Gila Benmayor

Türkiye hem AB üyesi hem bölgesel bir güç olabilir

29 Mart 2009
GEÇENLERDE İstanbul’a geldiğinde "Avrupa Birliği (AB) üyeliğini boş verin. Bölgesel bir güç olarak İslam Dünyası’nın liderliği sizi bekliyor" diye buyuran Amerikalı ünlü strateji uzmanı George Friedman’a en fazla Cüneyt Ülsever içerlemiş. Baktım, önceki gece Reha Muhtar’ın programında lafı yine "İslamcı Friedman" diye tanımladığı stratejiste getiriyor.

Friedman’ın sözlerini göklere çıkartan bazı yayın organlarına çatıyor.

CIA’ya yakınlığı ile bilinen düşünce kuruluşu Stratfor’un kurucusu George Friedman’ın koparttığı fırtına dinecek gibi değil.

Peki Friedman’ın Türkiye’ye biçtiği role Avrupalılar ne diyor?

G-20 Zirvesi öncesi Londra’da görüşme fırsatı bulduğum, İngiltere’nin Avrupa işlerinden sorumlu bakanı Caroline Flint’e, Friedman’ın sözlerini soruyorum.

"Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne sırt çevirmesi gerektiği önerisine ne diyorsunuz?"

İngiltere’nin "en seksi politikacısı" diye tanınan Flint "Umarım öyle bir şey olmaz. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne değerli katkıları olacağına inanıyorum" diyor.

Avrupa’nın refahı, güvenliği açısından Türkiye’nin önemine değiniyor.

"Ama bu Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde örneğin Ortadoğu’da da önemli bir rol üstlenmeyeceği anlamına gelmez. Türkiye hem Avrupa Birliği üyesi, hem bölgesel güç olabilir pekálá" diye ilave ediyor.

Friedman’ın nedense dile getirmediği böyle bir konum Caroline Flint için çok doğal ve mümkün.

OBAMA VE AVRUPA BİRLİĞİ

Yaz tatilini daha önce de ziyaret etmiş olduğu Kaş’ın Kalkan beldesinde geçirmeye hazırlanan Caroline Flint, Türkiye’nin yeni Avrupa Birliği Başmüzakerecisi Egemen Bağış ile telefonda görüşmüş.

Önümüzdeki dönem Bağış ile Avrupa Birliği üyeliği konusunda daha sıkı temas içersinde olacaklarını söylüyor.

2009 yılının Kıbrıs sorunun çözümü için yeni fırsatlar sunabileceğini de belirtiyor.

G-20 Zirvesi öncesi Avrupa Birliği üyeleri arasında görüş ayrılığı olup olmadığı sorusuna ise "AB ülkeleri hiç bu kadar birlik olmamışlardı. Ekonomik krizden şöyle ya da böyle etkilenmiş olan 27 üye uluslararası finans kurumlarının reformu konusunda görüş birliği içersinde" cevabını veriyor.

Flint’e göre, G-20 Zirvesi, küresel ekonomiyi iyileştirme sürecinin sadece başlangıcı.

Ayrıca zirve, Avrupa Birliği ile Obama liderliğindeki ABD arasında yeni bir işbirliğinin başlaması bir fırsat.

Flint "Güçlü bir Avrupa Birliği yalnız Avrupa’nın yararına değil aynı zamanda ABD’nin de yararınadır. Sanırım Obama bunu anladı" diyor.

Düşük karbon ekonomisi ve vergi cennetleri

İNGİLİZ yetkililere göre, G-20 Zirvesi’nde gündeme gelmesi beklenen iki önemli konu da "düşük karbon ekonomisi" ve "vergi cennetleri".

Sera gazlarının salımını azaltmaya yönelik "düşük karbon ekonomi"ye gelecekte en hızlı büyüyecek ekonomi gözüyle bakılıyor.

Yeni fırsatlar, yeni pazarlar yaratacak bir ekonomi.

Bu arada küçük bir bilgi notu.

Çin otomotiv sektörü "düşük karbon ekonomisi"ne en hızlı hazırlanan sektörlerin başında geliyormuş.

Diğer konu, "vergi cennetleri" meselesine gelirsek, OECD bugüne kadar şu üç ülkeyi kapsayan bir liste hazırlamış: Monako, Lihtenştayn ve Andora.

Almanya ve Fransa’nın destekleriyle İngiltere G-20 Zirvesi öncesi OECD’den, bankalarındaki mevduatlarla ilgili bilgi vermeye yanaşmayan büyük ülkeler için de yardım istemiş.

Bu bağlamda İsviçre, Avusturya, Lüksemburg, Singapur ve Hong Kong’un "vergi cennetleri" olarak zirvede ele alınmaları mümkün.

Merkel, Sarkozy, Brown gibi liderlerin, "vergi cennetleri" ile ilgili bir kara listenin yayınlanmasından yana oldukları söyleniyor.

Küresel ekonominin daha şeffaf ve adil olması için "vergi cennetleri"ne yaptırım da söz konusu olabilir.
Yazının Devamını Oku

G-20 Zirvesi’nin gündeminde ne var?

27 Mart 2009
YEREL seçimlerden sonra önümüzdeki haftanın en önemli olayı G-20 Zirvesi. Hafta ortasından itibaren gözler zirveye çevrilecek.

2 Nisan’da zirveyi ağırlayacak olan İngiltere, aylardır büyük hazırlık içerisinde.

Katılımcı ülkelerin maliye bakanlarıyla, sivil toplum örgütleriyle, yabancı gazetecilerle aralıksız toplantılar zirvenin daha verimli geçmesine yönelik.

Geçtiğimiz yıl İstanbul’da, Bahçeşehir Üniversitesi’nde dinleme fırsatını bulduğumuz İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband’ın G-20 yuvarlak masa toplantısına davet gelince, yine yol göründü.

Ne ki, Londra’da Miliband görüşmesine hazırlanmışken uçaktan iner inmez kendimi Başbakan Gordon Brown’un basın toplantısında buldum.

