amerikan Başkonsolosluğu, yarın sabah <B>Condrad</B> Oteli’nde seçim sonuçlarını izlemeye davet etmiş.<br><br>Saat 08.00 ile 9.30 arası da, yabancı uzmanların da katılımıyla <B>‘Önümüzdeki Dört Yıla Bakış’ </B>paneli var. Dünya Amerikan seçimlerine kilitlenmiş durumda.
Bush mu? Kerry mi?
İşin ilginç yanı son dakikaya kadar kamuoyu yoklamaları da çelişkili.
Kimine göre Bush önde, kimine göre Kerry.
Amerikan iş dünyası da nefesini tutmuş bekliyor.
Zira Amerikan tarihinde ilk kez iş dünyası Bush ve Kerry’nin kampanyaları için rekor bir para harcamış:
700 milyon dolar.
İş dünyası hem bir rekor kırmış, hem de kimi destekleyeceği konusunda derin görüş ayrılığına düşmüş.
Görüş ayrılığı şimdiye kadar genellikle Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyen büyük patronlar arasında.
Birkaç örnek veriyorum.
Microsoft patronu Bill Gates, Başkan George Bush’u, Apple’ın patronu Steve Jobs, Demokrat aday John Kerry’yi destekliyor.
Dell’ın patronu Michael Dell, Intel’in CEO’su Graig Barrett, Başkan Bush yanlısı.
Yatırımcılar Kralı diye bilinen Warren Buffet ise Kerry’ci.
Ateşli bir Bush karşıtı olan George Soros’un Demokrat Parti için 30 milyon dolar harcadığı söyleniyor.
Chrysler’ın eski CEO’su Lee İacocca 2000 yılında Bush’u destekledikten sonrabu seçim kampanyasında Kerry’de karar kılmış.
Hatta Ohio, Pennslyvania gibi kilit eyaletlerde bizzat demokrat adayın yanında kampanyaya katılmış. Wall Street’ın önde gelen finans kuruluşları da bölünmüş durumda.
Merrill Lynch, Bush’un kampanyasını desteklemiş, Lehman Brothers ise John Kerry’nin kampanyasını.
Citigroup, Bank of America da Kerry yanlısı.
SİLAH SEKTÖRÜ BUSH’CU
Ancak tam fikir birliği içersinde Bush’u destekleyen bir sektör var:
Silah sektörü.
Bu sektörün büyükleri istisnasız Bush’un arkasında.
General Dynamics, Bush’un kampanyasına 2.5 milyon dolar vermiş.
Lockheed Martin, cumhuriyetçilerin kampanyası için 3.7 milyon dolar,
Northrop Grumman ise 2.7 milyon dolar harcamış.
Bush bugünkü seçimlerden zaferle çıktığı takdirde en fazla silah sektörünün sevineceği ortada.
Zira 2005 savunma bütçesine 400 milyar dolar ayıran Bush, seçildiği takdirde bütçeyi sürekli artıracak.
Sürekli artan bir savunma bütçesiyle dünya kimbilir nasıl tehlikelere süreklenecek.
Daha güvenli bir dünya için mutlaka Kerry seçilmeli.
Amerikalı Türkler Kerry diyor
HAFTA sonunda Hürriyet ilavede yine Amerikan seçimleriyle ilgili yazımda, Turkofamerica Dergisi’ne dayanarak ABD’deki Türk seçmenin kararsız olduğunu yazmıştım.
İki gün içersinde ABD’deki okurlardan gelen e-postalardan ibrenin Demokrat aday John Kerry’den yana olduğunu sevinerek gördüm.
Teksas, Hduston’dan yazan Dr.Selim Yalvaç, çevresindeki Amerikalı Türklerin John Kerry’ye oy verdiklerini söylüyor.
Palm Beach’tan yazan Orhan Gürsel ise ‘çevremizde daima Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermiş olanlar dahi Kerry’ci oldular’ diyor.
Demek ki, yarın sabah John Kerry’yi başkan koltuğunda görürsek bunda Amerikalı Türklerin de payı olmuş olacak.
Yazının Devamını Oku 
31 Ekim 2004
3 Kasım sabahı dünya ABD Başkanı George W. Bush’tan nihayet kurtulmuş olacak mı? Bush’un iktidara hazırlandığı günlerde dahi ona tahammül edemeyen biri olarak tüm kalbimle üç gün sonra ondan kurtulmuş olmayı diliyorum.
Etrafımdaki herkesin de dileği öyle...
Hayli çekişmeli geçeceği anlaşılan seçimlere iki gün kala yazılanlara çizilenlere bakarsanız, Bush’a nefretin dozu giderek artıyor.
Demokrat Parti için cebinden 30 milyon dolar harcadığı söylenen George Soros, Bush aleyhine en açık konuşanı:
‘Korku politikasına papuç bırakmayın. Başkan Bush güvenliğimize, çıkarlarımıza zarar veriyor, Amerikan değerlerini ayaklar altına alıyor.’
Kerry’yi desteklemek için ABD’nin 12 şehrinde konuşan Soros’a geçen gün bir gazeteci sormuş:
‘Bush kazanırsa ne yaparsınız?’
‘İnzivaya çekilirim.’
ABD HAYALET GİBİ
Soros gibi sıkı bir Bush aleyhtarı olan oyuncu Sean Penn, ‘Vah Güzel Amerikamız’ diye Fransız Nouvel Observateur Dergisi’ne içini dökmüş.
‘Amerika Bush yüzünden hayalete dönüştü’ diyor.
Bush’u dünyanın en büyük yalancısı ilan ediyor.
