Gila Benmayor

Başkana göre Kars Kafkaslar’ın Davos’u

1 Mart 2005
<B>KARS </B>Belediye Başkanı <B>Naif Alibeyoğlu’</B>nun projelerine yetişmek ne mümkün? Ani Harabeleri, Sarıkamış da dahil üç günlük zengin bir program için Ankara’dan 35 büyükelçiyi ağırlayan Naif Alibeyoğlu’nun vizyonu Yeni Zelanda elçisi Jane Henderson’u da şaşırtmış görünüyor.

Valikonağı’ndaki resepsiyonda, Ankara’daki dokuz kadın elçiden biri olan Jane Henderson ‘Sizi böylesine proje peşinde koşmaya iten nedir’ diye soruyor.

Alibeyoğlu’nun cevabı şöyle: ‘Dikkatleri Kars’a çekmek istiyorum. Şehrimiz bugün festivaller, kongreler, kurultaylar şehri. Yarın Kafkaslar’ın Davos’u olacak.’

Peki Kars nasıl Davos olacak?

‘Belediye Konseyi karar aldı. Çevremizdeki Kafkas şehirlerle işbirliğine gideceğiz. Azerbaycan, Gürcistan ama esas amaç ilerde Ermenistan’ın da işbirliğine katılması. Sivil inisiyatifle Kafkasların bir barış adası olmasına çalışıyoruz’ diyor. Alibeyoğlu.

Önümüzdeki eylül ayında Kars’ta Kafkas Kültürleri Festivali var.

Komşu ülkelerin dışişleri bakanlarına Kars’tan davetiye gidecek.

Ermenistan dışişleri bakanına da davet var mı diye sordum.

Varmış.

Aralarında İngiltere Büyükelçisi Peter Westmacott, Yunanistan Büyükelçisi Michael Christides, Avrupa Komisyonu Türkiye temsilcisi Hans Joerg Kertschmer’in de bulunduğu 35 büyükelçinin Kars çıkarmasında zaten böyle bir ‘Kafkas’ kaynaşmasına tanık oluyoruz.

İşadamı Osman Kavala’nın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu Anadolu Kültür’ün işbirliğiyle devreye giren Kars Sanat Merkezi’nin açılışı elçilerin ziyaretine denk getirilmiş.

Açılışındaki konserde Türk, Azeri, Gürcü, Ermeni sanatçılar bir araya gelmiş.

35 büyükelçiye bundan daha güzel bir mesaj olabilir mi?

Alibeyoğlu’nun diğer projelerine gelince...

Fransızlarla, Kars’ta 12 çiftlikle hayvancılıkla ilgili pilot bir uygulama başlamış.

Fransızlar bu iş için 25 bin Euro’luk fon ayırmış.

İlerde yine Fransızlarla ‘kaz ciğeri’ üretimi gündeme gelecek.

Kars kazlarıyla ünlü ya Başkanı önümüzdeki aralık ayında ‘Altın Kaz’ Film Festivali planlıyor.

NORVEÇ NEREDE, KARS NEREDE

Norveçliler de Kars’a sıcak bakanlardan. Alibeyoğlu ile Norveç büyükelçisi Hans Wilhelm Longva arasında benim de tanık olduğum derin bir muhabbet var.

Kars zaten Norveç’in Kirkenes şehriyle kardeş şehir olmuş.

Norveç elçisi, Barents Denizi çevresindeki komşu ülkeler Finlandiya, İsveç, Norveç, Rusya arasındaki Barents İşbirliği’nin benzerini Kars ve komşularına öneriyor. Norveç nerede, Kars nerede?

Kars’ın kişi başı milli geliri 838 dolar. Norveç’inki ise 40 bin 400 dolar. Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu’nun örnek aldığı dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Peki Kars ekonomisinin iyileştirmesi için ne düşünüyor?

‘Sınırdaki Doğu Kapısı açılmadan olmaz. İnsanlar Kars’a yatırım yapmaya gelmiyor çünkü mallarını satacak pazar yok. Doğu Kapısı açıldığı takdirde burada üretilen mallar tüm komşulara yayılabilir’ diyor.

Kars’ta üretilen mallar çevreye ne zaman yayılır bilmem ama Gürcü şarapları Kars’ta.

Büyükelçilerin onuruna ‘Bistro’ lokantasındaki yemekte Gürcü şarabı içiliyor.

‘Bistro’nun sahibi Fuat Doğanay bir gün önce Gürcistan’a geçerek Ankara’dan gelecek özel misafirler için tam 146 şişe Gürcü şarabı almış.

Global Miras Fonu’nun desteğiyle yılda 200 bin turist

KARS Belediyesi’
nin işbirliği yaptığı sivil toplum kuruluşları arasında Çekül, Açık Toplum Ensitüsü, Anadolu Kültür, Global Miras Fonu gibi kuruluşlar var.

Global Miras Fonu merkezi Kaliforniya’da olan bir STK.

Misyonu, gelişmekte olan ülkelerde dünya mirası sayılan arkeolojik ve kültürel alanları koruma altına alarak restore etmek ve günlük yaşama kazandırmak.

Meksika’dan Kamboçya’ya 40’a yakın ülkede faaliyet gösteren Global Miras Fonu’nun Kars ile ilgili projesini Kent Konseyi binasında dinledik.

Proje, Kars Kalesi’nin hemen eteklerindeki Osmanlı mahallelerinin restorasyonu ve turizm yoluyla ekonomiye kazandırılmasıyla ilgili.

Evler, hamamlar, köprüler, konaklar yeniden düzenlenecek.

Proje başkanı, şehir planlamacısı Nejat Sert’e göre, Kars değişik kültürlerin Türk, Rus, Ermeni yapılarını aynı alanda barındıran çok özel bir dokuya sahip. Osmanlı mirasının Kars’a yeniden kazandırılmasının yıllık bütçesi 1.6 milyon dolar.

Global Miras Fonu ilk yıl 476 milyon dolarlık bir katkı yapacak.

Proje tamamlandığında, şehre 10 yıl zarfında yılda 200 bin turistin geleceği hesaplanmış.

Global Miras Fonu’nun desteklediği Kamboçya’daki Anghor Wat örneğin, ülkenin turizm gelirinin büyük bir bölümünü karşılıyormuş.

Hiperaktif Belediye Başkanı Alibeyoğlu’nu izlemeye devam.

Bakan olunca maaşı altı kat azaldı

FRANSA
’da oturduğu evi devlete ödettiği ortaya çıkınca istifa eden Maliye Bakanı Herve Gaymard’ın yerine atanan Thierry Breton ‘şirket kurtaran adam’ diye biliniyor.

