12 Ekim 2004
<B>NİCEDİR </B>GAP ile ilgili güzel bir haber gelmiyordu.<br><br>Eski <B>GAP</B> Başkanı <B>Olcay Ünver </B>döneminde bölgede neler olup bittiğini takip edebiliyorduk. AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesinden bir süre sonra Olcay Ünver gitti. Türkiye’nin en büyük projesi GAP sanki unutuldu.
Şimdi Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın işbirliğiyle GAP yeniden hareketlenecek gibi.
Perşembe yani 14 Ekim günü, Diyarbakır’da BM Kalkınma Programı Türkiye Temsilcisi Jakob Simonsen ile KAGİDER Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Yasemin Tutal Güzelkan arasında bir işbirliği anlaşması imza töreni var. 14 Ekim anlamlı bir tarih. Dünya Yoksullukla Mücadele Günü.
Bu vesileyle burada hatırlatmakta fayda var.
Dünyadaki 6 milyar insandan 2.8 milyarı günde 2 dolardan az bir parayla geçiniyor. 1.2 milyarının eline geçen ise günde bir doların altında.
Türkiye’de ise yoksulluktan en fazla payını alan bölgelerin bazıları GAP sınırları dahilinde.
KAGİDER ile BM Kalkınma Programı’nın Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’nde imzalayacakları anlaşma yoksulluğun en fazla etkilediği kadınlara yönelik.
Esasında BM Kalkınma Programı’nın AB fonlarıyla bölgedeki KOBİ’leri desteklediği GAP-GİDEM Projesi var.
KAGİDER ile işbirliği ise kadınlara yeni iş imkanları sağlayacak.
GAP bölgesindeki kadınlar hangi iş sahalarında çalışabilir?
BM’de bu projeyle ilgilenmekte olan Bartu Soral bir tablo göndermiş.
Adıyaman, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep gibi illerde kadınların neler yapabilecekleri gayet açık görünüyor.
Meselá Adıyaman’da ev tekstili, çinicilik, bağcılık gibi şeyler varsa Gaziantep’te kuyumculuk, hizmet sektörü ön planda.
Güneydoğulu girişimciye kendi sektöründe faaliyet gösteren İstanbul’daki bir KAGİDER üyesinde staj imkanı da sağlanmış.
Proje kadınların ekonomik gücünün arttırılmasına yönelik demiştim.
Ancak sadece bununla kalmıyor. Kadını kendi hakları ve özellikle maruz kaldığı şiddet konusunda eğitmeyi de amaçlıyor.
Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’nde Güneydoğulu hemcinslerini unutmayan KAGİDER’in bir kolu da Glasgow’a uzanıyor demişim.
Dernek, İskoçya’nın bu şehrinde 10 kişilik bir grupla 52. Uluslararası Kadın Girişimciler Derneği (FCEM) Kongresi’ne katılıyor.
Derneğin üyelerinden Ticketturk’un kurucusu Gülseren Onanç burada ‘Türkiye’nin AB’ye Katkıları’ konusunda bir konuşma yapacak.
FCEM’e 2005 yılında tam üye olmayı planlayan KAGİDER’in yine bu hafta içersinde Brüksel’de önemli bir buluşması var.
Verheugen’in yerine gelen Finlandiyalı Olli Rehn, Türkiye’den bir STK ile yapacağı ilk buluşmaya KAGİDER’i seçmiş.
Kadınlar dünyanın hal ve gidişinden karamsar
KADIN girişimcilerimiz AB’nin yeşil ışığından da aldıkları güçle her zamankinden daha faal, daha iddialı.
Gelecek için daha umutlu. Peki dünyada kadınlar gelecek için ne düşünüyor?
Dünya Ekonomik Forumu ile Uluslararası Gallup’un birlikte yaptıkları araştırma kadınların dünyanın geleceği konusunda erkeklerden daha karamsar olduklarını ortaya koymuş.
Araştırma 50 ülkeden 43 bin kişiyle gerçekleştirilmiş.
‘Ülkeniz 10 yıl öncesine göre daha güvenli mi? Yoksa daha az güvenli mi?’ sorusuna kadınların yüzde 61’i daha az güvenli demiş.
Erkeklerin ise yüzde 53’ü.
‘Ülkenizin ekonomik durumu 10 yıl öncesine göre daha iyi mi; daha kötü mü’
sorusunda da kadınların karamsarlığı erkeklerin önünde.
185 yıllık başarının püf noktası
HAFTA sonunda yolum Harbiye’deki ADesign Tasarım Fuarı’na düştü.
Askeri Müze’de ‘Bir Mobilya Markasının Hikayesi’ konferansından sonra Philipp Thonet ile kısa bir sohbet fırsatım oldu.
Philipp Thonet kim? Dünyanın en ünlü sandalye markasının 5. nesil sahibi. Çevrenize bir sorun, varsa eski eşyaların olduğu mahzene filan bakın, karşınıza mutlaka bir Thonet marka sandalye çıkacaktır.
Thonet Şirketi Philipp Thonet’in büyük büyükababası tarafından 1819’da Almanya’da kurulmuş ve sandalye tasarımında ustalaşmış.
Düşünün ki, 1859’dan bu yana 60 milyon üretilen bir sandalye modeli mevcut.
Şirketin en büyük özelliği ise 19. yüzyılda global bir dağıtım ağı kurmayı başarmış olması. Moskova’dan Milano’ya, Buenos Aires’ten Bombay’a Thonet markasını tanıtmayı becermiş.
‘185 yıllık başarının püf noktası ne?’ diye soruyorum Philipp Thonet’e.
‘Kaliteden ödün vermemek, sağlamlığı ön planda tutmak ve yeni malzemeleri kullanmayı bilmek’...
