Gila Benmayor

TABDC: Gül’ün adımı çok şeyi değiştirecek

5 Eylül 2008
TELEFONUN öbür ucunda Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi, kısa adıyla TABDC’nin Başkan Yardımcısı Noyan Soyak var.<br><br>Onu tam Ermenistan’a doğru yola çıkmadan önce yakalamışım. TABDC 11 yıl önce kurulmuş.

İki eşbaşkanı var.

Türkiye tarafında Kaan Soyak, Ermenistan tarafında ise Arsen Gazaryan.

TABDC iğneyle kuyu kazar gibi, yıllardan beri Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesine çalışıyor.

İki ülke arasında sürekli projeler geliştiriyor.

Öğrenci değişiminden, konserlere, geçenlerde gazetelerde "Peynir diplomasisi" diye yer alan Karslı peynir üreticileriyle, Ermeni ve Gürcü peynir üreticilerinin buluşmasına kadar pek çok projede imzası var.

Dolayısıyla Noyan Soyak’ın Türkiye-Ermenistan maçını kaçırmak istememesi son derece doğal.

Soyak "Abdullah Gül’ün adımının bölgede çok şeyi değiştireceğine inanıyoruz" diyor.

Neyi değiştirecek?

Soyak "Ortamı yumuşatacak. Öncelikle Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunların çözümüne katkıda bulunacak" diyor.

SINIR KAPISI AÇILSIN DİYENLER

Bir şeye daha dikkat çekiyor Soyak.

"Ermenisan ile sınır kapısı açılsın"
seslerinin giderek yükseldiği bir dönemde gidiyor Gül Erivan’a.

Gerçekten, Garanti Bankası’nın Anadolu Sohbetleri kapsamında bir kaç ay önce ziyaret ettiğim Kars’ta işadamları, yerel yöneticiler bu görüşteydi.

Hatta bazıları "Sınır kapısı kapalı tutularak Kars cezalandırıyor" iddiasını bile dile getirmişti.

"İstanbul ile Erivan arasında direkt uçuşlar yapılırken sınır kapısının kapalı olması hükümetlerin beceriksizliği" diyenler de çıkmıştı.

Soyak’a göre, sınır kapısının açılması bölgesel dengeleri değiştirebilir.

Halen, daha çok İstanbul üzerinden uçak, gemi, TIR ile yapılan ticaret sınır bölgelerine yayılır.

Bununla ilgili bazı hesaplar da var aslında.

Sınır kapısı açıldığı takdirde Kars’ın Ermenistan’a ihracatı 10 misli artacak.

Van’ın ihracatı ise 9 misli.

TİCARET HACMİ 150 MİLYON DOLAR

Halen Ermenistan ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 150 milyon dolar civarında.

Sınır kapısının açılması durumunda bu rakamın 400 milyon dolara ulaşması mümkün.

Soyak "İlişkiler normalleştiği anda ticaretin yanısıra ulaşım ve turizm sektörleri de büyük yarar sağlar" diyor.

Ermenistan ile Türkiye arasındaki ticaretin yüzde 90’ı Gürcistan üzerinden yapılıyor.

Ancak Gürcü-Rus çatışması, Poti Limanı’nın bombalanması ticareti zora sokmuş durumda.

Zaten Ermenistan ticaretinde büyük oranda Gürcistan’a bağımlı.

Çatışma nedeniyle hem ithalatı, hem ihracatı darbe almış.

Diğer yanda Rusya’nın Güney Osetya ile Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanıma kararı da Karabağ politikasına başka bir darbe anlamında.

Özetle Rus-Gürcü çatışması, Ermenistan’a Türkiye’ye karşı politikalarını yeniden gözden geçirmesine zemin hazırlamış gibi görünüyor.

Gül’ün ziyaretinin zamanlaması bu yüzden de önemli.

Avrupa Kültür Başkenti Festivali’ni kaçırmayın

2010 İstanbul Kültür Başkenti Projesi benim gözümde nihayet ete kemiğe büründü.

Önceki gece Aya İrini’de ünlü orkestra şefi Zubin Mehta’yı dinlerken, İstanbul’u 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçmiş olan Avrupa Konseyi’ne içimden teşekkür ettim.

Ben ettim ama Zubin Mehta etti mi bilmem.

Zira Bombaylı Zerdüşt bir aileden gelen orkestra şefini ısrarlı alkışlarla belki on kez sahneye davet ettik.

Mehta, program dışı İtalyan Maggio Musicale Fiorentino Orkestrası’na iki parça daha çaldırtmak zorunda kaldı.

Oysa kendisi de, orkestra elemanları da son derece yorucu, aktarmalı bir yolculuk yapmışlar İstanbul’a kadar.

Yorgun ve uykusuz oldukları o kadar belliydi ki.

Buna bir de Aya İrini’nin inanılmaz sıcak ve boğucu havasını eklerseniz Mehta’nın Avrupa Konseyi’ne teşekkür edip etmediğine siz karar verin.

Ancak İstanbul dinleyicisinin inanılmaz tezahüratından etkilenmiş olduğunu belirtmeliyim.

Mehta, Avrupa Kültür Başkenti Uluslararası Boğaziçi Festivali’nin flaş isimlerinden sadece biri.

Festival daha pek çok ünlü ismi, orkestrayı ve dans grubunu ağırlıyor.

Müthiş zengin bir programı var.

Kaçırmayın derim.
Yazının Devamını Oku

Putin’in dış politika başdanışmanı geliyor

2 Eylül 2008
KAFKASYA krizi, Türk mallarına dolaylı ambargo nedeniyle komşumuz Rusya hem bizim, hem AB’nin gündeminde ilk sırada. Moskova’nın "yaptırımlar gözümüzü korkutamaz" çıkışı kimilerine Soğuk Savaş günlerini hatırlatmadı değil.

