Gila Benmayor

Meğer Çinliler sporu hiç sevmezmiş

27 Temmuz 2008
Pekin’deki yaz Olimpiyatlarına şunun şurasında 10 gün gibi birşey kaldı. 8 Ağustos ile 24 ağustos arası çaresiz ekran başındayız.

Sanıyorum ki, Çin ekonomiden sanata pek çok alanda "in" durumunda olduğu için bu Olimpiyatlar diğerlerinden fazla ilgi çekecek.

Pekin 2008 polemikleri şimdiden başlamış bile.

Baktım geçenlerde uslanmaz Avrupalı parlamenter Daniel Cohn-Bendit sırtında bir tişörtle poz veriyor.

Tişörtte Olimpiyat oyunlarının meşhur halkaları yerine içiçe geçmiş kelepçeler var.

Tişörtü giydiği gün Cohn-Bendit, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Sarkozy’ye çatıyor.

"Sayın Başkan Olimpiyat Oyunları’nın açılışına gitmek utanç vericidir" diyor.

"Siz açılış günü elinizdeki çubuklarla karnınızı doyuracaksınız. Ben ise burada Çin mapushanelerinde çürümekte olan mahkumları düşüneceğim."

Daniel Cohn-Bendit bu.

Ne ağzında bakla barındırır, ne de gerçeği söylemekten sakınır.

İNSAN HAKLARI KARNESİNDE KIRIK

Çin’in insan hakları karnesindeki kırıkların Olimpiyat nedeniyle daha sık gündeme geleceği, hatta "yüzüne vurulacağı" zaten biliniyordu.

Dolayısıyla Cohn-Bendit’in Avrupa Parlamentosundaki çıkışı şaşırtmadı beni.

Ama şaşırtan başka birşey oldu.

Fransız Le Point Dergisi’ndeki şu başlık:

"Çinliler spordan nefret eder."

Şöyle düşünün.

Yemeğe eve misafir çağırıyorsunuz.

Ama küçük bir sorun var.

Yemek pişirmekten nefret ediyorsunuz.

Olimpiyat oyunlarına birkaç hafta kala bir muhabirini "bakalım Çinli atletler oyunlara nasıl hazırlanıyor" diye Pekin’e gönderen derginin yazısı gerçekten ilginç.

Okuduklarımdan çıkan sonuca göre, Çinliler neredeyse "zoraki" sporcu.

Le Point Dergisi’nin muhabiri Pekin’e gitmiş, neredeyse iki yıldan beri Çinli eskrimcileri çalıştıran bir Fransız antrenör ile konuşmuş.

Christian Bauer adındaki antrenöre göre, Çinli eskrimciler antrenmanlara isteksiz katılıyorlar.

Bir basketbol takımının koçu ise takımdaki tüm oyuncuların "basketboldan nefret ettiklerini" itiraf ettiklerini aktarıyor.

BASKETİ SEVMEYEN BASKETBOLCU

Eskrimi sevmeyen eskrimciler.

Basketbolü sevmeyen basketbolcular.

Nasıl bir şey bu?

Derginin vardığı sonucu göre, Çin’de eskrimci, kürekçi, bisikletçi ya da sporun her hangi alanında faaliyet gösteren sporcuların hiç biri o dalı sevdiği için seçmiyor.

Sadece mesleği olsun diye seçiyor.

Sporcu oldun mu devletten maaş garantisi var çünkü.

Çin’deki spor akademilerinin sayısı 3 bin.

Burada her gün 400 bine yakın çocuk ve yetişkin haftanın altı ya da yedi günü antrenman yapıyor.

Mezun olduktan sonra ise yerel yönetimler ya da hükümet tarafından işe alınıyor.

Çinli sporcuları en fazla bezdiren şey ölesiye antrenman.

Eski bir dekatlon atleti olan Li Chao Bin Fransız muhabire şöyle konuşmuş:

"Atletizmde Batılılardan daha geri olduğumuz için daha fazla çalışmak zorundayız. Bugün artık koşmuyorum, zira canım çekmiyor. Spor yüzünden her yanım sakat. Dizlerim, sırtım, omuzlarım."

China Sports Daily Gazetesi’ne göre, Çinli eski sporcuların yüzde 80’i Li Chao Bin gibi kronik sağlık sorunlarından muztarip.

Ya da işsiz ve yoksul.

Pekin 2008 Olimpiyatları’nın müthiş parıltısının arkasında yatan gerçek bu ne yazık ki.

Şimdi gel de Daniel Cohn-Bendit’e hak verme.
Yazının Devamını Oku

Bozkurt: Kadın istihdamında AB ile arayı nasıl kapatacaksınız?

25 Temmuz 2008
IMAGINE, John Lennon’un unutulmaz şarkısı. "Hayal et" diyor Lennon.<br><br>"Tüm insanların dünyayı barış içersinde paylaştığını hayal et." KAGİDER’in, (Kadın Girişimciler Derneği) Avrupa Parlamentosu Sosyalist üyesi ve Kadın Hakları raportörü Emine Bozkurt’u ağırladığı toplantının açılış müziği bu şarkı.

KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç özellikle seçmiş "İmagine" şarkısını.

Toplantının açılış konuşmasında "Kadınlarla erkeklerin eşit olduğu bir dünya hayal edin" diyor.

Hayal etmek güzel ama hayalleri bastıran gerçekler var.

TÜSİAD ile KAGİDER’in geçen haftaki "Kadın Raporu"nun ortaya koyduğu gerçekler.

AKP Gaziantep milletvekili ve AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin ile CHP İstanbul milletvekili Necla Arat’ın da davetli olduğu toplantıda bu kez Emine Bozkurt gerçeklere parmak basıyor.

"Avrupa Parlamentosu olarak Türkiye’de kadın haklarında istediğimiz ilerlemeleri göremiyoruz" diyor.

İLERLEME RAPORU KADINLAŞTI

Örnek mi?