Sağlamlığa örnek olarak Dresden’de bir kütüphanede 1930’da yapılmış olan ve günümüzde hálá kullanılan sandalyeleri örnek gösteriyor. Bunlar 74 yıllık.
Benim evde, anneannemden hatıra Thonet’ler en az 100 yıllık.
Yazının Devamını Oku 
10 Ekim 2004
Adını duyduğunuzda onun Türk kökenli olduğunu sanabilirsiniz.Ama Sabriye Tenberken Türk değil. Time Dergisi’nin son sayısında 2004 yılının ‘Avrupalı Kahramanlar’ listesinde yer alan genç kadının adının, 1960’lı yıllarda üniversite yılları sırasında İslam sanatını öğrenmek için Türkiye’ye gelen annesiyle alákası var.
Annesinin hikáyesi, şimdi 34 yaşında olan genç kadının hikáyesi kadar ilginç.
Anne İstanbul’da kalmakla yetinmiyor.
Selçuklu dönemi camilerini incelemek için Anadolu yollarına düşüyor.
Doğu Anadolu’ya kadar gidiyor.
O yıllarda Anadolu köylerinde rahat etmek, çalışırken kimsenin dikkatini çekmemek için erkek kıyafetleri giyiyor.
Ziyaret ettiği köylerden birinde de ‘Sabriye’ adını duyuyor.
Sabır anlamına geldiğine öğrenince hoşuna gidiyor ve ilerde bir kızı olduğunda ona bu adı vermeyi düşünüyor.
1970 yılında doğacak olan kızının hayatta en fazla sabra ihtiyacı duyacağını bilmeden.
KÖR OLACAĞINI BİLEN ÇOCUK
Sabriye Tenberken, 2 yaşına geldiğinde, anne ve babası, retinasındaki rahatsızlıktan ötürü görme yeteneğini yavaş yavaş kaybedeceğini öğreniyorlar.
Hayatlarının belki de en önemli kararlarını alıp, küçük kıza bunu söylememeyi seçiyorlar.
Sabriye 13 yaşında kör oluyor.
10 yıl boyunca anne babası, gözleri dünyanın bütün renkleriyle dolsun diye onu sürekli seyahatlere, müzelere götürüyorlar.
Tamamen kör olduktan sonra ise normal bir insan gibi yaşaması için teşvik ediyorlar.
Sabriye Tenberken, böylelikle ata binmesini, kayak yapmasını öğreniyor.
Bonn Üniversitesi’nde sosyoloji ve felsefe okuduktan sonra da Tibet diline merak sarıyor.
O andan itibaren Tibet hayatının dönüm noktası oluyor.
Çünkü bu lisanda yazılmış bir ‘körler alfabesi’ olmadığını keşfediyor.
Oysa Tibet yüksekliği, güneşi ve aşırı ışığı nedeniyle, dünya ortalamasının üzerinde körlerin olduğu bir ülke.
Her 70 kişiden biri kör.
TİBET’İ AT SIRTINDA GEZİYOR
Sabriye’nin aklına, ‘Tibet’teki körler ne yapıyor’ sorusu takılıyor ve iki hafta gibi kısa bir sürede gerekli alfabeyi geliştiriyor.
Bununla kalmıyor, kalkıyor 1994 yılında Tibet’e ilk yolculuğunu yapıyor.
1997 yılındaki ikinci seyahatinde, tıpkı annesinin yıllar önce Anadolu’da yaptığı gibi at sırtında Tibet’in en ücra köşelerini dolaşıyor.
Bu yolculuk sırasında gördüğü şeyler, Sabriye’yi çok etkiliyor.
4-5 yaşlarındaki kör çocukların çoğu, kendilerine düşüp zarar vermesinler diye yataklarına bağlanmış. Büyük bölümü yürümesini bile beceremiyor.
Yetişkinler ise dünyadan kopuk.
Sabriye, Lassa’da karşılaştığı Hollandalı eğitimci Paul Kronenberg ile birlikte Tibet’e yerleşip, bir körler okulu açmaya karar veriyor.
Şimdi Lassa’nın 300 kilometre uzağındaki çiftlik evinde, Tibetçe, Çince ve İngilizce öğrettiği 50 kadar öğrencisi var.
‘Yolum Tibet’e Düştü’ deneyimlerini anlattığı kitap.
Türkçe’ye de çevrilmiş.
Bir yandan da halen, Everest’e tırmanmış ilk kör dağcı Erik Weinhenmayer ve altı öğrencisiyle birlikte bir belgesel çevirmekle meşgul.
Taşıdığı isme uygun sabır ve özveriyle yeryüzündeki tüm körlere yardıma hazır.
Yazının Devamını Oku 
8 Ekim 2004
<B>LE Monde </B>Gazetesi’nin dünkü başyazısı <B>‘Avrupa ve Türkiye’ </B>başlığını taşıyor<B>.<br><br></B>Gazete, Avrupa’nın Türkiye karşısında şimdiye kadar hiçbir yeni üyeye almadığı önlemleri aldığını yazıyor.‘Komisyon ilk kez müzakerelerde bir başarısızlığa değiniyor’ diyor.
‘Yani, Türklere normal aday gözüyle bakılmıyor’ diye ilave ediyor.
Olabilir.
‘Normal aday bir ülke’ olmayabiliriz ama neticede dün Avrupa Birliği Komisyonu ‘yeşil ışığı’ yaktı.
AB trenine bindik. Müzakereler başlayacak. Belki annem AB üyeliğimizi göremeyecek ama büyük ihtimalle ben ve kızım göreceğiz.
Time Dergisi, 2004 yılının Avrupalı Kahramanlar listesinde Türkiye’den ‘folk müziğinin antropoloğu’ diye tanımladığı Hasan Saltık’ı saymış.
20 yıl sonra, 2024 yılının Time Dergisi büyük olasılıkla aynı listede bir değil 5 Türk sayacak.
