Gila Benmayor

İtalyanlar en çok kime benziyor

17 Ağustos 2008
Bazılarına kötü örnek olmasını istemediğim halde İtalyan parlamentosundaki milletvekillerinin bedava yararlandığı bazı hizmetleri saymadan geçemeyeceğim. Uçakların yanı sıra kurşun geçirmez arabalar, korumalar, sağlık, berber ve hatta tenis dersleri... Hatta evli olmayan milletvekillerinin sevgilileri de bedava sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor. Kitaba göre, İtalyan parlamentosunun bazı üyeleri geçmişte çeşitli suçlardan mahkûm olmuş. Acaba en çok hangi ülkedekilere benzetiyoruz bu saydıklarımı?

İtalya’da tam bir yıl önce yayınlanmış bir kitap rekora koşuyor. Yirmiden fazla baskı yapan bu kitap 1 milyon 300 bin adet satmış. Gian Antonio Stella ile Sergio Rizzo adındaki iki gazeteci tarafından kaleme alınan kitabın başlığı "Kast".

Bu kadar çok ilgi görmesinin nedenine gelince, kitap "dokunulmazlar" diye tanımlanan politik sınıfın yolsuzluklarını ele alıyor.

Sadece bununla yetinmiyor. İstatistik verilere dayanarak politik sınıfın İtalyan halkının sırtına nasıl bir yük olduğunu da ortaya koyuyor.

Belli ki İtalyanlar bu kitaba bayılmış. Taksi şoföründen üniversite profesörüne herkesin elinde, dilinde.

Peki ne anlatıyor Stella ile Rizzo kitaplarında?

Örneğin, Quirinal Palazzo diye bilinen İtalyan Başkanlık Sarayı’nda memurlar dahil 2 binden fazla kişinin çalıştığını ve buranın yıllık 224 milyon Euro’luk bir bütçeye sahip olduğunu. Sarayın masrafları Buckingham Sarayı’nın masraflarından tam dört kez fazla. Başka bir örnek, İtalyan bakan ve milletvekillerinin emrine verilen uçaklar. Hesapsız kitapsız kullanılan uçaklar kimi zaman ülkenin en ücra köşesindeki kıytırık bir şenlik için bile havalanıyor.

TANIDIK BİR DURUM

Vereceğim bir başka örnek "kıyak emeklilik". İtalyan parlamentosunda bir ay yani 30 gün dahi görev yapan her parlamenter "kıyak emekliliğe" hak kazanıyor. Bizim için pek tanıdık bir durum değil mi?

Bir de TBMM’de yaz başlarında ortaya atılan yasa teklifini hatırlayın: "Bir gün dahi milletvekilliği yapacak olanlar emeklilik hakkı kazansın."

İtalyanların bu kadar ileriye gittiklerine ilişkin bir veri yok kitapta.

Ama bu kadar "yüzsüz" bir yasa teklifi olmasa dahi başka bir rekoru tutuyorlar ellerinde.

İtalyan milletvekilleri Avrupa’nın en yüksek maaşı alan siyasileri: İngiliz milletvekilleri ayda 7 bin 450 Euro, Almanlar 7 bin Euro, Fransızlar ise 6 bin 950 Euro alırken bir İtalyan parlamenterin eline 11 bin 700 Euro geçiyor.

İtalyan parlamentosu yıllık 1.5 milyar Euro bütçeyle Avrupa’nın en masraflı parlamentosu.

Bu rakam Fransa’da 840 milyon Euro, Almanya’da 644 milyon Euro. İspanya’da ise sadece 150 milyon Euro.

Parlamentosuna İspanya’dan 10 kat fazla para harcayan İtalya’nın ekonomisine bakın, bir de İspanya’nın ekonomisine.

BERLUSCONİ DE VAR

Bazılarına kötü örnek olmasını istemediğim halde İtalyan milletvekillerinin bedava yararlandığı bazı hizmetleri saymadan geçemeyeceğim.

Uçakların yanı sıra kurşun geçirmez arabalar, korumalar, sağlık, berber ve hatta tenis dersleri...

İnanılmaz bir şey daha: Evli olmayan milletvekillerinin sevgilileri de bedava sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor.

Kitaba göre, İtalyan parlamentosunun bazı üyeleri geçmişte çeşitli suçlardan mahkûm olmuş. Sanırım bu da bizler için hayli bildik bir durum.

Peki İtalyan halkı ağırlığı altında ezildiği politik sınıf hakkında ne düşünüyor?

Yüzde 70’i "Al bir politik partiyi vur diğerine" görüşünde. Sadece yüzde 18’i parlamentoya güveniyor.

Stella ve Rizzo’yu şöhretin zirvesine taşıyan kitap şu anki İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’ni de yerden yere vuruyor.

Ancak garip olan şu: Kitabın kopardığı bunca gürültüye rağmen İtalyanlar gidiyor yeniden Berlusconi’yi iktidara taşıyor. Gel de işin işinden çık.
Yazının Devamını Oku

Kadın-erkek eşitliği bir başka bahara

15 Ağustos 2008
BİLMEM, "Sosyal Bütçeyi İzliyoruz Platformu"ndan haberiniz var mı?<br><br>Bu platform geçtiğimiz haziran ayında kurulmuş. Amacı hükümetin sosyal politikalarını ve bu politikalara kamu bütçelerinden ayrılan kaynakları izlemek.

Daha basitleştirirsek, kamu kaynakları doğru yerlere aktarılıyor mu?

Eşit dağıtılıyor mu?

Herkes ulaşabiliyor mu, gibi çoğumuzun kafasını meşgul eden soruların peşine düşmek.

Kimler kurmuş bu platformu?

ERG (Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi), Gündem Çocuk Girişimi, KA-DER, TESEV, Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, Bilgi Üniversitesi Gençlik Çalışma Birimi.