İşin güzel yanı, Bush’un kendi ailesinde de ona karşı olanların sayısı hayli fazla.
Geçenlerde gazetenin birinde rastladım.
Başkana karşı olan kuzenleri internette şöyle bir site oluşturmuşlar: ‘Bushrelativesforkerry.com’ yani ‘Bushunkerryyanlısıakrabaları’.
Merak edenler siteyi ziyaret etsinler gerçekten çok ilginç.
Genciyle, yaşlısıyla bir araya gelen başkanın birinci ve ikinci derece kuzenleri resmen Amerikalılara sesleniyorlar:
‘Lütfen kuzenimize oy vermeyin!’
Düşünün ki, Başkan Bush’u en yakından tanıyanlar bile ‘Bu adamın ufku dar. ABD için tehlikeli’ dememekte sakınca görmüyorlar.
Bir de ‘Ne yapalım... Aileyi seçmek elinizde değil’ diye başkanın akrabası oldukları için üzülüyorlar.
Bu arada Bush’a bir hançer de, 2000 seçimlerinde onu desteklemiş olan ‘Evet Bush başarabilir’ grubundan.
Grup, şimdilerde internette dolaşan mail ile saf değiştirdiğini ve Kerry’yi desteklediğini duyuruyor.
TÜRKLER KARARSIZ DURUMDA
Peki ABD’deki Türk seçmenler ne yapacak?
Benim en fazla merak ettiğim şeylerden biri de bu.
Turkofamerica diye bir dergi geliyor bir süreden beri.
Bu dergiye bakarsanız, seçimlerde 50 bin ila 80 bin Amerikalı Türk seçmeni sandık başına gidecek.
Ancak Türk seçmenler çoğunlukla kararsızmış.
Derginin yorumuna göre, Kerry’nin Ermeni soykırımıyla ilgili sözlerinden yola çıkanlar Bush’a, Bush’un Irak’ta yol açtığı kaosu göz önüne alanlar ise Kerry’ye oy verecekmiş.
Derginin bu yorumu ne derece doğru bilmiyorum ancak önceki gün gelen bir e-posta Türk seçmenlerin Kerry’yi destekleyecekleri umudunu doğurdu.
E-posta New York’ta bir hukuk bürosu olan Çiğdem.A.Acar’dan.
Acar, Türk seçmenleri Kerry’ye oy vermeye davet eden e-postasına demokrat adayın kampanyasını destekleyen Öz Bengür’ün de mektubunu iliştirmiş.
O da Kerry seçildiği takdirde Türkiye için iyi olacağını yazıyor.
Evet, 3 Kasım sabahı, Amerikalı Türk seçmenlerinin de katkısıyla yeni ABD Başkanı’nın John Kerry olması umuduyla iyi haftalar.
Yazının Devamını Oku 
29 Ekim 2004
<B>TÜRKİYE</B>’de 65 bin kişiye 1 kütüphane düşüyormuş.<br><br>Halk kütüphanelerinin sayısı 1502.<br><br>Almanya’daki sayı 11 bin 332.<br><br>ABD’deki halk kütüphaneleri 118 bin dolaylarında. Tam da TÜYAP Fuarı’nın olduğu günlerde bu rakamı vermek biraz can sıkıcı ama Türkiye’de bir kişinin kitaba ayırdığı para 45 sent.
Ekonomik koşullar kitap almayı mümkün kılmıyor diyelim...
Peki sayısı az da olsa halk kütüphanelerinden yararlanmayı biliyor muyuz?
Ne yazık ki hayır...
Hatta insanlar kendi mahallelerindeki kütüphanelerden bile habersizmiş.
Osmanlı Sultanlarının özel kitapları dahil 700-800 yıllık eşsiz eserler barındıran Süleymaniye ve Beyazıt Kütüphaneleri bile ıssız.
Beyazıt Kütüphahesi’ni iyi biliyorum çünkü yıllar önce master tezimi hazırlarken aylar boyunca hemen hemen her gün gitmiştim.
İçerde pek az kişi vardı.
Şimdi de öyleymiş.
Oysa kütüphane bilgi çağında, istediğimiz bilgilere ulaşmak için ne denli önemli..
Hele elektronik ortama taşınmışlarsa...
Geçenlerde İstanbul’da yapılan bir toplantı kitap ve kütüphane konusunda bazı şeylerin değişeceğinin işaretlerini veriyor.
Toplantıyı düzenleyen Amerikan Bilgi Belge Merkezi (eski adıyla Amerikan Kütüphanesi) oldukça önemli bir ismi de davet etmiş:
EHLİYET KADAR ÖNEMLİ
Amerikan Kütüphaneciler Derneği’nin eski başkanı Ann Symons.
İstanbul’da tanışma fırsatını bulduğum Ann Symons, ABD’de okul yaşındaki çocukların yüzde 65’inin bir kütüphaneye üyelik kartı taşıdığını söylüyor.
Üyelik kartı en az ehliyet kadar önemliymiş.
Symons, İstanbul’daki toplantıda, halkın kütüphanelere ilgisini çekmek için neler yapılacağını, kütüphanelerin elektronik ortama geçmelerinin yararlarını anlatıyor.
Kütüphane kültürünün yaygınlaşması için STK’ların, yerel yönetimlerin, üniversitelerin birlikte hareket etmelerinin gerektiğini söylüyor.
Symons’ın İstanbul’da katıldığı toplantı bir ilk.
Esas önümüzdeki yıl yani 2005’te Bilgi Üniversitesi, Türk Kütüphaneciler Derneği’nin öncülüğünde, kütüphanelere ilgili çekmek için iki günlük uluslararası konferans hazırlığında.
