Fuat Bol

Sanal kumar perişan ediyor

21 Mayıs 2025
Sözde medeniyet asrı, teknoloji çağı, bilişim ve iletişim devrimleri diyoruz lakin bulunan ve uygulanmakta olan bütün yeni keşiflerin, buluşların insanlığı felakete götürdüğünü görmüyoruz.

Gelinen noktada hemen herkes teknoloji bağımlısı oldu. Herkesin elinde bir telefon ve hemen herkes o telefonun sanal aleminde yaşıyor. Gerçek hayattan kopuk, adeta uyur-gezer bir hal aldık.

Ailelerde, okullarda, kafelerde, çalışma ofislerinde; insanların toplu yaşadığı ortamların hiç birisinde eski sıcaklık, kaynaşma, sohbet havası kalmadı.

İnsanoğlunun bu denli çevresinden koptuğu, hemen her kalabalık ortamda yalnızlaştığı ve gerçek hayattan koptuğu başka bir devir olmamıştır.

İnternet, toplumları öylesine esir etti ki, aile ve toplum olarak tevarüs ettiğimiz bütün değerleri ve bağları (kardeşlik, arkadaşlık, analık, babalık, amcalık, dayılık, teyzelik, dedelik, torunluk, eniştelik vb.) koparıp unuttuk.

Tek gerçeğimiz, gerçek dünyamız (!) var, o da bizi, içine alıp istediği gibi yoğuran ve tek kelime ile posamızı çıkaran sanal alem!

Ne ailede ne sokakta ne toplu taşıma aracında ne kafede ve ne de çalışma ortamında kimse kimseyi dinlemiyor; herkes birbirine boş gözlerle bakıp, dinler gibi yapıyor.

Zira bu meret internet, günümüzde, insanoğlunun nefsinin yegâne gıdası olmuş durumdadır. Onunla yatıyor onunla kalkıyor, onunla yiyip onunla içiyor; buna alışan insan bir gün internetsiz kalsın, deliye döner.

Her şeyin yoksunluğuna katlanabilir lakin internetin açlığına asla dayanamaz. Zira yegâne gıdası olarak ancak onunla doyuyor (doyduğunu zannediyor).

Yazının Devamını Oku

Türkiye düşmanları

19 Mayıs 2025
DÜNYA üzerinde, içeride ve dışarıda en çok düşmanı ve haini olan ülkeyiz. Bundan dolayıdır ki ülkemizin çok güçlü ve yöneticilerinin de her daim tetikte olmaları gerekir.

Tarih boyunca, coğrafyamızın ve sosyolojimizin kaderi budur. Bu sosyolojinin gereklerini yerine getiren devlet ve milletler payidar olmuş, gaflette bulunup gereğini yapmayanlar ise bu coğrafyadan silinip gitmişlerdir.

Bu toprakların en büyük handikabı mebzul (bol) miktarda ‘hain’ yetiştirmiş olmasıdır. Okumuşumuz olsun, cahil insanımız olsun çok kolay devşirilebiliyoruz.

Dün ve bugün en büyük yanlışı, insanımızın hamur mayasının yoğrulduğu dinimizi ve dini değerlerimizi tahrip ederek yaptık. Yönetim eliyle dine ve dindarlara baskılar artırılınca din yerin altına çekildi ve insanımız maalesef kapanın elinde kaldı.

İyi niyetli ve halis cemaatlerin yanında çok daha fazlası, kötü niyetlilerin ve hatta yabancıların (düşmanların) güdümünde olarak içimizde fink atmaya başladı. FETÖ belası bu yüzden başımıza geldi. F. Gülen denilen bir iblis geldi, sözde nurculuk adı altında din adına sam yeli estirilen çorak arazileri sözde din diye on yıllar boyunca sürdü, her yaştan ve meslekten insanımızı ve özellikle genç beyinlerimizi iğdiş ederek devşirdi.

Hatırlayın; insanımız evlatlarını FETÖ’nün okullarına bilimin yanında dinlerini de öğrensinler diye gönderdi. Halbuki bu işi devletin yapması gerekirdi. Devlet yapsaydı kontrolde olup iş, şirazesinden çıkmazdı.

Sözde ‘laik’ devlet, kendini dini eğitimden soyutlayarak nesillerimizi ne idüğü belirsiz, sapık ve sapkın dehlizlerin kucağına itti.

En büyük düşmanımız cehalettir. Cehaletimiz yüzünden önüne gelen din bezirgânları (tüccarları) kendilerine, istedikleri kadar mal ve müşteri bulabiliyorlar.