G-20 Zirvesi, İngiliz siyasetçileri alarm durumuna geçirmiş.

Programlar son dakikada değişebiliyor.

Brown sürpriz bir şekilde yabancı gazetecilerle bir araya gelirken, Miliband haftalar öncesi ayarlanmış toplantıyı erteleyebiliyor.

Dolayısıyla bendeniz Miliband’a soru sormayı planlarken kendimi Downing 10 numarada Brown’ın karşısında buldum.

OBAMA YÜZÜNDEN 1 SAAT RÖTAR

Brown gazetecilerle buluşmaya tam bir saat rötarla geliyor.

Nedeni ABD Başkanı Obama ile yaptığı telefon görüşmesi.

Zirve öncesi hem telefon trafiği, hem yüz yüze görüşmeler artmış.

Nitekim, Brown bizimle konuştuktan bir gün sonra Avrupa Parlamentosu’na sesleniyor, ardından New York ve Latin Amerika’nın yolun tutuyor.

Daha önce Çin, Hindistan, Rusya başbakanlarıyla ve diğer Asyalı liderlerle görüşmüş.

Amaç "küresel danışma hattını" mümkün olduğunca geniş tutmak.

İngiliz Başbakanın, son yıllarda film ve dizilerle yeniden yıldızı parlayan efsanevi I. Elizabeth’ın yağlıboya portresinin tam altında G20 Zirvesi’yle ilgili neler söylediğine gelirsek.

"Global sorunlara global çözümler için bir araya geliyoruz. Böyle bir çalışma, global sorunlarda koordine bir şekilde işbirliği yapıp yapamayacağımızın test edilmesi anlamında" diyor.

Peki G-20 Zirvesi’nin gündeminde tam olarak ne var?

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERE YARDIM

Gordon Brown dört madde sıralıyor.

1-Bankacılık ve finansal sistemlerin yeniden yapılanmasıyla ilgili ortak kuralların devreye girmesini sağlamak.

2-
Dünya ekonomisinin önümüzdeki dönem yeniden büyümesini sağlamak. Bunun için ülkelerin almış oldukları ve alacakları önlemleri masaya yatırmak, ticaret hacmini arttıracak şeyleri tartışmak.

3-Yoksul ülkelere ve kendi sorunlarıyla boğuşan gelişmekte olan ülkelere yardım etmek.

4-IMF, Dünya Bankası
gibi 1940’lı yıllara göre şekillenmiş uluslararası kurumlara yeniden yapılandırmak. Bu kurumları 2009 yılının ihtiyaçlarına göre biçimlendirmek.

İngiliz başbakanına en fazla sorulan sorular IMF ve korumacılıkla ilgili olanlar.

IMF VE TÜRKİYE

Son yıllarda ekonomileri büyüyen ülkelerin IMF’de daha fazla temsil hakkına sahip olduklarını belirten Brown, "Türkiye, IMF ile görüşmelerini sürdüren bir ülke olarak G-20 Zirvesi’nden nasıl bir kazanç sağlayabilir" soruma oldukça, "dolaylı" bir cevap veriyor.

"IMF ile ilgili esas soru, önüne çıkan sorunları halletmek için yeterli kaynağa sahip olup olmadığıdır. Dünyanın çeşitli yerlerinde, kriz durumlarıyla başa çıkmanız için uluslararası kurumlarınızın kaynaklarını garanti altına almak zorundasınız" diyor.

Korumacılıkla ilgili soruya ise şu karşılığı veriyor:

"Korumacılık uzun vadede hiçbir ülkeye iyi gelmez. Zira dünya ticaretinin kapasitesini düşürür, şirketlerin siparişlerini azaltır. Dolayısıyla işsizliğe yol açar. G-20 Zirvesi’nde hedefimiz korumacılık sorunlarının görüldüğü yerde müdahale edecek bir izleme mekanizmasını oluşturmak."

Brown, "Dünyada ticareti yaygınlaştırmak istiyorsak, bu korumacılıkla olmaz"
diye ekliyor.

Zirveden beklentiler farklı

İNGİLİZ Başbakanı Brown, G-20 Zirvesi’yle ilgili böyle bir tablo çiziyor ama madalyonun diğer yüzü de var.

Brown’ın basın toplantısından gelen sorulardan benim çıkarttığım, zirveyle ilgili beklentilerin farklı olduğu...

Asya ülkeleri "korumacılıkta" ısrarlı olabilir.

Latin Amerika ülkeleri IMF’de reform beklerken, Afrikalı ülkeler öncelikle sağlıklı bir kalkınmanın peşinde.

Bu arada Avrupa ile ABD arasında da bazı görüş ayrılıkları mevcut.

Avrupa ve özellikle Fransa ile Almanya, ABD’nin aksine sisteme daha fazla para akıtılmasından yana değil, daha çok kuralların belirlenmesiyle ilgileniyorlar.

"Aldığımız ekonomik paketlerin neticesini görelim öncelikle" havasındalar.

Zirveden uzlaşma çıkacak mı diye merak edenlere küçük bir not.

Sonuç bildirgesinin dörtte üçü, bugünden hazır durumdaymış

İş, 2 Nisan günü Londra’da biraraya gelecek olan G-20 liderlerinin imza atmalarına kalmış.
Yazının Devamını Oku

Türk inşaat şirketlerine yurtdışında tarihi fırsat

24 Mart 2009
KÜRESEL ekonomik krizin dünyada büyük bir değişimin habercisi olduğunu siyaset bilimcilerden, fütüristlerden duyduk.<br><br>İşin içine küresel ısınma da girince değişim kaçınılmaz. İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan, dünyadaki gelişmeleri iyi izleyen biri olarak "Değişim kaçınılmaz. Üretmeyen Batı’nın yerine üreten doğunun yıldızı daha parlayacak" diyor.

Hindistan’ın, Çin’in önüne geçeceğini düşünüyor.

İddiasına göre, bunun üç nedeni var.

İngilizce, bilişim ve din.

İşte bu üç şey Hindistan’a üstünlük sağlayacak.