Rusya’nın odak noktasında olduğu hareketli günler yaşıyoruz.

Tüm bu sıcak dönemde, Rusya Başbakanı Putin’ın dış politikada "beyni" önümüzdeki günlerde İstanbul’a geliyor.

Putin’in dış politikasına yön veren Sergey Aleksandroviç Markov, İstanbul’da 11-12 Eylül tarihleri arasında, Arı Hareketi ve Alman Marshall Fonu tarafından ortaklaşa yapılan uluslar arası güvenlik konferansına katılıyor.

Konferansın bu yılki teması "Türk dış politikasının önümüzdeki 10 yılını yönetmek".

Markov’
un konuşmacı olduğu oturum "Enerjinin Jeopolitiği".

Rusya’nın, petrol ve doğal gazı giderek daha fazla bir baskı aracına dönüştürdüğü bir dönemde Markov’un İstanbul’da söyleyecekleri önemli.

Bakalım doğal gazına bağımlı komşusunu yani bizi rahatlatacak mı Markov?

İstanbul’da vereceği mesajını merakla bekliyorum.

MUHALEFET YAPAN STK

Geçenlerde konferansla ilgili bilgi vermek için gazetede ziyaretime gelen Arı Hareketi Yönetim Kurulu Başkanı Ural Aküzüm ve Uluslar arası İlişkilerden sorumlu Yönetim Kurulu üyesi Nazlı Çakıroğlu ile konuşuyoruz.

Arı Hareketi 1999 yılından beri her yıl uluslar arası güvenlik konferansları düzenliyor.

Bu yıl 10. konferansın ayrı bir önemi var.

Zira bir yanda Türkiye’nin bölgedeki rolü giderek ağırlık kazanıyor.

Diğer yanda enerji politikalarında arayış içersinde.

Ayrıca önümüzdeki kasım ayında BM Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeliğine de aday.

Bu arada, Aküzüm, İstanbul’da düzenlenecek söz konusu konferanstan yola çıkarak Arı Hareketi’nin misyonunu özetliyor.

"Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi için çaba gösteren ve iktidara muhalefet yapan bir STK’yız" diyor.

Muhalefeti hem burada yapıyor, hem yurt dışında.

OBAMA’YA MEKTUP

Arı Hareketi’nin ABD’deki kardeş kurumu Arı Vakfı.

Vakıf
Başkanı Yurter Özcan ile Ural Aküzüm birlikte geçen temmuz ayında, Amerikan seçimlerinin Demokrat başkan adayı Obama’ya bir mektup göndermişler.

Mektupta özetle "Türkiye’nin sorunlarını bir de bizim ağzımızdan dinleyin" mesajını vermişler.

Arı Hareketi’nin gerçekleştirmiş olduğu "Türkiye ABD ilişkileri" araştırmasıyla ilgili bilgi de var mektupta.

Aynı mektubun birer kopyası da Obama’nın dış politika uzmanları Phil Gordon ile Anthony Lake’e de gitmiş.

Kasım seçimlerini izlemek üzere ABD’ye davet edilen Aküzüm bir ihtimal Obama ile de görüşecek.

Türkiye’de partilere giden paralarla 600 bin öğrenciye burs verilebilirdi

ARI Hareketi, dünyada büyük ses getiren iki önemli kampanya’nın Türkiye ayağı.

Bunlardan biri "Darfur’u Kurtarma Koalisyonu".

Diğeri "Her çocuğa 100 dolara dizüstü bilgisayar" kampanyası.

MIT Üniversitesi’nden Profesör Negroponte’nin bu projesi, güneş enerjisiyle de çalışabilen ucuz bilgisayarların tedarikinde çıkan sorun nedeniyle Türkiye’de şimdilik askıya alınmış.

Aküzüm’ün sohbette gündeme getirdiği Arı Hareketi’nin bir araştırması özellikle dikkatimi çekiyor.

Türkiye’de siyasi partilerin finansmanıyla ilgili araştırma bu.

Buna göre, 2007-2012 yasama döneminde 3 siyasi partiye yapılacak hazine yardımının 800 milyon ile 1 milyar dolar seviyesinde olacağı öngörülüyor.

Örnek vermek gerekirse, Amerikan başkanlık seçimleri için adayların topladığı para 500 milyon doları aşmıyor.

Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede partilere bu yardım mantık dışı.

Aküzüm, hazineden siyasi partilere giden paralarla neler yapılabileceğini sayıyor:

Her biri 100 bin YTL’den 8 bin ilköğretim okulu.

200 yataklı, tam donanımlı 35 devlet hastanesi.

600 bin öğrenciye 100 YTL’den karşılıksız burs.

70 bin konut.

Eğitim kurumlarına bir milyondan fazla bilgisayar.

Listeyi daha fazla uzatmıyorum.

Sinir bozucu zira.

Sokak çocuklarının velisi olmak ister misiniz

SİYASİ partilere giden paraların büyüklüğüne bakmayın siz.

Türkiye’nin sorunları, eğitim başta olmak üzere olduğu gibi yerlerinde duruyor.

Okulların açıldığı dönemde yine herkes eğitim için seferber olmuş durumda.

GAP İdaresi’nin bu seferberliğe katkısı oldukça anlamlı.

GAP bölgesindeki dokuz ilin valilikleriyle birlikte "Velim Olur musun" kampanyası başlatmış.

Kampanyanın diğerlerinden farkı şu:

Geçimini sokaklardan sağlayan çocukların yani sokak çocuklarının eğitimlerine katkıda bulunmak.

Sokaklarda mendil, sakız satan çocukların geleceklerini kurtarmak.