Bu tehlike FETÖ’nün takibata uğratılmasıyla bitmedi, dışarısının güdümünde devlet ve millet aleyhinde iş gören sözde cemaatler de FETÖ’nün akıbetine uğratılmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Aile, nüfus ve annelik maaşı

17 Mayıs 2025
Aile, toplumların çekirdeğini oluşturur; aile (çekirdek) ne kadar sağlam ve huzurlu ise toplum da o denli dayanışma içinde ve istikrarlı olur. Diğer bir ifadeyle toplumun temeli ailedir; temel çürükse, toplumda istikrar ve huzur olmaz.

Yarım asır öncesine kadar, aile yapımız çok sağlamdı; başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, bütün ülkeler Türk aile yapısına gıpta ile bakardı. Onlarda, neredeyse boşanmak için evlenilmekteydi. Zira boşanma oranları çok yüksekti. Çocuklar baba ya da anne şefkatinden yoksun büyüyorlardı.

18 yaşını ikmal etmiş çocuklar, neredeyse bağımsızlıklarını ilan ediyor ve başına buyruk yaşamayı marifet sayıyorlardı.

Aynı durum ve hatta daha kötüsüyle bizim başımıza geldi. Bizde de boşanma oranları korkunç boyutlara ulaştı. Parçalanan ailelerde olan çocuklara oluyor; sıcak bir aile yuvasında anne-baba şefkatiyle büyütülemeyen çocuklar problemli oluyor.

Problemli çocukların bu problemli halleri hem kendilerine hem ailelerine ve hem de topluma olumsuz olarak yansıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ta Başbakanlık döneminden beri, gittiği nikah törenlerinde, çiftlerden üç çocuk yapmaları sözünü alıyor. Bu durum kimilerini rahatsız ediyordu. ‘Erdoğan, kaç çocuk yapmamıza da mı karışacak; ona ne’ diyerek, rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı.

Aile yapımız gibi, nüfus artış konusunda da Avrupa, bize gıpta ile bakıyor; süratle yaşlanan nüfuslarıyla ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Zira Avrupa’da en fazla genç nüfusu olan ülkeydik.

Geldiğimiz bu zamanda nüfus artış oranımız da S.O.S. veriyor. Ülkemizde 2023 yılında, bir önceki yıla göre 10 ilin nüfusunda azalma görülürken, 2024 yılında 40 ilin nüfusunda azalma görüldü.

Bu durum ise, ülkemiz için milli güvelik sorunudur.

Yazının Devamını Oku

Dünya Türk adaletini bekliyor

14 Mayıs 2025
GÜCÜ ellerine geçiren emperyalistlerin, dünyayı nasıl idare ettikleri ortada. Bir avuç savunmasız Gazzeli’ye uygulanmakta olan vahşetin boyutu medeniyetin (!) geldiği noktayı gösteriyor.

İnsanlıktan ve insani değerlerden nasibi olmayan emperyalistlerin medeni diye kurdukları ve övündükleri sistemin adı bile vahşi kapitalizmdir. Bu sistemde hak-hukuk- adalet hak getire!

Bu sistemde güçlüyseniz her türlü hakka sahipsiniz. Hatta en haksız olduğunuz yerde, gücünüz sayesinde en haklısınızdır.

Eşrefi mahluk (en yüce mahluk) olan insan, gerektiğinde en alçak, en vahşi mahluktur. Nitekim insanoğlu denilen canavarın sergilediği vahşette, eline, en yırtıcı hayvanlar bile su dökemez. En vahşi hayvan bile karnını doyuracağı bir avla yetinir.

Hayvandan çok daha aşağı olan bu insan müsveddeleri ise dünyayı verseniz doymazlar ve yeni bir dünya daha isterler.

Dünyanın altını üstüne getirdiler; zavallı milletlerin sahip oldukları yeraltı ve yerüstü ne kadar zenginlik varsa hepsini ellerinden aldılar. Almakla kalmadılar, sahiplerini ya öldürdüler ya da ölümden beter eden işkencelerden geçirdiler.

Gücü eline geçirip dünyada söz sahibi olan, sömürgeci olmayan ve sahip olduğu topraklarda adil düzen kuran tek ülke bizim ülkemiz idi. Bu durum, bizim medeniyetimizin olmazsa olmazıydı.

Bundan dolayıdır ki Topkapı Sarayı’nın kapısında Osmanlı sultanı; ‘Bütün mazlumların hamisi, kollayıp koruyucusu’ ve ‘Allahütaala’nın yer yüzünde adaletinin gölgesi’ olarak tarif edilir.

