Gila Benmayor

Bizim petrolümüz Laleli’de

18 Kasım 2008
ÜNİVERSİTE yıllarımın geçtiği Laleli’ye nasıl haksızlık etmişim.<br><br>İstanbul’un bu eski, tarihi semti yıllar yılı gözümde iki şeyi simgelemişti: İstanbul Üniversitesi ve bavul ticareti.

Ne büyük yanılgı.

Geçenlerde Laleli Sanayici ve İşadamları Derneği kısa adıyla LASİAD’ın yönetim kurulu üyeleriyle eski Tayyare evlerinde hizmet veren Crown Plaza’da iki saat geçirdim.

Bu sayede Laleli’nin Türk ekonomisi için ne denli önemli olduğunu, ne müthiş başarı öyküleri barındırdığını öğrendim.

LASİAD’ın Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Altun’un dediğine göre, Beyazıt, Laleli ve Aksaray’da yaklaşık 100 bin kişinin istihdam edildiği 10 bine yakın tekstil ve konfeksiyon işyeri var.

Bu bölge üretiminin neredeyse yüzde yüzünü yurtdışına ihraç ediyor.

Altun, "Böyle bir yer dünyada yok" diyor.

Dünyada benzeri olmayan Laleli piyasasının Japonların dikkatini çektiğini ve buraya gelip incelemeler yaptıktan sonra "Sizin petrolünüz galiba burada yatıyor" dediklerini aktarıyor.

Altun, Laleli ticaretinin 6-7 milyar doları bulduğunu söylüyor.

AĞIRLIK RUSYA’DA

Başta Rusya olmak üzere, eski Sovyet Bloku ülkeleri, Kuzey Afrika, İran ve Ortadoğu dahil 50’den fazla ülkeye ihraç ediliyor burada üretilen mallar.

Çinliler ve hatta İtalyanlar gizlice kameraya çekip bunları taklit ediyormuş.

Eskiden biz İtalyan mallarını taklit ederken şimdi bunun aksi söz konusu.

Artık İtalyanları taklit etmiyoruz ama aşağıdaki başarı öykülerinde göreceğiniz gibi markalarımıza illa İtalyan adları vermekten vazgeçmiyoruz.

Neden?

Her neyse, Laleli’nin başarısı, piyasaya devamlı yeni ürün sürme yani hızlı moda yaratma, hızlı servis, markalaşma.

Orhan Altun, "Zor işler başarıyoruz. Türkiye’nin hem ekonomik, hem sosyal yaşamında önemli bir yerimiz var. Varoşlardan gelen kadınlar, gençler için ekmek kapısı Laleli" diyor.

Rusya’nın ağırlığı oldukça fazla Laleli piyasasında.

Antalya’nın yaşadığı "Rus turist patlamasının" Laleli’den kaynaklandığını zira buraya gelip giden Rus alıcıların Türkiye’nin tanıtımında büyük rol oynadığını söylüyor.

"Ruslara 100 bin ila 150 bin damat verdik. Türkiye-Rusya ilişkisinde Laleli’nin katkısı büyük" diyor.

Peki ekonomiye ve bunca katkısı olan Laleli’nin sorunları yok mu?

Elbette var.

KAYITDIŞI VE VERGİ SORUNU

Öncelikle imaj sorunu.

Laleli, "bavul ticareti", "kayıtdışı ticaret" gibi tanımlamalarla anılmak istemiyor.

Orhan Altun "Rusya’nın kayıtdışı ticareti 30 milyar dolar tutarında. Kuzey Afrika, İtalya ve başka ülkeler de bu ticaretini sürdürüyor. Ayağımıza gelen bu talebe hayır diyemeyiz" diyor.

Kaldı ki, Laleli’nin kayıtlı ihracatı yüzde 80 civarında.

Bir diğer sorun bu yaz aylarında Rusya ile yaşanmış olan "gümrükte tespit" uygulaması.

Hatırlatmak gerekirse, Türk TIR’ları bu tespit uygulaması yani malların gümrükte sayılması nedeniyle sınırda günlerce beklemişlerdi.

"Gümrükte tespit" uygulaması kısmen giderilmiş ama bir diğer sorun Rusya’nın uyguladığı yüksek vergi yerli yerinde duruyor.

Özellikle kriz döneminde, Laleli, potansiyeli nedeniyle bu gibi sorunların Türkiye ile Rusya arasındaki resmi kanallar tarafından çözülmesini hak ediyor.

Laleli’de üretiliyor, Aruba ve Curacao’ya gidiyor

LASİAD’ın 500 kadar üyesi var.

Crown Plaza’daki toplantıda yönetim kurulunun 22 üyesinden bazılarıyla tanışma ve onları dinleme fırsatını bulduk.

Başarı öykülerini dinledik.

İtalyan kumaşçı bir dostunun adını "Romano Botta"yı markasına veren Halit Kanpak örneğin Rusya’da tam 11 dükkan açmış.

2009 yılında bunlara dört dükkan daha ilave etmeyi planlıyor.

"Artık üretim yeterli değil. Talep yaratma ve marka vurgusu önemli" diyor.

