Gila Benmayor

Yaşlı ve beyaz çetenin iktidarına son

19 Ekim 2008
Amerikalı kadınlar kararlı. "Washington’daki yaşlı ve beyaz çetenin iktidarına son" diyorlar.

ABD’de kadın oyları her seçim arifesinde en fazla tartışılan konulardan biridir.

Bunun nedeni şu:

Araştırmalara göre, Amerikalı kadın seçmen erkek seçmene göre sandık başına gitmeyi daha çok seviyor./images/100/0x0/55ea0c68f018fbb8f86727b4

1964 başkanlık seçimlerinden beri durum böyle.

2004 yılı seçimlerinde kadın seçmenlerin sayısı erkek seçmenlere göre 8.8 milyon fazla.

Bu seçimlerde ise 9 milyon fazla olacağı hesaplanıyor.

Öte yanda, Amerikalı kadınların Demokrat Parti’yi tercih ettikleri gerçeği var.

Nitekim, geçtiğimiz haftalarda yapılan bir kamuoyu araştırması Amerikalı kadınların yüzde 64’ünün Demokrat Parti’ye oy vereceklerini ortaya koymuş.

Yani başkanlık yarışına giren liderler mutlaka kadın oyunu hesaba katmak zorunda.

Stratejisini ona göre belirleyecek.

Örneğin, seçim günü McCain ile Obama arasında en heyecanlı yarış Pennsylvania eyaletinde yer alacak.

Bu eyalette kadınlara yönelik televizyon mesajları için Haziran ayından bu yana harcanan para 27 milyon dolar.

PALIN’İN BUMERANG ETKİSİ

Alaska Valisi Sarah Palin’i başkan yardımcılığına seçen Cumhuriyetçi Parti başkan adayı John McCain kuşku yok ki kadın oylarını çekmeyi planlamıştı.

Ancak bugün gelinen noktada Palin’in tam bumerang etkisi yaptığı ortada.

Palin’in kürtaj karşıtı olması, ateşli silahları savunması, ifade özgürlüğünü pek önemsememesi önce New York’lu kadınları harekete geçirmiş.

"Palin tam anlamıyla annelerimizin ve anneannelerimizin kazandığı haklara darbedir" diye başlayan ve imzaya açılan bildiriye bir ay içersinde atılan imzaların sayısı 170 bini geçmiş.

Palin karşıtlığı başka şehirlere, eyaletlere de atlamış okuduklarıma bakılırsa.

Hatta bazı şehirlerde seçim gününe az bir süre kala "kadın hakları" yürüyüşleri yapmayı planlayanlar var.

Yani Palin’in kadın haklarını savunacak son kişi olduğunu anlamış kadın seçmen.

KÜRESEL KRİZ VE KADIN

Bir de küresel krizin kadın boyutu var.

Biliyoruz ki, ekonomik kriz, Amerikalıların iktidardaki Cumhuriyetçi Parti’yi son gelişmelerden sorumlu tutmaları nedeniyle Obama’ya bir hayli yaramış.

Kadın boyutuna gelirsek, krizin öncelikle kadınları vurduğunu Amerikalı kadın seçmen iyi biliyor.

Ekonomik krizde işten çıkartmalar başlayınca kapının önüne ilk konanlar kadınlar oluyor.

Sadece ABD değil her ülkede aynı şey değil mi?

Obama’nın McCain’e göre bu konuda daha hassas olabileceğine inanıyormuş Amerikalı kadın seçmen.

Yukarıda söylediğim gibi "Washington’daki yaşlı ve beyaz çetenin iktidarına son" diyen Amerikalı kadınlar Obama’yı iktidara getirecek gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye, Akdeniz Birliği’nin neresinde

17 Ekim 2008
<b>AMMAN</b><br>FRANSA Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin geçtiğimiz temmuz ayında start verdiği "Akdeniz Birliği" nedir? Neyi amaçlıyor?

Türkiye’nin "AB üyeliğine alternatif olamayacağını" kesin bir dille açıkladığı "Akdeniz Birliği"nin uzun vadeli planları nedir?

Bunun gibi soruların yanıtları Amman’da katıldığım bir toplantıda geldi.

Medyaya yönelik Amman’daki toplantının başlığı "Avrupa Birliği’nin Akdenizli komşularıyla ilişkileri".

Akdeniz esasında Sarkozy’nın girişimden çok önce Avrupa Birliği’nin gündemine giriyor.

1995 yılında başlayan "Barselona Süreci"yle Avrupa, Akdeniz’in güney çanağındaki komşularıyla yakından ilgilenmeye başlıyor.

Zengin kuzeyin, yoksul güneyle "iyi komşuluk" ilişkilerine girme çabalarının çeşitli nedenleri var elbet.

Başlıca neden şu: Güneyin ekonomik kalkınmasına, zenginleşmesine, demokratikleşmesine katkıda bulunmak.

Hesapta güneyin zenginleşmesi durumunda Avrupa’nın en büyük sorunu haline gelen "göç" olgusunun durabileceği var.

Ne ki, evdeki hesap çarşıya uymuyor.

3.2 MİLYAR EURO NEREYE GİTTİ

"Barselona Süreci"nin, projeye 3.2 milyar Euro harcanmasına rağmen amacına ulaşmadığı iddia ediliyor.

Aynı iddia Amman’daki toplantıda Kuzey Afrikalı ve Ortadoğulu meslektaşlar tarafından da dile getiriliyor.

"3.2 milyar Euro acaba ne işe yaradı" sorusu ortaya atılıyor.