Yani Osmanlı sultanı, Allah adına ve Allah’ın buyruğu istikametinde halklarını (yönettiği toplumları) idare eder. Sultan da dağ başındaki çoban da o ilahi buyruk karşısında eşittir ve aynı haklara sahiptir.

Yazının Devamını Oku

Barışın mimarı Bahçeli

12 Mayıs 2025
TÜRKİYE’MİZ yeniden bir Kurtuluş Savaşı veriyor: Tam bağımsızlık savaşı!

Malum, birinci Kurtuluş Savaşı’ndan sonra müstevliler, şu veya bu şekilde bizi oyuna getirerek, tam bağımsızlığımızı engellemişlerdi. NATO dediler, Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız dediler; çeşitli vesilelerle ve her seferinde ağzımıza bir parmak bal sürerek Türkiye’mizin ayaklarına pranga taktılar.

Bize dayattıkları demokrasiyi vesayetle illetli kıldılar. Milletin seçtiklerine ülkeyi idare ettirmediler. Dış vesayet odaklarının içeride de uzantıları vardı. Bunlar her on yılda bir el ele vererek yönetimleri alaşağı ediyor ve milletin seçtiği yöneticilerine dar ağaçlarında sallandırmak dahil her türlü cezayı reva görüyordu.

Bütün bu aşağılık halleri sergilerken; ülkemizin kendi ayakları üzerinde duramaması ve canıyla uğraşması için başına terörü bela ettiler.

Sittinsenedir bu ülke evlatlarını teröre kurban veriyor; kaynaklarını terörle mücadelede harcıyor. Maddi ve manevi kalkınmada bin adım atabilecek iken terör belası yüzünden ancak bir adım atabildi.

Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli, siyasette görülmeyeni başardı; iktidar partisi ile muhalefet partisi bir olup ülkeyi vesayetten kurtaracak Başkanlık sistemini getirdiler.

Sayın Devlet Bahçeli, tabir yerindeyse devlet gibi adam çıktı ve çok kritik zamanlarda yaptığı müspet çıkışlarla Türkiye’mizin önünü açtı. Kirli ittifakların altın tepside kendisine sundukları Başbakanlık teklifini elinin tersiyle itti ve vesayete boyun eğmedi.

Önce ben ve partim demedi, önce vatanım ve milletim diyerek çok ender görülen bir siyasi profil çizdi.

Türkiye’yi terör belasından kurtarmak ve tam bağımsızlığa kavuşturmak için elini değil gövdesini taşın altına koyarak

Yazının Devamını Oku

Kendimiz olamamak

10 Mayıs 2025
Kendimizi kaybedip taklitçi olduğumuz en az üç asırdır kendimizi, kendi öz şahsiyetimizi, benliğimizi arıyoruz lakin bir türlü bulamıyoruz.

Neden acaba?

Bizi kendimizden, kendi öz değerlerimizden öylesine kopardılar ve benliğimizi bütün kazanımlarıyla öylesine unutturdular ki, öz cevherimizi hala başka yerlerde, başka ideolojilerde ve başka diyarlarda arıyoruz.

Halbuki bizim hastalığımız milli; reçetemiz de milli olmalı değil mi? Öyle değil; hastalığımızın teşhisini de yanlış koyuyorlar, reçetesini de yanlış veriyorlar.

Kuvvet ve kudretimiz elimizden gidip, emperyalistlerin kapısında uydu yapıldığımız günden beri, önce vatanımızda, onu paramparça ettikten sonra da milli bünyemizde ameliyat yaptılar.

Kültür emperyalizmi ile bizi bizden ve bütün değerlerimizden kopardılar.

Artık ne milliyiz ne gayr-i milli, ne batılıyız ne doğulu, ne inançlıyız ne inançsız, ne yerliyiz ne yabancı ve sonuç itibariyle ne olduğumuzu kendimiz bilmediğimiz gibi başkaları da bilmiyor!

Eskiler, insanı ‘düşünen hayvan’ diye tarif ederlerdi. Bizi düşünceden kopardılar, sadece ‘hayvan’ olarak bıraktılar. Halbuki biraz düşünsek, hakikati ceket astarımızın içinde unuttuğumuzu göreceğiz ama...

Nerdeee!

Yazının Devamını Oku

Türk asrı

7 Mayıs 2025
Cihan imparatorluğumuzu kaybettiğimiz geçen asır boyunca adeta sürünerek, burnumuzdan soluyarak, tarihin hiçbir devrinde olmadığımız şekliyle edilgen (büyük güçlerin uydusu) bir halde yaşadık.