Koç Üniversitesi’nden Didar Bayır’ın başkanı olduğu Türk Kütüphaneciler Derneği, ayrıca İstanbul’daki tüm yabancı kültür merkezleri ve üniversiteleriyle bir nevi platform oluşturmuş.
Gördüğünüz gibi, STK’lar kitap ve kütüphane konularında üzerlerine düşeni yapmak için kollarını sıvamış.
Sıra Ankara’da...
Bernadette Chirac ‘hayır’ diyormuş
FRANSA Cumhurbaşkanı Jacques Chirac müzakereler konusunda net değil.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dünkü gazetelere bakılırsa, ‘Schröder ve Chirac’ın yaklaşımları bizleri mutlu etti’ demiş ama keşke Le Monde gazetesinin önceki günkü nüshasında yazılanları okusaydı.
Gazete açıkça yazmış: ‘Schröder ve Chirac Türkiye’yle müzakerelerin hedefi konusunda görüş ayrılığında’...
Schröder için müzakerelerin hedefi üyelik.
Chirac, 17 Aralık tarihinde müzakerelerin 2005’te başlatılmasına arka çıkacağını söylüyor ama ‘müzakereler istediğimiz gibi sonuçlanmayabilir’ diye ilave etmeyi ihmal etmiyor.
Şöyle bir cümle sarfediyor: ‘Türkiye’yle güçlü ve önemli bir bağ için geçici bir uzlaşma durumu (modus vivendi) da olabilir’...
Le Monde gazetesine göre bu ‘modus vivendi’ partisindeki bazı milletvekilleri tarafından ‘imtiyazlı ortaklık’ olarak yorumlanmış.
Özetle Chirac açık konuşmuyor ve söylediklerini isteyen istediği yöne çekiyor.
Gelelim eşi Bernadette Chirac’a...
Nouvel Observateur Dergisi’ne göre, Cumhurbaşkanı’nın eşi Bernadette Türkiye’ye karşıymış.
Geçenlerde eşine refakat ettiği Çin gezisinde bir yakınına Türkiye’nin üyeliğine karşı olduğunu söylemiş.
Fransa eski cumhurbaşkanlarından François Mitterrand’ın eşi Danielle Mitterrand da yanlış hatırlamıyorsam ‘Türkiye’nin üyeliğinin kendisini dehşete düşürdüğünü’ beyan etmişti.
Fransız kamuoyunu ikna edelim derken galiba işe first lady’lerden başlamak gerek.
Schröder Alman işadamlarıyla İstanbul’a geliyor
ALMANYA’daki Türk işadamı Kemal Şahin’in önderliğinde geçtiğimiz ilkbahar aylarında Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası kurulmuştu hatırlarsınız.
Oda Başkanı Kemal Şahin, Berlin’deki Schröder-Chirac ve Erdoğan üçlü zirvesinin hemen ardından, Schröder’i Alman işadamlarıyla birlikte İstanbul’a davet etmiş.
Schröder ‘Türkiye’ye çok sık gidiyorum. Almanya’da bu ziyaretler kuşku uyandırmaz mı?’ diye şakalaşmış ama gelme sözü de vermiş.
Neticede, geçtiğimiz 27 Nisan’da Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odası’nın Berlin’deki açılışının yıldönümünde, Schröder ve Erdoğan’ın katılımıyla İstanbul’da Türk-Alman işadamları zirvesi gündemde.
Yazının Devamını Oku 
26 Ekim 2004
<B>MİLLİ </B>Eğitim Bakanı <B>Hüseyin Çelik </B>Vanlı.<br><br>Dolayısıyla Van’ın eğitimde bazı kilometre taşları için ayrı bir yeri var.<br><br>Hatırlarsanız... ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası da Van’da start almıştı.
Hafta sonunda bir diğer kampanyanın resmi startı için bir grup gazeteci Van’daydık.
Danone’nin Milli Eğitim Bakanlığı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle birlikte başlattığı bu yeni kampanyanın adı ‘Gülen Gelecek Ana Sınıfları’.
Türk eğitim sisteminin en büyük eksikliklerinden biri okul öncesi eğitim.
Yani anaokulları.
Okul öncesi eğitim alan çocukların oranı sadece yüzde 14.
Oysa bu oran Batı’da hemen hemen yüzde yüz.
Van’daki Mustafa Necati İlköğretim Okulu’nun yeni boyanmış salonundaki törenden önce bahçede Vanlı miniklerle birlikteyiz.
Çoğu yoksul ailelerin çocukları.
Cumartesi günü okullarında yapılan tören için hayli özenmişler ama lastik ayakkabılarından, yıpranmış giysilerinden, aynı renkte olmayan çoraplarından yoksul oldukları belli.
İstanbul’dan gelmiş olan grup onları heyecanlandırmış.
Çekingen, terbiyeli ama meraklılar.
Minik öğrencilerle sohbette Türkçelerinin hayli bozuk olduğu ortaya çıkıyor.
Hatta ağabeyinin peşine takılmış, henüz okul yaşında olmayan üç, dört yaşlarında bir küçük Türkçe söylenenleri anlamıyor bile.
O zaman anlıyorsunuz ki, ilkokula başlamadan özellikle lisanı geliştirmek açısından anaokulu şart.
KIZLARIN OKULA GİTMESİ İÇİN
Bir de kızların okula gitmesi için şart.
Anaokulu ile kızların okula gitmesi arasında nasıl bir ilişki olabilir diye düşünebilirsiniz?