"Sosyal Bütçeyi İzliyoruz Platformu"
yaz tatili filan demiyor çalışıyor.

Platform, geçenlerde Resmi Gazete’de yayınlanan "Orta Vadeli Programı" büyüteç altına almış.

Programdaki "kaygı verici" noktaları sıralamış.

Eğitimden başlayalım.

Yeni "Orta Vadeli Program"da okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve ortaokul reformu konularında bir hedef yok.

Oysa bir önceki programda hedef belirtilmişti.

Yine bir önceki programda yer alan "Sağlıkta alt yapı ve personel ihtiyacı bölgeler farklılıklar gözetilerek giderilecektir" ifadesi yeni programda yok.

Görünen köy kılavuz istemez.

Besbelli geri kalmış bölgelerimizde sağlık sorunları devam edecek.

Hastalar ya hastanelere yetiştirilemeyecek, ya doktor bulamayacak.

19 MİLYON GENCİ KİM DÜŞÜNÜYOR?

"Sosyal Bütçeyi İzliyoruz Platformu"nun en fazla üzerinde durduğu iki alan kadınlar ve gençler.

Kadın istihdamının yüzde 24.9’luk bir oranla "cumhuriyet tarihinin en düşük seviyesinde" olduğuna ilişkin aylardın kıyamet kopuyor.

Kadın örgütleri ayakta.

Yazılıyor, çiziliyor.

Ama gelin görün ki, yeni AKP Hükümeti’nin yeni "Orta Vadeli Programı"nda, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımına yönelik politikaların kapsamı daraltılmış.

Platform ısrarla vurguluyor:

"Program kadın-erkek eşitliği sağlamaya yönelik politikalar içeren, hedef koyan bir anlayışa sahip değil."

Hükümetin kadın-erkek eşitsizliğini giderecek önlemler almasını bekleyenler daha çok bekler.

15 ile 29 yaş arasındaki 19 milyon gencimiz için kapsamlı bir "gençlik politikası" yokmuş programda.

Ne fark eder?

Hükümetin 19 milyon genci ilgilendiren "gençlik politikası" yok ama AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen’in var.

Gençler okulda ibadet edecek.

Porno alanlar ise fişlenecek.

Bundan álá politika mı olur?

Okul öncesi eğitim vaatleri Rafa mı kalktı?

SOSYAL Bütçeyi İzliyoruz Platformu’nun da önemli vurguladığı gibi okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak hedefi yok yeni programda.

Oysa Başbakan Erdoğan, bundan tam bir yıl önce, 31 Ağustos’ta açıkladığı hükümet programında, AÇEV’in başını çektiği "7 Yaş Çok Geç" kampanyasına değinmişti.

Okul öncesi eğitime yeni dönemde önem vereceklerini söylemişti.

Aynı şekilde, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri, 5 yaşındaki çocuklar için ana-okulunun zorunlu getirilmesine ilişkin bir yasa tasarısını gündeme getirmişlerdi.

Bakanlık, okul öncesi eğitimi yüzde 100 oranına yükseltmek için önce 15, ardından 30 ilde pilot bir uygulama planlamıştı.

Bugün gelinen noktada durum şöyle:

5 yaşındaki çocuklara zorunlu okul öncesi eğitim yasa tasarısı AKP’nin gündeminde değil.

Pilot uygulama ise bütçe ayrılmadığı gerekçesiyle hayata geçirilmemiş.

Yıllardan beri sürdürülen kampanyalarla okul öncesi eğitimde çok iyi bir yol alınmışken, bu istikrarlı politikalarla sürdürmemek yazık değil mi?
Yazının Devamını Oku

İnsan Hakları Treni’ni üreten Tüvasaş’ın hedefi hızlı tren

12 Ağustos 2008
"HÜRRİYET Hakkımızdır, Tren Özgürlüktür" sloganıyla yola çıkan Hürriyet’in İnsan Hakları Treni’ni yolculuğunun 40’ıncı gününde Sakarya’da yakaladım. Trenin daha önceki duraklarını planlamıştım.

Olmadı.

İyi ki olmadı da deprem sonrası ziyaret ettiğim Adapazarı’nı 9 yıl aradan sonra bir daha görme fırsatını buldum.

Depremin yaralarının nasıl sardığını gözlerimle gördüm.

Adapazarı Garı’na girer girmez ilk tepkim "Ne kadar çok genç, ne kadar çok çocuk" oluyor.

Gara girer girmez Sakarya Üniversitesi’nin Toplum Gönüllüleri Vakfı’ya çalışan gençleri karşılıyor bizleri.

Halen üzerinde çalıştıkları proje İnsan Hakları Treni projesiyle örtüşüyormuş.

Hepsi pırıl pırıl idealleri olan gençler.

Çocuklar derseniz onlar da hem treni gezecekler, hem Akbank Çocuk Tiyatrosu’nun gösterisini izleyecekler.

Hürriyet Treni’nin 40’ıncı gününde benim gördüğüm manzara şu:

Tren uğradığı yerlerde olağanüstü ilgi görüyor.

Ancak Emel Armutçu’nun tespit ettiği gibi, amacından biraz saparak insan haklarından ziyade şehrin sorunlarının konuşulduğu bir platforma dönüşüyor.

Nitekim, trenin konferans salonunda, Sakarya Valisi Hüseyin Atak, Adapazarı Belediye Başkanı Aziz Duran, Tüvasaş (Türkiye Vagon Sanayi A.Ş) Genel Müdürü İbrahim Ertiryaki’nin katıldığı toplantıda Adapazarı’nın sorunları kendiliğinden masaya geliyor.

40 günden beri yollarda olan Hürriyet ekibi "insan hakları"yla ilgili sorular sormazsa mesele kaynayıp gidecek.

Adapazarı’nda "kadın sığınma evleri"nin olup olmadığını, sokak çocuklarının sayısını bu sayede öğreniyoruz.

