Gila Benmayor

Nihayet bir belediye başkan adayı ’karbon salımı’ dedi

20 Şubat 2009
SANIRIM geçtiğimiz temmuz ayındaydı. "Hangi belediye başkanı karbon salımını düşünecek" diye sormuştum. Baktım, CHP’nin Ankara adayı Murat Karayalçın "Ankara için hazırladığımız bir dizi projenin ortak amacı karbon emisyonunu azaltmak, Ankara’yı ’karbonsuz kent’ olmaya yaklaştırmak" diye bir açıklama yapmış.

Bunca sorun varken Karayalçın’ın bunu da gündemine almış olması müthiş bir haber.

Karbon emisyonuna karşı mücadeleyi bu kadar açıkla telaffuz eden başka bir belediye başkan adayı duymadım.

Belki de yanılıyorum.

AB’nin 2020 yılına kadar karbon salımını yüzde 20 azaltmak hedefinde belediyeler çok iş düşüyor.

Geçenlerde dağıtım sektörünün önde gelen şirketlerinden TNT Ekspres Genel Müdürü Turgut Yıldız ile konuşuyorduk.

TNT’nin Türkiye’yi "pilot bölge" seçerek uyguladığı projeden söz etti.

TNT kullandığı araçların kilometre başına ne kadar karbon saldıklarını ölçebiliyormuş.

Hesaplara göre bir aracın kilometre başı saldığı karbon 690 gram.

TNT çeşitli çalışmalarla bunu yüzde 4 düşürmeyi başarmış.

Turgut Yıldız, "Çalışmalarımız sonucunda 1 yılda Türkiye’de 145 ton karbondioksit azaldı" diyor.

100 bin Euro’luk da yakıt tasarrufu sağlamış.

BELEDİYELER BÖYLE ÇALIŞIRSA

"10 bine yakın aracı olan belediyelerin böyle bir çalışma başlattığını düşünün. Hem karbondioksit salımı önemli oranda azalır, hem büyük bir tasarruf sağlanır" diye de ilave ediyor.

Peki TNT bu işi nasıl başarmış?

Bazı araçlarının motorlarının hem hacmini düşürmüş, hem kalitesini arttırmış.

Bazı araçlarını değiştirmiş.

Sürücülerini "Temiz Sürüş Eğitimi"nden geçirmeye başlamış.

Belki aklınıza gelmez ama vitesi yanlış geçirmenin bile karbon salımıyla ilgisi var.

Aynı zamanda "Sürdürülebilir Kalkınma Derneği"nin Başkanı olan Yıldız’ın hayali "hibrit" araçlar.

Yani hem elektrik, hem yakıt kullanabilen temiz çevre dostu arabalar.

TNT’nin Türkiye filosunda bu araçlardan iki adet varmış.

TNT bu ekonomik krizde diğer araçla oranla daha pahalı olan "hibrit" araçların sayısını artırabilir mi kuşkuluyum.

Ancak Karayalçın bir ihtimal Ankara belediye başkanlığına seçilirse "karbon salımını" azaltmak konusunda yol gösterebileceğinden eminim.

Böylelikle "sürdürülebilir kalkınma" adına Turgut Yıldız’a önemli bir misyon yüklemiş oldum.

Ortadoğu’ya taşımacılık krizde yüzde 20 artmış

TNT Genel Müdürü Turgut Yıldız ile ekonomik krizin taşımacılığa etkisini de konuşuyoruz elbet.

Krizde Avrupa Birliği ülkelerine ihracatın düşmesiyle birlikte bu yönde taşımacılık da düşüşe geçmiş.

"En büyük müşterilerimiz olan tekstil şirketleri AB yerine başka pazarlar arayışına girdiler" diyen Yıldız’a göre, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kuveyt, Katar gibi ülkeler tekstilcilerin imdadına yetişmiş.

Dolayısıyla Ortadoğu ülkelerine taşımacılık yüzde 20 artmış.

Yıldız’a göre önümüzdeki dönemde Afrika’ya da artması olası.

Krizde Hindistan, Çin gibi ülkelerle rekabette taşımacılığın daha da ön plana çıktığını anlatan Turgut Yıldız’ın "hızlı mal teslimiyle" ilgili anlattığı anekdot ilginç.

Tekstil sektöründeki müşterilerini görmek için geçenlerde Paris’teki fuarın yolunu tutmuş.

"Niye İstanbul ya da Gaziantep değil de Paris" derseniz Yıldız şöyle izah ediyor:

"Türkiye’de 150’den fazla tekstil firmasını ziyaret etmem aylar sürebilir. Oysa hepsinin bir arada olduğu Paris’te iki günde tümüyle görüşebiliyorum."

Pratik bir çözüm.

Her neyse anekdota gelirsek, Paris tekstil fuarında, İskandinavyalı bir alıcı bir Türk teksil şirketinde gördüğü örnekleri beğenmiş ancak sipariş için aynı gün zarfında eline ulaşmak üzere bazı değişiklikler talep etmiş.

Hangisinin olduğunu bilmiyorum ama Türk tekstil şirketi, değişikliği İstanbul’a bildirmiş ve yeni örnek aynı gün TNT ile İskandinavyalı alıcıya teslim edilmiş.

Bu hikayede benim için çarpıcı olan taşımacılığın hızı kadar Türk işadamının esnekliği.

Sanmıyorum ki, bir Çinli ya da bir Hintli tekstilci aynı gün zarfında yeni kumaş örneğini alıcısına teslim edebilsin.
Yazının Devamını Oku

Eğitimimizin durumunu bir de Ali Poyrazoğlu’ndan izleyin

17 Şubat 2009
TÜRK Eğitim Derneği Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu ile yılda bir kez buluşup eğitimi konuşuruz.<br><br>Bu yılki bulaşmamız TED’in yeni bir kampanyasına rastladı. "10 Bin Genç Meşale Daha Aydınlık Türkiye" kampanyasına bu kez destek tiyatro dünyasının ünlü bir ismi Ali Poyrazoğlu’ndan gelmiş.