Çok basit.
Doğu’da ve Güneydoğu Anadolu’da okula gitmeyen bir kıza ‘neden’ diye sorduğunuzda cevaplardan biri şöyle olacaktır: ‘Evde küçük çocuklara bakmam için annem okula gitmemi istemiyor’.
Yani çoğunlukla okula gitmeme nedenlerinden bir tanesi de evde kardeşlerine bakıcılık yapma yüzünden.
Oysa küçük kardeşler anaokuluna gitseler kendisi için de okuma şansı doğacak.
Mustafa Necati Okulu’ndaki törene dönersek...
Çağdaş Yaşamı Destekleme Başkanı Profesör Türkan Saylan, Danone Genel Müdürü Serpil Timuray ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in konuşmalarını dinliyoruz.
Profesör Türkan Saylan, ÇYDD’nin geçmiş yıllarda 85 anasınıfı açtığını söylüyor.
Danone’nin sponsorluğundan sonra işler hızlanmış.
Temmuz ayından bu yana açılan anasınıfı 21. 2005 yılı sonuna kadar 250 sınıfın açılması planlanıyor.
Dünya çapında 92 bin çalışanı ve yıllık 13,3 milyar dolar cirosuyla süt ürünlerinde dünyanın bir numaralı ismi olan Danone’nın böyle bir kampanyanın sponsorluğunu üstlenmiş olması önemli.
Zira böyle bir kampanyada esas önemli olan sürdürülebir olması.
Dünyanın pek çok ülkesinde çocuklara yönelik kampanyalar yürüten Danone Türkiye’de anaokullarının yaygınlaştırılmasında önemli bir rol oynayabilir.
Bu arada merak ettik, ‘bir anasınıfının ve oyun bahçesinin maliyeti nedir’ diye sorduk.
7 ila 10 milyar lira arasındaymış.
Orta çaplı bir şirketin de pekálá altından kalkabileceği bir rakam bu.
Duyurulur.
Van ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi
VAN’a kısacık ziyarette Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın, Rektör Yardımcıları Prof. Ayşe Yüksel ve Ali Fuat Doğu ile aynı üniversitede öğretim görevlisi olan Prof. Oya Aşkın ile biraraya geldik.
15 bine yakın öğrencisi olan Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni öteden beri merak ederdim.
Prof.Yücel Aşkın rektörlüğünün ikinci döneminde.
Göreve geldiğinden bu yana üniversitenin geçirdiği aşamaları konuşuyoruz.
En fazla ilgimi çeken Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin yurtdışıyla kurduğu bağlantılar.
Türkiye’nin ta öbür ucundaki bir üniversitenin uluslararası ilişkilerde bu denli faal olabileceği aklıma gelmezdi doğrusu
Güney Afrika gibi ülkelerle asistan değişiminden tutun, yabancı konukların katıldığı konferanslara kadar geniş bir yelpazede bu ilişkiler.
Meselá, yarından itibaren perşembe gününe kadar 3 gün boyunca Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin (CNRS) işbirliğiyle üç günlük arkeoloji, jeomorfoloji ve antropoloji konferansları yapılıyor.
Ayrıca Türkiye’nin tek böcek bilimcisi Profesör Ahmet Koçak ile en önemli halk bilimcisi Profesör İlhan Başgöz de bu üniversitede öğretim görevlisi...
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni yakından izleyelim derim.
İlle de erkek müzakereci mi lazım
CUMARTESİ günkü Hürriyet’te okudunuz.
Dışişleri AB ile müzakere heyeti için bazı önerilerde bulunmuş.
Önerilen isimler arasında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, AB Genel Sekreteri Murat Sungar, Türkiye’nin AB nezdindeki daimi temsilcisi Oğuz Deliralp, AB’den sorumlu müsteşar yardımcısı Volkan Bozkır var.
Geçenlerde Yunanistan Konsolosu Aleksis Aleksandris ve bazı dostlarla sohbet ediyorduk.
Konu elbet AB ile 2005’te başlatılması beklenen müzakereler...
Aleksandris ‘müzakereciler arasında kadınların adı geçiyor mu’ diye sordu.
Birbirimize baktık.
Hiçbirimiz müzakereci olarak bir kadının adının geçtiğini duymamıştık.
Yunanistan Konsolosu haklı olarak ‘Kadın müzakereci Avrupa üzerinde olumlu etki yapar’ diyor.
Neden bunu hiç düşünmüyoruz?
Yazının Devamını Oku 
22 Ekim 2004
<B>İYİ</B> ki Avrupalı Yeşiller İstanbul’da toplandı.<br><br>Dört gün boyunca bizi yürekten destekleyenlere kulak vermek moralimizi düzeltti. Yeşiller, Avrupa’nın bildik korkulardan sıyrılmış, geleceğe dönük yüzü gibi.
İstanbul toplantısının yıldızı Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu Eş Başkanı Daniel Cohn-Bendit’in söylediklerini özellikle not etmişim.
‘Yeni Avrupa Türkiye ile birlikte şekillenecek ama Türkiye bunu gerçekten istiyor mu? Avrupa’daki Türkiye tartışmalarına bizzat Türkiye de katılmalı.’
Daniel Cohn-Bendit, Türkiye’nin kendi içinde AB meselesini daha çok tartışması gerektiğini ima ediyor.
Oysa biz AB’den ziyade kendi iç sorunlarımıza yoğunlaşmış gibiyiz.
Hele Yeşiller toplantısı azınlık, din, Kürt, Ermeni meselelerinde karşıt görüşlerin havada uçuşması için uygun bir platformdu.
