Gila Benmayor

Nabucco’da evdeki hesap çarşıya uyacak mı

16 Ocak 2009
VERDİ’nin ünlü operasından ismini alan Nabucco Boru Hattı projesi nihayet ete kemiğe bürünüyor gibi. Merkezi Viyana’da olan Nabucco Uluslararası Gaz Boru Hattı Şirketi’nin Direktörü Reinhard Mitschek’a bakarsanız, 3 bin 300 kilometrelik boru hattının yapımında geri sayım başlamış.

Önceki gün İstanbul’da dinlediğimiz Mitschek’e göre, 7.9 milyar Euro’ya mal olacak Nabucco için ilk kazma 2010 yılında atılacak.

İlk sevkiyat ise 2013 yılında başlayacak.

Yani Rus doğal gazına giderek bağımlılığı artan, geçtiğimiz günlerdeki son Ukrayna krizinde yüreği yine ağzına gelen Avrupa Birliği dört sene sonra rahat bir nefes alacak.

Devreye girdikten birkaç yıl sonra, kapasitesi 31 milyar metreküpe çıkacak olan Nabucco Türkiye’nin ekonomisine katkı sağlayacak.

Zira 2 milyon ton demir çelik, 220 bin boru parçası kullanılacak.

Hattın inşasında inşaat sektörümüze büyük pay düşecek.

Reinhard Mitschek’in çizdiği olumlu tablo böyle.

Şimdi işin detaylarına bakalım.

ÖĞÜTÇÜ: ORTADA GAZ YOK

Nabucco Boru Hattı, Türkiye’den başlayarak, Bulgaristan, Romanya, Macaristan’dan Avusturya’ya ulaşıyor.

Mitschek’e göre, Nabucco Projesi’nin diğer boru hattı projelerine göre en önemli üstünlüğü gazı çeşitli kaynaklardan sağlayacak olması.

Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan’ın yanısıra İran, Irak, Mısır ve hatta Rusya’dan da gaz taşıyabilecek.

İşte tam bu noktada duralım ve enerji uzmanı, ekonomist Mehmet Öğütçü’ye kulak verelim.

Uluslararası Enerji Ajansı ve OECD’deki görevlerinden sonra şimdi merkezi Londra’da çokuluslu bir enerji şirketinin üst düzey yöneticileri arasında olan Öğütçü "şeytanın avukatlığını" yapıyor.

Dün Londra’dan yaptığımız telefon görüşmesinde "Nabucco’da herkesin kabul ettiği olumsuz taraf ortada gaz olmadığı" diyor.

Yukarıda Reinhard Mitschek’in açıkladığı çeşitli kaynaklara değinerek "Doğalgazda yamalı bohça mantığı kabul edilemez. 20-25 yıllık uzun vadeli taahhüt gereklidir" diyor.

Öğütçü’ye göre, BOTAŞ’ın da dahil olduğu altı ülke şirketinin oluşturduğu Nabucco konsorsiyumu işe tersinden başlamış.

Önce hükümetlerarası müzakerelerle kendi aralarında anlaşma yapıp, sonra kaynak ülkelere başvurmak için yola çıkmışlar.

RUSYA, ÇİN VE HİNDİSTAN ÖNCELİKLİ

Öğütçü tek tek kaynak ülkelerin durumunu ele alıyor.

Türkmenistan’nın önceliği Rusya, ardından 40 milyar metreküp sözü verdiği Çin.

Yatırım olmadığı için Türkmenistan’ın rezervleri de duruyor yani bu ülke asla "çantada keklik" değil.

Kazakistan’ın üretimi ancak 14 ila 15 milyar metreküp.

Hem Rusya’ya veriyor, hem içerde tüketimi çok yüksek.

Azerbaycan, Nabucco’nun tem ümidi Öğütçü’ye göre.

Şahdeniz’den 8 ila 9 milyar metreküp ayırma vaadinde bulunmuş.

Ancak vaatte bulunduktan sonra Rus Gazprom Başkanı Aleksi Miller, bu ülkeye "gazı bize verin" diye ikna turlarına başlamış.

İran’a gelince dünyanın 2’nci büyük gaz rezervlerine sahip ama yatırım yapamıyor.

Bize sattığı gazı bile Türkmenistan’dan alıp büyük kárlarla bize veriyor.

Mehmet Öğütçü, "İran, gaz üretse bile Nabucco’ya para kazandırmak istemez. Türkiye’ye kendi hattı çekmek ister" diyor.

"Üstelik Pakistan, Çin, Hindistan gibi ülkelere vaatler vermiş" diye ekliyor.

Irak’a gelirsek, Öğütçü’ye göre, mevcut karmaşada bu ülkeden gaz tedarik etmek mümkün değil.

İşte bu gerekçeler yüzünden Nabucco’ya "yakın bir vadede" gerçekleşebilecek gözüyle bakmıyor.

"Bakü - Tiflis -Ceyhan Projesi’nde BP olduğu gibi bu projede sürekleyici gücü olan ağır siklet bir şirket de yok" diye ilave ediyor.

Türkiye, Nabucco pazarlığında güçlü mü

MITSCHEK’in de sunumdan anlaşıldığı gibi Türkiye ile Nabucco Konsorsiyumu arasında tam bir uzlaşma sağlanmış değil.

Sorunların bir bölümü Avrupa Birliği enerji yasalarıyla bizim yasalarımız arasındaki uyuşmazlıktan kaynaklanıyor.

Ancak bir bölümü de Türkiye’nin gaz ve kapasite kullanımıyla ilgili haklı taleplerinde düğümlenmiş.

