Gila Benmayor

Fransız şirketleri Türkiye lobisi yapacak

12 Nisan 2005
<B>FRANSIZ</B> elçi<B> Paul Poudade </B>dün sabah <B>KAGİDER’</B>in geleneksel<B> </B>aylık kahvaltısının konuşmacısıydı. Kadın girişimcilerin davetini hiç tereddütsüz kabul eden Poudade konuşmasını Türkiye’nin AB üyeliği üzerinde yoğunlaştırıyor.

Chirac’ın ve Fransız hükümetinin desteğini hatırlatıyor.

Fransız kamuoyunun da, AB’nin genişlemesini ‘hazmedemediği’ için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktığını söylüyor. ‘Türkiye’de geçirmekte olduğu değişimlerden Avrupalıları ve Fransızları haberdar etmek zorunda’ diyor.

Özellikle ‘kadınların sesinin’ önemli olduğunu vurguluyor.

Poudade’a göre, Fransızların Türkiye’nin üyeliği için referanduma gitmeleri kaçınılmaz.

‘Fransa, demokrasi geleneğine göre, AB ile ilgili büyük kararlarda vatandaşlarının görüşüne başvurur’ diyor.

Ancak Türkiye için yapılacak referandumdan önce Fransa’nın Avrupa Anayasası için yapacağı referandum var.

İşte bu noktada Poudade kaygısını gizlemiyor.

Zira Fransa, 29 Mayıs günkü referandum için neredeyse yarı yarıya bölünmüş durumda.

Fransızlar’ın yüzde 53’ü ‘hayır’ diyor. Poudade ‘Durum vahim... Avrupa Birliği’nin kurucularından olan Fransa’nın, referandumdan yüz akıyla çıkmaması Fransızların AB’ye güvenmedikleri anlamına gelir’ diyor.

Bu Fransa’nın derdi.

Bizim derdimiz ise Fransa’da imajımızı düzeltmek.

Fransız kamuoyunu tarafımıza çekmek. Elçiye göre, Fransa’da yaşayan Türkleri de seferber ederek Fransa’ya yönelik bir kampanya başlatmanın tam zamanı.

Poudade, bu kampanyada Fransız turistlerin de etkili olacağı görüşünde.

Dediğine göre, yılda 5 milyon Alman turiste karşılık, Fransa’dan gelen turist sayısı sadece 500 bin.

Bu yıl bu sayının artması bekleniyormuş.

Ayrıca Poudade, Fransız Turizm Bakanı’nın sonbahar aylarında Türkiye’ye geleceğini söylüyor.

Amaç, Türkiye’ye daha fazla Fransız turist.

Elçiye yöneltilen sorular arasında Türkiye’deki Fransız şirketlerinin de lobicilik faaliyetlerine katılıp katılmayacakları var.

Paul Poudade, bunu Fransız şirketleriyle görüşmüş ve haziran ayına kadar neler yapabileceklerine ilişkin bir plan istemiş.

Yani önümüzdeki aylarda Renault, Lafarge, Carrefour gibi önemli şirketler Türkiye’nin lobiciliğine soyunacak.

Cezayir’in başka yüzü de var

DIŞİŞLERİ
Bakanı Abdullah Gül’ün Cezayir’e yaptığı gezi nedeniyle bir, iki günden beri Cezayir izlenimlerini okuyoruz.

İzlenimler genellikle olumlu.

Ancak dikkat.

Cezayir’in bir başka yüzü de var.

O da şu: Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika, yeniden iktidara seçilmesinden bir yıl sonra muhaliflerini, basını, sendikaları susturmuş durumda.

Buteflika, Cezayiri hızla otoriter bir rejime sürüklemekle suçlanıyor.

En büyük baskı medya üzerinde.

Matin Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Muhammed Benşiku, geçtiğimiz haziran ayında iki yıl hapis cezasına çarptırılmış.

El-Vatan, El-Haber, Le Soir d’Algerie gazetelerinin sahipleri haklarında açılmış çeşitli davalar nedeniyle ağır para cezası almışlar.

Buteflika’nın gazabına uğrayan bir de karikatürist var:

Ali Dilem.

Mizah yazarı Hakim Lalam da daha geçen 21 Mart’ta bir yıl hapis cezasına çarptırılmış.

Kadın haklarında hiçbir ilerleme yok.

Oysa Buteflika, seçilirken kadınların durumunu düzelteceğine söz vermiş.

Şubat ayında mecliste onaylanan yeni aile yasası tam bir düş kırıklığı olmuş.

Cezayirli kadınlar ‘eşitlik isterken kırıntılarla yetiniyoruz’ diye öfkeli.

Gösterilere genellikle polis müdahale ediyor.

Cezayir İnsan Hakları Derneği Başkanı Budjema Şeşir, Cezayirlilerin demokrasi özlemiyle yaşadıkları arasında dağlar kadar fark olduğu görüşünde.

Yani Cezayir’i övmek ne kadar doğru bilmem...

Petrol zengini olması işadamlarımıza cazip gelebilir ama o başka mesele.

Burhan Öçal, Vitra’nın müziğini hamamda bestelemiş

VİTRA
’nın bugünlerde sık karşımıza çıkan o müthiş hamamlı reklam filminin müziğini Burhan Öçal bestelemiş.

Burhan Öçal geçen gün müziği nasıl bestelediğini anlattı.

‘450 yıllık Çemberlitaş hamamını kapattık... Herkes hamam sefası yaparken ben müzik bestelemek için hamama girdim...’

Burhan Öcal,
havaya girmek için saatler boyunca tek başına kalmış mekanda...

Ayağına geçirdiği takunyaların sesine, musluklardan akan sulara dikkat kesilmiş.

Neticede hamamda sabahlamış.

Ertesi sabah, aranjörü Volkan Gümüşlü ile stüdyoya girip 6 dakikalık müziği ortaya çıkarmış.

Öcal, Vitra’nın lansmanı için 10 Mayıs’ta Las Vegas’a gidiyor.

Orada çalacak.

Temmuz ayında yine Vitra’nın organizasyonuyla İstanbul’da, ‘Yeni Rüyü’ Orkestrasıy’la birlikte müzikseverlerin karşısına çıkıyor.

Burhan Öçal kıpır kıpır projelerini anlatırken.

Hele bir tanesi var ki, Ermenistan-Türkiye ilişkileri açısından çok önemli...