Toplantıların ancak iki gününe katılabildim.
Her iki seferinde de Türk katılımcılar arasında hararetli anlar yaşandı.
Birinde ressam/yazar Bedri Baykam, Türk panelistler arasında Kemalist olmamasını eleştirdi.
Hatta Yeşil katılımcılara yönelik 8 sayfalık bir ‘açık mektup’ kaleme aldı.
Yazar Orhan Pamuk ise ‘Türkiye’yi sevmemekle’ suçlandı.
Pamuk kendisini suçlayana ‘Sizden milliyetçiliği öğrenecek değilim’ cevabını verdi.
Yeşiller üzerinden etekteki taşların bir kısmı döküldü.
Buna bir itirazım yok.
İtirazım başka şeye.
Panellerde hemen hemen kadın yoktu.
Hele üçüncü günü son panel tam erkeklerin tekelindeydi: Orhan Pamuk, Kemal Derviş, Zülfü Livaneli, Cüneyd Zapsu, Cem Özdemir, Joost Lagendijk.
Oysa ben çok önceden bu panele Türkiye’deki Yeşil Parti’yle ilgili ‘İki Yeşil Su Samuru’ romanını yazmış olan çevre bilimci/yazar Buket Uzuner’in katılacağı bilgisini almıştım.
Son anda ne olduysa oldu, program değişti Buket Uzuner panele katılmadı.
Kadın-erkek eşitliğini en fazla önemseyen Yeşiller ayıp etti doğrusu...
Bizim Yeşil Parti ne zaman?
BULGARİSTAN’ın, Romanya’nın, Ukrayna’nın ‘Yeşil Parti’leri var, bizim yok.
Hatırlarsanız, 1988-1994 yılları arasında bizde de Yeşiller Partisi olmuştu.
O tarihten bu yana bir yenisi kurulacak.
Avrupalı Yeşillerin toplantısında bir stantları olan Yeşiller Grubu anladığım kadarıyla 2005 yılı içersinde bir parti kurma hazırlığında.
Nükleer santrallar, Kıbrıs, Ortadoğu konularında zaman zaman basın açıklamalarına rastladığım Yeşiller Grubu bu ay sonunda bir konferansa hazırlanıyormuş.
Artık biz de bir Yeşiller Partisi’ne kavuşsak diyorum.
Türkiye aleyhtarlığını körükleyen kitap
FRANSA.. Hep Fransa, yine Fransa.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ikna turuna çıktığı Fransa’da Türkiye tartışmaları her zamanki gibi.
Le Point Dergisi, ‘Fransız sağına Türk zehri’ demiş.
Nouvel Observateur’den Jean Daniel ‘Türkiye’ye dikkat’ yazısında şöyle bir tehlikeye dikkat çekiyor: ‘Günün birinde Türkiye madem bizi istemiyorsunuz diye her şeyi elinin tersiyle itip üyelikten vazgeçebilir... İşte bu laiklik düşmanlarının eline müthiş bir koz verir...’
Fransız aydınları tartışıyor, politikacıları da öyle...
Kendi ülkelerindeki Müslüman nüfus deyin, politikacıların dar görüşlülüğü deyin Fransa’nın genişlemiş bir Avrupa’da liderliği kaptırmak korkusu deyin ne derseniz deyin Türkiye’yi istemeyenler çoğunlukta gibi...
Ancak duyduğuma göre, son günlerde Türkiye aleyhtarlığının artmasında Sylvie Goulard adında, siyasal bilimci bir profesörün kaleme almış olduğu ‘Büyük Türk ve Venedik Cumhuriyeti’ kitabının büyük payı var.
Fransız politikacılar bu kitaptan olağanüstü etkilenmiş durumda.
Kitabın önsözünü Sosyalistlerin eski Adalet Bakanı Robert Badinter yazmış.
Peki Sylvie Goulard kitabında neyi savunuyor?
Türkiye’yi isteyenlerin öne sürdükleri argümanların tam tersine Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa Birliği’nin çıkarlarıyla örtüşmediğini iddia ediyor.
Avrupa’nın ne siyasi yapısının, ne de finansal kaynaklarının Türkiye’nin üyeliğini kaldıramıyacağını söylüyor.
Goulard’a göre, AB Türkiye’ye verdiği vaatleri pekálá unutup, üyelik sürecini durdurabilir.
‘Büyük Türk ve Venedik Cumhuriyeti’nin Valery Giscard D’Estaing, François Bayrou gibi ateşli Türkiye aleyhtarlarının ekmeğine yağ sürdüğü ortada.
Yazının Devamını Oku 
19 Ekim 2004
<B>YAZILIM </B>şirketlerinden <B>Oracle</B>’ın kurucusu ve CEO’su <B>Larry Ellison </B>dünyanın en zengin kişilerinden biri. Microsoft hisseleri düştüğünde Bill Gates’in önüne geçmişti.
Şimdi Gates’e göre servetinin durumunu bilmiyorum ama yelken yarışlarına ne denli tutkun olduğunu biliyorum.
Bizzat tanık oldum.
İspanya’da, Valensiya açıklarında ekibiyle katıldığı yarıştan sonra kendisine bulunduğum başka bir tekneden el bile salladım.
Larry Ellison, Valensiya’da 2007 yılında yapılacak 32. Amerika Kupası yarışında kupayı kazanmaya yemin etmiş.
152 yıldan beri 4 yılda bir yapılan Amerika Kupası’nı son yarışlarda İsviçreliler kazanmıştı.