Bu yüzden İlerleme Raporu’nun olumsuz yanlarına takılmayalım.
Le Monde Gazetesi’nin pek tepeden bakan yazısını fazla önemsemeyelim.
Bir kere müzakerelerin hiç kesilmediği doğru değil.
Yunanistan, Portekiz ve İspanya müzakerelerin sekteye uğradığı ülkeler.
Kaldı ki, 17 Aralık’ta daha iyimser bir tablonun da ortaya çıkması mümkün.
Bunun için sinirleri sağlam tutmak, Avrupa’nın eline ‘zina’ gibi kozlar vermemek ve en önemlisi Avrupa kamuoyunun ‘Türkiye korkusu’nu yenmesi için tanıtım faaliyetlerini hızlandırmak gerek.
Hem unutmayalım tüm Avrupa karşımızda değil ki...
Türkiye’yi Avrupa’da görmek isteyen dostlarımız da var.
‘Umarım çocuklarımız Türkiye’nin içinde bulunduğu bir AB’de yaşar’ diyen Yeşiller Grubu’ndan Daniel Cohn Bendit gibi.
Yazar Buket Uzuner dün konuşurken aktardı.
Finlandiya’nın eski Çevre Bakanı, Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller Grubu’nun Başkan Yardımcısı Satu Hassi çok yakın arkadaşı. Önceki gün Verheugen Avrupa Parlamentosu’nda konuşurken, Buket Uzuner’e şöyle bir SMS göndermiş: ‘Rapor olumlu. Senin ülken için çok mutluyum.’
Tarım lobiciliğine narenciyle ile başlıyoruz
AB Komisyonu’nda tarım masasında, narenciye konusunda ağırlığı olan ‘Akdeniz Ülkeleri Narenciye İrtibat Komitesi’ kısa adıyla CLAM diye bir kuruluş var.
1955 yılında kurulmuş.
Türkiye CLAM’a 1989 yılında üye olmuş.
Narenciye deyip geçmeyin. Tarım ürünleri ihracatımızda payı yüzde 33. Sadece limonda 800-900 bin tonla İspanya’dan sonra dünyada ikinci sırada geliyoruz.
CLAM 2004 Genel Kurulu’nu Antakya’da yapmaya karar vermiş.
Kararında, yeni dönemde Finans Komisyonu’nun başına geçecek olan Akdeniz İhracatları Birlikleri Genel Sekreteri Selami Gedik etkili olmuş.
İki yıl sonra CLAM’ın başkanlık koltuğuna oturacak olan Selami Gedik CLAM toplantısı için 11 ülkeden 50 kişinin Antakya’ya geleceğini anlatıyor.
Antakya’da 100 yıllık eski bir sabun imalathanesinden otele dönüştürülmüş olan Savon Oteli’nde iki günlük toplantıdan sonra aynı kişiler Adana’ya geçip başka bir seminere katılacakmış.
Ziyarete daha sonra bir GAP turu da dahil olacakmış.
Anlayacağınız tarım lobiciliğine narenciyeyle başlamış bulunuyoruz.
AB’ye İstanbul’dan ‘göç ve nüfustan korkmayın’ mesajı
AB, Türkiye hakkında ya eksik bilgilere sahip ya da bazı istatistiki bilgileri çarpıtıyor.
Bunun en canlı örneğine önceki gün İlerleme Raporu’nun açıklanmasından sonra Avrupa Parlamentosu’nda yapılan tartışmalarda tanık olduk.
Hıristiyan Demokrat Grup Başkanı Hans-Gert Poettering Türkiye’nin nüfusunun 10 yıl sonra 90 milyon olacağını iddia etti.
Oysa bu sayı doğru değil.
BM verilerine göre 2020’lerde 82 milyon olacağız.
2045-2050 yılları arasında ise nüfusumuz 98 ila 100 milyon arasında durağan bir noktaya ulaşacak.
Nüfus artışı bir süreden beri düşüşte ve şimdilerde yıllık artış hızı yüzde 1.5’in altına inmiş.
Bir zamanlar yüzde 2.85 olduğunu unutmayalım.
Türk kadınının doğurduğu çocuk sayısı ortalama 2.2.
Bu bilgileri geçen gün ‘Türkiye Aile Sağlığı ve Planlama Vakfı’ (TAP) Başkanı Prof. Baran Tuncer ile Koç Üniversitesi’nden Doç. Dr. Ahmet İçduygu’dan duyduk.
11 ve 12 Ekim’de İstanbul’da yapılacak ‘Türkiye ve AB’de Nüfus ve Uluslararası Göç’ konferansıyla ilgili bilgi veren Doç. Dr. İçduygu, İlerleme Raporu sonrası daha da ön plana çıkan ‘göç’ meselesine dikkat çekti.
Elindeki verilere göre, ‘serbest dolaşım’ hakkı tanınsa bile buradan Avrupa’ya göç edecek olanların sayısı 300-400 bini geçmeyecek.
Yani Avrupa’nın ‘Türk işçileri istila edecek’ korkusu yersiz.
Göç ve nüfus meselesini ele alan yine İstanbul’da başka bir konferans ise bugün ve yarın Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ‘AB-Türkiye İlişkilerinde Göç Konuları’.
Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi tarafından düzenlenen konferansın katılımcıları arasında Avrupa’dan önemli isimler var.
Yazının Devamını Oku 
5 Ekim 2004
<B>PROFESÖR Andre Sapir, </B>AB komisyonu Başkanı<B> Romano Prodi’</B>nin ekonomik danışmanlarından.<br><br>Avrupa ekonomisini en iyi bilen kişilerden biri. İlerleme Raporu’nun açıklanmasından iki gün önce, TÜSİAD ve Koç Üniversitesi Ekonomik Araştırmalar Forumu’nun ilk toplantısı için İstanbul’daydı.