O da gelecek sefere...
Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye ilgi hiç bu kadar olmamıştı

8 Nisan 2005
<B>GEÇEN </B>hafta sonu <B>Türkler </B>Sergisi’nin kapanışı nedeniyle bir konser veren <B>Tekfen</B> Orkestrası’yla Londra’daydık. Londra’ya gelmişken 20 Ocak’tan beri ziyaretçilere açık olan Türkler Sergisi’ni gezmeden olmaz dedik ve bir kez daha Royal Academy of Arts’ın kapısından içeri girdik.

İngilizlerin 12 Nisan günü kapanacak sergiye ilgisi devam ediyor.

Bilet kuyruğu uzun, Türk malı hediyelik eşyalar kapış kapış.

Sergiyi 2.5 ay gibi bir sürede 220 bin kişi gezmiş.

Royal Academy of Arts yetkilileri neticeden oldukça memnun.

Türkler Sergisi’nden önce beş ay açık olan Aztekler Sergisi 400 bin kişiyi ağırlamış çünkü.

Türkler Sergisi’yle hemen aynı binada ünlü Fransız ressam Matisse’in sergisi vardı.

Matisse’in, tekstilden, kumaş motiflerinden nasıl etkilendiğini, tabloları ve kumaşları yanyana koyarak gösteren sergi oldukça ilginç geldi bana.

Matisse’in etkilenmiş olduğu motifler arasında elbet Osmanlı giysileri, kaftanları da var.

Onları da Matisse Sergisi’nin bir köşesinde gördük.

Sergileri gezdikten sonra tesadüfen Royal Academy of Arts’ın bahçesinde Ramsey’in sahibi tekstilci Remzi Gür ile karşılaşıyoruz.

Matisse’in tablolarının yanında çok gördüğüm Osmanlı giysilerini, kumaşlarını anlatırken birden ‘Niye bir tekstil müzemiz yok... Bari siz önayak olun da kurulsun’ diyorum...

Matisse’i bile etkilemiş olan kumaşları, giysileri biraraya getiren bir müze ne iyi olurdu...

Elimizin altındakilerin kıymetini bir bilsek.

Türkler Sergisi’nin İngiltere’de bir Türkiye rüzgarı estirdiğinden hiç kuşku yok.

Havalimanında uçağı beklerken elimi attığım ‘The Wold of Interiors’ Dergisi’nin kapağında Topkapı Sarayı.

Derginin içerisinde 15 sayfa Harem Dairesi’ne ayrılmış, Türk bezeme sanatı, çiniler etraflıca anlatılıyor.

Wallpaper dergilerinin hem mart, hem nisan aylarında bir Türkiye bağlantısı var.

Birine Mavi Jeans ilan vermiş, diğerinde mimar Eren Talu’nun Bodrum’daki projesinden söz ediliyor.

Eskiden bir dergide Türkiye’yle ilgili bir yazı çıktığında, heyecanlanır gazeteye hemen haber yapardık...

Şimdi bakıyorum alıştık.

17 Aralık atmosferi, sergi gibi tanıtım atakları deyin, ne derseniz deyin Türkiye’ye ilgi hiç bu kadar fazla olmamıştı.

Alman Parlamento Başkanı sergi açılışına gelemedi

SÖZ
sergilerden açılmışken, sergilerle devam edelim.

Bugünlerde, Nişantaşı’ndaki Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde ‘Diyalog: İşaretler ve Yazılar’ sergisini kaçırmamanızı öneririm.

Sergi, dünyanın en önemli enstalasyon sanatçıları arasında gösterilen Günther Uecker’ın sergisi.

‘Diyalog: İşaretler ve Yazılar’ ilk kez Alman Millet Meclisi’nin Reichtag’ın açılışında düzenlenmiş.

Reichtag’ın dışında Almanya’da üç şehirde sergilendikten sonra buraya İstanbul’a gelmiş.

Uecker, ‘Eski Ahit’ ile ‘Kuran’dan alınan barışla ilgili ayetleri bezler üzerine yazarak karşılıklı olarak iki duvara asmış.

Mekanın ortasında da, yara sargılarını andıran bezlerin dolandığı kalaslar var.

Uecker ile konuşuyorum.

‘Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz. Bunun cevabını arıyorum. Tüm dinler bir yerden geliyor, tek yola çıkıyor’ diyor.

11 Eylül’den sonra tasarlanmış bir sergi bu.

Ancak, Türkiye’nin üyeliği tartışmalarından ötürü kimlik arayışında olan Avrupa için de önemli bir sergi.

İşte bu yüzden sergi açılışının Almanya Parlamento Başkanı ve SPD Genel Başkan Yardımcısı Wolfgang Thierse tarafından yapılması planlanıyor.

Alman Meclis Başkanı’nın programında ‘Çağdaş Sosyal Demokrasi’ konulu bir konferans vermek de var.

Ne var ki, Papa II. Jean Paul’ün ölümü, Thierse’nin planlarını altüst ediyor.

Meclis Başkanı İstanbul yerine Roma’nın yolunu tutuyor.

Avrupa ekonomisi sıkıntıda

AVRUPA
Komisyonu’nun hafta başında açıkladığı rapora göre, Avrupa bu yıl Euro alanında sadece yüzde 1.6 oranında büyüyecek.

Oysa 2004 sonbahar aylarında 2005 yılı büyümesi yüzde 2 olarak öngörülmüştü.

Hesapların tutmamasının nedeni petrol fiyatları ve güçsüz dolar.

Le Monde’un yorumuna göre, ekonomideki sıkıntı Avrupa’nın birlik olmamasından, yeterince esnek politikalar izlememesinden ve en önemlisi Ar-Ge’ye gerektiği kadar yatırım yapmamasından kaynaklanıyor.

Ekonomide büyüme sıkıntısı, Avrupa Anayasası referandumlarını da zora sokarsa kötü.
Yazının Devamını Oku

Thames kıyılarında Üç Denizin Sesi

5 Nisan 2005
<B>TEKFEN</B> Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı <B>Nihat Gökyiğit</B>’in üzerinde titrediği <B>‘çocuklarından’</B> biri TEMA ise, diğeri Tekfen Filarmoni Orkestrası. Gökyiğit, Londra’da Royal Academy of Arts’daki Türkler Sergisi’nin kapanışı nedeniyle bir konser veren Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın hikayesini anlatırken zaman zaman TEMA’ya atlıyor. Hangisini daha çok önemsediğine karar vermek güç.

