Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, çalışma hayatının tamamını ‘Karayolları’ mensubu olarak geçirmekle övünüyor, kurumun bugüne kadar bütün genel müdürlerinin ‘içerden’ geldiğini gururla vurguluyor.
Sayın Bakan, bu denli ‘köklü’ bir karayolcu olmasına rağmen, ‘altyapı’ kavramının ne denli geniş parçalardan oluştuğunu ‘icraat’ sıralaması içinde gösteriyor.
Hatırlarsınız bu ülkede hükümet; Baykar’a, bütün yatırımcı, teknoloji geliştirici ve istihdam çoğaltıcılara sunduğu çeşitli kolaylıkları sağladığında ne kadar ‘bozuk’ ses yükseldi.
Bu ülkede milli gemi, milli tank denildiğinde bunu ‘baltalamak’ için FETÖ kamuoyuna ne ‘sesler’ sızdırdı.
Bu ülkede Türk Uzay Ajansı diye bir kurum ilk kez kurulduğunda, ‘hayırlı olsun, yolu açık olsun’ denileceğine, başlangıç bütçesi ile dalga geçildi.
Oysa bugün Türkiye göklerde ve uzayda ‘varlık’ gösteren öncü ülkeler arasında. Ve bu henüz bir başlangıç.
Abdulkadir Uraloğlu ‘uzay vatan’ diye bir tanımlama ile konuyu açıklıyor. Vatan, mavi vatan ve uzay vatan zinciri bu dönem Türkiye’nin geldiği ‘seviyenin’ bütünlüğünü gösteriyor.
Uzayda devletin Türksat uyduları haricinde bugün bazı Türk şirketleri de uydu sahibi. Ve yakında Türkiye uydu yapımı, fırlatma teknolojisi, fırlatma rampası sahipliği gibi tamamlanmış bir altyapıya da sahip olacak.
Eğitiminizde ahlak ve maneviyatı temel olarak almamışsanız, yetiştireceğiniz nesillerin en mükemmelleri bile tek kanatlı yani eksik olacaktır.
İnsanın yaratılışına dikkat ederseniz, madde ve mana yani ceset ve ruh olduğunu görürsünüz. Bunlardan yalnızca birini beslemekle insanı yetiştiremezsiniz. Her ikisini de (beden ve ruh) dengeli bir şekilde eğitmeli, beslemelisiniz.
Malum eğitimin temel kurumu ailedir; çocuk aile ocağında şekillenir, gelişir ve biçimlenir. Şayet aile, ahlaki değerlerden ve davranışlardan yoksunsa ve hatta orası çeşitli ahlaksızlıkların kol gezdiği bir yerse, orada biçimlenecek çocuğun ahlaklı olması beklenemez.
Zira üzüm üzüme baka baka kararır!
Çocuk, mutlaka sevginin, muhabbetin çağladığı bir aile ortamında yetişmelidir. Zira sevgisiz yetişen çocuk tüm kötülüklere açıktır. Aile ortamındaki çocuk, bireyler arası konuşmaları, davranışları ve bütün iletişimleri adeta bir sünger gibi emer ve benimser.
Aile, sevgiyle yoğurduğu çocuğa destek olmanın yanında ona güven verir ve güzel söz ve davranışlarla örnek olur. Başka bir aile de kin ve nefretle yoğurduğu çocuğu itmenin, ezmenin ve hakaret etmenin yanında güvensizlik verir ve kötü söz ve davranışlarıyla da kötü örnek olur.
Şayet aile bireyleri dürüstse, doğru ve temiz bir dille konuşuyorlarsa, birbirlerine karşı sevgi, saygı, merhamet ve şefkat besliyorlarsa, sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlarsa, yardımseverlerse, çocuk da bunlara bakıp onlar gibi olur.
Aileden başlayan eğitim, okullar (ilk, orta, yüksek) boyu devam edeceğinden; eğitimin her bir kademesinde madde ve mana dengesi mutlaka gözetilmeli ve hepsinden önemlisi her kademedeki öğretmenlerin ideal-model kişilik olmaları gerekir.
Ülkelerin bağımsızlıkları güçleri oranındadır. Yani bir ülke ne kadar güçlü ise o kadar bağımsızdır. Hele bugünkü dünyada; yani emperyalizmin kol gezdiği ve tam anlamıyla orman kanununun geçerli olduğu günümüzde güçsüz ülkeler asla bağımsız olamazlar.