"Dorafami" ve "Sicilyalı" markalarıyla ihracat yapan Osman Kaplan’ın ise Aruba ve yine Karayipler’deki Curacao Adası’nda bayileri varmış.

Laleli’den Aruba’ya uzanan bir hattı insan hayal bile edemiyor.

Flamingo-Gül markasını yaratan Ercan Gül, sadece Rus çocuklarına hitap eden modeller üretiyor.

Peki global ekonomik kriz nasıl hissediliyor Laleli’de?

Altun, "Talep daralması olacak ama döviz kurunun yükselmesi şimdi rekabet gücümüzü arttırıyor. Bizim kısa vadeli siparişlerdeki deneyimimiz krizde işimize yarayacak. Ancak mal sattığımız ülkelerde devalüasyon olursa sıkıntı yaşarız" diyor.
Yazının Devamını Oku

Michelle Obama hırslı kararlı, biraz da patavatsız

16 Kasım 2008
Harvard’dan mezun genç adam bir gece Michelle’i Spike Lee’nin Do The Right Thing filmine götürüyor. O geceki sinema faslı hayatlarının dönüm noktası. Obama ile evlendikten sonra Michelle özel sektörü terk ediyor. Yakın çevresindekilere bakılırsa, kararlı, hiçbir şeyin gözünü korkutmadığı bir kişiliğe ve ekip ruhuna sahip. Bir özelliği de alaycılığı.

Obama’nın zaferini ilan etmesinden sonra çekilen fotoğraf karesi gözümün önünde.

Michelle Obama hemen hemen aynı boyda olduğu eşinin boynuna sımsıkı yapışmış./images/100/0x0/55ea4f17f018fbb8f8776be3

Gümüş bilezikli kollarıyla eşini sarıp sarmalamış.

Gözlerinin ta içine bakıyor.

İleriye doğru azıcık çıkık çenesi, gülünce kocaman açılan ağzıyla bana çok sempatik geliyor Michelle Obama.

Etkili konuşmacı olarak da Hillary Clinton’ı anımsatıyor.

Demokrat Parti’nin ağustos kongresindeki o meşhur konuşmasından sonra elliden fazla konuşma yaptığını bir kenara not etmişim.

Peki oldukça silik Laura Bush’tan sonra Beyaz Saray’da göreceğimiz ilk Afrikalı-Amerikalı first lady Michelle Obama kim?

Chicago’nun güney bölgesinde dünyaya gelen ve derslerini yapmak için sabahın 5’inde kalkan hırslı Afrikalı-Amerikalı küçük bir kız.

Ailesinin hiçbir ferdi ağladığına tanık olmamış.

1.82 boyuna rağmen hayatında hiç spor yapmamış zira "kaybetmeyi" sevmiyor.

BİR FİLM GÖRDÜLER HAYATLARI DEĞİŞTİ

Michelle Robinson erkek kardeşi Craig’in ardından "beyaz elit"in güzergahındaki Princeton’a kabul ediliyor.

Beyazların çoğunlukta olduğu kampüste kendisini bir "ziyaretçi" gibi gördüğünü itiraf ediyor.

Princeton’da seçtiği konusu da ilginç:

"Siyah öğrencilerin eğitimleri süresince beyazların toplumsal ve kültürel yapılarına nasıl entegre olup, kendi çevrelerinden uzaklaşıklarını" mercek altına alıyor.

Princeton’dan sonra yine "beyaz elit"in olmazsa olmazlarından Harvard Hukuk Fakültesi’ne giriyor.

Genç kadın, Harvard’dan mezun olunca Chicago’da Sidley&Austin avukatlık bürosunda işe başlıyor.

Uzmanlık alanı fikri haklar.

İşte Barack Obama ile burada karşılaşıyor.

Harvard’dan mezun genç adam bir gece Michelle’i Spike Lee’nin "Do The Right Thing" filmine götürüyor.

O geceki sinema faslı hayatlarının dönüm noktası.

Obama ile evlendikten sonra Michelle özel sektörü terk ediyor.

KOCAM TEREYAĞINI BUZDOLABINA KOYAMAZ

Önce Chicago Belediyesi’nde, ardından üniversite hastahanesinde çalışmaya başlıyor.

Yakın çevresindekilere bakılırsa, kararlı, hiçbir şeyin gözünü korkutmadığı bir kişiliğe ve ekip ruhuna sahip.

Bir özelliği de alaycılığı.

"Kocam güçlü bir kadını idare edebilir. Bu da başkan olması için yeterli bir neden" diye dalga geçmesi kayıtlara geçmiş.

Biraz da patavatsız.

"Kocamın sabahları nefesi kokuyor" ya da "kahvaltı sofrasındaki tereyağını buzdolabına koymaktan aciz" dediği de hatırlarda.

İlk başlardaki "patavatsız" imajını silmek için Obama’nın danışmanları epey ter dökmüşler.

Neticede, Barack Obama’yla omuz omuza zafere yürüyen güçlü bir kadın Michelle Obama.

Değişim isteyen, yeni, dinamik bir Amerika’nın yansıması gibi.

Sekiz yıl önce Beyaz Saray’a adımını attığından bugüne dek sesini fazla duyuramayan, zaten söylecek lafı da olmayan Laura Bush’tan çok farklı.