Fütürist şapkasını çıkartıp esas işi inşaat sektörüne dönen Serdar İnan, Türkiye’de bu sektörün küresel ekonomik krizi fırsat bilerek daha ileriye gideceği görüşünde.

Bu konuda "Kriz nedeniyle yurtdışında iş yapan yabancı şirketler giderek zorlanıyor. Çoğunun geri çekilmelerini bekliyorum. Çekildikleri yerlere, Türk inşaat şirketleri girecek" diyor.

TSUNAMİ GİBİ ENFLASYON

Otomotiv sektöründen örnek veriyor.

"GM’in zor duruma düşmesi Toyota’nın işine yarayacak. Toyota, asla böyle tarihi bir fırsatı kaçırmaz. Türk inşaat şirketlerinin önüne de böyle tarihi bir fırsatın çıktığını düşünüyorum" diyor.

Kendisi zaten yurtdışında açılabileceği potansiyel ülkeleri turlamaya başlamış.

Azerbaycan, Rusya, Romanya, Irak, Türkmenistan, Kazakistan, Suudi Arabistan, Ukrayna ve Cezayir şimdiye kadar dolaştığı ülkeler.

Fırsatını bulur bulmaz iş bağlantılarını kuracak.

Türkiye’ye dönersek, son dönemlerde konut sektöründeki durgunlukla ilgili olarak "Akıllı şirket, maliyetine satarsa kafa kafaya çıkar. Bu yıl müteahhitler kazanamaz" diyor.

Peki İnanlar İnşaat’ın 2009 yılı projeleri var mı?

Kartal’da, Merter’de, Balmumcu ve Beylerbeyi’nde hazır bekleyen bazı projeler var.

Ama anladığım kadarıyla 2009 yılı, hazır arsa fiyatları düşmüşken arazi toplama yılı Serdar İnan için.

"Önümüzdeki dönemde tehlikeli bir enflasyon bekliyorum. Tsunami gibi vurup geçecek. Ellerinde nakit tutanlar büyük zarar görecek. O yüzden şimdi dönem arazi, gayrimenkul, altın gibi şeyler alma dönemi" diyor.

Krizin ülkemizi yedi yıllık dönemlerle vurduğunu söyleyen fütürist bir inşaatçının bu sözlerine kulak vermek gerek.

Acaba Başbakan Erdoğan’ın uçağı havayı ne kadar kirletti?

TERRA Eco Dergisi geçenlerde lider uçaklarının kirli gaz salmalarıyla ilgili ilginç bir araştırma yapmış.

Buna göre, İngiltere Başbakanı Gordon Brown havayı en fazla kirleten lider.

Brown resmi ziyaretlerinde 8 bin 400 tona tekabül eden karbondioksite yol açmış.

İngiliz liderin peşinden 7 bin 400 tonla Almanya şansölyesi Merkel, daha sonra ise 7 bin 100 tonla Sarkozy geliyormuş.

Havayı en az kirleten Avrupalı lider ise diğerlerine göre, daha az yolculuk yapan İspanyol Zapatero.

Ancak havayı kirletme konusunda kat edilen mesafe kadar, uçağın modeli de önemli.

Zira büyük ve eski uçaklar daha çok karbon salınımına yol açıyor.

Hem sıklıkla yurtdışına giden, hem seçim nedeniyle durmaksızın şehirler arası tur atan Başbakan Erdoğan’ın havayı ne kadar kirlettiğini hesaplamak acaba konuyla ilgili birilerinin aklına gelmiyor mu?

Tümertekin Kenya’da çarkıfelek suyu fabrikası yapıyor

SADECE inşaat şirketlerimiz için değil mimarlarımız için de yurtdışında büyük fırsatlar var.

Bunlardan biri Ağa Han ödüllü mimarımız Han Tümertekin.

Tümertekin ile uzun bir uçak yolculuğu sırasında yaptığımız sohbette, Kenya’da bir fabrika projesine başladığı ortaya çıktı.

Çin’de Gobi Çölü’nde, dünyanın önde gelen 100 mimarıyla birlikte Ordos adında bir "sanat endüstrisi" şehrini kurmakta olan Han Tümertekin ilk kez Afrika’ya uzanıyor.

Kenya’da Harvard’dan Profesör Haşim Sarkis ile ortak yaptığı proje bir "çarkıfelek suyu" fabrikası.

Türkiye’de pek bilinmeyen "passion fruit"un Türkçesini de bu vesileyle öğrenmiş bulunuyorum.

Tümertekin ile Lübnan kökenli Sarkis’in ortaklaşa çizdikleri fabrika, Ağa Han Ekonomik Gelişme Fonu’nun (AKFED) bir projesi.

Hint Okyanusu kıyısındaki Malindi şehrinde yapılması planlanan "çarkıfelek suyu" fabrikasının, bu egzotik meyve ağaçlarını dikmeye başlayan yaklaşık 50 bin çiftçiye gelir sağlayacağı hesaplanıyor.

Han Tümertekin, Gobi Çölü’ndeki Ordos projesi nedeniyle Çin’e uzun geziler yaptığı gibi şimdi de Kenya’nın yolunu tutmuş.

"Bölge halkının yadırgamayacağı kadar modern, daha çok yerel malzemelerin kullanılacağı, çatısı Hint Okyanusu’ndan esen rüzgarlara karşı sağlam duracak bir yapı tasarlıyoruz" diyor.

Dört bin karelik bir alana yayılacak olan çarkıfelek suyu, fabrikasıyla yıllık geliri 100 Euro olan yoksul Afrikalı çiftçilerin yaşamları değişmesinde bir Türk mimar rol oynayacak.
Yazının Devamını Oku

İkinci bir Sulukule’ye izin vermem

22 Mart 2009
SEÇİMLERDE en fazla kadın adayların ne yapacaklarını merak ediyorum.
Önceki gece Fransız Sarayı’nda Su Forumu için gelen Fransa’nın çevreden ve sürdürülebilir kalkınmadan sorumlu Bakanı Jean-Louis Borloo onuruna verilen davette Bursa’nın önde gelen bir işadamına, CHP’nin Belediye Başkan adayı Sena Kaleli’yi sordum.