Onların bağımsızlıkları laftadır, bağımsızız demekle ancak kendilerini kandırırlar.
Güçsüz yani ülkesini savunmaktan aciz, gerçek manada bağımsız olamayan ülkeler ‘uydu’ olmak zorundalar. Türkiyemiz her ne kadar NATO ittifakına dahil olsa da NATO’nun ülkemizi gerektiği gibi korumadığı apaçık ortadadır.
Hatta iş öyle bir noktaya gelmişti ki NATO’da sözde müttefik olduğumuz ülkeler, ülkemize karşı düşmanca tavırlar içine girmekteydi. Teröre karşı mücadelede yanımızda duracaklarına, terör örgütlerini himaye edip üzerimize saldılar.
Canımıza tak edip Kıbrıs’a çıkarma yapmak istediğimizde, sözde müttefikimiz olan ABD’nin tavrını gördük. Hem tehdit edildik hem de elimizdeki NATO silahlarını (tüfek dahil) kullanmamıza müsaade etmediler. Terörle mücadelemizde bile sözde müttefik ülkelerin silah ambargolarıyla karşı karşıya kaldık.
Böyle bir ittifakta (!) ne işimiz var; bizi korumayan ve hatta karşımızda tavır sergileyen NATO’dan neden çıkmıyoruz? Sebebi basit; NATO ülkelerinin şerrinden emin olmak için, ittifak (!) üyeliğimizi sürdürmeliyiz.
Zira bu sözde kimi ittifak halinde olduğumuz ülkeler yüzünden 40 yılı aşkın bir süredir terörle boğuşmaktayız. Dile kolay 40 yılı aşkın bir zamandır bu ülkenin kaynakları terörle mücadelede sarf ediliyor.
Böyle dostlar düşman başına diyeceğimiz netameli bir ortam ve coğrafyada yaşıyoruz.
Birçok alanda ‘dönüşüm’ Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın irade, kararlılık ve amansız takibi ile gerçekleşti.
Özel okulların da hem Türkiye’de hem de benzer coğrafyalarda tekrarlanan başarılara imza atması, Sayın Erdoğan’ın iradesi ile Sayın Yusuf Tekin’in konuyla ilgili müktesebatının hızla bütünleşmesinden geçiyor.
Türkiye içinde ‘zincir’ hale gelen bazı okullar olumlu bakışı zedelese dahi, kurucuları eğitime gönül vermiş kişiler olan okullar ise ‘insan yetiştirdiğinin farkında’ yüz akı kurumlar oluyor.
Her kademedeki devlet görevlilerimizin özel okullara gerekli önemi vermeleri gerekiyor.
Çünkü;
1) Özel okullar, devletin üzerinden ciddi bir yük alıyor; Düşünün ki, devlet bu 1,5 milyon öğrenciyi kendi bünyesinde eğitmek zorunda kalsa, bunun getireceği mali yük ve altyapı ihtiyacı muazzam boyutlarda olurdu. Ancak ne yazık ki bu katkının karşılığında anlamlı bir teşvik mekanizması bulunmuyor. Üstelik, ücret regülasyonu maddesi nedeniyle gerçeklerden kopuk bir artış sınırlamasıyla karşı karşıyalar. Bu durum, dürüstlüğün en önemli değer olması gereken eğitim kurumlarını, velilerin karşısında çeşitli finansal manevralar yapmaya zorluyor.
2) Sektörün en ciddi sorunlarından biri, devlet okullarıyla yaşanan haksız rekabet. Devlet okullarında çalışan öğretmenler, yüksek maaş, iş garantisi ve yeşil pasaport gibi önemli avantajlara sahipken, özel okullarda çalışan öğretmenler bu haklardan mahrum. Üstelik özel okulların SGK maliyetleri de çok yüksek. Bu dengesizlik, nitelikli öğretmenlerin özel sektörü tercih etmemesine neden oluyor. Çözüm için brüt maaşlarda ve sosyal haklarda eşitlik sağlanması şart.
3)
Oysa ‘özel’ olmaları nedeniyle bu okulları da (hastaneler gibi) katı ticarethaneler olarak algılıyoruz. Bunu acilen düzeltmemiz gerekiyor, sonraki yazıda ele alacağım.
139. Bâb- ı Âli Toplantıları’nda Bakan Yardımcısı M. Bilal Macit’in verdiği bilgiler ve sayılar çok ilham verdi.
Özel okulların, dijital ve yenilikçi teknolojilerde ülkemizin geldiği yeri, Bakanlığın vizyonunu takdir ile takip ettim.