Poyrazoğlu’nun eğitim tablosunun trajik ve komik yanlarını ortaya koyan "İki İleri, Bir Geri" oyunu İstanbul’da başlıyor.

Oyun İstanbul’un ardından Ankara, Bursa, Kayseri’de tiyatroseverlerle buluşacak. Ali Poyrazoğlu’nun oyununun geliri TED’in burs fonuna aktarılıyor.

Pehlivanoğlu eğitim işine kafayı fena takmış. "Eğitim siyasi iktidarlarla değişecek bir şey olmamalı. İstikrarlı, sürdürülebilir eğitim politikaları oluşturmamız şart" diyor.

TED tam bir yıl önce Ankara’da geniş kapsamlı bir uluslararası eğitim forumu düzenlemişti.

Forum sonrası eğitim sistemimizde bir yol haritasına yani bir "Ulusal Program" hazırlamaya talip olmuştu.

Bu buluşmamızda "Ulusal Program ne durumda" diye sordum. "Alt başlıklar üzerinde çalışmalar devam ediyor. 2010 yılında bitirmeyi planlıyoruz" cevabını aldım.

YILDA ON BİN ÇOCUK

Pehlivanoğlu’na göre, eğitimde "Ulusal Program" uygulanmadığı takdirde kayıp genç nesillerle karşı karşıya kalacağız.

Eğitimsiz, mesleksiz genç nesillerle artık nerelere yelken açarız bilinmez.

Poyrazoğlu’nun "İki İleri, Bir Geri" oyunu tam da bu tehlikeye dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Yukarıda sözünü ettiğim kampanyanın hedefi ise TED’in burs verdiği çocukların sayısını yılda 10 bine çıkartmak.

Selçuk Pehlivanoğlu’na göre, kriz nedeniyle bu yıl bu hedefe ulaşılmazsa bile 2010 yılında 10 bin çocuğa ulaşmak mümkün.

TED’in burs fonu 3.5 milyon dolar civarında.

Bunun yarısını TED, yarısını ise çeşitli kurum ve kişiler karşılıyor. TED sahip olduğu 22 okuldan kazandığının yarısını bu fona aktarıyor.

Yani zenginden alıp yoksula veriyor. Bir nevi modern Robin Hood’culuk yapıyor.

DERSHANE SİSTEMİNE SON

29 Mart seçimlerinden sonra TED başka bir kampanya başlatıyor. "Dershane sistemine son" kampanyası bu.

TED
’in verdiği rakamlara göre, 2004 yılında ÖSS’ye giren 1 milyon 787 öğrenci üniversite kapısına kadar dershane, özel derse vs. 8.4 milyar dolar harcamış.

Günümüzde bu rakam 10 milyar doları bulmuş.

Bu kadar harcadık ne oldu?

OECD verilerine göre, Türk öğrencilerin Fen Bilimleri’ndeki başarısı giderek düşüyor. 2003 ile 2006 arası tam 10 puan gerilemiş.

Türkiye’de, eğitimi Selçuk Pehlivanoğlu ya da ÇYDD Başkanı Türkan Saylan kadar "kafayı takmış" insanların sayıları keşke bir çoğalsa.

İşte o zaman belki gerçekten bir yol alabiliriz.

GAP’ın Şanlıurfa’ya taşınması yabancı yatırım için iyi mi

YASED’in toplantılarında Ekren’in gündeme taşıdığı GAP ile ilgili bazı kaygılara değinmekte fayda var.

GAP’ın merkezi martın ilk haftasından itibaren Şanlıurfa’ya taşınıyor.

Bunun yerel seçimlere yönelik bir adım olduğu da, GAP İdaresi’nin eski fonksiyonunu yitireceği de söylentiler arasında.

Altı ay önce GAP İdaresi’nin başına gelen Sadrettin Karahocagil, GAP’ın Şanlıurfa’da nasıl bir misyon yükleneceği yolunda bir açıklama yapmadığı için rivayetler muhtelif.

Neticede, GAP İdaresi’nin Ankara’da sadece bir irtibat bürosu kalacak. İşte bu durum yatırımcılar arasında kafalarda bazı soru işaretlerine yol açmış.

GAP’ın potansiyelinden, yabancı yatırım çekme kapasitesinden söz ederken bir anlamda "yerelleşmesi" doğru mu?

Şanlıurfa’daki GAP İdaresi uluslararası yabancı yatırımcılara nasıl ulaşacak?

"GAP İdaresi’nin İstanbul’da bir ofis açması gerekirken, Şanlıurfa’ya taşınarak kendi içine kapanması hem ulusal, hem yabancı yatırım açısından ne derece doğru" diyenler sanırım o kadar da haksız değiller.

YASED üyeleri GAP’tan stajyer alıyor

SÖZ eğitimden açılmışken, geçen hafta YASED’in (Uluslararası Yatırımcılar Derneği) İstanbul’daki iki günlük toplantılarında Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in konuşmasından not almışım.

YASED üyesi şirketler GAP bölgesinde eğitim gören üniversite öğrencilerine yaz döneminde staj imkanı sağlayacak.

Bu proje, Adıyaman, Batman, Diyarbakır gibi toplam 9 ildeki ünversite öğrencileri için önemli bir açılım anlamında.

Üniversitenin her dalında okuyan öğrencilerin yol masrafları, konaklama ve yemek giderleri karşılanacak.

Ayrıca bir aylık sigorta ile asgari ücretten maaş ödenecek.

Proje kapsamında gönüllü şirketler, öğrencilerin kültür ve sanat etkinliklerine katılmaları da sağlayacak.

200 öğrenciyi kapsayacak proje için tam 600 başvuru yapılmış.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin yaratıcı beyinlerine Endeavor rehber

15 Şubat 2009
KRİZDE "yaratıcı ve yenilikçi" olanların kazanacağını artık iyice öğrendik. Peki bu "yaratıcı ve yenilikçi" beyinler nerede?

Geçen akşam ilk kez birarada pek çoğunu gördüm desem.

Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’nın ev sahipliğinde düzenlenen Endeavor toplantısına kiminle konuşma fırsatı bulduysam hiç abartısız "yaratıcı ve yenilikçi" çıktı.

Endeavor nedir?

Bu uluslararası sivil toplum kuruluşuyla ilgili ünlü gazeteci Thomas Friedman’ın "Dünya Düzdür" kitabında şöyle bir tarifi var:

"Gelişmekte olan ülkelerde girişimcileri desteklemek için kurulmuştur. KOBİ girişimcilerinin daha büyük girişimcilerinin rehberliklerinden faydalanmaları üzerine oluşturulmuş bir modeldir. Küçük şirketlerin büyüyüp istihdam sağlamaları en etkin yoksullukla mücadele programıdır."

İki yıl önce Türkiye’de faaliyetine başlayan Endeavor Yönetim Kurulu, Mehmet Ali Babaoğlu başkanlığında, Vuslat Doğan Sabancı, Ali Koç, Emin Hitay, Suzan Sabancı Dinçer, Murat Özyeğin, Fadi Nahas, Özcan Tahincioğlu’ndan oluşuyor.

Vuslat Doğan Sabancı’nın dediği gibi, Endeavor Türkiye’de yenilikçi girişimcileri ortaya çıkarmayı, onlara yol göstermeyi, cesaretlendirmeyi ve hem ulusal ve hem uluslararası bir ağ sunmayı amaçlıyor.

Yeni yaratıcı girişimcileri ağa dahil etmek için düzenlenen toplantıda kimlere rastladığımı ve neler yaptıklarını anlatınca sanırım bu amaç daha iyi anlaşılacak.

EN İYİ 40 ÜRÜNÜ ARASINDA

PricewaterhouseCoopers Türkiye Başkanı ve Endeavor Danışma Kurulu Üyesi Cansen Başaran Symes, "Türkiye’nin en kaliteli etini" satmakla ünlenmiş Emre Mermer ile tanıştırıyor.

Emre Mermer herkesin bildiği "Dükkan" Lokantası’nın sahibi aynı zamanda.

Endeavor ağına dahil olmakla neler kazandığını anlatıyor:

"PwC önce bana bir iş planı hazırladı. Müthiş bir danışmanlık hizmeti aldım. Ardından et ürünleri incelemek için Arjantin’e gittiğimde Endeavor sayesinde tüm kapılar açıldı."

Başaran Symes
’ın tanıştırdığı bir diğer isim de Artesis Genel Müdürü Profesör Ahmet Duyar.

Artesis, elektrik motorlarıyla jeneratörlerin arızalarını erken teşhis edebilen bir teknoloji geliştirmiş.

Sadece ABD’de, motorların beklenmedik bir şekilde, ansızın "pat" diye durarak üretimi etkilemeleri 700 milyar dolarlık bir kayba yol açıyormuş. Artesis’in geliştirdiği "arıza erken uyarı sistemi" MCM (Motor Condition Monitor) teknolojisi çok sayıda ödül kazanmış.

ABD’de yayınlanan "Control Engineering" Dergisi MCM cihazlarını dünyanın en iyi 40 ürünü arasında göstermiş.

Profesör Ahmet Duyar’ın anlattığına göre, bu teknoloji 3 yıldan beri Türkiye’de, 1.5 yıldan beri de yurtdışına satılıyor.

Amerikan deniz kuvvetlerine ait gemilerde, nükleer santrallarda, otomotiv, enerji başta olmak üzere çoğu sektörlerde MCM ürünleri kullanılıyor.

TERSİNE BEYİN GÖÇÜ

Endeavor vizyonuna inandığını söyleyen Bülent Çelebi teknolojide başka bir yaratıcı isim.

AirTies Kablosuz İletişim Şirketi’nin kurucusu olan Çelebi uzun yıllarını ABD’de geçirmiş.

Türkiye’ye döndükten sonra kurduğu şirket, dört yılda "kablosuz iletişim" pazarının yüzde 60’ına hakim olmayı başarmış.

Rusya, Yunanistan ve hatta Hindistan’a ürünlerini satıyor.

ADLS modemindeki yazılımı yapan, bunun üretimini ise Tayvanlı bir şirkete veren Çelebi ile birlikte çalışan 55 mühendisten 23’ü ABD’den tersine "beyin göçü" yapan Türkler.

"ABD teknoloji alanında doymuş bir pazar. Türkiye’nin ve komşularının gelişmekte ülkeler olması büyük bir fırsat" diyor.

İnovatif girişimciliğe son bir örnek vereceğim.

PetFor Şirketi’nin kurucusu Semih Yüzen pet şişelerini toplayıp geri dönüşümle sanayiye kazandırıyor.

Yılda 8 bin ton pet şişe topluyor.

1 kiloda 30 pet şişenin olduğunu hesaplarsanız PetFor 440 milyon pet şişe topluyor. Türkiye’de toplanması gereken pet şişelerin ancak yüzde 20’si toplanıyormuş.

İlgilenenler olursa bu alanda yapacak daha çok şey var.

Beş yılda şirketini oldukça büyüten Yüzen, Endeavor ağından mutlu.

"Stanford
Üniversitesi’nde MBA eğitimi alan öğrenciler bizde staj yapıyor" diyor.
Yazının Devamını Oku

Oda seçimleri için kadınlar göğüs göğüse çarpışıyor

13 Şubat 2009
KURTSAN Şirketler Grubu Başkanı Meltem Kurtsan’dan dün gelen e-posta şöyle başlıyor<br><br>"Arkadaşlar İstanbul Ticaret Odası seçimlerinde kendi listemi oluşturdum. Bilginize." Aynı zamanda TOBB Kadın Girişimciler Kurulu İstanbul Başkanı olan Kurtsan iddialı.

İTO seçimlerinde, kendi sektörünün yani "Medikal İlaç" Komitesi’ne seçilmek için başvurmuş.

Bakmış ki, komitenin mevcut listesinde kendisine yer açılmıyor kendi listesini oluşturmuş.