İş ve sigorta kanunu değişikliklerinde, töre ve namus cinayetlerinde ilerleme yok Bozkurt’a göre.

Hatta bu alanlarda gerileme var.

Kadının siyasi katılımını teşvik edecek "kota" meselesinde de ilerleme yok.

Kadın istihdamı başka bir can alıcı nokta.

Bozkurt "Avrupa Birliği Lizbon Anlaşması’nda kadınların iş hayatına katılımlarının yüzde 60’lara ulaşmasını istiyor. Türkiye’de bu oran yüzde 23.8" (Kadın Raporu’nda oran yüzde 24.9) diyor.

"Türkiye’nin arayı nasıl kapatacağı merak konusu" diye de ekliyor.

Bozkurt yukarıda dikkat çektiği tüm noktaları Avrupa Parlamentosu’nun son Türkiye İlerleme Raporu’na koydurtmayı başarmış.

Bu yüzden "İlerleme Raporunu ’kadınlaştırmayı’ başardık" diyor gülerek.

Bozkurt ve ona sürekli gelişmelerle ilgili bilgi aktaran Türkiye’deki kadın STK’lar sayesinde AB kadın haklarını büyüteç altına almış durumda.

İyi ki Bozkurt var, iyi ki canavar gibi kadın örgütlerimiz var.

KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ KOMİSYONU

Bunların sıkı takibi sayesinde nicedir meclis çatısı altında kurulması konuşulan "Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu" nihayet hayata geçiyor.

Müjdeyi veren AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin.

Şahin
söz konusu komisyonun önümüzdeki ekim ayından itibaren kurulacağını söylüyor.

Fatma Şahin’in verdiği başka iyi bir haber ise yerel seçimlerde kadın adayların sayısı arttırmak için alınan kimi önlemler.

AKP önümüzdeki yerel seçimlerde kadın katılımını arttırmak için binden fazla kadını eğitime tabi tutmuş.

Şahin " Yerel yönetimlerde yüzde 1,5-2 civarında olan kadın katılımı en az yüzde 15 olmalı" diyor.

TBMM’teki yüzde 9’luk oranın ise yüzde 25’lere tırmanması gerektiğini söylüyor.

"Aksi takdirde kadınlar seslerini duyuramaz" diyor.

Fatma Şahin’in söyledikleri güzel ama Bozkurt’un sorusunun tam cevabı değil.

"Kadın istihdamında AB ile arayı nasıl kapatacağız?"

’Haç’ yıkılacak, Trabzonlular manzaradan mahrum kalacak

HABER sevgili Doğan Hızlan’ın gözünden kaçmamış.Hızlan, önceki gün Trabzon’daki "Forum Trabzon" Alışveriş Merkezi’ndeki bazı bölümlerin "haça benzetildiği" için yıkılacağını yazmıştı.

Bir binayı haça benzetmek kimin aklına gelir?

Ya da binaya kasıtlı olarak haç şeklinin verilebileceği?

Hızlan’ın yazısı üzerine "Forum Trabzon" projesini gerçekleştirmiş olan Multi Turkmall’un CEO’su Levent Eyüpoğlu’nu aradım.

Olay aynen Doğan Hızlan’ın yazdığı gibi.

Birileri, denizle bütünleşen bir mimarı yapıya sahip "Forum Trabzon"a yapılan feneri ve iki yanındaki terasları bir haça benzetmiş.

Yerel basın "haç" meselesini büyütmüş.

Bunun üzerine Multi Turkmall fenerin iki yanındaki terasları yıkmaya karar vermiş.

Levent Eyüpoğlu, "Trabzonlular güzel bir manzara seyredebilsin diye fenere terasları ilave etmiştik" diyor.

"Ne yapalım şimdi güzel manzaradan mahrum kalacaklar" diye ekliyor.

Statik hesaplar yüzünden teraslar toptan yıkılamıyor, her gün 30 santimetre kısaltılıyormuş.

Yıkma işlemi bir hafta içersinde tamamlanacakmış.

Levent Eyüpoğlu’nun kendisi de Trabzonlu.

FORUM OLDU MU RUM

Bu olayın tuhaflığına dikkat çektiğimde "Trabzon’da küçük bir azınlık yabancıya ve yabancı yatırıma karşı direniyor" diyor.

"Ama bu direnme uzun sürmeyecek. Zira Trabzon zincirlerini kırmak üzere. Zira uluslararası bir çekim merkezi olma yolunda. İsviçre’den Trabzon’a, Maçka’ya kayak yapmaya gelenler var. Trabzon havaalanı büyütülüyor. Şehir üç, dört yıl sonra farklı bir yer olacak" diye ekliyor.

Levent Eyüpoğlu doğduğu şehrin geleceği açısından umutlu olmasına umutlu ama "Forum Trabzon" projesine başladığında karşısına çıkan başka "tuhaf" bir engellemeden de söz etmeden geçemiyor.

Anlattığı neredeyse "haç benzetmesi" kadar garip.

Bölgenin en büyük alışveriş merkezinin adının "Forum Trabzon" olduğunu duyan birileri forumun "rum" hecesini öne çıkartarak "Bunların amacı Trabzon’u Rum yapmak" diye yaygarayı kopartmışlar.

Forum olmuş mu Rum?

Hızlan
’ın yazısında dediği gibi "Gidiyoruz, gidiyoruz... Yol aldık diyoruz, arkamıza bir dönüp bakıyoruz ki, masallardaki gibi bir arpa boyu bile yol almamışız."
Yazının Devamını Oku

Gençlerimiz hangi işlerin hayallerini kuruyor

22 Temmuz 2008
ÜNİVERSİTEYE, yüksek meslek okullarına devam eden öğrencilerin iş kurma hayalleri nelerdir?<br><br>Kendilerine girişimcilik eğitimi ve belli bir kredi verilse bunları nasıl değerlendirirler? Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) ile Avea’nın iki yıldan beri sürdürdükleri "Hayatımın Fikri" Projesi’nde jüri üyesi olunca hem bu soruların yanıtını aldım.

