13 Şubat 2005
<B>YILLARDAN</B> beri <B>Davos</B>’a giderim ama yüreğimin bir yanı Porto Alegre’deki <B>Dünya Sosyal Forumu’</B>ndadır. Bu yüzden, bir yıl arayla iki kez Porto Alegre’de boy gösterdikten sonra uçağa atlayıp Davos’a gelen Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’yı her seferinde ayrı bir ilgiyle dinlerim.
Oralardan getirdiği havayı koklamaya çalışırım.
Lula da farkındadır, Davos’ta herkesin Dünya Sosyal Forumu’dan gelen bir sesi dinlemeye meraklı olduğunu...
O yüzden konuşurken sesi daima gür ve heyecanlı çıkar.
Lula, ‘Başka bir dünyanın nasıl mümkün olabileceğini’ anlatırken ünlü CEO’lar ve Davos’a biraz kültürlerini artırmak, biraz da dağ havası almak için gelen şık eşleri de onu pür dikkat dinlerler.
Ne de olsa, Lula ‘solun’ bilgesidir.
Dünyadaki yoksulluğu, açlığı azaltmaya ant içmiş bir politikacıdır.
Belki de zenginle yoksulun arasındaki köprüdür.
*
AMA yazık ki, Brezilya Devlet Başkanı Lula artık, Porto Alegre üzerine Davos’a gelemeyecek.
Çünkü Dünya Sosyal Forumu artık Porto Alegre’de yapılmayacak.
Gerçi 2004 yılında da Hindistan’da Mumbai’ye taşınmıştı ama o bir seferlik bir yer değiştirmeydi.
Porto Alegre’nin neden forumu bundan böyle ağırlamayacağına değinmeden önce dilerseniz neden ağırladığını hatırlatayım.
*
BREZİLYA’nın Rio Grande do Sul eyaletinin başkenti olan Porto Alegre, ilginç bir ‘demokrasi laboratuvarı’ idi.
1988 yılında işbaşına gelen komünist belediyenin, halka danışarak oluşturduğu ‘katılımcı bütçe’ örneğiyle dünyada tekti.
Halkın siyasi kararlara katılımında da öyle.
Porto Alegre, Brezilya’nın ve dünyanın diğer şehirlerinde uygulanmaya başlanan yeni bir model oluşturmuştu.
Ancak son belediye seçimlerinde komünistler kaybetti.
Peki şimdi Porto Alegre yarattığı modeli devam ettirebilecek mi?
Bunu zaman gösterecek.
Ancak başka bir dünyanın arayışında olanlar, önümüzdeki yıl ve daha sonraki yıllar buraya gelmeyecekler.
Peki nereye gidecekler?
*
DÜNYA Sosyal Forumu’nun organizatörleri 2006 yılında altıncısı yapılacak olan forumun tek merkezden dağıtılması yönünde karar almışlar.
Yani forum bir tek şehirde olmayacak, eş zamanda dünyanın çeşitli yerlerinde düzenlenecek.
Organizatörler nerede, nasıl olacağına önümüzdeki nisan ayında karar verecekmiş.
2007 yılında ise Afrika’da yapılacağı kesinleşmiş.
Dünya Sosyal Forumu’na bizim buralarda nedense fazla ilgi yok.
Basının da ilgisi, yok insanların da.
Oysa Avrupa Birliği süreci sayesinde tartışmaya başladığımız çoğu şeyler Porto Alegre’de konuşulan şeyler...
Ayrımcılık, kadın hakları, çevre gibi...
Diyorum ki, madem forumun yapılacağı yerler henüz belli değil neden İstanbul ‘Başka bir dünya mümkün’ diyenleri ağırlamasın!
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2005
<B>SIEMENS</B>’in ocak başında göreve başlayan 47 yaşındaki yeni CEO’su <B>Klaus Kleinfeld </B>hızlı çıktı<B>.</B>Siemens, Almanya’nın devlerinden.
Tramvaydan cep telefonuna, ampulden beyaz eşyaya geniş ürün yelpazesiyle yılda 75 milyar Euro’luk satış gerçekleştiriyor.
Kárı ise 3.4 milyar Euro.
Siemens son iki çeyrekte cep telefonları sektöründe zararda. Klaus Kleinfeld neden hızlı çıktı meselesine dönersek... Bir İtalyan gazeteci, bir toplantı sırasında Kleinfeld’e ‘Cep telefonları sektöründeki zararı kapatmak için ne yapmayı tasarlıyorsunuz’ sorusunu yöneltmiş.
Kleinfeld soruya direkt yanıt verecek yerde ne yapmış?
İtalyan gazetecinin elindeki Nokia marka telefonu kaptığı gibi su dolu bir bardağın içine atmış ve ‘işte böyle yapacağım’ demiş.
Yani Siemens’in, sektörün en büyüğü durumundaki Nokia’yı ‘bir kaşık suda boğmak’ stratejisine yöneleceğinin işaretini vermiş...
Hikayeyi okuduğum Fransız Le Point Dergisi’ne göre, Nokia’yı su bardağına atan Kleinfeld bu eylemiyle Siemens’i ‘demir yumrukla’ yöneteceğinin de işaretini vermiş aynı zamanda.
Zaten Alman sendikaların kaygısı da bunu gösteriyor.
Sendikalara göre, Bremen’in işçi mahallelerinde büyüyen yeni CEO, ABD’deki Siemens’in başında iken 10 bin işçiyi işten çıkartmış.
Siemens cep telefonlarının Türkiye direktörü Ali Yılmaz’dan aldığım bilgiye göre, Siemens’in Türkiye’deki pazar payı yüzde 17.
Nokia’nınki ise yüzde 60 civarında.
Siemens cep telefonları Türkiye’de son üç yılda büyümüş. Dördüncü sıradan ikiye yükselmiş. Üstelik Türkiye’de zararda değil, kárdaymış. Şükür...
Demek ki, Siemens Türkiye cep telefonları Klaus Kleinfeld’ın gazabına uğramayacak.
Bu arada Nokia’sı su bardağının dibini boylayan İtalyan gazeteciye ne oldu diye merak ediyorsanız iki tane Siemens cep telefonu sahibi olmuş.
