29 Ocak 2005
<B>DAVOS</B>'un sıcak konularından biri de rüşvet.<br><br>Dünya Ekonomik Forumu'nun üçüncü gününde rüşvete karşı işbirliği paneli var. Ama panel öncesi, dünyanın önde gelen inşaat ve doğal kaynak şirketleri rüşvete "sıfır tolerans" konusunda anlaşıyor.
Rüşvete "sıfır toleransa" imza atan şirketler arasında Irak'ın yeniden yapılandırılmasında önemli bir pay kapan, Amerikan yönetimine yakın Bechtel şirketi de var.
Yıllık gelirleri 300 milyar dolar olan 47 büyük çokuluslu şirketin imzaladığı anlaşmanın başını Fluor Şirketi'nin CEO'su Alan Boeckmann çekiyor.
Ancak işin bir başka boyutu, dünyanın beş ünlü petrol şirketinin anlaşmayı imzalamaya yanaşmamaları.
Shell ile Total şirketleri kendi rüşvet politikaları olduğu gerekçesiyle anlaşmayı imzalamamış.
BP, Exxon Mobil ve Texaco da soğuk bakıyor.
"Sıfır Tolerans" anlaşmasında neleri kapsıyor?
Anlaşmaya imza atan 47 şirket, kendi çalışanları eğitmek için şirket içi programlara yer verecek.
Ayrıca yabancı ülkelerde çalışanlarını, partnerlerini de eğitip, rüşvete girecek her türlü para, hediye alış verişini yasaklayacaklar.
Davos'ta rüşvet meselesinin özellikle bu yıl üzerinde çok durulmasının bir nedeni var.
Dünya Ekonomik Forumu'nun uzun yıllar başkanlığını yapan Jose Maria Figueres, geçen ekim ayında Fransız Alcatel'le olan ilişkisi nedeniyle istifa etmişti.
Costa Rica eski başkanlarından Figueres, Alcatel'den 900 bin dolar aldığını itiraf etmişti.
İşte bu yüzden Dünya Ekonomik Forumu biraz da kendisiyle vicdan muhasebesi yapıyor.
Erdoğan'ın Davos'ta iki rakibi: Yuşçenko ve Fiorina
BAŞBAKAN Erdoğan'a Davos'taki uluslararası medyadan ilgi hayli fazla.
Başbakanın ayağının tozuyla katıldığı medya liderleri listesine bakınca durum ortaya çıkıyor.
Salon ağzına kadar dolu.
Başbakanın yanı sıra böyle basın toplantılarını tıka basa doldurmuş olan sadece iki isim var.
HP CEO'su Caryl Fiorina ile Ukrayna'nın yeni başkanı Yuşçenko.
Davos'ta bu yıl hayli ön planda olan Ukrayna ile sorular zaten Başbakan'ın önüne sık çıkıyor.
"Ukrayna'nın AB üyeliğine ne diyorsunuz?"
Başbakan'a sorular daha çok Irak ve İran üzerinde odaklaşıyor.
Peki işadamlarının ilgisi nasıl?
Başbakan, Unilever, Kanadalı AIG Grubu, Kanada Laval Şirketi ile görüşüyor.
Biraraya geldiği George Soros ise Açık Toplum Enstitüsü'nün faaliyetlerini anlatıyor.
Türkiye yabancılara "Artık ortam hazır, yatırıma gelin" mesajını veriyor.
Erdoğan'ın Davos'ta görüştüğü Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn müzakerelerin 3 Ekim'de başlayacağını doğruluyor.
Tarama sürecinin de aynı tarihte başlayacağını söylüyor.
Ancak Başbakan Almanya Şansölyesi Schröder'le görüştüğünde karşısına başka bir tablo çıkıyor.
Schröder tarama sürecinin 3 Ekim'den önce tamamlanacağı vaadini veriyor.
Yani bu durumda Genişlemeden Sorumlu Komiser Rehn ile Schröder arasında görüş ayrılığı ortaya çıkıyor.
Mehmet Ali Yalçındağ, WEF'in Genç Liderleri seçme komitesinde
DÜNYA Ekonomik Forumu yani WEF, bu yıl "Yarının Global Liderleri" programını rafa kaldırmış.
"Genç Global Liderler Forumu" diye yeni bir program başlatmış.
Türkiye'den de biliyorsunuz, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Kanal D İcra Kurulu Başkanı Arzuhan Yalçındağ, Ali Koç ve Ferit Şahenk bu genç global liderlerin forumuna seçilmişti.
Dünya Ekonomik Forumu bu genç liderlerin belirlenmesi için bir "Aday Belirleme Komitesi" oluşturmuş.
Başkanı Ürdün Kraliçesi Raina.
Komite dünyanın önde gelen medya şirketlerinin CEO'ları ve başkanlarından oluşuyor.
Hubert Burda, Steve Forbes, Steve Jobs, Jean Marie Colombani gibi isimlerin olduğu komitede Türkiye'den Doğan Yayın Holding CEO'su Mehmet Ali Yalçındağ var.
Komite beş yıl içersinde yaşları 25 ila 40 arasında tam 1111 global lideri seçecek.
Ekonomik reforma evet politik partiye hayır
ÖNCEKİ gün Davos'a gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın uluslararası medya ile yapacağı toplantıdan önce aynı yerde Libya'nın yeni siması, Kaddafi'nin oğlu Saif Al İslam Al Kaddafi gazetecilerle buluşuyor.
Kaddafi'nin bildiğim kadarıyla birkaç oğlu var.
Acaba bu hangisi?
Zira oğullarından bir tanesi hayırsız? Paris'te korumalarıyla polisle sürtüştüğü olay var.
Karşımızdaki oğlu ise entelektüel olanı.
Üniversiteyi İngiltere'de okumuş ve Kaddafi Uluslararası Yardım Fonu'nun başında.
Davos'a gelişi, Libya'nın başlatma kararı aldığı ekonomik reformlarla yakından ilgili.
Harvard'dan Profesör Michael Porter ile Pulitzer ödüllü ekonomist Daniel Yergin, Libya'nın daha liberal bir ekonomiye geçişi için yardım edecek isimler.
İngiliz Adam Smith Enstitüsü de mart ayından itibaren hükümetteki reformlar için çalışmaya başlayaçak.
Saif Al İslam Al Kaddafi, "Libya'da eski dönem geride kaldı. Modernleşme süreci başlatma kararı aldık" diyor.
Peki Batı'ya yakınlaşmanın nedeni ne?
"Biz değil, Batı bize yakınlaştı" diyor.
Saif Al İslam Al Kaddafi, Libya'nın Irak politikasıyla ilgili olarak, Iraklılar'ın işgale direnmelerini yasal bulduklarını ancak insanların kaçırıp öldürülmelerine karşı olduklarını anlatıyor.
"10 yıl sonrası için Libya vizyonunuz nasıl" diye soruyorum.
