Gila Benmayor

İspanya’nın AB deneyimi Türkiye’ye yarayabilir mi?

9 Aralık 2008
<b>BARSELONA</b><br>BAYRAM nedeniyle birkaç günlüğüne Barselona’dayım. Katalonya’nın başkenti Avrupa’nın en renkli şehirlerinden biri.

Amerikan çağdaş resmi dahil iki günde üç büyük serginin gezilebileceği, sanatın yanı sıra eğlencenin hiç eksik olmadığı bir şehir.

Barselona’nın çehresi son 10-15 yılda turizm nedeniyle müthiş değişmiş.

Çoğunlukla işçi sınıfının yaşadığı eski mahalleler şimdi bar, lokanta ve dükkanlarla dolu.

Bizim Asmalımescit’in en az 20 ila 30 tanesi, Barselona’nın "Gotik Mahalle", "Antik Mahalle", "Çin Mahallesi" diye bilinen mahallelerinde.

Barselona’ya gelişimin ikinci gününde, e-postama Açık Toplum Enstitüsü’nün "İspanya Deneyimi: AB Yolunda Türkiye’ye İlham Kaynağı" Raporu’nun düşmesi iyi bir tesadüf oldu.

Gezime ayrı bir anlam kattı.

Gerçi öteden beri İspanya ile Türkiye’nin AB üyeliği açısından paralellikler kurulur.

Rastladığımız İspanyol siyasiler kendi deneyimlerinin Türkiye’ye yol gösterebileceğini sürekli vurgular.

Ancak araştırmacı William Chislett’in 50 sayfalık raporu ilk kez iki ülkeyi kapsamlı bir şekilde karşılaştırıyor.

BENZERLİKLER AZ DEĞİL

Çarpıcı benzerliklerini gözler önüne seriyor.

Bunlardan birkaçı örneğin şöyle:

Her iki ülke Akdeniz’in birer ucunda ve farklı kültürlerin kesişme noktası.

Biri Müslüman Dünya’nın, diğeri Hıristiyan Dünya’nın liderliğini elde etmeye çalışmış emperyal bir kültürden geliyor.

Ekonomileri tarıma dayalı olmuş.

Kırsal kesimlerden şehirlere göç akını yaşamışlar.

Avrupa’ya misafir işçi göndermişler.

Ayrıca terör meselesinde, silahlı kuvvetlerin siyasette rolünde de benzerlikler mevcut.

İspanya Avrupa Birliği ile müzakerelere 1978 yılında başlamış.

Tam yedi yıl sürmüş müzakereler.

1985 yılında AB üyesi olmayı başarmış.

Siyasi uzmanlara göre, 1981 yılında bir askeri darbe yaşamamış olsaydı daha erken üye olabilirdi.

Benzerlikler böyle.. Peki ya iki ülke arasındaki farklılıklar?

TABANDAN GELEN TALEP

Barselona’da bir çocukluk arkadaşımın evinde kalıyorum.

1980 darbesinden kısa bir süre sonra İspanya’ya yerleşti.

Gençliğinin büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirdikten sonra 28 yıldır burada.

İspanya’nın Avrupa Birliği üyeliğiyle geçirdiği değişimi çok iyi yaşamış.

"1980’li yıllarda dahi İspanyol toplumu düşünce tarzı olarak bizden ilerdeydi. Daha olgundu. Bireysel özgürlüklerinin daha farkındaydı" diyor.

"Franko döneminden sonra demokrasi isteyenler bunun AB ile gerçekleşeceğine inanıyordu" diye ekliyor.

Bu çok önemli bir nokta.

Chislett de raporunda vurguluyor zaten: İspanya’da AB üyeliğine talep tabandan gelmiş.

Bizde ise yukarıdan aşağıya.

Raporun son sözünü yazmış olan, Türkiye’nin 2003 ile 2006 yılları arasındaki Madrid elçisi Volkan Vural da aynı şeye "demokrasi talebine" parmak basıyor.

Vural vurguladığı ikinci önemli bir farklılık, İspanya’nın Hıristiyan mirası ve kimliği.

Bana sorarsanız bir diğer çok önemli farklılık kadına bakış.

Zapatero’nun kabinesinde bugün kadın bakanların sayısı erkeklerden fazla.

Parlamentonun yüzde 36.6’sı kadın.

AKP’nin bu kadın politikasıyla Avrupa Birliği zaten hayal.

Ekonomik kriz Avrupa’da en fazla İspanya’yı vurdu

İSPANYA tam 14 yıl boyunca "mucizevi" bir büyüme yakalamayı başarmış.

Ne ki, şimdi Avrupa’da krizin en çok etkilediği ülkelerin başında geliyor.

İspanyol ekonomisinin lokomotifi olan inşaat sektörü global krizden önce "hastalık" belirtileri göstermeye başlamış.

Zaten ülkenin global krizi daha fazla etkilenmesinin nedeni de bu sektör.

Konut satışları bir yılda yüzde 38 oranında düşmüş.

Otomotiv sektöründeki düşüş yüzde 40 oranında.

İspanyollar boğazlarına kadar borçlu.

Son verilere göre, gelirlerinin yüzde 48’i aldıkları kredilere gidiyor.

Geçen yıl yüzde 8’e düşmüş olan işsizliğin yeniden yüzde 15’lere tırmanması ihtimalinden konuşuluyor.

"Mucize" büyüme yıllarında 5 milyon göçmeni kabul etmiş olan İspanya şimdi kara kara ne yapacağını düşünüyor.