Prof. Dr. Yusuf Tekin liderliğindeki Milli Eğitim Bakanlığı’nın yenilikçi teknolojiler konusunda ‘dönüşümcü’ bir yaklaşım ile gerçekleştirdiği çalışmalar yakında dünya çapında ilgi odağı olacağa benziyor.
Bakan’ın Türkiye’nin coğrafi büyüklüğü ve sayısal ölçeği ile Finlandiya’nın kıyaslanmasının ‘eşdeğer’ olamayacağı görüşüne katılıyorum. Nitekim Türkiye bu boyutuna rağmen Fatih Projesi ile dijital eğitimde en güçlü altyapısı olan ülkelerin başında geliyor. Nasıl pandemi de şehir hastaneleri olmasaydı daha fazla vefat gerçekleşirdi, hükümetin yıllarca önce dijital eğitim altyapısını kurması da ‘uzaktan eğitimde’ bize kolaylıklar sağladı. Düşünsenize 1970 ve 1980 başlarında Yay Kur adıyla yapılan televizyonla eğitim ne büyük ‘nimetti’ ve şimdi neredeyiz!
Milli Eğitim Bakanlığı dijital kullanıma sunduğu ve işlevi, hedef kitlesi farklı birçok web ve app tabanlı yazılım ile hizmet veriyor.
Türkiye’de özel eğitim sektörü dershanecilik, test yayıncılığı derken dijital ve yenilikçi eğitim işlerinde de başarılı projeler geliştiriyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın start-upları uluslararası arenaya taşımada katkısı ortaya giderek büyüyecek bir değer çıkaracak.
Cumhurbaşkanımızın yıllar önce mevcut ‘başarı çıtasını’ yeterli görmediği Milli Eğitim Bakanlığı’nda kamuoyuna tam yansımayan çok önemli ve çok değerli çalışmalar yapılıyor. Bakanlığın doğrudan ve dolaylı sağladığı faydalardan biri, Türkiye’de eğitim gören başka ülke vatandaşlarına sağlanan yüksek eğitim imkânıdır. Ayrıca gerek Maarif Vakfı ve gerekse doğrudan Türk okulu olarak dış ülkelerde Türk ve yabancılara verilen eğitim de giderek yaygınlaşmaktadır.
Bugün, örneğin Türkiye’de okuyan Afrikalılara ‘magazin’ gözüyle bakmayan ‘doğru’ beyinler, bu çocukların Türkiye’nin etki alanı ve sessiz diplomasisinin faktörü olduğunu, olacağını mutlaka kabul edeceklerdir. Bu örnek, Türk Devletler Teşkilatı üyesi ve Balkan ülkeleri ile daha da genişletilebilir.
Türkiye’de asırlardır ‘at oynatan’ yabancı misyon faaliyetinin parçası kolejler, AFS (American Field Services) ve Fullbright Bursu gibi organizasyonların ne denli yetişmiş insan kaynağımızda ‘maddi ve manevi’ erozyona yol açmış olduğu cümle alemin malumudur!
Bugün Türkiye’de eğitim gören bu çocuklar, gençler bulundukları ortamda karşılaştıkları doğal samimiyet ile Türkiye dostu olmakta, döndükleri ülkelerinde Türkiye’nin doğal elçisine dönüşmektedirler.
Türkiye’nin bu topraklara gelen ve geri dönen bu kitleyi daimi bir şekilde yakın ilgi ile takip etmesi önemlidir.
Ta Osmanlı’nın gününden beri yurtdışına okumaya giden kimi Türkler, nasıl ‘potansiyel’ kayıp gibiyse gelenlerin de çoğu ‘potansiyel’ kazançtır.
Eğitimde ‘ihracatçı’ olmanın en güzel örneklerinden bazıları geçmişte askeri okullarımızda okumuş olan Libya ve Pakistan liderleridir. Şu anki Somali Savunma Bakanı Abdülkadir Muhammed Nur ve şu anki Suriye Hükümeti’nde görev alan bakanlar en güzel örneklerdir; Türkçe konuşmaktadırlar ve bu ülkelerde başta askeri üs olmak üzere birçok stratejik varlığımız bulunmaktadır.