Ermeni sorunu çözülmezse Türkiye AB’ye giremez
YİNE Fransa, yine Ermeni sorunu...
Geçen akşam Fransız TV5 Kanalı’nda, ne yazık ki sonuna yetişebildiğim programın başlığı ‘Türkiye, İslam ve Avrupa’.
Aynı kanalı izleyen arkadaşlarımdan öğrendiğime göre, programın başında Türkiye’de kadınların durumuna da değinilmiş.
Benim yetiştiğim bölümde Ermeni sorunu tartışılıyordu.
Ekranda kimler vardı?
Türkiye’nin AB üyeliğini savunan ‘Bağımsız Türkiye Komisyonu’ üyelerinden, Fransa eski başbakanı Michel Rocard, Fransa’da yaşamakta olan yazar ve editör Levent Yılmaz, (son kitabı Modern Zaman Fransa’da yeni piyasaya çıktı) Türkiye aleyhtarlığı yapan ‘Büyük Türk ve Venedik Cumhuriyeti’ kitabının yazarı Sylvie Goulard, Ermeni olaylarını, piyasaya yeni çıkan kitabı ‘Belleğimin Belleği’nde anlatan Gerard Chaliand.
Az kalsın unutuyordum...
Fransa’da ‘Türkiye’ye Hayır’ kampanyasını başlatan politikacı Phillipe de Villiers de oradaydı.
Temmuz ayında İstanbul’a gelen ve yaz boyunca Avrupa başkentlerinde Türkiye’nın lobisini yapan Michel Rocard’ın benzetmesi ilginç. ‘ Fransa Cumhuriyeti’nin Vichy Hükümeti’nın yaptıklarını kabul etmekte zorlanmasıyla Türkiye Cumhuriyeti’yle Ermeni sorununa bakışı arasında parallelik var’ diyor.
Fransa’nin, Nazilerle işbirliği yapan Vichy Hükümeti’ni suçlaması için ‘dışardan’ gelen baskılara ters tepki gösterdiğini söylüyor. Türkiye’nin de tepkisinde haklı olduğunu ima ediyor.
‘Ancak’ diyor, ‘Türkiye Ermeni sorununu çözemezse AB’ye üye olamaz’...
Bunları niye yazıyorum?
Çünkü Ermeni sorunu yurtdışında bizim sandığımızdan çok fazla tartışılıyor ve bu tartışmalardan çoğunlukla haberimiz dahi olmuyor...
35 büyükelçi Kars’a gidiyor
TÜRK-Ermeni İş Konseyi eş Başkanı Kaan Soyak’ın Fransa’da süregelen Ermeni sorunu tartışmalarına getirdiği yorum şöyle:
‘Fransa, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini sabote etmek için Ermeni kartını oynuyor. Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın, Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşmaya sıcak bakmadığını iyi biliyorum...’
Soyak’a göre, iki ülke arasındaki ilişkiler bir süreden beri ‘yumuşama’ trendine girmiş.
Türk-Ermeni İş konseyi TABDC önümüzdeki günlerde iki önemli projeyi hayata geçirme hazırlığında.
25 Şubat tarihinde, Kars Belediyesi’nin de işbirliğiyle Ankara’daki 35 büyükelçi Kars sınır kapısına götürülecek.
18-20 Şubat tarihlerinde ise, Ankara’daki 2 bin 430 bölge Rotary Kulübü, Ermeni ve Azeri Rotary kulüplerinin katılımıyla bir ‘Barış Konferansı’ düzenliyor.
Bu projenin bir organizatörü de New York Rotary. Konferansa, ABD’den Ahmet Ertegün gibi isimler ve Ermeni diasporasından gazeteciler davet edilmiş.
Kaan Soyak’a önerim, özellikle Fransa’dan isimlerin çağrılması.
‘Büyümek için yatırım zamanı’ dedi ve gitti
ABD’nin en güçlü kadınlarından ve CEO’larından biri olan HP CEO’su Carly Fiorina’nın işine önceki gün sürpriz bir şekilde son verildi.
2002 yılında Hewlett-Packard’ı Compaq ile evlendiren Fiorina’yı, Davos’un son gün toplantılarından olan ‘Global Ekonomiye Bakış’ta dinlemiştim.
O gün panele deri siyah bir pantolon ve uzun beyaz ceketiyle katılan Carly Fiorina, her zamanki gibi kendinden emindi.
Global ekonomiye, geçtiğimiz yıllara oranla daha güvenle baktığını söyledi.
‘Birkaç yıldan beri şirketler masraflarını kısma stratejisine yönelmişti. Ancak şimdi büyümeye odaklanmalıyız. Büyümek için yatırım yapma zamanı geldi bana kalırsa’ dedi.
Zamanında, Compaq evliliğine şiddetle karşı çıkmış olan HP’nin üst düzey yöneticileri ve hissedarlar acaba Fiorina’nın ‘büyümek için yatırım’ sözlerine mi takıldılar dersiniz?
Yazının Devamını Oku 
8 Şubat 2005
<B>ABD </B>Dışişleri Bakanı <B>Condoleeza Rice</B>’ın dışında geçen hafta sonu Ankara’nın başka önemli ziyaretçileri de oldu. Fransız Meclis Başkanı Jean-Louis Debre, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika.
Fransa ve eski sömürgesi Cezayir’in Ankara ziyareti için aynı tarihleri seçmeleri ayrıca anlamlı ama ben önce Buteflika’nın İstanbul’da işadamlarıyla yaptığı görüşmeye değineceğim.
DEİK bünyesindeki Türk-Cezayir İş Konseyi’nin düzenlediği toplantı ve yemeğe Türk işadamlarının ilgisi hayli fazla oldu.
Nasıl olmasın?
Cezayir petrol ve doğalgaz zengini bir ülke.
Hükümet, 2005 ile 2009 yılları arasında yani dört yıl zarfında 55 milyar dolarlık yatırım planlıyor.
Cezayir’in halen 50 milyar dolar civarında bir bütçe fazlası var.
Yani, yeni yatırım için kesinlikle para sıkıntısı çekmiyor.
17 barajın yapımı dahil altyapı ihaleleri açmış durumda.
2004 yılının ilk altı ayında, ülkeye giren yabancı sermaye 1.4 milyar dolara ulaşmış.
