Fuat Bol

Hüzünlü bayramlar

2 Nisan 2025
NİCE zamandır ağız tadıyla bir bayram kutlayamadık.

Zira sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselam): “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkat ve merhamet göstermede tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer” buyuruyor.

Müslümanlar, bir vücudun azaları gibi olduğuna göre; bir kısım uzuvlar bugün küffar eliyle tarumar edilip inim inim inletilmekte, lakin vücudun diğer kısmı azamisi derin bir gaflet içinde gününü gün etmektedir.

Ümmet olarak bu acıyı duymadığına göre, bedenin büyükçe kısmı felç olmuş demektir.

Gazze ve Filistin’de yaşanan vahşi katliamlar, İslam ümmetinin duyarsızlığından, paramparça oluşundan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın aymazlığından, gafletinden ve hatta dinlerine ve sözde Müslüman kardeşlerine olan ihanetlerinden değil midir?

Tek bir vücut gibi olması gereken İslam ümmeti bugün, bin bir parçaya bölünmüş ve her bir parçası adeta ayrı bir gezegende, birbiriyle ayrı düşmüş, perişan ve zavallı bir hayatı sürdürmektedir. Sözde hayat süren zavallılardan hangi duyarlılık beklenebilir?

Dünya üzerindeki bütün Müslümanların en büyük handikabı kendilerine olan güvensizlik, aşağılık kompleksidir. ‘İnanıyorsanız üstün olan sizsiniz’ diyen dinlerini bırakıp emperyalist güçlerin emrine girip ‘cüce’ ve ‘uydu’ olmayı yeğlediler!

Zira mensup oldukları inanç sistemi (İslamiyet) onlara birlik olmayı ve asla parçalanmamayı emrederken, onlar, bölünüp paramparça olmayı kurutuluş reçetesi olarak benimsediler.

Yazının Devamını Oku

İSTON, İSPARK ve ötesi

31 Mart 2025
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kümelendiği iddia edilen ‘suç örgütü’, konunun siyasi rekabet olduğunu ne şekilde anlatırsa anlatsın adli süreç başladı. Şimdilik ‘gözüken’ belki de ‘başlangıç.’  Zira turpun büyüğünün heybede olduğu en yetkili ağızlardan ifade ediliyor!

Nitekim öyle olmasa eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kardeşi (Macit Gül) ile yakınlığı iddia edilen, 2001’de küçücük iken dev holdinge dönüşen İlbak’ların üzerine gidilebilir miydi?

Bu iddia ortadayken Türkiye Cumhuriyeti’ne cumhurbaşkanlığı yapmış birinin İmamoğlu’na acil destek açıklaması yapması akılları çelmiyor mu?

Ayrıca yakınlığı malum Ali Babacan’ın hemen Saraçhane’ye koşması, bu ‘suç örgütünün’ ahtapot gibi kolları olduğu izlenimini vermiyor mu?

Keşke daha ‘aklıselim’ ile davransalardı.

 Outdoor gibi mecraların reklam verenlere pazarlanmasından doğan, kayıtdışı korsan noktalar yoluyla da illegal gelirini katlayan bu ‘sektör’,  birkaç ‘ağanın‘ kontrolünde imiş. 

Önceki yıllarda da var olan bu ağaların, İmamoğlu ile ‘siyasi nüfuz’ kullanarak iş yapamayacakları için ‘ekonomik menfaat’ kurgulayıp uyguladıkları iddia ediliyor.

Şimdi hepsi birbirini ihbar ediyor, itirafla ele veriyor. Belli ki dava dosyası giderek kabaracak.

Kamuoyunda tartışılan ve yetersiz, hatta geçersiz bulunan gizli tanık yerine gerçek tanıklar ve çok belge ortaya çıkacağa benziyor.

Yazının Devamını Oku

Boykot

29 Mart 2025
Yaklaşık 50 yıl önce Türkiye terör ile kavruluyordu. O dönem sayıları neredeyse bir elin parmakları kadar olan üniversitelere girebilmiş, ailelerinin imkanlarını zorlayarak okusunlar diye gönderdikleri gençler, ‘azgın azınlık’ baskısı altındaydı.

Farklı sol örgütlere mensup örgüt elemanları üniversiteleri basar, amfilere ders dinlemeye doluşmuş masum gençleri baskı, yıldırma ve korkutma ile zorla ortamdan çıkartırlardı.

Neymiş; ‘boykot’ yapıyorlarmış!