Hillary Clinton yerine Laura Bush’un halefi olması da ayrıca büyük şansı.

Beyaz Saray’ın ilk Afrikalı-Amerikalı first lady’sini izlemeye devam.
Yazının Devamını Oku

Bakan Çubukçu bu rapora ne diyecek

14 Kasım 2008
DÜNYA Ekonomik Forumu, 2008 Cinsiyet Uçurumu Raporu’nu açıkladı. Rapor bir hafta öncesinden 12 Kasım’a kadar "ambargolu" olarak gönderildi.

Önceki sabahın yedisinde heyecanla bilgisayarımı açtım.

2007 Raporu’nda 128 ülke arasında 121’inci sıradaydık.

Acaba yeni raporda hangi sıradayız diye merak ettim.

Haberler ne yazık ki iyi değil.

Bu yıl değerlendirmede 130 ülke yer almış ve Türkiye bu tabloda 123. sırada.

Yani geçen sondan yedinci, bu yıl sondan sekizinciyiz.

Dünyanın 17. ekonomisi diye övünürken memlekette kadının durumu vahim.

Dünya Ekonomik Forumu 2006 yılından beri yeni bir metodolojiyle hazırlıyor "Cinsiyet Uçurumu" Raporu’nu.

Erkek-kadın eşitsizliğinin kritik olduğu dört alanı büyüteç altına alıyor:

Ekonomik hayata katılım

Eğitim

Siyasi hayata katılım

Sağlık

Bu alanlarda her şey en ince detayına kadar inceleniyor.

Sağlık alanında örneğin, anne ve bebek ölümlerinden, doğum sonrası izne kadar her şey puanlama sistemine dahil ediliyor.

Örneğin, komşumuz Yunanistan 75. sırada.

Bu ülkede her bin bebekten dördü ölürken, Türkiye’de bu oran 24.

Yine Yunanistan’da doğum yapan her 100 bin kadından 3’ü ölürken, Türkiye’de 44’ü hayata veda ediyor.

Dünya "Cinsiyet Uçurumu" sıralamasında en tepedeki ülkeler sırayla Norveç, Finlandiya, İsveç, İzlanda.

TABLODAKİ VAHİM DURUM


Tablo Türkiye’nin konumunu gözler önüne seriyor.

130 ülke yerimize sığamayacağı için Norveç, Finlandiya’dan sonra 116. sıradaki İran’a atlamak zorunda kaldık.

Gördüğünüz gibi, Etiyopya, Bahreyn, Nepal, Katar, Kamerun gibi ülkeler bizim üzerimizde.

Hatırlayacaksınız.

İki hafta kadar önce İstanbul’daki Dünya Ekonomik Forumu’nda Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun katıldığı toplantıda Türkiye’deki kadının durumu ele alınmıştı.

O toplantıda 2007 Cinsiyet Uçurumu Raporu elimizin altındaydı.

Çubukçu konuşmasında rapora hiç değinmemişti.

Ben de kendisine Türkiye’nin rapordaki içler acısı durumuyla ilgili "Bizim içimiz acıyor ya sizinki" diye sormuştum.

İşte şimdi yeni rapor yayınlandı.

Türkiye’nin durumunda milim iyileşme yok.

Sayın Çubukçu bu son 2008 raporuna ne diyeceksiniz?

Not: Rapora www.weforum.org/pdf/gendergap/report2008.pdf adresinden ulaşabilirsiniz.

Tüm konseri yönetecek kadar yetenekli

ÖNCEKİ gece Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nda konuk şef olarak işadamı Bülent Eczacıbaşı’nı dinledik.

Borusan Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık ve Rahmi Koç’tan sonra Bülent Eczacıbaşı üçüncü konuk şefti.

Performansı kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi.

Borusan Orkestrası’nın onursal şefi Gürer Aykal’ın Mozart ve Prokofiev’in eserlerini yönetmesinden sonra bageti eline alan Bülent Eczacıbaşı Çaykovski’nin Fındıkkıran Bale Süiti’nden dört bölümü büyük bir rahatlıkla yönetti.

Borusan Kültür Sanat Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Hamedi ile konser sonrası sohbet ediyoruz.

Hamedi, konuk şeflerin üç ay çalıştıklarını anlatıyor.

Bir ay boyunca çalacakları parçaları dinliyorlarmış.

Gürer Aykal, Eczacıbaşı’ya ilk ders verdiğinde "İnanılmaz yetenekli.. Tüm konseri yönetebilir" demiş.

Aykal, geçen hafta sonu Antalya’daki Piyano Festivali’nde, 27 yıl aradan sonra piyanonun başına geçen Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel’i de İstanbul’a davet etmişti.

Türel, hiç üşünmeden Eczacıbaşı’nı dinlemek için birkaç saatliğine İstanbul’a gelmişti.

Bu arada, Borusan’ın "konuk şef" projesi meyvelerini veriyor.

Borusan Orkestrası’nı yönetmek karşılığında genç müzisyenlerin master öğrenimlerini üstlenen işadamları misyonları çok önemli.

Eczacıbaşı’ndan önce Aykal’ın yönettiği bölümde fagot çalan Burat Özdemir’i dinledik.