Hem de bu ülkede geleceğe ilişkin umutlarım arttı.

TOG ile Avea’nın projesinin hayata geçtiği 2006 yılından bu yana 9 üniversitede toplam 3 bin 900 gence girişimcilik eğitimi ve danışmanlık verilmiş.

Bu gençlerden bazıları aldıkları eğitimle kendi iş fikirlerini projeye dönüştürmüş.

Bunlar arasında hayata geçebilecek projeler için ayrılan fon 713 bin YTL tutarında.

Geçen yıl 10 projeye 200 bin YTL verilmiş.

Kredi alan gençled İstanbul, Çanakkale, Batman, Şırnak gibi Türkiye’nin çeşitli illerinde iş hayatına atılmış.

Kimi yazılım şirketi, kimi yoğa-pilates salonu kurmuş.

Bu yıl ise 19 projeye ayrılan miktar 513 bin YTL.

Yani "Hayatımın Fikri" iki yılda Türkiye’ye 30 kadar genç girişimci kazandırmış durumda.

İki yıl gibi kısa bir sürede hem proje sayısı ikiye katlamış hem ayrılan fon miktarı.

YILDIZLI PROJELER

513 bin YTL’lik fon bu yıl 31 projeden hangilerine dağıtılacak?

Hangisine ne kadar verilecek?

Jüri üyeliğinin en zor yanı bu.

Karar vermeden önce genç girişimci adaylarının hazırladıkları projelerin ne olduğunu kendi ağızlarından dinledik.

Jüri üyeliğinin en zor yanı fonu dağıtmak ise en zevkli yanı bu gençlerin hayallerine yelken açmak.

Kimi projesini anlatırken heyecanlı, kimi tutuk.

Hangisinin başarılı girişimci olacağını da zaten karakteri de ele veriyor gibi.

Ben kendi payıma, genç girişimciler arasında topluma da bir şeyler kazandırmak çabasında olanlara daha fazla kulak verdim.

Notlarımda, onların isimlerinin yanına bir yıldız iliştirdim.

Örneğin Dicle Üniversitesi’nde psikoloji bölümü öğrencisi olan Ferhat Şen’in zihinsel engelliler için özel eğitim ve rehabilitasyon projesi yıldızıma hak kazanmış bir projeydi.

Nitekim jüri bu projeye 50 bin YTL vermeyi uygun gördü.

Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nden Hasan Yıldız fizik bölümü öğrencisi.

Onun da hayali fen bilimlerini sevdirmek, çocukların öğrenmesini kolaylaştırmak.

Bunun için bir "deney seti" oluşturmayı tasarlamış.

24 yaşında gencecik bir insan düşünün ki, fen bilimlerini sevdirmek ve yaygınlaştırmak için kolları sıvamış.

Nasıl yıldız hak etmez?

Hasan Yıldız’a aldığı kredi 35 bin YTL.

VAN’DA ÇİLEK


Çilek narin bir meyve.

Gündüz ile gece arasında ısı farkının hayli yüksek olduğu Van’da çilek yetişebileceği kimin aklına gelirdi?

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü’nde öğrenci olan Sinan Akyüz ile Cafer Taşdemir Van’da nasıl çilek yetiştireceklerini broşürlerinde pek güzel anlatmışlar.

Van’da hangi türün daha verimli olabileceğini, iklim koşullarını nasıl avantaja dönüştürebileceklerini tek tek saymışlar.

Van’da "çilek yetiştirerek" bölgede bir ilki gerçekleştirme hayalini kuran Akyüz ile Taşdemir’e bunu gerçekleştirmek için verilen kredi 30 bin YTL tutarında.

Kapari üretimi için projesini hazırlayan Anadolu Üniversitesi, İşletme Bölümü’nden Ekrem Şenol Balcıoğlu ise jürinin değerlendirmesine göre 40 bin YTL alacak.

Mersin’de baba mesleği balık ağı üretimini cezaevlerine kadar yaymak isteyen Mersin Üniversitesi’nden Yusuf Şen 30 bin YTL ile hayalini gerçeğe dönüştürebilecek.

Aynı şekilde Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencisi Birim Ömer Erol almaya hak kazandığı 25 bin YTL ile Çanakkale’de bir sanat evi açabilecek.

Kredi alan 19 projenin hepsine burada yer vermemem imkan yok.

Ancak dediğim gibi, sadece bu projelere kulak vermek, gençlerin heyecanını paylaşmak yarına ilişkin umutlarımı arttırıyor.

Yandaşlığın kör ettiği birileri var elbet

BİLEN bilir.

Günlük siyasetle ilgili yorum yapmam, polemiğe asla girmem.

Yazılarım genellikle bir tek şeyi amaçlar: Okura bilgi aktarmak.

25 yılı aşkın gazetecilik hayatımda seçimim bu yönde.

Gelen okur mektuplardan da bu "bilgi aktarımının" ne denli kıymetli bir şey olduğunu fark ediyorum sevinerek.

Böyle bir girizgahın nedeni Yeni Şafak’tan bir meslektaşımın benim "AKP’nin gündeminde kadın istihdamı yok" yazıma da atıfta bulunarak kaleme aldığı "Yandaşlık Kör Eder" yazısı.

Hürriyet’in CHP yandaşlığını iddia ederken benim de bu yazımın "yandaşlık" yaptığını savunuyor.

Nasıl yandaşlık yapmışım?

TÜSİAD ile KAGİDER’in geçen hafta kamuoyuna duyurdukları son derece önemli "Kadın Raporu"na iktidar yanlısı Yeni Şafak gibi gazetelerin hiç yer vermediğini yazmışım.

Yani bu gazetenin kadın istihdamının yüzde 24.9 düzeyinde olmasını, kadın ile erkek arasındaki ücret eşitsizliğini önemsemediğini yazmışım.