Kurtsan’ın oluşturduğu yeni listede, ilk kez ilaç sektörünün başarılı işkadınları yer alıyor.

Novartis A.Ş Genel Müdürü Güldem Berkman, Eczacıbaşı Zentiva Genel Müdürü Elif Çelik, Atabay İlaç Sanayi A.Ş Yöneticisi Zeynep Atabay listede.

Dokuz kişilik listenin geri kalanı erkek.

Adlarını es geçtiğim için kusura bakmasınlar.

Kurtsan, "Medikal İlaç Komitesi’ne seçildiğimiz takdirde İTO meclisine adayım" diyor.

Ama orada durmayacak kesinlikle.

KAPI KAPI DOLAŞIYORUM

Meclis üyeliğinden sonra sırada ya İTO Yönetim Kurulu üyeliği ya da TOBB delegeliği var.

"Kadınların tüm meslek odalarında, oda meclislerinde daha aktif olmalarının zamanı geldi, geçti bile" diyor Kurtsan.

TOBB Kadın Girişimciler Kurulu
Başkanı Aynur Bektaş’ın, kadın girişimcilerin oda seçimlerinde kapıları zorlamaları için başlattığı kampanya meyvelerini vermeye başlamış.

Kurtsan’ın dışında mücadele eden bir isim de Bektaş’ın kendisi.

Bektaş, İstanbul Sanayi Odası seçimlerinde Tekstil Komitesi için kendi listesini oluşturmuş.

Sanayi Odası’ndan bir başka örnek var.

Tamamıyla erkeklerin hakimiyetinde olan döküm sektöründen gelen Aynur Ayhan, "Döküm Komitesi" için kendi listesini oluşturuyor.

Aynı zamanda "Türkiye Döküm Sanayicileri Derneği"nin Yönetim Kurulu’nda olan Ayhan, "Sanayi Odası meclisine adayım. Dökümcüleri tek tek dolaşıyorum. Oy kullanmaları için bilinçlendiriyorum. Erkekler dünyasında göğüs göğüse çarpışıyoruz" diyor.

Artık belli oldu.

İstanbul Ticaret ve İstanbul Sanayi odalarının seçimleri bu yıl farklı olacak.

Amazonların diyarı Samsun yoksa erkek cenneti mi

GEÇTİĞİMİZ salı günü KAGİDER’in Garanti Bankası’yla ortaklaşa düzenlediği "Kadın Girişimci Buluşmaları"nın beşincisi için Samsun’dayız.

Türkiye çapındaki kadın girişimcilere, "sesinize kulak veriyoruz, yanınızdayız" mesajı anlamına gelen bu toplantılar son derece verimli.

Küçük ve orta ölçekli işletme sahibi işkadınlarına yeni vizyonlar açmaya yönelik.

Gördük ki, kredilere ve AB fonlarına ulaşımdan tutun, yeni iş sahalarına kadar geniş bir yelpazede gün boyu, en yetkili ağızlardan "bilgi bombardımanı" katılımcıları mutlu kılıyor.

KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç ile Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere’nin de katıldığı toplantıda, Samsunlu kadınların, erkeklerden şikayetçi olduklarını duyduk.

Erkekler izin vermedikleri sürece iş hayatına adım atmaları zor.

Oysa her birinin hayali var.

Kimi yaptığı resimleri açacağı galeride satmak istiyor.

Kimi gelinlik satacağı bir dükkan açmak istiyor.

Toplantıda hemen arkamda oturan emekli bir öğretmen "Samsun Amazonların diyarı ama Amazonlar gittiler bir daha geri gelmediler. Bizim erkekler şimdi Amazonlardan intikam alıyorlar" diye konuşuyor.

Amazonların diyarı meğer bir erkekler cennetine dönüşmüş.

Samsun’da "erkek direncine" rağmen iş kurmayı başarmış işkadınlarının talepleri ne?

Daha düşük faizli kredi, pos makinelerinden daha az komisyon alınması.

Kısaca bankacılık işlemlerinde daha çok "pozitif ayrımcılık".

Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu’nun adı neden değişti

SAMSUN’daki toplantının açılış konuşmasını yapan KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, "Bugün özel ve umut vaat eden bir gün. Zira tam şu saatlerde TBMM’de ’Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu’ taslağı oylanıyor" diyor.

Yıllardan beri beklenen taslak nihayet oylanıyor.

Avrupa Parlamentosu üyelerinden Emine Bozkurt’un Türkiye’deki kadının durumunu ele alan "Kadın Raporu"nda, özellikle üzerinde durduğu "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu"nun hayata geçmesi kadın haklarında bir dönüm noktası.

Zira komisyon kadınlarla ilgili mevzuatı denetleyecek, hak ihlallerini soruşturabilecek.

Ne ki, Anayasa Komisyonu’ndan "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu" olarak geçen taslağın adı, son dakikada "Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu" olarak değişiyor.

Komisyonun adının değişmesini isteyen, AKP’li milletvekilleri.

10 Şubat’ta, yani oylama günü, değişiklik önergesi veriyorlar.

CHP, MHP, DSP, DTP buna itiraz ediyor.

Türkiye’nin dört bir yanından, kadın örgütlerinden itiraz sesleri yükseliyor.

Tüm partilerin uzlaşması sonucu kabul edilen "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu"nun adının değiştirilip, "fırsat eşitliği" sözcüklerinin eklenmesinin gerisinde yatan mantık ne?

Bazı kadın örgütleri temsilcileriyle konuşuyorum.

Dediklerine göre "fırsat eşitliği" sözcükleri komisyonu daha dar bir alana hapsedecek.

Daha çok istihdamı çağrıştıran sözcükler bunlar.

Son oylama önümüzdeki haftaya, 17 Şubat gününe sarkmış.

Bakalım AKP’nin dışında kalan partilerin ve kadın örgütlerinin itirazları göz önüne alınacak mı?
Yazının Devamını Oku

Avustralyalı hasta neden Türkiye’yi tercih ediyor

10 Şubat 2009
TURİZMCİNİN lügatine yeni yerleşmekte olan bir kavram var.<br><br>"Medikal Turizm." Dikkatinizi çekerim.