Özdemir bu proje sayesinde ABD’de ünlü müzik okulu Julliard’da iki yıl okuyacak.

Hem de Julliard’daki tek Türk öğrenci.
Yazının Devamını Oku

Ege’yi Diyarbakır’a nasıl taşıyacağız

11 Kasım 2008
<b>AYVALIK</b><br>AYVALIK’ta bu yıl yüzler pek gülmüyor. Sonbahar sessizliğinin hüküm sürdüğü sokaklarda şöyle konuşmalar çalınıyor kulaklarımıza:<br><br>"Yağmurun bir türlü yağmaması zeytin ağaçlarını strese sokuyor." Yağmur yağmıyor, ağaçlar bunalımda.

Ayvalık "Godot"u bekler gibi yağmuru bekliyor.

Küresel ısınmanın etkisiyle zeytin bu yıl daha erken olgunlaşmış, hasat tarihleri öne alınmış.

Ayvalık Ticaret Odası’nın bu yıl dördüncüsü düzenlediği artık gelenekselleşmiş "Zeytin Hasat Günleri"ndeyiz.

Ticaret Odası bu yıl bir değişiklik yapmış.

Panel yerine bir tek konuşmacı davet etmiş: Profesör Dr. Osman Müftüoğlu.

Gazetemizin yazarlarından Profesör Müftüoğlu tahmin edebileceğiniz gibi zeytinyağının sağlığımız için ne kadar faydalı olduğunu anlatıyor.

Zengin mutfağında zeytinyağının başrolde olması nedeniyle Ayvalık kalp ve damar hastalıklarının en az olduğu ilçemiz.

Müftüoğlu’nun şu cümlesini pek sevdim:

"Zeytin ağacı keyfinden uzun yaşamıyor. Çok güçlü bir şifa kaynağı olduğu için uzun yaşıyor".

Zeytinyağının nimetleri saymakla bitmez.

Bitmez ama dünyanın dördüncü ya da beşinci zeytinyağı üreticisi konumundaki Türkiye’de kişi başı tüketim ancak 1 kilo.

TANITIM KOMİTESİ NE YAPTI?

İşin ekonomik boyutunun yanı sıra sosyolojik boyutu da var.

Karadeniz, Anadolu’nun büyük bir bölümü zeytinyağına yabancı.

Müftüoğlu "Diyarbakır’a Ege’yi taşımak zorundayız" diyor.

Tam bu noktada Ayvalık Ticaret Odası’nın düzenlediği panele değinmek istiyorum.

Geçen yılın teması "Zeytinyağının Tanıtımı ve Pazarlanması" idi.

Rekoltenin önümüzdeki 5-6 yıl içersinde ikiye katlaması durumunda hem içerde, hem dışarıda zeytinyağının nasıl pazarlanacağı tartışmıştık.

Yunanistan’ın zeytinyağının tanıtımı için yılda 15 milyon euro, Türkiye’nin ise sadece 500 bin dolar harcadığı konuşulmuştu.

Dış Ticaret Müsteşarlığı bünyesinde yeni kurulmuş olan Zeytin ve Zeytinyağı Tanıtım Komitesi iddialıydı.

Komite Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Sever dış ülkelerde reklam tanıtımından söz etmişti.

Komitenin bir yıl zarfında yurtdışında fuarlara katılım dışında nasıl bir tanıtım stratejisi izlendiği konusunda bilgim yok.

Ancak iç tüketime yönelik fazla bir tanıtım yapılmadığı gün gibi ortada.

"Fındık kampanyası" gibi ses getiren bir kampanya ne gördüm, ne de duydum

Ayvalık’ta ilginç bir öneri ortaya atıldı:

"Profesör Müftüoğlu, aynen Ayvalık’ta yaptığı gibi Anadolu’nun çeşitli illerinde zeytinyağının faydalarını anlatan konuşmalar yapsın".

TOBB
şemsiyesi altında düzenlenebilir bu tür konferanslar.

İçerde zeytinyağı tüketimini arttırmak için bu son derece etkin bir yol olabilir.

İki sorun: Destek primi ve beyaz teneke

PROFESÖR Müftüoğlu’nun son derece aydınlatıcı konuşmasından önce Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer zeytinyağcıların sorunlarına kısaca değiniyor.

Sorunlardan biri çiftçilere destek primi meselesi.

Tarım Bakanlığı bu sezon primi geçen yıla göre kilo başı 1 kuruş arttırarak 21 yeni kuruş yapmış.

Oysa Meclis’teki Zeytinyağı Araştırma Komisyonu destek primi olarak 1 YTL önermiş.

Avrupa Birliği ülkelerinde çiftçiler kilo başına 1.32 euro alıyor.

Aradaki fark dağ gibi.

Diğer sorun "beyaz teneke" yani markasız satılan ve içine ayçiçeği, pamuk yağı gibi daha ucuz yağlar karıştırılan zeytinyağı sorunu.

Türkiye’de üretilen zeytinyağının sadece 35 tonu markalı.

"Çoğrafi İşaretleme" almayı başaran Ayvalık Ticaret Odası bu konuda çok hassas.