Larry Ellison kupayı İsviçrelilerden geri almak için milyonlarca dolar harcayarak takım kurmuş, yapımı 3.5 yılda tamamlanan 24 metrelik bir yat inşa etmiş.
2007 yılına kadar Valensiya’da çeşitli tarihlerde ön yarışmalar yapılıyor.
Louis Vitton’un sponsorluğunu üstlendiği ön yarışlarının biri geçtiğimiz cuma günü yapıldı ve bunu izleme fırsatım oldu.
Ellison, 2007 Amerika Kupası yarışına BMW ile birlikte katılıyor.
BMW Oracle ekibi, aralarında Japon, Arjantinli, Pakistanlı,Yeni Zelandalı, İspanyol, Güney Afrikalı bulunan 17 kişiden oluşuyor.
Görev bölümünde, Oracle’ın CEO’suna geminin arka tarafını idare etmek düşmüş.
Valensiya açıklarında biri sabah, ikincisi öğleden sonra yapılan yarışlarda BMW Oracle ekibi 2. ve 3. geldi.
Dediğim gibi gün boyunca, tekne yarışlarını Christina O. (Onassis’in eski yatı, onun hikayesi başka bir güne) yatından izledim.
Christina O. yatı, Oracle Şirketi’nin üst düzey yetkilileriyle doluydu.
Dolayısıyla, sohbet kimi zaman yelkenli yarışlarından yazılım dünyasına doğru kaydı ve elbet Türkiye de bu bağlamda gündeme geldi.
Charles Homs, Oracle’ın ‘Rekabetçi Haberalma’ bölümünün direktörü.
Yazılımdaki trendlerle ilgili şeyler söylüyor.
ROMANYA YENİ GÖZDE
Microsoft, Oracle gibi dünyanın önde gelen yazılım şirketleri yavaş yavaş Hindistan’dan çekilmeye başlıyorlarmış.
Neden?
Bir kere saat farkı sorunlara yol açıyormuş. (Hindistan Avrupa’ya göre 6 saat önde).
İkincisi bürokrasi ağır işliyormuş.
Üçüncüsü ise Hintliler işi öğrenir öğrenmez en fazla parayı kim verirse ona geçiyormuş.
Oracle, Microsoft, IBM arasında işi bilenleri kapma yarışı had safhada.
Bu nedenlerden ötürü yazılım şirketleri işlerini, Güney Afrika’ya, Lübnan’a, Avrupa’nın yeni AB üyelerine ve en fazla 2007 yılında üye olması beklenen Romanya’ya kaydırmaya başlamışlar.
Oracle’ın müşterisi olan Avusturya Havayolları örneğin Hindistan yerine Slovakya’yı seçmiş.
Charles Homs, özellikle Romanya’yla ilgilendiklerini zira kalife elemanın diğer ülkelere oranla yüzde 80 daha ucuz olduğunu söylüyor.
Peki ya Türkiye’yi düşünmüyorlar mı?
Charles Homs ‘Yazılım konusunda yetişmiş elemanlar olduğunu biliyoruz ama istikrar meselesi var’ diyor.
Bir süreden beri ekonomik istikrar olduğunu söylüyorum ancak Homs ‘Politik istikrardan söz ediyorum... Romanya’da bomba tehlikesi yok’ cevabını veriyor.
Demek ki, İstanbul’da bir yıl önce patlayan bombalar yabancı yatırımcılar arasında hálá konuşuluyor ve bir kaygı nedeni...
Romanya’nın daha cazip gelmesinin bir başka nedeni ise Avrupa Birliği’nden 2007 için tarih almış olması. Bu yatırımcıyı fazlasıyla rahatlatan bir unsur.
Bürokrasının daha hızlı çalışması ve teşviklerin sağlanmış olması da diğer nedenler.
Şimdilik öyle görünüyor ki, Hindistan’ın yazılım şirketleri için eski cazibesini yitirmiş olması işimize yaramayacak.
e-devlet’te 6. sıradayız
ORACLE, Avrupa Birliği’nin genişlemesini yakından izliyor.
Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’dan sorumlu Sergio Giacoletto, yeni üyelere AB fonlarından yararlanmaları için Oracle bünyesinde yeni birimlerin oluşturulduğunu anlatıyor.
Avrupa Parlamentosu’na bağlı Avrupa İnternet Vakfı’nın üyesi olan Oracle faaliyet gösterdiği yeni üyelerde özellikle KOBİ’lerin fonlara ulaşmaları için bir nevi yol göstericiliğine başlamış.
Pilot ülke olarak Macaristan seçilmiş.
Oracle ayrıca, The Economist’in Orta Avrupa’daki yeni üyeler, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye’yi kapsayan e-devlet araştırmasının da sponsoru olmuş.
Bu araştırmaya göre, Türkiye e-devlet uygulamasında 11 ülke üzerinde 4.64 puanla 6. sırada.
Romanya 3.99 ile 10 sırada ama yine de yazılımda yeni gözde.
Yazının Devamını Oku 
17 Ekim 2004
<B>ŞİLİ </B>Cumhurbaşkanı <B>Ricardo Lagos</B>’un, hafta içinde İstanbul’daki öğle yemeğinde yanımda protokol müdürü <B>Alfredo Garcia Castelblanco </B>oturuyor. Bir kulağım Cumhurbaşkanı Lagos’un konuşmasında, diğeri Castelblanco’nun söylediklerinde.
Şili ile Türkiye ne kadar alákasız iki ülke...
Kıtalar ayrı, yarımküreler ayrı.
Denizleri, okyanusları aşmak gerek.