Bir zamanlar terörün göz açtırmadığı ülkeye artık güvenli gözüyle bakılıyor.
2005 yılında ise binin üzerinde şirketin özelleştirilmesi gündemde.
Başkent Cezayir’de uzun yıllardan beri tamamlanamayan bir havaalanı projesi var.
İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ni yapan TAV’ın başarısını duyan Cumhurbaşkanı Buteflika, TAV ile görüşme talebinde bulunmuş.
Çırağan Sarayı’ndaki yemekte gördüğüm TAV CEO’su Sani Şener, Cezayir Cumhurbaşkanı ile görüştüklerini ve kendisine bilgi aktardığını doğruladı.
Mısır ile Kuzey Afrika’ya adım atan TAV’ın bu kıtada ikinci durak olarak Cezayir’e gitmesi ihtimal dahilinde.
Buteflika’nın gezisine refakat eden Enerji Bakanı Şekip Halil, Dünya Bankası’ndan Kemal Derviş’in yakın arkadaşı.
Ancak Halil, Türk tarafının, Cezayir’den alınan doğalgaz karşılığında mal ve müteahhitlik hizmeti verilmesi yolundaki teklifine pek sıcak bakmamış.
Ders vermeye değil işbirliğine geldik
FRANSA Meclis Başkanı Jean-Louis Debre, Mitterrand’nın 1992 yılında Türkiye ziyaretinden sonra buraya gelen en üst düzey yetkili.
Debre’ye, iktidardaki UMP Grup Başkanı Bernard Accoyer, sosyalist Jean-Marc Ayrault, komünist Alain Bocquet ve Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan UDF Grup Başkanı Herve Morin refakat ediyor.
Grup cuma günü Ankara’dan sonra İstanbul’a geçiyor.
Karın henüz tam olarak bastırmadığı cuma gecesi, Fransız Sarayı’nda Fransız ziyaretçileri bekliyoruz.
Ermeni Patriği II. Mesrob’a yaptıkları ziyaretten sonra trafiğe takıldıklarını öğreniyoruz.
Debre, beraberindeki heyet ve Fransız gazeteci ordusu bir buçuk saatlik bir gecikmeyle çıka geliyor. TÜSİAD Başkanı Ömer Sabancı dahil tüm davetliler sabırla beklemiş.
Fransa’nın tüm eğilimlerini temsil eden politikacıları bir arada bulmuşken kaçırmak olmaz.
Meclis Başkanı Jean-Louis Debre, ‘Türk toplumunun çeşitliliğini ve karmaşık yapısını yakından görmek, tanımak için geldik’ diyor.
Ankara’daki temaslarına, neler konuştuklarına değiniyor.
‘Ders vermeye gelmedik, işbirliğine geldik’ diyor.
Fransa’da Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğiyle ilgili süregelen tartışmalarla ilgili ise ‘Tartışmasaydık Fransız olmazdık’ gibi bir açıklama getiriyor.
Debre’nin konuşmasından sonra Fransız gazeteciler UMP Grup Başkanı Accoyer’in peşinde.
Birkaç ay önce Türkiye’ye ‘özel statü’ verilmesini isteyen UMP bundan sonra ne yapacak?
Fransız Sarayı’nda iyice köşeye sıkıştırılan Accoyer ne diyor?
‘Türkiye ile üyelik müzakereleri uzun bir süreç... Ne olacağı belli olmaz. Tam üyelik ihtimali çok düşük’...
Dünkü Fransız gazetelerinde geziyle ilgili ilginç detaylar var.
Meğer Fransız politikacıların aralarındaki Türkiye anlaşmazlığı burada iyice su yüzüne çıkmış.
Özellikle Cumhurbaşkanı Chirac ile UMP’nin yeni lideri Nicholas Sarkozy arasındaki sürtüşme.
Debre, kendisine, Türkiye’ye karşı olan Sarkozy’yi soranlara ‘Fransa adına konuşamaz’ demiş.
Chirac’tan yana tavır almış.
Hatta, Sarkozy ile UDF lideri Bayrou’dan ‘iki serüvenci’ diye söz etmiş.
Ermeni sorununu çözmek zor
DÜNKÜ Le Monde Gazetesi’ne göre, Debre ile görüşen Başbakan Erdoğan, Fransa’nın Ermeni soykırımı meselesi konusunda izlediği politikadan ötürü hayal kırıklığı içerisinde olduğunu söylemiş.
‘Fransa’daki 400 bin Ermeni’nin bir Türkiye referandumunu başarısızlığa uğratabileceğini bilmiyordum’ demiş.
Yine Fransız gazetelerine göre, Fransız Sanayi Bakanı Patrick Deveciyan da Başbakan Erdoğan’nın bu sözleri karşısında şaşırmış. Bu Ermeni meselesi hep karşımıza çıkacak.
Cumartesi günü Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin, Beyoğlu’nda Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde Ermeni sorunuyla ilgili bir toplantısı vardı.
Konuşmacıların biri tarih profesörü Mete Tunçay, diğeri ‘Anneannem’ kitabının yazarı avukat Fethiye Çetin.
Küçük bir dinleyici grubu olmasına karşın salonda sık sık münakaşalar çıktı.
Profesör Mete Tunçay’ın konuşmasına sert bir şekilde müdahale eden bir dinleyici ise polis zoruyla salondan çıkartıldı.
Düşünün düzenlenen basit bir paneldi sadece.
Diyeceğim şu: Kavgasız, gürültüsüz tartışamadığımız bir soruna nasıl çözüm getireceğiz?
Yazının Devamını Oku 
6 Şubat 2005
<B>P</B>olonya Cumhurbaşkanı’nın sözlerini duyunca pür dikkat kesiliyoruz. Şimdiye kadar Türkiye’nin üyeliğini desteklemiş olan Polonya yoksa bizi yüzüstü mü bırakacak? Ertesi gün Kongre Sarayı’nın koridorlarında yürürken karşıma çıkıyor. ‘Hani nerede kaldı sizin desteğiniz’ diyorum. Davos’un en sevdiğim yanı katılımcıların dört gün boyunca oldukça samimi bir havaya girmeleri.