SAKARYA DİLOVASI OLMASIN

Trenin geçtiği her yerde durum aynı mı bilmiyorum ama Adapazarı’nda resmi yetkililerle halk arasında görüş ayrılığı fazla.

Örneğin, Adapazarı’nda sokak çocukların sayısı resmi sayılara göre 12, toplantıya katılan Adapazarı Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sezai Matur’a göre 120’ye yakın.

Yine Matur ile AKP’li Belediye Başkanı Aziz Duran arasında "orta derece" hasarlı binaların akıbetiyle ilgili görüş ayrılığı var.

Matur’a göre sayıları 60-70 kadar olan bu binalar hemen yıkılmalı.

Zira hemen yanı başlarında depremden sonra inşa edilen iki katlı evleri de tehdit ediyorlar.

Duran bunların yıkılmasına karşı.

Görüş ayrılıkları Adapazarı’nın geleceğinde de ortaya çıkıyor.

Masanın etrafındaki yetkililer şehrin önemli bir sanayi merkezine dönüşmüş olmasından memnunlar.

"Adapazarı’nın ihracatı ithalatından fazla. Sanayisi 48 bin kişiye istihdam sağlıyor" diyorlar.

Oysa Sezai Matur önemli bir uyarıda bulunuyor:

"Sanayileşme adına önemli tarım alanları da elden gidiyor. Altyapı sanayileşmenin hızına yetişemiyor. Denetimsiz sanayileşme yüzünden Sakarya, Dilovası olmasın" diyor.

Dediğine göre, hayvancılık da hızlı sanayileşme nedeniyle önemli bir darbe almış.

KORELİLERLE ORTAK ÜRETİM

Şehrin sorunlarını epey bir tartıştıktan sonra Tüvasaş Genel Müdürü İbrahim Ertiryaki kısa bir film izlettiriyor.

1950 yılında Adapazarı’nda TCDD’nin bünyesinde kurulmuş Tüvasaş’ın hikayesi bu.

Demiryollarımızda seyahat eden her türlü vagonu, hafif raylı araçları ve içinde bulunduğumuz "İnsan Hakları Treni"ni de üretmiş olan Tüvasaş yeni bir atılım içersinde.

Daha geçtiğimiz günlerde Güney Korelilerle ortak bir şirket kurmuş.

Hyundai’nin Rotem Şirketi’yle birlikte yeni oluşturulan "Eurotem" Şirketi ilk aşamada dizel tren üretilecek.

Bir sonraki aşama ise İspanya’nın ihalesini kazandığı "hızlı treni" üretmek.

Avrupa’da çeşitli ortaklıkları olan Güney Koreli Rotem Şirketi’yle ortaklık Tüvasaş’a yepyeni bir vizyon getirmiş.

Ertiryaki, bu yüzden şirketin 105 milyon YTL olan cirosunun bu yıl 150 milyon YTL’ye ulaşabileceğini söylüyor.

"Eurotem"in hızlı tren üretimine başladıktan sonra Avrupa’ya da ihracat yapabileceğini de ilave ediyor.

Tüvasaş’ın en önemli sorunu ise giderek büyüyen Adapazarı’nın tam merkezinde kalmış olması.

Oysa ileriye dönük büyük projeleri olan bir şirketin her şeyden fazla nefes alacak bir alana gereksinimi var.

Öyle değil mi?

Parkta kablosuz internet

HÜRRİYET Treni’ndeki toplantıdan sonra Belediye Başkanı Aziz Duran ile küçük bir şehir turuna çıkıyoruz.

Duran, depremden sonra yaklaşık 25 bin konutun inşa edildiği, Adapazarı’nın uydu şehri durumundaki Yenişehri göstermek istiyor.

Projesi depremden iki yıl önce yapılmış olan Yenişehir hızla büyüyüp gelişiyor.

Artık her Adapazarlı’nın gönlünde buradan bir ev almak yatıyor.

15 yıldan beri belediye başkanlığını yürüten Aziz Duran’ın gezdirdiği yerler arasında 40 dönümlük bir bataklık alan üzerinde kurulan Orman Park ile 160 dönüme kurulu Kent Park var.

Hollandalı bir peyzaj mimarının danışmanlığı ile yapılan Kent Park’ı gördükten sonra İstanbul adına bir daha üzüldüm.

İstanbullular hayatlarında park görmemişler.

Adapazarı’nda beni en fazla etkileyen ise Orman Park ile tren garının hemen yanı başındaki meydanda kablosuz internet erişimi oldu.

Bu Türkiye’de bir ilk mi?

Bilmiyorum ama son derece yararlı bir hizmet olduğu kesin.
Yazının Devamını Oku

5 YTL’ye, çadırda gün boyu matematik

10 Ağustos 2008
Şirince’den yola çıkıyorsunuz, henüz asfaltlanmamış yolda kıvrıla kıvrıla tepelere tırmanıyorsunuz. Derken hiç beklenmedik bir yerde karşınıza tek katlı taş yapılar çıkıyor. Üzerlerine muhtarlık, şömineli ev, kadınlar koğuşu, erkekler koğuşu, hamam gibi levhalar asılmış. İşte bunların ortasında Ali Nesin’in kurduğu Matematik Köyu var./images/100/0x0/55eae404f018fbb8f89d4b3f

Önceki gün matematikçi Ali Nesin’den şöyle bir mesaj düştü posta kutuma: "Matematik Köyü’nde yaz okulumuz 45 gündür devam ediyor ve son derece verimli, zevkli geçiyor. Her gün ortalama 70 kadar matematikçi oluyor köyde. Ağustos ve eylül ayları için yerimiz var. Bekleriz."