Kaleli’yi desteklediği halde ona pek şans tanımadığını söyledi.

Antakya ve Aydın’dan gelen haberler ise daha iyi.

Her ikisi de CHP’den başkan adayı Aydın’da Özlem Çercioğlu ile Antakya’da İris Şentürk’ün şansları yüksek deniyor.

İstanbul’da, Beşiktaş’ta AKP’den aday olan Sibel Çarmıklı’nın posterlerinden geçilmiyor.

Gerçi Beşiktaş çeşitli partilere ait bayrak ve posterlerle tam bir savaş alanı gibi ama en fazla Çarmıklı’nın dev posterleri dikkat çekiyor.

Belli ki Çarmıklı’nın kampanyasına iyi para akıtılmış.

Buna karşın DSP’nin Beyoğlu Belediye Başkan adayı Banu Dalaman son derece mütevazı bir bütçeyle kampanyasını sürdürmeye çalışıyor.

DSP’den bırakın maddi yardım bayrak dahi zor geliyormuş.

Galatasaray Lisesi’nde "parasız yatılı" okuyan, Boğaziçi Sosyoloji mezunu Dalaman ile geçenlerde biraraya geldik.

150 BİN SEÇMEN VAROŞLARDA

AKP’li Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan, SP’nin adayı Mustafa Yelek ve CHP’nin adayı Mustafa Dolu karşısında iddialı Dalaman.

Beyoğlu
İstiklal Caddesi’yle bir anlamda İstanbul’un kalbinin attığı yer.

Kızım yaşlarında gençlerin vazgeçilmez mekánları burada.

Tarihi dokunun en kırılgan olduğu yer de burası.

Ama Beyoğlu hemen ilk aklımıza geldiği gibi sadece İstiklal Caddesi, Galata değil.

Tarlabaşı, Okmeydanı, Kasımpaşa, Hacı Hüsrev gibi mahalleler de var.

Beyoğlu ilçesindeki 172 bin seçmenden yaklaşık 150 bini varoşlarda yaşıyor Dalaman’ın aktardığına göre.

AKP’nin Tarlabaşı’ndan başlayan "kentsel dönüşüm" projesi, ileride tüm varoş mahallelerini kapsayacak.

Okmeydanı, Kulaksız’da örneğin evleri yıkılması planlanan binlerce kişi nicedir diken üzerinde.

Aday gösterildiği günden bu yana kampanyasını ağırlıklı olarak varoşlarda sürdüren Dalaman, "Seçilirsem asla ikinci bir Sulukule’ye izin vermem" diyor.

Adaylık öncesi bir yıl Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün siyaset danışmanlığını yürüten Dalaman’ın, işsiz genç nüfus için, çalışmayan kadınlar için, tarihi dokuyu korumak için oldukça kapsamlı projeleri var.

Ama belli ki bunlar DSP’den bağımsız daha çok bireysel projeler.

Zira DSP’nin de, aynen diğer partiler gibi bir "sosyal değişim programına" sahip olduğunu hiç sanmıyorum.

Bu seçimlerde adayların ağızlarından pek sık duyduğumuz "sosyal değişim", "sosyal barış" gibi şeyler bir başka bahara.

Yeni bir Güldünya vakasına ramak kala

GEÇENLERDE Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk ile sohbet ederken basın danışmanının telefonu çalıyor.

Arayan Kadıköy’de belediyeye ait "Kadın Sığınma Evi"nden Şırnaklı bir genç kadın.

Yaklaşık altı ay önce üzerine kuma getiren kocasından ve boşanmasına izin vermeyen ailesinden kaçmış.

Kendisiyle İstanbul’a gelen kız kardeşiyle birlikte Kadıköy’de, belediyenin sığınma evinde kalıyor.

Çalıştığı yerde izini bulan kocası, iki kez karşısına çıkmış.

Şimdi üçüncü kez beklenmedik bir anda yoluna çıkmış ve zorla kaldığı otele sürüklemişti.

Genç kadın, can havliyle Selami Öztürk’ün basın danışmanını aramayı başarmıştı.

Şaka değil.

Yeni bir Güldünya vakası tekrarlanabilirdi.

Şırnaklı genç kadın, telefonu kapatır kapatmaz müthiş bir telefon trafiği başlıyor

Başkan Öztürk, önce Kadıköy Emniyet Müdürlüğü’nü arıyor.

Komiserden, otele genç kadının yanına bir ekip gönderilmesini rica ediyor.

Ardından otelin müdürünü uyarıyor.

Öfkeli kocanın yanındaki genç kadının koruma altına alımasını sağlıyor.

Peki ya Selami Öztürk müdahale etmeseydi?

Ne olacaktı?

Kim bilir aramızda kaç tane Güldünya yaşıyor, bizler onların hiç farkına varmadan.
Yazının Devamını Oku

İstanbul finans merkezi karşılıksız bir sevda

20 Mart 2009
LONDRA finans merkezi, yani City’den sorumlu Belediye Başkanı İan Luder, Ankara ve İstanbul gezisinde. Geçen akşam İstanbul’daki İngiliz Başkonsolosluğu’nda onuruna verilen davette tanıştık.

Boynunda pırlantılarla süslü kocaman madalyonu ile pek haşmetli görünen İan Luder, Ankara’daki temaslarında İstanbul finans merkezi projesinin de gündeme geldiğini söyledi.

Dünyanın bir numaralı "finans merkezi" konumundaki Londra bu konuda İstanbul’a katkı yapmaya hazırmış.

Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren hatırlayacaksınız geçenlerde tekrarlamıştı.

İstanbul 10 yıl içinde bölgesel, 30 yıl içersinde ise küresel bir finans merkezi olacaktı.

İngiliz Başkonsolosluğu’ndan çıkarken verilen iki kitapçığı aldım.

Biri Londra finans merkeziyle ilgiliydi.