Kaddafi'nin oğlu gülerek "Irak'ı anlatmak daha kolaydı galiba isterseniz ona dönelim" diyor sonra da "Modern ve rekabetçi bir ekonomiye kavuşmuş, insanlarının yaşam standardı Batı standardında, Afrika Birliği'ni kurmayı başarmış bir ülke düşlüyorum" cevabını veriyor.
Ekonomik reformlar iyi de siyasette reform olacak mı?
İşte bu zor.
Zira Kaddafi'nin oğluna göre, aşiret geleneğinden gelen ve halen bu geleneğin sürdüğü Libya'da insanların politik parti talepleri yokmuş.
Sistemi sorgulayan muhalefet dahi istemiyormuş.
Peki babasından sonra iktidara o mu geçecek? Yani bir tür padişahlık mı devam edecek Libya'da?
"Öyle bir şey olamaz? Bir yolunu bulacağız. Demokrasi ne demek? İnsanların hak ettikleri mevkiye gelmeleri değil mi?"
Anlayacağınız Libya ekonomik reformlara evet ama siyasi reformlara hayır diyor.
En azından şimdilik.
Yazının Devamını Oku 
27 Ocak 2005
<B>BU </B>yıl Davos, sıfırın altında seyreden soğuk ile diğer yıllardan farklı.<br><br>Farksız olan ilk günden başlayan yoğun tempo. Dün sabah aynı saatlerde başlayan, birbirinden cazip altı oturum -Çin, İklim Değişimi, Global Ekonomi, İslam, Yoksulluk ve Silahsızlanma- arasından ‘global ekonomi’yi seçtim.
Türkiye'yi yakından izleyen, İsrail eski Merkez Bankası Başkanı ve Amerikan International Group Başkan Yardımcısı Jacop Frenkel, Japon Profesör Takatoshi Ito, Morgan Stanley'in şef ekonomisti Stephen Roach, Londra Business School'un Dekanı Laura Tyson global ekonomiyi tartışan isimlerdi.
Oturumu ise Financial Times'tan Martin Wolf yönetti.
Peki neler konuşuldu?
Bir kere 2004 yılının global ekonomi için gerçekten müthiş bir yıl olduğunun altı çizildi.
ABD ekonomisinin hızlı büyümesi, Japonya'nın sorunlarının çoğunu çözmesi, Çin'in baş döndürücü büyüme hızı iyi güzel de yerlerde sürünen Avrupa ekonomisi ne olacak?
AVRUPA EKONOMİSİ SÜRÜNÜYOR
Konuşmacılar arasındaki tek kadın olan Laura Tyson doğrusu Avrupa için pek de pembe tablo çizmedi ya da çizemedi.
Tyson'a göre, Avrupa 2000 yılında ortaya koyduğu yılda ortalama yüzde 3'lük kalkınma hedefine ulaşmamasının nedenleri arasında Euro'nun güçlenmesi ve petrol fiyatlarının artması var.
2004 yılında petrol fiyatlarının tavan yapması Avrupa ekonomisine en büyük darbeyi indirmiş.
Zira Avrupa ekonomisi petrole fazlasıyla bağımlı.
Peki bu karamsar tabloda hiç umut ışığı yok mu?
Varmış.
Laura Tyson'ın dediğine göre, Fransa ve Almanya'da sendikaların bazı esneklik belirtileri göstermeleri reformları hızlandırabilecek.
Önemli bir nokta şu: Avrupa Birliği'nin yeni üyelerinden gelen rekabet hantal yapılar esnemeye zoruyormuş.
Avrupa ekonomisinin büyümesinin anahtarı verimlilik.
Frenkel'e göre, dünya ekonomisinin motoru Asya.
ABD'nin bütçe açığının ve Avrupa'nın büyüme sorununun siyasiler tarafından gerektiği gibi ciddiyetle ele alınmadığını iddia eden Frenkel, ‘Geçmiş yıllarda zorluk içersinde olan ülkeler şimdi çekim merkezi haline gelecek’ diyor.
Bu ülkeler hangileri?
Türkiye, Rusya, Meksika, Brezilya.
‘Türkiye'yi bir iki yıl önce düşünün. Ya da 1998 yılında Rusya'yı? Şimdi paradigmalar değişti. Rusya aynı Rusya değil. Türkiye aynı Türkiye değil’ diye konuşuyor.
Babacan Avrupa oturumunda
EKONOMİDEN sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan dün ‘global ekonomi’ oturumundan hemen sonra başlayan ‘Avrupa’ oturumunun konuşmacıları arasındaydı.
‘Avrupa'nın durumu ne olacak’ sorusuna cevap arayanlar arasında Estonya Başbakanı Juhan Parts'ı da dinleme fırsatını bulduk.
Parts'a geçmeden önce Babacan'ın söyledikleriyle ilgili bir iki cümle.
Babacan, Avrupa'nın bildiğimiz sorunlarına değindi: Genişleme sancıları, ekonominin hedefini tutturmaması, yeni anayasa tartışmaları gibi.
Türkiye'nin üyeliğiyle Avrupa'nın çok kültürlü bir kimlik ortaya koyacağını söyledi.
Ancak kanımca, Türkiye'nin Avrupa'nın pısırıklığından kurtulmasına nasıl katkıda bulunabileceğinin fazla üzerinde durmadı.
Oysa Estonya Başbakanı Juhan Parts, Avrupa'nın eski sosyal yapısının nasıl daha dinamik hale getirileceği konusunda ülkesinde tartışmaların sürdüğünü vurgularken bir şeyleri değiştirmek isteyen Avrupalı'nın en iyi örneğini verdi.
Sancılı bir dönemden geçen Avrupa'yla günün birinde bütünleşmek istiyorsak sanırım bizim bu tartışmaları daha yakından izlememiz gerekiyor.
Gere: CEO'ları harekete geçirmek için Davos'tayım
DAVOS'un bu yılki en büyük sürprizi ünlü oyuncular.
Doğrusu yıllar boyu burada siyasetin, edebiyatın, felsefe dünyasının ünlü isimleriyle karşılaştık.
Beyazperdenin bu büyük çıkarması ilk kez oluyor.
Aralarında benim de bulunduğum bazı gazeteciler dün öğle yemeğini Sharon Stone ve Richard Gere ile paylaşmak muradına erdik.
Global ekonomi ve Avrupa oturumlarından sonra bir koşuda, Kongre Sarayı'nın biraz uzağındaki Belvedere Oteli'nin Atlantis Salonu'na ulaştığımda Sharon Stone oradaydı.
Üstelik oturduğum masanın hemen arkasındaki masadaydı.
Kısacık kesilmiş sarı saçları ve siyah kazağıyla oldukça alımlıydı ama benim gözüm kendisini bekletmekte olan Richard Gere'deydi doğrusu.
On, onbeş dakika sonra o da çıkageldi.
Sharon Stone ve Richard Gere ile sırt sırta bir öğle yemeği nasıl geçti derseniz?
Cevabım kısacık: Yemek yemedim.
Belirtmekte yarar var: Hem Stone, hem Gere yıllardan beri AIDS ile savaşın içindeler.
Önce Sharon Stone konuşuyor.