Bu arada Türkiye ile bir benzerlik daha.

İspanyollar ekonomik krizin en başında yeterli önlem almadığı için Başbakan Zapatero’ya fena yükleniyorlar.
Yazının Devamını Oku

İstanbul 2010’un hedefi gençler

7 Aralık 2008
GEÇENLERDE Brüksel’e giderken İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu ile aynı uçaktaydık. 2010 için yürütülmekte olan çalışmaların anlatıldığı toplantıları kaçırdığımı söyledim.

Çolakoğlu çantasından iki kitapçık çıkartıp verdi.

Birinde 2010 ile ilgili projelerin tümü vardı.

Diğerinde ise 2009 Programı.

Kitapçıktaki projelere baktığınızda gerçekten İstanbul’un çehresini değiştirecek, sanat ve kültün yaşamına büyük zenginlik katacak olanlar çoğunlukta.

Ama hepsini hayata geçirmek mümkün mü?

Örneğin, 1995 yılından beri yapımı devam eden, 2 bin 500 koltuklu konser salonuna sahip Ayazağa Kültür Merkezi 2010 yılında kapılarını gerçekten açacak mı?

Zira Ayazağa Kültür Merkezi’nın yapımı tam bir yılan hikayesi.

Çolakoğlu, Türkiye’nin çeşitli kentlerinde alışveriş merkezleriyle adını duyuran Multi Turkmall’un projeyi devraldıktan sonra sorun yaşanmayacağı görüşünde.

Buna karşılık aynı kitapçıkta yer alan Çamlıca Anten Kulesi, TRT ile yaşanan sorunlar nedeniyle hayata geçemeyecek.

Yine bürokratik engeller.

BİNALAR YERİNE GENÇ NESİLLER

Oysa İstanbul’un her bir tepesinden yükselen çirkin TV antenleri yerine Barselona’daki Anten Kulesi gibi modern bir heykel görünümünde bir kule ne yakışırdı şehrimize.

Evimin karşısındaki Kınalıada’ya baktığımda gördüğüm o çirkin çelik yığınlarını düşünüyorum da.

İstanbul 2010 projeleriyle ilgili kafalarda soru işaretleri az değil.

Kime sorsam "Henüz bir şey görmedik" türünde laflar söylüyor.

Doğan Hızlan da geçen hafta "somut çalışmaların" özlemini çektiğini yazmıştı.

Ancak Brüksel’de rastladığım küratör Beral Madra ise olaya bambaşka bir perspektiften bakıyor.

Madra, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Görsel Sanat Yönetmeni.

"Somut projeler nerede" diye kaygılarımı paylaştığımda bakın ne diyor:

"2010 projelerinin çoğu çocuk ve gençlere yönelik eğitim projeleri. Binalara yatırımdan fazla genç nesillere yatırımı hedefledik. 2010’un esas amacı geleceğin kuşaklarına sanat ve kültürü sevdirmek."

17 BİN SANAT ÖĞRETMENİ

Peki bunun için neler yapılıyor?

Beral Madra bazı örnekler veriyor.

Çağdaş sanatı İstanbul’un 39 ilçesindeki gençlerle buluşturmayı amaçlayan "Taşınabilir Sanat" projesi Kartal’da başlamış.

Daha sonra Tuzla ve Ümraniye’de devam edecek.

Bu proje çağdaş sanatın ustaları ve genç temsilcileriyle sohbet imkanı da tanıyor.

Yenikapı’da bir "Sanat Üretim Merkezi" oluşturulmuş.

Yine burada sanat eğitimi gören gençler önemli sanatçılarla atölye çalışmalarına katılabilecek.

2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın kent kültürü danışmanı Fikret Toksöz de yine gençlerle ilgili başka örnekler veriyor.

Çocukların ve gençlerin evrensel müzikle tanışması için bazı projeler başlamış bile.

Cem Mansur, Garo Mafyan ve Candan Erçetin’in yer aldığı projeler genellikle ilk ve orta öğretimdeki gençlere yönelik.

11-17 yaş arası 50 kadar öğrenciyle İstanbul Erkek Lisesi’nde toplantı yapılmış, müzikle ilgili ne yapılması gerektiği konusunda görüşleri alınmış.

Müzik derken demokrasi geleneğinin de yerleşmesini içeriyor projeler.

Bu arada, gecekondu bölgelerinde 100 okulda müzik odaları açılacak.

Bunlara müzik aletleri satın alınacak.

Toksöz "İstanbul’daki 17 bin sanat ve kültür öğretmenlerine seminerler düzenleyerek onları harekete geçirmeyi istiyoruz" diyor.

Madra’nın dediği gibi İstanbul 2010’un amacı gençler ise gerisi teferruat.

İyi bayramlar.

2010 İstanbul reklam filmine itirazım var

İSTANBUL 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin reklam filmini görmüşsünüzdür mutlaka.

İstanbul’un güzellikleri, dinamizmi her şey var.

Bunlara itirazım yok.

Ama işin içine insan unsuru girince durum değişiyor, reklam filmi gerçeklikten uzaklaşıyor.

Başı "kipalı" küçük bir Yahudi çocuğu İstanbul sokaklarında sıkça rastlayacağımız bir şey değil.

İstanbullu genç kızların arasında bir tek tane "başörtülü" genç kızın olmaması da hiç gerçekçi değil.