Bull, Thomson, France Telecom, Breton’un uçurumun eşiğinden kurtardığı şirketler.

2002 yılında 20.7 milyar euro kaybı olan France Telecom, Breton’un uyguladığı stratejiyle 2004 yılını 2.8 milyar Euro kárla kapatmış.

Breton, France Telecom’dan aldığı maaşın altı kat altında bir maaşla bakanlık koltuğuna oturmuş.
Yazının Devamını Oku

Domates ekerken nerede lahitle karşılaşabilirsiniz?

27 Şubat 2005
<B>Sorunun cevabı antik Antandros şehri. MÖ 7. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen Altınoluk’taki Antandros’un üzerinde bugün Melis sitesi var. Burada oturanlar bahçelerindeki domatesleri çapalarken kimi zaman lahit parçalarıyla karşılaşıyorlar. </B> EMEKLİ bir gazeteci ile, İda Dağı eteklerinde MÖ 7. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen antik Antandros şehri arasında nasıl bir ilinti olabilir?

Emekli gazeteci 82 yaşındaki Remzi Erkürem.

Ankara’da Ulus Gazetesi’nin müdürlüğünü, 22 yıl boyunca ise Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası Genel Sekreterliği’ni yapmış.

Günün birinde emeklilik günlerini geçirmek için Altınoluk’a yerleşme kararı alıyor.

Altınoluk’a adımını atar atmaz tesadüfler karşısına antik Antandros şehrini çıkartıyor.

‘Arkeolog değilim. Arkeolojiyle ilgili çalışmalarım feci bir şekilde yağmalanan Antandros’u tanıdıktan sonra başladı’ diyor Erkürem.

Antandros
’u ilk keşfeden 1842 yılında bölgede araştırmalar yapan Heinrich Kiepert adında bir Alman.

Troya’yı ortaya çıkartmış olan Schliemann da buraya uğrayanlardan.

Heredot, Antandros’un varlığına değinen ilk tarihçi.

Latin ozan Virgilius, Troya Savaşı dönemini anlatırken Antandros’un gemi yapımında kullanılan keresteleriyle tanındığını yazar.

Antandros antik çağlardan sonra Hıristiyanlık döneminde piskoposluk merkezi.

Yani elinizi nereye atsanız inanılmaz bir tarih var.

Ama gelin görün ki bizim yetkililer bunun farkında değil...

TARİHİ YERDE İNŞAATA İZİN

Olmadıklarını da emekli gazeteci Remzi Erkürem ortaya çıkartmış.

1983 yılında Bursa Müzesi Müdürü’nün ‘arazide yapılan sondaj ve kazılarda herhangi bir kalıntıya rastlanmadığı’ raporundan sonra Antandros imara açılıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun imara izin veren 14680 sayılı kararı Erkürem’in dosyasında mevcut.

1986 yılında Antandros’un tam üzerinde bir sitenin inşaatı başlıyor.

Binaların temeli atılırken lahitler parçalanıyor, içlerindeki eşyalar yağmalanıyor.

Üç yıl sonra yani 1989 yılında eski eserlerin kırılıp dört bir yana saçılmasına ve yağmalanmasına artık dayanamayan vicdanlı birinin ihbarda bulunması üzerine Altınoluk Belediyesi duruma el koyuyor.

Derken, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu bölgeyi 1990 yılında ‘üçüncü derece sit alanına’ alıyor.

‘Oysa’ diyor Remzi Erkürem ‘Birinci, bilemediniz ikinci derece sit alanı kapsamına alınmalıydı’...

Erkürem’e göre, Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu burada son derece hatalı.

Çünkü herhangi bir uzman göndermeden ‘üçüncü derecede sit’ diye karar vermiş.

Bu yüzden de Antandros’un üzerindeki inşaatlar ve yağmalanma yıllarca sürmüş.

1999 yılında Remzi Erkürem bu antik şehre sahip çıkılması için ‘Antandros Şehrini Kurtarma, Koruma ve Yaşatma Derneği’ni kuruyor.

DÜĞÜN SALONU KAZI EVİ OLDU

Ege Üniversitesi’nin de işin içine girmesiyle kazılar başlıyor.

Bu arada Remzi Erkürem sponsor da buluyor.

Önce İş Bankası, ardından Akbank kazılara destek oluyor.

Altınoluk Belediye Başkanı kullanılmayan bir düğün salonunu 10 yıllık süreyle Kazı Evi diye tahsis ediyor.

Antandros, Erkürem’ın başını çektiği sivil bir inisiyatifle gün ışığına çıkartılıyor.

Peki bugünkü durum ne?

Kazılardan çıkartılan, civar köylerden toplanan tarihi eserlerin çoğu Bursa ve Balıkesir Müzeleri’ne gönderilmiş.

Bazı evlerin bahçelerine ‘süs’ diye konan benzersiz mozaikler sökülmüş, ait oldukları yerlere konmuş.

Bu arada Melis Sitesi’nde, bahçelerine domates ekenlerin çapalarına lahitler takılmaya devam ediyor.

(Hürriyet, Ege 23.7.2003 tarihli sayısında yer alan habere göre Ayten Çatalbaş domates çapalarken bir lahit parçasına takılmış.)

Akbank’ın sponsorluğu sona ermiş.

‘Sakıp Sabancı arkeoloji geleceğin petrolü demişti oysa’ diye hatırlatıyor Remzi Erkürem.

Arkeolojiye gönül verenlere duyurulur.

Antik Antandros şehri sizi bekliyor.

Antandros’un gün ışığına çıkartılması ve korunması için yıllardan beri çaba harcayan 82 yaşındaki Remzi Erkürem emekli bir gazeteci. Koltuğunun altında Antandros dosyasıyla ilgiyi buraya çekmeye çalışıyor. Akbank’ın sponsorluğu da bittiğinden şimdi sponsor derdinde.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye yabancı mühendis zor gelir

25 Şubat 2005
<B>GEÇENLERDE </B>yabancı bir şirkette çalışan bir arkadaşım <B>‘Biliyor musun... Artık yabancı mühendis çalıştırmamız imkansız’ </B>diye aradı. Meğer, Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği yani TMMOB tarafından, 1 Şubat 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik yabancı mühendislere kapıyı kapatıyormuş.

İşin garip yanı çalışma izni veren Çalışma Bakanlığı’nın da yeni yönetmelikten haberdar edilmemiş olması.

Yani Çalışma Bakanlığı bir ‘oldu bitti’yle karşı karşıya.

TMMOB yönetmelikle ilgili Çalışma Bakanlığı’nın görüşünü almadan direkt Başbakanlığa başvuruyor.