İnsanlar zenginleşti mi? Yaşam standartları düzeldi mi?

Yoksa Avrupa’nın o kadar gözünü korkutan göç durdu mu?

Hepsinin cevabı elbette "hayır".

Peki o halde 3.2 milyar Euro havaya mı gitti?

Beş yıl süresince merkezi Barselona’da olan Avrupa Akdeniz Enstitüsü’nün başkanlığını sürdürmüş olan Andreu Claret, "Barselona Süreci"nin tüm taraflar tarafından fazla benimsenmediği görüşünde.

"Ne denirse densin bu bir süreç. Elle tutulur somut sonuçlar olmasa bile kuzey ile güney arasındaki ilişkilerde hayli yol alındı" diyor.

"Umarım, Fransızların açtığı kapı Barselona’da açılmış olan kapıdan daha iyi işlev görür" diye ekliyor.

Yani Sarkozy’nin "Akdeniz Birliği" bir anlamda "Barselona Süreci"nin hızlandırılmış bir devamı niteliğinde.

AVRUPA BİRLİĞİ’NDE AĞIRLIĞI ARTAR

Ama daha çok ekonomik somut projeler üzerinde yoğunlaşacak.

Peki Türkiye’nin bu yeni süreçte yeri nerede?

Sorum, Türkiye’yi yakından tanıyan Andreu Claret’e.

Avrupa Akdeniz Enstitüsü Başkanlığı’ndan sonra merkezi İskenderiye’de olan "Anna Lindh Vakfı"nın başkanlığını üstlenmiş olan Claret bakın ne diyor:

"Akdeniz Türkiye’siz olamaz. Türkiye Akdeniz’in doğuya, Karadeniz’e açılan kapısı. İspanya gibi. Zira o da güneye açılan kapısı. Türkiye bu konumundan ötürü Akdeniz için daha aktif olmalı".

Şöyle devam ediyor:

"İsrail ile Suriye arasında üstlendiği rol gibi roller üstlenmeli. Örneğin çok önemli olan su konusunda liderlik yapabilir. Akdeniz’de bir liderlik üstlendiği takdirde Avrupa Birliği içerisinde ağırlığı artar. Bakın Felipe Gonzales bunu anladı. Barselona sürecinde İspanya’ya yüklediği rol bizi Avrupa’da önemli bir oyuncu haline getirdi."

Akdeniz Birliği’nin somut projeleri su, güneş enerjisi ve ulaşımda

SARKOZY, Akdeniz Birliği işine belli ki dört elle sarılmış.

Temmuz ayından bu yana hiç vakit kaybetmeden projeler üretilmeye başlanmış.

Amman’daki toplantının konuşmacılarından biri de "Akdeniz Birliği"nin çevre ve sürdürülebilir kalkınma sorumlusu Antoine- Tristan Mocilnikar.

Mocilnikar, su yönetimi, güneş enerjisi ve ulaşım alanlarında somut projeler üretmeye başladıklarını söylüyor.

"Akdeniz Su Strajesi" için önümüzdeki günlerde Ürdün’de Ölü Deniz’de bir toplantı yapılacak

Su stratejisinin iki yıl içerisinde şekilleneceğini belirten Mocilnikar ayrıca bir "Akdeniz Güneş Planı"nından söz ediyor.

Rusya’ya enerji bağımlılığını azaltmaya çalışan Avrupa’nın yeni düşü hiç kuşku yok ki güneş enerjisi.

Mocilnikar’a Türkiye’nin bu projelere dahil olup olmadığını soruyorum.

"Elbette" diyor "Özellikle güneş enerjisinde. Türkiye’nin güneş santralları için bazı parçaları üretmesi gündemde. KOBİ’leri işin içine çekmeye çalışıyoruz" diye ilave ediyor.

Dediğim gibi, Sarkozy, hızlı başladı işe.

Umarım arkası gelir.

Anna Lindh Vakfı 43 ülkede

İSVEÇ Dışişleri Bakanı Anna Lindh hatırlayacaksınız 2003 yılında bir suikasta kurban gitmişti. Alışveriş yaparken mağazanın ortasında bıçaklanmıştı.

Anna Lindh’in adı şimdi merkezi İskenderiye’de olan bir vakıfla yaşıyor.

Üç yıl önce kurulmuş olan vakfın tam adı "Kültürler arası diyalog için Anna Lindh Avrupa Akdeniz Vakfı".

Türkiye dahil 43 ülkede temsilciliği olan vakıf Avrupa ile Akdeniz arasındaki en geniş ağa sahip. Vakıf, yüzde 50 Avrupa Komisyonu, yüzde 50 "Barselona Süreci" üyeleri tarafından finanse ediliyor.

Andreu Claret’in anlattığına göre vakfın amacı, Avrupa ile güneydeki ülkeler arasında eğitim, medya, kültür ve dini alanlarda sivil toplum arasında ilişkileri yoğunlaştırmak. Başkanlığı yeni devralmış olan Claret büyük bir projeye girişmiş.

Avrupalı ile Kuzey Afrikalı ya da Ortadoğulu birbirini nasıl tanıyor, nasıl algılıyor?

Örneğin, Arapça’dan Avrupa lisanlarına bir yılda kaç kitap çevrilmiş?

Tarih kitaplarında önyargılar var mı?

Bu soruların cevabını arıyor.