Kampanya sokaklarda çalışan 1630 çocuğa ulaşmayı hedefliyor.

Hesaplara göre, Türkiye genelinde sokaklarda geçimini sağlamak zorunda kalan 25 bin çocuk var.

Ancak hepsi Sosyal Hizmetlere, gençlik merkezlerine kayıtlı değil.

GAP kayıtlı olanlar arasında yukarıdaki sayıya ulaşmak çabasında.

Kampanyaya katılmak için www.velimolurmusun.org sitesine girmek yeterli.

Bu sitede her türlü bilgisine ulaşacağınız bir çocuğa para yardımı ya da kırtasiye, giyecek yardımı yapabilirsiniz.

Kırtasiye, giyecek, kitap için Ekspres Kargo’nun hizmetinden de yararlanmak mümkün.

GAP İdaresi’nin hedeflemiş olduğu 1630 çocuğa ulaşmak hiç zor değil.
Yazının Devamını Oku

Kod adı Yıldırım

31 Ağustos 2008
Hüseyin Yıldırım 1928 yılı, Kırşehir doğumlu. 1960’lı yılların başında ailesiyle Almanya’nın yolunu tuttu. Kod Ad Blitz kitabı, onun sıradan bir gurbetçiden Doğu Almanya hesabına çalışan uluslararası bir casusa nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Gazetedeki masamın üzerinde duran kitaplar arasında bir tanesinin başlığı dikkatimi çekiyor.

"Kod Adı Blitz".

Alt başlık ise "Soğuk Savaş’ta bir Türk Casus"./images/100/0x0/55eb3d5df018fbb8f8b4532c

Yazarı Berlin, Hürriyet Bürosu’ndan sevgili meslekdaşım Aydın Ulun.

Ulun, Soğuk Savaş
yıllarında, Berlin’de Amerikan askeri istihbaratının göbeğinde, hem Doğu Alman Milli İstihbaratı Stasi, hem Sovyet gizli servisi KGB adına casusluk yapan Hüseyin Yıldırım’la yüz yüze röportajlar gerçekleştirmiş.

Ortaya sıra dışı bir "köstebeğin" hikayesi çıkmış.

Blitz Almanca yıldırım anlamında.

Hüseyin Yıldırım 1928 yılı, Kırşehir doğumlu.

Merzifon’da 1940’lı yıllarda askeri okula gidiyor ve askerliğini zırhlı birliklerde Rusya sınırında yapıyor.

Zırhlı birliklerde haber alma subayı olarak çalışıyor.

Teknik bilgisi, pratik zekası nedeniyle askeri istihbarat için açılan kurslara çağrılıyor.

Askerliği devam ederken Nürnberg’de o zaman faaliyette olan Yedinci Amerikan Ordusu’nun eğitim merkezine gönderiliyor.

Askerlikten ayrıldıktan sonra bir dönem istihbarat ile uğraşmıyor.

İstanbul’da oto tamiratıyla uğraşan bir garaja ortak oluyor.

1960’lı yılların başında ise işlerin bozulması üzerine ailesiyle Almanya’nın yolunu tutuyor.

TÜRKİYE ALEYHİNE ÇALIŞMAM

Bosch, Mercedes
gibi firmalarda ustabaşı olarak çalışıyor.

Daha sonra ticarete atılıyor.

Tek derdi daha çok para kazanmak.

Derken günün birinde Doğu Berlin’de bir Stasi ajanıyla tanışıyor.

Stasi, Hüseyin Yıldırım’ı Berlin’deki Ameriken askeri istihbaratından bilgi ve belge sızdırmak üzere eğitiyor.

Amerikan askeri istihbaratına, askeri araç tamircisi olarak giriyor.

Hüseyin Yıldırım, Stasi
ile anlaşıyor ama iki önemli koşulu var.

"Bu işi ideloji yani komünizm için yapmam. İkincisi, Türkiye’nin aleyhine olan hiçbir faaliyetin içinde yer almam" diyor.

Karşı taraf koşulları kabul ediyor.

Hüseyin Yıldırım’ı casus olarak eğiten kişi Stasi’nin efsane ismi Markus Wolf.

Wolf’un eğittiği ekipler, ABD’nin tam kalbine kadar girmeyi başarmış.

Komünistlerden bu kadar korkan ABD’nın başına gelene bakın.

Her neyse, Yıldırım’a dönersek çok dikkatli çalışıyor.

Yedi yıl boyunca Amerikalılardan sızdırdığı her belgenin fotokopisini çekiyor.

Stasi ve KGB’ye giden her belgenin fotokopisi kendisinde mevcut.

Bunların yaşaması için bir garanti olduğunu düşünüyor.

FOTOKOPİLER İDAMDAN KURTARIYOR

Nitekim haklı çıkıyor.

1989 yılında ABD’de FBI tarafından yakanıyor.

Amerikan devletine casusluk faaliyeti nedeniyle 2,5 milyar dolar zarar verdiği gerekçesiyle idamla yargılanıyor.

Ancak Berlin’de toprağa gömmüş olduğu fotokopiler sayesinde elektrikli sandalyeden kurtuluyor.

Hüseyin Yıldırım, ABD’de 15 yıl hapis yattıktan sonra 2003 yılında affediliyor.

Hapiste olduğu yıllarda serbest bırakılması için uğraşanlar arasında Wolf, Putin, Castro gibi isimler var.

Yıldırım’ın kitapta yer alan iddiasına göre, KGB’ye sızdırdığı çok önemli belgeler o yıllarda KGB’de binbaşı olan Putin’i bayağı etkilemiş.

Bugün 80 yaşında olan Hüseyin Yıldırım ailesiyle Berlin’de yaşıyor.