Yine Mehmet Öğütçü’ye kulak verirsek bakın ne diyor:

"Türkiye gaz talebi giderek artan bir ülke. Avrupa, Nabucco ile kendi gaz güvenliğini düşünürken, Türkiye de kendisini düşünmek zorunda. Avrupa bize, gazı doğuda al, batıda bize teslim et. Transit parasını al diyor. Bu yeterli olabilir mi?"

Hattın büyük bölümü kendi topraklarından geçecek. Hem çevre ve sosyal sorunlarıyla karşı karşıya kalacaksın, hem hat nedeniyle komşuların Rusya ve İran ilişkileri limonileşecek.

Öğütçü haklı olarak "Değer mi" diye soruyor.

Nabucco’un Avrupa Birliği üyeliğimize büyük bir katkı sağlayacağına da pek inanmıyor.

"Öyle bir katkı söz konusu olursa önce Ukrayna için olur" diyor.

Peki Türkiye Nabucco Projesi’nden nasıl kazançlı çıkabilir?

Öğütçü, "Eğer gazın önemli bir kısmı Türkiye’de kalırsa ve Türkiye’de bölgesel bir gaz piyasası oluşursa, kazançlı çıkarız" diye konuşuyor.

Nabucco pazarlığı sürüyor.

Bakalım Türkiye istediklerini alabilecek mi?

Öğütçü’ye göre, Enerji, Dışişleri bakanlıkları, BOTAŞ, TPAO arasındaki görüş ayrılıkları olmasaydı işler daha kolay olabilirdi belki.
Yazının Devamını Oku

Bahçeşehir modeli bundan sonra nereye uygulanacak

13 Ocak 2009
BAHÇEŞEHİR Belediye Başkanı Kemal Aydın’ın ofisine girer girmez Avrupa Konseyi’nin bayrağı dikkatimi çekiyor.<br><br>Şimdiye kadar ziyaret ettiğim hiçbir belediye başkanının ofisinde böyle bir bayrak gördüğümü hatırlamıyorum. Avrupa Konseyi tarafından "Avrupa Şeref Bayrağı" adı altında 2005 yılında verilmiş.

Belediyelerimizde bir ilk.

Avrupa Konseyi’nin bayrağı zaten başlı başına Kemal Aydın’ın nasıl modern bir belediyecilik yaptığının özeti.

Zira kendi başvurusuyla, verdiği hizmet Avrupa Konseyi’nin, Yerel ve Bölgesel İlişkiler Komitesi’nin 4 yıllık denetimine tabi tutulmuş.

Denetimden başarıyla çıkınca bayrağı ofisine asmaya hak kazanmış.

Peşinen söylemem gerekir ki, ilk kez karşılaşma fırsatı bulduğum Kemal Aydın’ın yerel yönetim anlayışından etkilendim.

Hem sahadaki uygulamalarından, hem bu işe akademik boyutta müthiş kafa yorduğuna kanaat getirdiğim için.

YÖNETİŞİM MODELİ

AKP Hükümeti de etkilenmiş olacak ki, bildiğiniz gibi 5747 sayılı yeni yasayla Bahçeşehir Belediyesi’ni kapatıp Başakşehir’e bağladı.

Hem de tüm tepkilere, toplanan onbinlerce imzaya rağmen.

Gerçi Kemal Aydın’ın girişimiyle CHP’nin yasaya karşı açtığı dava sonucu 1145 belediyeden 862’si kurtuldu.

Ne ki, Bahçeşehir kapanan 283 belediye arasında.

Belediyeciliğe ANAP ile başlayan Kemal Aydın şimdi CHP’den Bakırköy aday adayı.

Peki 1999 yılında seçilen Aydın 50 bin nüfuslu Bahçeşehir’de neler yapmış?

Etrafındaki genç ekiple geliştirmiş olduğu BAYÖN-M adı altında bir yönetişim modelini uygulamış.

Bu geleneksel "piramit" modelinin aksine düz bir çizgide seyreden bir model.

Yani en tepede bir grup yönetici yerine sürekli halkla iletişim içersinde olan ve yönetişimin olmazsa olmazı "hesap veren" yöneticiler var.

PERFORMANS ÖLÇÜMÜ


Bu modelin en çarpıcı yönü performans ölçümü.

Diyelim belediyenin bir Çevre Müdürü var.

Halk bu müdürden çevre anlayışından memnun mu?

Bahçeşehir Belediyesi’nin geliştirdiği model çerçevesinde, bağımsız araştırma şirketleri altı ayda bir anketler yapıyorlar,

Anketler hizmet verenlerin performansını ölçebiliyor.

Halk aldığı hizmetten memnun değilse beceriksiz Çevre Müdürü gidebiliyor.

Hepimizin özlediği bir şey değil mi bu?

Bahçeşehir’de anketlerden çıkan sonuçlara göre, 4-5 yılda çevreden sorumlu 20’ye yakın müdür değiştirilmiş.

Peki Kemal Aydın Bakırköy’e CHP tarafından aday gösterilip kazandığı takdirde yukarıdaki modeli uygulayabilir mi?

"Elbette uygularım. Türkiye’nin her belediyesine uygulayabilirim" diyor.

Eğer aday gösterilmezse, bu belediyecik anlayışı da tarihe karışacak.

KADIN FAKTÖRÜ

Bahçeşehir Belediye Meclisi’nin yüzde 50’si kadın.

Yerel yönetimlerde kadın oranının yüzde 1’lerde süründüğünü düşünürseniz bu devrim niteliğinde bir oran.