Diğeri "Küresel Finans Merkezleri Endeksi" adını taşıyordu.

İşte bu 50 sayfalık endeksi karıştırırken görüyorsunuz ki bizimkisi boş bir hayalden ibaret.

Endeks 62 finans merkezini kapsıyor.

İlk beşte sırasıyla Londra, New York, Singapur, Hong Kong ve Zürih var.

Ekonomik krizde sıralamalarda bazı oynamalar olmuş.

Yerleri değişmeyen ve "gerçek küresel finans merkezleri" olarak gösterilen iki şehir var: Londra ve New York.

Boş hayal demem şundan:

62 finans merkezinin arasında İstanbul yok.

Daha da beter, "10 yıl içerisinde bölgesel finans merkezi" söylemi de tamamiyle boş.

Zira bu listede bize yakın sayılabilecek yerler, mesela Atina, Moskova, Budapeşte ya da doğuda Dubai, Bahreyn, Katar var.

İstanbul yok.

"Küresel Finans Merkezleri Endeksi"ne, en son sıradan bile girmeden nasıl bu iş olacak?

Sadece güçlü bir bankacılık sektörüyle finans merkezi olamayacağımız ortada.

Finans merkezi olmak için nelerin gerekli olduğu da belirtilmiş endekste.

İnsan kaynağı, şehrin altyapısı, hukuk ve vergi sistemi, yaşam kalitesi derken liste uzun.

Boş hayallerin peşinde koşmayalım.

Bırakın, önce İstanbul turizm ve kültür merkezi olsun.

İleride belki moda, belki tasarım.

Seramik karolarda ’oryantalizm’ ödül getirdi

DERİM ki karşılıksız sevdaları bir yana bırakalım nerede rekabetçi olabileceğimize bakalım.

Dün sabah Santralİstanbul’daki Kale Tasarım Merkezi’nde biraraya geldiğimiz Kale Grubu Başkanı Zeynep Bodur rekabetçi olduğumuz alanlardan birini söylüyor:

Seramik yer karoları.

Türkiye dünyada 6’ncı, Avrupa’da ise 3’üncü sırada.

Satışta böyle, algıda ise ilk üçte.

Bu sektörde kalite, tasarım, hizmet derken birinci sıradaki İtalya’yı zorlamaya başladık.

Dün sabahki buluşmanın nedeni Kale Grubu’nun yeni kazanmış olduğu bir ödül.

Uluslararası tasarım dünyasında önemli bir ödül sayılan "Red Dot" üretim ödülü bu yıl Kalebodur’un "Orientile Koleksiyonu"na gitmiş.

Koleksiyonun tasarımcısı Can Yalman.

Yalman’
ın yine Kalebodur için tasarlamış olduğu "Reptile" Koleksiyonu ise geçen yıl ABD’nin önde gelen tasarım dergisi ID Design Magazine tarafından düzenlenen Yıllık Tasarım Yarışması’nda yine ödül kazanmıştı.

Reptile Koleksiyonu aynı zamanda Londra Tasarım Festivali’ne de davet edilmiş.

Her iki koleksiyondaki seramik karolar üç boyutlu.

Reptile (Sürüngen) Koleksiyonu’nda yılan ve timsah pullarını andıran karolar var.

Bu arada koleksiyon adları seçilirken yapılan küçük kelime oyunları da son derece başarılı.

İngilizce seramik karo anlamındaki "tile", tam yerine oturmuş.

Kaleseramik ürünlerinin ABD’deki distribütörlerinin "oryantalizmin" negatif çağrışımlarından ötürü "Orientile" karşı çıkmış.

Ne ki, koleksiyonun gördüğü ilgi, "oryantalizmin" sanatçılara ilham verdiğini gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Dünyada ’tıklanma rekoru’ kıran rapor İstanbul’da açıklandı

17 Mart 2009
SON bir haftadır iki tip e-posta istilasına uğramış durumdayım. Yerel seçim e-postalarıyla ve Dünya Su Forumu’yla ilgili olanlar. Keşke diyorum yerel seçim ortamında olmasaydık da İstanbul’da dün başlayan 5. Dünya Su Forumu daha fazla gündemimize girseydi.

Esas forum bir yana etkinlikleri de tam bir sanat festivali kıvamında. Resim sergileri, konferanslar, sinema gösterileri.

Uzun yıllar İstanbul Film Festivali’nin yönetmeni olan Hülya Uçansu, "Su ve Sinema Buluşmaları" etkinliğinin uluslararası jüri başkanlığını yapıyor. "Su ve Sinema Buluşmaları" yarışmasına 23 ülkeden 55 film katılmış.

Nereden bakarsanız Dünya Su Forumu, dünya çapında bir olay. Forum sırasında açıklanan BM Dünya Su Raporu internette "tıklanma rekoru" kıran raporlardan biri.

Yeryüzü su kaynaklarını en sağlam istatistiki bilgilerle ele alan etkili bir rapor.

BM’nin 26 kuruluşu tarafından ortak hazırlanan raporu dün Dünya Su Forumu’nda Türkiye’de iyi bilinen bir kişi açıkladı: GAP eski Başkanı Dr. Olcay Ünver.

BARAJLARIN ARTISI VE EKSİSİ

BM Dünya Su Değerlendirme Programı Koordinatörü olarak Paris’te görevini sürdüren Ünver’e göre, raporun önemi hem hükümetler, hem iş dünyası ve hem sivil toplum örgütleri tarafından ciddiye alınması.

2003 yılından beri üçüncü kez yayınlanan rapor bir başvuru kitabı oluyor. "Bu üçüncü raporun diğerlerinden farkı nedir" diye soruyorum Olcay Ünver’e.

"Diğer ikisi suyun değişik durumlarını, içme, sulama vesaire gibi ele alıyordu. Oysa bu rapor dünyadaki gelişmelerin su üzerindeki etkisini inceliyor. Enerji, gıda, çevreyle ilgili kararlarda suyun doğrudan dikkate alınması gerektiğini vurguluyor" diyor.

Raporun sunduğu bazı çözüm önerileri arasında Türkiye’den üç örnek var.

