Bizler bu meslekte, merhum Enver Ören ağabeyden hep güzel bakmayı, olay ve hadiselerin güzel tarafını görmeyi ve insanları değerlendirirken insaflı olmayı ve özellikle gazetecilikte gözardı edilen kul hakkına çok ama çok dikkat etmeyi öğrendik.
Zira insanlara teşekkür etmeyen Rabb’ine teşekkür edemez.
Yeni nesiller bilmezler; bu ülke ne idi ne oldu? Nereden nereye geldi?
Bir ülke için en önemli husus bağımsızlıktır. Bunun da yolu güçlü olmaktan geçer.
Bizim kuşaklar, sittinsenedir hamasetle büyütüldük. Bir ‘Türk’ olarak sözde dünyaya bedeldik lakin bir toplu iğne yapmaktan acizdik. Ülkemizin savunmasını ve içerideki güvenliğimizi sağlayacak kolluk kuvvetlerine verebileceğimiz kendi üretimimiz silahlarımız yoktu.
Elin vereceği silahlarla bu denli netameli coğrafya savunulabilir mi?
Başkaları seni savunuyorsa; nasıl, nereye kadar ve hangi bedeller karşılığında?
Bizim ülkemizin MİT Müsteşarı (
Ülkemizde ya da ülkemizle ilgili olaylara dürbünün tersinden bakarlar ve sahiplerinin sesleri olarak sürekli gayrimilli beyanda bulunurlar.
Yaptıkları son açıklamaları ile akılları sıra kendileri gibi diğer vesayet odaklarını da hortlatıp hükümeti yıkacak ve bir erken seçimle kendilerini gibi olanları işbaşına getirecekler.
Belli ki eskinin köhne vesayet döneminin özlemi ile yanıp tutuşmaktalar.
Şu zırvalara bakar mısınız; ‘Politikacılar, işinsanları, gazeteciler sorgulanıp tutuklanıyorlarmış. Teğmenler ordudan ihraç ediliyorlarmış. Bu durumlar toplumda endişe yaratıp güven sarsıyormuş. Tutukluluk kural haline gelmiş ve bu sorun bir türlü çözülemiyormuş!’
Bu zırvaları söylerken TÜSİAD’ın kendini nerede konumlandırdığına bir bakın. Hem polis hem savcı ve hem de hâkim konumundalar; zira kendileri çalıp kendileri oynuyor.
Yukarıda saydıkları zevata dikkat edin hiçbirisi politikacı, işinsanı ya da gazeteci olduğundan dolayı sorgulanıp tutuklanmadı. Suç işledikleri iddiasıyla sorgulanıp tutuklandılar. Aynı veya diğer suçları işleyen başka (sözgelimi sağcı) politikacılar, işinsanları ve gazetecilerin de sorgulanıp tutuklandıkları oldu. Onlar için lâl kesilen TÜSİAD, bugün ne ara karga misali gaklıyor?
Dün onlarca subay ordudan ihraç edilirken ses çıkarmayan TÜSİAD, emirlere karşı gelip kılıç çeken beş teğmen ordudan ihraç edildi diye hop oturup hop kalkıyor.
İlgili sanıklar hakkında tutuklama kararını veren bağımsız mahkemeler yani onların hâkimleri. TÜSİAD ne zamandan beri kanunların ve hâkimlerin üzerinde oldu? Hani hâkimler hiçbir yerden talimat almazlardı?
O hırsla bir dizi Başkanlık Kararnamesi imzaladı ve imzalamaya devam ediyor. Fütursuzca hareket edip, dünyanın süper gücünü değil sanki mega bir şirketi yönetiyor. Zira kararları verirken tek dikkat ettiği husus, kar-zarar hesabı.