Bu kapsamlı çalışmasını rapor olarak 2009 yılı başlarında Avrupa Komisyonu’na sunmaya hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku

Avusturyalılara Efes Sergisi Fransızlara Borusan Orkestrası

15 Ekim 2008
DÜN küresel krizle ilgili değerlendirmelerine yer verdiğim Borusan, Avrupa’ya uzun soluklu bir sanat ve kültür çıkarması hazırlığında. Borusan Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık çıkarmayla ilgili "Hedef olarak Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan Avusturya ve Fransa’yı seçtik" diyor.

Çıkarmanın ilk ayağı Avusturya’nın başkenti Viyana’da.

Avusturyalı aşırı sağcı lider Haider’ın hız nedeniyle hayatını kaybettiği gece Viyana Milli Kütüphanesi’nin içinde yer alan Efes Müzesi’ndeyiz.

Hem Ertuğ&Kocabıyık Yayınları’nın çıkartmış olduğu 240 sayfalık "Efes" kitabının tanıtımı var, hem de Mimar Ahmet Ertuğ’un söz konusu kitaptaki bazı fotograflarının sergisi.

Efes Müzesi’nin görkemli salonları Borusan’ın daveti için gelmiş Viyanalılarla tıka basa dolu.

Davetliler, Sultan Abdülhamid’in izniyle Viyana’ya gönderilmiş olan heykeller, sütun başlıkları arasında geziniyorlar.

İnsan düşünmeden edemiyor.

Viyana Efes Müzesi
, Berlin’deki Bergama Müzesi, Bodrum Mozolesi’nin sergilendiği British Museum, Antakya güzelim mozaiklerini barındıran Louvre Müzesi ve daha nice müze?

Hepsini nasıl ihya etmişiz?

Vaktinde elimizdekilerin kıymetini bilmemişiz.

Paha biçilmez ne kadar çok sanat eserini kaptırmışız.

SANATA 8 MİLYON DOLAR

Efes Sergisi’nin açılışına gelen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın yanı sıra, Avusturyalı iki bakanı da dinliyoruz.

Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanı Dr. Claudia Schmied ile Bilim ve Araştırma Bakanı Dr. Johannes Hahn.

Efes Sergisi’nde, Bilim ve Araştırma Bakanı’nın ne işi var diye düşünebilirsiniz.

Avusturya 113 yıldan beri Efes kazılarını sürdürüyor.

Çıkan eserleri koruma ve restorasyon işlerini de yürütüyor.

Bank Austria ve Verbund Şirketi’nin sponsorluğuyla sürdürülen kazıları "bilimsel çalışmalar" olarak değerlendiriyor.

Dolayısıyla Avusturya’nın neredeyse "milli onuru" haline gelmiş kazılar hem Dr. Hahn’ı, hem Dr. Schmied’i yakından ilgilendiriyor.

Ayrıca Avusturya’da bizde olmayan "Efes Dostları Vakfı" da var.

Vakıf üyelerinden topladığı aidatlarla kazıları destekliyor.

Şimdi Ahmet Kocabıyık da Efes için bir vakıf oluşturma çabasında.

Borusan aynı zamanda Efes’te yeni ortaya çıkartılan Yamaç Evleri’nde "Mermer Oda"nın restorasyonunu üstlenmiş durumda.

Bu iş için 300 bin Euro ayırmış.

Şimdi geliyoruz Borusan’ın 2009 yılı için sanat ve kültüre ayırmış olduğu bütçeye.

Krize rağmen bu bütçe 8 milyon dolar tutarında.

5 milyon doları, başında Zeynep Hamedi’nin olduğu Borusan Kültür Sanat Merkezi’ne ait.

Gerisi holdingin diğer sanat faaliyetlerine gidecek.

SALZBURG FESTİVALİ’NDE

Borusan
’ın sanat ve kültür hayatımıza katkıları gerçekten çok fazla.

Borusan Orkestrası’nın yanı sıra, daha geçtiğimiz günlerde Beyoğlu’nda genç sanatçılara kapısını açmış olan "Art Center" var.

Yine Beyoğlu’nda restorasyonu devam eden "Müzik Evi".

2009 İstanbul Bienali’nde Perili Köşk’teki müthiş resim koleksiyonunun sergilenmesi projesi var.

Ancak Borusan’ın en iddialı hedefi söylediğim gibi Avrupa.

Özellikle Fransa ve Avusturya’ya sanat çıkarmaları.

Viyana’daki Efes Sergisi’nin ardından 2009 yılında Borusan Orkestrası Fransa’nın Lille şehrinde çalacak.

Ama esas önemli olan 2010 yılında dünyaca ünlü Salzburg Festivali’nde boy gösterecek olması.

Dünyanın en prestijli festivalleri arasında olan Salzburg Festivali yetkilileriyle Borusan arasındaki görüşmeler son aşamasında.

Ahmet Kocabıyık, "Bizim Avrupa’da bunları yapmamızın tek nedeni Türkiye’nin tanıtımına katkıda bulunmak" diyor.

"Sanat toplumlararası diyaloğun yolu. Avrupalıları Türkiye’nin üyeliğine ikna etmek için biz de bu yolu seçtik" diye ekliyor.

Chirac’ın da önsözünü yazdığı dünyanın en güzel kitapları

ERTUĞ&Kocabıyık Yayınları 1993 yılında kurulmuş.

Türkiye’nin mimarı ve sanatsal konusunda "mücevher" gibi kitaplar yayınlıyor.

Şimdiye kadar 18 kitap yayınlamış ve Viyana Efes Müzesi’nde tanıtımı yapılan kitap bunlardan biri.

İsviçre’de çok özel bir matbaada basılan kitaplar için Ahmet Kocabıyık "Dünyanın en güzel kitaplarını yapma iddiasındayız" diyor.