Ali Nesin e-postasına programı ve bedelleri de eklemiş. TÜBİTAK’ın desteği sayesinde lisans öğrencileri günde 10 YTL ödüyor. "Matematik Köyü"nün yatakhanesi yerine çadırda kalacaklar ise sadece 5 YTL. Lisansüstü öğrencileri günde 30 YTL, yine çadırda kalanlar ise 15 YTL ödüyor. Bu bedellere neler dahil? Konaklama, dört öğün yemek, gün boyu çay ve 8 saat ders.

E-postayı görünce yaz başındaki Şirince gezisi vesilesiyle uğrama fırsatını bulduğum "Matematik Köyü" düştü aklıma. Dağ başı derler ya işte öyle bir yerde "Matematik Köyü".

Şirince’den yola çıkıyorsunuz, henüz asfaltlanmamış yolda kıvrıla kıvrıla tepelere tırmanıyorsunuz. Derken hiç beklenmedik bir yerde karşınıza tek katlı taş yapılar çıkıyor. Üzerlerine "muhtarlık", "şömineli ev", "kadınlar koğuşu", "erkekler koğuşu", "hamam" gibi levhalar asılmış.

Taş yapıların hepsi son derece düzgün ve sevimli. Köyün kahvehanesi, meydanı, hamamı ve sokakları da mevcut. İlk göze çarpan sokaklardan biri de "Aziz Nesin Sokağı".

MERMER LEVAHADAKİ İSİMLER

Bir de "Matematik Köyü"nün gerçekleşmesine maddi katkıda bulunanların isimlerinin yazılı olduğu mermer levhalar. Maddi katkıda bulunanların listesi uzun olmasına uzun ama köyün gerçekleşmesinde esas katkısı olan iki kişi var: Profesör Ali Nesin ile Sevan Nişanyan.

Bu yaz medyanın diline düşen o tuhaf "icraatından" dolayı Sevan Nişanyan’dan hoşlanmayabilirsiniz ancak kabul etmek gerekir ki adam yetenekli. "Matematik Köyü"nün tüm taş yapılarını çizmiş, ustalara yaptırtmış. Yanlış anlamayın, mimar, mühendis filan yok. Köy sit ya da tarım alanı olmadığı halde hatırlarsınız geçen yıl jandarma tarafından "mühürlenmişti".

Ne tuhaf ülke... Gençlerimizin matematikte feci zayıf olduğu, OECD’nin PISA ölçümü gibi uluslararası araştırmalarla belgelenmiş. Bir avuç idealist insan kalkıyor bu eğilimi tersine çevirmek için bir "Matematik Köyü" inşasına kalkışıyor. Destek olacağınıza köstek oluyorsunuz. Neyse geçelim.

Peki "Matematik Köyü" fikri nasıl oluşmuş? Yurtdışından Bilgi Üniversitesi’nde Matematik Bölümü’nü kurmak için dönen Ali Nesin’in hayalinde her yıl olağanüstü yetişmiş 10 öğrenci mezun etmek var.

"30 yılda 300 öğrenci yetiştirsem Türkiye yıldız olur" diye düşünüyor. Ne var ki, hayal gerçeğe hiç uymuyor. Yılda dört öğrenciyi zar zor mezun edebiliyor. Diyor ki kendine kendine "Eğitimcinin öğrencisinden yakınmaya hakkı yok. Değil mi ki eğitimciliğe soyunmuşsun, eğiteceksin." Yaz okulu fikri işte böyle doğuyor.

Ali Nesin, yurtiçinden ve yurtdışından davet ettiği matematik profesörleriyle ve öğrencileriyle yazları üst üste Bodrum’da, Şirince’de, Amasra’da, Bozcaada’da buluşuyor. Kurs sonrası belge, sertifika filan yok. Tek amaç matematiği paylaşmak.

Ancak bizim tatil yerlerinin durumu ortada: Gürültü, patırtı, müzik. Ali Nesin’in deyişiyle "çıtlayan çekirdekler, patlayan sakızlar" matematiğe konsantre olmak için uygun ortam hiç değil. Derken aklına birkaç yıl önce Nesin Vakfı adına Şirince’den "otuz paraya" aldığı 10 dönümlük arazi geliyor. Gerisi onun ağzından:

"Eğer masa başında, ’Matematik Köyü’ hayali kurmadınızsa tavsiye ederim. Kendinizden geçeceksiniz. Çardaklar olacak örneğin, her birinin altında bir kara tahta, bir tomar káğıt ve birkaç kalem. Ağaçlardan gökyüzünün görünmediği koyu yeşil sığınaklar. Şezlonglar, hamaklar, küçük, orta ve büyük boy havuzlar, çeşmeler, ateş yakılacak alanlar... Kütüphane elbette. Bir de matematiksel oyun salonu. Geometrik heykeller.

Piyano ve bilardo odaları. Şömineler, fırınlar. Hamam da gerekiyor, hamamsız olmaz, Arşimet örneği var önümüzde. Her şey taş ve çamurdan olacak, betonsuz. Ortak avlulu üçer evlik birimler... Bu üçer evlik birimlerin ortak alanı... Müdürsüz, patronsuz, şefsiz, otoritesiz... Okeysiz, tavlasız, piştisiz... Müziksiz, radyosuz, televizyonsuz... İzmaritsiz yollar... Burjuvasız ve lümpensiz... Alabildiğine özgür."

Gördüğüm "Matematik Köyü" bu hayalden uzak değildi.
Yazının Devamını Oku

Nükleer santral bilgilerini bakkaldan satın alamazsınız

8 Ağustos 2008
ENERJİ konusu dipsiz bir kuyu. Geçenlerde pahalı enerji tüketmemizin sorumlularından biri olarak köhnemiş "enerji modeli"mizi göstermiştim. Ardından, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in "enerji modeli"nin geliştirilmekte olduğuna ilişkin müjdesini de aktarmıştım.