Kanunlar ve Kararlar Dairesi’nden yönetmeliğin Resmi Gazete’de yayınlanmasını sağlıyor.

Peki TMMOB’nin yönetmeliğinde neler var?

Yeminli tercüman ve noterden tasdikli 15 ila 20 belge.

YÖK’ten Denklik Belgesi ki bunun alınması 6 ay sürüyor.

TMMOB’den onay olacak ‘yabancı proje’ sorumlusunun ‘Türkçe’ bildiğine dair belge. Sular seller gibi Türkçe bilen yabancı bir mühendis olabilir mi sizce? Özetle bin bir dereden su getirerek yabancı mühendislerin Türkiye’de çalımaları imkansız hale getirilmiş durumda.

YASED RAHATSIZ

YASED’
e (Yabancı Sermaye Derneği) göre üyelerinden çoğu 1 Şubat tarihinde yürürlüğe girmiş yönetmelikten son derece rahatsız.

Düşünün ki, Türkiye’de enerji üzerinde faaliyet gösteren yabancı bir şirket santrallarda kullanılmak üzere burada üreteceği makinelerde kalifiye mühendise ihtiyaç duyuyor.

Belki dünyada bu işi yapacak bir elin parmakları kadar mühendis var. Ama yönetmelik nedeniyle eli kolu bağlı, hiçbir mühendis getirtemiyor.

İddialara göre, BOTAŞ dahi yabancı mühendis getirtemiyormuş.

TMMOB Türkiye’de bunca işsizlik varken, Türk mühendislerin önünü açmak için böyle bir yönteme başvurmuş olabilir.

Ancak bu kadar katı kurallarla ‘vur deyince öldürmüş’ resmen.

Bir de olayın başka boyutu var.

O da ‘küreselleşme’ meselesi.

HANİ KÜRESELLEŞME

Önceki gün KAGİDER’de dinlediğimiz Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı değindi bu konuya.

‘Türkiye küreselleşmenin neresinde’ derken şöyle bir cümle kullandı:

‘Küreselleşme eski sanayi devrimi gibi karşı konulamaz bir süreç. Ülkelerin arasındaki sınır kalkıyor, işbirliklerinin, STK’ların önemi artıyor.

Mal, hizmet, ticaretin ve sahipliğin sınır tanımaz hale gelmesidir küreselleşme...’

Şimdi Güler Sabancı’nın bu tarifinden yola çıkarsak yukarıda sözünü ettiğim yönetmelik hizmet dolaşımına pekálá bir sınır koyabiliyor.

Güler Sabancı aynı konuşmasında, Brezilya’da fabrika kurulurken Türkiye’den kriz koşullarını iyi bilen Türk yöneticiler, mühendisler de çağırdıklarını söylüyor.

Brezilya’nın ülkede çalışacak Türklere herhangi bir zorluk çıkarttığını sanmıyorum.

Zaten iyi yetişmiş, konularında uzman Türk mühendisler her yerde.

Brezilya’da, Rusya’da, Türkmenistan’da.

Diğer bir sürü ülkede.

Küreselleşmenin gereği bu.

Bu durumda 1 Şubat’ta yürürlüğe giren yönetmelik biraz tuhaf kaçmıyor mu?

Soğan ve toprak meselesi

DÜN DSP’
den gelen e-postada Rahşan Ecevit’in bir açıklaması vardı.

Yabancılara toprak satışının ‘Sevr’ boyutlarına geldiğini belirterek ‘Soğan satmıyoruz, toprak satıyoruz’ demiş...

‘Hele, hele Alanya Almanya oldu’ diye ilave etmiş...

Önce Alanya’yla ilgili birkaç söz.

Geçenlerde Moskova Havalimanı’nda karşılaştığım Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu, 8 bin yabancının tapuda kaydı olduğunu söylemişti.

Alanya’ya yerleşmiş olan yabancılar nedeniyle ekonomiye canlılık geldiğini, emlak fiyatlarının arttığını da belirtmişti.

Sipahioğlu’nun anlattıklarına bakılırsa, Alanyalı halinden gayet memnun...

İkincisi, daha dün YASED’den aldığım verilere göre yabancılara gayrimenkul satışlarında öyle ‘patlama’ filan yok.

2004’te yaklaşık 2 milyar 700 milyon dolar yabancı sermaye girişinin 987 milyon doları emlak satışından...

2003’te ise emlak satışından yabancı sermaye girişi 707 milyon dolar.

Yani bir yılda 280 milyon dolar artmış.

‘Din elden gidiyor’ çıkışından sonra Rahşan Ecevit’in bu çıkışını anlamakta zorluk çekiyorum.

Zira bundan önce kaç kez yazıldı, çizildi.

Burada toprak, ev her neyse satın alan yabancılar bunları çantalarına koyup götürmeyecek.

İspanya’nın tüm güney sahillerinde İngilizlerin, Almanların ve Arapların mülklerinden geçilmiyor.

Franko döneminden sonra en uzun süre iktidarda kalanlar Sosyalistler olduğuna göre, mülklerin çoğu onların döneminde satılmış...

DSP ile İspanyol Sosyalistlerin dünya görüşlerinde dağlar kadar farka bakar mısınız?..

İstanbul’da Fransa ABD yakınlaşması

BİR
haftadan beri ABD ve Washington ile ilişkileri ‘hassas bir dengede’ olan ülkeler arasında bir bahar havasıdır gidiyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Bush arasındaki sekiz dakikalık görüşme okuduklarımıza göre pek samimi havada geçmiş.

Bu buluşmadan bir gün önce gerçekleşen Bush-Chirac görüşmesi de öyle.

İki saat, on beş dakikalık buluşmada buzlar erimiş, iltifatlar yağdırılmış.

Tarihi Bush-Chirac görüşmesinden tam bir gün sonra İstanbul’da da bir Fransa-ABD yakınlaşmasına tanık olduk.

Fransız Başkonsolosu Jean-Christophe Peaucelle, Amerikalı meslektaşı David Arnett onuruna Fransız Sarayı’nda bir davet verdi.

Peaucelle’e sorduk davetin Bush-Chirac görüşmesiyle ilgisi var mı diye...

Tamamıyla tesadüfiymiş...
Yazının Devamını Oku

Kayseri’de dünya devi oldu, şimdi Çin’e meydan okuyor

22 Şubat 2005
<B>LÜBNAN’</B>da<B> Hariri </B>ailesine başsağlığı diledikten sonra soluğu Kayseri’de alan Dışişleri Bakanı <B>Abdullah Gül </B>ile <B>Orta Anadolu </B>A.Ş.’nin <B>‘denim’ </B>yani blucin kumaşı fabrikasını gezdik. Elbet 156 bin metrekarelik bir alana yayılmış olan fabrikayı baştan sona gezmek mümkün olmadı.