Bill Gates benzeri, ‘Yanıma yaklaştırmam’ tiplerin dışında herkesle gayet rahatlıkla diyalog kurarak, zaman zaman şakalaşıyorsunuz bile.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kongre merkezindeki yaptığı konuşma sırasında iki sıra önümde oturan kişi Polonya Cumhurbaşkanı Aleksander Kwasniewski.
Yanındaki kişiyle ateşli bir sohbet halinde.
Birazdan Ukrayna’nın yeni Devlet Başkanı Yuşçenko’yu Davos’a takdim etmek üzere sahneye çıkacak.
Bu yıl Davos’un en fazla merak edilen kişisi ‘Turuncu Devrim’in kahramını Yuşçenko.
Rakibine karşı kazandığı zafer bir yana, muhalefet tarafından zehirlenmiş olması ilgiyi daha da artırıyor.
Gerçekten yüzü bir maske geçirmiş gibi şiş.
KORİDOR MUHABBETİ
Her neyse, Yuşçenko’yu takdim eden Polonya Cumhurbaşkanı Kwasniewski, Ukrayna’nın Avrupa Birliği’ne üyeliğini savunurken ‘Türkiye üye olabilirse Ukrayna haydi haydi olur’ demez mi?
Tabii pür dikkat kesiliyoruz.
Şimdiye kadar Türkiye’nin üyeliğini desteklemiş olan Polonya yoksa bizi yüzüstü mü bırakacak?
Ertesi gün Kongre Sarayı’nın koridorlarında yürürken Kwasniewski karşıma çıkıyor.
‘Dünkü konuşmanıza bakılırsa, Ukrayna’yı Türkiye’nin önüne geçirmeye çalışıyorsunuz... Türkiye’ye desteğiniz nerede kaldı’
Kwasniewski, ‘Yok, yok’ diyor... ‘Sadece her ikisinin de önemli ülkeler olduklarını söylemek istedim. Avrupa’nın işi zor, 70 milyonluk Türkiye ile 50 milyonluk Ukrayna 120 milyon eder.’
‘Umarım Ukrayna nedeniyle Türkiye’yi ikinci plana atmazsınız...’
‘Hayır... Türkiye’nin üyeliğini destekleyeceğime söz veriyorum...’
ŞAHİDİMİZ KARISI
Aynı günün akşamı bu kez Dünya Ekonomik Forumu’nun kapanış resepsiyonunda Polonya Cumhurbaşkanı’yla yine karşılaşıyoruz.
Esmer, mavi gözlü oldukça alımlı karısını takdim ediyor.
‘Bakın’ diyor... ‘Karım şahidimizdir. Onun yanında da Türkiye’ye destek sözünü tekrarlıyorum...’
İşte Davos böyle bir yer.
Normal koşullarda rastlama ihtimaliniz olmayan bir cumhurbaşkanından ayaküstü söz alabiliyorsunuz.
Biz aldık...
Artık bu sözün tutulup tutulmayacağını takip görevi bizim politikacılara kalmış bir şey.
İSLAM VE BATI
İran Başkan Yardımcısı Masume Ebtekar, ‘İslam ve Batı’ oturumunun konuşmacılarından.
‘İslam ve Batı’ Davos programını hazırlayanların pek sevdikleri bir konudur.
Hemen hemen yer yıl, değişik başlıklar altında birkaç kez izleriz böyle oturumları.
Doğrusu şimdiye kadar bu konuda somut bir şey söylendiğini hatırlamıyorum.
Hep yuvarlak laflar.
Mesela Masume Ebtekar, Batı’nın çifte standardından, Müslüman Dünyası’nın sömürgeciliğe başkaldırmasından söz ediyor.
İran’daki sistemin daha tam olarak yerine oturmadığını ama demokrasi ve insan hakları için dev adımlar atıldığını söylüyor.
Bir dakika....
Geçen haziran ayında İstanbul’da konuştuğum Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi ne demişti?
‘Bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, 2 kadının tanıklığının 1 erkeğin tanıklığı etmesi İran toplumuna uygun değil...’
Masume Ebtekar’ı hazır karşımda bulmuşken bunları soruyorum...
Kadınlara eşit hak olmadan nasıl demokrasi olacak?
Ebadi’yi yalanlıyor.
‘Yok, yok... Sadece bazı durumlarda karşılaştığımız vakalar’ diyor.
Anlayacağınız İranlı kadınların durumunun düzeltileceği sözünü vermiyor.
DAVOS’UN STARLARI
Siyasilerden geçelim bu yıl Davos’ta herkesi gölgede bırakmış olan starlara.
Richard Gere ve Sharon Stone ile öğle yemeği yiyip, birlikte fotoğraf çektirmemiş bir gazeteci olarak herhalde Türk basın tarihine geçerim.
Dediğim gibi, Soros’muş, Huntington’muş kimin umurunda...
Herkesin dilinde Sharon Stone, Richard Gere, Angelina Jolie, Peter Gabriel, Bono, Carole Bouquet vesaire...
Angelina Jolie’nin Birleşmiş Milletler temsilcisi olarak mülteciler için neler yaptığını anlattığı basın toplantısını izledim. Gayet aklı başında ve hayatına beyaz perdenin dışında başka bir boyut kazandırmaktan pek mutluydu.
DEPARDIEU’NÜN ŞARABI
Bu arada, Lionel Richie ile Brezilyalı yazar Paulo Coelho’nun ‘Kendinizi Baştan Yaratın’ workshop’una katıldım.
Her ikisinin olağanüstü çabalarına rağmen kendimi nasıl baştan yaratabileceğimi çözemedim.
Fransız oyuncu Carole Bouquet’nın sevgilisi Gerard Depardieu de Davos’taymış.
Onun izine rastlamadım.
Ama kapanış resepsiyonunda, Fransa’da kendi bağlarında yetiştirdiği ‘Confience’ markalı şarabını gördüm. Demek ki, gerçek bir işadamı olup Davos’a şarabını pazarlamayı başarmış.
Sonuçta ‘Davos Ruhu’ herkese bulaşabilir...
Yazının Devamını Oku 
4 Şubat 2005
<B>DAVOS</B>’ta birlikte olduğumuz <B>ARGE</B> Danışmanlık Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Dr.<B> Yılmaz Argüden </B>ile Avrupalılık meselesini konuşuyoruz. Türkiye’de ‘kalite’ kavramının yerleşmesinde önemli bir payı olan KalDer eski başkanlarından Argüden şimdilerde ‘Avrupalılık’ kavramı üzerinde odaklanmış.