Ama dediğim gibi konu "dipsiz kuyu" olunca e-postalar gelmeye devam ediyor.

Bugün Almanya’dan bir okurumdan, Ali Demirel’den gelen mektubu aktarmak istiyorum.

Demirel, Türkiye’nin gündemine giderek daha çok oturan nükleer santral meselesine değiniyor.

İTÜ mezunu Ali Demirel, 20 yılı aşkın bir süre AEG, Siemens-KWU gibi şirketlerde çalışmış.

Uzmanlık alanı nükleer santrallerin basınç hesaplamalarıyla, uranyum çubuklarının erime hesaplamaları.

Almanya’nın hemen hemen tüm nükleer santrallerinde bu hesaplamaları yapmış.

İsviçre, Brezilya Arjantin, Rusya, İran’da nükleer santral projelerine destek vermiş.

BAKANLIĞA BRİFİNG ÖNERİSİ

Akkuyu
Projesi’nde de dört yıl boyunca çalışmış.

Kendi alanında Avrupa’daki sayılı uzmanların arasında.

Peşinen söylemem gerekir ki, Ali Demirel nükleer santrallere karşı değil.

"Sağlıklı bir nükleer santral için tüm koşullar yerine getirildiği takdirde neden olmasın" diyor.

Ancak Türkiye’nin nükleer santral konusunda yeterli bilgi birikimine sahip olmadığını düşünüyor.

Haklı kuşkuları var.

Dolayısıyla Enerji Bakanlığı’na, bilgi ve deneyimlerini aktarmak üzere "brifing" önerisinde bulunmuş.

"Türkiye nükleer santral kurmadan önce ve kurduktan sonra nelere dikkat etmek zorundadır? Bunları yetkililere anlatmak istedim" diyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi, Enerji Bakanlığı’ndan kendisine cevap dahi gelmemiş.

Demirel, mektubunda, biraz da kırgınlıkla "Dört yıldır Bakan Hilmi Güler’e ulaşmaya çalışıyorum" diyor.

"Nükleer santraller hakkında bilgileri bakkaldan satın alamazsınız. Her önüne gelen nükleer santral kuramaz" diye ekliyor.

Demirel, halen nükleer santrallerle ilgili bilgilerini bir kitaba dönüştürmekle meşgul.

Mektubundan sonra olan zaten karşı olduğum nükleer santrallerle ilgili kaygılarım daha da arttı desem yalan değil.

TÜRKİYE ENERJİDE 2023 YILININ ÖTESİNİ GÖREMEZ
ODTÜ profesörlerinden Osman Sevaioğlu da enerji meselesine yoğun bir şekilde kafa yoranlardan.

Geçenlerde telefonla sohbet ettiğimiz Profesör Sevaioğlu, EPDK’nın (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) eski kurul üyelerinden.

Enerji planlamasında Türkiye’nin 2023 yılından "ötesini" göremediğini söylüyor.

"Arap ülkeleri 2060’ı görür, biz göremeyiz. Çünkü kaynak yok" diyor.

Profesör Sevaioğlu, enerjinin arz ve talep denkleminin arz tarafına dikkat çekiyor.

Özellikle de EPDK’nın verdiği santral lisanslarına.

Bu arada bir bilgi notu.

Doğal gaz santrallerinin yapımı 18-24 ay, kömür santrallerinin yapımı 3,5- 4 yıl, hidroelektrik 3 ile 5 yıl, nükleer santral yapımı ise 8 ile 10 yıl arası imiş.

Sevaioğlu’nun önemle vurguladığı nokta şu:

Hem EPDK, hem TEİAŞ APK’nın (Araştırma, Planlama Koordinasyon) lisansların durumlarını sormaları gerek.

Proje başladığı takdirde de mutlaka altı ayda bir santrallerin ne durumda olduklarını, ne zaman devreye gireceklerini de sormalılar

Yani sıkı bir kontrol denetim mekanizması şart.

Aksi takdirde ne oluyor?

Arz projeksiyonunda, santral yapımına girişen şirketlerin sözlerini tutmamaları nedeniyle hesaplar tutmuyor.

Sevaioğlu’nun dikkat çektiği bir başka sorun bol kepçe dağıtılan rüzgar santralleri lisansları.

Lisans alanların çoğu halen piyasada lisanslarını satmak için dolaşıyor.

Rüzgar lisansında "2.el kağıt" ticareti almış başını.

"Bunlar sektörü geciktiren şeyler. Hollandalı, Alman yatırım için geliyor. Bakıyor santral kurulacak yerler kapışılmış" diyor Sevaioğlu.

KUZEY AFRİKA ÜLKELERİNE AB’NİN ENERJİ POLİTİKALARINI ANLATAN TÜRK
PROFESÖR Sevaioğlu, enerji tüketiminde çevrecilerin karşı oldukları kömürden yana.

Bir keresinde karşılaşmış olduğu Gazprom’un önde gelen yetkililerinden birinin şöyle dediğini aktarıyor:

"Siz bizden zenginsiniz galiba. Zira doğal gaz kullanıyorsunuz biz kömür".

"Türkiye aptallık ediyor. Putin’i zengin ediyor" diyor.

Sevaioğlu, aynı zamanda Akdeniz Enerji Gözlemevi’nin danışma kurulu üyesi.

Bu kuruluş, enerji kaynağı arayışında olan AB ile Kuzey Afrika ülkeleri arasındaki enerji alış verişini düzenlemeye çalışıyor.

Bu ülkelerde enerji yatırımı yapacak şirketlere yol gösteriyor.

Fas, Tunus, Mısır, Cezayir, Libya’ya enerji programları yapmayı üstlenmiş olan Akdeniz Enerji Gözlemevi’nin bu destek için bir şartı var.

Bu saydığım Kuzey Afrika ülkelerinde elektrik piyasanın liberalleşmesi.