Cibilliyeti gereği, seçildikten sonra ülkesine ilk davet ettiği ülke lideri, terör devleti İsrail’in Başbakanı, insan kasabı olan Netanyahu oldu. Böylece Ortadoğu’daki yangına körükle gideceğinin işaretini vermiş oldu. Zaten ziyaret öncesi yaptığı gayr-i insani açıklamayla Gazze’deki insanların tehcir edileceğini ve oranın insansızlaştırılacağını söylemişti.
Gelip geçen tüm ABD Başkanlarının Siyonizm’e hizmette yarıştıklarına şahit oluyoruz. Bundan dolayıdır ki, Filistin’de ölen her bebeğin ve tüm masumların kanında ABD Başkanlarının parmağı vardır. Zira İsrail’i silahla destekleyen ve katliam yapması için teşvik eden ABD Başkanlarının ta kendileridir.
Trump’ın gelmesiyle NATO üyesi olan AB ülkeleri bile kendilerini güvende hissetmemektedir. Bu yüzden ilgili ülkeler, güvenlik konusunda toplantılar yapmakta ve neleri, nasıl yapabileceklerini tartışmaktadırlar.
Bu cümleden olarak, 27 üye ülke, ABD yönetimine ‘külfet paylaşımına hazırız’
mesajını iletti.
Bununla yetinmeyen Trump, NATO ülkesi olan Danimarka’dan Grönland’ı alacaklarını açıkladı. Danimarka Başbakanı Frederiksen ise ‘Grönland satılık değildir’ diyerek, NATO’daki çatlağa işaret etti.
Kendince meydanı boş bulan
İnsanoğlunun ne denli bir canavar olduğuna bakın ki Allahü Teala’nın kendisine bakir olarak sunduğu dünyayı, habis ruhu ve kirli elleriyle madden ve manen tahrip ederek yaşanamaz hale getirdi.
Kendilerini Tanrı Yehova’nın yegâne vekili gören ve diğer tüm insanları köle-hizmetçi bilen Yahudi zihniyeti (Siyonizm), sahip oldukları güçlerle (para, iktidar, medya, sinema vb.) tüm insanlığın başına bela oldu ve bu bela oluşu şiddetini artırarak kıyamete değin sürdürecek.
Herkes cibilliyetinin gereğini yapar. Siyonizm’in varlık sebebi de malum, dünya üzerinde Yahudi hâkimiyetidir. Kimi ahmak Hıristiyanlar, dinlerini ve düşmanları olan Yahudi doktrinini unutarak, Yahudi’yle ve onun aldatıcı söylemleriyle dost olup İslamiyet’e ve Müslümanlara karşı savaş başlattılar.
Bu kirli ve pespaye oyunun başını dün İngilizler çekiyordu, bugün ise Amerikalılar çekiyor. Bu cümleden olarak kimi ABD’liler (100 milyona yakın) Yahudilerle ortak bir din bile geliştirdiler (Evanjelizm). Bu sapık dinle sözde Tanrıyı kıyamete zorlayacaklar!
Zorlanabilen, ne menem bir tanrı ise!.. (Şu sapık inanca bakar mısınız?)
Bunun için de günümüz modern Firavunları olan ABD Başkanı Trump ile İsrail Başbakanı Netanyahu el ele vererek habis ruhlarında gizledikleri kirli emellerini ayyuka çıkararak bütün bir insanlıkla alay etmektedirler.
Bunlardan sarı faresi olanı, kulağını sıyıran kurşunla kurtulmayı, sözde inandığı Tanrı tarafından ABD’nin kurtuluşu için gönderilen kurtarıcı olduğunu iddia ederek dünyayı parsellemeye kalkıyor. Dağdan gelmiş Firavun olarak bağdaki Filistinlileri, özyurtlarından tehcire zorluyor; o yerin işgalcisi ve soykırımcı Netanyahu’dan da Filistin topraklarını ABD’ye vermesini istiyor.
Üçkâğıtçı bir emlakçı tavrıyla dünyanın belli başlı stratejik beldelerini parselleyerek, kendisine ait olduğunu iddia ediyor.