Bu arada Kemal Aydın, AKP tarafından değiştirilmiş olan 1580 sayılı yasada önemli bir noktaya dikkat çekiyor.

1580 sayılı belediyecilik yasası 1930 yılında Atatürk tarafından oluşturulurken buna yerel seçimlerde "kadınlara seçme ve seçilme" hakkı ek madde olarak ilave edilmiş.

1930’larda elde edilen hakla gele gele yüzde 1’lere geldik.

Peki önümüzdeki yerel seçimlerin kadın adaylar nerelerde?
Yazının Devamını Oku

İnşaat sektörü ’yeşil binalara’ ısınırken

11 Ocak 2009
FRANSIZ Le Monde Gazetesi, Türkiye’de bedava kömürün yol açtığı hava kirliliğini ele aldığı gün aynı sayfada başka bir habere daha yer verdi. Fransızlar, Rusya’da, Ekaterinburg’da "çevreci bir uydu şehir" inşaatına girişmişler.

Dev askeri-sanayi kompleksi nedeniyle yıllarca dünyaya kapalı tutulan Ekaterinburg, Rusya’nın "yeşil vitrini" olacakmış.

20 milyar Euro’ya mal olacak ve 10 yıl zarfında 350 bin kişinin barınacağı uydu şehrin "yeşil binalardan" oluşacağını söylemeye gerek yok.

Yani çevreyi daha az kirleten, daha az enerji ve su tüketen, çöpünü dönüştüren evler.

Le Monde Gazetesi’ndeki haber, Rusya’nın dünyada giderek yaygınlaşan "yeşil binalar" trendinin dışında kalmak istemediğini gösteriyor.

Peki Türkiye bu "yeşil binalar" trendinin neresinde?

Dün, İstanbul’da Yıldız Üniversitesi’nde "yeşil binalar"la ilgili kapsamlı bir eğitim semineri düzenlendiğini haber vererek konuya girelim. Semineri düzenleyen "Çevre Dostu Binalar Derneği".

TEMA’nın Onursal Başkanı Nihat Gökyiğit ve Dr. Duygu Erten tarafından 2007 yılında kurulmuş.

Gökyiğit Başkan, mühendis kökenli Dr. Duygu Erten Başkan Yardımcısı.

İLK YEŞİL BİNA

Erten esasında "Çevre Dostu Binalar Derneği"nin "fikir ana"sı.

Zira "yeşil binalar" konusunda uzmanlaştığı ABD’den dört yıl önce döndükten sonra bu trendin Türkiye’de tutması için nasıl uğraştığına bizzat tanık oldum.

Semineri organize eden Duygu Erten, yabancı konuşmacı olarak iki önemli "yeşil bina" uzmanını davet etmiş.

Biri "Dünya Yeşil Binalar Konseyi"nin eski Başkanı Houston Eubank. Eubank şimdi "yeşil bina" sertifikası veren Amerikan Leed Şirketi’nde görevli.

Diğeri ise yine yeşil sertifika konusunda uzmanlaşmış İngiliz Breeam şirketinin Direktörü Martin Townsend.

Erten, yabancı konukları ve "Çevre Dostu Binalar Derneği"nin bazı üyeleriyle bir akşam yemeğinde biraraya geldik.

Kısa adı ÇEDBİK olan derneğin inşaat ve enerji sektörlerinden üye sayısı giderek artıyor. Bu iyi bir haber.

Yemekte masa komşum Soyak Enerji Yatırım’dan Aysel Tantuğ. Aktardığına göre, Soyak İzmir’de Mavi Şehir Projesi’nde enerji ve su tasarrufunu ciddi bir şekilde hesaba katmış.

Proje yüzde 100 "yeşil binalar"dan oluşmasa da ilerisi için umut verici bir adım.

Türkiye’de "yeşil bina" sertifikası için başvuran ilk inşaat şirketi, Ankara ve Erzurum’da alışveriş merkezleri yapan Hollanda kökenli Redevco.

Siemens’in Gebze’de yeni yaptırmakta olduğu bina, Türkiye’nin ilk "yeşil binası" olacak.

KAMU ÖRNEK OLMALI

Yeri gelmişken hemen belirteyim. Hindistan’da "platin yeşil bina sertifikası" almaya hak kazanmış dört bina var.

Duygu Erten’in verdiği bilgiye göre, Soyak’ın yanısıra Ağaoğlu, Tekfen, Zorlu, Eczacıbaşı’nın inşaat şirketleri "yeşil bina" trendine sıcak bakanlardan. Bu konuda kendi çalışmalarını sürdürüyorlar.

Erten, "Şu anda herkes işi öğrenme sürecinde" diyor. "Yeşil binalar"ın maliyeti yüzde 5 fazla oluyormuş. Buna karşılık karbon salımları yüzde 40 daha düşük.

Küresel ısınma tehdidinin giderek büyüdüğü günümüzde, bu azımsanmayacak bir oran. Bu yüzden özel sektörün yanısıra kamunun da bu trendi benimsemesi gerek.

Kaliforniya’da örneğin, kamu binalarının ve okulların "yeşil" olmaları şart koşuluyor. Aksi takdirde inşaat şirketleri ihalelere giremiyor.

Ekaterinburg’daki "yeşil" projenin ardında örneğin Kremlin var.

2010 yılına kadar yılda 75 milyon metrekare inşa ederek Rusya’daki konut sıkıntısına son vermek isteyen Kremlin, Ekaterinburgun tüm ülkeye örnek olması istiyormuş.

Merak ettim.