Ancak hem TEMA’nın, hem Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın kendisi için büyük anlam taşıdığı kesin. Dilerseniz önce Tekfen Filarmoni Orkestrası’ndan başlayalım.

Orkestra, 1992 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi’nin oluştuğu sırada bölgedeki kültürel ilişkileri geliştirmek için önce ‘Karadeniz Oda Orkestrası’ olarak kuruluyor.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Öğretim Üyesi Profesör Saim Akçıl bir orkestra kurmayı Nihat Gökyiğit’e önerdiğinde işadamı anında kabul ediyor.

Üstelik sponsoru oluyor.

Nihat Gökyiğit orkestranın 14 yıllık hikayesini anlatırken en küçük ayrıntı bile aklında.

Orkestra önce Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi’nin 11 üye ülkesinden gelen sanatçıları bir araya getiriyor.

Şef Saim Akçıl gidiyor Azerbaycan’dan, Moldova’dan, Ukrayna’dan ve diğer ülkelerden en iyi müzisyenleri bulup getiriyor.

Ukrayna Ulusal Senfoni, Sofya Filarmoni orkestralarının baş kemancıları örneğin halen orkestra üyelerinden.

ÜÇ DENİZİN SESİ

Nihat Gökyiğit ‘Moldova’dan gelen çelist kesinlikle Rostropovitch ayarında’
diyor.

Londra’da Cadogan Konser Salonu’nda anlayoruz ki gerçekten dediği kadar varmış.

Orkestranın hikayesine dönersek, 1998 yılında, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi’nin düzenlemiş olduğu ‘İki Denizin Öyküsü’ Enerji Konferansı vesilesiyle Hazar Denizi’ne komşu ülkelerin katılımıyla genişliyor.

11 yerine 16 ülkenin müzisyenleri bir araya geliyor. Daha sonra dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel diyor ki ‘Enerji konuşuluyorsa Karadeniz ve Hazar kadar Doğu Akdeniz de önemli. Zira petrol boru hatları bu denize inecek.’

Böylelikle orkestraya Mısır, İsrail, Ürdün, Filistin, Lübnan ve Suriye’den de müzisyenler katılıyor. Konser verildiğinde sahnede tam 23 bayrak yer alıyor.

Dört, beş yıl kadar önce tamamen Tekfen Holding’in şemsiyesi altına giren orkestranın şimdi iki ismi var: ‘Tekfen Filarmoni Orkestrası ve Üç Denizin Sesi.’

Filistinli ve İsrailli, Ermeni ve Azeri müzisyenlerin turnelerde kimi zaman aynı odaları paylaşmaları Nihat Gökyiğit’i pek heyecanlandırıyor.

Bölge barışına orkestranın nasıl katkısı olduğunu anlatıyor ‘müzik insanlar arasındaki düşmanlığı yok eder’ derken.

Ancak orkestranın bunun ötesinde başka bir önemi var.

O da şu: Dünyada belki ilk kez yerel enstrümanlar için filarmoni orkestrasının çalacağı eserler besteleniyor.

Kaval, kılkobuz ya da kemança gibi tek sesli enstrümanlara alışmış halklar çok sesliliğe alıştırıldığı gibi ortaya müthiş besteler çıkıyor.

Londra’da Cadogan Konser Salonu’nda Azeri solist Şefika Eyvazova’nın çaldığı alet ’kemança’. Bestesini Azeri Hanmemmedov yapmış. Abartısız insanın gözlerinden yaş akıtacak kadar güzel bir beste.

Orkestranın piyanisti Azeri bestekar Mirzaev’in ney için bestesi de öyle.

Salondaki İngiliz dinleyicilerin alkışlarından benimle aynı duyguları paylaştıklarını söyleyebilirim. Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın Londra’dan sonra durağı Brüksel.

Yılda dört kez bir araya gelip bir dizi konser veren orkestrayı İstanbul’da haziran ayında Enerji Konferansı’nın, temmuz ayında ise Dünya Mimarlar Kongresi’nin açılışında dinlemek mümkün.

Kaçırmamanızı öneririm.

AP’de Türkiye’nin biyolojik zenginliğini anlatacak

NİHAT Gökyiğit
’in diğer ‘göz ağrısı’ TEMA’ya gelince...

Anladığım kadarıyla yoğun iş temposu, Tekfen Holding’in kurucularından Artvin doğumlu Nihat Gökyiğit’i doğadan asla kopartmamış.

Artvin’in büyüleyici doğasından mı, genlerinden mi bilmem ağaçlar, kuşlar, böcekler bu yaşında Nihat Gökyiğit’i belki Tekfen’in alacağı ihaleden daha fazla heyecanlandırıyor.

Tekfen Filarmoni Orkestrasını anlatırken sözü sürekli doğaya ve özellikle insanların tahrip ettiği doğaya getirmesinden anlaşılıyor bu.

‘İnsanlar, kendisini yenilemeye fırsat vermeden doğayı tüketiyor’ diyor.

50 yılda dünya ekonomisi 7 kat büyürken, kuraklık ve dolayısıyla açlık, susuzluk artmış.

Dünyadaki tarım alanlarının üçte biri kirlenme, tuzlanma nedeniyle kullanılamıyor.

Her yıl dünyada, Yunanistan büyüklüğünde bir yeşil arazi yok oluyor. Yer altı suları süratle alçalıyor.

Ve bunların tasası gençler yerine ‘Sermayeden yiyoruz. Böyle giderse yeryüzünün sonu iflas’ diyen 80 yaşındaki genç bir delikanlıya düşüyor.

Nihat Gökyiğit’in dünyanın genel durumuyla ilgili çizdiği karanlık tablonun bir aydınlık yüzü var: Türkiye. Zira Türkiye’de hálá tarım ilaçlarının hiç girmediği alanlar mevcut.

Avrupa’da doğal ormanların oranı yüzde bir iken, Türkiye’de yüzde 93.

Doğal ormanlar biyolojik zenginlikler barındırdıkları için son derece önemli.

Türkiye şükür ki, hem doğal orman, hem biyolojik çeşitlilik açısından son derece şanslı.

‘Endemik’ bitki türü bizde 3022’ye ulaşmış.

Bu zenginliğin nedeni üç ayrı iklim kuşağı barındırmamızda.

Gökyiğit’in anlattığına göre, Okyanus, Akdeniz ve kara iklimlerini üst üste barındıran nadir ülkelerden biriyiz. Gökyiğit’in halen Yönetim Kurulu Başkanı olduğu TEMA bu zenginliğimizin pek farkında.