Sanata düşkünlüğü ile bilinen Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Chirac, Paris’teki Guimet Müzesi’yle ilgili olanına önsöz yazmış.

New York, Paris, Londra gibi metropollerde en iyi kitapçılarda satılan kitapların değeri 500 ila 700 Euro civarında.

Kimi zaman Borusan eliyle dünyanın önde gelen siyasetçilerine, bilim adamlarına ulaştırılıyor.

Nitekim bu kitaplardan biri Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın kütüphanelerinden birinde gördüğümü hatırlıyorum.

Ertuğ&Kocabıyık Yayınları’nın Avrupa kamuoyunu hedefleyen iki önemli projesi var.

Biri Avrupa’nın "Barok Kütüphaneleri"yle ilgili bir çalışma, diğeri Avrupa’nın tüm opera binalarıyla ilgili bir kitap.

Metropolitan Müzesi’nden de bir kitap talebi geldiğine bakılırsa, Kocabıyık’ın dünyanın en güzel kitaplarını yapma iddiasında haksız olmadığı anlaşılıyor.
Yazının Devamını Oku

Borusan krize rağmen 800 milyon dolarlık yatırıma giriyor

14 Ekim 2008
KRİZ şaşkını olduğumuz bir dönemde Borusan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık ve Borusan CEO’su Agah Uğur ile birlikteyiz. Buluşma yerimiz Viyana.

Bir süre önce Suudi işadamı Şeyh Muhammed bin İssa Al Jaber’e satılmış olan Grand Hotel’in bir salonunda sohbet ediyoruz.

Viyana buluşmasının nedeni Borusan’ın katkılarıyla mimar Ahmet Ertuğ tarafından çekilmiş Efes fotoğrafları sergisi.

Aynı zamanda 240 sayfalık muhteşem "Efes" kitabının tanıtımını kapsayan, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın da katıldığı bu "Viyana Çıkarması"na yarın devam edeceğim.

Önce dünyayı sarsan ekonomik kriz.

Borusan’ın hem Yönetim Kurulu Başkanı, hem CEO’suyla bir araya gelme fırsatını bulmuşken sorular sıralanıyor:

"Borusan yatırımlara devam edecek mi?"

"Türkiye krizden nasıl etkilenir?"

"Yeni yatırımlar için kredi sıkıntısı nasıl aşılacak?"

Borusan
giderek büyümekte olan, cesur yeni yatırımlara yönelen dinamik bir şirket.

Bu yüzden Ahmet Kocabıyık ile Agah Uğur’un çizecekleri tablo önemli.

DÜNYA 2001’İ YAŞIYOR

Kocabıyık, sohbetin başında "Bizim 2001 yılında yaşadıklarımızı şimdi dünya yaşıyor" diyor.

Dünyanın önümüzdeki dönemlerde önemli nakit sıkıntısı çekeceğini belirtiyor.

"Kanımca Ortadoğu parasına ilgi artacak. Doğu’dan Batı’ya yeterince para akışı yok. Doğu petrol parasının üzerinde otururken Batı sermayesi bu paraya hálá direniyor" diye konuşuyor.

Yukarıda örneğini verdiğim Suudi işadamı Bin İssa Al Jaber Viyana’da birkaç daha otel satın almış.

Arap sermayesinin Avrupa’nın diğer önemli başkentlerinde de böyle yatırımlarına yöneldiğini biliyoruz.

Ama bunlar Kocabıyık’ın vurguladığı anlamda büyük sermaye akışları değil.

Ahmet Kocabıyık’a göre, Türkiye’de küresel krizi şimdilik tam hissetmiyoruz ama giderek daha fazla hissedeceğiz...

"Tüketim düşecek, ki bence düşmeye başladı. Bankalardan gerekli kredi alamamak reel sektörü etkileyecek. Kredi daraldığı için borçlanma maliyeti artacak. Yabancı sermaye azalacak" diye devam ediyor.

Özetle 2009 kötü bir yıl olacak.

Son dört, beş yılı fena halde özleyeceğiz.

Peki Borusan’ın kriz politikası nedir?

Özellikle de yatırımları ne olacak?

ÇELİK VE ENERJİ YATIRIMINA DEVAM

İstanbul’dan Viyana’ya gelirken Borusan CEO’su Agah Uğur şirketin genel müdürlerine göndereceği "önlemler paketi" üzerinde çalışıyordu.

Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun müdavimlerinden olan Agah Uğur küresel ekonominin gidişatına "antenleri fazlasıyla açık biri".

Krizin nabzını neredeyse dakikası dakikasına tutuyor.

"Arcelor Mittal ile Borusan ortaklığı 800 milyon dolarlık yatırımın arifesindeydi. Yatırıma devam edeceğiz. Kredi bulmak için önümüzdeki aylarda piyasaya çıkacağız" diyor.

"Mittal de kredi bulmaya yardımcı olacaktır" diye ekliyor.

Bu kriz ortamında 800 milyon dolarlık yatırıma "yeşil ışık" yakmak son derece önemli.

Zira Arcelor Mittal gibi bir dünya deviyle ortaklığa giren Borusan’ın bu yatırımı Türkiye’nin dünyada yassı çelik sektöründe önemli bir oyuncu olacağı anlamında.

Borusan’ın "yatırıma devam" dediği ikinci sektör enerji.

Agah Uğur enerji yatırımla ilgili "1000 megavatlık portföyümüz hazır. Yarısı rüzgar santralı, yarısı hidrolik enerji. 17 farklı proje üzerinde çalışıyoruz" diyor.