‘Sizin kadar eğitimli ve deneyimli olmasam da AIDS ile mücadele konusunda bayağı yol aldım’ diyor.
Özellikle Afrika'da AIDS'li anne ve çocuklar için neler yapıldığını anlatıyor.
Üzgünüm ama Richard Gere hem karizmasıyla, hem bilgisiyle, hem farkındalığıyla, hem pratik önerileriyle Sharon Stone'u feci gölgede bıraktı.
‘Mücadelenin içersindeyim çünkü 1980'li yıllarda AIDS'ten pek çok arkadaşımı yitirdim. Acılarını yüreğimde hissettim’ diyor Gere.
"İkinci vatanım" dediği Hindistan'da nasıl iş dünyasını işin içine kattığını anlattıktan sonra baklayı ağzından çıkartıyor: ‘Davos'a gelme nedenimiz CEO'ları hareke geçirmek. Mesele sadece para meselesi değil çünkü. CEO'ların dikkatini eğitime, sağlığa, bizimle işbirliğine çekmek istiyoruz. Medyanın da desteğiyle AIDS konusunda dev adımlar atabiliriz’ diyor.
Bir medya mensubu olarak Richard Gere'i bu mücadelesinde desteklemeye hazır ve kararlıyım.
CEO'ların yüzde 90'ı umutlu
DAVOS'ta erken başlayan günün ilk buluşması PricewaterhouseCoopers'in Avrupa Başkanı Wolfgang Wagner ile gerçekleşiyor.
Wagner ile PricewaterhouseCoopers'in önceki gece kamuoyuna duyurduğu CEO araştırmasını konuşuyoruz.
Bu yıl sekizincisi yapılan araştırmaya tüm dünyadan 1300 CEO katılmış.
Araştırmanın ortaya koyduğu en önemli şey şu:
İki yıl önce karşıtıkları şirket yolsuzlukları nedeniyle yıldızları sönmüş olan CEO'lar eski güveninirliklerine kavuşmuş.
Peki CEO'ların 2005 yılına bakışları ne?
Yüzde 90'ı işyerin büyüyeceği konusunda iyimser.
Geçtiğimiz 3 yıla oranla iyimserlikteki artış kayda değer.
Wolfgang Wagner'e göre, CEO'lar fırsatları gördükleri halde risklerin de farkındalar ve en önemlisi Euro-dolar paritesiyle yaşamayı öğrenmişler.
Wagner'in sözünü ettiği risklerin başında regulasyonlar ve düşük maliyet rekabeti geliyor.
PricewaterhouseCoopers bu arada ‘tsunami’ yardımlarının denetlenmesinde ve yerine ulaşmasında Birleşmiş Milletler’i destekliyor.
Yazının Devamını Oku 
25 Ocak 2005
<B>DAVOS</B>’taki Dünya Ekonomik Forumu yarın başlıyor.<br><br>Bu yılın teması olarak <B>‘zor zamanlarda sorumluluk alma’ </B>belirlenmiş. Yoksulluktan tutun, küresel ısınmaya kadar yeryüzünün derdi pek çok.
2005 yılının ekonomik ve siyasi öngörülerinin yanı sıra bu ‘global dertler’ de her yıl olduğu masaya yatırılacak.
Ancak Dünya Ekonomik Forumu bu yıl daha biraz farklı geçecek gibi.
Davos ‘Global köy’ diye bilinir.
Şimdi bir de ‘Global Belediye Binası’ diye bir kavram geliştirilmiş.
Anladığım kadarıyla oturumlarda, sadece konuşmacılar değil katılımcılar da görüşlerini dile getirebilecekler.
Bu yıl Davos’ta farklı bir şey daha var.
Beyaz perdenin ve müzik dünyasının ağır topları davet edilmiş.
Kimler mi?
Sharon Stone, Angelina Jolie, Richard Gere, Peter Gabriel ön programda not ettiklerim.
Siyasetin de flaş isimleri bu yıl Davos’ta.
Dünya Ekonomik Forumu’nun açılış konuşması Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’tan.
Resmi açılışını ise İngiltere Başbakanı Tony Blair yapıyor.
Yine yarın öğle yemeğinde ise gazetecileri hoş bir değil tam iki sürpriz bekliyor: Richard Gere ile Sharon Stone.
Richard Gere kendi adını taşıyan vakıf adına davetli.
Gere Vakfı, AIDS, insan hakları ve daha bir sürü dünya meselesiyle yakından ilgileniyor.
Anlayacağınız aynı gün hem Chirac’ı ve Blair’i, hem Gere ve Stone’u dinleme fırsatını bulacağız.
Hangileri daha eğlenceli siz karar verin artık.
İtalyan mutfağını dünyada en iyi bilen Türk kim?
LONDRA’daki ‘Türkler’ Sergisi’yle Türkiye’nin tanıtımı konusunu daha fazla konuşur olduk.
Serginin açılış resepsiyonu sırasında kalabalık nedeniyle görme fırsatını bulamadığım Kültür ve Turizm Müsteşarı Mustafa İsen ile dün sabah telefonda görüştük.
Mustafa İsen serginin gördüğü ilgiden gayet memnun, Avusturya’dan da sergi için talep geldiğini söylüyor.
Türkiye’nin AB üyeliğine en fazla direnen Fransa’da da aynı sergi düzenlense keşke.
Dönem tanıtım için seferber olma dönemi.
Tarihimizle, kültürümüzle, mutfağımızla her şeyle.
İtalya’nın ‘Dünyadaki İtalyan Mutfak Kültürü’nden sorumlu bakanı olduğunu yeni öğrendim.
Berlin büromuzdan Aydın Ulun, ‘Mutlaka ilgilenirsin şu habere bir bak’ diye gönderdiği haberi okuyunca kavradım.
Meğer İtalya her yıl ‘dünyada İtalyan mutfağını en iyi bilen’ kişilere ödül verirmiş.
Bu yıl ödüllendirdiği kişiler arasında, Almanya’da Postdam’da ‘Villa Von Haacke’ adındaki lokantanın sahibi Bülent Demir de varmış.
‘İtalyan Mutfak Kültürü’nden sorumlu Bakan Tremaglia, 150 kişiyle birlikte Bülent Demir’i de ödüllendirmiş.
Ne dersiniz?
Acaba biz de günün birinde ‘Dünyada Türk mutfağını en iyi bilen’ kişileri ödüllendirebilir miyiz?
Başbakan Erdoğan’ın ‘waiting list’i
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun bu yılki ön programına göz attığınızda Türkiye’nin eski yıllara oranla pek ağırlığının olmadığı ortaya çıkıyor.
Sonradan değişir mi bilmem ama elimin altındaki programda şimdilik sadece iki Türk’ün adını gördüm.
Biri ‘Göç ve Kültürel Kimlik’ oturumuna katılacak olan İhlas Holding’in CEO’su Ahmet Mücahit Ören.
Diğeri karikatürist Salih Memecan.
Diğer yıllardan farklı olarak herhangi bir bakanımızın katılacağı bir oturum yok.