Acaba TOKİ, "yeşil bina" trendi konusunda ne düşünüyor?
Yazının Devamını Oku

Bizler alışveriş yapacağız Kanadalı emekliler geçinecek

9 Ocak 2009
DENKLEM aynen yukarıdaki başlık gibi. İstanbul’da ve Türkiye’nin çeşitli illerinde "Forum" adı altında alışveriş merkezleri dahil sayısız projeye imza atan Multi Turkmall’un CEO’su Levent Eyüboğlu’nun verdiği haberi not alırken aklıma düştü denklem. Eyüboğlu’nun haberinden başlayalım.

Kanada’nın önde gelen kurumsal gayrimenkul yatırımcılarından "Canada Pension Plan Investment Board" (Emeklilik Planı Yatırım Kurulu) Multi Turkmall’a 250 milyon Euro ile ortak olmuş.

Eyüboğlu, "Böyle bir kriz ortamında Kanadalıların parayı ödeyeceğine inanmıyordum. Ama tam yılbaşı öncesi para hesabımıza yattı" diyor.

Demek ki global krizin etkisi ne olursa olsun sermaye kárlı işler peşine düşmekten vazgeçmiyor.

Kanadalı yatırımcı 117.4 milyar Kanada doları tutarında bir fonu idare ediyor.

Adından da anlaşılacağı gibi bu Kanadalı emeklilerin parası.

Dünya ne küçük?

Türkiye’deki Multi Turkmall, alışveriş merkezleri yatırımlarıyla Kanadalı emeklilerin parasını büyütecek.

Bizim alışverişlerimiz Kanadalı emeklinin geçinme parası.

KRİZ KAPIYI ÇALMADAN

Levent Eyüboğlu’nun verdiği bilgiye göre, bu Kanada fonu geçtiğimiz aylarda oluşturulan Multi Gayrimenkul Türkiye Fonu’nun ilk kurucu yatırımcısı. İkincisiyle de görüşmeler sürüyormuş.

Bu arada Multi Turkmall’un da Hollanda merkezli, Multi Corporation’ın Türkiye iştiraki olduğunu hatırlatayım.

Bu kriz ortamında Multi Turkmall yabancı yatırımcıyı çekmeyi nasıl başarmış?

"Krizin geleceğini önceden gördük. Mayıs ayından itibaren yollara düştük. Yatırımcıların kapılarını çalmaya başladık. Türkiye’nin potansiyelini, Turkmall’un projelerini anlattık" diye anlatıyor Eyüboğlu.

Elinde çantası Kuzey Amerika, Avrupa, Körfez ülkelerin teker teker dolaşmış.

"Dünyada ekonomisiyle, nüfusuyla büyüme kapasitesi olan kaç ülke var? Masaya yatırınca altı ya da yedi ülke sadece. Alışveriş merkezleri konusunda doyum noktasına ulaşmamış ülkelerden biri Türkiye, diğeri Rusya" diyor.

Multi Turkmall’un "Forum"larından altı tanesi İzmir, Mersin, Denizli, Trabzon, Aydın ve Ankara’da hizmet veriyor.

Aralarında Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezi olmaya aday Bayrampaşa’daki Forum İstanbul dahil 6 tanesi inşaat, 12 tanesi ise proje aşamasında.

55 BİN KİŞİYE İSTİHDAM

Bitmiş olan ve devam eden projeler 2.2 milyar Euro tutarında. Hepsi tamamlandığında Multi Turkmall’un yatırımları 4.3 milyar Euro’ya ulaşacak.

Multi Turkmall’un başarısı geliştirdiği konseptte yatıyor. Araziyi bulmaktan, mimari projeye, inşaata ve dükkanların kiralanmasına kadar zincirin her halkasına hakim.

4.3 milyar Euro’luk tüm yatırımlarını tamamladığında 55 bin kişiye istihdam sağlamış olacak.

Multi Turkmall, bazı projelerinde tek başına, bazılarını ise ortaklıklarla sürdürüyor.

Örneğin, Forum Bakırköy’de ortak İngiliz Apollo Grubu.

Kriz öncesi kapı kapı dolaşarak yabancı yatırımcı arayan Levent Eyüboğlu’na kimde para olduğunu sorduk.

Hiç duraksamadan "Körfez ülkeleri" dedi. Özellikle de Suudi Arabistan ve Umman.

Mermerciye nanoteknolojiyi kim anlatacak

KONUMUZ, TÜSİAD, TÜRKONFED, Ulusal İnovasyon Girişimi, Rekabet Forumu’nun üç gün önce açıkladığı "Bölgesel İnovasyon Merkezleri" (BİM) Raporu.

"İnovasyon" sıkça değindiğim bir konu olduğu için raporun sunumunu kaçırınca bayağı canım sıkıldı.

Çareyi, yıllardan beri "inovasyon" kavramının Türkiye’de yerleşmesine ve yaygınlaşmasına uğraşan Sabancı Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cemil Arıkan’a başvurmakta buldum. Arıkan, Rekabet Forumu İcra Kurulu’nun eş başkanı.

BİM Raporu’nda neler var?

Arıkan, "Raporun amacı inovasyon kültürünü yerele taşımak. İnovasyonun yaygınlaşmasını sağlayacak network’ü kurmak. Yerel paydaşlar, yani kamu, üniversiteler, üreticiler arasında iletişimi sağlamak" diyor.

Tabii nihai amaç küçük işletmeler.

Arıkan, "Küçük işletmelere nasıl yenilikçi olacaklarını anlatmak istiyoruz. Kimi teknolojiyle, kimi yaratıcı fikirlerle daha farklı, daha kárlı işletmelere dönüşebilirler" diyor.