Bir yanda erozyona karşı mücadele ederken, diğer yanda biyolojik çeşitliliğin korunması için çalışmalar yapıyor.

Macahel’de mesela 65 farklı ceviz türü tespit edilmiş. Bunlardan dört tanesi üzerinde çalışmalar yapılıyor.

Aşılama filan tutarsa pazarda yeni tür cevizlerle karşılaşacağız.

Gökyiğit, Avrupa Parlamentosu AB-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Joost Lagendjick’ten davet almış, biyolojik zenginliğimizi 4 Mayıs günü Avrupa Parlamentosu’nun Çevre Komisyonu’nda anlatacak.
Yazının Devamını Oku

AKP, ABD’deki imajımız için harekete geçiyor

1 Nisan 2005
<B>AMERİKAN </B>Şirketler Derneği’nin salı gecesi düzenlediği davette iki <B>Edelman </B>vardı. Biri Ankara’daki görevine veda etmeye hazırlanan ABD Büyükelçisi Eric Edelman, diğeri Edelman Grubu’nun Başkan ve CEO’su Richard Edelman.

İsimleri görür görmez sordum; akraba ilişkileri yokmuş.

Richard Edelman’ın başında olduğu şirket uluslararası çapta çalışan bir Halkla İlişkiler Şirketi.

Müşteri portföyünde Kolombiya, Şili, Portekiz, Sri Lanka, Ürdün, Mısır, Kazakistan, Angola, Japonya hükümetleri, IMF, NATO, Dünya Bankası, Panama Kanalı gibi kurumlar var.

Yemekten ve büyükelçiden önce kısa bir konuşma yapan Richard Edelman beraberindeki dosyadan söz etti?

Peki neydi bu dosya?

‘Türkiye nasıl algılanıyor’...

Edelman
buraya gelmeden önce ABD’de ve Avrupa’da bir kamuoyu araştırması gerçekleştirmiş.

Konuşmasının başında, Türkiye’nin ‘şöhretinin’ Avrupa Birliği üyeliğini, yabancı yatırımı, turizm ve ticareti ve uluslararası desteği etkilediğini söylüyor.

ABD basınıyla ilgili araştırması ilginç noktaları ortaya çıkartmış.

Amerikan gazeteleri, Türkiye’yi özellikle Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde işliyor.

Türkiye’yi iş dünyası, tarihi, kültürel ve sanatsal açılardan hemen hemen hiç ele almıyor.

Edelman şirketi, Mart 2005’te Avrupa’nın önde gelen gazetelerinden 25 gazeteciyle yüzyüze görüşmeler gerçekleştirmiş.

Bu gazetecilerden sadece 10 tanesi kendisini Türkiye hakkında ayrıntılı bilgiye sahip görüyor.

Diğer 15 tanesinin Türkiye konusunda kendilerini yeterince ‘bilgilendirilmiş’ bulmuyor.

Bu gazetecilerin Die Welt, Le Monde, Le Soir, London Times, Evening Standart, Les Echos gibi gazetelerde çalışıyor olmaları ilginç.

Araştırmaya göre Türkiye’nin ‘şöhretini’ en fazla etkileyen şeylerin başında yüzde 76 ile insan hakları geliyor.

Daha sonra yüzde 62 ile AB üyeliği ve yüzde 57 ile Kıbrıs var.

Yüzde 52 ile kadın hakları ve yine yüzde 52 ile dini özgürlükler dördüncü sırada.

Peki Türkiye, kendisiyle ilgili gelişmeleri medya yoluyla aktarma konusunda başarılı mı?

25 gazeteciden 11’i bu soruya ‘yetersiz’ demiş.

Şimdi gelelim Richard Edelman ve koltuğunun altındaki dosyanın önemine...

Amerikan Şirketler Derneği’nin davetinde, Eric Edelman, Richard Edelman, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın danışmanı Cüneyd Zapsu ile aynı masadaydı.

Öğrendiğime göre, Richard Edelman AKP Hükümeti’yle ilişki içersinde ve büyük bir olasılıkla Türkiye’nin ABD’deki tanıtımı için Ankara ile anlaşmak üzere.

AKP Hükümeti, üç, dört yıldan beri Washington’da Türkiye’nin tanıtımından sorumlu olan Livingstone Şirketi’nden memnun değil.

AB lobiciliği eğitimiyle ilgilenenlere

SÖZ
tanıtım ve lobicilikten açılmışken, önümüzdeki günlerde bu konuda İstanbul’da düzenlenecek bir eğitim seminerine değinmek istiyorum.

MK Danışmanlık, 15 Nisan tarihinde, Mövenpick Oteli’nde Brüksel’de Avrupa lobiciliği konusunda uzmanlaşmış eğitim merkezi European Training Institute (ETI) ile birlikte bir seminer düzenliyor.

Seminer için ETI Başkanı Daniel Guegen bizzat İstanbul’a geliyor.

Peki seminerde neler ele alınacak?

AB kurumlarında etkin lobi teknikleri, bu kurumlarda kilit pozisyonlar nasıl tespit edilir ve nasıl iletişim kurulur, AB lobiciliğinin altın kuralları nelerdir...

Bu eğitimle ilgilenenler ayrıntılı bilgiyi mk@mkistanbul.com adresinden alabilirler.
Yazının Devamını Oku

Kadın okur yazarlığının Çin ekonomisine katkısı

29 Mart 2005
<B>ABD</B>’nin ve belki dünyanın önde gelen Çin uzmanlarından Dr. <B>Nicholas Lardy </B>İstanbul’da.<br><br>İş Yatırım’ın <B>‘Geniş Acı’ </B>toplantıları çerçevesinde gelen Dr. <B>Lardy </B>dün sabah kahvaltısında bir grup gazeteciyle birlikteydi. ABD-Çin İlişkileri Ulusal Komitesi Yönetim ve Yürütme Kurullarında görevli olan, ayrıca ABD Dış İlişkiler Konseyi olan Lardy’nin son kitabı ‘Çin’i Global Ekonomiye Dahil Etmek.’

İlk kez İstanbul’a gelmiş olan Dr. Lardy, İş Bankası gökdeleninin 40. katından şehri Seul’e benzetiyor.

‘Çin fırsat mı, tehdit mi’ diye konuşmasına başlayan Dr. Lardy her iki şıkkın da geçerli olduğunu söylüyor.

Yirmi yıl öncesine kadar global ekonomide yüzde 0.6 payı olan Çin bugün 3 büyük oyuncudan biri.