Rahmi Gençer "Haksız bir rekabetle karşı karşıyayız. Zeytinyağına başka yağlar karıştıranlar kazançlı çıkıyor" diyor.

Tarım Bakanlığı’nın kontrol mekanizmasını devreye sokmasını istiyor.

Peki içine başka yağlar karıştırılmış "beyaz tenekeler" kimlere satılıyor?

Lokantalara, otellere yani neticede biz tüketiciler de aldatılıyoruz.

Zeytinyağcıların çatı örgütü Tanıtım Komitesi’nde yok

PROFESÖR Müftüoğlu’nun konuşmasından sonra zeytin hasadı için bir çiftliği gezdiğimiz sırada telefonum çalıyor.

Arayan Dış Ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen.

İstanbul’daki Dünya Ekonomik Forumu’nun "Yeni İpek Yolu" oturumuna neden katılamadığını izah etmek için aramış.

Tesadüfün böylesi. Az önce Tüzmen’in kulaklarını çınlatmışız.

Zira Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçılar Birliği’nin Mersin, Mut’ta düzenlediği "Zeytin Hasat Günleri"ne katılmış.

Aynı tarihlerde iki zeytin hasadı kafaları karıştırıyor.

Tüzmen tercihini Mersin’den yana koymuş.

Tüzmen ile konuşurken o sırada yanımda olan "Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyi" UZZK Başkanı Mustafa Tan telefonu rica ediyor.

Bakana iki şey soruyor: Neden UZZK gibi zeytinyağcıların çatı örgütü Tanıtım Komitesi’nde yok?

Türkiye Uluslararası Zeytinyağı Konseyi’ne ne zaman yeniden üye olacak?

1998 yılında çıktığımız konseye bizim dışımızda, dünyada zeytinyağı üreten tüm ülkeler dahil.

Konseye üye olmayınca, zeytinyağıyla ilgili politikasında söz sahibi olamıyorsunuz haliyle.

Bir soru da benden:

Peki Türkiye’nin zeytinyağı politikasında kim söz sahibi?
Yazının Devamını Oku

Siyah çocukların kahramanı rap müzisyeni değil ABD Başkanı

9 Kasım 2008
Irak, Afganistan, dünyanın gıda ve enerji sorunları, küresel ısınma, finansal kriz. Bilinçaltımızda Obama’nın sanki tüm sorunlarımızı çözebileceği beklentisi yatıyor. Sadece İtalyanlar mı? Fransızlar da öyle. Son bir kamuoyu yoklamasına göre, Obama kendi liderleri olsaydı Fransa’da ona oy vereceklerin oranı yüzde 90’ların üzerinde. Obama’nın zaferini ilan ettiği gün İtalyan-Türk Forumu nedeniyle Roma’dayım.

Foruma katılanların çoğu Berlusconi sillesini yemişler.

Seçimlerin üzerinden ne kadar zaman geçmiş Berlusconi’nin adı geçtiğinde hálá "bu adamı nasıl tekrar seçebildik" diye hayıflanıyorlar.

Roma’da geçen hafta 1,5 milyon kişiyi sokağa döken muhalefet lideri, eski Roma Belediye Başkanı Walter Veltroni’yi soruyorum.

"Berlusconi ile birlikte size ikisini birden hediye edebiliriz" cevabını alıyorum.

O yüzden gerçek bir değişimin sembolü haline gelen Obama seçildiğinde sıcakkanlı İtalyanların sevinçleri görmeye değerdi.

Sadece İtalyanlar mı?

Fransızlar da öyle. Son bir kamuoyu yoklamasına göre, Obama kendi liderleri olsaydı Fransa’da ona oy vereceklerin oranı yüzde 90’ların üzerinde.

İnsanlar gerçek bir lider hayalinin peşinde ve Obama bu hayal ile bütünleşmeyi başarmış bir isim.

Ama işi de zor hem de çok zor.

PERİ MASALI GERÇEĞE DÖNÜŞTÜ

İtalyan-Türk Forumu’nun konuşmacılarından, biz Türklerin yakından tanıdığı Senato Başkan Yardımcısı Emma Bonino’nun dediği gibi "Bilinçaltımızda, Obama’nın sanki tüm sorunlarımızı çözebileceği beklentisi yatıyor."

Irak, Afganistan, dünyanın gıda ve enerji sorunları, küresel ısınma, finansal kriz.

ABD, tüm zaaflarına rağmen hálá dünyanın süper gücü.

Umutların Obama’ya çevrilmesi doğal.

Peki ABD’de siyah bir lider ABD için ne anlama geliyor?

Tanıdık, tanımadık sayısız insanın bu konuyla ilgili görüşleri var ama bu soruya Nobel Edebiyat ödüllü Amerikalı siyah kadın yazar Toni Morrison’un verdiği cevap önemli.

Morrison, hayatında ilk kez Amerikan seçimlerinde bir adayı yani Barack Obama’yı açıkça desteklemiş.

Yaklaşık 10 yıl kadar önce ise gördüğü muamele yüzünden Bill Clinton hakkında "ABD’nin ilk siyah başkanı" sözlerini sarf etmiş.