Diyarbakır’daki bir mermerci örneğin. Nanoteknolojinin ürününe ne katkı sağlayabileceğini nasıl bilecek?

MERSİN ÖRNEĞİ

Esasında bu "inovasyon"u yerele yayma işine soyunmuş bir ilimiz var: Mersin.

Mersin Sanayi ve Ticaret Odası
bünyesindeki "Bölgesel İnovasyon Kurulu" tam da BİM Raporu’nun işaret ettiği ve önerdiği şeyleri üç yıldan beri yapıyor.

Mersin, "inovasyon"un katkı sağlayacağı üç sektörünü tarım, lojistik ve turizmi seçmiş.

İnovasyon Kurulu gerektiği zaman devreye girip, üniversitenin desteğiyle bu sektörlerde faaliyet gösteren KOBİ’lere yol gösteriyor.

Türkiye’de "İnovasyon Yarışması" düzenleyen tek il de Mersin olsa gerek.

Şimdi Çukurova Kalkınma Ajansı’na dönüşmüş olan Mersin Kalkınma Ajansı ve "Bölgesel İnovasyon Kurulu" için çok çaba harcamış olan, geçtiğimiz haziran ayında kaybettiğimiz Mersin Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Kadri Şaman’ı da bu vesileyle saygıyla anıyorum.
Yazının Devamını Oku

Sigara lobisinin yerel seçim hesapları

6 Ocak 2009
YILIN son günü Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi’nin dönem başkanı Prof. Elif Dağlı gazeteye ziyaretime geldi.<br><br>Yanında komitenin Genel Sekreteri Mustafa Seydioğulları da vardı. Kısa adı SSUK olan komite bünyesinde, sağlıkla ilgili 40 kadar dernek ve vakfı barındırıyor.

1995 yılında kurulmuş ve gönüllü olarak sigaraya karşı mücadele ediyor.

Kolay bir mücadele değil bu.

Zira karşısında dev sigara şirketleri ve bunların büyük boyutlardaki lobi faaliyetleri var.

Buna karşılık SSUK, sahada ve Meclis’te sıkı çalışıyor.

Sigaranın geçtiğimiz mayıs ayında alışveriş merkezi, otel gibi kapalı mekanlarda yasaklanmasını sağlayan yasada önemli payı var.

Şimdi 19 Temmuz 2009 tarihinde yürürlüğe girmesi beklenen ’lokanta ve kafelere sigara yasağı’nın sulandırılmaması için kolları sıvamış durumda.

Profesör Dağlı’nın sigarayla ilgili önüme koyduğu rakamlar, paylaştığı bilgiler son derece ilginç.

Bir kere konuya şu gerçekten başlayalım.

10 YILDA İKİ KAT ARTMIŞ

Sigara en çok Hindistan, Çin, Pakistan gibi gelişmekte olan ülkelerde içiliyor.

Türkiye de bunların arasında elbet.

Türkiye’de sigara içme oranı 1986 ile 1996 arasında yüzde 50 oranında artmış.

Yani gelişmiş ülkeler sigaradan vazgeçerken, gelişmekte olan ülkelerde tüketim baş döndürücü bir çıkışta.

Türkiye’de 1980’li yıllarda erkekler kadınların önünde iken, şimdi kadın kullanıcılar tırmanışta.

Peki Türkiye’nin sigaraya harcadığı para ne kadar?

Sıkı durun yılda tam 20 milyar dolar harcıyoruz.

Bu da günde 50 milyon dolar anlamında.

KRİZDE EN SAĞLAM SEKTÖR

SSUK’un tespitine göre ekonomik kriz sigara tüketimine darbe indirmiyor.

Dağlı, "Sigara sektörü krizde en sağlam sektör. Elimizdeki verilere göre krizlerde tüketim artıyor" diyor.

Madalyonun diğer yüzünde işin sağlık boyutu var.

Profesör Dağlı’ya göre, Türkiye’de her iki insandan biri en verimli çağında sigaraya bağlı bir nedenle hayatını kaybediyor.

Türkiye sigara yüzünden ortaya çıkan sağlık sorunları için yılda 30 milyar dolar harcıyor.

Özetle sigara artı sağlığa yılda harcanan paranın miktarı 50 milyar dolar.

İşin bir yanında 50 milyar dolar, diğer yanında hayatlarının en verimli çağlarında aramızdan ayrılanlar var.

İşte bu nedenle Profesör Dağlı, "sigarasız lokanta, bar, kahvehane" yasasının sulandırılmadan hayata geçmesi için kapı kapı dolaşıyor. Türkiye’deki 600 bin kahvehaneyi çatısı altında barındıran Kahvehaneciler Sendikası ile de görüşmüş.

Meğer otel ve alışveriş merkezlerinde sigara yasağı yürürlüğe girer girmez, sigara lobisi de sendikayı ziyaret etmiş.

"Yerel seçimlerden önce lokanta ve kahvehanelere sigara yasağı gelirse seçim zamanı iş yerlerinize kimse gelmez" diye telkinde bulunmuş.

Anadolu’da kahvehaneler yerel politikacıların halkla (daha çok erkeklerle) iletişim kurdukları yerler.

Kahvehaneciler Sendikası’nın da devreye girmesiyle, "lokanta ve kahvehanede sigara yasağı" yerel seçimler sonrasına kalmış,

Profesör Dağlı’nın aktardığı hikaye böyle.