Bu şekilde ‘eğitim’ hakları terörize hareketlerle ellerinden alınan birçok genç okullarından soğudu, uzaklaştı ve geleceklerini kurtaramadan eğitimlerinden vazgeçtiler.

Kimi mesleksiz kaldı, kimi de eksik doktor, eksik avukat, eksik mühendis oldu.

Bugün 68’liler ve daha çok 78’liler denen kuşakların ‘diplomalı’ olsalar bile neden bazı ‘algı kalitelerinden’ mahrum oldukları hep o boykotlarda yatar. 

28 Şubat apoletli zulüm döneminde zamanın medya organlarında çarşaf çarşaf listeler yayımlanırdı. Sakıncalı şirketler ve markalar halka gösterilirdi!

Kime göre ve neden sakıncalı?

Yerli sermayeye ait, bulundukları merkezlerde iş imkânı üreten, bölgeye katkı o sağlayan o yerli ve milli holdingler, o bisküvi, o sucuk, o kâğıt, o kereste fabrikaları kime ya da kimlere, nasıl zarar veriyordu ki ‘boykot’ ediliyordu?

Yazının Devamını Oku

Bu gecenin kadrini bilelim

26 Mart 2025
Bu mübarek, kutlu ve ihtişamlı gecenin kadrini, kıymetini bilelim ki, bizim de kadrimiz kıymetimiz bilinsin; unutmayalım ki biz de unutulmayalım! En az, bin aydan daha hayırlı (zira ne kadar olduğuna dair belirlenmiş bir sınır yoktur) bu mübarek geceyi ihya etmeyi ihmal etmeyelim ki, biz de ihmal edilmeyelim!

Zira bu mübarek gecede Rabbimiz katından af ve mağfiret, bağışlanma sağanak halinde yağar.

Allahü Teâlâ kullarını çok sevdiği ve onlara çok acıdığı için, bazı zamanları özel olarak kıymetlendirmiş ve o anlarda yapılan tövbe ve istiğfarları, dua ve yakarışları ve bağışlanma dileklerini kabul edeceğini bildirmiştir. Bu bildirme Cenab-ı Hakk’ın’ vaadi niteliğinde olup katiyet ifade eder. Zira Rabbimiz vaadinden dönmeyeceğini bizzat bildiriyor.

Din olarak son ilahi mesaj (Kur’an-ı kerim) Rabbimiz Allahü teala tarafından, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla alemlerin övüncü olan sevgili Peygamberimize (Aleyhisselam) bu kutlu gecede gelmeye başladı.

Ümmetine son derece düşkün ve ümmeti üzerinde adeta titreyen rahmet ve muhabbet elçisinin buyurduğu şu hadis-i şerife dikkatinizi çekerim: ‘Kim iman ederek ve Allah’tan umarak Kadir Gecesini ayakta geçirirse (sevabını Allahü teladan umarak ihya ederse) onun GEÇMİŞ VE GELECEK günahları bağışlanır’.

Misli olmayan bu büyük müjde, tıpkı başka bir örneği olmayan Kadir Gecesi gibi, beşer tarihi boyunca sadece bu ümmete bahşedildi.

İdrak ve ihya edebilenlere ne mutlu!

İnanan kullarını rahmet deryasına gark ettiğini bildiren Rabbimiz, bir hadis-i kudside şöyle buyurur: ‘Kullarıma kendileri için belirlediğim cömertliğimi göster. İyilik on ile yedi yüz katıyla ödüllendirilecektir, günah ise benzeriyle. Günahın fiili, günah olduğuna inanmanın karşısında direnemez. (İman, azap ateşini söndürür; bundan dolayıdır ki, cehennem bile Sırat’tan geçen Mümine: ‘Çabuk geç, iman nurun ateşimi söndürüyor’) diyecektir.

Benim kullarım rahmetimden nasıl ümit keser? RAHMETİM HERŞEYİ KUŞATMIŞTIR. Ben ise kullarımın zannına göreyim. (Beni nasıl zannederlerse öyle bulurlar) Öyleyse benim hakkımda iyi zanda bulunsunlar!’

Yazının Devamını Oku

Etme bulma dünyası

24 Mart 2025
Dünyanın yalan olduğunu biliyor, lakin dünya üzerinde yaşamakta olan en şerefli(!) mahluk bilinen insanoğlunun bu denli yalancı, ikiyüzlü, müfteri, aşağılık, alçak, insafsız, vicdansız ve soysuz olduğunu bilmiyor, bilemiyorduk.