CHP yandaşlığım bu yüzden.

Meslektaşım diyor ki: "Kadın istihdamının yüzde 24.9’luk bir oranla cumhuriyet tarihinin en düşük düzeyde olduğunu iddia eden bir rapora nasıl itibar edebiliriz?"

Raporun, kadın sorunlarında uzman Türkiye’nin önde gelen dört bilim kadını tarafından kaleme alınmış olmasının hiçbir önemi yok meslektaşımın gözünde.

Peki o halde bu yazımın yayınlandığı aynı gün AKP milletvekili Fatma Şahin’in beni arayarak AKP’nin kadın istihdamını iyileştirmek için aldığı önlemleri anlatmasına ne demeli?

Demek ki AKP’li kadın milletvekilleri durumun ciddiyetinin farkında.

Yandaşlığın kör ettiği birileri var elbet.

Onların kim oldukları ortada.
Yazının Devamını Oku

Hem çini atölyesi hem viyola kampı

20 Temmuz 2008
İznik Vakfı’nda bir yandan çini üretilirken, bir yandan da uluslararası bir viyola kampı düzenleniyor. Tanınmış viyola öğretmeni Tatyana Masurenko’nun İngiltere, Almanya, Rusya, İsveç, Slovakya ve Yunanistan’dan öğrencileriyle genç Türk viyolacılar bir arada çalışıyor.

İznik’te hemen gölün yanı başında gül ve lavanta kokuları içinde bir elma bahçesi düşünün. Zeytin ağaçları da var bu bahçede. Bir de ünlü İznik çinilerinin piştiği fırınlar. Yolumu bu bahçeye düştüğü gün bunlara hangi ağacın, hangi fırının arkasından geldikleri anlaşılmayan viyola nağmeleri eşlik ediyor./images/100/0x0/55eab7a1f018fbb8f8923829

Bahçe, İznik Vakfı’nın bahçesi.

Modacı Calvin Klein’ın Kaliforniya’daki evini, Oxford’daki İslam Merkezi’nin duvarlarını, İstanbul metrosunu, Dubai’deki Zaabel Parkı’nı ve daha sayısız mekanı süsleyen İznik çinileri işte bu bahçedeki atölyelerde üretiliyor. 16. yüzyıldan kalma formüllerle.

Bahçeye adımınızı atar atmaz iki ağaç kütüğünün üzerinde çinilerin hammaddesini oluşturan o güzelim kuvartz taşları karşılıyor sizi. Kuvartz taşı öğütülecek, kille karıştırılacak, "bisküvi" denen kıvama gelecek, kalıplara dökülecek, kurutulacak, üzerine desenler çizilecek, özel karışımlarla elde edilen boyalarla boyanacak, sırlanacak, fırınlanacak.

İznik Vakfı Başkanı Profesör Dr. Işıl Akbaygil ile birlikte geziyorum vakfın birimlerini. AR-GE bölümü, fırınlar, bisküvinin "dinlenme bölümleri", boyama atölyeleri. Turkuvaz rengi fırınlandıktan sonra kimi zaman lacivert, kimi zaman kırmızıya dönüşüyor. 16. yüzyılın gizemli formülleri sayesinde. Yeniden üretilen Bizans sarısı, İznik kırmızısı bu formüllerin marifeti. İznik Vakfı’nın ürettiği çinilerin metrekaresinin ABD’de üç-dört katına satıldığını gururla söylüyor Profesör Akbaygil.

Bir atölyede henüz "bisküvi" durumunda, çarpıcı bir formu olan bir vazo dikkatimi çekiyor. Çalışmalarını New York’ta sürdüren sanatçı Elif Uras’ın vazosu bu. Elif Uras zaman zaman İznik Vakfı’na gelip, çini yapımının inceliklerini öğreniyor.

FIRÇA DARBELERİ VE VİYOLA NAĞMELERİ

Bahçeye çıkıyoruz. Çardağın altındaki uzun masada desenleri boyayan genç kızlar var. Usta fırça darbeleri viyola nağmelerinin eşliğinde.

Vakıf üç yıldan beri uluslararası viyola kampını ağırlıyor. Genç müzisyenlere sponsorluk yapıyor. İznik Vakfı’yla viyola kampı arasında bağlantıyı kurmakta zorlanıyorsanız hemen izah edeyim.

Profesör Akbaygil’in kız kardeşi Profesör Betil Başeğmezler ODTÜ Müzik ve Güzel Sanatlar Bölümü Başkanı. Ankara Devlet Konservatuvarı Viyola Bölümü öğretim görevlisi aynı zamanda. Kocası besteci Nejat Başeğmezler Cumhuriyet Senfoni Orkestrası’nda viyola çalıyor. Oğlu Ali Başeğmezler Atina’da bir oda orkestrasında yine viyola çalıyor. Kızı ise viyolonsel.

Üç yıl önce sadece viyola çalan genç müzisyenleri bir yaz kampında bir araya getirme fikri kafasında oluşunca ablasının başkanı olduğu İznik Vakfı’nın sponsorluğunu rica ediyor.

GELECEĞİN STRADİVARİUS’LARI

İznik Uluslararası Viyola Kampı’nın iki öğretmeni var. Profesör Betil Başeğmezler ile Avrupa’nın sayılı viyola öğretmenlerinden Tatyana Masurenko. Masurenko daha önce Müzik Akademisi için Ayvalık’a gelmiş. Üç yıldan beri de viyola kampında. Kamp bitince Masurenko çini fırınlarının yolunu tutuyor. Zira viyola kadar olmasa bile bir çini tutkunu.

Masurenko’nun İngiltere, Almanya, Rusya, İsveç, Slovakya ve Yunanistan’dan öğrencileriyle viyola eğitimi alan genç Türk öğrenciler bu yaz İznik Vakfı’nda buluşmuş. Bir hafta vakfın 8 odalı misafirhanesinde kalan öğrencilerin ayağına bu yıl inanılmaz bir fırsat gelmiş. "Lütiye" yani çalgı yapımcısı Jürgen Manthley. Leipzig’de bir atölyesi olan Manthley bir akçaağaç kütüğünü viyolaya ya da kemana dönüştürebiliyor.

