Salonu tıka basa doldurduğu gibi konuşmasından sonra kalabalık yüzünden sahneden de inemiyordu. Kendisine uzanan elleri eğilerek sıkmaktan birden kıpkırmızı oldu ve kenara otururak el sıkmaya devam etti. Sonra baktı olmuyor aşağıya inip kalabalığa karıştı.
Ona ellerini uzatanlar, ellemek isteyenler, birlikte resim çektirmek isteyenler... Clinton’ın herkese uzatacak eli, herkese söyleyecek bir sözü vardı.
BU yıl Davos’a gelen tüm kadınların yüreği, okyanusun diğer yakasından gelen iki beyaz saçlı adam için çarptı.
Gerçi birinin saçı biraz aslan yelesini andırırken, diğerininki özenle kırpılarak fönlenmişti ama neticede ikisi de beyazlamıştı.
Başka ortak özellikleri de vardı.
İkisi de, globalleşmenin tokadını yiyen yoksul ve hasta insanlarına yardım ederek hayatlarına bir başka boyut kazandırma kararını almıştı.
Üstelik kendi adlarına vakıf kurarak.
Her ikisi de ağustos ayında yani arslan burcu altında dünyaya gelen bu iki adamın kimler olduğunu elbet anlamışsınızdır: Bill Clinton ve Richard Gere.
Gereilk kez geldiği Davos’ta gördüğü ilgiden haklı olarak biraz sıkılmış.
‘Merhaba, ben bir Türk gazetecisiyim’ diyorum.
‘Merhaba’ diyor ‘Ben de Amerikalı bir oyuncu.’
Kibar, sevimli ama Clinton kadar insanlarla rahat değil.
Şimdi esas ABD eski başkanı Bill Clinton’a geleceğim.
*
DAVOS’taki Kongre Sarayı’nın büyük salonunun hálá tıka basa doldurmayı başaran ender kişilerden biri.
Ve sahnede özellikle tek başına olduğunda daha parlak.
‘Bu adamın büyüsü nedir’ sorusunun bir sürü yanıtı vardır mutlaka ama bu son sefer onu dinlediğimde çocuksu içtenliğinin de payı olduğuna karar verdim.
‘Sanıyorum’ diyor ‘ABD’de hem Bush’u, hem Kerry’yi seven tek Amerikalı benim’.
Neden Bush’u seviyor?
‘Benden hayli farklı olduğunu kabul ediyorum ama çoğu kişinin aksine onu zeki ve iyi bir politikacı buluyorum.’
‘Hayatı seviyorum, gizemlerini de! Zaten kendi hayatım da hálá benim için bir sır.’
Sonra ‘Şanslı biriyim. Geriye baktığımda iyi bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Şimdi de öyle’ diye ilave ediyor.
*
BİR saat boyunca sadece kendisinden söz etmiyor elbette Clinton.
Irak, İran, Ortadoğu politikası, tsunami her şeyden bahsediyor.
Sorulan her soruya cevap veriyor.
En ateşli gündem maddesi olan İran meselesinde mesela askeri bir müdahaleden yana değil.
İran’ın nükleer kozundan rahatsız olmakla birlikte diplomasinin sonuna kadar zorlanması gerektiğini söylüyor.
Amerikan halkının dünyada olup bitenlere daha duyarlı olmalarından pek memnun.
‘Tsunami için toplanan yardımın yarısından fazlası internet üzerinden yapıldı. Yani global yardımlaşma demokratikleşme yolunda’ diyor.
*
CLINTON salonu tıka basa doldurmuştu demiştim.
Ona esas ilgiyi sahneden indikten sonra görmeliydiniz.
Zaten önce kalabalık yüzünden sahneden inemedi.
Kendisine uzanan elleri eğilerek sıkmaktan birden kıpkırmızı oldu ve kenara oturarak el sıkmaya devam etti.
Sonra baktı olmuyor aşağıya inip kalabalığa karıştı.
Yanına üşüşen kalabalığın arasındaydım.
Ona ellerini uzatanlar, ellemek isteyenler, birlikte resim çektirmek isteyenler...
Clinton’ın herkese uzatacak eli, herkese söyleyecek bir sözü vardı.
Evliya gibi olmuş resmen.
*
KALABALIĞIN arasından eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa sıyrılıyor.
‘Seni iyi gördüm ameliyattan sonra’ diyerek.
Clinton hemen oracıkta Ortadoğu’daki son gelişmeleri konuşuyor.
Suudi Prensi Türki Al Faysal da yanına gelmeyi başarmış.
O da ‘geçmiş olsun’ diyor.
Clinton gülerek ‘Bakın’ diyor. ‘Bu adam ile üniversitede birlikteydik. Allah aşkına hangimiz daha genç?’
Gerçekten de hayli zayıflamış olmakla birlikte Clinton, Suudi Prens’e fark atıyor.
Elimi uzatıyorum ‘Merhaba Türkiye’den geliyorum!’
‘Türkiye’yi severim! Başkanlığım dönemimde Avrupa Birliği için militan gibi çalıştım. Türkiye çok önemli bir ülke’ diyor.