Bir tanesi, teknolojisini değiştirerek daha az su harcayan bir araba lastiği fabrikası. İkincisi, turizmi gelişmesiyle nesli yok olmaya yüz tutan Caretta Caretta’ları kurtaran WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı).

Üçüncüsü ise çevre, eğitim, sosyal kalkınma gibi şeylere suyu da entegre etmiş olan GAP projesi.

Raporda, Türkiye’de oldukça tartışılan baraj yapımlarıyla ilgili de bir bölüm var. Barajların depolama, kuraklıktan korunma gibi şeyler için gerekli oldukları ancak çevreye ve sosyal yapıya olumsuz etkileri olduğu vurgulanıyor.

Uzun lafı kısası, hükümetler baraj yaparken tüm olumsuzları da göz önüne alıp çözüm üretmek zorunda.

Hasankeyf örneği önümüzde.

Hükümetlerimizin 'baraj fetişizmi' varmış

AYAK fetişizmini filan duymuştum ama "baraj fetişizmi" ilk defa karşıma çıkıyor. 5. Dünya Forumu’ndan bir iki gün önce Tütün Deposu’nda yapılan İstanbul Su Mahkemesi’nin kararlarını okurken gözüme çarptı.

Heinrich Böll Vakfı ve Latin Amerikan Su Mahkemesi’nin desteğiyle yapılan İstanbul Su Mahkemesi’nin jüri başkanlığını oyuncu Pelin Batu yapmış.

Sivil toplum örgütlerinin davacı oldukları mahkemede, Hasankeyf, Yusufeli, Munzur vadilerindeki baraj yapımlarına yeşil ışık yakanlar sanık sandalyesindeydi.

Mahkeme jürisinin kararlarını açıklamasından sonra Heinrich Böll Vakfı, İstanbul temsilcisi Ulrike Dufner, "Türk Hükümetleri daima bir baraj fetişizminin kurbanı olmuştur. Birbiri ardına baraj inşa etmek, ekonomik, sosyal ve ekolojik olarak akıl dışı. Türkiye şu anda planlanmış olan sayısız baraj projesiyle dünya sıralamasında en yukarıda yer alıyor" demiş.

"Türk Hükümeti’nin Su Mahkemesi karşısında takındığı tavır bizim açımızdan sorumsuzluk örneğidir" diye ilave etmiş.

İlahi Ulrike Hanım...

Bırakın seçim dönemini, normal zamanlarda bile Türkiye’de hangi bakan, hangi yetkili takacak İstanbul Su Mahkemesi’nin kararlarını?

Su ticari meta mı değil mi

HILLARY Clinton’ın televizyonlarımızda boy gösterdiği gün Fransız TV5 Kanalında Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand’nın eşi Danielle Mitterrand’ı da izlediğimi yazmıştım.

Hillary ne kadar uzlaşmacı ise Danielle o kadar radikaldi. Suyun asla ticari bir meta olamayacağın söylüyordu.

Dünya Su Konseyi’nin de suya meta gözüyle baktığı için böyle gördüğü İstanbul Su Forumu’nu boykot edeceğini söylüyordu.

Danielle Mitterrand İstanbul’a gelmiş olsaydı, kuşkusuz forumun aleyhine gösteri yapan, 40 örgütün oluşturduğu "Suyun Ticaretleştirmesine Hayır" platformunun bayraktarlığını yapardı.

Dün gösteri yaparken polisin biber gazına maruz kalanların ve tutuklananların arasında olur muydu bilemem?

Suyun ticari bir meta olup olmadığı tartışmaları nicedir devam ediyor. Bazıları yukarıda platformun üyeleri gibi suyun bir hak olduğu ve satılamayacağı görüşünde. Kimileri ise "suyu ticari bir varlık olarak görmek verim ve etkinliğini arttırır" diyor.

Düşünce hayatımızın "atom karıncası" Arge Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Yılmaz Argüden ikinci gruba dahil.

Dünya Su Forumu nedeniyle kaleme aldığı "Su ve Küresel Yönetişim" yazısında, "pazar dengeleri, suyun miktarını, kalitesini ve verimliliği artıracak yaratıcılığı ortaya çıkartacaktır" diyor.

Argüden bir de "küresel su vergisi" önerisini getiriyor.

Buna göre, suyu fazla tüketenlerden vergi alınıp güvenli suya erişimi olmayanlar (her beş kişiden biri) için harcanmalı.

Bu bana harika fikir gibi geldi.
Yazının Devamını Oku

Darwin sansürü TÜBİTAK’ın başarısını gölgelerken

15 Mart 2009
TÜBİTAK bir süreden beri önemli bir atılım içersinde. Geçtiğimiz 29 Ocak günü Avrupa Parlamentosu’nda "Türk Ar-Ge Günü"nü düzenliyor. Avrupa’ya "Bilim alanı vizyonunuza Türkiye katkıya hazır" mesajını veriyor.

Ardından tam Darwin meselesinin patlak verdiği günlerde yani 10-13 Mart’ta İstanbul’da Avrupa Araştırma Konseyi’ni ağırlıyor.

Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) nedir?

2005’te bireysel akademik araştırmaları desteklemek üzere kurulmuş. 7.5 milyar Euro’luk bir bütçeye sahip. Bu parayla 2007-2013 AB çerçeve programlarının toplam bütçesinin yüzde 15’ini yönetiyor.

Avrupa Araştırma Konseyi’nin başkanı ünlü biyolog Profesör Fotis Kafatos.

Konsey, uluslararası alanda isim sahibi 22 bilim adamının oluşturduğu "Bilimsel Konsey" tarafından yönetiliyor.

TÜBİTAK, ERC’nin "Bilimsel Konseyi"ni ağırladığı gibi, önceki gün Harbiye Askeri Müzesi’nde 600 kişinin katıldığı konferansa da ev sahipliği yapıyor. ABD dönüşü ayağımın tozuyla konferansın yolunu tutuyorum.