Nicedir, "başörtüsü" "çarşafı" böylesine hararetli tartışırken, dış basında yan yana dolaşan başı açık ve başı kapalı kızlara bunca rağbet varken görüntüler hiç inandırıcı gelmedi bana.

Hani, "Doğu için Geçerlidir" (Bon Pour L’Orient) diye bir deyim vardır.

Bu film tam aksine bence "Batı için Geçerlidir" (Bon Pour L’Occident) olmuş.
Yazının Devamını Oku

Müzakere olmadı sanat verelim

5 Aralık 2008
<b>BRÜKSEL</b><br>AVRUPA Parlamentosu üyesi Vural Öger kaç zamandır aynı şeyi söylüyor: "Türkiye yakaladığı şansın farkında değil. Avrupa Birliği oybirliğiyle ile müzakerelerin başlaması kararını aldı. Oybirliğinin sağlanması bir şanstır. Bir daha Türkiye’nin ayağına gelmez."

AB
Komisyonu Başkanı Barroso’nun şu sözlerini hatırlatıyor Öger:

"Müzakereler başarılı biterse Türkiye’yi kimse tutamaz."

Öger
’e bakarsanız, bugün Avrupa Komisyonu’nda gizli bir oylama yapılsa, üye ülkelerden hiçbiri Romanya ve Bulgaristan’ı Avrupa Birliği’nde görmek istemez.

Ancak bir kere müzakerelere başladıkları için süreç kendiliğinden üyeliği getirmiş.

Yani Türkiye işi sıkı tutsa üyelik gelecek.

Vural Öger, Brüksel’de sohbet fırsatı bulduğum politikacılar arasında AB müzakerelerinin gidişatından karamsarlığa kapılmış tek kişi değil.

Ankara-AB ilişkileri konusu açıldığında genellikle yüzler asık.

Ancak Türkiye’den Brüksel’e "müzakere" rüzgarı esmese de sanat ve kültür rüzgarları hiç eksik değil.

İKİ MODERN SANAT SERGİSİ

Brüksel’e bu gidişimizin nedeni, geçtiğimiz nisan ayında İstanbul Belediyesi’nin desteğiyle açılmış olan, "İstanbul Merkezi Brüksel"deki iki modern sanat sergisi.

Sergilerden biri Santralistanbul’un koleksiyonundan oluşturulmuş olan "1950’lerden 2000’lere" adını taşıyor.

Aralarında Nejat Devrim, Erol Akyavaş, Hakkı Anlı, Ömer Uluç, Gülsün Karamustafa, Canan Tolon, Kutluğ Ataman gibi sanatçılara Brüksellilerin ilgisi büyüktü.

İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010 öncesi Avrupa’da sanat ve kültürümüzü tanıtmak için önemli bir misyon üstlenmiş olan "İstanbul Merkezi"ndeki ikinci serginin küratörü Beral Madra.

Peşinen söyleyeyim ki, Madra Avrupalılara "entelektüel mesajları" baskın bir sergi hazırlamış.

Serginin adı "İstanbul Diptikleri: Modern Görsel ve Sözsel Duruşlar".

Küçük bir parantez.

Diptik birbirlerine yapışık ikiz resim levhası demek.

12 sanatçının gözünden İstanbul fotoğraflarının yanında kimi şair ve yazarların sözleri yer alıyor.

Sözsel kültürü ağır basan Türkiye’nin, görsel kültür bombardımanı karşısındaki ikilemi serginin mesajlarından biri sadece.

ÇAĞDAŞ İSTANBUL MUTFAĞI

"Çifte" serginin açılışında İstanbul mutfağının çağdaş versiyonları da sunuldu davetlilere.

İstanbul Mutfak Sanatları Akademisi’nden gelen bir ekibin hazırladığı mönü müthiş yaratıcıydı.

Merkezin Organizasyon Komitesi Başkanı Merve Gürsel, sergilerin konseptine göre mönü hazırlamak niyetinde bundan böyle.

Örneğin, önümüzdeki aylarda Marmaray kazılarından çıkartılan Bizans batıklarının fotoğrafları sergilenecek.

Bunun açılışında ise Bizans mutfağından esinlenerek hazırlanmış mönü sunulacak.

Türkiye’den Brüksel’e doğru esen bir başka sanat rüzgarı da önceki gece Güzel Sanatlar Sarayı’ndaki "Barış Konseri"ydi.

İstanbul 2010 tarafından desteklenen, konserde Fransa’da yaşayan Türk piyanist Hüseyin Sermet ile Yunanlı, Amerikalı, İranlı, İsrailli ve Mısırlı piyanistleri buluşturdu.

Turizmciler finansman sıkıntısı çekiyor

VURAL Öger ile sohbet turizme kadar uzanıyor.

Öger, küresel ekonomik kriz nedeniyle Öger Tur’un Rus işadamı Aleksander Lebedev’e satışının gerçekleşmediğini söylüyor.

"Rus turizminde düşüş yaşayabiliriz" diyor.

Bu Türkiye turizmi için kötü haber.

Brüksel’den dönünce TÜROFED Başkanı Ahmet Barut’u arayıp böyle bir tehlikenin olup olmadığını sordum.

Barut’a göre, krizin Rus turizmini ve genelde turizmi ne kadar etkileyeceği henüz belirsiz.

"Türk turizmi kasım sonu itibarıyla yüzde 13 büyüdü. İspanya turizmi eksilere düştü. Turizmin küçülme tehlikesinden fazla moralimizi bozan başka bir şey var" diyor.