Çin ekonomisini güçlü kılan faktörlerden biri yabancı şirketler.

Yabancı şirketlerin Çin ekonomisindeki payı yüzde 25.

Bu Japonya ile Çin arasındaki en önemli farklılıklardan biri.

Çin yabancı yatırımcılara açık, Japonya kapalı.

Yabancı yatırımcı derken sadece Avrupa ve Amerikan şirketlerini düşünmemek gerek.

Zira en büyük yatırımcılar Asyalı: Tayvan, Güney Kore, Japonya gibi.

Bu ülkelerin yatırımlarının çoğu ihracata yönelik.

Bazı yabancı yatırımlar ise tamamıyla iç piyasayı hedefliyor.

Örneğin Volkswagen kesinlikle ihracat yapmıyor iç pazara yönelik üretim yapıyor.

General Motors, Siemens, Motorola’nın da iç pazara yönelik üretimleri var.

Çin’in milli gelirinin yüzde 35’i ihracattan.

Beş yıl önce oyuncak, ayakkabı gibi ürünler ihracatta ön sıralarda iken şimdi giderek bilgisayar, cep telefonu gibi teknolojik ürünler öne geçiyor.

Dünyanın en büyük mikro dalga fırın üreticisi de Çin’de.

Çin şirketleri de globalleşme arzusunda.

Peki tekstil sektöründe durum ne?

Dr. Lardy’nin verilerine göre, Çin’in dünya ihracatında hazır giyimdeki payı neredeyse yüzde 25’e yakın.

Çin’in bu sektörde Türkiye için arz ettiği tehdide gelince, Dr. Lardy Türkiye’nin bazı avantajları olduğunu düşünüyor.

Endüstrisini modernleştirmiş olması, Avrupa gibi bir pazara yakınlığı gibi.

Çin’in en büyük avantajı ucuz iş gücü.

Bunu hepimiz biliyoruz...

Ancak benim aklıma şimdiye kadar gelmemiş olan bir avantajdan daha söz ediyor.

Eğitim meselesi...

Çin halkının çoğu iyi eğitimli dolayısıyla kırsal kesimden şehre bir fabrikaya çalışmaya gittiğinde kısa bir eğitimden sonra işi kavrıyor.

Çin ekonomisinin verimliliği buna bağlı.

Özellikle kadınların okur yazar olmaları (Hindistan’dan iki kat fazla da verimliliği artırıyor.

Çin örneği kadın eğitiminin ne denli önemli olduğunu kanıtlıyor galiba.

Fazıl Say’ın Ahdamar Projesi

DÜNKÜ
Hürriyet’in sürmanşetini gördünüz.

Türkler ve Ermeniler ‘birbirimize kız vermeyiz’ diyormuş...

Bu yüzyıllardan beri böyle... Sonbahar aylarında ziyaret etme fırsatını bulduğum Van’daki Ahdamar Kilisesi de bu bakışı yansıtan bir efsaneyi barındırıyor.

Ahdamar Kilisesi’nin papazının kızı bir Türk gencine aşık.

Türk genci her gece yüzerek kilisenin bulunduğu adaya çıkıyor ve sevgilisiyle buluşuyor.

Karanlık sularda yolunu aydınlatan genç kızın ada sahillerinde tuttuğu fener. Ancak papaz bir gün bu aşk hikayesini öğreniyor, kızının elinden feneri kaparak delikanlıyı kayalıklara doğru sürükleyerek ölümüne neden oluyor.

Bu efsaneden çok etkilenen Fazıl Say şimdilerde bir Ahdamar Projesi üzerinde çalışıyor.

Say bu efsaneyle ilgili bir bale müziği besteleyecek.

Projenin sürprizi ise orkestra şefinin Fazıl Say’ın yakın arkadaşı Amerikalı Ermeni George Pehlivanyan olması.

Konak Meydanı’ndaki yağmur suyu şaşkın değil

AYDIN Doğan ‘Kent Mimarisi, Kent Dokusu’
ödülü 34 proje arasından ‘İzmir Konak Meydanı ve Çevresi Düzenleme Projesi’ ve ‘Kastamonu Tarihi Kent Dokusu İyileştirme Çalışmaları’ arasında paylaştırıldı.

Konak Meydanı’nı düzenleyen EPA Mimarlık, Şehircilik, İnşaat şirketinin sahibi mimar Ersen Gürsel.

Gürsel,
daha önce Sultanahmet ve Kariye çevrelerinin düzenlenmesinde önemli rol oynamış.

İzmir Konak Meydanı 1 yıl, 6 ay gibi kısa bir sürede tamamlanmış.

Kadıköy Meydanı’nın üç katı bir alan düşünün.

Fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla tasarımıyla, ışıklandırma sistemiyle, peyzaj mimarisiyle, malzemelerinin kalitesiyle her şey dört dörtlük.

Ersen Gürsel’e bu başarının püf noktasını sordum.

‘Ahmet Piriştina’nın ekibi başından beri işi sahiplendi. Projenin nasıl uygulandığını adım adım takip etti ve en önemlisi denetledi’ diyor.

Denetleme gerçekten işin püf noktalarından biri.

Bizim Kadıköy sahil şeridinin neredeyse 15 yıllık yap-boz serüvenini düşünüyorum da...

Oradan sorumlu olan Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü iş verdiği müteaahhitleri acaba neden hiç denetlememiş?

Ersen Gürsel’in anlattığına göre, İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Hasan Fehmi Mani ve ekibi geceleri çalışmalar durduktan sonra tek tek taşları kontrol edermiş.

Kötü taşları boya ile işaretlenirmiş.

Bu yüzden tek bir taş eğri, büğrü konmamış.

Gürsel’in bunları anlatırken ‘Yağmur yağdığında Konak Meydanı’ndaki sular şaşkın değil’ demesi ne hoş...

Biz ki İstanbul’da nereye gideceklerini bilmeyen suların yol açtıkları birikintilerinden bunalmışız. Peki İzmirliler yeni meydanlarından memnunlar mı?

Memnunlar zira Konak Meydanı ‘kaybetmiş olduklarını bulma’ anlamında.

1955 yılına kadar burada meydan var. Sonradan yok olmuş...

Meydanı yeniden düzenleme projesi yapılırken İzmir üzerine ne kadar sosyal, kültürel ve tarihi kitap varsa okunmuş...

Zaten meydan eski izleri üzerine yeniden inşa edilmiş.