Sigara lobisi ne kadar güçlü olursa olsun "sigarasız lokanta hepimizin hakkı" diyorum.
Yazının Devamını Oku

Rusya, nükleer enerjinin neresinde

4 Ocak 2009
ULUSLARARASI Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti Fatih Birol tam bir hafta önce İstanbul’a geldi. Sabancı Holding’de ekibiyle hazırladığı "2008 Dünya Enerjisine Bakış" Raporunu sunarken birkaç kez peş peşe "Rusya’ya dikkat" dedi. Özellikle doğalgazının dörtte üçünü Rusya’dan karşılayan Türkiye’yi uyardı.

"Bir ülkeye bu kadar bağlanmak doğru değil. Doğalgazı başka yatırımlarla çeşitlendirmek gerek" uyarısında bulundu.

Fatih Birol’un uyarısından bir hafta sonra ne oldu?

Rus Gazprom şirketi, Ukrayna’nın gaz vanası kapattı.

Kapatma gerekçesi 2 milyar dolarlık borç ve yeni anlaşmada bazı maddelerde uzlaşmazlık.

Ukrayna’ya vananın kapatılması, Rusya’dan ithal ettiği gazın bir bölümünü bu ülke üzerinden alan Türkiye’nin de etkilenmesi demek.

Fatih Birol’un hiç ağzından düşürmediği sözcükler olan "arz güvenliğinin" riske girmesi demek.

İki yıl önce 2006 yılında Rusya’nın yine vanayı kapattığı günleri hatırlayın.

Türkiye bayağı zor durumda kalmıştı.

İran’ın da verdiği gazda kesinti olması nedeniyle o günlerde her birlikte bir "doğalgaz krizi" yaşamıştık.

KÖTÜ HATIRA ÇERNOBİL

Bu kez yine aynı şey olur mu?

Dünkü gazetelere göre, Botaş, Ukrayna vanasının kapatılmasından etkilenmeyeceğini açıklamış.

Öyle ya da böyle, Gazprom’un dilediği zaman Ukrayna’nın vanasını kapatmasından ötürü hep tetikte olmamız gerektiği bir gerçek.

Doğalgazı başka yatırımlarla çeşitlendirmek için Türkiye’nin ilk nükleer enerji santralı için kolları sıvadık.

Yine "Rusya" dedik.

Nükleer santral ihalesine tek başvuruyu yapan Rus AtomstroyExport-İnter Rao ve Türk ortağı Park Teknik geçtiğimiz günlerde Türkiye Atom Enerji Kurumu’nun da onayını aldı.

Bakanlar Kurulu da onayladığı takdirde Mersin-Akkuyu’da ilk nükleer santralımız kurulacak.

Daha önce de yazmıştım.

"Nükleerde hangi ülkeyle çalışılacağı, hangi teknoloji kullanılacağı önemli" diyen Fatih Birol ihaleden Rusya’nın çıkmasından hayli tedirgin.

Peki nükleer ile birlikte enerjide bağımlılığımızı arttırdığımız Rusya’nın nükleer teknolojisi ne durumda?

Biz etkilerini hálá sürdüren Çernobil’de kalmamış mıydık?

ULUSLARARASI NORMLARA UYGUN

İşte bu konuda, şükür ki hiç olmazsa rahatlatıcı haberler var.

Fransız Le Monde Gazetesi’nin 27 Aralık tarihli yazısına göre, Rusya’nın nükleer teknoloji uluslararası normlara uygun.

Gazete, haberine şöyle başlamış: "Rusya nükleer alanda da geri döndü".

Türkiye Atom Enerji Kurumu
’nun benzeri olan Rusya’nın Rosatom Şirketi’nin başındaki Sergey Kirienko Le Monde Gazetesi’nin sorularını cevaplamış.

Bir dönem başbakanlık da yapmış olan Kirienko, Rusya’nın 2025 yılına kadar 26 adet nükleer santralı devreye sokacağını söylüyor.

Krize rağmen önceden belirlenmiş olan program sürdürülecek.

Kirienko söyleşisinde, dünyada ilk nükleer santralı inşa etmiş ülkenin Rusya olduğunu hatırlatıyor.

"Nükleer teknolojimizi rahatlıkla ihraç edecek duruma geldik. Nükleerde zincirin her halkasında iddialıyız. Şeffaf ve adil olması koşuluyla her türlü rekabete açığız" diyor.

Hadi, Mersin-Akkuyu nükleer santralı için teknoloji açısından rahatladık diyelim.

Peki ama Birol’un inatla üzerinde durduğu "bağımlılık" meselesi ne olacak?
Yazının Devamını Oku

Yılın ilk saatlerinde Altın Boynuz kıyılarında

2 Ocak 2009
OTURDUĞUNUZ yerden görüş açınıza giren yerleri şöyle sıralıyorum: En uzakta Selimiye Kışlası ve Haydarpaşa.

Denizle birlikte başlayan hafif bir karaltı ve hemen ardından Sarayburnu, Topkapı Sarayı, Ayasofya ve en ön planda Yeni Cami ile ışıl ışıl bir Galata Köprüsü.

Geri planda Nur-i Osmaniye Camii ve tüm haşmetiyle Süleymaniye Camii.

Yine oturduğunuz yerden başınızı çok hafifçe sağa çevirdiğinizde Altın Boynuz yani Haliç.

Neredeyse 360 derece İstanbul.

Bu manzara nereden?

İstanbul’un en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Karaköy Perşembe Pazarı, Hırdavatçılar Çarşısı’nda yüz yıllık Griffin Han’ın çatısından.

Yeni yıla dostlarla burada, kapılarını ilk kez bizler için açmış olan "Griffin Balık" Lokantası’nda İstanbul’u kucaklayarak giriyoruz.