Uçuşan pamuk tozlarına karşı ağzımızda maske fabrikanın 20 milyon dolarlık yeni yatırım alanlarını ancak görebildik.

Zaten gezinin amacı da buydu.

Yılda 200 milyon dolar ciro yapan ve cirosunun yüzde 10 ila 15’ini yatırıma dönüştüren Orta Anadolu’nun yeni yatırımını yerinde görmek.

Önce Kayseri’nin gizli sanayi devi Orta Anadolu ile ilgili bilgi.

Orta Anadolu Mensucat, özel sektörün emekleme döneminde 1953 yılında bazı Kayserili tüccarlar tarafından kurulmuş.

Doğu Almanya’dan gelen dokuma makineleriyle fabrika Başbakan Adnan Menderes tarafından açılmış.

Fabrika yirmi yıl boyunca Kayseri’nin gözdesi.

1970’lerin ortasında yeni yatırım ve teknoloji eksikliğinden sıkıntılar başlıyor.

1980’lerin başında fabrikanın ortaklarından Gazioğlu ve Karamancı aileleri fabrikayı satın alıyor.

Bugün Orta Anadolu fabrikası tamamıyla Karamancı Ailesi’ne ait.

Fabrika tüm dünyada üretilen ‘denim’ kumaşının yüzde birini karşılıyor.

Dünyanın en kaliteli blucin kumaşını üreten üç Japon fabrikasından sonra dördüncü sırada.

Orta Anadolu Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Karamancı ‘Pamuk borsasını takip etmek için 24 saat pamuk nöbeti tutuyoruz. Gece yarısı Fildişi Sahilleri’nden, Cezayir’den ya da Urfa’dan pamuk alabiliriz’ diyor.

LEVİS OKUL OLMUŞ

Orta Anadolu
1986 yılından beri Levi’s için kumaş üretiyor.

Fatih Karamancı, ‘Levi’s’ten çok şey öğrendik. Bizim için okul oldu. Bugün dünya kulvarında rekabet edebiliyorsak Amerikalılarla işbirliğinden öğrendiklerimiz sayesinde’ diyor.

Sözü Orta Anadolu Onursal Başkanı Demir Karamancı’ya da getirmek istiyorum.

Demir Karamancı
, 1948’de Robert Kolej’den mezun olduktan sonra ABD’de master yapmış.

İbrahim Bodur, Nihat Gökyiğit, Asım Kocabıyık yakın arkadaşları.

‘Bizim dönemin işadamları şanslıydı. Zira bizim yatırım yaptığımız dönemlerde Türkiye’de ne yatırım yapsanız kazanırdınız’ diyor.

Levi’s’a dönersek, Karamancı Ailesiyle işbirliği sadece Kayseri’deki Orta Anadolu fabrikasıyla sınırlı değil. Çorlu’da ortak kurulan fabrikada, Levi’s’in Avrupa’daki 501 üretiminin yüzde 25’i gerçekleşiyor.

Fabrikada ayrıca Lee, Wrangler, Rifle, GAP, DKYN, Mavi gibi ünlü markalar için de pantolon üretiliyor.

Dünyada 35 milyon kişi bu fabrikadan giyiniyor.

İşte bu yüzden Fatih Karamancı, ‘Çin’den korkmuyoruz. Hong Kong’a girdik ve çok yakında Çin pazarına da gireceğiz. Hem de zengin Çinli’ye hitap edecek ürünlerle’ diyor.

Önce memleketi sonra kendimizi tanıttık

DEMİR Karamancı
gerçek bir anı küpü.

Bize bizzat Kayseri’yi gezdirdiği yetmiyormuş gibi, anılarıyla Türk sanayisinin geçmişine ufuk turuna çıkartıyor.

Demir Karamancı, Levi’s’i işbirliğine nasıl ikna ettiklerini anlatıyor.

‘Levi’s yetkilileri geldiler Kayseri’de fabrikayı gezdiler. Beğendiler ancak çekiniyorlar. Türkiye’yi, çalışma koşullarını tanımıyorlar zira...’

Levi’s’
in CEO’su Bob Haas bu temaslardan sonra İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda Turgut Özal’ın verdiği bir davete katılmış. Özal, bizzat Haas’a Türkiye’yi anlatmış.

‘Önce memleketi tanıttık öyle ikna ettik Levi’s’i’ diyor Demir Karamancı.

Karamancı
Ailesinin Kayseri’de ağırladığı sadece Levi’s yöneticileri değil.

Fabrikanın hemen yanıbaşında konukevi hem dünyanın önde gelen markalarını, hem de Cleveland Hastanesi’nden aralarında Murat Tuzcu’nun olduğu bir ekibi ağırlamış.

Konukevinin dekorasyonu yaklaşık 10 yıl önce Zeynep Fadıllıoğlu tarafından yapılmış.

Ünü artık yurtdışına taşmış olan Zeynep Fadıllıoğlu’na 10 yıl önce Kayseri’de fabrikanın konukevine dekorasyon yaptırmış olan Karamancı ailesini bilmem anlatabildim mi?

300 bin ton kağıt için 950 80 bin ton için 1200 kişi

DÜN
sabah gazeteye, tam 22 yıl boyunca Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası Genel Sekreterliği’ni yapmış olan Remzi Erkürem uğradı.

Erkürem 1992 yılından beri emekli...

Ancak emekli olup köşesine çekilmiş değil.

Emekliliğini geçirmeye niyetlendiği Altınoluk’ta, antik Antandros şehrinin kurtarılmasına çalışıyor.

1999 yılında dernek kurmuş.

İş Bankası, Akbank gibi sponsorlar ve Ege Üniversitesi’nin desteğiyle antik şehrin bazı bölümleri su yüzüne çıkmış.

Antandros’ta, Remzi Erkürem’in kişisel çabalarıyla neler yapıldığını hafta sonunda ayrıntılı bir şekilde anlatacağım.

Bugün esas kolunun altında kalın bir Antandros dosyasıyla gelen Remzi Erkürem’in SEKA ile ilgili anılarını aktarmak istiyorum.

Gazete Sahipleri Sendikası Genel Sekreterli’ği yaptığı günlerde Erkürem kağıt ithalatıyla ilgileniyormuş.

SEKA’nın üretimi yeterli olmadığı için, Bas-Koop için Romanya’dan, İsveç’ten kağıt getirtiyormuş.

‘O günlerde gazetelerin ihtiyacına göre gazete kağıdı dağıtılırdı’ diye anlatıyor.

SEKA’nın gazete kağıdı üreten iki fabrikasından biri Balıkesir’de, diğeri Giresun’da.