Profesör Sapir ile sohbete başlar başlamaz sınırları çiziyor: ‘İlerleme Raporu konusuna girmek istemiyorum. Bu AB’nin politik kararı, ben ekonomiye odaklıyım.’
Durum böyle olunca sohbet, Avrupa’nın şimdiki ve gelecekteki ekonomik senaryolarında yoğunlaşıyor.
Önce Avrupa’ya yeni katılan ülkelerin ekonomik durumu.
1 Mayıs’ta birliğe katılan ülkelerde kişi başı milli gelirleri, 1980’lerde AB’ye katılan İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerin o dönemdeki kişi başı milli gelirlerinin gerisinde.
Yani Avrupa, şu anda İspanya, Portekiz ve Yunanistan ile karşılaştığı durumdan daha zor bir durumla karşı karşıya.
Genişlemiş Avrupa Birliği’nin en önemli sorunlarından biri yeni üyelerle eski üyeler arasındaki gelir uçurumunu kapatmak.
AB EKONOMİSİ İÇİN ÜÇ SENARYO
Peki hangi yeni üye ülke uçurumu önce kapatabilir?
Profesör Sapir, Çek Cumhuriyeti’yle Slovakya’nın hızlı bir büyüme sürecine girdiklerini ancak Baltık Cumhuriyetleri’nin de iyi performans gösterdiklerini söylüyor.
Bizim için önemli bir nokta şu: Yeni üyeleri Avrupa ekonomisine ne kadar çabuk entegre olacaklar?
Önemli zira önümüzdeki 10 yıl içersinde Avrupa ekonomisinin alacağı yön de buna bağlı.
Şu anda AB en sancılı döneminde.
Yeni üyelerle ekonomik entegrasyonun ne olacağını kestiremediği için Türkiye’yi de zor hazmedilir bir lokma olarak görüyor.
Peki Sapir, önümüzdeki 10 yıl için ne öngörüyor?
Profesörün 3 senaryosu var.
Birinci iyimser senaryoda, AB’nin eski üyeleri yüzde 3 seviyelerinde büyüyor.
Yeni üyelerin büyüme hızı ise ortalama yüzde 6 oranında.
İçerde gerekli reformları ve düzenlemeleri yapan Avrupa böylelikle ABD ve Çin ile daha iyi rekabet imkanlarına ulaşır.
İkinci senaryo kötümser.
Avrupa Birliği, şimdi konuşmakta olduğu sosyal reformları gerçekleştiremiyor. Hantal yapısını modernleştirmeyi başaramadığı için ekonomisi büyüyemiyor ve dolayısıyla ABD ile Çin’in gerisinde kalıyor.
Üçüncü senaryoda ise bugünkü durum biraz iyileşiyor.
Türkiye’nin üyeliği biraz da birinci senaryoya bağlı.
Profesör Andre Sapir’in de dediği gibi, Avrupa Birliği’nin 10 yıl içerisinde sağlıklı bir ekonomiye kavuşması Türkiye’nin üyeliğine öncelikle ‘psikolojik’ olarak daha sıcak bakmasını sağlayacak.
İş, Avrupa ekonomisi için iyimser senaryoya dua etmeye kaldı galiba.
Gümrük Birliği görüşmeleri sadece 3-4 ay kazandırır
TÜRKİYE’nin pazar ekonomisine, yeni üye ülkelerden ve 2007 yılında üye olmaları beklenen Romanya ve Bulgaristan’dan önce geçmesi artı bir puan.
Peki yıllar önce imzaladığımız Gümrük Birliği’nin müzakerelerde nasıl bir avantaj sağlayacak?
Çünkü çeşitli çevrelerde AB ile müzakere meselesi konuşulduğunda, Gümrük Birliği anlaşmasının müzakere sürecini bir kaç yıl kısaltabileceği söyleniyor.
Profesör Sapir aynı kanıda değil.
‘Gümrük Birliği yani ticaret politikaları müzakerelerin en zor bölümü değil. Bu anlaşmayı imzalamış olmanız size 3 ila 4 ay kazandırabilir’ diyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Ekim 2004
Gelişmiş ülkelerde çalışma hayatının dışında yaşayanların sayısı giderek artıyor. Fransız Le Nouvel Observateur dergisi, bunlara ‘iş isyankárları’ adını takmış. ‘İşkolik’lerin tam tersi anlayacağınız. Fransa’da, Almanya’da, Belçika’da, ABD’de hatta çalışkanların ülkesi Japonya’da bile her geçen gün sayıları artıyor.
FRANSA ‘Günaydın Hüzün’ün yazarı Françoise Sagan’ı geçtiğimiz günlerde kaybetti.
Satış rekorları kıran ‘Günaydın Tembellik’ ile yeni bir yazar kazandı: Corinne Maier.
Psikanalist ve ekonomist olan Corinne Maier’ın yaz aylarında Fransa’da bestseller olan kitabı 100 bin bastı. Japonya’dan İngiltere’ye birçok ülkede önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak.
Fransız Elektrik Kurumu’nda haftada 20 saat çalışan Corinne Maier, bir anlamda ofiste çalışır gibi görünüp çalışmamanın el kitabını yazmış.
IV. LOUIS’DEN KALMA KURALLAR
Maier’ın insanları tembelliğe teşvik etmesinin bir nedeni var.
İddiasına göre, Fransa’da şirketlerin, kurumların kemikleşmiş yapısı çalışanı motive etmekten uzak.
Hiyerarşik yapı başarılı insanların yükselmesine engel.
‘Her şey Kral IV. Louis döneminden kalmış gibi...’
O halde yapılacak tek şey, sistemi tümden tıkamak için tembelliğin yayılması.
Bunları öneren 40 yaşındaki Corinne Maier’in başı işvereniyle derde girmiş elbet.