Her şey zıddı ile kaim olduğuna göre; en iyiyi, en güzeli, en üstünü bağrında barındıran insan nesli en kötüyü, en çirkini ve en alçağı da arasında yaşatacak ve insan hayatı bu hercümerç içinde devam edecekti.

Nitekim ta ilk insandan beri böyle başlayan iyi-kötü savaşı kıyamete kadar devam edecektir.

Onca yıldır, ‘yavuz hırsız ev sahibini bastırır’ misali trajikomik bir hali yaşıyoruz.

Neymiş efendim Sayın Erdoğan’ın üniversite diploması yokmuş, o, bir kişiyi sınıf arkadaşı olarak gösteremezken birileri (özellikle yavuz hırsız) kalabalık sınıf arkadaşlarıyla miting yapabilirmiş!

Sayın Erdoğan’la okul arkadaşıyım; bizim üniversite yıllarımızda terör ülkemizde kol geziyordu. Boykotlar yüzünden okullar kapanıyor, öğrencilerin üniversitelerine devamı güç bela yapılabiliyordu. Bu yüzden sınıf arkadaşları ancak sınavlarda bir araya gelebiliyordu.

Bu zorlu şartlara rağmen okuyup, üniversitelerimizi bitirdik. CHP eski milletvekili Prof. Dr. Aydın Ayaydın, Erdoğan’ın üniversitede derslerine girdiğini ve başarılı bir öğrenci olduğunu söylüyor. Kimi sınıf arkadaşları da Erdoğan’la birlikte okuduklarını açıklıyorlar.

Hepsinden önemlisi üniversitedeki resmi kayıtlar ve tapu gibi diploma bütün bu yalancıların ipliğini pazara çıkarıyor.

Şimdi de gelip tüm bu iftiraları yapanların cenahına ve buradaki yüzkarası hallere bir bakalım:

Yazının Devamını Oku

Uzay Vatan

22 Mart 2025
BAB-I ÂLİ Toplantıları’nı teşrif eden devlet adamlarının sunumları ile bakış açılarımız genişliyor.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, çalışma hayatının tamamını ‘Karayolları’ mensubu olarak geçirmekle övünüyor, kurumun bugüne kadar bütün genel müdürlerinin ‘içerden’ geldiğini gururla vurguluyor.

Sayın Bakan, bu denli ‘köklü’ bir karayolcu olmasına rağmen, ‘altyapı’ kavramının ne denli geniş parçalardan oluştuğunu ‘icraat’ sıralaması içinde gösteriyor.

Hatırlarsınız bu ülkede hükümet; Baykar’a, bütün yatırımcı, teknoloji geliştirici ve istihdam çoğaltıcılara sunduğu çeşitli kolaylıkları sağladığında ne kadar ‘bozuk’ ses yükseldi.

Bu ülkede milli gemi, milli tank denildiğinde bunu ‘baltalamak’ için FETÖ kamuoyuna ne ‘sesler’ sızdırdı.

Bu ülkede Türk Uzay Ajansı diye bir kurum ilk kez kurulduğunda, ‘hayırlı olsun, yolu açık olsun’ denileceğine, başlangıç bütçesi ile dalga geçildi.

Oysa bugün Türkiye göklerde ve uzayda ‘varlık’ gösteren öncü ülkeler arasında. Ve bu henüz bir başlangıç.

Abdulkadir Uraloğlu ‘uzay vatan’ diye bir tanımlama ile konuyu açıklıyor. Vatan, mavi vatan ve uzay vatan zinciri bu dönem Türkiye’nin geldiği ‘seviyenin’ bütünlüğünü gösteriyor.

Uzayda devletin Türksat uyduları haricinde bugün bazı Türk şirketleri de uydu sahibi. Ve yakında Türkiye uydu yapımı, fırlatma teknolojisi, fırlatma rampası sahipliği gibi tamamlanmış bir altyapıya da sahip olacak.

Yazının Devamını Oku

Ahlaksız toplum

19 Mart 2025
Kanunlarınız ne kadar mükemmel olursa olsun, toplum ahlaksızsa huzuru ve sükûnu temin edemezsiniz. İstediğiniz kadar cezaları ağırlaştırın, esnafınızda ahlak yoksa zamların önüne geçemezsiniz.

Eğitiminizde ahlak ve maneviyatı temel olarak almamışsanız, yetiştireceğiniz nesillerin en mükemmelleri bile tek kanatlı yani eksik olacaktır.