1910 yılında İngiliz Griffin ailesi tarafından yaptırılmış olan hanın şimdiki sahibi işadamı, GYİAD’ın eski başkanlarından Hakan Özkaraman.

Hanın ön yüzünde, New York Times’ın geniş bir şekilde yer vermiş olduğu, Özkaraman’a ait esnaf lokantası, ünlü tarihi Karaköy Balıkçısı’yla, babasından miras rulman dükkanı var.

Bu minicik rulman dükkanı Perşembe Pazarı’nın geçmişte kalan anlı şanlı günlerinden.

PERŞEMBE PAZARI’NDAN PERPA’YA

Perşembe Pazarı, bir zamanlar, yedek parça, hırdavat deyince ilk akla gelen isim.

İstanbul eski Belediye Başkanları’ndan Bedrettin Dalan’ın 1980’li yıllarda buraya el atmasıyla düşüşe geçmiş.

Dalan’ın Perşembe Pazarı’nı taşımak için Piyalepaşa Bulvarı’nda 127 bin metrekarelik bir alana PerPa’yı inşa ettirdiği hatırlardadır.

PerPa’nın ne kadar başarılı bir proje olduğu ise hálá bir soru işareti.

Zira Perşembe Pazarı esnafının yarısı PerPa’ya gitmiş, yarısı eski yerlerinde. PerPa’ya gidenlerin dükkanlarına işportacılar yerleşmiş.

Cenevizliler döneminin finans ve ticaret merkezi Perşembe Pazarı eski kimliğini yitirmiş.

Yenisine bir türlü kavuşamıyor.

Oysa tarihi açıdan baktığınızda benzersiz bir konumda.

Haliç’in hemen kıyısında.

İstanbul’un ilk camisi diye bilinen 8. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen Arap Camii burada.

KURŞUNLU HAN VE FATİH BEDESTENİ

Rüstem Paşa’nın Mimar Sinan’a yaptırmış olduğu Kurşunlu Han da burada.

Özkaraman, Kurşunlu Han’ı Griffin Han’ın çatısından gösteriyor.

Açık avlusuyla klasik bir kervansaray gibi görünen iki katlı bina oldukça yıpranmış.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u aldığında, ilk yaptırdığı eserlerden olan Fatih Bedesteni az ilerde. Bu yapı İstanbul’un en eski Türk yapılarından biri.

Özkaraman’ın babası Perşembe Pazarı’nda rulman işine girdiğinde ilk dükkanını burada açmış.

Hatta restorasyonuna önayak olmuş.

Dolayısıyla Hakan Özkaraman’ın Perşembe Pazarı tutkusunu anlamak mümkün. İşte bu tutkuyla yukarıda sözünü ettiğim muhteşem manzaralı "Griffin Balık" Lokantası’nı açmış.

GRİFFİN BALIK DÖNÜŞÜMÜN HABERCİSİ

Hakan Özkaraman, babadan kalma rulman işine devam ederken, tarihi Karaköy Balıkçısı’nın dillere destan kalitesini iki yıl önce Maslak’ta Sun Plaza’nın üst katında açtığı Sun Roof Lokantası’na aktarmıştı..

Ama anladığım kadarıyla şimdi esas göz ağrısı "Griffin Balık".

Zira Hırdavatçılar Çarşısı’nın orta yerindeki son derece şık lokantanın, bu tarihi bölgenin dönüşümünün habercisi olduğuna inanıyor.

"Perşembe Pazarı bu benzersiz dokusuyla eninde sonunda turistik bir mekan olacak, canlanacak. 2010 yılı için burasıyla ilgili bir sürü proje var zaten" diyor./images/100/0x0/55eae75af018fbb8f89e2152

"Benim burada lokanta açtığımı görenler mutlaka peşimden geleceklerdir" diye ilave ediyor.

"Uyuyan Güzel" Perşembe Pazarı, kafeleriyle, lokantalarıyla, dükkanlarıyla neden İstiklal Caddesi gibi olmasın?

Yeni yıla girerken hep birlikte "Perşembe Pazarı"nın dönüşümünü kutluyoruz.

Galata Köprüsü’nün üzerinde balık tutanlara, havai fişeklerinin ışıltısı düşüyor.

Hepinize mutlu yıllar.
Yazının Devamını Oku

Fatih Birol: Söylediklerimiz bir bir çıkıyor

30 Aralık 2008
ULUSLARARASI Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti Fatih Birol bizi yine harika bir "global enerji" turuna çıkarttı. Birol’u bundan önce kasım ayında İstanbul’daki Dünya Ekonomik Forumu’nda dinlemiştik.

Dün ona Sabancı Holding’in binasında, Enerjisa’nın düzenlediği toplantıda kulak verdik.

Birol ve Enerji Ajansı’ndaki ekibi uzun yıllardan beri yıllık "Dünya Enerjisine Bakış" kitabını ya da raporunu hazırlıyor.

Rapor enerji çevrelerinin politikalarını belirlemek için başvurdukları önemli bir kaynak.

"2008 Dünya Enerjisine Bakış" raporunun özetini Türk kamuoyunu sunmak bu kez bizzat Fatih Birol’a düştü.

Rapor 45 gün önce yayınlanmış.

Türkiye’den önce de yaklaşık 30 ülkede kamuoyunu sunulmuş.

Birol’un dediğine göre, enerjideki belirsizlikler nedeniyle bu yıl raporun satışı rekor seviyede.

DOĞALGAZ OPEC’İ NEDEN SAKINCALI

Raporun sunumu Türkiye’yi yakından ilgilendiren önemli bir gelişmeye rastlıyor.

Hatta iki gelişme diyebilirim.