Balıkesir fabrikası bildiğiniz gibi Albayraklar tarafından satın alındı.

Her neyse, Erkürem 1980’li yıllarda, İsveç’in Goteborg kentinde Holmen Şirketi’nden kağıt almaya gittiğini anlatırken bakın ne diyor:

‘Yılda 300 bin ton kaliteli kağıt üreten İsveç firması Avrupa’daki tüm ofisleri dahil 950 kişi çalıştırıyordu. Balıkesir’deki SEKA ise yıllık 80 bin tonu 1200 kişiyle çıkartıyordu’...

Kötü yönetim kurbanrı SEKA’nın tarihinden işte bir hüzünlü kesit.
Yazının Devamını Oku

Kayseri’de dünya devi oldu, şimdi Çin’e meydan okuyor

22 Şubat 2005
LÜBNAN’da Hariri ailesine başsağlığı diledikten sonra soluğu Kayseri’de alan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Orta Anadolu A.Ş.’nin ‘denim’ yani blucin kumaşı fabrikasını gezdik.Elbet 156 bin metrekarelik bir alana yayılmış olan fabrikayı baştan sona gezmek mümkün olmadı.Uçuşan pamuk tozlarına karşı ağzımızda maske fabrikanın 20 milyon dolarlık yeni yatırım alanlarını ancak görebildik.Zaten gezinin amacı da buydu.Yılda 200 milyon dolar ciro yapan ve cirosunun yüzde 10 ila 15’ini yatırıma dönüştüren Orta Anadolu’nun yeni yatırımını yerinde görmek.Önce Kayseri’nin gizli sanayi devi Orta Anadolu ile ilgili bilgi.Orta Anadolu Mensucat, özel sektörün emekleme döneminde 1953 yılında bazı Kayserili tüccarlar tarafından kurulmuş.Doğu Almanya’dan gelen dokuma makineleriyle fabrika Başbakan Adnan Menderes tarafından açılmış.Fabrika yirmi yıl boyunca Kayseri’nin gözdesi.1970’lerin ortasında yeni yatırım ve teknoloji eksikliğinden sıkıntılar başlıyor.1980’lerin başında fabrikanın ortaklarından Gazioğlu ve Karamancı aileleri fabrikayı satın alıyor.Bugün Orta Anadolu fabrikası tamamıyla Karamancı Ailesi’ne ait.Fabrika tüm dünyada üretilen ‘denim’ kumaşının yüzde birini karşılıyor.Dünyanın en kaliteli blucin kumaşını üreten üç Japon fabrikasından sonra dördüncü sırada.Orta Anadolu Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Karamancı ‘Pamuk borsasını takip etmek için 24 saat pamuk nöbeti tutuyoruz. Gece yarısı Fildişi Sahilleri’nden, Cezayir’den ya da Urfa’dan pamuk alabiliriz’ diyor.LEVİS OKUL OLMUŞOrta Anadolu 1986 yılından beri Levi’s için kumaş üretiyor.Fatih Karamancı, ‘Levi’s’ten çok şey öğrendik. Bizim için okul oldu. Bugün dünya kulvarında rekabet edebiliyorsak Amerikalılarla işbirliğinden öğrendiklerimiz sayesinde’ diyor.Sözü Orta Anadolu Onursal Başkanı Demir Karamancı’ya da getirmek istiyorum.Demir Karamancı, 1948’de Robert Kolej’den mezun olduktan sonra ABD’de master yapmış.İbrahim Bodur, Nihat Gökyiğit, Asım Kocabıyık yakın arkadaşları.‘Bizim dönemin işadamları şanslıydı. Zira bizim yatırım yaptığımız dönemlerde Türkiye’de ne yatırım yapsanız kazanırdınız’ diyor.Levi’s’a dönersek, Karamancı Ailesiyle işbirliği sadece Kayseri’deki Orta Anadolu fabrikasıyla sınırlı değil. Çorlu’da ortak kurulan fabrikada, Levi’s’in Avrupa’daki 501 üretiminin yüzde 25’i gerçekleşiyor.Fabrikada ayrıca Lee, Wrangler, Rifle, GAP, DKYN, Mavi gibi ünlü markalar için de pantolon üretiliyor.Dünyada 35 milyon kişi bu fabrikadan giyiniyor.İşte bu yüzden Fatih Karamancı, ‘Çin’den korkmuyoruz. Hong Kong’a girdik ve çok yakında Çin pazarına da gireceğiz. Hem de zengin Çinli’ye hitap edecek ürünlerle’ diyor.Önce memleketi sonra kendimizi tanıttıkDEMİR Karamancı gerçek bir anı küpü.Bize bizzat Kayseri’yi gezdirdiği yetmiyormuş gibi, anılarıyla Türk sanayisinin geçmişine ufuk turuna çıkartıyor.Demir Karamancı, Levi’s’i işbirliğine nasıl ikna ettiklerini anlatıyor.‘Levi’s yetkilileri geldiler Kayseri’de fabrikayı gezdiler. Beğendiler ancak çekiniyorlar. Türkiye’yi, çalışma koşullarını tanımıyorlar zira...’Levi’s’in CEO’su Bob Haas bu temaslardan sonra İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’nda Turgut Özal’ın verdiği bir davete katılmış. Özal, bizzat Haas’a Türkiye’yi anlatmış.‘Önce memleketi tanıttık öyle ikna ettik Levi’s’i’ diyor Demir Karamancı.Karamancı Ailesinin Kayseri’de ağırladığı sadece Levi’s yöneticileri değil.Fabrikanın hemen yanıbaşında konukevi hem dünyanın önde gelen markalarını, hem de Cleveland Hastanesi’nden aralarında Murat Tuzcu’nun olduğu bir ekibi ağırlamış.Konukevinin dekorasyonu yaklaşık 10 yıl önce Zeynep Fadıllıoğlu tarafından yapılmış.Ünü artık yurtdışına taşmış olan Zeynep Fadıllıoğlu’na 10 yıl önce Kayseri’de fabrikanın konukevine dekorasyon yaptırmış olan Karamancı ailesini bilmem anlatabildim mi?300 bin ton kağıt için 950 80 bin ton için 1200 kişiDÜN sabah gazeteye, tam 22 yıl boyunca Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası Genel Sekreterliği’ni yapmış olan Remzi Erkürem uğradı.Erkürem 1992 yılından beri emekli...Ancak emekli olup köşesine çekilmiş değil.Emekliliğini geçirmeye niyetlendiği Altınoluk’ta, antik Antandros şehrinin kurtarılmasına çalışıyor.1999 yılında dernek kurmuş.İş Bankası, Akbank gibi sponsorlar ve Ege Üniversitesi’nin desteğiyle antik şehrin bazı bölümleri su yüzüne çıkmış.Antandros’ta, Remzi Erkürem’in kişisel çabalarıyla neler yapıldığını hafta sonunda ayrıntılı bir şekilde anlatacağım.Bugün esas kolunun altında kalın bir Antandros dosyasıyla gelen Remzi Erkürem’in SEKA ile ilgili anılarını aktarmak istiyorum.Gazete Sahipleri Sendikası Genel Sekreterli’ği yaptığı günlerde Erkürem kağıt ithalatıyla ilgileniyormuş.SEKA’nın üretimi yeterli olmadığı için, Bas-Koop için Romanya’dan, İsveç’ten kağıt getirtiyormuş.‘O günlerde gazetelerin ihtiyacına göre gazete kağıdı dağıtılırdı’ diye anlatıyor.SEKA’nın gazete kağıdı üreten iki fabrikasından biri Balıkesir’de, diğeri Giresun’da.Balıkesir fabrikası bildiğiniz gibi Albayraklar tarafından satın alındı.Her neyse, Erkürem 1980’li yıllarda, İsveç’in Goteborg kentinde Holmen Şirketi’nden kağıt almaya gittiğini anlatırken bakın ne diyor:‘Yılda 300 bin ton kaliteli kağıt üreten İsveç firması Avrupa’daki tüm ofisleri dahil 950 kişi çalıştırıyordu. Balıkesir’deki SEKA ise yıllık 80 bin tonu 1200 kişiyle çıkartıyordu’...Kötü yönetim kurbanrı SEKA’nın tarihinden işte bir hüzünlü kesit.
Yazının Devamını Oku