TÜBİTAK Başkanı Profesör Nüket Yetiş’in konuşmasını kaçırıyorum. ERC Başkanı Fotis Kafatos ile bilimden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın konuşmalarına yetişiyorum.

İLERLEME RAPORU VE BİLİM

Kafatos, Türk bilim insanlarının başarılara imza attıklarını ve Türkiye’de bilim için dinamik bir atmosferin olduğunu söylüyor.

Bunları duymak sevindirici.

Zira iki yıl önce Davos’ta dünyanın bir numaralı alerji ve immunoloji enstitüsünün başındaki Profesör Dr. Cezmi Akdiş ile konuşmamızı hatırlıyorum.

Uzun süredir Türkiye’de bilimin gelişmesine kafa yoran Prof. Akdiş oldukça karanlık bir tablo çizmişti.

Bilim potansiyelimizin ancak yüzde 10’unu kullandığımızdan yakınmıştı. Demek ki bir şeyler değişiyor.

Devlet Bakanı Mehmet Aydın da, yerli patent başvurularının 2007’de yüzde 80 arttığını söylüyor. Uluslararası patent alma "artış hızında" Çin’den sonra ikinci olmuşuz.

Yine Aydın’a göre, 2008 İlerleme Raporu’nda, Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanında iyi bir gelişme gösterdiğinin altı çizilmiş.

Harbiye Askeri Müzesi’nde ERC tarafından desteklenen dört bilim insanımız da var.

BİR SONRAKİ KRİZE ÇARE OLABİLİR

Prof. Halil Mete Soner, Prof. Nilüfer Göle, Prof. Ataç İmamoğlu ve Dr. Armağan Koçer.

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Soner’in ERC tarafından 880 bin Euro ile desteklenen projesi için günümüzün küresel ekonomik krizine pek uygun düşüyor.

Zira projenin adı şöyle: "Finansal Risk Yönetimi için Matematiksel Yöntemler."

Birkaç yıl içerisinde hayata geçmesi beklenen proje belki ilerde dünyanın yeni bir ekonomik krizin kucağına düşmesini engelleyecek.

Türk bilim adamlarının başarılarını, TÜBİTAK’ın onlara yön vermesini konuşacak yerde bir haftamızı Darwin sansürüyle geçirmemiz yazık değil mi?

Askeri Müze’deki punk profesör

HARBİYE Askeri Müzesi’ndeki konferansın öğle molası sırasında TÜBİTAK Başkanı Profesör Nüket Yetiş ile konuşuyoruz.

Darwin olayı patlak verdiği sırada Ödemiş’te bir yatılı ilköğretim okulun (YİBO) TÜBİTAK kitaplığının açılışını yapıyormuş. Kurum 600 tane YİBO’ya kitaplık yapmayı planlıyormuş.

Prof. Yetiş, "Bu kitaplıklarda bizim bastığımız Darwin’in kitapları da var" diyor.

Yetiş’in Darwin olayıyla ilgili sözleri, TÜBİTAK’ın, Bilim ve Teknik Dergisi’nde kapak değiştirilmesinin sansür olmadığı yolundaki açıklamasıyla aynı.

Konferans sonrası evde, hem CNN hem NTV’ye konuşan derginin yayın yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman’a kulak veriyorum. Atakuman’ın anlattıkları sansür olayını yüzde yüz doğruluyor.

Dergi kapağının değiştirilmesini isteyen Prof. Ömer Cebeci, Darwin kapağı için "provokatif" demiş.

Darwin’e "provokatif" diyen bir bilim insanı olabilir mi?

Çağımızda bilimi dar kalıplar içine hapsetmek hangi mantığa uygun? Bilim de, bilim insanı da özgür olmalı. Hatta "punk" bile olabilmeli.

Evet, yanlış okumadınız hayatımda ilk kez "punk" bir bilim insanını Harbiye Askeri Müzesi’nde gördüm. Punk saçları, komando pantolonu ve çizmeleriyle salona girip çıkan kişi meğer Finlandiya’da Tampere Üniversitesi’nden genetikçi Profesör Howard Jacobs imiş.

Avrupa Araştırma Konseyi’nin (ERC) ilk "ileri düzey araştırmacı" desteğini alan Jacobs, canlı hücrelerin enerji santralları diye bilinen mitokondrilerle yaşlanma arasındaki ilişkiyi araştırıyor.

Uzun uzun anlattı ama özetle benim çıkarttığım bu.

Bilimde son dönemlerde atılım yapsak da, Punk Profesör Jacobs’dan sansürcü Profesör Cebeci’ye daha kat edecek çok çok uzun bir yol var.
Yazının Devamını Oku

BM, KAGİDER ile Garanti’nin işbirliğine kulak verdi

13 Mart 2009
NEW York’ta artık hayli köhneleşmiş Birleşmiş Milletler binasındayız. Binanın büyük salonlarından birinde Türkiye’den gelen dört konuşmacı var. Garanti Bankası Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, Adanalı kadın girişimci Zeynep Öztekin ve Garanti Bankası KOBİ Bankacılığı Pazarlama Koordinatörü Kaan Gür.

BM’nin salonundaki dinleyici kitlesi ise oldukça renkli.

Zira BM Kadın Statüsü Komisyonu’nun bu yılkı 53. oturumuna dünyanın dört bir yanından gelen delegeler, Türkiye’nin özel sektör STK işbirliğiyle başarıyla uyguladığı "kadın girişimciyi" destekleme modelini dinlemek için fırsatı kaçırmamışlar.

Garanti Bankası ile KAGİDER’in modelini ilgiyle dinliyorlar.

İş geliştirmek isteyen kadınlara hem kredi, hem eğitim sık rastlanan bir şey değil.

Konuşmalardan sonra gelen sorulardan da anlıyoruz ki, Afrikalısına da, Amerikalısına da bu model ilginç gelmiş.

Zira dünyanın neresinde olursa olsun kadın girişimcinin karşı karşıya kaldığı sorunlar benzer.

En büyük sorunlarından biri para kaynağına ulaşmak.