Afrika’da, Sierra Leone’de sahip olduğu elmas madenlerini çalıştırmanın hayallerini kuruyor.

Yıldırım, 500 milyon dolarlık bir elmas madenin nasıl sahibi olmuş?

Bunun yanıtı da, Aydın Ulun’un son derece akıcı bir uslüpla kaleme aldığı kitapta.

Okumanızı öneririm.
Yazının Devamını Oku

TOBB kadınları gerçekten seviyor mu

29 Ağustos 2008
KADIN istihdamı TOBB’un gündeminde. Geçtiğimiz ay TÜSİAD ile KAGİDER’in birlikte yayınladıkları "Kadın Raporu"nun ortaya koyduğu rakamları bu kez TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun ağzından duyduk.

Hafta başında Ankara’daki "Kadın Girişimciler Kurulu Kongresi" için gelen 800 kadına hitaben Hisarcıklıoğlu diyor ki:

"Türkiye’de kadınların iş gücüne katılımı yüzde 24. Potansiyelimizin dörtte birini kullanıyoruz. 1 milyon 219 bin işverenden sadece yüzde 6’sı yani 75 bini kadın."

Ardından şu soruları soruyor:

"Bu durumdaki ülke uluslararası piyasada rekabet edebilir mi? AB’ye üye olabilir mi? Zenginleşebilir mi?"

Ve ekliyor.

"Kadın elinin değmediği ekonominin bereketi olmaz."

Toplumun yarısı ekonomik hayatta varlık gösteremiyorsa kim bereketten söz edebilir?

Yaklaşık bir yıl önce, başarılı iş kadını Aynur Bektaş’ın önderliğinde TOBB çatısı altında kurulan "Kadın Girişimciler Kurulu" bu tabloyu değiştirmek iddiasında.

Gerçekten değiştirebilir mi?

TOBB’un kendisinden başlarsak.

Kendi bünyesinde yer alan 364 oda ve borsa içerisinde sadece iki kadın oda başkanlığına seçilmiş.

Edremit Ticaret Odası eski başkanı Leyla Kökden ile Of Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Zuhal Akyüzlü.

TOBB
’un 9 bin 200 meclis üyesinden sadece 50’si kadın.

Kongre sonrası Hisarcıklıoğlu ile yaptığımız sohbette, "Aramızda daha çok kadın görmek istiyoruz. Gelsinler oda ve borsa seçimlerine katılsınlar" diyor.

Kadın gazeteciler bunun üzerine şu öneride bulunuyor:

"TOBB’un oda ve borsa seçimlerine kadın kotası getirilemez mi?"

Hisarcıklıoğlu
, bunun bazı bürokratik engelleri olduğunu söylüyor.

Peki TOBB istese buna bir formül bulamaz mı?

Bulur elbette.

Ayrıca kadın kotasına karşı direnen TBMM’ye iyi örnek olur.

BAŞBAKAN'DAN KAGİDER’E DESTEK SÖZÜ

BU
yazıyı tam bitiriyordum ki, KAGİDER’den bir e-posta geldi.

Başbakan Erdoğan ile görüşen KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç ile beraberindeki heyet, taleplerini iletmiş.

Nedir bu talepler?

Kadın istihdamını artıracak önlemlerin teşvik edilmesi.

Meclis’te bir Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu kurulması.

Yerel seçimlerde kadın belediye başkan adaylarının artırılması.

AB reformlarının hızlandırılması.

Toplumsal cinsiyete dayalı bütçeleme yapılması.

KAGİDER’in e-postasında Başbakan Erdoğan’ın bu taleplere destek verdiği belirtilmiş.

Bekliyoruz.

ÇANAKKALE'NİN TEK KADIN SANAYİCİSİNE NE OLACAK
ÇANAKKALE’de baba mesleği olan "sardalya konserveciliği"ni yaşatmaya çalışan Aygül Kemerli’nin hikayesini geçtiğimiz mart ayında yazmıştım.

Zor koşullarda ayakta kalmaya çalışan Aygül Kemerli ile Ankara’da karşılaştık.

Yine sardalya kutuları elindeydi.

Yine fabrikasını yaşatmak için verdiği mücadeleyi anlatıyordu.

"Daha yeni yeni Yunanistan’dan, Suudi Arabistan’dan sipariş aldım. Ama fabrikamın bugünkü kapasitesiyle siparişleri karşılamam mümkün değil" diyen Kemerli’yi TOBB’un başkan yardımcıları Nejat Koçer ve Halim Mete ile tanıştırdım.

Koçer, baklavayı bir dünya markası yapma peşinde.

Baklava gibi Kemerli’nin konservesini yaptığı "Gelibolu Sardalyası" TOBB’un desteğiyle neden bir dünya markası olmasın?

Hem Koçer, hem Mete, Aygül Kemerli’yi can kulağıyla dinlediler.

TOBB’un Aygül Kemerli’ye koçluk yapması "Kadın Girişimciler Kurulu"nun misyonuyla bire bir örtüşüyor.

Kemerli, dilediği gibi markasını yaşatabilirse, işini büyütebilirse TOBB hedefine ulaşmış olacak.
Yazının Devamını Oku

Dünya da, biz de balık çiftliklerine mahkumuz

26 Ağustos 2008
YAŞAR Holding cesur bir karar aldı. Balık çiftlikleriyle ilgili tartışmaların her gün yeni bir boyut kazandığı günlerde kalabalık bir gazeteci grubunu davet ederek, Çeşme Ildırı’daki balık çiftliklerini gezdirdi. Modern bir balık çiftliğinin nasıl olması gerektiğini böylelikle gözlerimizle gördük.

Öyle bir çiftlik ki, Norveç’ten transfer en son teknolojiyle, balıklar denizaltına yerleştirilmiş kameralarla izleniyor.