Şimdi Obama’nın seçilmesini "bir peri masalının gerçeğe dönüşmesi" olarak tanımlıyor.

KİM DURDURABİLİR AMERİKA’YI

"Biz demokrasiyiz. Herkese kapımız açık, herkesi kucaklarız" sloganının esas şimdi yerine oturduğunu düşünüyor.

Morrison’un günlük hayatta ne değişeceğine ilişkin şu söyledikleri önemli:

"Siyahların gettosunda yetişmiş 14, 15 yaşlarındaki genç çocukları düşünün. Bu küçük Afrikalı-Amerikalıların şimdiye kadar kahramanları sporcular, rap müzisyenleriydi. Şimdi bir başkan olacak."

Gerçekten düşündüğünüzde, siyah başkanın rol model olması meselesi ABD’yi bir başka boyuta taşıyabilir.

Gelmiş geçmiş tüm süper güçler gibi günün birinde saltanatının sona ereceği iddiaları bile çökebilir.

Yirmi yıl sonra beyazlara göre eğitim seviyeleri çok düşük olan Afrikalı-Amerikalıların atağa geçtiğini hayal edin.

O noktadan sonra kim tutabilir ABD’yi?

"Hikayem başka bir ülkede asla böyle sonuçlanmazdı" diyen Obama ABD için sonu mutlu biten bir hikaye yazabilir.
Yazının Devamını Oku

Obamania and Emma Bonino

7 Kasım 2008
The Washington-EU relations that were tense during the Bush administration may turn into a honeymoon with Obama. “Maturity” of Europe, as deputy speaker of the Italian Senate Emma Bonino terms, will also speed up the process of Turkey’s EU process.

If I am not wrong, one of the headlines I read the other day was: “Everyone is looking for his own Obama.”

Winning the presidential elections with an overwhelming victory, Barrack Obama has pumped such a leap of hope to the entire world that people are now going after an Obama dream.

Not just the Western world but also the Aborigines of Australia, who announced that someday even an Aborigine could run the country.If even Aborigines, to whom Australian Prime Minister Kevin Rudd publicly apologized in February for the “barbaric assimilation methods” of the country, have hopes, you imagine the rest.

“Obamania” makes a peakWhen he declared victory, I was in the Italian capital Rome for the 5th Italian-Turkish Forum. Italian and Turkish participants of the meeting, themed “Turkey, European Union and the Mediterranean,” spent the night in front of TV sets.

Italians and Turks congratulated each other in the morning for Obama’s victory.

The keynote speaker of the meeting was Marta Dassu of the Apsen Institute. She was busy all night long making comments about Obama’s victory on TV programs.

Honeymoon with Europe?The Washington - European Union relations that were tense during the Bush administration may turn into a honeymoon with Obama in the White House, according to Dassu, who believes that the United States will need close cooperation with EU and Turkey if the pull-out from Iraq begins as Obama promises. The issues of Iran, the Middle East and Afghanistan may take new turns, warns Dassu, saying that with Obama, an opportunity to change the world has arrived.

The next speaker was Emma Bonino, deputy speaker of the Italian Senate.

Yazının Devamını Oku

Obama, AB sürecini etkiler mi

7 Kasım 2008
<b>ROMA</b> <br>OBAMA’dan Avrupalılar da mucize bekliyor. Demokrat Parti liderinin zaferini ilan etmesinden birkaç saat sonra İtalyan-Türk Forumu’nun Roma’daki beşinci toplantısındayız. İtalyan, Türk tüm katılımcılar televizyon başında sabahlamış.

Herkes sanki kendi lideri seçilmiş gibi heyecanlı.

Obama’nın iktidara gelmesinin ABD-Avrupa Birliği ilişkilerini daha sağlam bir zemine çekeceği, işbirliğini sağlamlaştıracağı yorumları yapılıyor.

"Bush Yönetimi’yle Avrupa Birliği arasındaki limoni ilişkiler dönemi nihayet sona erdi. ABD ile Avrupa arasında balayı yaşanacak" deniyor.

Toplantının konusu "Türkiye, Avrupa ve Akdeniz’in ortak geleceği" ama bu "geleceğe" Obama’nın seçilmesi damgasını vuruyor.

Zira şu hesap yapılıyor:

Obama Yönetimi, Avrupa Birliği ile yeniden dengeli bir ilişki kurduğu takdirde bu Türkiye’nin üyelik sürecini de olumlu etkileyebilir.

Clinton Yönetimi’nin AB üyelik sürecine nasıl taraf olduğunu düşünürsek bu pekálá mümkün.

Senato Başkan Yardımcısı Emma Bonino her şeyin Obama’ya bağlanmasına karşı çıkıyor.

"Sanki bilinçaltımızda Obama seçilecek tüm sorunlar bitecek düşüncesi var" diyor.

"Obama olsun olmasın Avrupa olgunlaşmak zorunda. Dış politikasında, savunmasında, enerji politikasında ne yapacağını artık iyi bilmek zorunda."

İLERLEME RAPORU SÜRPRİZİ


İşte Avrupa tekrar kendi gerçeğiyle yüz yüze.