71 gün, 14 saat, 18 dakika, 33 saniyede tek başına yelkenle devriálem

20 Şubat 2005
<B>DENİZCİ </B>bir millet olmadığımızı bir kez anlamış bulunuyorum.Olsaydık geçen hafta yelkenlisiyle tek başına dünyayı turlayan İngiliz<B> Ellen MacArthur</B>’u<B>, </B>kimdir, ne yapmış diye merak ederdik. 28 yaşındaki genç kadının başarısı birkaç gazetede önemsiz bir haber gibi geçiştirildi.

Sadece Vivet Kanetti, Habertürk’teki programında MacArthur’a değindi.

Halbuki bakıyorum da, yabancı dergilerde genç kadın yere göğe sığdırılmıyor.

‘Mavi Yolculuk’ta, bir iki dalga yiyince feleğini şaşıran bendeniz, 1.58 boyundaki bu küçücük kadının tek başına dünyanın tüm okyanuslarını nasıl aştığına hayret ediyorum.

‘Okyanusların Küçük Kraliçesi’ geçtiğimiz kasım ayında yola çıkmış.

Yelkenlisinin adı ‘B&Q Castorama’...

İlk teknesi ‘İduna’yı, okulda yemek fişlerini biriktirerek alan Ellen MacArthur dünya rekoru kırdığı son teknesi yapılırken bizzat başındaymış.

Buna sonra değineceğim, önce genç kadının hikayesi...

UYKU YOK, YEMEK YOK

İngiltere’de, deniz kıyısında bir kasabada dünyaya geliyor.

Teyzesiyle ilk tekne gezisine çıktığında dört yaşında.

Sekizine gelince minik bir lastik bot sahibi...

On sekizinde ise tek başına yelkeniyle İngiltere’yi turlamış durumda.

Yirmisinde kafasında bir şey netleşiyor:

‘Yelkenci olacağım... Hayatımı bununla kazanacağım.’

Ellen MacArthur,
yirmi dördünde yani 2001 yılında ilk kez tek başına dünya turuna çıkıyor. Turu 94 günde bitirip, ikinci oluyor.

Geçtiğimiz kasım ayında yola çıktığında bu kez hedefi birincilik.

Amacı, Fransız Francis Joyon’un bir yıl önce 72 gün, 23 saat ile kırdığı rekoru geride bırakmak.

27 bin mil (deniz mili) katettiği yolculuk boyunca hiçbir uykusu 30 dakikayı geçmemiş.

Kimi zaman yemek yemeye bile vakti olmamış.

‘Yemek sadece hayatta kalmak içindi... Her gün bir gün öncesinden daha kötü olamayacağını söylüyorsunuz kendi kendinize... Oysa her gün bir gün öncesinden beterdi...’

30 metre uzunluğundaki direğe tam üç kez tırmanmak zorunda kalıyor.

Bir keresinde jeneratörde kolundan yaralanıyor.

Peki yelkenlerini şişirip denizin üzerinde sonsuzluğa doğru kaydığında yaşadığı sevinçli anlar?

‘Onlar da vardı ama sanırım acı veren anlar daha fazlaydı...’

8 BİN KİŞİ KARŞILADI

En büyük mutluluk anı, 71 gün, 14 saat, 18 dakika ve 33 saniye sonra İngiltere’nin Falmouth limanına girdiğinde...

Sekiz bin kişi onu karşılamaya gelmiş.

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, Başbakan Blair ve Fransa Cumhurbaşkanı Chirac tebrikler yağdırmış.

Kraliçenin kendisini ‘lady’ unvanıyla ödüllendireceğini öğrenmiş.

Falmouth limanında bekleyen annesi ve babasıyla buluşunca ‘Teknem beni korudu’ diyor genç kadın.

Zaten teknesiyle bütünleşmiş.

Düşünün ki, ‘Castorama’ kendi fiziki koşullarına, gücüne göre özel olarak tasarlanmış bir tekne.

21.50 metre boyunda, 8.3 ton ağırlığında ve yelkenleri bir kadının tek başına idare edebileceği türden.

Ellen MacArthur, 72 gün boyunca teknesiyle başbaşa.

Güney Atlantik’te birkaç gün boyunca ona bir albatros kuşu eşlik etmiş o kadar.

Ellen MacArthur’u kıskanmadım desem yalan...

Bizim mavi koylarda terk edilmiş gibi duran ‘Yelkencilik Kulüplerini’, değil tekne üzerinde durmayı, sularda kulaç atmayı beceremeyen milyonlarca çocuğu düşündükçe nasıl üzülüyorum...

Dört bir yanımız denizmiş...

Neye yarar?
Yazının Devamını Oku

İstanbul için Barcelona modeli

18 Şubat 2005
<B>İSTİFA </B>eden Kültür ve Turizm Bakanı<B> Erkan Mumcu’</B>nun yerine kim atanacak?<br><br><B>Mumcu</B>’nun bundan sonra ne yapacağı kadar yerine kimin getirileceği de merak konusu bugünlerde. Bakanlık koltuğu için konuşulan isimler arasında Ömer Çelik’in de adı geçiyor.