Ne kadar yem yuttuklarına kadar her şey kontrol altında.

Yaşar Holding Tarımsal Üretim Başkan Yardımcısı Hasan Girenes, "Kafeslerdeki çipuralara, levreklere dört dörtlük bir pansiyon hizmeti veriyoruz" diyor.

Balıkların pansiyon serüveni kıyıdaki "Pınar Deniz Ürünleri" tesislerinde başlıyor.

Yumurtalardan çıkan larvalar "kuluçkahanelerde" besleniyor.

2 gram olduklarında "ön besi" çiftliklerine gönderiliyorlar.

Daha büyük olduklarında ise "denizaltı kameralı" çiftliğe.

Gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, kıyıdan 1000 metre açıklardaki çiftliği gezerken ne bir tek balık ölüsüne rastladık, ne de deniz kirliliğine.

Zaten çiftliklerin bulunduğu deniz suyunda sürekli analizler yapılıyor.

"Pınar Deniz Ürünleri"nin ilk çiftliği 1985 yılında kurulmuş.

Hasan Girenes, "Deniz suyu 20 yıldır aynı berraklıkta, kristal gibi" diyor.

Demek ki, balık çiftliği gerektiği modern teknikle kurulduğu, sürekli denetlendiği takdirde çevre için bir sorun yok.

YILDA YÜZDE 15 BÜYÜYOR

Şimdi gelelim meselenin esasına.

"Kültür balığı" yerine kendi ortamında yetişmiş balıkla beslenmeyi. Kim istemez?

Ama dünyada da, Türkiye’de gerçek farklı.

Balıkçılık, Marmara’da, Akdeniz’de, Okyanuslarda ve her denizde alarm veriyor.

Dünya denizlerindeki balık rezervleri hem aşırı avlanma, hem kirlilik nedeniyle son 20 yıl içersinde düşüşte.

Dolayısıyla "kültür balıkçılığı" çıkışta.

Bugün dünyada tüketilen balığın yüzde 45’i "kültür balığı".

Bu da 48 milyon ton demek.

FAO’nun (BM Gıda ve Tarım Örgütü) raporuna göre, denizlerdeki rezervler azalmaya, bazı balık türleri yok olmaya devam edecek.

Dünya nüfusuna 2 milyar kişinin ekleneceği 2030 yılında, bugünkü gibi balık tüketildiği takdirde yılda ek 37 milyon balığa ihtiyaç olacak.

FAO "Bunu karşılamanın tek yolu kültür balıkçılığıdır" diyor.

Niye balık çiftliklerine mahkum olduğumuzu anlatabildim mi?

Yine FAO’nun raporuna göre, "kültür balıkçılığı" sektörü 1970’li yıllardan beri yılda yüzde 8.8 ile en hızlı büyüyen gıda sektörü.

Türkiye’ye dönersek, Hasan Girenes’in verdiği rakama göre, bu sektör bizde yılda yüzde 15 büyüyor.

Bu da hiç azımsanacak bir oran değil.

Yeter ki sektöre yol gösterilsin.

Destek mi köstek mi

TÜRKİYE’deki balık çiftliklerinin sayısı 300 kadar.

Bunlar arasında Yaşar Holding dahil sadece 10 tanesi ihracat yapacak kapasitede.

Çevre Bakanlığı’nın "balık çiftliklerinin kıyıdan 1100 metre uzağa taşınmaları" kararı kimilerini zora sokacak mutlaka.

Ancak bu turizm açısından gerekli.

Hasan Girenes’e taşınma maliyetini sordum.

Sadece yeni kafeslerin maliyeti 500 bin Euro tutarındaymış.

Balık çiftliklerinin kurulduğu yerler, yani deniz, İl Özel İdareden kiralanıyormuş.

Ancak Girenes’in verdiği bilgiye göre, kira bedeli Avrupa’ya göre 6-7 kat fazla.

Avrupa Birliği’nin balıkçılığa ayırmış olduğu fonları da hesaba katarsanız Türkiye’nin örneğin komşusu Yunanistan ile rekabet etmesi güç.

Nitekim, 11 milyonluk Yunanistan denizde yılda 200 bin ton balık yetiştirirken, bizde onca gürültü patırtıya rağmen yetiştirilen "kültür balığı" sadece 75 bin ton.

Oysa planlı, programlı, denetimli yapılsa herkes kárlı çıkacak.

Hem ekonomiye katkı olacak, hem genç nesiller bol proteinle beslenecek.

Selçuk Yaşar’ın hükümete çağrısı:

Su ürünleri stratejisi oluşturun

YAŞAR Holding’in Onursal Başkanı Selçuk Yaşar ile hiç tanışma fırsatım olmadı.

Ama onunla ilgili okuduklarımdan, Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı kızı Feyhan Kalpaklıoğlu’nun anlattıklarından onun gerçek bir vizyoner olduğunu biliyorum.

Türkiye’de hep ilklere imza atmış.

İlk ambalajlı süt, ambalajlı et, Türkiye’nin ilk tatil köyü Altın Yunus, ilk "kültür balıkçılığı".

Selçuk Yaşar,
22 Temmuz seçimlerinden sonra yani tam bir yıl önce hükümete çağrıda bulunmuş.

Çağrısında, önce kültür balıkçılığının ekonomik önemine değiniyor.

Ardından, Türkiye’nin bu konuda ne yapacağını bilemediğini belirterek "Ülkemizde tıpkı Norveç’te olduğu gibi bir su ürünleri politikası ve stratejisi oluşturulmalıdır" diyor.

Geçtiğimiz haziran ayında yayınlamış olduğu kitapçıkta ise Türkiye’de "Tarım ve Balıkçılık Bakanlığı" kurulmasını öneriyor.