İnsanın yaratılışına dikkat ederseniz, madde ve mana yani ceset ve ruh olduğunu görürsünüz. Bunlardan yalnızca birini beslemekle insanı yetiştiremezsiniz. Her ikisini de (beden ve ruh) dengeli bir şekilde eğitmeli, beslemelisiniz.

Malum eğitimin temel kurumu ailedir; çocuk aile ocağında şekillenir, gelişir ve biçimlenir. Şayet aile, ahlaki değerlerden ve davranışlardan yoksunsa ve hatta orası çeşitli ahlaksızlıkların kol gezdiği bir yerse, orada biçimlenecek çocuğun ahlaklı olması beklenemez.

Zira üzüm üzüme baka baka kararır!

Çocuk, mutlaka sevginin, muhabbetin çağladığı bir aile ortamında yetişmelidir. Zira sevgisiz yetişen çocuk tüm kötülüklere açıktır. Aile ortamındaki çocuk, bireyler arası konuşmaları, davranışları ve bütün iletişimleri adeta bir sünger gibi emer ve benimser.

Aile, sevgiyle yoğurduğu çocuğa destek olmanın yanında ona güven verir ve güzel söz ve davranışlarla örnek olur. Başka bir aile de kin ve nefretle yoğurduğu çocuğu itmenin, ezmenin ve hakaret etmenin yanında güvensizlik verir ve kötü söz ve davranışlarıyla da kötü örnek olur.

Şayet aile bireyleri dürüstse, doğru ve temiz bir dille konuşuyorlarsa, birbirlerine karşı sevgi, saygı, merhamet ve şefkat besliyorlarsa, sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlarsa, yardımseverlerse, çocuk da bunlara bakıp onlar gibi olur.

Aileden başlayan eğitim, okullar (ilk, orta, yüksek) boyu devam edeceğinden; eğitimin her bir kademesinde madde ve mana dengesi mutlaka gözetilmeli ve hepsinden önemlisi her kademedeki öğretmenlerin ideal-model kişilik olmaları gerekir.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ı çok ararız

17 Mart 2025
Öncelikle şu sorunun cevabında ittifak etmemiz lazım: Devrinin silahlarına sahip olamayan ve ülkesinin savunmasını gerektiği gibi yapamayan ülkeler gerçek manada bağımsız olabilir mi?

Ülkelerin bağımsızlıkları güçleri oranındadır. Yani bir ülke ne kadar güçlü ise o kadar bağımsızdır. Hele bugünkü dünyada; yani emperyalizmin kol gezdiği ve tam anlamıyla orman kanununun geçerli olduğu günümüzde güçsüz ülkeler asla bağımsız olamazlar.

Onların bağımsızlıkları laftadır, bağımsızız demekle ancak kendilerini kandırırlar.

Güçsüz yani ülkesini savunmaktan aciz, gerçek manada bağımsız olamayan ülkeler ‘uydu’ olmak zorundalar. Türkiyemiz her ne kadar NATO ittifakına dahil olsa da NATO’nun ülkemizi gerektiği gibi korumadığı apaçık ortadadır.

Hatta iş öyle bir noktaya gelmişti ki NATO’da sözde müttefik olduğumuz ülkeler, ülkemize karşı düşmanca tavırlar içine girmekteydi. Teröre karşı mücadelede yanımızda duracaklarına, terör örgütlerini himaye edip üzerimize saldılar.

Canımıza tak edip Kıbrıs’a çıkarma yapmak istediğimizde, sözde müttefikimiz olan ABD’nin tavrını gördük. Hem tehdit edildik hem de elimizdeki NATO silahlarını (tüfek dahil) kullanmamıza müsaade etmediler. Terörle mücadelemizde bile sözde müttefik ülkelerin silah ambargolarıyla karşı karşıya kaldık.

Böyle bir ittifakta (!) ne işimiz var; bizi korumayan ve hatta karşımızda tavır sergileyen NATO’dan neden çıkmıyoruz? Sebebi basit; NATO ülkelerinin şerrinden emin olmak için, ittifak (!) üyeliğimizi sürdürmeliyiz.

Zira bu sözde kimi ittifak halinde olduğumuz ülkeler yüzünden 40 yılı aşkın bir süredir terörle boğuşmaktayız. Dile kolay 40 yılı aşkın bir zamandır bu ülkenin kaynakları terörle mücadelede sarf ediliyor.

Böyle dostlar düşman başına diyeceğimiz netameli bir ortam ve coğrafyada yaşıyoruz.

Yazının Devamını Oku