Genç adam viyola kampında hem bu çalgıları yapmasını, hem tamir etmesini öğretiyor. Jürgen Manthley’in elinden çıkmış viyolayı kullanan Ali Başeğmezler’e bakılırsa, Manthley geleceğin Stradivarius’larını üretiyor. Kullandığı viyolanın belki 50 yıl sonra bir Stradivarius kadar değer kazanacağı görüşünde. Günümüzde bir Stradivarius’un değeri 3 milyon dolardan fazla. Sadece tamiri 100 bin euro. Yani karşımdaki genç adamın ellerinde bir servet yaratacak beceri mevcut. Jürgen Manthley şimdiye kadar 150’ye yakın viyola ve keman yapmış. Hepsi imzalı ve numaralı.

BEŞ KÖFTE İSTİYORUM

Vakfa ziyaretin son sürprizi gün batımında öğretmenlerle öğrencileri bir araya getiren konser. Vakfın konser, konferans, toplantı binası olarak tasarlamış olduğu "kütük evin" akustiği gerçekten olağanüstü. Betil Başeğmezler ile Tatyana Masurenko’nun öğrencileriyle verdikleri konsere rağbet fazla. Hem genç müzisyenlerin yakınları, hem civarda oturanlar gelmiş.

Viyola kampında neredeyse günde 10 saat çalışan genç öğrenciler şaşırtıcı derecede profesyonel. Nardini, Bartok, Hoffmeister gibi bestecilerin yanı sıra Nejat Başeğmezler’in de bu konser için bestelemiş olduğu iki parçayı çalıyorlar. Parçalardan birinin adı "Beş Köfte İstiyorum". İznik Vakfı’nın usta aşçısının elinden çıkan köfteler öyle lezzetli ki, yurtdışından gelenler bu köfteler için yarışıyor. Köfteler Başeğmezler’e esin kaynağı oluyor.
Yazının Devamını Oku

Kadın istihdamı AKP’nin gündeminde yok

18 Temmuz 2008
TÜSİAD’ın sekiz yıl önce yayınlamış olduğu raporun adı "Kadın-Erkek Eşitliğine Doğru" idi. KAGİDER’in işbirliğiyle geçen gün kamuoyuna duyurduğu raporun adı ise "Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği".

Sadece bu raporun başlığından sekiz yıl zarfında kadın-erkek eşitsizliğinde fazla yol alınmadığı ortada.

Eğitim, siyasi ve ekonomik hayata katılım gibi konularda daha kat edilecek çok mesafe var.

Yerel siyasete katılımdan örnek verecek olursam bu oran sadece yüzde 2.5.

Afrika’nın, Güney Amerika’nın çok gerisinde.

Eğitimi ele alırsak, gelişmeler KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç’ın işaret ettiği gibi "ağır ve yetersiz".

Hálá ilkokula gitmeyen 670 bin kızımız var. Ancak en büyük sorun istihdam alanında.

Raporun "İşgücüne Katılım ve İstihdam" bölümünü hazırlayan Prof. Dr. Yıldız Ecevit’e göre, yüzde 24.9’luk oranla kadınların iş gücüne katılımı cumhuriyet tarihimizin en düşük düzeyinde.

NEDEN DÜŞÜŞTE

Neden kadın iş gücü sürekli düşüşte?

Ecevit’e göre bu sorunun birden fazla yanıtı var.

En büyük nedeni kırsaldan kentlere göcün devam etmesi.

Büyük kentlere her 100 kadından 20’si çalışıyor, 80’i evde oturuyor.

Ama bu tablo daha da kötüleşecek.

Zira beş yıllık kalkınma planında 2013’te tarımın istihdamdaki payının yüzde 19’a çekilmesi öngörülüyor.

Dolayısıyla kadının iş gücüne katılımı daha da düşecek.

Kadın istihdamının düşmesinin bir başka nedeni kadınlarla erkekler arasındaki ücret eşitsizliği.

Maliyet hesabı yaptığında kadın düşük ücretle çalışmak yerine evinde oturmayı yeğliyor.

Bir başka neden çocukların ve yaşlıların bakımı.

Anaokulları, kreşler, yaşlılara yönelik sosyal hizmetler yetersiz olunca kadın çalışamıyor.

Üniversite mezunu genç kızların çalışma hayatına atılmamaları işin başka bir boyutu.

Bu da toplumumuzun muhafazakarlaştığını gösteriyor.

Dışişleri Bakanımız Babacan’ın ekonomi bakanı iken "Kriz bitti. Erkekler iş buluyor dolayısıyla kadınların çalışmalarına gerek yok" dediği hálá akıllarda.

KADIN EVDE OTURSUN

2003 yılında kadınlar evde otursun diyen Babacan bugün de TÜSİAD’ın "AB müzakerelerine kadın eşbaşkan" önerisine sıcak bakmıyor.

Müzakereleri yürüten komisyonlarda yüzde 30 dolayında kadın olması Babacan için yeterli.

Yıldız Ecevit diyor ki:

"Kadın istihdamıyla ilgili TÜSİAD, TİSK, GAP İdaresi sayısız kurumun yıllardan beri rapor ve önerileri var. Nereye gidiyor bu öneriler. Siyasetçileri hesap vermeye çağrıyorum."

Evet nereye gidiyor bu raporlar, bu öneriler?

Dün gazeteleri daha dikkatli bir gözle taradım.

İktidar yanlısı gazetelerde TÜSİAD ve KAGİDER’in bu ortak raporuna yer verilmemişti.

Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde bir tek satır dahi yoktu.