Sonradan orada işler değişirse bilemem.
Avrupa Birliği üyeliğine odaklanmış olan Ankara’nın bu yıl Davos’a pek yüklenmemiş olması mümkün.
Ali Babacan Davos’u ilk gününden izleyecek olan tek bakan.
Babacan’a, AKP Ar-Ge’den sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Reha Denemeç ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanı Ahmet Ertürk eşlik ediyor.
Yıllardan beri Davos’un müdavimi olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı, Azizler Holding İcra Kurulu Başkanı Cüneyd Zapsu’ya bu yılki programı sordum.
Başbakan Erdoğan ve beraberindeki heyet Davos’a perşembe günü geliyormuş.
Davos’ta kalma süresi hemen hemen 24 saat.
Bu süre zarfında 7 başbakan ile randevu alınmış.
Schröder’i biliyoruz.
Başbakan ile görüşme talebi devlet adamları kadar işadamlarından da gelmiş.
Zapsu diyor ki ‘New York’tan bu yana Başbakan Erdoğan’ın katılacağı dördüncü Dünya Ekonomik Forumu. Görüşme talepleri her yıl daha fazla. Davos’ta dört gün daha kalsaydık yine talepleri karşılayamazdık...’
Zapsu, randevu talebinde bulunup somut bir yanıt alamayanlar için bir ‘waiting list’ yani bekleme listesi oluşturduklarını da söylüyor.
Bu arada iki yıl önce Davos’ta çok konuşulan ‘Türk Gecesi’ bu kez öğle saatlerine alınmış.
Cuma günü düzenlenmesi planlanan öğle yemeğine 100’e yakın kişinin katılması bekleniyormuş.
Başbakan Erdoğan’ın bir Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab ile Kongre Merkezi’nin ana salonunda tüm katılımcıların önünde yapacağı bir tür ‘Teke Tek’ programı var.
Yazının Devamını Oku 
23 Ocak 2005
Arkeoloji merakım yüzünden elbet Halet Çambel’in neler yapmış olduğunu biliyorum. Ama daha fazlasını onu 1940’lardan beri tanıyan Yaşar Kemal anlatıyor o gece: ‘Halet, gencecik bir kadın iken beygir sırtında tek başına Toros Dağları’ndaki Karatepe’ye gitmişti. Ben de merak eder dururdum dağın başında ne yapar diye. Dağ eşkıya kaynıyor sanıyorum. Meğerse dört-beş tane kalmış zaten Halet de onlarla arkadaş olmuş.’
BEYOĞLU’ndaki Hollanda Sarayı’nın salonu. Küçük çaplı bir tören için herkes yerini almış.Derken gözler kapıya çevriliyor.
Kültür hayatımızın üç ‘anıt kişisi’ ya da üç ‘çınarı’ peş peşe içeri süzülüyorlar.
89 yaşındaki arkeolog Profesör Halet Çambel, Ağa Han ödülü sahibi eşi mimar 95 yaşındaki Nail Çakırhan ve 82 yaşındaki Yaşar Kemal.
En öndeki sıraya oturduklarında deklanşörüme basıyorum.
Bence hayatımın en anlamlı fotoğraflarından birini çekiyorum.
Yaşar Kemal, Nail Çakırhan ve Halet Çambel yan yana.
*
HOLLANDA Sarayı’ndaki törenin kahramanı esasında Halet Çambel.
2004 yılı Hollanda Prens Claus Ödülü’ne layık görülmüş, ödülünü Hollanda Büyükelçisi Sjoerd Gosses’ın elinden alacak.
Arkeoloji merakım yüzünden elbet Halet Çambel’in neler yapmış olduğunu biliyorum.
Ama daha fazlasını onu 1940’lı yıllardan beri tanıyan yakın arkadaşı Yaşar Kemal anlatıyor o gece.
‘Halet, gencecik bir kadın iken beygir sırtında tek başına Toros Dağları’ndaki Karatepe’ye gitmişti. Ben de merak eder dururdum dağın başında ne yapar diye. Dağ eşkıya kaynıyor sanıyorum. Meğerse dört-beş tane kalmış zaten Halet de onlarla arkadaş olmuş.’
*
YAŞAR Kemal’e bakılırsa Halet Çambel ‘evliya gibi kadın’.
Dağda herkes onu tanırmış, herkes onunla konuşurmuş.
Hele köylüleri ‘kök’ boyayla tanıştırınca ünü Anadolu’ya yayılmış.
Yaşar Kemal anlatmaya devam ediyor.
‘Bir gün yönetmen Elia Kazan ile Isparta’da geziniyoruz. Baktım halı dokuyanlar kök boya kullanıyor. Nereden çıktı diye sordum? Halet’in adını bilmiyorlar ama güneyden gelen bir kadın öğretti diye onu tarif ediyorlar.’
Yalnız kök boya mı?
Halet Çambel’in, Adana’nın Kadirli İlçesi’ndeki Karatepe’deki çalışmalarını ayrıntılı bir şekilde Cengiz Bektaş yazmış.
Bahadır Alkım ve H.Th. Bossert ile birlikte yürüttüğü kazılardan sonra Karatepe’de yaptıkları Bektaş’a göre gerçek bir ‘kahramanlık olayı’.
*
ÇAMBEL, Aslantaş Barajı’nın eski Hitit yerleşimine zarar vermemesi için savaşmış.
Okuma-yazma kursları açmış.
Köprü yaptırtmış, köylere su-elektrik getirtmiş. Ormanları yakanlarla, ağalarla, eski eser kaçakçılarıyla uğraşmış.
Bunlar sadece Karatepe için yaptıkları...
1995 yılından beri Türkiye Bilimler Akademisi’nin ‘şeref üyesi’ olan Halet Çambel’in tüm hayatını buraya sığdırmak ne yazık ki mümkün değil.
Ancak Atatürk’ün isteğiyle, 1936 yılı Olimpiyatlarına Türkiye’yi temsilen katılan ilk kadın sporcu olduğunu ilave etmeliyim.
Hem de eskrim dalında.
*
HALET Çambel’in 65 yıllık hayat arkadaşı Nail Çakırhan’a da değinmeden geçemeyeceğim.
Yıllar önce kızımla birlikte Gökova’da küçük bir sahil kasabası olan Akyaka’da bir tatil geçirmiştim.
‘Mutlaka Çakırhan evlerini görün’ diye sıkı sıkı tembih edenleri dinleyerek Akyaka’da keşfe çıktık.
Çektiğim ‘Çakırhan’ ya da ‘Ula’ evlerinin fotoğrafları hálá duruyor.
Ahşap oymalı evler her iki isimle de anılıyor.
Ula doğumlu Çakırhan’ın Akyaka’da ilk yaptığı ‘Ula’ evi, 1983 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü almıştı.
İşin hoş yanı, hayatının bir döneminde gazetecilik de yapmış olan Nail Çakırhan’ın mimarlık diploması yoktu.
Ona ‘diplomasız efsane mimar’ demeleri bundan.