Çağımızın ünlü mütefekkiri (düşünür) üstat Necip Fazıl, bu korkunç durumu şu ibretlik cümlesi ile dile getirir: “O yükseklik, o irtifa çıkılmaz bir nokta mıydı bilmem; lakin bu inhitat, bu çöküş inilmez bir kuyu gibidir!

Dikkat ediniz; bizim başımıza gelenler başka hiçbir devletin veya imparatorluğun başına gelmedi. Zira onlar en fazla maddi yapılarını, devletlerini kaybettiler. Bize ise yalnızca devletimiz kaybettirilmedi; bu maddi yıkıntının yanında manamız da hamur mayamızın yoğrulduğu bütün manevi değerlerimiz de yerle yeksan edildi.

Zira düşmanın hedefinde yalnızca devletimiz değil, devlet ve milletimizin sahip olduğu bütün manevi değerler vardı.

Milli mücadeleden sonra Osmanlı’nın enkazının külleri üzerinde yeniden yeşertmeye çalıştığımız genç Cumhuriyet ile devlet ve millet hayatımızda, tarih yolculuğumuzda yola revan olurken, kolumuz kanadımız kırıldığı gibi manamız da köreltilerek köksüzleştirildik.

Cihan devletimizi ortadan kaldıran düşman(lar) güçlü ve bir o kadar da insafsız ve acımasızdı. Bize biçtikleri kefenle Türklük ve Müslümanlık bir daha asla görkemli (mehabetli) eski günlerine dönemeyecekti.

Onlara göre ne olacak ve ne de ölecektik, lakin sürünerek yaşayabilecek ve en fazla onların uydusu-peyk olabilecektik.
Evet, özellikle son 200 yılda (birkaç lidere ait kısa dönemler hariç) dünya sahnesinde aktif olarak rol alamadık, dolayısıyla nâzım rol oynayamadık ve bütün dünya adaletten yoksun, zulüm ve zorbalar dönemini yaşadı.

Aşk, saffet, vecd ve yükselme dönemimizde bütün cihana huzur ve saadet Topkapı Sarayı’nın Adalet Kulesi’nden yayılıyordu. O vakitler, dünyanın öteki ucundaki nadanlar bile zulmedecekleri zaman bin kere düşünür ve İstanbul’daki kudretli adil sultanın korkusundan titrerlerdi ve işleyecekleri cinayetlerden vazgeçerlerdi.

Yazının Devamını Oku

Aç tavuk kendini darı ambarında zanneder

5 Mayıs 2025
DEMOKRASİYE geçtiğimiz yani iktidarları halkın belirlediği günden beri CHP, iktidar yüzü görmedi. Bu durumun tipik örneğini 27 yıllık tek parti iktidarından sonraki 1950 seçimlerinde gördük.

Önceki seçimlerde valiler hem CHP’nin il başkanı hem de o şehrin belediye başkanıydı. Bir kişi bütün illerin milletvekili listelerini belirliyor ve onlar da rakipsiz olarak girdikleri seçimlerden seçilip (neyin arasından seçiliyorsa) TBMM’ye geliyordu.

CHP’nin genlerinde asla demokrasi, halk ve halkın seçimi ve seçtikleri yoktur. Tek partiyle girilen oylamanın adı seçim mi olur? Kime karşı kim ya da kimler seçilecek?

Tek partinin girdiği sözde seçim olsa olsa halk oylaması olur; yani sizler, ey halkımız size vekil olarak sunduğumuz bu listeyi benimsiyor musunuz? Kerhen mi evet diyorsunuz, benimseyerek mi?

Bunun da cevabını ilk demokratik yani çok partili seçimde aldılar. 485 sandalyeli Meclis’in 416 milletvekilini DP çıkardı. 27 yıl tek başına iktidar olan CHP ise yalnızca 69 milletvekili çıkarabildi.

Bu demektir ki önceki sözde seçimlerde de millet kerhen dahi seçmedi ama CHP, kendini ‘seçildi’ olarak ilan etti. Tek adayın, tek listenin seçimi mi olur?

Ama CHP’de olur. Hem de yalnızca o eski günlerde değil, bugün yani 2025 senesinde de olur.

Oldu nitekim.

CHP, sözde cumhurbaşkanı adayını belirlemek için ucube bir seçim yaptı; tek aday gösterdiği

Yazının Devamını Oku