Enerji yatırımı için kredi arayışına yöneldikleri belirtiyor.

"Avrupalılar ilgileniyor. Kredi bulmakta zorlanırsak zamana yayabiliriz. Zira bu modüler bir yatırım. Enerji talepleri de sorunsuz görünüyor" diye ekliyor.

KRİZDEN GÜÇLÜ ÇIKACAĞIZ

Hem Kocabıyık, hem Uğur’un söylediklerinden çıkan sonuç şu:

"Kriz döneminde finansman sorununu çözdüğün takdirde yatırımını yapacaksın."

Nitekim, ta 2.5 yıl önce alınmış bir karar doğrultusunda Borçelik daha geçen hafta kapasitesini 1 milyon tondan 1.5 milyon tona çıkartmış.

Yani yüzde 50 fazlasına.

2007 yılını 3 milyar dolar ciroyla kapatan Borusan’ın 2008 öngörüsü nedir?

"2008 için 4.4 milyar dolar ciro öngörmüştük. İlk sekiz ay mükemmeldi. Son aylar daha durgun olduğu için 4 milyarlık ciroyla kapatabiliriz yılı. 2008 yılının son dört ayında kár etmesek bile geçen yıla göre yüzde 30 daha iyiyiz."

"2009 yılında aynı ciro ve aynı kárda kalırsak başarılı sayılırız"
diyor Ahmet Kocabıyık.

"Tüm krizlerden daha güçlü çıktık. Bundan da öyle çıkacağız" diye de ekliyor.

İspanyollar gizli gizli BMW satmak istiyor

BORUSAN gibi bir şirket böyle küresel bir kriz karşısında ne gibi önlemler alır?

Agah Uğur 3 önlemi sıralıyor:

"Organizasyon küçülecek, stoklar azaltılacak, alacaklar minimuma inecek."

Uğur’
a göre "alacaklar" kaleminde fazla bir sorun yok zira Borusan Türkiye’nin önde gelen şirketlerine mal tedarik ediyor.

En sorunlu kalem stokları azaltmak.

24 yıldan beri BMW’nin distribütörlüğünü yapan Borusan krize önemli bir stokla yakalanmış durumda.

Ahmet Kocabıyık, 2001 krizini anımsatarak "O kriz bize özgüydü. Dolayısıyla elimizdeki stokları diğer ülkelere satabiliyorduk" diyor.

Şimdi bu küresel krizde her ülke elindeki stokları eritme çabasında.

Bakın İspanyollar ne yapıyor?

Galeriler aracılığıyla Türkiye’ye gizli gizli BMW satmaya uğraşıyorlar.

Herkes kendi derdine düşmüş.
Yazının Devamını Oku

Krize inat sanat

12 Ekim 2008
Küresel finansal krize inat sanat "buradayım" diyor. Contemporary İstanbul yani çağdaş sanat fuarı, 240’a yakın sanatçının eserlerini sanatseverlerle buluşturacak. İstanbul önümüzdeki perşembe günü önemli bir sanat olayının hazırlığında.

"Contemporary İstanbul" yani çağdaş sanat fuarı, 240’a yakın sanatçının eserlerini sanatseverlerle buluşturacak.

Bu yıl üçüncüsü yapılan "Contemporary İstanbul" önümüzdeki 10 yıl zarfında dünyanın en önemli çağdaş sanat fuarı "Art Basel"a yetişmek iddiasında.

İstanbul’un dünyada giderek bir çekim merkezi haline geldiğini göz önüne alırsanız neden olmasın?

Yalnız İstanbul’un çağdaş sanatta iddialı önemli rakibi var.

Biri Moskova, diğeri Şanghay.

Hem Moskova, hem Şanghay geçtiğimiz ay kendi çağdaş sanat fuarlarını düzenleyip, çok sayıda uluslararası sanat yatırımcılarını çekmeyi başarmış.

Şanghay’daki fuarın adı ShContemporary.

Başında ise Çinlilerin İsviçrelilerden kaçırmayı başardıkları, Art Basel’in eski direktörü Lorenzo Rudolf var.

Rudolf son derece isabetli bir kararla, fuarın tarihini Şanghay Bienali’ne denk düşürmüş.

ShContemporary’yi bakın kimler gezmiş?

MOMA YÖNETİCİLERİ ŞANGHAY’DA

Çinli yeni zenginlerin yanı sıra Koreli, Japon, Singapurlu ve Amerikalı sanat yatırımcıları.

Çin’de çağdaş sanatın nereye gittiğini merak eden MoMA’nın üst düzey yöneticileri.

Öyle ya dünya ekonomisinde ağırlığı giderek hissedilen, süper güç olarak ilerde ABD’nin yerini alacağı söylenen Çin’de çağdaş sanat nereye?

Sorunun cevabı sanat piyasının nabzını tutan Artnet adındaki bir sitede.

Artnet’e göre, Çin, ABD ve İngiltere’nin ardından sanata yatırımda üçüncü sıraya yerleşmiş.

Şimdiye kadar üçüncü sırada olan Fransa’yı yerinden etmiş.

Çinli sanatçılar şu anda dünyanın en pahalı sanatçıları arasında.

2007 yılında eserleri en fazla para eden 35 çağdaş sanatçı arasında 15 tanesi Çinli.

Çinli sanatçıların sırrı, Batı’dan gelen pop-art gibi sanat akımları, kendi kültürleriyle kaynaştırmayı başarmalarında.