Sağlık değil "medikal" turizm.

Dünyanın önde gelen danışmanlık şirketi McKinsey’nin "Medikal Seyahat Pazarının Yol Haritası" araştırması önümde.

Sağlık için kimlerin seyahat ettiğini, hangi ülkeleri hangi nedenlerle tercih ettiklerini ortaya koymuş.

Örneğin, tedavilerini kendi ülkelerinin dışında yaptıranların yüzde 40’ı yüksek teknoloji peşinde.

Şimdilik sadece yüzde 9’luk bir dilim "daha ucuz" diye seyahat ediyor.

Tüm işaretler bu dilimin giderek büyüyeceği yolunda.

"Medikal Turizm"in dünyadaki cirosunun 2010 yılında 60 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyor.

Türkiye’nin hedefi yakın bir gelecekte bu pastadan 1 milyar dolar almak.

Bunun nasıl mümkün olabileceğini Anadolu Sağlık Merkezi Genel Direktörü Dr. Hasan Kuş ile konuşuyoruz.

TÜRKİYE SIRADAKİ ÜLKE

Kuş, geçtiğimiz aylarda merkezi ABD’de olan "Uluslararası Medikal Seyahat Birliği"nin toplantısına katılmış.

En üzerinde durulan konulardan biri ABD’nin sağlık giderleri olmuş.

ABD, OECD ülkeleri arasında kişi başı sağlık harcaması en yüksek olan ülke.

Oysa Amerikalı ne daha sağlıklı, ne de daha uzun yaşıyor.

Bu harcamayı kısmanın bir yolu daha ucuz tedavi.

Yani Amerikalının yurtdışında tedavi olması.

Eldeki verilere göre halen Amerikalı hastaların sadece yüzde 3’ü yurtdışına gidiyor.

Kuş’a göre, yüzde 9’luk dilimi büyük oranla Amerikalılar büyütecek.

Küresel ekonomik krizden en fazla ABD’nin etkilendiğini göz önüne alırsanız bu normal.

Şu anda sağlık turizminde üç ülke gözde.

Singapur, Tayland ve Hindistan.

Yukarıda sözünü ettiğim Amerikalı hastalardan çoğu Hindistan’a gidiyormuş.

Bu üç ülkeye medikal turizm pazarında "gelişmiş ülke" gözüyle bakılıyor.

Bundan sonra bu pazara girmeye namzet iki ülke var:

Türkiye ve Güney Kore.

SINIR ÖTESİ HASTA

Türkiye’nin pazara girişini hızlandırmak için DEİK ile TÜSİAD’ın sağlık çalışma grupları ve 11 hastaneyi çatısında birleştiren "Akredite Hastaneler Derneği" devrede.

Dernek, dünyadaki sağlık kuruluşlarını akredite eden ABD’deki komisyondan akredite olmuş.

Dolayısıyla, "Sınır Ötesi Hasta" rehber kitapçığında Türkiye’den hastaneler de var.

2009 yılında özel bir Türkiye sayısı da çıkacak.

Dr. Hasan Kuş "Türkiye kısa zamanda tedavi için daha büyük çekim merkezi olacak" diyor.

Anadolu Sağlık Merkezi’nden örnek veriyor.

ASM, bir süreden beri kanser tedavisi için "CyberKnife" teknolojisini kullanıyor.

Bu öncü tedavi şekli Avrupa’da 11 sağlık kuruluşunda, Türkiye’de ise ASM’nin dışında Hacettepe’de var.

Türkiye’de Avrupa’ya oranla yaklaşık yarı yarı daha ucuz "CyberKnife".

Bunun için İngiltere’den de kalkıp gelen var.

İnanılması güç ama henüz bu teknolojiyi kullanmayan Avustralya’dan gelen de.

Alzheimer erken teşhis testleri başlıyor

SINIR ötesi hastalar sadece İngiltere ve Avustralya’dan değil.

Yıllık cirosunun yüzde 10’unu bu tür hastanelerden elde eden ASM, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna, Kosova, Azerbaycan, Bahreyn gibi ülkelerden de hasta ağırlıyor.

Öyle ki "sınır ötesi hasta" cirosunu 2 yıl zarfında yüzde 20’yi çıkartmayı hedefliyor.

Onkoloji, kalp sağlığı, kadın sağlığı gibi alanlarda uluslararası arenada dahi artık referans gösteriliyor.

Bana son derece ilginç gelen şu:

ASM kendi bünyesinde çalışan doktorlara bilimsel kongrelere katılmaları için 2 bin dolarlık katkıda bulunuyormuş.

Tıbbi bilgilerin 3 yılda bir, yarı yarıya değiştiğini düşünürseniz bu son derece önemli.

Dr. Hasan Kuş’un çağımızın en fazla konuşulan hastalığı Alzheimer ile ilgili verdiği haberi de paylaşmak istiyorum.

ASM, Türkiye’de ilk kez Alzheimer’ı erken teşhis için altyapı çalışmalarını tamamlamış.

İki, üç hafta içerisinde testlere başlayacak.

Saylan: 100 bin kıza ulaşırsak devrim olur

PAZAR günkü "Kalkınmada Kız Çocuğu Etkisi" yazısı üzerine Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Başkanı Türkan Saylan aradı.

"Yıllardan beri kız çocuklarının kalkınmaya etkisini anlatmaya çalışıyorum" dedi.

ÇYDD, Turkcell, Metro Grup, Milliyet gibi kurumların da desteğiyle şimdiye kadar 36 bin kız çocuğuna ulaşmış.

Saylan "100 bin kız çocuğuna ulaşabilirsek devrim olur. Ulaştığımız kızların hepsi başarılı. Ailelerine, çevrelerine faydalı. 100 bin kız çocuğuna ulaşmak Türkiye’nin ortak projesi olmalı"
diye ekledi heyecanla.