Mine Tan, Yıldız Ecevit, Serpil Sancar Üşür ve Selma Acuner gibi konularının uzmanı bilim insanlarımız bir buçuk yılda son derece kapsamlı 380 sayfalık bir rapor ortaya koymuşlar ve iktidar yanlısı gazeteler bundan hiç söz etmiyorlar.

Neden?

Çünkü mesele kadının özgürleşmesi.

Erkekle eşit düzeye gelmesi.

Emin olun kadın istihdamı AKP’nin hiç ama hiç gündeminde değil.

TÜSİAD’ın erkek üyeleri nerede

SİYASİ partilerin kadın sorunlarına ilgisizliği ortada.

Peki iş dünyasında durum ne?

Raporun kamuoyuna açıklandığı gün salonda görebildiğim kadarıyla iki erkek var.

Biri TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Ethem Sancak.

Diğeri Eczacıbaşı Grubu’nun CEO’su Erdal Karamercan.

Karamercan, toplantı bitiminde tepkiliydi.

Haklı olarak "TÜSİAD’ın tüm üyelerine bu toplantının davetiyesi gönderildi. Neden hiç kimse gelmedi? Kadın sorunu TÜSİAD’ın erkek üyelerinin de sorunu değil mi? O halde neredeler?" diyordu.

Suna Kıraç, ’kadın çalışmaz’ önyargısını 48 yıl önce yıktı

TOPLUMSAL Cinsiyet Eşitsizliği raporunun sunulduğu günün akşam saatlerinde Boğaziçi Üniversitesi’nde Suna Kıraç’ın fahri doktora törenindeydik.

Kimi zaman ne kadar ilginç tesadüfler olabiliyor.

Kadınların iş hayatından giderek çekildiklerini duyduğumuz günün akşamı bundan 48 yıl önce iş hayatına atılmış başarılı bir iş kadının yaşam öyküsünü dinliyoruz.

Suna Kıraç Türkiye’nin ilk iş kadınlarından.

1960 yılında Vehbi Koç’a yardımcı olarak iş hayatına atılmış.

1965 yılında Genel Sekreterliğe, 1977 yılında Yönetim Kurulu üyeliğine, 1980 yılında ise Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığına getirilmiş.

Vehbi Koç’un tek talebesi esasında.

Kendi hayatını anlattığı filmde, "Benim zamanımda kızların çalışması ayıptı. Ankara’da kız çocukları ikinci planda gelirdi. Annem bu eşitsizliğe karşı çıkmıştı. İyi yetişmemizi istemişti. Kadının da çalışması gerektiği konusunda babama baskı yapardı. Annemin baskısı ve babamın kararı etkili oldu. İş hayatına atıldım" diyor.

Suna Kıraç
’ın 48 yıl önce kırdığı "kadın çalışmaz" önyargısı bugün hálá karşımızda.
Yazının Devamını Oku

İşsizler ordusuna çare bilişim sektöründe mi

15 Temmuz 2008
EĞİTİM denince insanlarımıza iğne batırmış gibi oluyor. <br><br>Herkes dertli, herkes şikayetçi. Cuma günkü "Meslek liseliyim, kendime güveniyorum" yazıma gelen e-postaları görseniz.

Kiminin meslek lisesinden ağzı yanmış.

Zira aynı işyerinde, aynı işi yapan daha az deneyimli üniversite mezunundan daha düşük ücrete çalışıyor.

"Çocuğumu da, torunumu da meslek lisesine göndermem" diyor.

Kimi Türkiye’nin geleceğinin meslek liselerinde olacağı görüşünde.

İş gücünde meslek okulu mezunlarının önemli yer tuttuğu Tayvan’ı örnek göstererek "Gençlerimizi meslek liselerine özendirmeliyiz" diyor.

30 yılı aşkın bir süreden beri bilişim sektöründe çalışan ODTÜ’lü bir okurum ise üniversite mezunu olmadıkları halde hırslı ve son derece başarılı teknisyenlerle çalıştığını anlatıyor.

Aynı okurum, eğitimde boşa giden paraların planlı bir şekilde teknik ve mesleki okullardaki öğretmenlere harcanması durumunda Türkiye’nin "sınıf atlayacağını" söylüyor.

"Eğitim meselesinde yazacak çok şey var ama Ergenekon, mergenekon diye alırlar içeri maazallah" diye ekliyor.

İddianamenin açıklandığı gün Ergenekon davasının sokaktaki insana nasıl yansıdığını bu cümleden daha iyi ne anlatabilir?

50 BİN İLA 80 BİN UZMAN AÇIĞI

Her neyse Ergenekon meselesini bir yana bırakalım ve esas konuya dönelim.

Geçenlerde Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Eczacıbaşı ile konuşuyorduk.

Faruk Eczacıbaşı aynı zamanda 15 yıllık bir geçmişi olan Türkiye Bilişim Vakfı’nın Başkanı.

Bir avuç insanla Türkiye’nin bilgi toplumuna nasıl dönüşebileceği konusuna kafa yoruyor.

Ayda bir kez Eczacıbaşı Holding’deki ofisinde bilişim alanında faaliyet gösteren bilim insanlarıyla, STK’larla buluşup "beyin fırtınası" yapıyor.

Faruk Eczacıbaşı’na göre, Türkiye’nin en acil sorunlarında biri de gençlerin teknolojide donanımlı olmalarını sağlamak.

"Türkiye’nin geleceği için bu çok önemli" diyor.

Önemli bir bilgi veriyor.

Bilişim teknolojisi alanında Türkiye’de 50 bin ila 80 bin uzman açığı varmış.

Yani geleceğin uzmanlık alanlarında Türkiye çok gerilerde.

Örneğin yazılımda.

Bu tür uzman açığının ne gibi etkisi var?

Faruk Eczacıbaşı "Olanlara talep çok fazla. Kalifiye teknisyen yetiştirmek zorundayız. Acil önlem almadığımız takdirde Hintlilerle Çinliler karşısında rekabet avantajımızı tümden kaybedebiliriz" diyor.