Eskiden denizin olduğu yerde şimdi fıskıyeler var.

Neticede İzmirliler hem bir meydana, hem anılarına kavuşmuş.
Yazının Devamını Oku

Lübnanlı şairin kızı

27 Mart 2005
<B>Yasmine Ghata </B>ilk romanıyla Fransa’da ünlü olmuş.Romanının adı <B>‘Hattatların Gecesi’.<br><br></B>1975 doğumlu yazarın, Doğu’yla bir ilişkisi olduğunu ele veren bir ad. O ilişkinin ne olduğunu Yasmine Ghata’nın bu hafta İstanbul’daki Fransız Kültür Merkezi’nde yaptığı konuşmadan öğreniyorum.

Yasmine Ghata’nın babaannesi Rikkat Kunt, Cumhuriyet sonrası dönemin ünlü hattatlarından.

Rikkat Kunt hat sanatında zirveye ulaşmış bir isim.

Yasmine Ghata, bu babaanneyle ilgili pek az şey biliyor.

Çünkü babası daha altı yaşındayken annesi Rikkat Kunt’tan ayrılmak zorunda kalmış.

Yasmine de doktor olan babasını altı yaşındayken kaybediyor.

6 yaşında iken babamı kaybedince Türk ailemle tüm bağlantımı yitirmiş oldum’ diye anlatıyor.

Tanımadığı bir babaanne, hatırlamakta zorlandığı bir baba.

Yasmine Ghata, büyüdüğünde bu boşluğu ya da boşlukları Osmanlı sanatına sarılarak doldurmaya çalışıyor.

‘Kimi zaman bir çiniye dokunmak bile bana iyi geliyordu.’

Sorbonne
Üniversitesi’nde sanat tarihinden sonra yüksek lisansı İslam ve Osmanlı sanatı üzerine.

Osmanlıca okumayı, yazmayı öğreniyor.

Hat sanatında uzmanlaşıyor.

LOUVRE’DAKİ KARŞILAŞMA

‘Yeryüzündeki varlığım sanki bu öğrendiklerimle anlam kazanıyordu, kişiliğim böyle şekilleniyordu’
diye anlatıyor.

Sonra günün birinde Yasmine Ghata, Louvre Müzesi’nde sergilenmekte olan Sakıp Sabancı koleksiyonundan ‘Osmanlı Hat Levhaları’ sergisini geziyor.

Bakışları, altın yaldızlı girift bezemelerin çerçevelediği Osmanlıca bir şiire takılıyor.

Hattatın adını rahatlıkla okuyabiliyor: Rikkat Kunt.

O andan itibaren babaannesiyle ilgili her şeyi öğrenmek istiyor çünkü bildiği tek şey onun sanatçı olduğu.

Evinde onun incecik fırçasıyla boyadığı fildişi bir kutusu var.

‘Rikkat Kunt ile Louvre Müzesi’nde karşılaştıktan sonra onu daha iyi tanımak için bilimsel bir araştırmaya girişebilirdim, onunla ilgili bir tez hazırlayabilirdim ama ben roman yazmayı yeğledim’ diyor.

Romana yöneliyor çünkü annesi en az Türk babaanne kadar karizmatik biri: Lübnanlı şair ve yazar Venus Khoury Ghata.

Evlerinde daima edebiyat, şiir konuşulurmuş.

Ama romanı seçmesinin bir nedeni daha var.

Ailesiyle ilgili gerçeklerle yüzleşmekten, oğlunu bırakan babaanneyi yargılamaktan kaçmak.

‘Annem daima babamın annesiz büyüdüğünü anlatırdı. Rikkat Kunt’un neden oğlundan ayrılmak zorunda kaldığını bilmezdim ama onun haklı bir gerekçesi olduğunu düşünmek isterdim’ diye anlatıyor.

BOŞANMANIN BEDELİ

Rikkat Kunt
neden altı yaşındaki oğlundan ayrılmış?

Neden çocuğun babasıyla Lübnan’a gitmesine izin vermiş?

Romana göre, hattat sanatçısı kendisini sürekli aldatan, kız kardeşine sarkıntılık eden ikinci kocasından boşanmak istemiş.

Kocası ancak oğlunu yanına almak koşuluyla boşanmaya yanaşmış.

1945 yılında babanın oğlunu geri göndereceğinden emin Rikkat Kunt çocuğundan ayrılıyor.

Ama baba oğlunu göndermiyor ve onunla Lübnan’a yerleşiyor.

Orada ismini ve dinini değiştiriyor.

‘Romanı babaannemin ağzından yazarken iki bellek uydurdum. Biri babaannemin, diğeri babamın.’

İlk romanıyla geçtiğimiz yıl Fransa’nın önemli edebiyat ödüllerinden Renaudot Ödülü’ne aday gösterilen Yasmine Ghata’yı en fazla romanının Türkçe’ye çevrilmesi mutlu etmiş.

‘Çünkü belki ilk kez babamla aramda gerçek bir bağ oluştu’diyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye tekstili gözden mi çıkarıyor

25 Mart 2005
<B>Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği TGSD’</B>nin hedefi 2010 yılına kadar Türk tekstilini İtalya gibi zirvye taşımak. Önceki gün TGSD Başkanı Aynur Bektaş ile sohbette, Türk tekstilinin üzerindeki ‘Demokles Kılıç’ları yeniden gündeme geliyor.

Kayıtdışı, kamu maliyetleri, enerjinin pahalılığı vs...

Aynur Bektaş doğrusunu isterseniz kaygılı...

‘Türk tekstili patlama noktasında ancak devletin sektöre sahip çıkması gerek...’

Sahip çıkma, destekleme işaretleri yok.

Tam aksine ‘acaba gözden mi çıkarılıyor’ kaygısı var.

Ucuz enerji, ucuz işçilik gibi kalemlerde bize göre çok daha avantajlı konumda olan Çin örneğin her yıl 200 tasarımcısını İtalya’ya gönderiyormuş.

1950’li yıllarda okullara tasarım dersinin okutulduğu olan İtalya bu alanda bir numara.

Tekstil sektörü devlet politikasıyla yönünü bulmuş.

Şimdi Çin de öyle.

Türkiye’de 25-30 yılda sağlam adımlarla yol almış, işi iyice öğrenmiş bir sektör var ama sektörü daha iyi bir yere taşıyacak politikalar şekillenmemiş.