Ancak güçlü sendika sayesinde, 12 yıldan beri çalıştığı kurumda hemen kapının önüne konmaktan kurtulmuş.
Şimdi mahkemelik gibi bir şey.
İşvereniyle yaşadığı sıkıntı ise kitap satışını patlatmış.
Bu arada Corinne Maier’in gününü boş geçiren biri olduğu aklınıza gelmesin.
Fransız Elektrik Kurumu’nda haftada 20 saatlik mesaisinin yanı sıra, iki çocuk annesi kendi evinde psikanalist olarak hastalarını kabul ediyor.
Çeşitli dergiler için, psikanaliz dosyaları hazırlıyor.
Büyük bir olasılıkla hedefi, bu kitabı sayesinde köşeyi döndükten sonra gerçekten ‘Günaydın Tembellik’ demek.
YENİ MODA İŞ İSYANKARLIĞI
Corinne Maier’in kitabının bu kadar ses getirmesinin bir nedeni de gelişmiş ülkelerde çalışma hayatının dışında yaşayanların sayısının giderek artması.
Fransız Le Nouvel Observateur Dergisi bunlara ‘iş isyankárları’ adını takmış.
‘İşkolik’lerin tam tersi anlayacağınız.
Fransa’da, Almanya’da, Belçika’da çalışmadan yaşamanın yolunu bulanların sayısı giderek artıyormuş.
İşkoliklerin ülkesi diye bilinen Japonya’da dahi bir araştırma, 35 yaş altındakilerin yüzde 20’sinin çalışmadığını ortaya koymuş.
ABD’de de gereğinden fazla çalışmayı sorgulayanlar var.
Sosyal güvencenin Avrupa’daki gibi olmadığı ABD’de ‘iş isyankárları’ hareketinin tutması pek kolay değil ama yine de umut verici gelişmeler mevcut.
Mesela Arizona’da Claws diye bir grup, ‘Çalışma ve rekabet yerine mutluluk ilkeleri’ üzerine kurulmuş bir toplum peşinde koşuyor.
Guruları ise ‘Çalışmaya Hayır’ kitabının yazarı, anarşist profesör Bob Black.
Bizdeki durum ise şöyle:
Hepimiz müreffeh bir Türkiye için çoook çoook çalışacağız, (tabii iş varsa) ondan sonra ‘iş isyankárlığı’ yapmak serbest.
Yazının Devamını Oku 
1 Ekim 2004
<B>BRÜKSEL</B>’de hemen hemen gün boyunca Avrupa Siyasi Etüdler Merkezi’nin (CEPS) toplantı salonundayız. CEPS’in Arı Hareketi bünyesindeki Ekonomi ve Dış Politika Forumu (EDPF) ile birlikte hazırladığı ‘Modern Türkiye’nin Avrupalılaşması’ raporuna ilgi hayli fazla.
Salı günü de değinmiştim.
Raporu kaleme alanlar arasında CHP milletvekili ve EDPF Yönetim Kurulu Üyesi Kemal Derviş’in yanısıra hem Türkiye’den, hem Avrupa’dan önemli akademisyenler var.
Sunumlardan sonra en fazla merak edilen sorulardan bir tanesi şöyle: ‘Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne maliyeti ne olabilir?’ CEPS’ten Daniel Gros bugünkü koşullar uygulandığı takdirde Türkiye’nin AB’ye maliyetinin yılda 20 milyar Euro olacağını söylüyor.
‘Yani’ diyor, ‘Her Avrupalı’nın cebinden Türkiye için ayda 4 Euro çıkacak’.
İlk duyduğunuzda 4 Euro fazla değil.
Belki bir kahve parası...
Ancak bu parayı ödeyecek olanların arasında okul çağındaki çocuğun da, emekli yaşlıların da olduğunu unutmamak gerek.
Kemal Derviş maliyet konusunda oldukça temkinli.
20 milyar Euro’nun hesaplanabilecek maksimum maliyet olduğunu özellikle vurguluyor.
AB bütçesinde kurallar değiştiği zaman bu maliyetin 10 milyar Euro’ya düşmesi de pekálá mümkün.
Kaldı ki, Türkiye geliştikçe AB’ye maliyeti de düşecek.
Peki Türkiye’nin AB’ye katkısı ne olacak?
Elbet bunlar da konuşuluyor CEPS’teki toplantıda.
En büyük katkı iş gücü yaşlanacak olan Avrupa’ya genç ve dinamik nüfus.
Ancak unutmayalım ki eğitimli olması koşuluyla.
Kaleyi kadın ve sanatla fethetmek
CEPS’teki toplantının son konuşmacısı Avrupa Parlamentosu Sosyalist grup başkanı Martin Schultz.
Bakın ne diyor?
‘Avrupalı Türkiye’nin tarihini bilmiyor, gündelik hikayesini ise hiç bilmiyor’...
Kendimizi Avrupalı’ya anlatmak için tam da bugünlerde Brüksel’i kadın ve sanatla kuşatmaya hazırlanıyoruz.
Dünkü gazetelerde mutlaka gözünüze ilişmiştir.
Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın önderliğinde oluşturulan ‘Türkiye İçin Kadın İnisiyatifi’ 13 Ekim günü Brüksel’de Palais des Beaux Arts’da ‘AB’de Kadın Diyaloğu’ seminerini düzenliyor.
ÖNEMLİ BİR SERGİ
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ‘gönüllü AB elçisi’ tayin ettiği Arzuhan Yalçındağ, önceki günkü öğle yemeğinde AB’ye üyelik sürecinde kadın konusunun kaçınılmaz olarak Türkiye’nin önüne geleceğinden hareketle böyle bir inisiyatifin oluşturulduğunu anlatıyor.
Kadın inisiyatifi iki açıdan son derece önemli.
Birincisi Avrupalı kadını kazanmak.