*
HOLLANDA Sarayı’ndaki üçüncü ‘çınar’ı ise hiç anlatmayacağım.
Zaten hepiniz onu tanıyorsunuz.
Bu üç ‘anıt kişiyi’ bir arada görme şansını yakaladığım için pek mutluyum.
Onlar Türkiye’nin artık geride kalmış başka güzel dönemlerinin insanları.
Yazının Devamını Oku 
21 Ocak 2005
<B>İNGİLİZ </B>Kraliyet Sanat Akademisi <B>Piccadilly</B>’de.<br><br>Londra’nın en işlek yerinde. Caddeden geçerken, akademinin görkemli ön cephesinden sarkıtılmış olan kocaman ‘Turks’ afişini görebiliyorsunuz.
Tam da afişin asıldığı dakikalarda Kraliyet Sanat Akademisi’nin kapısından içeri giriyoruz.
Bir grup Türk gazetecisiyle birlikte resmi açılıştan önce sergiyi gezeceğiz.
Serginin beş küratörlerinden biri olan Sabancı Müzesi Müdürü Nazan Ölçer’in peşine takılmış, nereye bakacağımızı şaşırmış vaziyetteyiz.
Topkapı Sarayı, İslam Eserleri Müzesi’nin yanı sıra, Hermitage, Louvre, Metropolitan ve sayısız yabancı müzeden toparlanmış.
Nazan Ölçer ‘Bu son 25 yılın en zengin sergisi... Bu kadar eser bir daha kolay kolay biraraya gelemez’ diyor.
Kırgız yazıtları, Uygur Türklerinin Budist dönemlerinden mağara resimleri ve daha neler neler...
Tarih kitaplarımızın pek yer vermediği ‘Timuriler’ de sergide.
Gözlerimiz objelerde, kulağımız yeni bilgilerde.
Fiziken birbirlerine pek benzeyen Uygur Türkü ile Çinli nasıl ayırt edilir dersiniz?
Sorunun yanıtı Nazan Ölçer’de.
‘Uygur Türkü sakallıdır. Çinlinin sakalı yoktur’.
Gruptan ayrılıp serginin fikir babalarından olan başka bir küratör, Kraliyet Sanat Akademisi’nin direktörlerinden Norman Rosenthal’e yöneliyorum.
Rosenthal, serginin 1 yıl gibi çok kısa sürede hazırlandığını, böyle bir serginin ancak iki, üç yılda toparlanabileceğini söylüyor.
‘Büyük bir imparatorluğa dönüşmeyi başaran Türki toplulukların karmaşık hikayelerini göstermek istedik’ diyor. Akademinin programında esasında bir Mısır Sergisi varmış ancak araya Irak Savaşı’nın girmesinden ötürü iptal edilmiş.
Önümüzdeki yıl Çin Sergisi’nin hazırlığında olan Rosenthal bu arada Hermitage Müzesi küratörlerinden Valentin Shkoda ile tanıştırıyor.
O da Turks Sergisi için Londra’ya gelmiş.
KAFTANLI KADIN KİM
Aynı günün gecesi bu kez resmi açılış için yine Kraliyet Sanat Akademisi’nin salonlarındayız.
Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu ile AKP İstanbul milletvekili ve Başbakan Erdoğan’ın danışmanı Egemen Bağış’ın katıldığı resepsiyona Londra ve İstanbul sosyetesinin ünlü isimleri davetli.
Kraliyet Sanat Akademisi’nin Başkanı Sir Nicholas Grimshaw’un eşi müthiş bir jest yapmış.
Üzerinde, İstanbul’dan satın almış olduğu sırma işlemeli, şarap rengi kadife kaftanımsı bir ceket var.
Herkesin dikkati Bayan Grimshaw’un kaftanında.
The Independent Gazetesi’ne göre, Turks Sergisi, Kraliyet Sanat Akademisi’nin
tarihindeki en büyük sponsorluk kampanyasıyla gerçekleştirilmiş.
Üç büyük sponsor Garanti Bankası, Aygaz ve İngiliz Corus Şirketi 100 biner paund vermiş.
Diğer sponsorlar arasında Kraliyet Sanat Akademisi Dostları Derneği, Lassa Lastikleri, Akkök Grubu, Çolakoğlu Grubu, Hüseyin Özer’in sahibi olduğu Sofra Lokantaları, İngiltere’den Access Grubu var.
Sponsorlardan yaklaşık 800 bin pound toplanmış.
Peki sergi kaça mal oldu?
Bir süreden beri mali güçlükler yaşayan Kraliyet Sanat Akademisi bu konuda pek ketum imiş, rakam telaffuz etmeyi sevmezmiş.
Ancak kulislerde konuşulan rakam olan 3 ila 4 milyon poundu belirtmeden geçemeyeceğim.
İngiliz sponsor Corus 20 yıldan beri Türkiye’de
SERGİNİN sponsorlarından Garanti Bankası ile Aygaz’ı elbet hepimiz tanıyoruz.
Peki üçüncü büyük sponsor Corus kim?
Sergi için Londra’ya gelen gazetecilerin kafasındaki soru bu.
Resepsiyon gecesi Garanti Bankası’nın CEO’su Ergun Özen ve Aygaz’ın Genel Müdürü Mehmet Ali Neyzi’nin yanı sıra Corus’un Başkanı Jim Leng de bir konuşma yapıyor.
Yaklaşık 20 yıldan beri Türkiye’yle çalıştıklarını söylüyor.
Corus esasında merkezi Londra’da olan uluslararası bir çelik ve alüminyum şirketi.
Geçen yıl Türkiye’yle yarım milyon tonluk maden ticareti yapmış. 2003 yılı cirosu 8 milyar pound ve 19 milyon ton çelik üretmiş. 50 bine yakın çalışanı olan şirket 1999 yılında İngiliz Çelik ile Hollandalı Koninklijke Hoogovens’ın evliliğinden doğmuş.
Yine kulislerde konuşulanlara göre, Corus Türkiye’de bazı özelleştirmelerle yakından ilgili.
Kadın sınavı BM’den sonra Avrupa Parlamentosu’nda
KADININ İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı’nın e-postası Londra’da ‘Türkler’ Sergisi’ni gezerken gelmiş olmalı.
Dünkü Hürriyet’in manşetinde okudunuz.
BM CEDAW ( BM Kadına Karşı Hertürlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) Komitesi bu haftaki oturumunda Türkiye’deki kadının durumunu değerlendirecek.
Eğitimden, aile içi şiddete, namus cinayetlerinden zorla evliliğe kadar her şey sorgulanacak. Türk kadınıyla ilgili bir başka sınav da, 16 Mart tarihinde Avrupa Parlamentosu’nda.
Zira, Türkiye’de ‘insan haklarını’ iyice kurcalayan Avrupa Parlamentosu şimdi dikkatini ‘kadın haklarına’ çevirmiş durumda.
Konuyu incelemesi için bir süre önce atadığı raportör Avrupa Parlamentosu’nun Türk kökenli Hollandalı Sosyal Demokrat üyesi Emine Bozkurt.