Ayakları yere basan Bonino, Avrupa’da Türkiye’nin AB üyeliği için lobi yapan "Bağımsız Türkiye Komisyonu" üyesi.

Tüm üyeliği savunan Türkiye raporu yayınlamış olan komisyon bir süreden beri faaliyetlerini durdurmuş vaziyette.

Bonino, konuşmasında komisyonun yeniden çalışmalarına başlamasını istiyor.

Bunun için önümüzdeki günlerde komisyon üyesi olan, Nobel Barış ödül sahibi eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari ile konuşacağını söylüyor.

"Türkiye’nin üyelik süreci hızlandırılmalıdır. Hem Avrupa, hem Türkiye yavaşlama eğiliminde" diyor.

İtalyan-Türk Forumu hem Obama’nın zaferine, hem AB’nin İlerleme Raporu’nu açıkladığı güne denk düşüyor.

Marsilya’daki "Akdeniz Birliği" toplantısından Roma’ya gelen Ali Babacan’ı toplantıda hoş bir sürpriz bekliyor.

İtalyan Dışişleri Bakanı Frattini kısa bir süre önce Brüksel’de açıklanmış olan İlerleme Raporu’nun bir kopyasını Babacan’ın önüne koyuyor.

Babacan raporu dengeli, eleştirileri ise yapıcı bulduğunu söylüyor.

Türkiye’nin önümüzdeki hafta, İlerleme Raporu’na ayrıntılı yanıt vereceğini de ekliyor.

İtalyan-Türk Zirvesi İzmir’de

ALİ Babacan’ın verdiği rakama göre, İtalya ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 17 milyar dolar.

Türkiye’de yatırımı olan İtalyan şirketlerinin sayısı 659.

Bu şirketlerden biri, Yapı Kredi’nin ortağı UniCredit, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) ile birlikte beş yıldan beri düzenlemekte olduğu Türk-İtalyan Forumu, AB sürecine değerli bir katkı sağlıyor.

SAM Başkanı Bülent Karadeniz’in iki tarafın hem iş dünyasını, çeşitli kurumlarını kaynaştırma çabalarının altını çizmek istiyorum.

Roma’daki toplantıya görebildiğim kadarıyla azımsanmayacak sayıda İtalyan da katılmıştı.

İtalya zaten Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen bir ülke.

Benzer içerikli forumları yine ülkemizde yatırımı olan bir Fransız ya da Alman şirketlerinin SAM ortaklığıyla düzenlemesi de oldukça yararlı olabilirdi.

Emma Bonino’nun da özellikle dikkat çektiği gibi AB sürecinde iki çıban başı Almanya ile Fransa.

Bu iki ülkeyle çok ama çok çalışmak gerek.

Bu arada İtalyanların önümüzdeki hafta İzmir’de Türk-İtalyan Zirvesi’ne hazırlandıklarını öğrendik.

İtalya ticari ilişkilerini geliştirmek amacıyla çeşitli ülkelerde başkentleri dışındaki şehirlerinde zirveler düzenliyormuş.

Bunlardan bir tanesi 12 Kasım’da İzmir’de, Berlusconi’nin ve Başbakan Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleşecek.

Zorlu Enerji’nin stratejisi: Yumurtaları aynı sepete koyma

ROMA’daki toplantıda karşılaştığımız Türk işadamlarından biri Zorlu Enerji Grubu’nun Başkanı Murat Sungur Bursa.

Bursa
ile doğal gaza son zamdan yola çıkarak enerjide küçük bir ufuk turuna çıkıyoruz.

KOSGEB’in kurucusu olan Bursa, Çevre Bakanlığı, DPT, Başbakanlık Proje Uygulama Dairesi Başkanlığı dahil yıllarca kamuda çalıştıktan sonra özel sektöre geçmiş.

"Dünya enerjinin gerçek maliyetini yeni yeni keşfediyor. Enerji kaynakları kıt olan Türkiye de herkesten dikkatli olmak zorunda" diyor.

"Enerji kaynaklarımızın yönetiminde akıllı ve tedbirli olmak zorundayız" diye ekliyor.

Türkiye’nin enerjiyi rasyonel kullandığı söylenemez.

Bursa’nın dediğine göre, aynı şeyi üretmek için OECD ülkelerinin iki katı, Japonya’nın dört katı enerji tüketiyoruz.

Sanayici başta yıllarca elektriğin gerçek maliyetini göremedik.

Bursa’ya Zorlu Enerji’nin projelerini ve yatırımlarını soruyorum.

Roma’dan Moskova’ya geçecek olan Bursa önce yurt dışı projeleri sayıyor:

Moskova’da gelecek yıl devreye girmesi beklenen iki doğal gaz santralı.

İsrail’de dört adet doğal gaz santralı.

Pakistan’da önümüzdeki aylarda devreye girecek rüzgar santralı.

Türkiye’ye geçersek çeşitli illerde yedi tane hidrolik santral.

Denizli’de jeotermal santral.

Osmaniye’de 135 megavatlık rüzgar santralı.

Bursa, önümüzdeki yıl rüzgara ek bir 110 megavatlık bir yatırımın söz konusu olduğunu belirtiyor ve "enerji yatırımlarını mümkün olduğunca çeşitlendiriyoruz" diyor.