‘Oysa’ diyor Aynur Bektaş, ‘Tekstil en fazla KOBİ’nin olduğu sektör. Yaklaşık 40 bine yakın küçük ve orta ölçekli işletme sayabiliriz. Türkiye’deki büyümenin motoru KOBİ’ler deniyor. Tekstili gözden çıkartırsanız bu KOBİ’ler ne olacak.’

Tekstilde çalışanlar kayıtdışılarla birlikte neredeyse 3 milyon.

En yoğun istihdam bu sektörde...

Üretimle birlikte tasarım da iyi bir noktaya gelmek üzere.

Bundan sonraki aşamalar daha da iyi kalite ve markalaşma.

Peki geçenlerde Güngör Uras’ın yazmış olduğu ‘Turquality Projesi’ yani bazı modacıların ve firmaların yurtdışında tanıtımı projesine TGSD nasıl bakıyor?

Aynur Bektaş’ın ‘Turquality Projesi’yle ilgili bazı çekinceleri var. ‘Atılmış adımları eleştirmek istemiyoruz ama projenin daha geniş tabana yayılması gerek’ diyor.

Belki ‘Turquality Tasarım’ ekibi oluşturulabilir...

Sonra devletin desteğini alacak olan firmalar, modacılar hangi kriterlere göre seçiliyor...

Destekten sadece Dice Kayek, Atıl Kutoğlu, Hüseyin Çağlayan gibi isimlerin yararlanması haksızlık değil mi?

Desteğin ‘dönüşümlü’ olması, Bahar Korçan, Arzu Kaprol gibi başka genç modacıların da yararlanması daha adil olmaz mıydı?

Aynur Bektaş ile konuştuklarımız özetle bunlar.

Ayrılırken ‘Türk tekstilinin durumu hayli kafa karıştırıcı’ diyorum.

Herkes hak veriyor.

AB’nin Florida’sı olmak

DELTA
Havayolları rötar yapmasaydı, Orlando bağlantısı kaçmasaydı iki hafta önce Remax’in dünya kongresine yetişecektim.

Dünya emlak piyasasının nabzını tutan kongreye gidemedim.

Orlando’da neler olup bittiğini Remax Türkiye Başkanı Murat Goldştayn’dan öğrendim.

Uçan paraşüt logosu olan Remax ofislerine mutlaka yolunuzun üzerinde rastlamışsınızdır.

Remax gayrimenkul konusunda dünya liderlerinden...

30 yılda geldiği nokta şu: 54 ülkede, 100 bin kişilik bir ordu.

Dünya çapında yılda 2 milyon konut satışı.

Herkes primle çalışıyor ve yıllık ortalama gelir 128 bin dolar dolaylarında.

Zaten Remax’in mottosu ‘herkes kazanıyor’...

Peki dünyada ve Türkiye’de emlak trendleri neler?

Remax’ı 1997 yılında Türkiye’de kurmuş olan Murat Goldştayn’a göre, Türkiye’de insanlar 20 ila 25 yılda bir, ABD ve Avrupa’da ise 10 ila 12 yılda bir konut değiştiriyor.

Bizde ‘konut kredisi’ kullanımı yüzde 10’larda iken, Batı’da neredeyse yüzde 90 civarında. Batı’da konut kredisinin yıllık yüzde 4 dolayında olması nedeniyle ev sahibi olanların sayısı hayli fazla. Talep fazla olunca ev fiyatları yükselmiş.

Ne ki, ABD Merkez Bankası Alan Greenspan’ın son açıklamaları elbet emlak piyasasını de etkileyecek.

Faizler dolayısıyla konut kredisi faizleri artacak ve talep azalacak.

Türkiye’deki duruma gelince...

‘Türkiye’de ne yapılırsa satılıyor.’

Ekonomi iyi giderse 2007 yılına kadar krediyle Türk halkının yarısı belki de konut sahibi olabilecek.

Yabancılar arasında Türkiye’ye ilgi giderek artıyor.

Özellikle güney sahillerimiz 1970’ler, 1980’lerde İspanya’yla bir paralellik gösteriyor.

Bu arada bir hatırlatma: İspanya’da ev sahibi olan yabancıların sayısı 1 milyon 800 bin.

Türkiye’de 10 bin dolaylarında.

Remax Türkiye’nin geçenlerde Londra’da düzenlediği ‘Türkiye’de nasıl emlak sahibi olunur’ semineri hayli ilgi görmüş.

Seminerde Türkiye kıyılarının ‘Avrupa Birliği’nin Florida’sı’ olacağı görüşü ağırlık kazanmış.

Bir İngiliz için Türkiye’de ev sahibi olmak, İspanya ya da Portekiz’de ev sahibi olmaktan üç kez daha ucuz. Aynı şekilde KKTC de parlayan yıldızlardan.

Hamsiye kota işi zor

GEÇEN
aralık ayının sonunda ‘Hamsiseverlere AB’den kötü haber’ diye yazmıştım.

AB’nin hamsinin avlanmasına kısıtlama getirdiğini belirtmiştim.

Önceki günkü Referans Gazetesi de ‘Hamsiye kota geliyor’ başlığını atmış.

Tarım Bakanlığı, AB’ye uyum için hazırladığı Su Ürünleri Yasa Tasarısı’nda hamsi ve istavrite kotayı eklemiş.

Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç.Dr. Okan Akyol e-posta göndermiş.

Kota sisteminin uygulanması için balık stoklarının belirlenmesi gerektiğini yazıyor.

Stok tespiti için bilimsel araştırma gerekiyor.

Türkiye sularında böyle bir bilimsel araştırma şimdiye kadar yapılmamış.

Hamsiseverler ‘şimdilik’ gönüllerini ferah tutsun...
Yazının Devamını Oku

Alışverişte bu logoya dikkat

22 Mart 2005
<B>DİYELİM</B> ki alışverişe çıktınız..<br><br>Bir dükkandan penye bir tişört ya da ipek bir şal alacaksınız... Bir diğerinden bitki çayı...

Alacağınız ürünün etiketinde zambağa benzer bir çiçek logosuna dikkat etmenizi öneririm.

Zira bu logoyu taşıyan ürünü aldığınızda, ödediğiniz paranın bir bölümü ‘Kadın Fonu’na gidecek.

Nedir bu ‘Kadın Fonu’?

KAGİDER yani Kadın Girişimciler Derneği’nin kadının ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan güçlenmesi amacıyla oluşturduğu bir fon.