Bir kız çocuğunun masrafı yılda 440 lira.

Saylan’ın dediği gibi 100 bin kız çocuğuna ulaşılırsa Türkiye daha çabuk kalkınır.
Yazının Devamını Oku

Kalkınmada ’kız çocuğu’ etkisi

8 Şubat 2009
DAVOS notlarımı bir kenara kaldırmıştım.Ancak önceki gün Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı "Türkiye’de Kadının Durumu" raporuna gözüm ilişince notlarıma geri döndüm. Rapordaki bazı veriler Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl yayınladığı "Cinsiyet Uçurumu" verilerinden pek de farklı görünmüyor.

KSGM’nin raporundakiler en taze veriler olduğuna göre bunları tekrarlamakta yarar var.

Türkiye’de hálá beş kadından biri okuma yazma bilmiyor.

Beş hamile kadından biri doğum öncesi hiç bakım alamıyor.

Kadınların karar verme mekanizmalarındaki oranı yüzde 6.

ABD’de bu oran yüzde 46, komşumuz Yunanistan’da yüzde 26.

Parlamentoda temsil oranı Türkiye’de sadece yüzde 9.

Geliyoruz en önemli verilerden birine.

2007 yılında kadının iş gücüne katılım oranı yüzde 22.2 olarak gerçekleşmiş.

Kayda geçmiş olan en son rakam yüzde 24’ler gibiydi.

Demek ki kadının istihdam oranı giderek geriliyor.

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede bu oranın ortalama yüzde 58.3 olduğu da raporda hatırlatılmış.

Yine raporun bir yerinde kadının Türkiye’de "ev ve iş yaşamını uzlaştıramadığının" altı çizilmiş.

Yani devlet kadının çalışması için uygun ortamı sağlamaktan uzak.

KRİZDE EN İYİ YATIRIM

Davos notlarıma dönersek en son katıldığım oturumlardan biri "Kalkınmada Kız Çocuğu Etkisi" başlığını taşıyordu.

"Mikro-kredinin" mucidi, Nobel Barış ödüllü Muhammed Yunus’un da konuşmacılar arasında olduğu panelde ayrıca Afrikalı genç kızların tarıma katkısı anlatan Melinda Gates, Endonezya Ticaret Bakanı Mari Pangestu, Unicef Başkanı Ann Veneman gibi isimleri dinledik.

Dinleyiciler arasında olan İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’in eşi Cherie Blair de panele katkıda bulundu.

Kız çocuklarıyla ilgili istatistiki bilgilerin yeterli olmadığını söyledi.

Panelin ana teması başlığından da anlaşılacağı gibi, kız çocuklarının eğitimi ve büyüdüklerinde istihdama katılmalarının kalkınmaya etkisi.

Bu etki öylesine büyük ki, panelistler oturumun sonunda "Ekonomik krizde en iyi yatırımın kız çocuklarına yapılacak yatırım" olduğuna karar verdiler.

MİLLİ GELİRE KATKI

Dünya Bankası Genel Müdürü, Nijerya eski Maliye Bakanı Dr. Ngozi Okonjo-İweala, araştırmalara göre, kız çocuğunun kalkınmaya etkisi en açık şekilde milli gelirin katlanmasında görülüyor.

Okonjo-İweala, "Genç kızlar istihdama dahil edildiklerinde yoksulluk sorunundan, ailevi sorunlara ve hatta global ısınmaya kadar katkıları inanılmaz büyük" diyor.

İşte tam bu nedenle "mikro-kredi"nin kadınlara verildiğini vurgulayan Muhammed Yunus, krediyi alan kadının bunu daha akıllıca kullandığını, hem ailesinin, hem çevresinin hayatına katkı yaptığını söylüyor.

Yunus, güneş enerjisinden yararlanmak için "Grameen Solar Enerji" diye bir şirket kurmuş.

Şimdiye kadar 200 bin evin güneş enerjisinden yararlanmasını sağlamış.

İşin güzel yanı, işsiz genç kızlar güneş enerjisini sağlayan sistemin parçalarını imal etmeyi ve hatta monte etmeyi öğrenmişler.

Yunus "Önceleri bu parçaları ithal ediyorduk. Ama sonra bunları imal edebileceğimizi gördük ve genç kızları devreye soktuk" diye anlatıyor.

Yine Yunus’un başka bir projesinde, genç kızlar sağlık sistemine entegre edilmiş.

Hemşire olarak yetiştirilip kırsal kesimlerde evden eve hizmet veriyorlarmış.

EV KADINI OLUNCA BOŞANMA YOK

Örneğin bu her beş hamile kadınımızdan birinin sağlık hizmetinden yararlanamadığı ülkemizde pekála uygulanabilir bir model gibi geliyor bana.

Yunus’un verdiği bir örneğe daha değinmek istiyorum.

O da önemli.

Kadınlara ev kredisi vermek için arsanın tapusunu getirme koşulu isteniyormuş.

Genellikle tapu kocanın üzerinde olduğu için kadın kocayı ikna ederek istenen belgeyi getiriyor.

Ev haliyle onun üzerine geçiyor.

Muhammed Yunus "Bangladeş’te bir erkek karısına üç kere ’boşsun’ dediği zaman boşanabiliyor. İşte bu tapu kadını koruyor. Erkek tapusu olan kadını boşamıyor" diyor.

Ne yazık ki, 21. yüzyılda dünyada hálá genç kızlar ve kadınları "koruma altına" almak için böylesine yaratıcı stratejilere ihtiyaç var.
Yazının Devamını Oku

Çevre kirliliğimizle Erin Brockovich’ler bile başa çıkamaz

6 Şubat 2009
HOLLYWOOD starlarından Julia Roberts’ın başrolde olduğu "Erin Brockovich" filmini hatırlarsınız.
Film Roberts’e bir Oscar ödülü getirmişti.

Roberts, ABD’nin batı kıyısındaki enerji devi Pasifik Gaz ve Elektrik (PG&E) Şirketi’nin çevreyi nasıl kirleterek, halk sağlığını tehdit ettiğini kanıtlamayı başaran "çevre kahramanı" Erin Brockovich’i canlandırmıştı.