Moralleri bozan şey bankaların kredi musluklarını kapatması.

Barut, mevsimlik çalışan turizm işletmelerinin, tur operatörlerinin ancak krediyle işlerini çevirebildiklerini hatırlatıyor.

"Mehmet Şimşek’in açıkladığı pakette turizm dışında her sektör vardı. Turizme devlet bankalarından destek kaynak yaratmak gerekir" diyor.
Yazının Devamını Oku

Sabancı Vakfı’nın önemli konukları

2 Aralık 2008
SABANCI Merkezi’nin konferans salonunda dün şöyle bir etrafıma baktım.<br><br>Etrafım vakıf başkanları ve vakıf temsilcileriyle doluydu. Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’dan başlarsak gözüme ilişenleri sayıyorum:

Umut Vakfı Başkanı Nazire Dedeman,

Vehbi Koç Vakfı Başkanı Yönetim Kurulu Başkanı Semahat Arsel,

Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı,

AÇEV (Anne ve Çocuk Eğitim Vakfı) Başkanı Ayşen Özyeğin,

TEMA Vakfı Onursal Başkanı Nihat Gökyiğit.

Gözümden kaçmış isimler mutlaka vardır.

Ama bu saydıklarım bile vakıfların toplumsal hayatımızda nasıl ağırlık kazandıklarını gösteriyor.

Memleketteki eğitim, sağlık, kadın, engelli sorunlarını çözmede vakıfların katkısı giderek büyüyor.

Vakıflar da ilgi alanlarını giderek genişletiyorlar.

Daha fazla nasıl etkin olabileceklerini araştırıyorlar.

İşte bu yüzden, Sabancı Merkezi’ndeki "Hibe Programları ile Fark Yaratmak" Semineri’nin iki önemli konuşmacısına ilgi hayli fazlaydı.

MANDELA’NIN YOL ARKADAŞI

Konuşmacıların biri "Dünya Sivil Katılım Topluluğu"nun onursal başkanı Dr. Kumi Naidoo.

Diğeri "Küresel Kadın Fonu"nun Başkanı Kavita Ramdas.

Naidoo, Güney Afrikalı ve Mandela’nın yanında bağımsızlık mücadelesi vermiş.

Yurtdışına kaçmak zorunda kalmış.

"Milliyetçilik ülken için ölmek değil. Ülken için mücadele etmek" diyor.

Önemli iki mesajı şu:

Günümüzde STK’sız bir dünya asla düşünülemez.

Ne hükümetler, ne iş dünyası tek başlarına bir yol alamaz.

Ancak sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğine gittikleri takdirde sorunlar aşılabilir.

Demokrasinin yerleşmesinden tutun, aile içi şiddet sorununa kadar bu böyle.

İkinci konuşmacı Kavita Ramdas’ın Çin ile ilgili verdiği örneğin altını çizmek istiyorum.

ÖZEL PROJELERE BİR MİLYON

1992 yılında Tiananmen Meydanı baskınından hemen sonra Çinli kadınlar "aile içi şiddet" için bir "alo destek" hattının kurulması gerektiğini düşünmüşler.

"Küresel Kadın Fonu"ndan yardım istemişler.

Çin’e fonun gönderdiği 10 bin dolar ile bugün 17 şehre yayılmış olan "alo destek" hattı sayesinde yüzbinlerce kadına ulaşılmış.

Türk Ceza Kanunu’nun şekillenmesinde payı olan "Kadının İnsan Hakları" Derneği Ramdas’ın yönettiği fondan yararlanmış olan bir kuruluş.

Sivil toplumun desteği hayatları değiştiriyor.

Sabancı Vakfı bu yıl "Toplumsal Geişme Hibe Programı"nı devreye sokuyor.

Program çerçevesinde kadın, genç ve engelli alanlarında geliştirilen projelere toplam 1 milyon YTL ayrılıyor.

Güler Sabancı konuşmasında önemle hatırlattı.

Projelere başvuru için son tarih 20 Ocak 2009.

Paris Belediye Başkanı’nın ’Türkiye Mevsimi’ vaadi

PARİS’in sosyalist Belediye Başkanı Bertrand Delanoe "Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler" örgütünün toplantısı nedeniyle İstanbul’daydı.

Delanoe, 2004 yılında kurulan ve yerel yönetimler arasında işbirliği amaçlayan örgütün başkanı.

İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise başkan yardımcılarından biri.

Fransız Sosyalist Partisi’nin olaylı kurultayından hemen sonra İstanbul’a gelen Delanoe ile Fransız Sarayı’nda onuruna verilen davette karşılaştık.

Delanoe renkli bir belediye başkanı.

Bir kere 19. yüzyıldan bu yana Paris’in ilk solcu belediye başkanı.

Eşcinselliğini asla saklamamış.

Buna "kafası bozulan" bir taksi şoforünün saldırısına maruz kalmış.

Seine nehrinin kıyısına kum taşıtmış.

Parislilere plaj sefası sürdürmüş.

Trafiği rahatlatmak ve hava kirliliğini önlemek amacıyla Paris’in merkezinde arabayı yasaklamış.

Bisikleti teşvik etmek için gün içersinde belirli duraklarda kiralanabilen bisiklet modelini geliştirmiş.

Dar gelirlilere yönelik ucuz konut gibi sosyal projeleri ağırlık vermiş.

Özetle çok "konuşulan" bir belediye başkanı Delanoe.