‘Ne kadar Avrupalıyız’ sorusunun cevabı kafasında son derece net.
‘Avrupa’ya ne kadar çok şey katar isek o ölçüde Avrupalı olabiliriz...’
Avrupa’ya ne katıyoruz?
Avrupa Birliği üyeliğini konuştuğumuz çoğu yabancı işadamı, politikacı da çoğunlukla bu soruyu soruyor:
‘Peki siz Avrupa’ya ne vereceksiniz?’
Daha geçen hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın muhatap olduğu sorulardan bir tanesi de buydu zaten.
Dünya Ekonomik Forumu kurucusu ve Başkanı Klaus Schwab, Kongre Sarayı’ndaki teke tek konuşmalarında Başbakan Erdoğan’a aynı soruyu sordu.
Recep Tayyip Erdoğan, yanlış hatırlamıyorsam, Türkiye’nin medeniyetler uzlaşması sağlayacağından söz etti.
Avrupa’nın Türkiye’nin katılımıyla bir Hıristiyan kulübü olmaktan çıkacağını söyledi.
Zaman zaman genç ve dinamik nüfusumuzun da Avrupa’ya katkısından da söz ediyoruz.
Ama mesele bu kadar basit değil.
Avrupa’ya vereceğimiz bunlarla sınırlı olmamalı.
Argüden’e dönersek bakın ne diyor: ‘Ulusal kalite hareketi 1998’de başlamıştı. 2004’te Avrupa’da en fazla kalite ödülünü kazanan ülke Türkiye oldu. Yani Türk insanı başarılı. Şimdi hedefi Avrupa standartlarını yakalamak değil, her şeyi Avrupa boyutunda düşünmek olmalı.’
Öncelikle, 2000 yılında önüne koymuş olduğu hedeflerin hayli gerisinde olan Avrupa’nın rekabet gücüne katkıda bulunmalıyız.
Peki bu nasıl olacak?
Avrupa için fikir üretmekle.
‘Mesela’ diyor Argüden, ‘Türkiye’deki araştırmaların diyelim yüzde 30’u bundan böyle Avrupa’yı da kapsamalı...’
Avrupa’nın işsizlik sorununda söyleyecek bir sözümüz olmalı.
Teknolojik gelişiminde Türk bilim adamının da emeği geçmeli.
Sanatçımız oralarda boy göstermeli.
Üniversiteler, sivil toplum örgütleri arasında işbirliği daha geniş bir yelpazeye yayılmalı.
‘Bakış açımızı bu şekilde değiştirebilirsek AB müzakerelerinde işimiz çok daha kolaylaşır. Uzun vadeli stratejiler üretmeyi de öğreniriz’ diyor Argüden.
Toplumca ‘Ne kadar Avrupalıyız’ sorusunun cevabını vermenin zamanı geldi galiba.
‘Su Damlası’ kadını evinden çıkaracak
DÜN gazetede Avrupa Parlamentosu’ndan bir misafirimiz vardı.
Hollanda milletvekili Emine Bozkurt.
Bozkurt Avrupa Parlamentosu için ‘Türkiye’de kadının durumuyla’ ilgili bir rapor hazırlıyor.
Siyasilerle, bakanlarla, çeşitli kuruluşlarla görüşmüş.
Ancak Avrupa Parlamentosu’ndan 10 kişilik grupla yaptığı üç günlük ziyaretin rapor için yeterli olmayacağı görüşünde.
Büyük bir olasılıkla tekrar gelecek.
Zira Türkiye’de kadının sorunu bir tane değil, yüz tane.
Meclis’teki düşük temsil, aile içi şiddet, okuma yazma oranında erkek ile arasındaki uçurum, namus cinayetleri derken liste hayli uzun.
Emine Bozkurt’un Türkiye’de ‘kadın’ meselesine eğildiği tam bu günlerde Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER’in, evlerinde oturan üniversite mezunu kadınları iş hayatına kazandırmak için start verdiği bir proje var.
Projenin adı ‘Su Damlası’.
Avrupa Birliği tarafından destekleniyor.
Ankara, İzmir, Adana, Gaziantep, Kayseri, Denizli, Bursa illerini kapsıyor.
Bu arada küçük bir parantez.
Devlet İstatistik Enstitüsü’nden dün aldığım bilgiye göre, bu yedi ilde yüksek okul ve üniversite mezunu kadınların sayısı şöyle:
Adana 29 bin 894
Ankara 142 bin 837
Bursa 37 bin 125
Denizli 13 bin 448
Gaziantep 10 bin 447
İzmir 101 bin 900
Kayseri 14 bin 096
Projeyi yürüten KAGİDER Başkan Yardımcısı Yasemin Tutal Güzelkan’ın bu illere yaptığı ziyaretlerden edindiği izlenime göre, ünversiteli kadınların çoğu ya evde ya da işlerinden mutsuz.
Peki bu kadınlar iş hayatına nasıl kazandırılacak?
İnsan kaynakları ve yönetim danışmanlığı alanlarında eğitilecekler.
Bu iki alan pratik bir talep nedeniyle belirlenmiş.
Bu illerdeki şirketler, KOBİ’ler insan kaynakları hizmeti için İstanbul’a gelmek zorundalar.
Oysa şimdi, KAGİDER tarafından eğitilmiş kadınlar bu hizmeti onlara götürecek.
İşin püf noktası şu:
KAGİDER’in, eğittiği 50 kadın her ay 20 kadın ve erkek üniversite öğrencisi ‘karyer planlaması’ konusunda eğitecek.
Yani ‘Su Damlası’ büyüyecek ve ‘Göl’ olacak.
Bu projeyle ilgilenenler www.kagider.org sitesinden bilgi alabilirler.
DÜZELTME: Salı günkü nükleer enerji santrallarıyla ilgili yazımda, bir nükleer santralın maliyeti 2 milyon dolar olarak yazmışım. Doğrusu 2 milyar dolardır.