İyi bildiğimiz o yaman çelişkiye parmak basıyor.

Bir yanda işsizler ordusu diğer yanda işgücü eksikliği.

Bilişim Vakfı olarak bu çelişkiyi gidermek için üniversitelerle birlikte geliştirdikleri formüle değiniyor Eczacıbaşı.

"İşsiz üniversite mezunları bir, buçuk yıllık bir eğitimle bilişim sektöründe uzman sıkıntısı çekilen alanlara yönlendirilebilir"
diyor.

Üzerinde durulması gereken bir formül bu.

Youtube yasağı ne olacak

FARUK Eczacıbaşı ile sohbette Türkiye’nin teknolojik altyapısına değiniyoruz.

Eczacıbaşı, AKP Hükümeti’nin teknolojik altyapı için önemli bir çaba harcadığını söylüyor.

E-devlet konusunda önemli adımlar atılmış.

Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren bu konunun önemini iyi bilen biri.

Ne ki Türkiye’nin bilgi toplumu yolunda karşılaştığı önemli engeller var.

Biri hızlı internet erişimi.

Eczacıbaşı’na göre, Ulaştırma Bakanlığı hızlı internetten ziyade ağırlığı interneti yaygınlaştırmaya vermiş.

"Oysa ikisi birden mümkün" diyor.

Bir diğer engel "web yasakları".

Eczacıbaşı’
nın "önemli bir trafik kazası" diye tanımladığı Youtube yasağı.

"Youtube sitesinin tümden kapatılması Türkiye’ye ve ülkedeki kullanıcılara fazlasıyla zarar veriyor. Bu zarar, sitenin kapatılmasının ’yararı’ndan çok fazla" diyor.

Brüksel, İstanbul Merkezi’ni yakından izliyor

GEÇEN nisan ayının ilk haftası, İBB İstanbul Merkezi’nin açılışı için Brüksel’deydik.

Geçenlerde İstanbul Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Tulu Gümüştekin aradı.

Merkezin çalışmaları Belçika Dışişleri Bakanlığı’nın dikkatini çekmiş.

Belçika Dışişleri Bakanı Karel De Gucht, Gümüştekin ile İstanbul Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Merve Gürsel’i ofisinde ağırlayıp, ayrıntılı bilgi almış.

Tulu Gümüştekin bu ilgiden pek memnundu.

Zira De Gucht, merkezin Brüksel ile Türkiye arasında önemli bir köprü oluşturacağına inandığını söylemiş.

İstanbul Merkezi’yle Belçika Dışişleri Bakanlığı’nın ortak proje geliştirebileceğini ilave etmiş.

Önümüzdeki hafta Gümüştekin ile Gürsel bunu tartışmak için yeniden De Gucht ile buluşuyor.
Yazının Devamını Oku

Canım Omara

13 Temmuz 2008
Ne de süslenip püslenmişti bizim için. Portakal renkli uzun tuniğiyle, siyah saçlarını bağladığı aynı renk eşarbı ve altın küpeleriyle sapına kadar Kübalıydı Havanalı Omara Portuondo. İzleyicileriyle yarı İngilizce, yarı İspanyolca da olsa iletişimi gayet iyi. "Viva Küba, Viva Turquia" diyor. Yeri geldiğinde birkaç salsa figürü attırıyor. Bu korku ülkesinde ruhları yaşlanmış bize ne iyi geliyor, canım Omara.

Yaz sıcak, hava kurşun gibi ağır. AKP’yi kapatma davası, Ergenekon soruşturması ve de İstanbul, İstinye’deki /images/100/0x0/55ea699ff018fbb8f87e3d75Amerikan Başkonsolosluğu’na garip saldırı derken geriye sığınılacak tek liman İstanbul Caz Festivali kalıyor.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) da eksik olmasın her yıl giderek zenginleşen programlar hazırlıyor ki dertlerimizi unutalım. Sıkıntılar arttıkça program zenginleşiyor. Mekanlar çeşitleniyor.

Birkaç gün zarfında Hüsnü Şenlendirici’nin de dahil olduğu Taksim Trio ile Hintli tabla ustası Zakir Hussain’i Aya İrini’de, Kübalı Omara Portuondo’yu Sepetçiler Kasrı’nda, Brezilyalı Caetano Veloso’yu Açık Hava’da dinlemek her ölümlüye nasip olmasa gerek.

Ama biz bu mutluluğa eriştik. Onları dinlerken üzerimize çöken kara bulutlardan sıyrıldık, "Acaba yarın nasıl bir sürprizle karşılaşacağız" kaygılarından kurtulduk. Hafifledik.

Meğer Aya İrini’ye klarnet, bağlama, kanun ve tabla ne yakışırmış.

Sahneye Zakir Hussain’in ta Hindistan’dan getirdiği kıyafetlerle çıkan Taksim Trio ile Hintli tabla ustasının neredeyse gözleriyle anlaşarak doğaçlama çaldıklarına bizzat tanığım.

Zira en ön sırada oturuyordum.

HER YIL BİR ALBÜM

Aya İrini’deki doğu ezgilerinden bir gün sonra Omara Portuondo’nun Küba müziği İstinye’deki baskın şokuna ilaç gibi geliyor.

Canım Omara.

Ne de süslenip püslenmişti bizim için. Portakal renkli uzun tuniğiyle, siyah saçlarını bağladığı aynı renk eşarbı ve altın küpeleriyle sapına kadar Kübalıydı.

Havanalı Omara Portuondo 29 Ekim 1930 doğumlu. Yani 77 yaşında.

1973’te Şili’deki Pinochet darbesinden sonra Salvador Allende’yi destekleyen şarkılarıyla Güney Amerika’da efsane olmuş ama uluslararası üne kavuşması ancak 1996’da Buena Vista Social Club’a dahil olmasından sonra.

Birkaç yıl önce aramızdan ayrılmış olan sevimli Kübalı müzisyen Ibrahim Ferrer ile nasıl uyumlu bir ikili oluşturmuşlardı.