ÇABA GÖSTERECEĞİM


Ona önce İstanbul trafiğini sorduk.

Kadir Topbaş’ın Paris’e trafiği incelemek için sık sık uzman gönderdiğini söyledi.

"Bu konuda işbirliğine hazırız" dedi.

1 Temmuz 2009 tarihinden itibaren Paris, Fransa’nın çeşitli şehirlerinde "Türk Mevsimi" Festivali başlayacak.

Türkiye’nin Fransa’da tanıtımı için dokuz ay sürecek bu festival son derece önemli.

Fransız kamuoyu ilk kez Türkiye’yle ilgili böylesine kapsamlı bir festivalle tanışacak.

Paris Belediye Başkanı’na "Bu festivale katkınız ne olacak" diye sorduk.

"Sergiler, gösteriler hepsini destekliyoruz" dedi.

"Türkiye Paris Film Festivali’nin onur konuğu olacak. 14 Temmuz için yine bir Türk grubu gösteri yapacak. Türk Mevsimi’nin başarılı olması için elimden geleni yapacağım" diye ilave etti.

İstanbul’da verilmiş bu sözleri bir kenara kaydettik.
Yazının Devamını Oku

Rocard: Sarkozy sizi keşfediyor

30 Kasım 2008
FRANSIZ solunun güçlü isimlerinden ve eski başbakanlardan Michel Rocard’ı İstanbul’da dinledik önceki gün. Türkiye’nin AB üyeliğini savunduğu "Türkiye’ye Evet" kitabı bir süre önce piyasaya çıkmış olan Rocard, Galatasaray Üniversitesi’ndeki konferansında hem gerçekçi hem kulağımıza hoş gelen şeyler söyledi.

Rocard solu temsil etmekle birlikte sağcı Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin önerilerini ciddiye aldığı bir isim.

Sarkozy ile sohbetlerinde, Türkiye’nin üyeliğini de konuşmuş olduğuna hiç kuşku yok.

Dolayısıyla Türkiye karşıtı diye bellediğimiz Sarkozy’nin bize bakışıyla ilgili en "taze haberler" kesinlikle onda.

"Sarkozy son derece akıllı bir adam" diyor Rocard.

"Bölgeyi pek tanımıyordu. Ama güzel sürpriz şu: Sizi keşfetmeye başladı."

Nasıl keşfetmeye başlamış?

"Gürcistan ile Rusya arasında patlak veren krizde Türkiye’nin izlediği politika ve G-20 Zirvesi. İşte bu iki şey, Sarkozy’nin kafasındaki Türkiye imajını etkiledi."

Peki Sarkozy’nin Türkiye’yi keşfetmeye başlaması AB ile Türkiye arasındaki müzakereleri hızlandıracak mı?

İşte bu noktada Rocard pek de olumlu değil.

AVRUPA GLOBAL KRİZLE UĞRAŞIYOR

"Şunu aklınızda tutun: Siyasi Avrupa öldü. Buna karşı artık global bir krizle, uzun süreceği belli olan bir durgunlukla uğraşmak zorunda kalan bir Avrupa var"
diyor.

Avrupa’da 20 yıllık temellerin sarsıldığını, Almanya Şansölyesi Merkel’in 48 saat zarfında kendisiyle çelişkiye düşerek bankaları kurtarma paketine onay verdiğini söylüyor.

"Avrupa size bir tarih verecek durumda değil" diye de ekliyor.

Oysa Rocard’ın kendisi "Türkiye’ye Evet" kitabında Avrupa Birliği üyeliğimiz için 2023 diye bir tarih belirlemişti.

Bunu ona sorduğumuzda, "Üyeliğe en üst sınır olarak 2023 dedim, çünkü Cumhuriyetin 100. yıldönümü olarak bunun sembolik bir anlamı var" diyor.

Kulağımıza hoş gelen şeylere gelince, Rocard "Türkiye Avrupa’nın sigortasıdır" diyor.

Zira hem enerji fakiri Avrupa’nın Kafkasya’ya açılan kapısı, hem Ortadoğu sorununda uzlaştırıcı taraf.

Peki son derece durgun bir seyir izleyen Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki müzakereler nasıl canlanacak?

Rocard son noktayı koyuyor:

"Hem AB, hem Türkiye akıllı politikalar üretmek, bazı tavizler vermek zorunda. İki tarafın kamuoyunun üyelik fikrine yeniden sıcak bakmasını sağlamak gerek öncelikle."

Alman çevreciler ’Stop Ilısu’ diyor

HASANKEYF için karar aşamasına gelindi.

Almanya Kalkınma Bankası ile DekaBank, Ilısu Barajı’nın yapımı için gerekli ihracat kredisini verip vermeyeceklerini önümüzdeki günlerde açıklayacaklar.

Kredi için Türkiye’nin bazı koşulları yerine getirmesi için verilen son tarih 6 Aralık.

Enerji Bakanlığı ve DSİ’nin bu koşulları yerine getirip getirmediklerini göreceğiz.

Sonuçta, 12 bin yıllık bir uygarlığın izlerinin barajın suları altında kalmaması için mücadele edenler için kritik süreç başladı.

Ancak durum Hasankeyf’in lehine gibi görünüyor.

Zira bir yanda yukarıda Rocard’ın altını önemle çizdiği "global ekonomik kriz" var.

Şaka değil.

Avrupa’yı bir anlamda felç eden bir kriz bu.

Diğer yanda, Alman çevreci örgütlerin Alman bankalarına aşırı baskısı var.