Yazının Devamını Oku 
1 Şubat 2005
<B>FATİH Birol, OECD</B>’nin bünyesinde kurulmuş olan <B>Uluslararası Enerji Ajansı’</B>nın baş ekonomisti.<br><br>Dünyada enerji piyasasını en iyi bilenlerden biri. Birol ile Davos’ta, Kongre Sarayı’nın hareketli katlarından birinde karşılaştık.
9 yıldan beri Uluslararası Enerji Ajansı’nda görevli olan Fatih Birol daha önce altı yıl da OPEC’te çalışmış.
Uluslararası Enerji Ajansı ne yapar?
26 hükümetin oluşturduğu bu ajans, petrolden, iklim değişikliğine kadar enerjiyle ilgili her konuda en etkili kurum.
Ekonomi’den sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Ahmet Ören’den başka Davos oturumlarına katılan üçüncü Türk olan Fatih Birol’e önce ‘iklim değişikliğini’ sordum.
Birol, bugünkü enerji politikaları değiştirilmediği takdirde 2030 yılına kadar sıcaklığın 1 derece artacağını söylüyor.
Sonuç, buzullarda erime, denizlerin yükselmesi.
Dünya halen enerjisinin yüzde 84’ünü, karbondioksit çıkartan fosil yakıtlardan elde ediyor. Peki bu tehlikeli gidiş nasıl tersine çevrilebilir?
Fatih Birol ‘birinci çare’ diyor ‘enerjinin daha verimli kullanımı’.
Bunu şöyle açıklıyor: ‘1 ton çeliğin üretimi için Türkiye Almanya’dan 5 kat daha fazla enerji harcıyor’...
İkinci çare ise ‘yenilenebilir enerji’ kaynakları. Rüzgar, güneş gibi...
Şimdi ‘iklim değişikliği’ tehlikesi nedeniyle, dünya yeniden ‘nükleer enerji’ opsiyonuna sıcak bakmaya başlamış.
Peki hani Almanya, İskandinav ülkeleri Yeşillerin baskısıyla nükleer santrallarını söküyordu?
‘İklim değişikliği ve petrol fiyatlarındaki artış yeni bir nükleer trendine yol açtı. Finlandiya yeni bir santral yapımı kararı aldı. Çin de öyle’ diyor Birol.
TÜRKİYE NE YAPACAK
Fatih Birol ile sohbet tam da Enerji Bakanlığı’nın nükleer santral yapımı için düğmeye bastığı günlere rastlıyor.
Türkiye nükleer enerjiye karar vermekte haklı mı?
‘Türkiye OECD ülkeleri içersinde en hızlı büyüyen ülke. Dolayısıyla enerji talebi yükseliyor. Enerji kaynağı bakımından fakiriz. Çoğunlukla, dışardan gelen enerjiye bağımlıyız. Rusya’dan doğal gazı pahalıya alıyoruz. Enerjide çeşitlilik yaratmak gerek’ diyor.
‘Yenilenebilir enerji’ kaynağı rüzgar ve güneş oldukça pahalı.
Rüzgar, doğal gazdan ortalama üç kat pahalıya geliyormuş.
Hidroelektrik opsiyonu da var. Peki nükleer için düğmeye basan Enerji Bakanlığı nelere dikkat etmeli?
Fatih Birol önerilerini şöyle sıralıyor: ‘Nükleer santral alanının çok iyi seçilmesi gerek. Jeolojik yapıya dikkat edilmeli, fay hatttının filan üzerinde olmasın’.
‘Ulaşım bakımından kolay bir yerde olmalı.’
Ancak en önemli nokta şu: Nükleer atıklar ne olacak?
Birol ‘Nükleer santral inşaatından önce atıkların nasıl ve nereye döküleceğinin programlanması gerekir’ diyor.
Dünyanın önde gelen nükleer enerji üreticisi Fransa ya kendi ülke sınırlarında hallediyormuş meseleyi ya da Hint Okyanusu’na gönderiyormuş.
Birol, bir de uyarıda bulunuyor.
‘Nükleer santralın maliyeti en az 2 milyon dolardır. Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerde makro ekonomik dengeleri bozabilir. Her şeyin çok iyi hesaplanması gerek.’
Japonya hükümeti benden daha fazla yararlanıyor
FATİH Birol, dünyanın önde gelen enerji uzmanlarından sayılıyor.
Bu yıl Dünya Ekonomik Forumu’nun mütevelli heyetine seçilmiş.
Enerjiden söz ederken, hükümetlerin ‘uzun vadeli’ enerji politikaları oluşturduklarını anlatıyor.
‘Enerji için ülkeler 25-30 yıllık plan yapar’ diyor.
Türkiye’de, Enerji Bakanlığı’nın, Çevre ve Dışişleri bakanlıklarıyla koordinasyon içersinde uzun vadeli bir strateji belirlemesi gerektiğini anlatıyor.
Merak ediyorum.
Acaba Ankara, enerji konusunda elinin altındaki bu nimetten faydalanmasını biliyor mu? Fatih Birol’a gerektiği zaman danışıyor mu?
Enerji Bakanı Hilmi Güler arada sırada bilgisine başvuruyormuş.
‘Ancak’ diyor Fatih Birol, Japonya Hükümeti bile benden daha çok yararlanıyor...’
Yazık değil mi? Hele enerji gibi girift bir konuda böylesine değerli bir uzmandan daha çok yararlanılmaz mı?
Enerji dünyasının İncil’i
FATİH Birol’un ekibiyle birlikte her yıl yayınladığı ‘Dünya Enerjisine Genel Bakış’ kitabı enerji dünyasının bir nevi İncil’i.
Yıllık değerlendirme yaparak, 2030 yılına kadar enerjide neler olacağını ele alan kitap 2003 yılında ABD Enerji Bakanlığı’nın özel ödülünü almış.
Rus Bilimler Akademisi’nin de ödülünü kazanan kitap verdiği istatistiki bilgiler nedeniyle tam bir başvuru kitabı.
Mesela dünyada 1.6 milyar kişinin elektrik enerjisinden yararlanamadığını ortaya koymuş.
Fatih Birol, aynı zamanda ‘Milenyum Projesi’ yani 2015 yılına kadar yoksulluğu yarı yarıya indirmekle ilgili projenin başında olan Jeffrey Sachs’a destek veriyor.