Omara Portuondo’nun kariyeri Buena Vista Social Club mucizesiyle müthiş hızlanmış. 1996’dan sonra hemen hemen her yıl çıkarttığı bir albümü var.

SALSA DA YAPIYOR

İzleyicileriyle yarı İngilizce, yarı İspanyolca da olsa iletişimi gayet iyi.

Şarkılara katılmaya, el çırpmaya davet ediyor. "Viva Küba, Viva Turquia" diyor.

Yeri geldiğinde birkaç salsa figürü attırıyor. Dansçı geçmişinden dolayı kıvrak olmasına kıvrak ama yaş 78 olunca tıkanıveriyor haliyle Omara Portuondo.

Ünlü "Dos Gardenias" şarkısını oturarak söylüyor. Başka birkaç şarkıda da çöküveriyor bir yerlere. Ama olsun o ruhu genç yaşlılardan.

Bu korku ülkesinde ruhları yaşlanmış bize ne iyi geliyor, canım Omara.
Yazının Devamını Oku

Meslek liseliyim, kendime güveniyorum

11 Temmuz 2008
KONUMUZ yine eğitim. Eğitim sistemimizin önemli bir yarası meslek liseleri. Türkiye’de hem öğrenciler, hem aileler meslek liselerine pek sıcak gözle bakmıyor.

Gelişmiş ülkelerde meslek liselerine gidenlerin oranı yüzde 65.

Bizde bu oran yüzde 33.

Bu düşük oranın şöyle olumsuz sonuçları var.

Bir yanda üniversitelerde inanılmaz bir yığılmaya yol açıyor.

Diğer yanda sanayinin kendisine gerekli iş gücüyle buluşmasını engelliyor.

Koç Holding’in 2 yıl önce Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğiyle başlatmış olduğu "Meslek Lisesi Memleket Meselesi" projesi bu trendi tersine çevirmeyi amaçlayan önemli bir girişim.

Projenin ne olduğunu kısaca özetliyorum.

250 meslek lisesinden her yıl 2 bin öğrenciye burs veriliyor.

Proje tamamlandığında sayıları 8 bine ulaşacak öğrencilere Koç Holding’in 22 şirketinde staj imkánı sağlanıyor ve mezun olduktan sonra istihdam önceliğini tanınıyor.

Öğrencilere Koç çalışanlarının "gönüllü" koçluk yapması da projenin bir başka ayağı.

ÜNİVERSİTE ŞART DEĞİL

Peki iki yıl sonra proje hangi noktada?

Projenin en önemli hedefi "gençleri meslek liselerine özendirmek" idi.

Verilere göre, meslek liselerine başvurular yüzde 30 oranında artmış.

Öğrenci ve velilerin nezdinde meslek okulları itibar kazanmış.

"Hayatta başarılı olmanın yolu illa üniversiteden geçer" ön yargısı kırılmış.

Koç
’un burs verdiği öğrenciler arasında açtığı kompozisyon yarışmasında "meslek liseliyim, kendime güveniyorum" diyenler çıkıyor artık.

Proje diğer yanda, Türk sanayisinde önemli bir yeri olan Koç Holding’in 22 şirketinin teknik eleman açıklarını kapatmanın yolunu açmış.

Karşımızdaki örnek tam bir sanayi-meslek eğitimi işbirliği.

Koç bünyesindeki Tüpraş proje kapsamında bazı endüstriyel meslek okullarında laboratuvar açılması için Milli Eğitim Bakanlığı’yla protokol imzalıyor.

Aynı şekilde Fiat’ın da imzalamış olduğu bir laboratuvar anlaşması var.

Özetle, Koç’un çeşitli sanayi dallarında faaliyet gösteren şirketleri bağlantı kurdukları meslek okullarındaki eksiklikleri tespit edip, kalifiye teknik elemanların yetişmesi için katkıda bulunuyorlar.

Sanayinin talebine göre meslek okullarının müfredatlarını değiştirmeleri de gündeme gelebilecek artık.

Hangi ilimize, hangi meslek okulunun da gerekli olduğunun sanayi ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ortaklaşa belirlenmesi de.

Mesela, denizi olmayan illerimizde denizcilik meslek okulu olduğunu biliyor muydunuz?

Bu projeye áşığız diyen iki kadın

"MESLEK Lisesi, Memleket Meselesi" projesini iki kadın yürütüyor.

Koç Kurumsal İletişim Direktörü Oya Ünlü Kızıl ile Koç Dış İlişkiler ve Kurumsal Sosyal Sorumluluk Koordinatörü Aylin Gezgüç.


Bir dönem Kemal Derviş’in danışmanlığını yürütmüş olan Oya Ünlü Kızıl, "Bu benim áşık olduğum bir proje" diyor.

Projeye áşık zira Türkiye için çok önemli olduğunu düşünüyor.

Yale Üniversitesi’nden kazandığı dört aylık "liderlik" bursu nedeniyle ABD’nin yolunu tutacağında aklının burada kalacağından hiç kuşku yok.

Aylin Gezgüç de sırf bu proje nedeniyle Hazine Bakanlığı’nda 13 yıllık hizmetine son noktayı koymuş.

Hazine Bakanlığı’nda İMF ilişkilerinden de sorumlu olan Gezgüç en son bakanlığın Çok Taraflı Ekonomik İlişkiler Dairesi’nin başındaydı.

"Türkiye’nin genç ve dinamik nüfusuyla övünüyoruz. Ama bu nüfusun 20 yıl sonra eğitimsiz ve en önemlisi mesleksiz olabileceğini hiç aklımıza getirmiyoruz" diyor

Böylesine önemli bir projenin başında iki kadın olunca kızlara pozitif ayrımcılık uygulanmaması mümkün mü?

Projenin ilk uygulandığı 2006-2007 döneminde kız oranı yüzde 56.
Yazının Devamını Oku