Gelen haberlere göre, Hasankeyf’i kurtarmak için yıllardır uğraşan Doğa Derneği’yle sıkı işbirliği içerisinde olan bu örgütler ilginç bir yöntem bulmuşlar.

500 Euro’luk banknotları andıran broşürler bastırıp üzerlerine "Hasankeyf’e Dokunmayın", "Stop Ilısu", "12 bin yıllık tarihi koruyalım" yazılarını yazmışlar.

500’lük banknotların ilgi çekeceğine hiç kuşku yok. Bu sahte banknotlardan yüz binlercesi Alman mevduat sahiplerine gitmiş.

Alman kamuoyu etkilenmeye çalışılmış.

Hasankeyf bir anlamda tarihe, kültürel mirasa düşkün Avrupa’nın "vicdanının sesi" olacak.

Kültürel mirası korumak için milyonlarca Euro’luk bütçeler ayıran Avrupa, bakalım 12 bin yıllık bir tarihin sulara gömülmesine izin verecek mi, vermeyecek mi?
Yazının Devamını Oku

Krizde daha yenilikçi yaratıcı olan ortaya çıkacak

28 Kasım 2008
"KRİZ sizi nasıl etkiliyor" sorusu artık alışkanlık haline geldi. Yakınlar elbette çoğunlukta.

Ama kimi zaman şaşırtıcı ve sevindirici cevaplar da alabiliyorsunuz.

Geçenlerde Nişantaşı’nda yeni açılmış olan Japonlar’ın ünlü markası Muji’ye daldım.

Muji’nin ortaklarından, Bilsar Tekstil’in Yönetim Kurulu Başkanı Selman Bilal o sırada dükkandaydı.

Kriz ortamında Muji’nin satışları beklentinin yüzde 60 üzerinde olmuş.

Peki ya tekstil?

Bilal "Avrupa’ya mal yetiştirmeye zorlanıyoruz" diyor.

"Kısa vadeli mal isteyenler Çin’den vazgeçip bize geliyor" diye ekliyor.

Tekstilin başka önemli bir markası Koton’un yaratıcıları ve sahipleri Gülden ve Yılmaz Yılmaz çiftinden duyduklarım da güzel.

Kısa süre önce Cannes’daki fuarda "en iyi perakende başarı ödülü"nü alan Koton dile kolay günde 50 model çıkartabiliyor.

Bu miktar, ünlü İspanyol markası Zara’nın gündelik model sayısına eşit neredeyse.

Ancak Zara’nın müşteri yelpazesinde kadın ve çocuk da dahil iken, Koton genç kızlara ve genç erkeklere hitap ediyor.

2001 yılında dükkan sayısı 10 iken bugün Türkiye ve yurtdışında 180 sayısına ulaşmış olan Koton kriz filan dinlemiyor.

PANTOLON SATIŞLARI PATLADI

Yılmaz Yılmaz, "Krizde daha farklı, daha yaratıcı, daha yenilikçi olanlar ortaya çıkacak" diyor.

Koton, imalat ve lojistikten uzaklaşıp giderek daha fazla AR-GE, trend analizi, inovasyon, pazarlama gibi şeylere odaklanıyor.

Örneğin, Deloitte şirketine yaptırılan ve 7-8 ay süren bir araştırmada, Koton dükkanlarına giren müşterilerin davranışları analiz edilmiş.

ABD dışında sadece Türkiye’de uygulanan bu araştırmanın dışında başka bir araştırmada müşterinin "ifade edemediği" ihtiyaçları saptanmaya çalışılmış.

Yılmaz Yılmaz bunu söyleyince bir an duraksadım.

Acaba benim müşteri olarak "ifade edemediğim" bir ihtiyacım var mı?

Perakende dünyasında bu kadar bilimselliğe pes doğrusu.

Yılmaz çiftinin bir de ilginç bir pantolon hikayesi var.

Yılmaz Yılmaz "Pantolon satışları kötüydü" diye başlıyor.

12 tane pantolon kalıbı yaptırıp dükkana gelen tam 1000 müşteriye denetmişler.

Gönüllü müşterilerin her biri 45 dakika modellerin tümünü denemiş.

Bacakları daha uzun, popoyu daha yüksek gösteren modeller çıkmış bu çalışmanın sonunda.

Pantolon satışları yediye filan katlamış.

Yılmaz Yılmaz haklı.

Krizde yenilikçi olanlar kazanacak.

Sektörünüz daraldıysa alternatif var

YKM Yönetim Kurulu üyesi Saruhan Tan bir "melek yatırımcı" aynı zamanda.

Fikri olan ama parası olmayan girişimcilere sermaye sağlayan "melek yatırımcı" ağı LabX’in 70 üyesinden biri.

LabX’in üçüncü projesi olan "paramarka.com"un melek yatırımcılarından Saruhan Tan.

"Paramarka.com" reklam için alternatif bir mecra olacak.

İnternet ortamında bir "yaratıcı fikir havuzu" düşünün.

Reklamı yapılacak marka için fikirler ortaya atılacak ama aynı zamanda bunlarla ilgili yorumlar ve düşünceler de internet ortamında paylaşılacak.

Tan, "Google da bir hayalden doğmuştu. Bu proje de beni heyecanlandırdı. Nereye varacağını merak ediyorum" diyor.

"Yatırım kararı verirken girişimcinin gözünde bir ışık görmek de önemli" diye ilave ediyor.