‘Milenyum Projesi’nin enerji kısmından sorumlu.
Yazının Devamını Oku 
30 Ocak 2005
<B>DAVOS</B>'taki Kongre Sarayı'nda önceki gün konuşan Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan</B>'ın işi hayli zordu. Zira konuşması Davos'un iki ‘kahramanı’ arasına sıkışmıştı.
Başbakan Erdoğan'dan önce konuşan Brezilya Devlet Başkanı Luiz İnacio Lula da Silva iki yıl önceki kahraman iken, üçüncü konuşmacı Ukrayna Devlet Başkanı Yuşçenko yeni kahramandı.
Turuncu kravatıyla sahneye çıkan Yuşçenko lafı hiç uzatmadan Ukrayna'nın kendisini Avrupa'nın bir parçası olarak gördüğünü söyledi.
Ukraynalılar'ın dünyanın en eğitimli halklarından biri olduğunu belirten Yuşçenko'ya göre, ülkesi AB üyeliğine hazır.
Halen yüzde 65 civarında olan kayıt dışı ekonomi için önlem alınacağını, özelleştirmenin hızlandırılacağını belirten Yuşçenko ‘Avrupa'nın global ekonomide güçlenmesine katkıda bulunacağız’ dedi.
Yuşçenko'yu salona takdim eden ise Polonya Cumhurbaşkanı Aleksander Kwasniewski oldu.
Polonya Cumhurbaşkanı, Ukrayna'nın en büyük destekçisi.
Yuşçenko'yu takdim ederken şöyle dedi: ‘Bugün Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğini konuşuyorsak Ukrayna'nın üyeliğini de rahatlıkla konuşabiliriz.’
Nitekim Erdoğan'ı soru yağmuruna tutan yabancı gazeteciler Ukrayna hakkında ne düşündüğünü sıklıkla sordular.
Sanırım, Ukrayna'nın Avrupa gündeminde Türkiye'nin önüne geçmesi olasılığını göz önüne almamız gerek.
Sosyal Forum'un yapıldığı Porto Alegre'den Davos'a gelen iki yıl önceki ‘kahraman’ Lula'nın heyecanı dikkat çekiciydi.
‘İki yıl önce Brezilya'ya karşı kuyku vardı. Şimdi ise bu kuşkuların dağıldığını görüyorum’ diye konuşan Lula'ya göre vergi, sosyal güvenlik, hukukta önemli reformlar yapılmış.
Brezilya'nın ihracatı iki yılda yüzde 60 oranında artmış.
Doğrudan yabancı yatırım 18 milyar dolara ulaşmış.
İşsizlik yüzde 12'den 9'a düşmüş.
2 yılda 2 milyon yeni iş olanağı sağlanmış.
Hatırlıyorum, iki yıl önce Lula'nın Brezilya için meşhur ‘sıfır açlık’ formülü vardı.
Yoksulluğu azaltmak için alınan önlemler çerçevesinde 20 milyon kişiye ulaşılmış.
Hayatlarında banka hesabı açtırmamış olan yoksul Brezilyalılar banka hesapları açtırmışlar.
Ama en önemlisi ‘yeni ticaret ortaklıkları’ geliştirilmiş.
Lula, aynen Başbakan Erdoğan'ın yaptığı gibi yabancı ülkelere seferlere çıkmış.
‘Tam 32 ülke dolaştım. Hindistan, Çin, Ortadoğu, 10 Afrika ülkesi, Güney Amerika ülkeleri hepsiyle ticaret anlaşmaları yaptım’ diyor.
Bundan sonra Lula'nın rüyası ne?
‘Ülkemde herkes kahvaltı, öğle ve akşam yemeği yediği takdirde huzur içinde ölebilirim.’
Global siyaseti daha yakından ilgilendiren bir başka rüyası ise Brezilya'nın, Japonya, Almanya, Hindistan gibi ülkelerle birlikte BM Güvenlik Konseyi üyeliğine getirilmesi.
Sharon yardımı başlattı CEO'lar arkadan geldi
Dünyada yoksulluğun tartışıldığı oturum, Sharon Stone'un 10 bin dolar vererek başlattığı bir yardım kampanyasına dönüştü.
Salona girdiğimde havada CEO'ların kartvizitleri uçuşuyordu.
Meğer Sharon Stone, ‘Tanzania'da malarya hastalığıyla mücadele için 10 bin dolar veriyorum? Beni seven peşimden gelir’ demiş.
15 dakikada 47 CEO kartvizitlerini vererek yardım vaadinde bulununca 1 milyon dolar toplanırvermiş.
Bill Gates, Brezilya Devlet Başkanı Lula, Tanzanya Devlet Başkanı Benjamin Mkapa'nın katıldığı oturumda buna en çok sevinen Jeffrey Sachs oldu.
Columbia Üniversitesi Yeryüzü Enstitüsü'nü yöneten Sachs, Annan'ın‘Milenyum Projesi’nin başında. ‘Milenyum Projesi’nin amacı 2015’e kadar dünyada yoksulluğu yarı yarıya azaltmaktı.
Davos'a gelen Almanya Şansölyesi Schröder, İngiltere Başkanı Blair ve video aracılığıyla seslenen Chirac'ın da çeşitli planları var yardım konusunda.
Chirac, uluslararası vergilendirmeden sözediyor.
Blair ise gelecekte yapılacak yardımlar için uluslararası bir sermaye oluşturulmasından yana.
Bakalım hangisi tutacak?
Çin'den kimse korkmasın
BU yıl Davos'un yıldızlarından biri Ukrayna ise diğeri Çin.
Üstelik bu yıl Çin'i burada temsil eden Başkan Yardımcısı Huang Ju.
1990'larda Şanghay Belediye Başkanlığı’nı yapmış.
Bu şehrin kalkınmasında önemli payı var.
Dün sabahın erken saatlerinde Huang Ju'yu dinliyoruz.
Lula gibi o da neler yaptıklarını anlatıyor.
1979 ile 2003 yılları arasında Çin'in ekonomisi ortalama yüzde 9.4 oranında büyümüş.
2004 yılında Çin'in ithalatı 560 milyar dolara ulaşmış.
1.3 milyar nüfusu olan ülkede kişi başı milli gelir 1000 dolar.