Maarif Vakfı eliyle yönetilen okullar, bulundukları ülkelerin ‘üst tabaka’ ailelerine hitap ettikçe o ülkelerin gelecek yöneticileri de kendi ülkelerinde Türkçe dahi öğrenmiş dost kimlikler olacaklardır. Enderun felsefesinin yerelleştirilmiş hali budur.
Ve bu kişilerin çok iyi eğitimli olmayacağını, ‘vasat’ temsilcilerinin demokrasinin ‘sayısal’ sonucu olduğunu anlatıyordu.
Bizde ‘tatlı su kurnazı’ veya ‘çarıklı erkan’ denilen, esasında tam da bu ‘medeniyet çatışmasını’ çıkartmak için üretilmiş tiplerin oldukları her ortamda nasıl ‘fesat merkezi’ konumuyla yaşadıklarını hepimiz çokça görmüşüzdür.
Ahlaki yoksunlukla bütünleşmiş kurnazlıkla her şeyi mubah sayarak sonuca gitme ‘yolunu bulan’ bu kişiler, satın alma ve elde etme hırsıyla donandıklarında toplum için de zararlı ve tehlikeli hale gelmektedirler.
Bakınız, güncel konulardan biri, ülkemizin değerli bir iş grubunun en tepe profesyonel yöneticisinin bağlı şirket yöneticisine ‘had bildirme’ uğruna yaptıkları ve düştüğü durumdur.
Yüksek lisanslı ve olgun yaşında, birçok yöneticilik deneyimi ile mevcut koltuğuna oturan kişi, diğer bir yöneticiyle olan bir başka iç ‘hesabını’ ramazan mesajını fırsat bilerek görmek istemiş, kurnazca yaklaşımını, ‘ayağına dolanınca’ herkese gönderi yaparak ‘deşifre’ olmuş, rezilliğinin yanında, gözaltına alınmayı da ‘başarmıştır.’
Artık Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı nereden aklına getirmişse!
Bu kişinin ve muhatabının sıfatlarına bakıldığında, kriz çıkartma ve yönetme noktasındaki ‘cehaletin’ eğitim eksiğinden, daha doğru ifadesiyle, cehaleti tahsil etmekten kaynaklandığı anlaşılacaktır.
Bir başka şark kurnazı ise devletin valisine hakaret etmeyi, adap ve usul yoksunu işlemlerini soran gazetecileri tehdit etmeyi ‘normalleştirmeye’ çalışan yandaşlarıyla, yasaya ve adalete aykırı, usulsüz ve vicdansızca yaptığı ‘üniversite yatay geçişi’ meşru kılamayacağı için sonuçta diplomasız kalacak görülmektedir.
İçerideki toplantıda işler sarpa sarmıştı, o hışımla dışarıya çıkıp, kendilerini gazetecilerin huzurunda buldular. (Bu görüntüyü verdiler ama bu durum gerçeği yansıtmıyordu.)
Zira belli ki Zelenski’ye tuzak kurulmuştu, o da tereddüt etmeden zokayı yuttu!
Trump, kurduğu tuzağa kendisi yetmemiş bir de yardımcısını yanına alarak Zelenski’nin karşısına geçmişti. Zelenski ne olursa olsun sonuçta bir devlet başkanı, muhatabı da elbette devlet başkanı olmalıydı. Trump yardımcısını, onu aşağılamak için oraya oturtmuştu.
Yardımcı söze karışınca ve hatta utanmadan parmak sallayınca, Zelenski’nin yapması gereken o anda orayı terk etmekti. Ama o oyunun farkına varmadı, konuştukça battı ve aşağılık cümlelere muhatap olmaktan kurtulamadı.
Trump, dünyada kendini tek tabanca görüyor ve rakip tanımıyor. Tekebbür hali gözlerini kör etmiş, öyle ki kendini Tanrısal bir varlık olarak görüyor ve etrafındaki yağdanlıklarıyla birlikte herkesin kendisine o gözle bakmasını istiyor.
Trump, aklı sıra yenik olan Zelenski’yi köşeye sıkıştıracak ve ülkesini Rusya ile birlikte paylaşacak ve mahut müzakereleri oldubittiye getirecekti.
Devlet adamlığından uzak ve tam bir tüccar olan Trump’ın unuttuğu bir şey vardı; kediyi bile sıkıştırınca aslan kesilir, zira söz konusu olan candır. Burada ise candan öte, söz konusu olan vatandır.
Aklı kibirle örtülü