Erin Brockovich geçtiğimiz günlerde İstanbul’daydı.

Aynen Julia Roberts gibi ipince ve uzun bacaklı.

Heyecanlı.

Filme konu olan hikayesini kendi ağzından dinledik.

Bir hukuk bürosunda yazışmalardan sorumlu memur olarak göreve başladıktan sonra enerji şirketiyle ilgili şikayetler dikkatini çekmişti.

Şikayetlerin üzerine gidince, Pasifik Gaz ve Elektrik Şirketi tesislerinden yeraltı sularına zehirli atık karıştığını ortaya çıkarmıştı.

Şirketi adalete hesap vermeye zorlamak öyle kolay olmamıştı.

Sonuçta, şirkete zehirli atıklardan etkilenen 600 mağdura Amerikan tarihinin en yüklü tazminatı, 330 milyon doları ödetmeyi başarmıştı.

Bunun için büyük bir mücadele vermişti Brockovich.

Garanti Özel Bankacılık Konferansı’ndaki konuşmasında "Mücadeleyi tek başıma vermedim. Bana inanan, destekleyen insanlarla kalabalık bir gruptuk" diyor.

"Kalabalıksanız önünüzde kimse duramaz" diye ilave ediyor.

Ama orası Amerika.

Brockovitch çevre bilinci gelişmiş insanlarla birlikte mücadele ediyor.

Yasalar da müsait.

Dün sabah 15. kuruluş yılını geride bırakan DenizTemiz (Turmepa) Derneği’nin yeni Yönetim Kurulu Başkanı Tezcan Yaramancı’yı dinlerken aklım Erin’in hikayesinde.

Denizlerimiz, akarsularımız, göllerimiz öylesine kirli ki...

Onlarca Erin Brockovich gelse işin altından kalkamaz.

Aşağıdaki bilgiler Yaramancı’nın konuşmasından.

"Ülkemizde bulunan 107 adet Organize Sanayi Bölgesi’nden sadece 33’ünde ve 3 bin 225 belediyeden sadece 322 tanesinde Atık Arıtma Tesisi var."

Turizm tesislerinin yüzde 81’inde ise arıtma tesisi yok.

Deniz kirliliği sağlığımızın yanısıra balıkçılık ve turizmi de tehdit ediyor.

ÖNCELİKLE EĞİTİM AMA

15 yıl önce Boğaz’da denizden çöp toplayarak dikkat çekmeyi başaran Turmepa şimdi öncelikle "eğitim" yani "çevre bilinci" diyor.

Şimdiye kadar 11 ilde 8 bini aşkın öğretmene ve 3 milyon öğrenciye ulaşılmış.

2011 yılına kadar hedefte 6,5 milyon öğrenci var.

Peki hadi genç nesli eğittiniz, kamunun, yerel yönetimlerin sorumluluğu ne olacak?

Turmepa Genel Müdürü Levent Ballar hatırlatıyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği çevre mevzuatına uyumu için 50 milyar euro gerekiyor.

Avrupa bunun yüzde 20’sini karşılıyor.

Paranın gerisi nereden gelecek?

Ama esas siyasi irade nerede?

Marmara’yı kim kurtaracak? Topbaş mı yoksa Kılıçdaroğlu mu

TURMEPA Yönetim Kurulu Başkanı Yaramancı dikkat çekiyor.

İstanbul belediye başkan adayları Topbaş ve Kılıçdaroğlu deniz ulaşımına önem vereceklerinin altını çizmişler.

Ulaşım güzel de Marmara Denizi’nin korkunç boyutlara ulaşan kirliliği ne olacak?

Marmara Denizi, hem evsel ve endüstriyel atıkları, hem nehirlerden ve ulaşımdan kaynaklanan kirliliği artık kaldırmıyor.

Can çekişiyor.

İSKİ’nin rakamlarına göre günde şebekeye basılan su miktari 3 milyon metreküp civarında.

Bunun ancak 50’de biri arıtmaya tabi tutulabiliyor.

Marmara’yı kurtaracak biyolojik arıtma tesisleri son derece yetersiz.

Üniversitelerin ölçümlerine göre Marmara’nın suyunda bulunması gereken çözünmüş oksijen miktarı bazı yerlerde sıfır.

Marmara’da 1980’lerde görünen 143 tür balık yok olmuş.

Sadece İzmit Körfezi’nden günde 6.6 kilo kurşun, 43 kilo çinko, 2 kilo bakır, 209 kilo krom, 5 kilo cıva deniz suyuna karışıyor.

Kadir Topbaş’ın belediye başkanlığı sırasında Marmara Denizi’nin alt yapı sorunlarına eğilmediği sonuçlardan ortada.

Kılıçdaroğlu ile İstanbul için hayli iddialı havalarda olan CHP’nin bu konuda somut projeleri var mı?

Varsa duymak isterim.
Yazının Devamını Oku

Davos’ta Say ile Salman da vardı

3 Şubat 2009
GÜRÜLTÜSÜ patırtısıyla, her zamankinden kalabalık katılımcılarıyla, ilginç ve ilginç olmayan oturumlarıyla, parlak ve parlak olmayan konuşmacılarıyla, dünyaya yön veren siyasetçileriyle bir Davos daha geride kaldı. Bu yılki Davos’a küresel ekonomik krizin damgasını vurması beklenirken Erdoğan-Peres gerginliği öne geçti.

2009 Dünya Ekonomik Forumu’nun en fazla akılda kalan olayı olarak kayda geçti.

Bir kez daha siyaset her şeyin önüne geçti.

Sanatın da, toplumların refahı için çalışan insanların da.

Oysa Davos’ta bu yıl Türkiye için övünç kaynağı olabilecek iki olay vardı.

Her ikisi de ne yazık ki olaylı panelin gölgesinde kaldı.

DEF’in kapanış konserinde ünlü piyanistimiz Fazıl Say sahnedeydi.