‘Kadının güçlenmesi mi’ diye dudak bükenlere küçük bir hatırlatma.

Parlamentonun sadece yüzde 4.2’si,

İşverenlerin sadece yüzde 3.4’ü,

Yerel yöneticilerin sadece yüzde 1’i,

Gayrimenkul sahiplerinin sadece yüzde 8.5’i kadın.

Sanırım Türkiye’de kadının durumuyla ilgili bir kesit sunan bu tabloyu görünce Kadın Fonu’nun önemi ortaya çıkıyor.

Yaklaşık bir yıl önce KAGİDER’in bu fonun oluşturulması için çeşitli STK’larla düzenlediği arama konferansına katılmıştım.

Fonun nasıl oluşturulacağı, fondan kimlerin yararlanabileceği o arama konferansında belirlenmişti.

İcra Komitesi Başkanlığını Ümit Boyner’in yaptığı Kadın Fonu yola çıktıktan bir yıl sonra, 16 projeyi destekleme kararı aldı.

Projelerin sahipleri kadın STK’ları.

Bunlardan 6’sı hemen, 10 tanesi ise fona para aktıkça desteklenecek.

Mesela desteklenen projelerden biri Ka-mer Mardin’in bu şehirdeki kadın girişimcilerle ilgili projesi.

Kadın Fonu’nun sağladığı destekle, önceki gün Mardin’de üç kadın girişimci kuaför, çeyiz ve şarap dükkanı açmışlar.

Kuaför yanında 7 kişi, çeyiz dükkanı açan ise 12 kişi çalıştırıyor.

Şarap üreten de ürettiği malı satma olanağına kavuştu.

Bu projelerde önemli nokta şu:

Mesele kadın girişimcilere sadece maddi olanak sağlamak değil...

Nasıl iş hayatına atılacağı konusunda eğitim vermek.

En önemlisi bir kadın dayanışma ağı sağlamak.

Kadın Fonu
’na ilk parayı koyanlar KAGİDER üyeleri ve Açık Toplum Enstitüsü.

Fonda para biriktikçe daha fazla proje desteklenecek.

Kadın Fonu’nu ilk aşamada destekleyen firmalar Beymen, Boyner, Otacı, Silk&Cashmere, Doğa, Gülor, Kangurum, Suteks, Sanofi Aventis.

Bu markaları satın aldığınızda bilin ki, ödediğiniz paranın bir bölümü Kadın Fonu’na gidiyor.

Boeing-Airbus çekişmesi alevleniyor

BU
yıl Davos’ta konuşma fırsatı bulduğum Boeing’in Uluslararası İlişkiler Başkan Yardımcısı Thomas Pickering, Boeing-Airbus çekişmesinin büyüyebileceğinin işaretini vermişti.

‘Dünya Ticaret Örgütü arayı bulmaya çalışıyor’ demişti.

Fransız Le Figaro Gazetesi’ne bakılırsa iki şirket arasındaki çekişme giderek büyüyormuş.

Öyle ki, önümüzdeki günlerde görevinden ayrılmaya hazırlanan ABD Ticaret Bakanı Robert Zoellick, hafta sonunda telefonu AB’nin ticaretten sorumlu bakanı Peter Mandelson’un yüzüne kapatmış.

Boeing,
Avrupa Birliği’nin Airbus’a sağladığı sübvansiyonu haksız buluyor.

Oysa kendisi yıllarca askeri ihalelerden pay almış.

Üstelik şimdi de Japonya 787 uçağını destekleyecek.

AB’nin de karşı çıktığı konu bu.

Böyle giderse Dünya Ticaret Örgütü arayı bulmakta zorlanacak.

Futbolun zararı, golfün yararı var

BERLİN
Turizm Fuarı’nı gördükten sonra turizmle ilgili yazım üzerine Kaya Çilingiroğlu aradı.

Golf turizmini ve önemini anlattı.

Antalya, Belek golf turizmiyle giderek parlıyor.

Belek’te 8, İstanbul’da ise 3 golf sahası var.

İspanya’da sadece Costa del Sol’daki golf sahası sayısı 50.

Yılda 50 milyonun üzerinde turist ağırlayan İspanya aynı zamanda dünyanın bir numaralı ‘golf turizmi’ destinasyonu.

Kaya Çilingiroğlu’nun aktardığına göre, Belek’teki bir otele golf için gelen bir turist burada gecesi 100 Euro ödüyorsa, İspanya’da en az 600 Euro ödüyor.

Bunun nedeni ‘golf turizminin’ yeterince tanıtılmaması ve desteklenmemesi.

‘Oysa’ diyor Kaya Çilingiroğlu Golf çantalarıyla dünyayı turlayan 30 milyona yakın zengin bir zümre vardır. İspanya, Fransa, Japonya’ya, Güney Afrika’ya giderler. Günde 600 Euro otele verirler. Kahvesi bile esktradır. Bu golf oyuncuları ülkemize çekebiliriz...’

Peki golf oynayanlar için Türkiye nasıl cazip hale getirilebilir?

Önce daha fazla golf sahasıyla.

Belek 2008 yılına kadar 20 saha yapmayı planlamış.

En önemlisi golf turnuvaları düzenleyerek.

Dubai, Güney Afrika, İspanya dünyanın en ünlü golf oyuncularını davet ederek turnuvalar düzenliyormuş.

Kaya Çilingiroğlu, ‘Hem kaliteli oyuncu gelir, hem Türkiye’nin tanıtımı yapılır’ diyor.

Zira turnuvalar televizyon kanalları, özellikle Fox tarafından dünyaya aktarılıyormuş.

Formula 1 Yarışması’nin Türkiye’nin tanıtımına yapacağı katkıyı düşünün.

Golf turnuvaları aynı işlevi görebilir pekálá.

TUROB Başkanı Ahmet Barut, Çilingiroğlu’nun golf turizmiyle ilgili görüşlerine katılıyor.

Hem zengin turisti çekmek, hem turizmi çeşitlendirmek açısından önemli bir açılım olduğunu söylüyor Barut.

Ayrıca turizm sezonunu da uzatıyor.

Çünkü Belek’in iklimi 10, hatta 12 ay golf oynamaya müsait.

Florida bile böylesine elverişli değilmiş.

Galiba, Kaya Çilingiroğlu ‘Futbol Türkiye’ye hep zarar verdi. Hiçbir artı değer sağlamadı... Oysa golf desteklenirse turizme büyük katkı sağlar’ derken haklı...
Yazının Devamını Oku