Ancak AKP’ye yakın kaynaklar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, çoğunlukla gezilerinde kendisine refakat eden Ömer Çelik’i kolay kolay yanından ayırmayacağı görüşünde.

Kültür ve Turizm Bakanı kim olursa olsun önüne çıkacak dosyalardan bir tanesi de İstanbul.

Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü’nün ocak ayında yayınlamış olduğu rapor elimin altında.

2004 yılında İstanbul’a gelen turist sayısı bir yıl öncesine oranla yüzde 10.2 artmış. 3 milyon 473 bin 144 olmuş.

Yani Türkiye’ye gelen her 5 turistin 1’i İstanbul’a uğruyor.

İstanbul’a gelen yabancılar içerisinde birinci sırada Almanlar var.

İkinci sırada Ruslar, üçüncü sırada ise Fransızlar.

Şimdi rapor incelendiğinde bir nokta dikkat çekiyor.

O da şu: Topkapı Sarayı’nı ziyaret edenler 814 bin 689 kişi.

Moral bozmak istemem ancak Paris’teki Louvre Müzesi’ni gezenlerin sayısı yılda 6 milyona yakın.

İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni gezenlerin sayısı ise sadece 117 bin 775.

Peki bu rakamlar neyi ifade ediyor?

Elbet İstanbul’a gelenlerin kültür turizmiyle ilgili olmadıklarını.

Yıllardan beri İstanbul’a hem daha çok, hem daha kaliteli turist gelmesi için uğraşan turizmciler tahmin edibileceği gibi sözünü ettiğim rapordan ötürü mutsuz.

‘İstanbul turizmi sahipsiz’ yolundaki uyarılarında ne kadar haklı oldukları bir kez daha ortaya çıktı.

Geçenlerde telefon eden turizmci dostum Faruk Boyacı, Barcelona ziyaretinden kalın bir dosyayla dönmüş.

Beş yılda turist sayısını iki katına yani 8 milyon 200’e çıkartmayı başarmış olan Barcelona’nın sırrı bu dosyada.

Dosyada neler var?

Barcelona Belediye Başkanlığı, Ticaret Odası ve Tanıtım Vakfı bir araya gelip ‘Barcelona Turizm Konsorsiyumu’nu kurmuş.

Turizmin sahibi işte bu konsorsiyum. Konsorsiyumun bütçesine, Barcelona Belediyesi’nin yıllık 1 milyon, Ticaret Odası’nın 1 milyon ve Tanıtım Vakfı’nın 500 bin Euro’luk katkısı var.

Ancak bütçe bununla sınırlı değil. Konsorsiyum turistik eşya satan dükkanlara sahip ve bunlardan oldukça büyük bir gelir elde ediyor.

Ürün satışı ve verdiği hizmetlerden yıllık geliri 10 milyon Euro civarında.

İstanbul turizmini kurtarsa kurtarsa Barcelona modeli kurtarır.

Carrefour’da meğer ne Bizans oyunları dönmüş

HAFTA
başında Meral Tamer, Maltepe Park Hipermarket’in açılışı için gelmesi beklenen Carrefour CEO’su Daniel Bernard yerine karşısında yeni atanan CEO Jose Luis Duran’ı bulduğunu yazmıştı.

Cirosu 81 milyar Euro olan Carrefour’u 13 yıl ‘demir yumrukla’ yönettikten sonra iki hafta önce şapkasını alıp çıkan Daniel Bernard’ın gidişinin arkasında meğer neler varmış?

Bugün Carrefour’un tepesinde iki adam var. Biri Arthur Andersen kökenli 40 yaşındaki İspanyol Duran, diğeri Belçikalı Luc Vandevelde.

Fransa’nın dev perakende zinciri ilk kez dizginleri iki yabancıya bırakıyor.

Luc Vandevelde, Daniel Bernard’ın bir anlamda ezeli rakibi.

Çünkü Carrefour, 1999 yılında Promodes ile evlenince, bu şirketin ikinci güçlü adamı olan Vandevelde, Bernard ile çalışmak istememiş.

Marks&Spencer ile anlaşarak Londra’nın yolunu tutmuş.

Bernard rahat bir soluk alacağını sanmış ama yanılmış.

Carrefour’un en büyük hissedarı Halley ailesiyle yakın bir dostluk içerisinde olan Vandevelde, Bernard ile uğraşmaktan hiç vazgeçmemiş.

Londra borsasında Carrefour hisselerinin düşüşünde payı olduğu yolunda iddialar dahi yayılmış.

Vandevelde, yememiş içmemiş Bernard’ın kuyusunu kazmış.

Neticede Daniel Bernard, 6 milyon Euro tazminatı alıp gitmiş. Bugünkü değeriyle 172 milyon Euroluk hissenin de sahibi olduğunu ekleyelim.

Yalnız Carrefour’u izlemeye devam edelim...

Çünkü Vandevelde’nın Fransız grubu İngiliz Tesco’ya, hatta Amerikalı Wal-Mart’a satmak istediği söylentileri yaygın.

AÇEV, KADER ve ERG 7 bin kadına ulaşacak

AVRUPA
Birliği Türkiye’deki ‘cinsiyet eşitsizliği’ni sıkı takibe almış durumda. Her raporunda bu karşımıza çıkıyor.

AB bir süre önce gelişmekte olan ülkeler arasında ‘cinsiyet eşitsizliği’ ile bir proje yarışması açıyor.

Katılım hayli fazla çünkü kadın-erkek uçurumu gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunu.

Finale üç ülke kalıyor: Peru, Malezya ve Türkiye.

Kazanan Türkiye’nin projesi oluyor. Proje, her biri kendi alanlarında deneyimli üç kurum tarafından hazırlanmış.

Anne Çocuk Eğitimi Vakfı AÇEV, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği KADER ve Eğitim Reformu Girişimi yani kısa adıyla ERG.

Proje 3 yıl sürecek ve dört ili kapsayacak.

Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa ve İstanbul.

Hedef 7 bin okuma yazma bilmeyen genç kız ve kadına ulaşmak.

Projenin KADER için ayrı bir anlamı var.

KADER ilk kez sahaya inerek, okur yazarlık kurslarına katılacak kadınlara seçmen haklarıyla ilgili eğitim verecek.
Yazının Devamını Oku

Gaziantep isyan etmekte haklı

15 Şubat 2005
<B>BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan </B>önümüzdeki<B> </B>cumartesi günü Gaziantep’e gidiyormuş. Ziyaretinin amacı şehirde bazı yeni alt ve üst geçitleri hizmete açmak ve 100 çiftin nikahını kıymak imiş...