Çünkü Avrupalı kadın Türkiye’ye kadın-erkek haklarının eşit olmadığı, maço bir toplum olarak tanıyor, biliyor.
Hatırlarsınız... Başka bir ‘gönüllü AB elçisi’ Bülent Ezcacıbaşı da bir Alman işadamının kendisine ‘üyelik için önce eşlerimizi ikna edin’ dediğini aktarmıştı.
İkinci önemli nokta ise sesimizi duyurmak için kadın hakları konusunda mücadele eden STK’ları yanımıza almak.
13 Ekim’deki toplantı için bir kitap ile kadının Anadolu’daki serüveniyle başlayan son derece etkili bir film hazırlanmış.
Esasında ‘AB’de Kadın Diyaloğu’ toplantısı Brüksel’de yine aynı yerde yarın başlayacak olan ‘Anneler, Tanrıçalar ve Kadın Sultanlar’ sergisine denk getirilmiş.
Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer ile Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Filiz Çağman’ın küratörlüğünü yaptıkları serginin açılışının Başbakan Erdoğan tarafından yapılması planlanmış.
Ancak Başbakan’ın programındaki değişiklik nedeniyle açılışı büyük bir olasılıkla Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu yapacak.
Palais Des Beaux Arts Belçika’nın kültür yaşamının kalbi.
Serginin büyük ilgi göreceğinden kuşku yok. Kaldı ki, sergi İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın Brüksel’de 6 Ekim ile 16 Ocak arasında düzenlediği Türkiye Festivali’nin bir bölümü. Bu süre zarfında konserler, sergiler, edebiyat günleri birbirini izleyecek.
Aynen Berlin’deki Türkiye festivali gibi.
18 Ocak’ta yine Ölçer ve Çağman küratörlüğünde Royal Academy’deki Türkler Sergisi’ni de bir yere not edin.
O da çok ses getirecek.
Son söz: Kadın ve sanatla kuşatılarak fethedilmeyecek kale yok.
Bakalım Başbakan kaç puan alacak
TÜRKİYE Brüksel’in gündemine tam oturmuş. Otelde elime geçen haftalık EU Reporter gazetesinin göbeğinde, Avrupa Parlamentosu’nun eski muhafazakar İngiliz üyesi Tom Spencer’in kaleme aldığı makale ‘Neden Türkiye’ye hayır demek cesaretini göstermeliyiz’ başlığını taşıyor.
Spence’in argümanları alıştığımız türden: Türkiye’nin coğrafi açıdan Asya’da olduğu gibi gerekçeler.
Gazetenin bir sonraki sayısında AB nezdindeki Büyükelçi Oğuz Demiralp ile yapılan söyleşi. Spencer’e neredeyse cevap niteliğinde. European Voice (Avrupalı Ses) Gazetesi ise 2004 yılının 50 Avrupalısını seçiyor. ‘Avrupalı olmayan vatandaş’ kategorisi de yapmış. Bu kategoride aday gösterdiği isimler arasında Gürcistan Devlet Başkanı Mikhail Şaakaşvili ile Başbakan Erdoğan var. Oylama 12 Kasım tarihine kadar. Bu tarihten sonra www.europeanvoice.com adresine bakanlar Erdoğan’ın kaç puan aldığını görebilirler.
Yazının Devamını Oku 
28 Eylül 2004
<B>BRÜKSEL</B> ile AB rüzgarının estiği Türkiye arasında bugünlerde müthiş bir trafik yaşanıyor. Geçen hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ziyaretinden sonra dün de CHP milletvekili Kemal Derviş ile Bülent Eczacıbaşı, Belçika'nın önde gelen düşünce kuruluşu CEPS'in (Avrupa Politika Etüdler Merkezi) Kongre Meydanı'ndaki salonundaydı.
Önce CEPS ile ilgili küçük bir bilgi notu.
1983 yılında kurulmuş olan CEPS Avrupa Birliği konusunda uzmanlaşmış.
Avrupa Anayasası'ndan tutun, yeni üyelerle ilgili sayısız araştırma, analiz yapmış.
Bir süreden beri Türkiye'den başka bir düşünce kuruluşu, "Ekonomi ve Dış Politika Forumu" (EDPF) ile birlikte ortak çalışmalar yapıyor.
Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunu demokrasi, politika, ekonomi gibi 8 ayrı alanda inceleyen dosyalar "Modern Türkiye'nin Avrupalılaşması/Geriye sayım kararı" adı altında bir rapor haline getirilmiş.
İşte bu raporun açıklanacağı konferans için Brüksel'deyiz.
CEPS Yönetim Kurulu Başkanı Onno Ruding'ın açılış konuşmasından sonra, AB ile yapılacak müzakereler için adı sıkça geçen Kemal Derviş ile CEPS Direktörü Daniel Gros, 120 sayfalık raporun ana hatlarını anlatıyorlar.
Avrupa Parlamentosu üyesi Joost Lagendijk ile "gönüllü AB elçimiz" Bülent Eczacıbaşı birer konuşma yapıyorlar.
"Modern Türkiye'nin Avrupalılaşması" raporu, aynı zamanda "Ekonomi ve Dış Politika Forumu" nun yönetim kurulu üyesi olan Kemal Derviş, yine EDPF'den Sinan Ülgen ve iki CEPS uzmanı Michael Emerson ile Daniel Gros tarafından kaleme alınmış.
Raporun amacı, müzakereler sürecinde ele alınacak konulara ayrıntılı bir şekilde ışık tutmak.
Bir yerde Brüksel'e yol göstermek.
Ancak bazı öneriler de içeriyor.
Meselá büyüme hızı ortalama yüzde 6 ila yüzde 7 olan Türkiye'nin Avrupa'nın büyümesine katkıda bulunabileceğine dikkat çekilirken, Ankara'nın müzakereler sürecinde Avrupa Konseyi'nin ekonomi ve finansla ilgili toplantılarına katılması öneriliyor.