Moskova’ya gelirsek.

MOSKOVA’NIN İKİ ÖNEMLİ KOZU

Peşinen söylemem gerekir ki Moskova’nın iki önemli kozu var.

Biri dünyadaki en önemli çağdaş sanat taciri Amerikalı Larry Gagosian.

Diğeri dünyanın en zengin adamlarından Abramoviç’in sevgilisi Daria Jukova.

Hem Gagosian, hem Jukova, Moskova’nın sanat piyasasında parlaması için kolları sıvamış durumda.

New York’lu Gagosian, Moskova’da geçtiğimiz ayın ortalarında eski bir çikolata fabrikasında müthiş bir sergi düzenliyor,

Jeff Koons’ları, Jackson Pollack’ları Moskovalıların ayağına getiriyor.

Daria Jukova’nın 8 bin metrekarelik eski bir otobüs garajında düzenlediği sergide vaktiyle ABD’ye sığınmış İlya Kabakov’un yapıtları var.

Arkasında Abramoviç’in büyük serveti olan Jukova’nın elbet hayalleri büyük.

Dev bir sergi alanına dönüştürdüğü garaj bundan sonra ünlü Fransız koleksiyoner François Pinault’nun çağdaş koleksiyonuna ev sahipliği yapacak.

Görüyorsunuz..

Küresel finansal krize inat sanat "buradayım" diyor.
Yazının Devamını Oku

Avrupalılar yastık altına mı dönüyor?

10 Ekim 2008
ABD’den yeni dönen bazı dostlardan duyuyoruz. Amerikalı tüketicinin gözü finansal krizden öylesine korkmuş ki, alışveriş merkezleri, lokantalar sinek avlıyor.

Tüketime fena halde kaptırmış bir toplum için dünyanın sonu gibi bir şey bu kriz.

Krizin Amerikalı için ne anlama geldiğini bence geçenlerde Roma’daki Dünya Sosyal Zirvesi sırasında yayınlanan, dünyanın en büyük 10 metropolüyle ilgili araştırma pek güzel açıklıyor.

Araştırmada bu şehirlerde oturanların en fazla neden korktukları soruluyor.

Örneğin bir Parisli’yi en fazla korkutan şey sevdiğini kaybetmek.

Londralı da aynı şekilde düşünürken, Romalı kaza ya da hastalık sonrası yatağa mahkum olmaktan korkuyor.

Ya New York’lu?

En korktuğu şey "yaşam standartını" kaybetmek.

Ne yazık ki, korktuğu şey de başına gelmek üzere.

Peki Avrupalı’nın kriz karşısındaki tutumu ne?

Yabancı gazetelere göz atarken Fransız Le Monde Gazetesi’nde bu tutuma azıcık ışık tutan bir yazı gözüme ilişti.

KRİZ NEYE MAL OLACAK?

Fransızlar, Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin "kimse bu krizde bir Euro dahi kaybetmeyecek" açıklamasından asla tatmin olmamış.

"Kriz bana neye mal olacak" kafalardaki temel soru.

Bankalar, Fransızları teskin etmekte Sarkozy’den daha başarılı Le Monde’a bakılırsa.

Son günlerde bankacılarla görüşme talepleri yüzde 30 oranında artmış.

Herkes kaygılarını yatıştırmak için bankalara koşuyor.

Kriz kırsal kesimlerde yaşayanları şehirliye oranla daha çok kaygılandırmış.

Bankacılardan alınan bilgilere göre parasını tümden çeken de var, birkaç banka arasında paylaştıran da.

Kiralık kasa talepleri artmış.

Fransızların paniğe kapılmamaları için büyük çaba gösteren bankacıların korkusu ise mevduatların "yastık altına" kaçması.

Avrupalı da krizlere en etkili çare olarak "yastık altına" başvuruyorsa gerisini siz düşünün.

Kriz Obama’ya mı yarıyor?

WASHINGTON Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay’a dün televizyon kanallarından birinde rastladım.

Bahçeşehir Üniversitesi’nde ders vermekte olan Çağaptay’a göre, ABD’yi fena halde hırpalayan ekonomik kriz Demokrat Parti Başkanı adayı Obama’ya yaramış.

Çağaptay, son kamuoyu yoklamalarında Obama’nın McCain’in 6 ila 7 puan önüne geçmiş olmasını şuna bağlıyor:

Cumhuriyetçi Parti’nin ekonomi politikalarını finansal krizin en büyük sorumlusu gören Amerikalı seçmen Obama saflarına kayıyor.

Küresel finansal kriz Amerikan seçimlerinin sonuçlarını etkiler mi?

Mutlaka etkiler.

Hasankeyf kurtuluyor

DÜN Doğa Derneği’nden gelen bir e-posta son derece sevindirici bir gelişmeyi aktarıyor.

Almanya, Avusturya ve İsviçre, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı’na verdikleri finansal destekten vazgeçmek üzere.

Hasankeyf’i kurtarmak için yıllardan beri mücadele eden Doğa Derneği yetkilileri şu anda Almanya’da.

Yanlarında da bir grup Hasankeyfli var.

12 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf’in sular altında kalmaması için kapı kapı dolaşıyorlar.

Daha önce yaptıkları gibi ikna turları atıyorlar.

Arkalarında, Yeşiller Partisi Avrupa Parlamentosu üyesi Cem Özdemir ve Berlin Eyalet Parlamentosu milletvekili Gıyasettin Sayan’ın desteği var.

İkna turlarından biri Almanya Ekonomik İşbirliği ve Gelişim Bakanlığı’na yapılmış.