Lagos, Latin Amerika’yı fetheden atalarının aksi istikametini izleyerek Avrupa’ya ve özellikle Doğu Avrupa’ya ülkesini anlatmaya gelmiş...
‘Oralarda, uzaklarda Aymara dilinde ‘dünyanın bittiği toprak’ anlamına gelen bir ülke var. Şili, Latin Amerika ile Pasifik ülkeleri arasında köprü. Türkiye, Asya ile Avrupa arasında köprü... İki köprü ülke neden buluşmasın? Şili’yi coğrafyanıza taşımaya çalışıyorum’.
Yanımdaki Castelblanco’ya soruyorum:
‘Sokaktaki Şilili’ye Türkiye derseniz aklına ilk ne gelir?’
‘Ayasofya’
İlk aklına gelen buymuş.
Avrupa ile Asya arasında ‘köprü’ olduğumuz da aklına gelirmiş.
Bir de ‘baklava’...
Castelblanco’nun dediğine göre, Şililer arasında son dönemlerde bir ‘baklava’ modası başlamış.
Hem de ‘yeni mutfak’ akımına uyan lokantalarda pek gözdeymiş ‘baklava’.
Sorma sırası onda.
‘Peki Şili deyince Türklerin aklına ne gelir?’
Bilmem...
Belki Pinochet, Allende, Pablo Neruda.
ŞARAP VE SOMON
Cumhurbaşkanı Lagos devam ediyor:
‘Şili global bir ülke olma yolunda... 90’lı yıllarda, yoksuluk alt sınırında yaşayanların oranını yüzde 40’lardan yüzde 20’lere indirmeyi başardık. Ekonomimiz ortalama yüzde 5’lik bir büyüme gösteriyor. Eğitim düzeyi giderek yükseliyor. 10 üniversite öğrencisinden 7’sinin anne ve babası üniversite mezunu değilmiş’...
Şili, Latin Amerika ülkeleri arasında rüşvetin en düşük seviyede olduğu ülkeymiş.
Lagos diyor ki, ‘Polise rüşvet teklif ederseniz anında sizi tutuklar’.
Castelblanco, Şili şarabından ve Şili somonundan söz ediyor.
Somonda, İskoçya’dan sonra dünyanın iki numaralı ihracatcısıymış Şili.
Zaten Lagos da konuşmasında bunlara değiniyor.
‘Gelecek sefer İstanbul’a geldiğimde masanın üzerinde Şili şarabı ve Şili somonu bulmayı umut ediyorum’.
Neden olmasın?
Baklavaya karşı şarap ve somon.
PINOCHET ÇOK YAŞLANDI
Castelblanco ile biraz da Pinochet, Allende ve Neruda sohbeti.
Şili’de tekrar yargılanması istenen Pinochet adalet önüne çıkmak için çok yaşlıymış.
‘Allende her şeyi millileştirmek istedi, ekonomiyi felç etti. Tabii ABD’nin o yıllarda sosyalist bir yönetime göz yumması söz konusu değildi’.
Ve Neruda.
Şili, Neruda’nın yüzüncü doğumgününü kutluyor.
2004 yılı ‘Neruda Yılı’ ilan edilmiş.
Masada olan İstanbul’daki Cervantes Enstitüsü’nün direktörü Pablo Asuero lafa karışıyor.
‘Neruda’nın yüzüncü yıldönümü İstanbul ve Ankara’da da kutlanacak.’
1973 yılında, Allende’nin devrilmesinden bir süre sonra hayata veda eden Neruda, dostu Nazım Hikmet’ten ötürü Türkiye’yi ve Türkleri iyi tanıyordu.
‘Nazım Hikmet Buraya Geliyor’ şiirindeki dizeleri kim unutabilir?
‘Nazım, hapisten yeni çıktı,
bana işli gömleğini hediye etti
altın iplikle işli kıpkırmızı
tıpkı onun şiiri gibi.
O iplik ki Türk kanından
onun dizeleri...’
Yazının Devamını Oku 
15 Ekim 2004
<B>FRANSA</B>’nın Ankara Büyükelçisi <B>Bernard Garcia </B>ay sonunda ülkesine dönüyor. 5 yıldan beri Türkiye’de olan <B>Garcia</B>, önceki gece İstanbul’daki Fransız Sarayı’ndaki sade veda töreninde <B>‘Gitmek biraz da ölmektir’ </B>diyor. Meslek yaşamı boyunca etkilendiği iki ülkeden birinin Türkiye olduğunu söylüyor.
Hayli dokunaklı bir konuşma yapıyor.
Bernard Garcia Fransız Dışişleri Bakanlığı’nda büyük bir olasılıkla Türkiye ile ilgili bir birime atanacak.
İki yıl sonra da emekli oluyor.
Fransız Sarayı’ndaki sohbette laf dönüp dolaşıp doğal olarak Fransa’daki Türkiye tartışmalarına geliyor.
Bu satırların kaleme alındığı dakikalarda Fransız Meclisi de zaten Türkiye’yi tartışıyor.
Meclis toplantısından önce muhalefetteki Sosyalist Partisi, Türkiye’nin AB üyeliğini koşullara bağlayan bir belgeyi oy çoğunluğuyla kabul ediyor.
Türkiye Fransa’nın bir numaralı gündemi.
Bernard Garcia ise süregelen tartışmaların iç politikaya yönelik olduğu görüşünde ve 17 Aralık’ta Türkiye’ye müzakere tarihi verileceğinden emin.
‘Unutmayın Fransa İngiltere’nin üyeliği için referandum yapmıştı. Türkiye yeni üye ülkelerden çok daha büyük ve önemli bir ülke. Fransız halkının görüşüne başvurmak doğal’ diyor.