Brüksel'deki AB çevrelerinde hayli konuşulacak olan raporun finansal destekçileri arasında Akbank, Coca Cola, Doğuş Holding, Finansbank, İstanbul'daki Açık Toplum Enstitüsü ve İtalyan LUİSS Üniversitesi var.
Mustafa Sarıgül'ün Bilim Vakfı'na jesti
ÇOCUKLARA bilimi sergilerle, deneylerle sevdirmeye çaba gösteren vakfı biliyorsunuz: Bilim Merkezi Vakfı.
Uzun yıllar İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Taşkışla'daki bir binasında faaliyet gösteren Bilim Merkezi Vakfı, İTÜ Rektörlüğüyle arası bozulunca yeni bir "yuva" arayışına başlamıştı.
Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül vakfın imdadına yetişmiş.
Fulya'da, Polat Kulesi'nin yanında bahçe içerisinde, şipşirin iki katlı bir binayı vakfa tahsis etmiş.
Belediye, STK ve özel sektörün biraraya gelmesiyle yarın yeni yerinde hizmete girecek olan Bilim Merkezi'nin hedefi bir yılda 250 ziyaretçi çekmek.
Avrupa'daki 200 tane bilim merkezi yılda yaklaşık 30 milyon ziyaretçi çekiyormuş.
Henüz emekleme çağında olan bizimkilerle (Ankara'da da Kanadalıların desteğiyle kurulmuş Feza Gürses Bilim Merkezi mevcut) Avrupa'dakileri kıyaslamamak gerek.
Zira Paris yakınlarındaki Parc de la Villette'i biliyorum.
Ultra modern müzesiyle, sergi alanları, sinema salonları, bahçeleriyle başlıbaşına bir şehir gibi.
Bilim Merkezi, vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Şerif Kaynar'ın sponsorlardan 500 bin dolar toplamayı başarmasıyla yeni yerine taşınabilmiş.
Kaynar, ilk beş sponsorun adlarını şöyle verdi: KPartners, Çimtaş, TeknoSA, İzzettin Silier ve Yapı Merkezi.
Giriş sadece 3 milyon olacakmış.
İstanbul'daki Bilim Merkezi'nin en ilgi çekici yanı Türkiye, ABD ve Hindistan'da imal edilmiş 120 tane deney ünitesi.
Kaynar'a deney ünitesi nedir diye sordum.
Beynin nasıl çalıştığını, Arşimed Kanunu'nu, depremi gibi şeyleri deneylerle anlatan ünitelermiş.
Bilim, teknoloji, bu alanlarda ABD ile arayı kapatmaya çalışan Avrupa için önemli.
AB iddiamız varsa, bilimde varlık göstermek zorundayız.
Bu yüzden hem Bilim Merkezi Vakfı'nı, hem böyle bir vakfa kucak açan Sarıgül'ü tebrik etmek gerek.
Yabancılara konut 5 yılda 5 milyar dolar getirir
GEÇEN cuma günkü "Mersin'de ikinci konutu turizme açma seferberliği" yazım üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu aradı.
Bakanlığın, ikinci konutları turizme kazandırma meselesine çok önem verdiğini ve gerekli yönetmeliğin bir-iki haftaya kadar çıkacağını söyledi.
Mumcu, "Yazlık siteler bakımsızlık çöküyor. Bunca yatırım boşa gidiyor. Sahiplerinin rızasıyla bu siteler birer turizm işletmesi olarak ekonomiye kazandırılabilir" dedi.
Hem bu siteleri yönetecek, hem turistlere pazarlayacak turizm işletlemeleri yatırım teşvikinden yararlanabileceklermiş.
Bakanlığın başka bir projesi, Avrupa'da hayli yaygın olan de apart-otel kavramını geliştirmek.
Düşük tüketim kredisi avantajı olan Avrupalıları buraya çekmek.
İspanya'daki sadece Almanların 1 milyar dolarlık konuta sahip olduklarını hatırlatan Mumcu, yabancılara gayri menkul satışından 5 yıl içersinde ekonomiye 5 milyar dolarlık katkı sağlanabileceğine dikkat çekti.
Şimdi yabancılara mal mülk satılmasına karşı olanlar kesinlikle yine kıyameti koparacak.
Mumcu'nun da değindiği gibi şu hatırlatmakta fayda var: Güney sahillerinde ve özellikle Marbella'da,İngilizlere, Almanlara, Araplara ev satan İspanya gördüğünüz gibi hálá dimdik ayakta.