Karadere, kadın girişimcileri desteklemekle hem Türkiye ekonomisine katkıda bulunduklarını, hem de "sosyal sorumluluk" görevlerini yerine getirdiklerini projesi anlatıyor.

MASALARA DAĞITILAN POSTERLER

KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, bu yıl ikinci kez New York’ta BM Kadın Statüsü Komisyonu oturumuna katılıyor.

Geçen yıl New York dönüşü aklında iki şey var.

Birincisi, KSK’nın 52. oturumunda not aldığı "Cinsiyet Temelli Bütçeyi" Türkiye’nin gündemine girmesini sağlamak.

İkincisi, Garanti Bankası ile birlikte geliştirdikleri "kadın girişimciyi destekleme" modelini Birleşmiş Milletler’de anlatmak.

Türkiye’de kadın hakları için mücadele edenlerin de savundukları "Cinsiyet Temelli Bütçe"yi Onanç Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e de anlatıyor.

Kadınların yerel ya da merkezi bütçelerden nasıl daha etkili bir biçimde yararlanacakları meselesi hükümetin gündemine pek giremiyor.

Ancak Onanç’ın Birleşmiş Milletler’de bir oturum hayali gerçekleşiyor.

BM sıralarında otururken masalara küçük posterler dağıtılıyor.

KAGİDER yine Garanti Bankası’nın desteğiyle önümüzdeki 4 ile 5 Haziran tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek "I. Uluslararası Kadın Girişimcilik ve Liderlik Zirvesi"nin ilanı bu.

Birleşmiş Milletler’deki bu anlamlı toplantıdan sonra bu zirvenin daha da ilgi çekeceğinden kuşku yok.

Baki İlkin: Türkiye’nin imajına büyük katkı

GEÇTİĞİMİZ günlerde 31 Mart tarihinde görevinden ayrılacağını Ankara’ya bildiren BM Daimi Temsilci Büyükelçi Baki İlkin de BM’deki toplantının dinleyicileri arasında.

Daha sonra ayaküstü sohbette toplantıyı "Türkiye’nin imajına katkısı olan faaliyet" olarak tanımlıyor.

Türkiye’den gelen bazı STK’ların BM’de kimi zaman toplantı yaptıklarını ancak ilk kez böylesine büyük bir salonun kullanıldığını söylüyor.

Bu arada, BM Kadın Statüsü Komisyonu oturumunun, Türkiye’den kadın sorunuyla ilgili resmi ve sivil delegasyonlar tarafından yıllardan beri izlendiğinin altını çizmekte yarar var.

New York’a yaklaşık 20 yıldan beri gelen, kadın hakları konusunda Türkiye’nin en önemli uzmanlarından Dr. Selma Acuner bu yıl resmi heyette.

2 Mart tarihinden beri, komisyonun 53. oturumunda ele aldığı "çocuk ve yaşlı bakımında sorumluluğu paylaşmak" teması üzerinde çalışıyor.

Resmi heyetlerin ve STK’ların belirlenmiş tema üzerinde ortak bir metinde anlaşmaları öyle kolay değil. Tartışmalar, yeni öneriler, maddelerin değiştirilmesi günlerce sürüyor.

Acuner’in dediği gibi bakım hizmetleri azımsanmayacak kadar yüksek.

Gayri safi milli gelirin yüzde 30’u gibi.

Ne yazık ki, Türkiye gibi ülkelerde bedelsiz kadınların sırtına yükleniyor.

Çiftçiye katma değeri olduğu için organik tarımı seçtim

ZEYNEP Öztekin, KAGİDER, Garanti Bankası ve Ekonomist Dergisi’nin birlikte düzenledikleri "Türkiye’nin Kadın Girişimci" Yarışmasının ödüllü girişimcilerinden.

İstanbullu ama eşi nedeniyle 20 yılı aşkın bir süreden beri Adana’da yaşıyor.

Esas mesleği şehir plancısı ve peyzaj mimarlığı.

Dolayısıyla gerçek bir doğa tutkunu.

Günün birinde, Adana’da doğanın bolca bahşettiği narenciyenin satılamamasından ötürü sulara atılmasına, suların portakal rengine dönüşmesine gönlü razı gelmemiş.

Narenciye ihraç etmeyi düşünmüş ve çiftçiye katma değeri fazla olduğu için organikte karar kılmış.

Zeynep Öztekin bu işe soyunduğu 2002 yılında Türkiye’de yaş organik meyve, sebze üretimi hemen hemen yok gibi.

Hele ihracatı hiç yok.

Zeynep Öztekin, işe çiftçileri organik tarıma ikna etmekle işe başlamış.

"Kendim organik tarımın püf noktalarını internetten öğrendim. Yurtdışından danışmanlar getirttim. Çiftçileri eğitmeden önce onların sorunlarına kulak verip banan inanmalarını sağladım" diyor.

Şimdi Çukurova’da organik tarım yapan çoğu çiftçinin ürünü Zeynep Öztekin yurtdışına ihraç ediyor.

Çukurova’yla sınırlı kalmıyor.

Ege’de, Antakya yakınlarındaki Vakıflı köyünde kendisi için organik tarım yapan üreticileri var.

2002 yılında kurduğu Pan Tarım Şirketi önceleri Esas Holding ile yüzde 50 ortak olmuş.

Ancak ortaklık 2005 yılında sona ermiş.

Pan Tarım 2003 yılında yaptığı 200 bin euroluk ihracatı 2008 yılında 5,5 milyon euroya çıkartmış.

Zeynep Öztekin, İngiltere, Hollanda, Rusya, Kanada gibi olmak çeşitli ülkelere yaptığı ihracatta narenciyenin yanı sıra üzüm, kayısı, nar, domates gibi ürünler var.

Geçtiğimiz yıl Güney Korelilerin siparişiyle organik "mor havuç" ekmiş.

Paketleme işine de giren Öztekin, hem dediği gibi çitçiye katma değer sağlıyor, hem dünyada büyük patlama yapmaya namzet organik tarımda onlara yeni ufuklar açıyor.
Yazının Devamını Oku