Bu konuda yol alınması için kuruluş ile Kuzey Afrika arasındaki bağlantıyı sağlayan kişi ise Profesör Osman Sevaioğlu.

Avrupalılar "Derdimizi Kuzey Afrika ülkelerine en iyi bir Türk anlatır" diye düşünmüş olmalılar.
Yazının Devamını Oku

Antalya’daki alevler 4 milyon dolarlık gösteri merkezini yutacaktı

5 Ağustos 2008
YAZININ başlığını daha önce şöyle tasarlamıştım. "Deniz, kum, güneşe nihayet yeni kardeş." Antalya turizminin vazgeçilmez bu üçlüsüne yeni gelen kardeşin adı "gösteri".

Ne ki, Antalya’da beş günde dört bin hektarlık ormanın kül olmasına yol açan yangın nedeniyle yukarıdaki başlığı tercih ettim.

Korkunç yangından tam bir gün önce Antalya’daydım.

Anadolu Ateşi’nin, antik Aspendos Tiyatrosu’na yaklaşık bir kilometre uzaklıktaki yeni gösteri merkezi "Aspendos Arena"nın resmi açılışı yapılacaktı.

Güngören’deki terör saldırısı nedeniyle resmi açılış ertelendiği halde ben Antalya’nın yolunu tuttum.

Antalya turizmine hiç kuşkusuz, yeni bir soluk getiren bu gösteri merkezini Anadolu Ateşi’nin Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan ile konuştuk.

Tarihi Aspendos Tiyatrosu’nun hemen burnunun dibinde neden böyle bir gösteri merkezi?

Öncelikle herkesin aynı fikirde olduğu bir şey var.

Roma’daki Colosseum antik tiyatrosunun küçük bir kopyasını andıran Aspendos Tiyatrosu’nun acil restore edilmesi gerekli.

Altı yıldan beri, haziran-ekim aylarında Anadolu Ateşi’nin gösterilerini antik tiyatroda yapan Mustafa Erdoğan acil bir restorasyondan yana.

"Ciddi kaymalar var. Antik tiyatro uzun bir restorasyon geçirmeli" diyor.

ANTALYA TURİZMİNE 250 BİN EURO

Ancak her yıl antik tiyatronun Anadolu Ateşi’ne tahsis edilmesiyle ilgili bürokratik engeller de Erdoğan’ı bezdirmiş.

Neticede bu yıl "Aspendos Arena" adıyla kendi gösteri merkezini kurmaya karar vermiş.

Merkezi, 10 yıllığına kiraladığı bir mısır tarlasının üzerine tam 40 günde kurmayı başarmış.

Yaklaşık 4 milyon dolara mal olan yeni gösteri merkezinin kapasitesi beş bin kişi.

Mustafa Erdoğan, "Gösteri başı Antalya turizmine 250 bin Euro’luk bir katkıda bulunuyoruz" diyor.

İzleyicilerin neredeyse yüzde 95’inin turist olduğunu söylüyor.

"Aspendos Arena" gösteri merkezinde Anadolu Ateşi’nin son gösterisi "Troya"yı izlediğim gece gerçekten gelen otobüslerin ardı kesilmedi.

Gösteri saat 21.30’da başladığı halde saat 19.00’dan itibaren gösteri merkezinin önünde uzun kuyruklar oluşturanların çoğu turistti.

Özellikle de Antalya’da bu yıl sayıları Alman turistleri geçmiş olan Ruslar göze çarpıyordu.

Önceki yıl 200 bin kadar izleyici çekmeyi başaran Anadolu Ateşi’nin bu yılki hedefi 250 ila 260 bin izleyici.

LAS VEGAS GİBİ/images/100/0x0/55ea9902f018fbb8f88a67d6

Mustafa Erdoğan’ın ısrarla vurguladığı nokta şu:

"Antalya’da deniz, kum, güneş üçlüsüne gösteriyle yepyeni bir boyut kazandırdık. Turistler akşam yemeğinin de dahil olduğu paket programlarla izliyorlar gösteriyi. Paris’te Lido ya da Las Vegas’taki gösteriler gibi."

Erdoğan,
kendi gösteri merkeziyle dünyadaki en büyük sürekli organizasyonlar arasında yerini almaktan mutlu.

"Gelen turistleri şaşırtmak hoşuma gidiyor" diyor.

Gerçekten, Antalya civarındaki otellerde yapılan anketlere bakılırsa, turistlerin en memnun kaldıkları, en fazla etkilendikleri şeylerden biri Anadolu Ateşi’nin gösterileri.

Troya’yı izlediğim gece Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen de vardı.

Gökmen de antik tiyatronun restorasyon meselesini gündeme getiriyor.

Ama bir sorun var.

Gösterilerini Aspendos’ta sürdüren Devlet Opera ve Balesi antik tiyatroda restorasyon başladığında ne yapacak?

Kuşkusuz, Erdoğan’ın "Aspendos Arena" gösteri merkezi imdada yetişecek.

Bu Gökmen’i de rahatlatan bir çözüm.

Düşünün ki, hem Antalya’nın turizmine, hem gösteri dünyamıza yepyeni bir soluk getiren "Aspendos Arena" yangının Aspendos’a ulaştığı saatlerde büyük bir tehlike atlattı.

Yangın kurtarma çalışmalarına bizzat katılan Mustafa Erdoğan ve ekibine büyük geçmiş olsun.

Acımı paylaşanlara teşekkür ediyorum

BABAMIN vefatı dolayısıyla yanımda olan, acımı telefon, faks, e-posta ile paylaşan tüm dostlarıma ve okurlarıma teşekkür ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Güler: Türkiye enerji modelini geliştiriyor

1 Ağustos 2008
GEÇEN salı günkü "Hilmi Güler bilim adamlarına kulak verirse elektrik faturamız düşer" yazım üzerine Enerji Bakanımız aradı. TÜBİTAK’ın eski bir üyesi olarak bilim adamlarıyla diyaloğa önem verdiğini söyledi.