‘Ancak’ diye ilave ediyor, ‘Türkiye’nın yapacağı çok iş var... Yoğun lobi faaliyetlerine girişmek şart’.
Önümüzdeki hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül’e yapacağı veda ziyaretlerinde bu konuda bazı önerilerde bulunacakmış.
Ne gibi öneriler?
‘Fransa’da Türkiye’yi savunacak etkin bir grup oluşturulmasının tam zamanı. Politikacıların, akademisyenlerin, işadamlarının dahil olacağı bu grup gerektiği yerde Türkiye aleyhtarlarına gerekli cevabı verebilmeli...’
Fransız elçinin bir diğer önerisi de, Fransa’daki Türk göçmenlerin örgütlenerek milletvekillerine baskı yapmaları.
Garcia buna bir örnek veriyor.
Milletvekili bir dostunu ziyaret eden bir grup Türk göçmeni, mecliste Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemediği takdirde partisine oy vermeyeceklerini söylemiş.
‘Bu tür çıkışların Fransa geneline yayılması gerek’ diyor elçi.
Türkiye’den kuşku duyanlara mektup
BERNARD Garcia’nın önerileri nasıl ve ne zaman hayata geçer bilemem.
Ancak tam bugünlerde piyasa çıkan ‘Türkiye’den Kuşku Duyanlara Mektup’ Türkiye aleyhtarlarına şu anda verilecek en güzel cevap.
Actes Sud Yayınevi’den çıkan 200 sayfalık kitap, Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. Cengiz Aktar yönetiminde sekiz Türk aydını tarafından kaleme alınmış.
Türkiye’nin AB üyeliğinin ne gibi avantajları ve dezavantajları olacağını ele alan kitap objektif bir şekilde avantajların baskın olduğunu ortaya koyuyor.
Yazılar, Türkiye hakkında karar verecek politikacıya, onu etkileyecek aydına ve gazeteciye yönelik.
Önsöz, 1987 yılında ‘Avrupa’yı Düşünmek’ kitabının yayınlanmasından bu yana Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ünlü sosyolog Edgar Morin ile yapılan bir söyleşi.
Morin söyleşisine ‘Türkiye Avrupalı’dır’ diye başlıyor.
Kitabın yazarları, Cengiz Aktar, Nilüfer Göle, Ali Kazancıgil, Ural Manço, Levent Yılmaz, Handan Soğuk, Asaf Savaş Akat ve Rauf Gönenç.
Uzun yıllardan beri Fransa’da yaşayan karikatürist Selçuk Demirel ise kitaba katkı yapan başka bir isim.
Şili’den alınacak yabancı yatırım dersi
ŞİLİ Cumhurbaşkanı Ricardo Lagos İstanbul’daydı.
Türkiye’yi ilk kez ziyaret eden bir Şili Cumhurbaşkanı sıfatıyla önceki günkü öğle yemeğinde bizlere ülkesinin ekonomisini anlattı.
Latin Amerika ülkeleri arasında Şili ekonomisi en güçlü olanı.
Dünyada hálá nefretle anılan acımasız diktatör Pinochet, Allende’yi devrip iktidara geldiği 1973 yılından iki yıl sonra açık ekonomiye geçmiş.
Ülke ekonomisini Milton Friedmann’ın öğrencileri ‘Şikago Okulu’ndan Şilili ekonomistlere teslim etmiş.
Son 10 yılda ortalama yüzde 5.3 büyüyen Şili ekonomisinin geldiği noktada Pinochet’in payı büyük.
Cumhurbaşkanı Lagos, ekibin de Yabancı Yatırım Komitesi Başkan Yardımcısı Karen Poniachik’i de getirmiş.
Konuşmasından sonra kürsüye davet ettiği Poniachik, Şili’nin yabancı yatırımcılar için nasıl bir cennet olduğunu anlatıyor.
15 milyonluk ülke 1990 yılından bu yana 55 milyar dolarlık yabancı yatırım çekmiş.
3 bin yabancı şirketin faaliyet gösterdiği Şili’de bürokratik engeller hemen hemen yok gibi. Elbet yabancı yatırımcıyı en fazla cezbeden istikrarlı ekonomi.
Estee Lauder’dan Türk bilim adamı Tan İnce’ye ödül
NEW YORK Times Gazetesi’nin önceki günkü baskısında sevindirici bir haber vardı.
Ünlü kozmetik firması Estee Lauder’in bünyesindeki Evelyn Lauder Vakfı, dünyada 97 bilim adamına toplam 18 milyon dolarlık ödül vermiş.
Ödülü kazananlar arasında Türk bilim adamı Tan A.İnce de var.
Moleküler biyoloji ve moleküler farmakoloji alanlarında Cornell Üniversitesi’nde doktora yapmış olan Tan İnce halen Harvard Tıp Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve Harvard Hastanesi’nde pataloji uzmanı.
Ayrıca MIT (Massachusettes İnstitute of Technology) Whitehead Kanser Araştırmaları Enstitüsü’nde araştırmacı.
Daha önce 750 bin dolarlık bir araştırma bursu kazanan İnce, bu parayı Harvard Hastanesi’nde araştırmalar için kullanmış.
Evelyn Lauder Vakfı ise daha çok meme kanserine odaklı.
Küçük bir not daha.
Hem doktor, hem bilim adamı Tan A. İnce, gazetemizin yazarlarından şair Özdemir İnce ile edebiyatçı/çevirmen Ülker İnce’nin oğlu.
Yazının Devamını Oku 