Bunlardan biri, Doğalgaz OPEC’inin kurulması kararı.

Geçen hafta Moskova’da Putin’in açıkladığı bu karar doğalgaz piyasasını etkileyecek önemli bir adım.

Zira doğalgaz ihraç eden ülkeler aralarında anlaşıp fiyatı belirleyecek.

Bu ülkelerle teke tek pazarlık olanağı ortadan kalkacak.

Doğalgazının üçte ikisini Rusya’dan satın alan Türkiye açısından sakıncalı bir durum bu.

Davos’ta kendisine rastladığım her seferinde Fatih Birol buna dikkat çeker.

"Doğalgaz OPEC’i Türkiye için alarm verici bir durum" der.

Nitekim, dün sabah Sabancı Holding’in binasında karşılaştığımızda "Bak gördün mü? Dediklerimiz bir bir çıkıyor" diyor.

ÇAR PUTİN’E BAĞIMLILIK

İkinci önemli gelişme ise şu:

Yine geçtiğimiz günlerde Atom Enerji Kurumu, eylül ayındaki nükleer ihaleye tek teklif veren Rusya-Türkiye konsorsiyumuyla ilgili incelemesine tamamladı.

Bundan sonra 19 Ocak’ta fiyat belirlenecek ve teklif Bakanlar Kurulu’na götürülecek.

Yani yıllardan beri tartışılan ve Mersin-Akkuyu’da kurulması planlanan Türkiye’nin ilk nükleer santralının yapımında yine karşımıza Rusya çıkıyor.

Hem doğalgazda, hem nükleer enerjide Rusya’ya bağımlı olmak biraz fazla değil mi?

Hele çeşitli çevrelerde artık rahatlıkla "Çar" diye anılan Putin’in ülkesi söz konusu olunca.

Birol’a dün sabah Atom Enerji Kurumu’nun kararını sorunca yüzünü ekşitiyor.

Temiz çevre ve arz güvenliği açısından nükleer enerjiyi savunduğu halde Fatih Birol’un bizim nükleer ihaleyle ilgili kafasında kuşkular olduğu o kadar belli ki.

Kömür yeniden yükselen değer mi

RAPORDAN bir bölüm şöyle:

Dünya enerji talebi bugün ile 2030 yılı arasında yılda yüzde 1.6 artışla yüzde 45 büyüyecek.

Bu artışın üçte biri kömürden gelecek.

Birol’a göre, kömür daha uzun yıllar elektrik üretiminin belkemiği durumunda.

Dünya kömür talebinin yüzde 85’i de Çin ve Hindistan’dan gelecek.

Doğalgaz ve petrol yoksunu Türkiye için iyi bir haber bu.

Ama madalyonun diğer yüzünde "temiz kömür" meselesi var.

"Temiz kömür" teknolojileri kullanılmadığı takdirde kömürün çevreye zararı çok fazla.

Belediyelerin bedava dağıttığı kömürlerin yol açtığı hava kirliliğine bakın.

PETROL 2010-2015’TE 100 DOLAR

Peki petrolün durumu ne?

Birol petroldeki fiyat düşüş trendinin 2010’dan sonra değişeceği görüşünde.

2010-2015 arası yine 100 dolar seviyelerinde olacağı görüşünde.

"Önümüzdeki 25 yıl fosil yakıtlar egemen" diyen Birol’a göre, ekonomik kriz enerji yatırımlarına darbe vurmuş.

Kanada, ABD, Suudi Arabistan, Latin Amerika gibi ülkeler petrol sahalarını geliştirme projelerini ertelemiş.

Bu riskli bir durum.

Zira global ekonomi tahminlere göre, 2010 ile 2011 yıllarında tekrar yükselişe geçtiğinde talep fazla, arz ise sınırlı olacak.

Ekonomik kriz yenilenebilir enerji yatırımlarına da darbe vurmuş.

Bu arada Birol ve ekibi dünyada ilk kez önemli bir araştırmaya imza atmış.

Dünyadaki 800 kadar petrol sahası teker teker incelenmiş.

Kötü haber: OPEC dışındaki ülkelerde üretim düşüyor.

Bir kötü haber daha:

Dünyanın önde gelen petrol şirketlerinin rezervleri düşüyor.

Enerjide yarının oyuncuları ulusal petrol şirketleri olacak.

Türkiye karbon salımında artık elini çabuk tutsun

ENERJİ artık çevreden ayrılmıyor.

Yarının enerji yatırımları, küresel ısınmayı, çevreyi gözetmek zorunda.

Fatih Birol’a göre, 2009 yılı sonunda Kopenhag’da yapılacak iklim zirvesinden Kyoto’dan daha güçlü bir anlaşma çıkacak.

Birol "Artık herkes çevre meselesinin önemli olduğunu biliyor. Kopenhag’dan çıkacak kararlar hem enerji üretenleri, hem tüketenleri etkilecek" diyor.

"Kopenhag’da temel soru şu olacak. Karbon salımını hangi ülke ne kadar azaltacak" diye ilave ediyor.

Türkiye’nin de karbon salımında daha fazla "ayak sürüyen bir politika" izlememesini tavsiye gidiyor.

Yani Türkiye Kopenhag’a giderken bu konuyu etraflıca düşünmek zorunda demeye getiriyor.

Ama Polonya gibi, bu konuda "pazarlığınızı yapın" uyarısında da bulunuyor.

Yine Birol’a göre, iklim görüşmelerine, dünyaya en çok karbondioksit salan Çin, Hindistan gibi ülkeler taraf olmadıkları sürece olumlu sonuç almak mümkün değil.
Yazının Devamını Oku