Dr. Gürkan Kumbaroğlu’na dayanarak "enerji-ekonomi denklemini hesaplama modeli" diye tarif etmeye çalıştığım 40 yıllık "enerji modeli"nin eskimiş olduğu görüşüne itiraz ediyor.

Modelin yazılımının güncelleştirilmiş olduğunu anlatıyor.

Ancak mesele yazılımın güncelleştirilmesi değil.

Kumbaroğlu’nun dışında da görüşlerine başvurduğum uzmanların da söyledikleri gibi mesele uyguladığımız "enerji modelinin" günümüze artık uymaması.

Hatta görüşünü aldığım uzmanlardan biri bu model için "Nuh nebiden kalma" sözünü bile kullanıyor.

Zaten Hilmi Güler ile konuşmamız ilerledikçe, bakanın kendisi Türkiye’nin "enerji modelini" geliştirmek için çaba harcadığını söylüyor.

Enerji Bakanlığı’nın bu çabaları iki yönde.

Bir yanda, Uluslararası Enerji Ajansı’nın desteğiyle bir model geliştirme çalışmaları var.

Diğer yanda Hacettepe Üniversitesi’nin işbirliğiyle bu konuda çalışmalar yapılıyor.

ENERJİ AJANSI YOL GÖSTERİYOR

Hilmi Güler’in böyle bir müjde vermesi sevindirici.

Zira dün konuştuğum Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti Fatih Birol’un söylediği gibi, Türkiye enerji talebi hızla gelişen bir ülke.

Üstelik kendi kaynakları kısıtlı olduğundan dışarıya bağımlı.

Dolayısıyla son derece "sofistike" bir "enerji modeline" ihtiyacı var.

Talep, arz, yatırım ve çevre projeksiyonlarını bir arada sağlayacak bir model.

Fatih Birol’un verdiği bilgiye göre, Avrupa Birliği, Japonya, Uluslararası Enerji Ajansı’nın "enerji modelini" uyguluyor.

Enerji konusunda bizim durumumuzda olan Güney Korelilere de ajans yol gösteriyor.

Birol "Enerjinin geleceğini bilmiyoruz. Karanlıkta yol alıyoruz. Biz modellerimizle ülke yönetimlerine bir el feneri veriyoruz" diyor.

Bizim de artık bir "el fenerine" ihtiyacımız var.

MEDENİYETLER DİYALOĞU'NUN EĞİTİM AYAĞI İSTANBUL'DAYDI
QUANDT, ünlü araba markası BMW’yi de bünyesinde barındıran Almanların ünlü sanayici ailesi.

Sanayide kökleri 18. yüzyıla kadar uzanan Quandt ailesi 2. Dünya Savaşı’nda Nazi iktidarının yanında yer almış.

Fabrikalarında, toplama kamplarından getirttiği kadın işçiler çalıştırmış.

Anlayacağınız hayli "yüz kızartıcı" bir geçmişe sahip.

Aile fertlerinden Herbert Quandt’ın 70. doğum gününde kurduğu "Herbert Quandt Vakfı", bu karanlık geçmişe yol açan nedenleri sorgulayan bir vakıf.

En önem verdiği konu da kültürlerarası diyalog.

Vakıf yetkilileri geçenlerde İstanbul’daydı.

Ziyaretin amacı, Sabancı Üniversitesi’nin bünyesindeki Eğitim Reformu Girişimi’yle birlikte Almanya’dan ve Türkiye’den bir grup öğretmeni buluşturmaktı.

Neden böyle bir buluşma?

Zira Türkiye ve Almanya karşılıklı eğitim sistemlerini tanımak zorunda.

Özellikle de Türk öğrencileri konusunda önyargılı olan Alman eğitimciler.

Almanya’dan Türkiye’ye gelen eğitimciler arasında 2’si Türk.

Bunlardan biriyle, Wiesbaden’de Fransızca ve tarih öğretmenliği yapan Nurgül Altuntaş ile konuşuyoruz.

Altuntaş, Alman öğretmenlerin nasıl önyargılı olduklarını anlatıyor.

"Annenin çalışmadığı, beş, altı çocuklu bir aileden gelen Türk öğrenciyle sağlıklı bir diyalog kuramıyor" diyor.

İki tarafın öğretmenleri buluşuyor, konuşuyor.

Amaç değişik kültürlerden gelen genç neslin eğitimcilerin yol göstermesiyle, diyalog kurmasını öğrenmesi.
Yazının Devamını Oku

Bakan Hilmi Güler, bilim adamlarına kulak verirse elektrik faturamız düşer

29 Temmuz 2008
GÜNGÖREN’deki patlamalardan kısa bir süre önce Enerji Bakanı Hilmi Güler, Habertürk Kanalı’nda gazetecilerin sorularını yanıtlıyor. Patlamalar nedeniyle sık sık kesilen programda Güler nelere değiniyor?

Rüzgar enerjisinde Avrupa ikincisi olacağımızı söylüyor.

Avrupa’da 32 devlet arasında sonuncu iken şimdi 12. sıradayız.

Rüzgar santrallerimizin kapasitesi bu yıl 475 megavata ulaşacak.

Sadece 30 megavatlık bir tesisin 50 bin kişilik bir şehrin enerji ihtiyacını karşıladığını düşünün.

Rüzgar enerjisi gerçekten önemli bir enerji kaynağı.

Enerji Bakanı Güler, yeni hesaplamalara göre, 2020 yılında rüzgarda hedefin 20 bin megavat olduğunu söylüyor.

2030 yılında ise hedef 30 bin megavat.

Rüzgar enerjisinden sonra Bakan Güler akarsulardan elde edilecek enerjiye değiniyor.