Ancak Ju bunun 10 yıl içerisinde 3 bin dolara çıkacağını söylüyor.
‘Bin dolardan 3 bin dolara atlama süreci Çin'in modernleşme sürece olacak’ diyor Ju.
Çin halen dünyayı hem şaşırtıyor, hem ürkütüyor.
Kafalarda soru işaretleri var.
Ya büyümesi durursa, ya kırsal kesim ve şehirler arasındaki gelir uçurumu nedeniyle sosyal patlama yaşarsa?
İnanılmaz boyutlardaki enerji tüketimi nedeniyle ya çevre felaketlerine yol açarsa?
Bu kuşkuları hesaplayarak Davos'a gelen Huang Ju ‘Çevre kirliliğini önlemek için hızla modern sanayiyi geçeceğiz. Ekonomik büyümenin sosyal boyutunun farkındayız. Önlemlerimizi alıyoruz. Çin'in gelişmesi hiçbir ülke için bir tehdit oluşturmayacak. Kimse korkmasın’ diyor.
Yazının Devamını Oku 
30 Ocak 2005
Salonu tıka basa doldurduğu gibi konuşmasından sonra kalabalık yüzünden sahneden de inemiyordu. Kendisine uzanan elleri eğilerek sıkmaktan birden kıpkırmızı oldu ve kenara otururak el sıkmaya devam etti. Sonra baktı olmuyor aşağıya inip kalabalığa karıştı. Ona ellerini uzatanlar, ellemek isteyenler, birlikte resim çektirmek isteyenler... Clinton’ın herkese uzatacak eli, herkese söyleyecek bir sözü vardı.
BU yıl Davos’a gelen tüm kadınların yüreği, okyanusun diğer yakasından gelen iki beyaz saçlı adam için çarptı.
Gerçi birinin saçı biraz aslan yelesini andırırken, diğerininki özenle kırpılarak fönlenmişti ama neticede ikisi de beyazlamıştı.
Başka ortak özellikleri de vardı.
İkisi de, globalleşmenin tokadını yiyen yoksul ve hasta insanlarına yardım ederek hayatlarına bir başka boyut kazandırma kararını almıştı.
Üstelik kendi adlarına vakıf kurarak.
Her ikisi de ağustos ayında yani arslan burcu altında dünyaya gelen bu iki adamın kimler olduğunu elbet anlamışsınızdır: Bill Clinton ve Richard Gere.
Gere ilk kez geldiği Davos’ta gördüğü ilgiden haklı olarak biraz sıkılmış.
‘Merhaba, ben bir Türk gazetecisiyim’ diyorum.
‘Merhaba’ diyor ‘Ben de Amerikalı bir oyuncu.’
Kibar, sevimli ama Clinton kadar insanlarla rahat değil.
Şimdi esas ABD eski başkanı Bill Clinton’a geleceğim.
*
DAVOS’taki Kongre Sarayı’nın büyük salonunun hálá tıka basa doldurmayı başaran ender kişilerden biri.
Ve sahnede özellikle tek başına olduğunda daha parlak.
‘Bu adamın büyüsü nedir’ sorusunun bir sürü yanıtı vardır mutlaka ama bu son sefer onu dinlediğimde çocuksu içtenliğinin de payı olduğuna karar verdim.
‘Sanıyorum’ diyor ‘ABD’de hem Bush’u, hem Kerry’yi seven tek Amerikalı benim’.
Neden Bush’u seviyor?
‘Benden hayli farklı olduğunu kabul ediyorum ama çoğu kişinin aksine onu zeki ve iyi bir politikacı buluyorum.’
‘Hayatı seviyorum, gizemlerini de! Zaten kendi hayatım da hálá benim için bir sır.’
Sonra ‘Şanslı biriyim. Geriye baktığımda iyi bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Şimdi de öyle’ diye ilave ediyor.
*
BİR saat boyunca sadece kendisinden söz etmiyor elbette Clinton.
Irak, İran, Ortadoğu politikası, tsunami her şeyden bahsediyor.
Sorulan her soruya cevap veriyor.
En ateşli gündem maddesi olan İran meselesinde mesela askeri bir müdahaleden yana değil.
İran’ın nükleer kozundan rahatsız olmakla birlikte diplomasinin sonuna kadar zorlanması gerektiğini söylüyor.
Amerikan halkının dünyada olup bitenlere daha duyarlı olmalarından pek memnun.
‘Tsunami için toplanan yardımın yarısından fazlası internet üzerinden yapıldı. Yani global yardımlaşma demokratikleşme yolunda’ diyor.
*
CLINTON salonu tıka basa doldurmuştu demiştim.
Ona esas ilgiyi sahneden indikten sonra görmeliydiniz.
Zaten önce kalabalık yüzünden sahneden inemedi.
Kendisine uzanan elleri eğilerek sıkmaktan birden kıpkırmızı oldu ve kenara oturarak el sıkmaya devam etti.
Sonra baktı olmuyor aşağıya inip kalabalığa karıştı.
Yanına üşüşen kalabalığın arasındaydım.
Ona ellerini uzatanlar, ellemek isteyenler, birlikte resim çektirmek isteyenler...
Clinton’ın herkese uzatacak eli, herkese söyleyecek bir sözü vardı.
Evliya gibi olmuş resmen.
*
KALABALIĞIN arasından eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa sıyrılıyor.
‘Seni iyi gördüm ameliyattan sonra’ diyerek.
Clinton hemen oracıkta Ortadoğu’daki son gelişmeleri konuşuyor.
Suudi Prensi Türki Al Faysal da yanına gelmeyi başarmış.
O da ‘geçmiş olsun’ diyor.
Clinton gülerek ‘Bakın’ diyor. ‘Bu adam ile üniversitede birlikteydik. Allah aşkına hangimiz daha genç?’
Gerçekten de hayli zayıflamış olmakla birlikte Clinton, Suudi Prens’e fark atıyor.
Elimi uzatıyorum ‘Merhaba Türkiye’den geliyorum!’
‘Türkiye’yi severim! Başkanlığım dönemimde Avrupa Birliği için militan gibi çalıştım. Türkiye çok önemli bir ülke’ diyor.
Mavi boncuk değil!
Adam gerçekten çok içten.
Yazının Devamını Oku 