Enerji Grubu güneş enerjisini daha ucuza mal edecek bir teknoloji üzerinde Ar-Ge çalışmalarını sürdürüyormuş.

Şu anda pahalı olan güneş enerjisine AB başta olmak üzere dünyanın büyük bir bölümünün "geleceğin enerjisi" gözüyle baktığını hatırlatayım bu arada.
Yazının Devamını Oku

Uydu destekli tarıma adım attık

4 Kasım 2008
KEMAL Erdoğan Adanalı bir çiftçi.<br><br>Uzun yıllar toprakla uğraştıktan sonra şimdi tarımın bilgi ve teknoloji yani "bilişim" tarafında. Önceki gün gazeteye uğradı.

Adana’da organize ettiği ve yarın başlayacak olan "Tarım ve Bilişim Konferansı"nı etraflıca anlattı.

Aslına bakarsanız "tarım" ve "bilişim" hiç yan yana gelmeyecek iki sözcük gibi duruyor.

Biri insanlığın başladığı tarihten beri var olmuş bir şey.

İnsanın avcılıkla birlikte yaptığı ilk eylemlerden biri.

Diğeri yani "bilişim", teknolojiyi, interneti çağrıştıran daha soyut bir kavram.

Kemal Erdoğan, konferansı için "tarım ve bilişimi" yan yana getiren güzel bir davetiye bastırmış.

Uzaydan asılı bir uydu ile yeryüzünde peşpeşe sıralanmış tarlalar.

Uydu tarlaları izliyor.

Davetinin üzerinde "Daha planlı, daha kolay, daha bol üreten, daha hızlı, daha çok satan bir Türkiye. Bunu başardığımızda "Yeni bir Türkiye’yi konuşacağız" yazıyor.

AKILLI MAKİNELERE DÖNÜŞÜYOR

Bu nasıl olacak?

Dünya ciddi bir gıda krizinin eşiğindeyken, Türkiye tarımda bir devrim yaratabilir mi?

Kemal Erdoğan "Olabilir" diyor "yeter ki, teknolojiyi ve bilgiyi doğru kullanalım. Bilişim dünyası da tarımın farkına varsın".

Üç ayağı var bu devrimin.

Birincisi, uydudan ya da insanlı- insansız uçaklardan çekilen tarla görüntüleri.

Bu görüntüler özel yazılımlarla analiz edilip biçer döver, ilaçlama makineleri gibi tarlada kullanılan makinelere aktarılabiliyor.

Tarım makineleri "akıllı makinelere" dönüşebiliyor.

Dünyada 10 yıl önce kullanılmaya başlanan bu teknoloji artık ulaşılamaz değil.

Uydu görüntülerini kamudan elde etmek mümkün.

Hem bu işi yapan özel şirketlerden.

Örneğin Rusya’da çilek plantasyonları olan, Adanalı çiftçi Durdu Danişoğlu Türkiye’de uydu görüntüleriyle tarım yapmaya başlayan ilk çiftçi.

Uydu görüntüleri, daha çevreci, daha ekonomik, daha verimli kısaca "hassas tarım" için birebir.

Zira her şeyi uzaydan kontrol mümkün.

1 MİLYON ÇİFTÇİ YARARLANIYOR

İkinci ayağı çiftçinin bilgisayardan yararlanması.

Tarımla ilgili tüm bilgiler artık internet ortamında mevcut.

Türkiye’de 2,5 ila 3 milyon çiftçi var.

Erdoğan’ın tahminine göre, internet kullanan çiftçi sayısı 1 milyon civarında.

Kimi tarım sitelerinin ayda 350-500 bin kişi tarafından ziyaret edildiğini hesaplarsanız 1 milyon abartılı değil.

Ancak tarımla ilgili tüm kurumlar arasında bilgisayar bağlantısı şart.

Bir de Tarım Bakanlığı’nın çiftçi kayıtlarını paylaşması.

Bu konuda Erdoğan "Tarım Bakanlığı, doğrudan gelir desteği çalışmaları nedeniyle geniş bir çiftçi kayıt sistemi oluşturdu. Bu bilgileri tarım örgütleriyle, üniversite ve özel sektörle paylaşmasını istiyoruz" diyor.

ÜÇÜNCÜ AYAK CEP TELEFONU

Devrimin üçüncü ayağı ise cep telefonu.

"Günümüzde cep telefonu olmayan çiftçi hemen hemen yok gibi. Kayıt bilgileri olduğu takdirde bunlara cep telefonuyla ulaşmak, bilgi iletmek en kolay şey" diyor Erdoğan.

Örneğin, Ordu’da Tarım Müdürü, cep telefonuyla fındık üreticilerini koordine etmeyi başarmış.

Özetle, Türkiye’de tarım devrimi için gerekli olanları sayıyorum tekrar.

Uydu görüntüleri, bilgisayar ve cep telefonu.

Bir de Tarım Bakanlığı’nın bilgilerini paylaşması.

Uydu görüntülerini mi elde etmek daha kolay?

Yoksa, bakanlıktan çiftçi kayıt bilgilerini mi?

Doğrusu kestiremedim.
Yazının Devamını Oku