Bakanlık Ilısu Barajı’na kredinin suya düşmekte olduğunun işaretini vermiş.

Bakanlıktan alınan bilgiye göre, Almanya, Avusturya ve İsviçre Türk Hükümeti’ne son bir uyarı göndermiş.

"Kredi vermek için öne sürdüğümüz koşullar yerine gelmiyor" uyarısı bu.

Bugünlerde, Almanya’nın yolunu tutan Hasankeyf Gönüllüler Derneği Başkanı gazeteci Arif Arslan gelişmelerden memnun.

Hasankeyf ile ilgili bölgeden bir haber veriyor.

Batman Üniversitesi Rektörlüğüne atanmış olan, Hasankeyf Kazı Başkanı Profesör Uluçam, tarihi eserlerin Hasankeyf’ten taşınamayacağına ilişkin bir rapor hazırlamış.

Raporunu önümüzdeki günlerde Başbakan’a gönderecekmiş.
Yazının Devamını Oku

Gelişmekte olan ekonomiler şoka ’şimdilik’ dayanıklı

7 Ekim 2008
IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn soluğu Avrupa’da almış.<br><br>Sarkozy’nin ev sahipliğinde küresel finansal krize çare arayan Avrupalılara destek olmuş. Fransız Sosyalist Partisi’nin "ağır toplarından" Strauss-Kahn, Avrupa ülkelerinin krize karşı işbirliği halinde olmalarını istemiş.

"Tek başınıza hareket etmeyin" demiş.

Ancak Avrupa basını Strauss-Kahn’ın bu çağrısına karşın ortada bir "işbirliği" tablosu olmadığı görüşünde.

Avrupa krize tek tek ülke bazında mı çare arayacak, yoksa koordine bir kurtarma planı çerçevesinde mi hareket edecek?

Belirsizlik had safhada.

Bu arada, İspanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve Almanya’nın dahil olduğu "kriz toplantısına" davetli olmadığı için kırılmış.

İspanyol basını, "Avrupa’nın en dinamik ekonomisinin neden dışarda bırakıldığını" sorguluyor.

Yani önümüzdeki tabloya bakarsak durum IMF Başkanı’nın "işbirliği ve uyum" çağrısından hayli uzak.

Peki ABD ile Avrupa’daki kargaşa devam ederken Türkiye’nin de yer aldığı "gelişmekte olan ekonomiler" de durum ne?

Dominique Strauss-Kahn, Fransız Le Monde Gazetesi’ndeki yazısında buna değinmiş.

IMF Başkanı’na göre "gelişmekte olan ekonomiler" "şimdilik" şoka iyi dayanmış.

Sonrası?

Sonrası krize nasıl çözüm üreteceklerine bağlı.

Markalaşmış Efes ile Kapadokya’nın yerine ne öneriyorsunuz

TBMM Araştırma Komisyonu’nun Türkçe’nin korunmasıyla ilgili raporu bugün ele alınıyor.

Dünkü gazetelerde dikkatimi çekti.

Komisyonun raporunda "Turizm adına Ürgüp, Göreme, Nevşehir yöresine Kapadokya, Selçuk’a Efes denmesin" önerileri yer alıyormuş.

Öncelikle "turizm adına" söylemine itirazım var.

Turizm bugün Türkiye’nin en önemli gelir kaynağı.

İkincisi, dünyada artık "marka" olmuş Kapadokya ve Efes’i bundan böyle hangi isimlerle tanıtacaksınız?

Kapadokya her yıl yaklaşık 2 milyon turisti ağırlıyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2007 yılı verilerine göre, Kapadokya’yı 891 bin yerli turist ziyaret etmiş.

Geri kalanı yabancı turist.

Özellikle Amerikalı ve Japon turist sayısında artış var.

Beğenin beğenmeyin Kapadokya artık bir dünya markası.

Efes’e gelirsek.

Efes,
turistlerin dünyada tercih ettikleri 100 yer arasında 70. sırada.

Yılda 1,5 milyon turist ağırlıyor.

Yine yabancılar ağırlıkta.

Kuşadası’na demirleyen gemilerin yolcuları soluğu Efes’te alıyor.

Şimdi Türkiye turizmi icin bu kadar değerli, bu kadar önemli iki destinasyonun ismini değiştirmek hangi akla hizmet?

Kadın siyasetçilerden ’parite’ manifestosu

YEREL seçimler öncesi kadın örgütleri yeni bir kampanya atağında.

Üstelik bu kampanya Avrupa ile eş zamanda.

Kampanyanın bir ayağında "Avrupa Kadın Lobisi" var. "Avrupa Kadın Lobisi"nin genel merkezi Brüksel’de.

Kadın Lobisi geçtiğimiz ay "Cinsiyet Eşitliği Yoksa Modern Avrupa Demokrasisi Yoktur" diye bir kampanya başlattı.

Kampanyanın kısa adı "yüzde 50/50 eşitlik".

Zira durum ne kadar da Türkiye’den iyi olursa olsun Avrupa’da kadınlar eşit temsilden uzak.

Örnek vermek gerekirse AB Parlamentosu’nda parlamenterlerin sadece yüzde 30’u kadın.

Türkiye’ye gelirsek, "Avrupa Kadın Lobisi-Türkiye"nin çatısı altında 83 kadın örgütü barınıyor.

Koordinasyondan ise KA-DER sorumlu.

"Avrupa Kadın Lobisi’yle Türkiye’de eş zamanda başlatılan kampanyanın hedefi yerel seçimler elbet.