Yutturulmaya çalışılan; kölelik kalktı ve artık tüm insanlar özgür bireylerdir ve her bir insan tüm insan hak ve hürriyetlerine sahiptir söylemi en büyük yalanlardandır.
Malum emperyalizmin en tepe noktasında (kuklacı misali) Siyonizm bulunmaktadır. Siyonizm’i Batı kendi elleriyle ve sözde Müslümanlara karşı kurup geliştirdi. Ama farkında olmadan öylesine bir canavar oluşturdu ki tüm dünya ile beraber kurucusu olan Batı’yı da hegemonyası altına aldı.
Artık dünyada sadece Siyonizm’in borusu ötmektedir. Mahut borunun nasıl öttüğünü ise Gazze’de gördük; İsrail tüm insani değerleri yitirerek vahşetin her türlüsünü sergiledi ve sergilemeye devam ediyor; sözde medeniyetin banisi geçinen tüm Batılı ülkeler ise ya bu vahşete destek olmakta ya da seyirci kalmaktadır.
ABD’ye bakınız; giden Biden yönetimi ile gelen Trump yönetimi arasında Siyonizm’e hizmet ve onun emrine amade olmak açısından en ufak bir fark yoktur.
Biden yönetimi İsrail’e verdiği silahlarla Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı; 70 bine yakın masum ve savunmasız insanı hunharca katletti, yeni gelen Trump da silah yardımına aynı şekilde devam ederek; Gazze halkını Mısır ve Ürdün’e tehcire zorlamaktadır.
İşte milenyum çağının medeniyetinin geldiği nokta budur ve bu durum medeniyet yerine soysuzluğun ve vahşetin ta kendisidir.
Bütün bu haksızlıkları dillendirebilen ve karşı çıkan ve diğer tüm liderleri de karşı çıkmaya çağıran tek bir lider var; o da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Zira
Malum biz hala demokrasi ile cumhuriyeti karıştırıyoruz. Oysa cumhuriyet bile başlı başına bir muammadır. Komünist sistem olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de cumhuriyettir, tek parti zulüm rejimi olan Suriye Arap Cumhuriyeti de cumhuriyettir, İran teokratik de cumhuriyettir, Türkiye de kuruluşta tek parti, bilahare parlamenter ve daha sonra da başkanlık sistemi olan cumhuriyettir.
Görüldüğü üzere; demokrasisi olan, az demokrasisi olan, hiç demokrasisi olmayan cumhuriyetler vardır. Gerçek bir demokraside en tepe noktada olan halktır, onun emrinde halkın seçtiği parlamento, parlamentonun emrinde hükümet, hükümetin emrinde bürokrasi vardır.
Vesayetle hastalıklı demokrasi dönemimizde, bizde sözde parlamenter sistem vardı. En tepede vesayet odaklarının emrinde asker ve sivil bürokrasi, onun emrinde hükümet, hükümetin emrinde parlamento ve bunların hiçbirinin umurunda olmayan, en altta halk vardı!
Başkanlık sistemine geçtik ve demokrasimizi vesayetten kurtardık. Artık en tepede halk var, onun belirlediği başkan ve hükümeti var, yine halkın belirlediği parlamento var ve bunların hepsinin emrinde bürokrasi var. Böylece ‘ucube’ bir sistem olan bizdeki parlamenter sistemden kurtulduk.
Bu denli kakofoni düzen içinde CHP, cumhuriyeti kuran parti olarak, kendini her daim en tepede konumlandırdı. Emrinde olduğu vesayet odaklarını görmezden gelerek, iktidarcılık ve muhalefetçilik (muhalefette iken de muktedir olmayı) oynadı. Kendinden oluşturduğu bürokrasiyle el ele vererek halka tepeden baktı, halkın değerleriyle alay etti ve halkın büyük kesimine zulmü reva gördü.
CHP, bugün bile eskiden alışageldiği biçimde yıkıcı, tahrip edici, imha edici muhalefeti sergiliyor.