Bozkurt, 31 Ocak tarihinde parlamentonun ‘Kadın Hakları Komitesi’nden bir heyetle Türkiye’ye geliyor.
Bozkurt 2 Şubat tarihine kadar burada.
Çeşitli sivil toplum örgütleri, hükümet üyeleriyle ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek.
Programında kadın sığınaklarını da ziyaret etmek var.
17 Aralık öncesi bir Brüksel ziyareti sırasında tanıştığım Emine Bozkurt Türkiye’yle ilgili bu görevinden ötürü oldukça heyecanlıydı. Avrupa Parlamentosu, Bozkurt ve beraberindeki uzmanları 16 Mart tarihinde dinleyecek.
Bozkurt’un hazırlayacağı ‘Türk Kadını’ raporu ise temmuz ayında parlamentoya sunulacak.
Bozkurt’un raporu, Türkiye’nin AB üyeliği yolunda ne gibi bir gelişme sağladığını ortaya koyan ilk kapsamlı rapor olacak. Bakalım Türk kökenli Avrupalı parlamenter Emine Bozkurt, Türkiye’deki hemcinslerini nasıl anlatacak?
Yazının Devamını Oku 
18 Ocak 2005
<B>İSTANBUL Modern</B> açılalı tam bir ay olmuş.<br><br>Müzenin Yönetim Kurulu Başkanı <B>Oya Eczacıbaşı</B>’yla konuşuyoruz. Günde ortalama 2 bin kişinin gezdiği müze önümüzdeki günlerde Fahrünnisa Zeid sergisinin hazırlığı içersinde.
Biliyorsunuz, müze daha geçenlerde bir açık artırmadan 25 tane Zeid tablosu satın almıştı.
ABD’de yaşamakta olan ve New York Times Gazetesi’nde müzeyle ilgili bir yazı gören ressamın kızı Şirin Devrim, annesinin kendisine düğün hediyesi olarak verdiği bir tabloyu müzeye bağışlamak istediğini bildirmiş.
Oya Eczacıbaşı’nın anlattığına göre, New York’taki MoMa’da da sanatçı ve sanatçı ailelerinin bağışları çoğunlukta.
Eczacıbaşı, Paris’teki Pompidou Müzesi’nin ilk başlarda bağışlarla oluştuğunu anlatıyor.
Zeid’den sonra sırada Fikret Mualla Sergisi var.
İstanbul’da temmuz ayında yapılacak Dünya Mimarlık Kongresi sırasında ünlü mimari eserlerin maketleri sergilenecek.
Kasım ayında ise Biennal’de Türk çağdaş sanatçıların uluslararası sergisi var.
Özetle İstanbul Modern’in programı 2006 yılına kadar dolu.
Bu arada yabancı müzelerle sergi alışverişi hazırlıkları da sürüyor.
Fahrünnisa Zeid Sergisi Paris yolcusu.
Ya Arap Dünyası Enstitüsü’nde ya da Pompidou’da sergilenecek.
Berlin’de Deutsche Bank’ın sahibi olduğu Guggenheim Müzesi’ndeki Rus sanatçılar sergisi de büyük bir olasılıkla 2006’da İstanbul’a gelecek.
İstanbul Modern mart ayına kadar ücretsiz geziliyor.
Özellikle pazar günleri rağbet fazla ve aktardığına göre gelenlerin çoğu orta halli aileler.
Müzenin önündeki ilk büyük sınav 1 Mart’tan sonra.
Büyüklere 5 milyon, öğrencilere ise 2 milyon giriş ücreti eski ilgiyi devam ettirecek mi?
Perşembe günleri saat 10.00 ile 14.00 arası girişin yine ücretsiz olması düşünülmüş.
Sanatla ilgili kitapların bulunduğu kütüphane de halka açık. Üstelik saat 22.00’ye kadar.
İstanbul Belediyesi’nin otobüslerle taşıdığı çocuklar Aliye Berger’in gravürlerinin bulunduğu bir odada resim dünyasına ilk adımlarını atıyorlar.
İstanbul Modern, yıllardır beklediğimiz bir boşluğu doldurdu.
Ancak daha da önemlisi müzelere, müzeciliğe dikkati çekti.
Göreceksiniz devamı gelecek.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Arkeoloji Müzesi ve diğerleri bu esen rüzgárdan yararlanacak.
Sanatın yeni sponsoru: Polimeks
MOSKOVA’daki Boyner Mağazası’nın ortaklarından Ethem Sancak, Modern İstanbul’un sponsorlarından.
Diğer ortak Polimeks Şirketi ise İstanbul Resim ve Heykel Müzesi için kolları sıvamış durumda. Polimeks yıllardan beri Türkmenistan’da inşaat yapıyor.
Türkmen parasının üzerinde görünen Bağımsızlık Anıtı’nı da yapmış. Polimeks’in ortakları Türkiye’ye bir nevi gönül borcunu ödemek için önce İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin bazı bölümlerini restore etmek için harekete geçmiş.
Aralarında İskender Lahdi’nin de bulunduğu dört odanın restorasyonu için projeler tamamlanmış ancak nedense bir türlü gerekli izin alınamamış.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi işbirliğine sıcak bakınca, 7 bin 853 esere sahip müzenin koleksiyonu için Polimeks bir sanal müze oluşturmuş.
Şimdi www.resimheykelmuze@si.org adresinden müzede, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin Türk sanatçılarına erişmek mümkün.
Hatta müzenin girişindeki bir kioskta koleksiyona ulaşabiliyorsunuz. İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nin Müdürü Tunç Tüfekçi, 7 Mart tarihinde yine Polimeks’in sponsorluğunda Osman Hamdi, Şeker Ahmet Paşa gibi sanatçıların eserlerinden oluşan bir serginin açılacağını söylüyor.
‘Batılılaşma sürecinde ilkler’ sergisinin açılışında bir konuşma yapacak olan Polimeks ortaklarından Erol Tabanca tüm işadamlarına sanata destek çağrısında bulunmayı düşünüyor.
İstanbul Resim ve Heykel Müzesi geçenlerde CNN Türk’ teki programda vurgulandığı gibi son derece kötü durumda.
Hem acilen tamir edilmesi gerekiyor, hem 7 bin eseri sergileyecek yeni mekanlara ihtiyacı var.
Bu arada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, hemen yanı başındaki Veliaht Dairesi’ne ofisi taşıyacak olması dolayısıyla güvenliğin sıkılaştırılması da müze için bazı sıkıntılar doğurabilir.
Yeni mekan arayışı içerisinde olan Tunç Tüfekçi’ye göre en uygun yer İstanbul Modern’in yanındaki antrepo.
Peki müzenin restorasyonu için ne kadar para gerekli?
‘18 trilyon lira deniyordu. Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu 30 trilyon liranın verilebileceğini söylemişti.
Hiçbirinin arkası gelmedi’ diyor Tüfekçi.
Gözler şimdi, Erol Tabanca’nın yapacağı çağrıya cevap verecek işadamlarında?