Kadınlarımızın yerel yönetimlerde temsil oranı binde 56.

Yüzde birin altında.

"Yüzde 50/50" kampanyası çerçevesinde önümüzdeki günlerde kadın siyasetçilerden, eski ve yeni kadın bakanlardan "parite manifestosu" istenecek.

Amaç yeniden başlayabilecek Anayasa tartışmalarına "parite yasası"nı dahil etmek.

Bakalım böyle bir manifestoya hangi kadın politikacımız yanaşacak?
Yazının Devamını Oku

Kapadokya’dan Avustralyalı bir heykeltıraş geçti

28 Eylül 2008
Andrew Rogers çantası sırtında, yan yana koyacağı taşları hayalinde bir ülkeden diğerine koşuyor. Uzaydan görülebilen dev heykellerini yaptığı yerlerden biri de Kapadokya’ydı. Rogers buradan öyle etkilenmiş ki 5 heykel daha yapmayı planlıyor.

Andrew Rogers, Avustralyalı bir heykeltıraş. 1980’li yıllarda başarılı bir finans uzmanı iken her şeyi yüzüstü bırakıp sanata yönelmiş.
/images/100/0x0/55ea56dcf018fbb8f8797f8c
Aynen ünlü Fransız ressam Gauguin gibi sanatının peşinde yollara düşmüş.

Rogers’ın 1990’lı yılların sonunda giriştiği ve tüm kıtalara yaydığı dev projesinin adı "Hayatın Ritimleri".

Şimdiye kadar Şili, Bolivya, Sri Lanka, Avustralya, İzlanda, İsrail, Çin ve Türkiye’de taş ve kayalardan yaptığı devasa heykelleri uzaydan da görmek mümkün.

Projenin ana felsefesi şu: Hayatın özü aynı ama ritimleri ayrı.

Tarihten günümüze uzanan farklı ritimleri, yaşamları ve sembolleri geleceğe taşımanın en iyi yolu "anıtsal bir zincirle" dünyaya kalıcı iz bırakmak değil mi?

Dolayısıyla Rogers’ın, çoğunlukla çöllerde, dağlarda, çorak alanlarda gerçekleştirdiği projelerinde daima "Hayatın Ritimleri" adını verdiği heykeli var.

Bu devasa heykel kıtaları, insanları birbirine bağlayan bir sembol.

Bunun yanı sıra, aynı mekanda yerel halkın seçtiği bir figürün heykeli yapılıyor.

HAYATIN RİTİMLERİ VE AT

Kapadokya’da örneğin, "Hayatın Ritimleri"nin yanı sıra bir at figürü seçilmiş.

Kapadokya üzerinde yapılan balon uçuşlarının güzergáhı bile bu müthiş etkileyici heykelleri görmek için değiştirilmiş.

Andrew Rogers geçenlerde İstanbul’daydı.

Garanti Bankası’nın yeni binası için ısmarladığı "Hayatın Ritimleri" heykelinin bronz versiyonunu teslim etmek için gelmişti.

Bu arada söylemeyi unuttum.

Sanatçının bronz heykelleri dünyanın önde gelen şehirlerini de süslüyor.

Sanata verdiği önemi daima takdir ettiğim Garanti Bankası da böylelikle Rogers’ın bir heykelini İstanbul’a armaan etmiş oluyor.

Avustralyalı heykeltıraş ile konuştuklarımıza dönersek.

Kapadokya’yı görüp etkilenmeyen var mı acaba?

Rogers öylesine etkilenmiş ki, orada beş heykel daha yapmayı planlıyor.

Kapadokya’da çekmiş olduğu fotoğrafları gösteriyor.

Erkek, kadın, çoluk çocuk herkes ya taş topluyor ya taşları diziyor.

Projesinde 250 ila 300 kişi çalışmış.

PROJENİN FİNANSÖRÜ KİM?

Şimdiye kadar altı kıtada 5 bin kişiyi istihdam etmiş projelerinde.

Çin’de yaptığı çalışmanın görüntüleri etkileyici.

Elden ele taşları geçirmekte olan Çinli işçilerin tümü yeşil üniformalı, küçük çaplı bir ordu gibi.

Andrew Rogers, gittiği her yerde yerel halkla çalışıyor ama daima beraberinde mimar ve mühendislerin olduğu 12 kişilik ekibi de var.

Peki bu devasa projenin finansörü kim?

"Avustralya Hükümeti ve başta Avustralyalı sponsorlar olmak üzere başka ülkelerden de sponsorlarla yürüyor bu proje" diyor.

Avustralya’ya iki kere gitmiştim.

Kendimi bu güzel kıtada nedense dünyayla bağlantım kopmuş gibi hissetmiştim.

Avrupa, ABD gibi değil bambaşka bir duygu Avustralya’da olmak.

Belki diyorum Avustralyalılar, dünyayla bağlarını güçlendirmek için böylesine bir projeye gönüllü katılmışlardır.

Geleceğe kalıcı bir iz bırakmak pek çoğuna da cazip gelmiştir.

Bu arada Andrew Rogers önümüzdeki aylarda Bergama’da benzer bir projeye girişiyor.

Bergama’daki akropolün yanındaki iki tepeciğin birine "Hayatın Ritimleri"ni, diğerine ise Tanrıça Nike’yi konduracak.

Sırada Hindistan, İngiltere, ABD var.

Andrew Rogers çantası sırtında, yan yana koyacağı taşları hayalinde bir ülkeden diğerine koşuyor.
Yazının Devamını Oku