Üç yanı denizle çevrili ülkemizde, denizle ilgili son dönemlerde yaşanan gelişmeleri ? tersanelerden balık çiftliklerine- göz önüne alırsanız böyle bir bakanlık kesinlikle gerekli.

Selçuk Yaşar böyle bir bakanlığın bulunduğu ülkelerden bazılarını da sayıyor:

Fransa, Danimarka, İspanya, Portekiz, Rusya.

Yaşar,
turizme hizmet edemeyecek durumda olan, ıssız, verimsiz, kayalık arazilerin kıyılarını "kültür balıkçılığına" açmayı da öneriyor.

Önerdiği yerlerin uydudan çekilmiş fotografları bile var kitapçığında.
Yazının Devamını Oku

Meğer Müşerref Adalar Belediye Başkanlığı’na adaymış

24 Ağustos 2008
Pakistan’da nicedir koltuğu sallantıda olan Devlet Başkanı Pervez Müşerref nihayet istifaya razı olmuş. Koltuğunu bırakması için elbirliği yapanlar havalara uçuyor. Sokaklarda birbirlerine sarılanlar, öpüşenler. 2001 yılı, haziran ayında bir iş ziyareti nedeniyle gittiğim Pakistan’da Pervez Müşerref ile görüşme fırsatı bulmuştum. Bizi başkent İslamabad’daki konutunda ağırlamıştı.

İki yıl önce kansız bir darbeyle iktidara gelmişti. Konuşurken son derece rahat, liberal görüşlere sahipmiş gibi görünüyordu. Sözü durup durup yedi yıl geçirdiği Türkiye’ye getiriyordu. Türkçesi de hiç fena sayılmazdı.

O dönemde Müşerref’e, Talibanlar’a karşı açtığı mücadele nedeniyle "Pakistan’ın son şansı" gözüyle bakanlar çoktu.

Sonra 11 Eylül geldi çattı. ABD Başkanı George Bush "Teröre karşı açtığı savaşta", Müşerref’i en yakın müttefiki ilan etti. Müşerref, Pakistan’da iktidarını sağlamlaştırmak için sırtını ABD’ye dayadı. Artık "Busharraf" diye anılır olmuştu.

İKİLİ OYNUYORMUŞ

Yıllar geçtikçe Pervez Müşerref’in ikili oynadığı ortaya çıktı. Batı’ya ve özellikle ABD’ye yakın görünürken iktidarda kalmak için içeride hesapları başkaydı.

ABD’den 10 milyar dolarlık askeri yardım almayı başardı. Ama ne Talibanlar’ın sonunu getirdi. Ne de aşırı dinci unsurları ortadan kaldırmak için vaat ettiği reformları gerçekleştirdi. 2001 yılında, hatırlıyorum, Talibanlar’ın beşiği olan medreseleri kapatmaktan söz ediyordu.

Medreseleri kapatmak bir yana, Pakistanlı Taliban uzmanı Ahmed Raşit’ın iddiasına göre, Müşerref Talibanlar’ı kollamış.

Oysa Davos’taki son Dünya Ekonomik Forumu sırasında, onun ağzından kendi kulaklarımla şu sözleri işittiğimi hatırlıyorum: "Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali sırasında Pakistan’da Batı’yla birlikte cihadı başlattık. 20 bin kadar mücahit eğittik. Afganistan’a gönderdik. Sonra ne oldu? Batı bizi terk etti." Batı’ya sitemkár gibiydi Müşerref.

ADALILAR HEYECANLANDI

Batı ise onu "ikiyüzlülükle" suçluyordu. Dokuz yıllık bir "diktatörlük" döneminden sonra Müşerref pes etti.

Şimdi Pakistan’da kalıp kalmayacağı konuşuluyor.

Pakistan hiç kolay bir ülke değil. Benazir Butto’yu ortadan kaldıranlar Müşerref’e yaşam hakkı tanır mı? Bilinmez. Dolayısıyla Müşerref’in ülkesini terk etmesi ihtimal dahilinde.

Sığınacağı ülkeler arasında Türkiye’nin de adı geçiyor. Özellikle de Troçki’ye kucak açmış olan Büyükada.

Müşerref
’in İstanbul’a, hatta Büyükada’ya yerleşebileceği söylentileri Adalıları heyecanlandırmış. Büyükada’da Müşerref şakaları gırla gidiyor. Matrak fotomontajları da yapılmış. Adalıların internet zincirinde baktım şöyle bir cümle: "Müşerref meğer Adalar Belediye Başkanlığı’na adaymış."

Malum yerel seçimler yaklaştıkça aday arayışı hızlanmış durumda. Anladığım kadarıyla Adalar’da aday kıtlığı da var. Müşerref neden olmasın?

Üstelik her partiye uyabilir de.
Yazının Devamını Oku

Otelciler çevreci oluyor

22 Ağustos 2008
KÜRESEL ısınma ve enerji alarmı otelcileri de harekete geçirdi. Türkiye’nin "altın yumurtlayan" sektörü turizm, aynı zamanda su ve enerji tüketiminin zirvede olduğu bir sektör.

Türkiye Otelciler Federasyonu (TÜROFED) çatısı altındaki otelciler şöyle bir hesap yapmışlar.

Türkiye’deki tüm oteller su tasarrufu yaptıkları takdirde Elmalı Barajı üç kez dolabilir.

Alibeyköy Barajı ise bir kez.

Otel odalarında su tasarrufuyla ilgili gördüğünüz uyarıları sakın yabana atmayın.

Mesele önemli.

İşte bu yüzden TÜROFED’in önceki gün İstanbul’daki "Sürdürülebilir Çevre ve Verimlilik" Zirvesi iki bakanı biraraya getiriyor.

Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay.

TÜROFED’in başını çektiği "Beyaz Yıldız" kampanyasının duyurusu yapılıyor zirvede.

Su, enerji tasarrufuna önem veren, çevreye duyarlı oteller "Beyaz Yıldız" Sertifikası alacak.

Otelciler hem eski, hem yeni yatırımlarında bundan böyle küresel ısınmayı hesaplamak zorunda.

OTELCİLERE TERMAL KAMERA ÖNERDİ

TÜROFED Başkanı Ahmet Barut’un dediği gibi, yeni yatırımlarda güneşten daha fazla yararlanmak mümkün.

Enerji Bakanı Güler’e göre, Türkiye güneş enerjisi yönünden son derece şanslı bir konumda.

Geçen yıl tükettiğimiz enerjinin iki katı güneş enerjisi potansiyeline sahibiz.

Otel yatırımlarının büyük çoğunluğu güneyde olduğuna göre güneş enerjisinden yararlanmamak yazık.

Hilmi Güler, toplantıda otelcilere yanında getirdiği "termal kamera"yı öneriyor.

Yaklaşık bin dolar değerindeki bu kamera ısı kaybını ölçüyormüş.

"Bundan edinirseniz enerji masraflarını düşürürsünüz. Paranız cebinizde kalır" diyor otelcilere.

Ayrıca otellerinde "enerji yöneticisi" görevlendirmelerini tavsiye ediyor.

"Beyaz Yıldız" kampanyası, Bakan Güler’i de, otelcileri de heyecanlandırıyor.

Ancak Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay temkinli.

1993 yılında başlatılan "Çam Ağacı" kampanyasını hatırlatıyor.

Çevreye duyarlı otellere yönelik "Çam Ağacı" Sertifikası 15 yılda topu topu 25 otele verilmiş.

Ertuğrul Günay "Proje başlamış ama arkası gelmemiş" diyor.

Bu yeni kampanyanın da aynı akıbete uğramaması için uyarıyor.

Türkiye’nin AB ile uyum kapsamında önümüzdeki 10 yıl zarfında çevre sorunlarına 70 milyar euro harcaması gerektiğini düşünürsek otelcilerin büyük hevesle başlattıkları bu kampanya hepimiz için önemli.

Ayvalık için uğraşıyorum

İSTANBUL’daki toplantı öncesi Kültür ve Turizm Bakanı Günay ile konuşuyoruz.

Günay, salı günkü Ayvalık yazıma değiniyor.

Profesör Filiz Ali’nin "Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi" ni büyütmek için talep ettiği Özel İdare’ye ait bina için kaymakamla konuştuğunu söylüyor.

Bu iyi bir haber.

1840’lı yıllarda, barok tarzda yapılmış olan Taksiyarhis Kilisesi’nin onarımı için bazı araştırmalar yaptığını da ilave ediyor.

Bakan Günay, ciddi hasar görmüş olan Taksiyarhis Kilisesi’nden etkilenmiş.

Konuşmamızda, Ayvalık’tan sonra ziyaret etmiş olduğu Kula’da, Emre Köyü’ndeki Carullah Bin Süleyman Camisi’nden de müthiş etkilendiğini söylüyor.

1500’lü yılların ortalarında inşa edilmiş olan cami 1800’lü yıllarda duvar resimleriyle süslenmiş.

Ertuğrul Günay, kök boyalarla yapılmış süslemeleri başka hiçbir camide görmemiş.

Ne güzel.

Kültürel hazinelerimizin kıymetini bilen, heyecanlanan bir bakanımız var.

İstanbul kaybetti Türkiye kazandı

İSTANBUL Vali Yardımcısı Cumhur Güven Taşbaşı Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtım Genel Müdürlüğü’ne atandı.

Turizmden sorumlu Vali Yardımcısı Taşbaşı’nın gitmesi İstanbul için bir kayıp ancak Türkiye için büyük bir kazanç.

İstanbul için neden kayıp?

Zira Cumhur Güven Taşbaşı, turizmi çok iyi bilen, uluslararası ilişkileri güçlü biri.

İstanbul 2010 Kültür Başkenti, UNESCO Dünya Miras Listesi çalışmalarının göbeğinde.

UNESCO’nun geçtiğimiz aylarda Kanada’da yaptığı toplantıya katılanlardan ve İstanbul’un Dünya Kültür Mirası Listesi’nden atılmaması için dil dökenlerden biri.

İstanbul’a gelen turist sayısının son 4 yılda 2,5 milyondan 6,5 milyona çıkmasında payı büyük.

İstanbul’da boşluğunu kim dolduracak?

Sohbetimizde, Cumhur Güven Taşbaşı, İstanbul ile ilgilenmeye devam edeceğini söylüyor.

Özellikle de 2010 Kültür Başkenti konusuyla.

Taşbaşı, Türkiye’nin "tanıtım stratejisinin" de gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyor.

Gerçekten "tanıtım" ucu, bucağı olmayan bir konu.

Reklam filmleriyle, yabancı gazeteci davet etmekle sonuç verecek birşey değil.

Türk sanatçılarını yurt dışında lanse etmekten tutun, dünyanın bir numaralı mütfağı olan Türk Mutfağı’nın tanıtımına kadar çeşitli konular içeriyor.

Taşbaşı’nın bu yeni göreve gelmesiyle Türkiye’nin tanıtımda büyük bir atağa geçeceğine inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Bakan Günay, Ayvalık’a verdiği sözü tutacak mı?

19 Ağustos 2008
KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay geçenlerde Ayvalık’taydı. Profesör Filiz Ali’nin kurduğu, Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nde (AİMA) bu yaz şan dersleri vermiş olan Romanyalı ünlü soprano Leontina Vaduva’nın konserine katıldı.