Performansı her zamanki gibi mükemmeldi.

Luzern Orkestrası eşliğinde Saint-Saens’in "piyano için konçerto" eserini kusursuz bir biçimde icra etti.

Fazıl Say alkışlanırken, Çin katılımcıdan "şimdiye kadar dinlediğim en güçlü yorumcu" sözlerini işitmek ne kadar gurur vericiydi.

Keşke bu sözler de manşetlere çıksaydı.

GÖÇMENLERLE İLGİLENEN TÜRK

Diğer olay ise şu:

Schwab Vakfı’nın her yıl seçtiği "yılın sosyal girişimcileri" arasında bu yıl Almanya’dan Ramazan Salman adında bir Türk var.

Almanya’da Schwab Vakfı’nın açtığı yarışmada 50 kişiyi geride bırakmayı başaran Salman kim?

İstanbul doğumlu ve 42 yıldan beri Almanya’da yaşıyor.

Hem sosyoloji, hem psikoloji okumuş ve "tıp sosyoloğu" sıfatıyla Hannover’de "Etno Tıp Merkezi"nin kurucusu.

Göçmenlerle ilgilenen Avrupa’nın en büyük sağlık kuruluşunun başında Ramazan Salman.

Aynı zamanda Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in oluşturmuş olduğu Uyum Zirvesi’nin üyesi.

Peki "Etno Tıp Merkezi" ne yapıyor?

Davos’ta iki oturum arası sohbet imkanı bulduğum Salman anlatıyor.

"Bu merkezde göçmenlerin sağlık durumuyla ilgili araştırma yapıyoruz. Devletin sağlık hizmetleri göçmenlere nasıl ulaşıyor? Kaç göçmen bu hizmetten yararlanıyor? Bunları araştırıyoruz" diyor.

"Etno Tıp Merkezi" ayrıca "Göçmenden Göçmene" adını verdiği projeyle göçmenleri sağlık konusunda "eğitimci" olarak eğitiyor.

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ İÇİN MODEL

Sağlık sigortalarının ve devletin maddi desteğiyle yürütülen proje kapsamında 15 binden fazla kişiye ulaşılmış.

Bu kişilerden yüzde 36’sı Almanya’da yaşayan Türkler.

Salman, Almanya’daki ikinci en büyük göçmen grubunun Rusça konuşan göçmenler olduğunu söylüyor.

Çoğu Türkler gibi bunlar da, geriye kalan göçmenlerde çoğunlukla Almanya Hükümeti’nin kendilerine sağladıkları olanaklardan habersiz.

Salman, Avrupa Birliği’nden sağladığı fonla, Avrupa’nın 21 şehrinde "Göçmenden Göçmene" projesini uygulayacak.

Büyük bir başarı bu.

"Göçmenden Göçmene" Projesi öylesine ses getirmiş ki, Dünya Sağlık Örgütü bir model olarak yakın takibe almış.

Salman, geçen yıl Robert Koch Devlet İstatistik Enstitüsü’yle üç yıllık bir çalışmanın sonucu "Göç ve Sağlık" Raporunu yayınlamış.

Bu raporun sonuçlarından birine göre örneğin, Almanya’daki Türk çocuklarının Alman çocuklarına göre sağlık durumları çok daha kötü.

Ramazan Salman’ın kuşku yok ki, göçmenlerin zor yaşamlarına katkısı büyük.

Türkiye’nin AB üyeliğine evet küresel ısınmaya hayır

DAVOS’ta bu kez kaç dünya liderini dinlediğimi hesaplamadım.

Çin, Rusya, İngiltere, Almanya, Meksika diye başlayınca liste oldukça uzun.

Küçük bir basın toplantısı odasında dinlediğim İngiltere Başbakanı Brown hariç tümü Dünya Ekonomik Forumu’nun Kongre Salonu’nda izledim.

Biriyle de bir masada karşılıklı sohbet imkanı buldum.

Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürüten Çek Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus.

Peşinen söylemem gerekir ki, Vaclav Klaus son derece ilginç ve her şeye muhalif bir isim.

Demirperde yıllarında dönemin Çekoslovakya’sında uzun yıllar Merkez Bankası’nda çalışmış olan Klaus sıkı durun "global ısınma"ya inanmıyor.

Sohbet ortamına "global ısınma"nın bir mit olduğunu iddia ettiği kitabı "Mavi Yeryüzü, Yeşil Pranga" çantasından çıkartıp masanın üstüne koydu.

Türkçenin dışında sayısız lisana çevrilmiş olan kitabını herkese gösteren Vaclav Klaus’a göre, "global ısınma" alarmını çalan Al Gore ve onun gibileri insanların bağımsızlığını tehdit ediyor.

İstatistikçi olarak "global ısınma" diye karşısına çıkartılan rakamların hiçbirine inanmıyormuş.

Ayrıca karbon salınımının sınırlanabileceğine de kuşkuyla bakıyormuş.

BİZ DAHA LİBERALİZ

Vaclav Klaus’a bu konuyu değil ama Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini sordum.

Müslüman kimliğin, Türkiye’nin üyeliğine engel olup olmayacağı sorusunu yönelttim.

Klaus şöyle cevap verdi:

"Avrupa ideolojik ve dini terimlerle tarif edilemez. AB’nin koyduğu kurallara uymayı taahhüt eden her ülke bu birliğe girebilmelidir".

Sıkı bir entelektüel olarak ünlü Çek yazar Milan Kundera’nın "Anahtar Sahipleri" romanına atıfta bulunarak "Avrupa’nın anahtarının sahibi kimse değil. AB’nin de bu yüzden açık bir örgütlenme olması gerekir" diye devam etti.

Vaclav Klaus, Çek dönem başkanlığı sırasında Türkiye’nin işini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapacaklarını da ekleyerek "Biz yeni üyeler eskilerine oranla çok daha liberaliz. Ayrıca AB’nin kapısı çalmanın nasıl zorlu bir iş olduğunu iyi biliriz" dedi.
Yazının Devamını Oku