Yazının Devamını Oku 
28 Eylül 2004
BRÜKSEL ile AB rüzgarının estiği Türkiye arasında bugünlerde müthiş bir trafik yaşanıyor.Geçen hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ziyaretinden sonra dün de CHP milletvekili Kemal Derviş ile Bülent Eczacıbaşı, Belçika'nın önde gelen düşünce kuruluşu CEPS'in (Avrupa Politika Etüdler Merkezi) Kongre Meydanı'ndaki salonundaydı.Önce CEPS ile ilgili küçük bir bilgi notu.1983 yılında kurulmuş olan CEPS Avrupa Birliği konusunda uzmanlaşmış.Avrupa Anayasası'ndan tutun, yeni üyelerle ilgili sayısız araştırma, analiz yapmış.Bir süreden beri Türkiye'den başka bir düşünce kuruluşu, "Ekonomi ve Dış Politika Forumu" (EDPF) ile birlikte ortak çalışmalar yapıyor.Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunu demokrasi, politika, ekonomi gibi 8 ayrı alanda inceleyen dosyalar "Modern Türkiye'nin Avrupalılaşması/Geriye sayım kararı" adı altında bir rapor haline getirilmiş.İşte bu raporun açıklanacağı konferans için Brüksel'deyiz.CEPS Yönetim Kurulu Başkanı Onno Ruding'ın açılış konuşmasından sonra, AB ile yapılacak müzakereler için adı sıkça geçen Kemal Derviş ile CEPS Direktörü Daniel Gros, 120 sayfalık raporun ana hatlarını anlatıyorlar.Avrupa Parlamentosu üyesi Joost Lagendijk ile "gönüllü AB elçimiz" Bülent Eczacıbaşı birer konuşma yapıyorlar."Modern Türkiye'nin Avrupalılaşması" raporu, aynı zamanda "Ekonomi ve Dış Politika Forumu" nun yönetim kurulu üyesi olan Kemal Derviş, yine EDPF'den Sinan Ülgen ve iki CEPS uzmanı Michael Emerson ile Daniel Gros tarafından kaleme alınmış.Raporun amacı, müzakereler sürecinde ele alınacak konulara ayrıntılı bir şekilde ışık tutmak.Bir yerde Brüksel'e yol göstermek.Ancak bazı öneriler de içeriyor.Meselá büyüme hızı ortalama yüzde 6 ila yüzde 7 olan Türkiye'nin Avrupa'nın büyümesine katkıda bulunabileceğine dikkat çekilirken, Ankara'nın müzakereler sürecinde Avrupa Konseyi'nin ekonomi ve finansla ilgili toplantılarına katılması öneriliyor.Brüksel'deki AB çevrelerinde hayli konuşulacak olan raporun finansal destekçileri arasında Akbank, Coca Cola, Doğuş Holding, Finansbank, İstanbul'daki Açık Toplum Enstitüsü ve İtalyan LUİSS Üniversitesi var.Mustafa Sarıgül'ün Bilim Vakfı'na jestiÇOCUKLARA bilimi sergilerle, deneylerle sevdirmeye çaba gösteren vakfı biliyorsunuz: Bilim Merkezi Vakfı.Uzun yıllar İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Taşkışla'daki bir binasında faaliyet gösteren Bilim Merkezi Vakfı, İTÜ Rektörlüğüyle arası bozulunca yeni bir "yuva" arayışına başlamıştı.Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül vakfın imdadına yetişmiş.Fulya'da, Polat Kulesi'nin yanında bahçe içerisinde, şipşirin iki katlı bir binayı vakfa tahsis etmiş.Belediye, STK ve özel sektörün biraraya gelmesiyle yarın yeni yerinde hizmete girecek olan Bilim Merkezi'nin hedefi bir yılda 250 ziyaretçi çekmek.Avrupa'daki 200 tane bilim merkezi yılda yaklaşık 30 milyon ziyaretçi çekiyormuş.Henüz emekleme çağında olan bizimkilerle (Ankara'da da Kanadalıların desteğiyle kurulmuş Feza Gürses Bilim Merkezi mevcut) Avrupa'dakileri kıyaslamamak gerek.Zira Paris yakınlarındaki Parc de la Villette'i biliyorum.Ultra modern müzesiyle, sergi alanları, sinema salonları, bahçeleriyle başlıbaşına bir şehir gibi.Bilim Merkezi, vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Şerif Kaynar'ın sponsorlardan 500 bin dolar toplamayı başarmasıyla yeni yerine taşınabilmiş.Kaynar, ilk beş sponsorun adlarını şöyle verdi: KPartners, Çimtaş, TeknoSA, İzzettin Silier ve Yapı Merkezi.Giriş sadece 3 milyon olacakmış.İstanbul'daki Bilim Merkezi'nin en ilgi çekici yanı Türkiye, ABD ve Hindistan'da imal edilmiş 120 tane deney ünitesi.Kaynar'a deney ünitesi nedir diye sordum.Beynin nasıl çalıştığını, Arşimed Kanunu'nu, depremi gibi şeyleri deneylerle anlatan ünitelermiş.Bilim, teknoloji, bu alanlarda ABD ile arayı kapatmaya çalışan Avrupa için önemli.AB iddiamız varsa, bilimde varlık göstermek zorundayız.Bu yüzden hem Bilim Merkezi Vakfı'nı, hem böyle bir vakfa kucak açan Sarıgül'ü tebrik etmek gerek.Yabancılara konut 5 yılda 5 milyar dolar getirirGEÇEN cuma günkü "Mersin'de ikinci konutu turizme açma seferberliği" yazım üzerine Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu aradı.Bakanlığın, ikinci konutları turizme kazandırma meselesine çok önem verdiğini ve gerekli yönetmeliğin bir-iki haftaya kadar çıkacağını söyledi.Mumcu, "Yazlık siteler bakımsızlık çöküyor. Bunca yatırım boşa gidiyor. Sahiplerinin rızasıyla bu siteler birer turizm işletmesi olarak ekonomiye kazandırılabilir" dedi.Hem bu siteleri yönetecek, hem turistlere pazarlayacak turizm işletlemeleri yatırım teşvikinden yararlanabileceklermiş.Bakanlığın başka bir projesi, Avrupa'da hayli yaygın olan de apart-otel kavramını geliştirmek.Düşük tüketim kredisi avantajı olan Avrupalıları buraya çekmek.İspanya'daki sadece Almanların 1 milyar dolarlık konuta sahip olduklarını hatırlatan Mumcu, yabancılara gayri menkul satışından 5 yıl içersinde ekonomiye 5 milyar dolarlık katkı sağlanabileceğine dikkat çekti.Şimdi yabancılara mal mülk satılmasına karşı olanlar kesinlikle yine kıyameti koparacak.Mumcu'nun da değindiği gibi şu hatırlatmakta fayda var: Güney sahillerinde ve özellikle Marbella'da,İngilizlere, Almanlara, Araplara ev satan İspanya gördüğünüz gibi hálá dimdik ayakta.
button
Yazının Devamını Oku 