Bunun da yegâne sebebi, kurucu iddiasıyla kendini, bu ülkenin asıl sahibi ve sürekli muktedir addetmesidir. Nitekim muhalefet olduğu dönemlerde de muktedir edasıyla hareket etmiş ve başta iktidar dahil halka üstten bakmayı sürdürmüştür.
CHP’nin yıkıcı muhalefet anlayışı dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Öyle ki, iktidarın yaptığı dünyanın en güzel işine-eserine-hizmetine bile iyi ve güzel diyemeyeceklerini kendileri itiraf ediyor.
Bu durum gerçekte bir psikolojik savaş taktiğidir. Malum olan bu birileri, kirli emellerine ulaşmak için kaotik ortam oluşturmak isterler.
Zira kurt dumanlı havayı sever!
Yapılan tüm darbelerin öncelerine bakın; çeşitli bahanelerle toplum gerilir, ayrıştırılır ve kavgalı hale getirip adeta darbeye meşruiyet kazandırılır. Bunda da en ziyade iletişim araçları (medya) kullanılır. Bugün buna bir de sosyal medya eklendi.
Dünyanın en zengin insanları bile sosyal medya mecralarını satın almak için yarış halindeler. Bunlardan en meşhurları ABD Başkanı Trump’ın yanında bulunuyor. Amaçları belli; dünya üzerindeki geniş halk kitlelerini istedikleri gibi yönlendirmek ve manipüle etmektir.
Tesir gücü çok yüksek olan bu silah sayesinde çeşitli ülkelerdeki rejimler yıkılmakta ve arzu edilen partilere seçimler kazandırılmaktadır.
Bizde malum bu dumanlı havanın oluşması için onlarca bahane mevcuttur. Sağ-sol, Alevi-Sünni, laik-anti laik, Kemalizm, cemaatler ve tarikatlar vb. dosyalar raflardan indirilip, ısıtılıp pişirilir ve servis edilir.
Bizdeki demokrasi, on yıllar boyunca vesayetle illetli olduğundan; bugün itibarıyla başkanlık sistemine geçip, demokrasiyi inşa yolunda ilerlemiş olsak da malum birilerinin vesayet alışkanlıkları devam ediyor. Zaman zaman da depreşiyor.
Zira dünyamızın onlarca bölgesi, tarihte emsali görülmemiş şekilde büyük tehlikelerle karşı karşıyadır.
Dünyamızın her bir köşesi barut fıçısını andırıyor ve en ufak bir kıvılcımla, bütün dünyanın alev topuna dönmesi an meselesidir.
Şu anda dünyamız, kıyamet öncesi sessizliği ve bu sessizliğin altında fokurdayan cadı kazanını andırıyor.
Ne yazık ki dünyamızın içine düşürüldüğü bu büyük tehlikeyi görebilen, gerektiği gibi değerlendirebilen ve hepsinden önemlisi gerekli tedbirleri alabilecek liderlerden mahrumdur.
Şu anda dünya üzerindeki bütün insanlığı tehdit eden iki baş belası vardır; yani Ali kıran baş kesen iki uğursuz lider vardır. Bunlardan birincisi ABD’yi, diğeri ise, ABD’nin ruh ikizi İsrail’i yönetmektedir.
Bu her iki ülkenin liderleri, kendilerini dünyanın asıl sahibi olarak görmekte; diğer bütün devletlere ve onların halklarına üstten bakarak onların tümünü teferruat (köle-uydu)olarak görüp değerlendirmektedirler.
Bu her iki ülkenin liderleri olan Trump ile Netanyahu, hiçbir ölçü, sınır, kanun, nizam, antlaşma, hak ve hukuk tanımamakta; ‘Ben yaptım oldu!’ diyerek hoyratça ve küstahça tavırlar sergilemektedirler.
Bozacının şahidi şıracı misali bu iki lider tüm dünyayı ateşe atmak için adeta yarış halindeler.