Ancak öğrendiğime göre, Gaziantepliler Başbakan Erdoğan’a, ‘tutulmamış sözün’ yarattığı hayal kırıklığını da dile getirme hazırlığında.

Fahri bir Gaziantepli olarak ‘tutulmamış sözün’ ne olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 26 Aralık günü, Gaziantepli işadamları ve Gaziantep Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Koçer’in de katıldığı gezide, Gaziantep’in teşvik yasası kapsamına alınacağı sözünü vermiş.

Ancak Gaziantepliler, geziden tam beş gün sonra yani 31 Aralık tarihinde bakmışlar ki, Başbakan Erdoğan, teşvikten yeni yararlanacak 13 il arasında Gaziantep’in adını saymamış.

Yani 49 ili kapsayacak şekilde genişletilerek çıkarılacak 5084 sayılı yasa Gaziantep’i es geçiyor.

Oysa, Gaziantep’in dört tarafını çeviren iller Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Şanlıurfa, Kilis teşvikten yararlanıyor.

Gaziantep, Nejat Koçer’in deyimiyle ‘dört tarafı teşviklerle çevrili bir şehre’ dönüşmüş durumda.

Koçer’e göre, 1985 yılından bu yana teşvik almamış olan Gaziantep şimdiye kadar kendi yağıyla kavrulmuş olmasının cezasını çekiyor.

‘Düşünün’ diyor KoçerEtrafımızdaki tüm şehirler teşvikten yararlanıyor. Enerjiyi yüzde 50 daha ucuza kullanacaklar. Aynı malı daha ucuza üretip aynı pazarlarda satacaklar. Bizim bu koşullarda rekabet etmemiz çok zor?’

Gaziantep’in çevresindeki illeri bir yana bırakın...

Tam burnunun dibindeki Halep meselá Suriye hükümetinin inanılmaz teşvikinden yararlanıyor.

10 yıllık bir süre için sıfır vergi, elektriğin kilovatı 2 sent ve ayrıca işçilik ücretleri Türkiye’ye göre inanılmaz düşük.

Zaten bu yüzden Gaziantepli yedi şirket Halep’te fabrika açmış.

Peki Koçer ne öneriyor?

‘Kademeli bir teşvik olabilir... Diyelim çevre illere yüzde 50 dolayında bir indirim uygulanıyor.. Bu bizim için yüzde 25 ile 30 civarında olabilir’ diyor.

Brüksel’e göre Türkiye 17 Aralık rehavetinde

AVRUPA
Birliği heyecanına ne oldu?

Uçtu gitti...

Brüksel’e göre, Ankara 17 Aralık rehavetinde.

Brüksel-İstanbul-Ankara üçgeninde mekik dokuyan CPS Danışmanlık Şirketi’nin Genel Müdürü Tulû Gümüştekin’in bazı uyarılarını dikkate almakta yarar var.

Ne diyor Gümüştekin?

Özetle, 3 Ekim tarihine kadar yani önümüzdeki yedi ay zarfında atılacak adımlar için gerekli teknik kadronun ortada olmadığını söylüyor. Diyelim ki tarama süreci 4 Ekim günü başlayacak...

AB mevzuatının şimdiye kadar sadece yüzde 10’u Türkçeleştirilmiş. Bunun yüzde yüzünü Türkçeleştirecek kadro dahi yok.

Mevzuat Türkçeleştirilecek, iyice anlaşılacak ki ‘tarama’ masasına oturulsun...

Gümüştekin ‘Tamam’ diyor ‘Bizde bir son dakika psikolojisi vardır. Helsinki ile Kopenhag arasında inanılmaz bir zaman boşa gitti... Ama o siyasi bir olay.. Şimdiki tamamıyla teknik’...

Başmüzakereciden ziyade altındaki ekip önemli...

AB üyelik süreci ciddi bir mesai isteyen bir iş.

Mesela Türkiye’nin müzakere edeceği 31 başlık var deniyor.

Hırvatistan için bu 35 başlığa çıkartılmış. Yani bizim için de 35 ya da 36 çıkartılması mümkün...

Ek bir iş anlayacağınız..

Ya da mesela, 2007 başı ile 2013 yılı sonunu kapsayacak 6 yıllık AB ‘katılım öncesi yardım’ adı altındaki 14 milyar Euro’luk bütçenin 8 ila 9 milyar Eurosu Türkiye’ye verilecek deniyor. Peki bu paralar Türkiye’ye nasıl gelecek?

Şimdiye kadar böyle yardımlar için Doğu Avrupa ülkeleri için bir model uygulanmış.

Bu model bize uymayabilir.

Türkiye’nin yardım için uygun bir yapıyı belirlemesi ve karşı tarafla bunu tartışması gerek...

Ankara’da bu konuda da derin bir sessizlik hakim...

Teknik kadro belirlenmeyince nasıl olmasın?

Gümüştekin’e göre, Ankara’nın işi bu kadar yavaş almasından en fazla da özel sektör paniğe kapılmış durumda.

17 Aralık rehavetini üzerimizden atma zamanı geldi, geçiyor bile.

Bilim Merkezi’nde astronot bir bakan

FRANSA
’nın yeni Ankara elçisi Paul Poudade vermiş olduğu sözü tutuyor gibi. Geçen kasım ayı sonlarında Fransız Sarayı’ndaki tanışma davetinde ‘Fransa-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem’ başlayacağını ve Fransa’dan önemli ziyaretçilerin geleceğini söylemişti...

Geçenlerde meclis başkanı Debre ve beraberindeki meclis üyelerini ağırladık.

Pazar günü ise Fransa’nın Avrupa Birliği’nden sorumlu bakanı Claudie Haignere ile tanışmak fırsatını bulduk.

Daha önce Araştırma ve Yeni Teknolojiler Bakanı olan Haignere ayağının tozuyla Türkiye Bilim Merkezleri Vakfı’nın ‘İnsanın İzlerinde’ Sergisi’nin açılışına gelmişti.

Fransız Kültür Merkezi’nin desteğiyle düzenlenen sergiyi daha önce iki kez uzay yolculuğu yapmış ‘astronot-bakanın’ açması ayrıca anlamlıydı doğrusu..

Ayaküstü sohbette Claudie Haignere’e, Avrupa’nın ABD ile arasındaki teknolojik uçurumu kapatıp kapatamayacağını sordum...

Umutlu olduğunu söyledi...

Konuşmasında bu konuda Avrupa’nın Türkiye’nin de desteğine ihtiyacı olduğunu söylediğini ilave etmeliyim.
Yazının Devamını Oku