Alanya’da 8 bin yabancının tapu kaydı var
MOSKOVA dönüşü havalimanında Antalya Valisi Alááttin Yüksel ve Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu ile karşılaşıyoruz.
Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel’le de otelde yolumuz kesişmişti.
Antalya havalimanına 2004 yılı zarfında giriş yapan 6 milyon 300 bin kişinin 1 milyon 100 bini Rus.
Bu nedenle Antalya ve Alanya Rus pazarına hassas.
TOBB-TİM’in Moskova’daki merkezinde Ramstore’un hemen girişinde bir Alanya Tanıtım Ofisi açılmış.
Alanya Belediye Başkanı Sipahioğlu, ofisin sürekli hizmet vereceğini söylüyor.
‘Yerinde tanıtım yapacağız. Ofisin hemen önündeki plazma televizyondan Alanya görüntüleri ve bilgileri yayınlanıyor. Gelenlere broşür, takvim, tanıtım CD’leri dağıtıyoruz’ diyor.
250 bin nufusu olan Alanya’ya gelen turist sayısı 1 milyon 400 bin.
Alman, Hollanda, İrlanda, İngiliz ve Norveç vatandaşları Alanya’da mülk edinmek için kuyrukta.
8 bin yabancının tapuda kaydı varmış.
Sipahioğlu, ‘Bu yaklaşık 12 bin yabancı eder. Yabancılar için mezarlığımız var’ diyor.
Emlak fiyatları 4 yılda yüzde 100 ila yüzde 150 oranında artmış.
Gazetelerde okuduğumuz ‘Lisa Yasası’nı soruyorum.
Belediye Meclisi’nde kabul edilen ve uygulanan yasaya göre, işyeri açacak olanlardan diğer belgelerle birlikte sabıkalı olmadığına ilişkin bir belge isteniyor.
Alanyalılar bu yasadan pek memnunmuş.
Yazının Devamını Oku 
16 Ocak 2005
Moskova’da şimdi en fazla dikkat çeken Las Vegas’vari ışıklandırmalar, lüks butikler. Şehrin ışıltısı ‘yeni zenginler’inden geliyor. Kremlin Meydanı’nda, Sovyet döneminin neredeyse tek ismi Gum Mağazaları’nın günün birinde Prada’ya, Chanel’e, Armani’ye dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi. Nadia’nın ballandıra ballandıra anlattığı, 18. ve 19 yüzyıl Rus aristokratlarının malikaneleri de kafe ve işyeri olmuş.
DAHA çok Emine Erdoğan’a hediye edilen 40 bin dolarlık mücevherle gündeme oturan Başbakan Erdoğan’ın Moskova seferi sırasında bir Türk işadamı şöyle demiş:
‘Eskiden ‘komünistler Moskova’ya’ deniyordu. Şimdi bakıyorum kapitalistler Moskova yolunda...’
Değişim hem Türkiye’de, hem Rusya’da.
Bilmem, belki iki komşu birbirlerine baka baka değişmiştir.
Moskova’ya ilk gidişimde, kara tahtaya asılı haritada İstanbul’a parmak basarak ‘Rusların gözü Boğazlarda’ diyen ilkokul öğretmenim aklıma düşmedi desem yalan.
1998 yılında şehir hálá fazlasıyla gri ve kasvetliydi.
Beş yıl sonra çok daha neşeli ve dinamikti.
Bu sefer ise belki yılbaşının da etkisiyle ışıl ışıl ve iddialı.
İddialı diyorum çünkü, Moskova hem Paris, Londra gibi başkentlerle şıklık yarışında, hem 2012 Olimpiyatları’nı kapma telaşında.
Moskova’nın 1992 yılından beri Belediye Başkanlığını yürüten Belediye Başkanı Yuri Lujkov’a göre halkın yüzde 90’ı 2012 Olimpiyatları’nın Moskova’da yapılmasını destekliyor.
Otel odamdan izlediğim televizyon programında bir Moskovalı, ‘1980 Olimpiyatları’nın boykot edilmesi bizi çok üzmüştü. Kendimizi dünyadan izole edilmiş hissetmiştik. Şimdi bunun telafi edilmesini istiyoruz’ diyordu.
Eski yaralar kolay kapanmıyor, kolay geçmiyor.
Eski korkular da.
NADİA’NIN SOYADI YOK
Rus rehber Nadia 60 yaşlarında, hoş, uzun boylu bir Rus kadını.
Akıcı İngilizcesiyle anlattıklarını not ettikten sonra soyadını rica ediyorum.
Belki yazımda kullanırım diye.
Nadia huzursuz oluyor. Soyadını vermek istemediği o kadar açık ki...
‘Bu tedirginlik neden’ diye soruyorum.
‘Belki Sovyet döneminden kalan alışkanlıklardan bilmiyorum...’
Kimliğini gizleme dürtüsü, sisteme ters düşecek bir şey söyleme kaygısı.
Zira Nadia Sovyet döneminde de rehberlik yapmış.
Dinin yasak olduğu günlerde, turist grubuyla önlerinden geçtikleri kilisenin içine bile giremediğini anlatıyor.
‘1983 yılında yiyecekler için, giysiler için uzun kuyruklar vardı her yerde. 27 yaşındaki oğlum o günleri hatırlamıyor bile. Şimdiki nesillerin değerleri farklı, hırsları farklı.’
Nadia’ya göre, Rusların böylesine
keskin bir değişime ayak uydurmalarının altında köklü eğitim sistemi yatıyor.
Eğitimli insanın adapte olması daha kolay.
Peki ya mutsuz olanlar?
‘Sistemin getirdiği avantajları yitirenler mutsuz elbet. Her ay belirli bir parayla istikrarlı bir hayatları vardı. Her şeyleri altüst oldu’ diyor.
CAFE PUŞKİN
Gorbaçov öncesi gazetelerde hani karanlık yüzlü fotoğraflar görürdük.
Lahana ve patates yığınları arkasında satıcı kadınlar, kuyruklarda bekleyen yığınlar gibi.
Artık onlar ortalıklarda yok.
Kuytulara gizlenmişler.
Moskova’da şimdi en fazla dikkat çeken Las Vegas’vari ışıklandırmalar, lüks butikler.
Şehrin ışıltısı ‘yeni zenginler’inden geliyor.
Kremlin Meydanı’nda, Sovyet döneminin neredeyse tek ismi Gum Mağazaları’nın günün birinde Prada’ya, Chanel’e, Armani’ye dönüşeceğini kim tahmin edebilirdi.
Nadia’nın ballandıra ballandıra anlattığı, 18. ve 19 yüzyıl Rus aristokratlarının malikaneleri de kafe ve işyeri olmuş.
Hele bir Cafe Puşkin var ki...
Rivayete göre, Fransız şarkıcı Gilbert Becaud’nun bir şarkısından esinlenen ‘yeni zengin’ bir Rus işadamı açmış burayı.
Tverskoy Bulvarı’nda 19. yüzyıldan kalma bir evin sadece dış yüzünü muhafaza ederek, içini o dönemin modasına göre baştan aşağıya dekore etmiş.