Ayvalık’ın ünlü taş evlerini, kiliselerini barındıran tarihi mahallelerini gezdi.

Bazı vaatlerde bulunarak gezisini noktaladı.

Günay’ın ziyaretinden kısa bir süre sonra her yaz olduğu gibi yolum yine Ayvalık’a düştü.

Baktım ki, Ayvalıklılar Bakan Günay’ın vaatlerinden bayağı umutlanmışlar.

Yaklaşık 10 yıldan beri, yaz aylarında dünyanın dört bir yanından gelen müzik öğrencilerini ünlü müzisyenlerle buluşturan AİMA’dan başlayalım.

AİMA artık kabına sığmıyor.

Projeleri büyük, imkanları sınırlı.

Yaz kurslarının kapsamını genişletmek, Ayvalıklı yetenekli genç müzisyenleri eğitmek için halen faaliyet gösterdiği o güzelim "Pembe Ev" artık yeterli değil.

Filiz Ali, bu yüzden Bakan Günay’dan, "Pembe Ev"in hemen yanı başındaki, Özel İdare’ye ait binanın tahsis edilmesini talep ediyor.

AİMA’nın kurumsallaşması, faaliyetlerini sürekli bir hale dönüştürmesi için öncelikle mekanını büyütmesi gerek.

Kaldı ki, Özel İdare’ye ait eski kaymakamlık konutu boş ve bakımsız.

TURİZMDE YÜKSELEN YILDIZ

Aynen 1840’lı yıllarda yapılmış olan, barok tarzındaki Taksiyarhis Kilisesi gibi.

Filiz Ali, onarıldığı takdirde bu benzersiz kilisenin İstanbul’daki Aya İrini Kilisesi gibi işlev göreceğini düşünüyor.

Taksiyarhis Kilisesi’ni ziyaret eden Bakan Günay da yapıdan oldukça etkilenmiş.

Onarım için bakanlıktan tahsis vaadinde bulunmuş.

Ancak Ayvalıklıların da katkıda bulunmalarını istemiş.

Zeytinyağının yanısıra tarihi ve kültürel dokusuyla turizmde de hayli iddialı olan Ayvalık’ta herkesin çorbada tuzu olmalı.

Turizm Danışma Müdürü Mustafa Tekin’den aldığım bilgiye göre, onarılmayı bekleyen tescilli, eski Rum taş evlerin sayısı 1876.

Daha önce Safranbolu’da görevli olan Tekin’in dediği gibi, evleri, kilise ve manastırlarıyla Ayvalık bir açık hava müzesi gibi.

Mustafa Tekin, Ayvalık’ta geçen yıl yabancı turist sayısında yüzde 20’lik bir artış olduğunu söylüyor.

Bu yılın ilk altı ayındaki artış ise geçen yıla göre yüzde 43 fazla.

Ayvalık besbelli yabancı turistlerin ilgi odağı haline geliyor.

14 bin yatak kapasitesi var.

TÜRKİYE’DE BİR İLK

Pansiyonculuk da hızla gelişen bir sektör burada.

Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer bu sektörde ilginç bir örgütlenme modeline dikkat çekiyor.

Ayvalık’ta pansiyon işleten kadınlar bir araya gelip "Ayvalık Pansiyoncular Derneği"ni kurmuşlar.

Sanırım kadın pansiyoncuların girişimi olarak bu Türkiye’de bir ilk.

Dernek Başkanı Seval Özdemir, aynı zamanda TOBB Kadın Girişimciler Kurulu’nda Ayvalık Ticaret Odası’nı temsil ediyor.

Derneğin girişimiyle ayrıca iki yıldan beri Midilli-Ayvalık arasında "kültür ve sanat" günleri düzenleniyor.

Anlayacağınız, Profesör Filiz Ali’den Seval Özdemir’e Ayvalık’a giderek daha fazla "kadın eli" değiyor.

İyi de oluyor.

MİDİLLİ’YE GİDEN İLK BELEDİYE BAŞKANI
AYVALIK zeytinyağcılıkta olduğu gibi, turizmde de dışarı açılma, vizyonunu genişletme peşinde.

Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer ile CHP’li Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen bu amaçla ortak hareket eden uyumlu bir ikili.

Yurtdışında gıda, turizm fuarlarına katılıyorlar.

Yabancı gazetecileri Ayvalık’a davet edip, yurtdışında tanıtımına büyük katkıda bulunuyorlar.

Ayvalık Belediyesi 1922 yılında kurulmuş.

O yıldan bu yana hemen karşıdaki Midilli Adası’nı ilk ziyaret eden Ayvalıklı Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen.

Duyunca kulaklarıma inanamadım.

Önümüzdeki yerel seçimlerde CHP’den yine adaylığını koymaya hazırlanan Türközen ile Ayvalık’ın eksilerini, artılarını konuşuyoruz.

Ayvalık arkeolojik, doğal, kentsel sit alanlarına, milli parka sahip.

Gerçekten bir açık hava müzesi.

Cunda Adası’nın kültürel miras envanteri üç yıldır devam ediyor.

Belediye bünyesinde, tarihi binalar için ruhsat alarak restorasyon çalışmalarını izleyen bir birim oluşturulmuş.

Güzel bir girişim ancak Cunda Adası’nda bazı tarihi binalara nasıl "hoyratça" davranıldığını gözlerimle gördüm.

Sanırım Cunda Adası’nda barlardan, diskolardan gelen gürültüyü de izleyen bir birim oluşturulmalı.

Aksi takdirde Cunda Adası yeni bir Bodrum olma yolunda.

Yazık olur.
Yazının Devamını Oku