Saruhan Tan’ın gözlerinde "ışık" gördüğü, Paramarka.com’un yaratıcıları iki genç kadın: Rahşan Tuncel ile Kübra Sönmez.

Genel Müdürlüğü’nü Fuat Sami’nin yaptığı LabX yönetim kurulu bu fikrin hayata geçebileceğine karar verince "melek yatırımcılar" devreye girmiş.

Paramarka 300 bin ila 400 bin YTL’lik bir proje ama Nasreddin Hoca’nın "Ya Tutarsa" fıkrasındaki gibi tutarsa milyarlık bir projeye de dönüşebilir.

LabX’in "melek yatırımcılarla" buluşturduğu başka ilginç bir proje, ilaç sektörü için deney fareler yetiştirmek.

Tarım Bakanlığı’ndan "ruhsatlı" fare.

Bu fikir de başka bir genç kadından Begüm Buğdaycı’dan çıkmış.

Saruhan Tan’a bakarsanız, bu tür projeler krizde farklı açılımlar sunabilir.

"Krizde sektörü daralmış olanlar böyle alternatif yatırım alanlarına yönelebilirler" diyor.
Yazının Devamını Oku

Norveç neden AB’ye ’hayır’ dedi

25 Kasım 2008
NORVEÇ izlenimlerine devam. Norveç Veliaht Prensi Haakon başkanlığındaki ticari heyet öncesi bu ülkeye ziyaretin ikinci durağı başkent Oslo.<br><br>Oslo’da ilk görüşme bugün Türkiye ziyareti başlamış olan Prens Haakon.

Görüşme, Oslo Kraliyet Sarayı’nda.

Detaylara girmeden önce Norveç Prensi Haakon’un kişiliğiyle ilgili önemli bir şeyi hatırlatmak istiyorum.    

Prens Haakon, eşi Mette-Marit ile evlenmek için tacından feragat etme noktasına gelmiş biri.

Evlilik dışı küçük bir çocuk sahibi Mette-Marit’e aşık olan genç Prens, ailesinin ve kamuoyunun evliliğine karşı çıkmasına rağmen bildiğini okumuş.

Yazının Devamını Oku

Norveç’ten bakınca Kafkas İşbirliği hayal değil

21 Kasım 2008
KİRKENES<br> <br>NORVEÇ veliahtı Prens Haakon 25-27 Kasım arasında beraberinde Enerjiden sorumlu Devlet Bakanı ve kalabalık bir işadamı grubuyla Türkiye’ye geliyor.
Bu resmi ziyaret önemli zira dünyanın en zengin ülkeleri arasında olan Norveç’in, Türkiye’de özellikle enerji alanında yatırımları söz konusu.

İstanbul’daki Dünya Ekonomik Forumu sırasında sohbet ettiğimiz Yatırım Ajansı Başkanı Alpaslan Korkmaz, Türkiye’yle ilgilenen bazı Norveç fonlarından söz etmişti.

İşte bu ziyaret öncesi bir grup gazeteci Norveç’teyiz.

İlk durak Norveç’in en kuzeydoğu noktası, Rus sınırına komşu Kirkenes.

Kirkenes’i çoğunuz hayatınızda duymamış olabilirsiniz.

Ancak nüfusu 10 bin olan ve yılın bu ayında sadece üç-dört saat gün ışığı yaşayan Kirkenes’in Türkiye’yle yakın ilişkisi var.

Kars ile kardeş şehir.

Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu dört, beş kez gelmiş Kirkenes’e.

Kirkenes’in önemi şundan:

İsveç, Norveç, Finlandiya ve Rusya’yı bir araya getiren "Barents İşbirliği"nin Norveç Genel Sekreterliği bu şehirde.

ZOR KOMŞU RUSYA

Norveç birliğin öncüsü ve en faal üyesi.

Eski savunma bakanlarından Thorvald Stoltenberg tarafından 1993 yılında kurulmuş olan "Barents İşbirliği" esasında "zor komşu" Rusya ile düzenli bir diyalog ortamı oluşturma çabasında.

Yukarıda saydığım dört ülke arasında Rusya ile ilişkileri düzenli bir şekilde götüren Norveç.

Rusya’ya neden "zor komşu" gözüyle bakıldığını izah edeceğim birazdan.

"Barents İşbirliği"ne dönersek, bu oluşumu ilk kez 2005 yılında Kars ziyaretim sırasında duymuştum..

Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu, Norveç örneğinden esinlenerek benzer bir oluşumu Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ile oluşturmak çabasındaydı.

Alibeyoğlu, "Barents İşbirliği"yle yakın ilişkileri sayesinde oldukça deneyim kazandı ve "Kafkas İşbirliği" projesini hayata geçirmeye hazır.

Ama Türkiye’de bu işler kolay değil.

Yaz aylarında Gürcistan Savaşı sırasında Başbakan Erdoğan "Kafkas Güvenlik ve İstikrar Platformu" projesini ortaya atmıştı.

Bu projeyle ilgili fazla yol alınmadığını biliyoruz.

Kirkenes’ten bakınca, bu tür projelerin yerel bazdan yürütüldüğünde daha başarılı olabildikleri ortaya çıkıyor.

Çünkü yerel bazda halkların bir araya gelmeleri, sanat, kültür aracılığıyla kaynaşmaları çok daha kolay.

RUSYA’YA PASAPORTSUZ GİRİYOR

Norveç Genel Sekreterliği’nin Başkanı Rune Rafaelsen geçtiğimiz ekim ayında Kars’taki 4. Kafkas Kültürleri Festivali’ne gelmiş.