Yediğiniz yemekler de en az dekor kadar etkileyici.
Bir başka etkileyici mekan ‘Yelizevski Gastronom’.
En az Louvre Sarayı kadar ihtişamlı bir yerde bir şarküteri dükkanı.
Salamlar, sucuklar, havyarların burada ne işi var diye şaşırıyorsunuz.
İstanbul’dan çok sonra, 12. yüzyılda kurulmuş olan Moskova’nın tarihi ve kültürel mirası gördüğüm kadarıyla şimdilik sadece ‘yeni zenginlerin’ elinde.
Yazının Devamını Oku 
14 Ocak 2005
<B>RUSYA</B>’da esen değişim rüzgarı en fazla Moskova’yı etkiliyor. <br><br>Dört yıl önce 450 bin adet olan otomobil sayısı 4 milyona fırlamış. Şehir bir yıl öncesine oranla daha ışıltılı, dükkanlar daha dolu, lokantalar daha kalabalık.
Moskovalı bugün belki dünyanın en çılgın tüketicisi.
Kazandığının yüzde 80’ini harcıyor.
Kremlin Meydanı’nın tam karşısına Louis Vitton, Max Mara, Prada ve daha bir sürü ünlü marka dizilmiş.
Değişim rüzgarından cesaret alarak buralara gelen bir marka da Boyner.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 600 kişilik bir iş adamı ordusuyla Rusya Devlet Başkanı Putin’i ziyaret ettiği günlerde biz de Boyner’in Türkiye dışında açtığı ilk mağaza için Moskova’dayız.
Elbette, TOBB-TİM’in 38 bin metrekarelik Türk Ticaret Merkezi’ni açan Başbakan Erdoğan, Boyner mağazasının da kurdelesini kesecek.
Nitekim öyle oluyor.
Birkaç saatlik gecikmeyle de olsa Başbakan ve beraberindeki bakanlar Mega Khimki Alışveriş Merkezi’nde, 6 bin metrekarelik bir alana yayılan Boyner Mağazası’nın açılışını yapıyor.
Şimdi gelelim Moskova Boyner’in hikayesine.
Onu da Kremlin Meydanı’ndaki İtalyan Lokantası Cafe Bosco’da Cem Boyner’in ağzından dinliyoruz.
Rusya’da bir mağaza açma fikri 1997 yılında yeşeriyor.
Moskova’da mağazanın yeri seçiliyor, kira kontratının imzalanacağı günlerde Rusların krizi patlıyor. Yani 1998 krizi.
Proje daha sonra bizim 2001 kriziyle askıya alınıyor.
ECZANE ZİNCİRİ GELİYOR
Derken geçen şubat ayında Arat Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Arat, Cem Boyner’e Moskova projesi için iki partner öneriyor: Türkmenistan’da yıllardan beri inşaat işleriyle uğraşan Polimeks ile Sancak Grubu.
Neticede Moskova’daki Boyner Mağazası üç ortak ile hayata geçiriliyor.
Her ortağın payı eşit: Yüzde 33.
Cafe Bosco’daki toplantıda masanın etrafında Cem Boyner’in dışında, Hasan Arat, Polimeks ortaklarından Erol Tabanca ile Cem Siyahi, Sancak Grubu’ndan ise Yönetim Kurulu Başkanı Ethem Sancak var.
Ancak masanın etrafındakilerin ortaklığı Boyner Mağazası’yla sınırlı değil.
Kurdukları PBS Holding’in, Rusya ile ilgili projeleri ilaç ve inşaat sektörünü de kapsayacak.
Sancak Grubu’nun Hedef Alliance Şirketi, Rusya’da bir süredir ilaç dağıtım işinde.
PBS Holding’in Rusya’daki ikinci adımı eczaneler zinciri.
Boyner Mağazaları’nı Türki cumhuriyetlerle, Çek Cumhuriyeti, Macaristan gibi yeni AB üyelerine yaymak başka bir proje.
Ethem Sancak, PBS Holding’in önümüzdeki yıllarda ‘Dünya ölçeğinde ses getirecek işler yapacağı’ görüşünde.
Cem Boyner ise ‘Alma Ata, Kazan bir Avrupalı için hem riskli, hem de feci bir kültür şoku anlamında. Biz bu coğrafyanın insanıyız. Ortaklığımızı Rusya’nın dışına kaydırmaktan çekinmeyeceğiz’ diyor.
Boyner Mağazası’nın açıldığı Mega Khimki Alışveriş Merkezi’nin sahibi yakında İstanbul’da bir mağaza açacak olan ünlü İsveç şirketi Ikea.
Alışveriş merkezini Moskova’da birçok başarılı işe imza atmış olan Enka yapmış.
Boyner, Ikea’nın Rusya çapında açacağı başka alışveriş merkezlerinde de faaliyet gösterecek.
Diyeceğim şu: Güçlerini birleştirenler Rusya’da kazanıyor.
Aşkta ve işte aynı dile gerek yok
MOSKOVA’da dinlediğimiz başarı öykülerinin haddi hesabı yok.
ABD Başkanı George Bush’a ürettiği bir takım elbiseyi hediye eden Sarar’ın sahibi Cemalettin Sarar’ın Moskova’da 30 mağazası var.
Mağaza zincirini 7 yıldan beri genç bir Rus işletiyor,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da kaldığı Marriott Oteli’nde sabah kahvaltısında Sarar yılda 10 milyon dolar ciro yapan genç Rus işadamı ile birlikte.
Ancak lisan sorunu var ve Sarar’ın tercümanı ortada yok.
Cemalettin Sarar, Rusça konuşmuyor, Rus işadamı da Türkçe.
Neyse ki başka bir tercüman geliyor ve sorun hallediliyor.
Olay oteldeki Türk işadamları arasında şöyle bir şakaya yol açıyor: ‘Aşkta ve işte aynı lisanı konuşmaya gerek yok.’
Bir başka başarı öyküsü de Moskova’da Levi’s blucininden daha fazla tanınmış olan Türk markası Colin’s ile ilgili
Başbakan Erdoğan, Boyner Mağazası’nın açılışını yaptıktan sonra hemen karşısındaki Colin’s mağazasına uğruyor.
1993’te bu markanın üretimine başlamış olan işadamı Nurettin Eroğlu, Rusya’da 360 satış noktasında Colin’s satıldığını anlatıyor.
Ukrayna’daki mağaza sayısı 22.
Üretimin yüzde 70’i Türkiye’de, yüzde 30’u Hindistan, Bangladeş, Çin’de yapılıyormuş.
‘Dünya markası olmak için ucuz üretimin olduğu yere gitmek zorundayız’ diyor Eroğlu.
Eroğlu önüne, 10 yılda Türkiye’den çıkacak 10 marka arasında ilk üçe girmek hedefini koymuş. Dünyanın ünlü blucin markalarından Big Star’ı da satın almış.
Dediğim gibi, Moskova’da dinlediğimiz başarı öyküleri sonsuz.
Yazının Devamını Oku 