Yüzlerce irili, ufaklı nehir barajı projesi olduğunu söylüyor.

Jeotermal ve güneş enerjilerinden de söz ediyor.

Yapılan araştırmalara göre güneş enerjisinde İspanya’dan da iyi bir konumdayız.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının yanı sıra doğal gaz da gündeme geliyor programda.

Hilmi Güler doğal gaz konusunda da ileriye dönük işbirliklerinden, senaryolardan söz ediyor.

Enerjide pembe bir tablo çiziyor.

Ama gerçek karşımızda.

40 YIL ÖNCEKİ MODEL DEVAM EDERSE

Türkiye’de pahalı bir enerji tüketiyoruz.

Yaşamımızın her alanına yansıyor bu.

Bu ay daha da kabarmış elektrik faturamızdan tutun da fiyatı artan ekmeğe kadar pahalı enerjinin bedelini ödüyoruz.

Sokaktaki vatandaş da ödüyor, sanayici de.

Peki bunun nedeni sadece Türkiye’nin petrol, doğal gaz gibi enerji kaynaklarından yoksun olması mı?

Yoksa Ruslarla doğal gaz anlaşması örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin çıkarlarını kollamayan eski anlaşmalar mı?

Yoksa bambaşka nedenler mi?

Mesela ta 40 yıl öncesine dayanan bir enerji-ekonomi denklemini hesaplama modeli suçlu olamaz mı?

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi ve Enerji Ekonomisi Derneği Başkanı Dr. Gürkan Kumbaroğlu’na göre pekálá olabilir.

Geçenlerde İstanbul’da düzenlenmiş olan 31. Uluslar arası Enerji Konferansı’nın organizatörleri arasında olan Gürkan Kumbaroğlu 15 yıldan beri enerji-ekonomi-çevre modellemesi yapıyor.

"Yaptığım çalışmalarla devlet kurumlarının ilgilendiğini hiç görmedim" diyor.

Türkiye’nin enerji-ekonomi denkleminde tam 40 yıllık modelin kullandığını söylüyor.

40 yıl önce Uluslar arası Atom Enerji Ajansı’nın dağıttığı model bu.

ABD kullanmıyor, AB de rafa kaldırmış bu modeli.

Bizde tam 40 yıldır enerji-ekonomi (çevre yeni eklenmiş) denklemini hesaplama modeli değişmemiş.

İleriye dönük senaryolar bu modele göre yapılıyor.

Tahmin edebileceğiniz gibi sonuçlar sağlıklı olmuyor.

TEİAŞ’IN HESABIYLA GÜLER’İNKİ UYMUYOR

Sağlıksız sonuçlara bir örnek vereceğim.

Bakan Güler, rüzgarda 2020 yılında 20 bin megavattan söz ediyor.

Oysa Dr. Kumbaroğlu’nun aktardığına göre, TEİAŞ’ın (Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi) yukarıda sözünü ettiğim 40 yıllık model ile yaptığı hesaplamada 2016 yılı için 1250 megavatlık bir rüzgar gücü projeksiyonu yapmış.

Bakan Güler’in hesabıyla, TEİAŞ’in hesabı arasında dağlar kadar fark var.

Bu örneğe bakarsak, enerjide çeşitli kaynaklara dayalı, geleceğe dönük senaryolara nasıl güvenebiliriz?

Dr. Kumbaroğlu’nun aktardığına göre, Sabancı Üniversitesi’yle Boğaziçi Üniversitesi Enerji Bakanlığı’na, Türkiye’ye uygulanabilecek bir model için başvuruda bulunmuşlar.

Ancak bakanlık bürokratları önce buna olumlu baktığı halde sonra "telefonlara a çıkmaz" olmuşlar.

Peki bakanlığın bu içine kapanıklılığının, üniversiteyle, bilim adamlarıyla işbirliğine soğuk bakmasının bedelini kimler ödüyor?

Hiç kuşkunuz olmasın, dünyanın en pahalı enerjisi yüzünden faturaları hep kabaran bizler.

ABD ve Almanya’dan örnekler

KUMBAROĞLU, enerji-ekonomi-çevre denklemini hesaplamada üniversitelerle Enerji Bakanlıkları arasında işbirliğine iki örnek veriyor.

Biri ABD’den, diğeri Almanya’dan.

ABD’de Stanford Üniversitesi bünyesinde bir "Enerji Modelleme Forumu" var.

Bu forumun yaptığı ulusal enerji modelleme çalışmaları Enerji Bakanlığı’na ve senato üyelerine sunuluyor.

Aynı şekilde Almanya’da Stuttgart Üniversitesi bünyesinde benzer çalışmalar yapan ve bunları Enerji ve Teknoloji Bakanlığına sunup tartışan bir forum var.

Diyelim Enerji Bakanlığı belirli nedenlerle üniversitelerle işbirliğine sıcak bakmıyor.

Peki bu 40 yıl öncesine dayanan modeli değiştirmenin yollarını neden aramıyor?

Türkiye’de ilk kez sıfır salımlı konferans

DR. Gürkan Kumbaroğlu’nun, Enerji Ekonomisi Derneği Başkanı olarak geçenlerde İstanbul’da düzenlenmiş 31. Uluslar arası Enerji Ekonomisi Konferansı’nın organizatörleri arasında olduğunu söylemiştim.

Bu konferans Türkiye’nin ilk "sıfır salınımlı" konferansı olmuş.

Konferansın 48 ülkeden gelen katılımcılarının uçakları dahil konferans süresince 363 ton sera gazı salınımı olmuş.

Kumbaroğlu, bu salınan sera gazları karşılığında TEMA aracılığıyla fidan diktiklerini söylüyor.

Ayrıca üç günlük konferans sırasında ortaya çıkan katı atıklar da İSTAÇ toplanarak elektrik üretim projesinde kullanılmış.
Yazının Devamını Oku