Bir de konuşma yapmış.

"Sınır ötesi işbirliği için birbirini tanıma, bilgi ve kültür alışverişi önemli" demiş.

Rafaelsen’in kartının bir yüzünde Norveççe, diğer yüzünde Rusça yazıyor.

Ruslarla imzaladığı protokol sayesinde kendisi ve ekibi Kirkenes’e komşu Murmansk’a pasaportsuz girebiliyor.

"Barents İşbirliği"nin kültür işleriyle ilgilenen kişi genç bir Rus kadını.

4. Kars Kafkas Kültürleri Festivali için Türk, Ermeni, Gürcü, Azeri sanatçıların katılımıyla müthiş bir konser planlamış ancak konser aynı tarihlerdeki karakol baskını nedeniyle ertelenmiş.

Sonuçta, "Barents İşbirliği" gibi bir oluşum Türkiye ile Kafkas ülkeleri arasında neden hayal olsun?

Rusya’nın esas hazinesi Yamal Yarımadası’nda

ŞİMDİ dünyanın bu bölgesinde neden Rusya’ya "zor komşu" gözüyle bakıldığını anlatmaya çalışayım.

Kirkenes’in Ruslarla özel bir durumu var.

Zira 1944 yılında bu şehri Almanlar’ın işgalinden Ruslar kurtarmış.

Ruslar’ın, Almanlar’a yağdırdığı bombalar nedeniyle 2. Dünya Savaşı sonrası bu şehirde ayakta kalan evlerin sayısı sadece 40.

Ruslar, Kirkenes’te bir yıl kaldıktan sonra çekilmişler.

Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle, sınır kapısının açılmasıyla Murmansk’tan Kirkenes’e bir akın olmuş.

Yıllar boyu sınırın öte yakasından gelenlerle birlikte Ruslar’ın nüfusu yüzde 10’lara ulaşmış.

Kirkenes’te faaliyet gösteren bölgenin en büyük tersanesi Kimek’in bakım ve tamirini üstlendiği gemilerin yüzde 95’i Rus gemileri.

Murmansk’ta alamadıkları hizmeti burada alıyorlar. Rus tarafında bürokrasinin ağır işlemesi, rüşvet gibi şeyler Kirkenes’in işine yaramış.

Kimek’te çalışanların yüzde 30’u da Rus. Tersanenin yıllar yılı dev Rusların balıkçılık teknelerini tamir ederken son yıllarda ağırlık petrol ve gaz gemilerine doğru kaymaya başlamış.

Sadece bu veri bölgede hızla gelişmekte olan enerji tablosu için yeterli ipucu veriyor.

Barents Denizi, Kuzey Buz Denizi gaz ve petrol zengini.

ELİ DAHA DA GÜÇLENECEK

Rusya’nın açıklarında dünyanın en büyük gaz alanı Shtokman var.

Gazprom yüzde 51, Fransız Total yüzde 25 ve Norveç Statoil yüzde 24 oranında buraya ortak.

Shtokman’da 10 yıl aralıksız tüm Avrupa’ya yetecek gaz kapasitesi var.

Yine Barents Denizi’nde Norveç Snow White’ta sıvılaştırılmış doğal gaz LNG istasyonuna sahip.

Bunun hemen yanı başındaki Goliath petrol alanında 2011 ila 2012 yıllarında faaliyete geçecek.

Rusya’nın ise Yamal Yarımadası’nda petrol ve gaz hazinesi var.

"Barents İşbirliği"nin yetkililerine bakılırsa bu yarımada gelecekte Rusya’nın bankası olacak.

Rusya, Yamal’da dünyanın en büyük gaz ve petrol tesislerini inşa etmeyi planlıyor.

Bu gelecekte elini daha da güçleneceği anlamında.

Norveçli uzmanlar "Günün birinde canı Avrupa Birliği’ne doğal gaz vermek istemezse yeni müşterileri hazır. Yamal’dan direkt Asya’ya satabilir" diyorlar.

Onlara göre Rusya dikkatle izlenilmesi gereken bir komşu.

VE KOLA’DAKİ NÜKLEER BAŞLIKLAR

Bir de tabii Kuzey Buz Denizi’ndeki zengin gaz ve petrol yatakları var.

Bu denizde, Barents Denizi’nde sınırlar henüz belirlenmiş değil.

Rusya, Kirkenes’ten Alaska’ya kadar en uzun sahil şeridine sahip olduğu için burada hak iddia ediyor.

Amerikan verilerine göre, dünya enerjisinin yüzde 25’i Kuzey Kutbu Denizi’nde yatıyor.

Bu arada küresel ısınma nedeniyle Kuzey Kutbu’nda buzların daha eriyeceği ve yeni deniz yolları açılacağı hesaplanıyor.

Böyle bir durumda Japonya ile Avrupa arası yolculuk sadece 12 gün sürecek. Rusya hızla buz kütlelerini kıran tankerlerin inşaatına girişmiş.

Öte yandan yine bölgedeki Kola Yarımadası, Rusya’nın nükleer başlıklarını en fazla yoğunlaştırdığı yer.

Balık, gaz, petrol ve diğer denizaltı zenginlikleri derken nükleer başlıklar da eksik değil. "Barents İşbirliği"nin neden gerekli olduğunu ve nasıl bir misyon üstlenmiş olduğunu bilmem anlatabildim mi?
Yazının Devamını Oku