30 Nisan 2005
DÜN İstanbul’da ikincisi toplanan Yatırım Danışma Konseyi’nde çıkan sonuç, hala Türkiye’de yatırımın önündeki engellerin devam ettiğini gösteriyor.Aslında geçen yılki toplantıya baktığınızda, hemen hemen aynı konuların tekrar gündemde olduğunu görebiliyoruz. Yani açıkca söylenmese de; geçen yılki toplantılardan buyana yatırımın önündeki engellerin temizlenmesi açısından önemli bir aşamanın kaydedilemediği, bu toplantıda ortaya çıktı.Dolayısıyla her yıl aynı sorunlar, aynı biçimde ortaya konmaya devam edilirse, yani kararlar alınıp uygulanamazsa, bu toplantıların önemi de kendiliğinden azalır. Demek istediğimiz o ki; IMF Başkanını, uluslarası CEO’ları topluyorsanız, eleştirilerini de kaale alıp, alınan kararları hayata geçirmeniz de gerekir. Aksi takdirde önümüzdeki yıllarda bu yetkilileri bulamazsınız. Başbakan Tayyip Erdoğan toplantıyı açarken, ‘bizi eleştirin’ demiş. Eleştirsinler tamam da, her yıl aynı eleştirileri tekrarladıklarını anladıkları zaman ne olacak?Peki, bu bir yıllık sürede hiç mi bir şey yapılmadı.?Elbette yapıldı ...Özellikle geçen yılki toplantıdan hemen sonra işe hızlı girilip birşeyler yapıldı ama diğer konularda olduğu gibi, ondan sonra işler durdu, gerisi gelmedi. ...Örneğin bürokratik işlemlerin sayısı indirildi. Ama bunun yatırımcının işini ne kadar kolaylaştırdığı, sıkıntılarda önceliğinin ne olduğu saptanmadı, bile.Hazine Müsteşarlığı’nın bu işin sekreteryasını yürütmesi kararı alınmıştı. Bu geçen bir yılda bu sekreteryanın çok da iyi yürütüldüğünü, herhalde Hazine yetkilileri de söyleyemez. Bu toplantının ardından içerde kendi aralarında da çeşitli toplantılar yapılıp, aynı sorunlar dile getirildi ama çok da fazla bir yol alınamadı.Belki de bu işin sekreteryasının değiştirilmesi, özel sektörün bu işin koordinasyonunda daha belirleyici konuma getirilmesi gerekiyor.Bu arada içerden aldığımız bilgilere göre yine hukuk reformu, vergi reformu yapılması gerektiği söylenmiş. Yanısıra enerji ve SSK primleri gibi girdi maliyetlerinin çok yüksek olduğu dile getirilmiş. Bir de, tabi ki bürokratik engeller...Bu bürokratik engeller konusu Başbakanın da, TOBB Başkanının da çok sevdiği bir konu. Sıkıştıkları an ‘bürokrasi direniyor, işlemiyor’ diyorlar.Daha önce de söyledik; bürokratik engel yoktur ‘siyasi irade noksanlığı’ vardır. Siyasi irade ne yaptığını bildikten sonra, talimatı doğru verdikten, yasalara uygun talimat verdikten sonra bürokrasi isteneni yapar. Ama yapılamayacak bir şeyi istiyorsanız, yasaları düzeltmek yerine uygulamayı farklı yapmaya kalkışırsanız, iş yapanlara da dava açarsanız, o zaman kimse o işi yapmaz. Ama yasalar, mevzuat uygunsa da bürokrasi yapmıyorsa o zaman bürokrasiyi değiştirirsiniz. İşi bilen bürokratlar yerine partiye yakın bürokratlar atarsanız da, buna rağmen getirdiğiniz kişiler iş yapmıyorsa, o zaman bu bürokrasinin sorunu değil, sizin sorununuzdur.IMF BAŞKANININ SÖYLEDİKLERİBu arada toplantıya katılan IMF Başkanı Rato’nun söyledikleri ise çok önemli. Rato, faiz dışı fazlanın yüksek sürmesi gerektiğinin altını çizmiş. Bunun da ötesinde Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) gibi kuruluşların bağımsızlığının ‘tartışma konusu bile edilemeyeceğini’ söylemiş. Bu arada teşviklerle ilgili yapılanların ne kadar yanlış olduğunu da özellikle belirtmiş.Umarız bunları Başbakan Tayyip Erdoğan iyi dinlemiştir. ‘Eleştirin’ demişti ya, işte size asıl eleştiri bu. ‘Sürekli faiz dışı fazla hedefini delmeye çalışmayın’ demeye çalışıyor. ‘Sürekli olarak geriye dönüp, Merkez Bankası, BDDK’nın alanlarına giren, günlük ekonomik politikalara siyasetin elini sokmaya artık çalışmayın’ diyor.Kısacası, gerek Yatırım Danışma Konseyi toplantısına katılan CEO’lar, gerekse de IMF Başkanı, sürekli olarak içeride dile getirilen şikayetleri dile getirmişler. Bunları özel sektör yetkilileri söyleyince, ‘Bunları bize söyleyin, kamuoyuna söylemeyin’ diye fırça atıyorlardı. Sizce, Hükümetin sorunları dinlemesi için, ille de yabancıların mı söylemesi gerekiyor?
button
Yazının Devamını Oku 
28 Nisan 2005
<B>MALİYE </B>Bakanlığı, uyguladığı vergi politikalarıyla artık <B>‘kayıtdışını özendiren bir tutum’</B> içinde. Maliye bu tutumunu değiştirmek yerine, her geçen gün pekiştiriyor. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de akaryakıt tüketimi 3 yıldır aynı düzeyde. Dolayısıyla kişi başına akaryakıt tüketimi azalıyor. Biliyorsunuz, Türkiye son iki yıldır rekor seviyede büyüyor, kişi başına milli geliri o oranda artıyor. Şimdi genel ekonomi ve kişi başına milli gelirdeki bu artışa karşılık, akaryakıt tüketiminin azaldığını kim, neyle izah edebilir?
Halbuki izahı açık... Maliye akaryakıtta vergiyi artırdıkça ülkeye kaçak akaryakıt girişi artıyor. Neredeyse varil başına uluslararası fiyat aynıyken, zamanın Devlet Bakanı Güneş Taner, ‘Şu benzinin fiyatını 90 cente bir çıkartsam, enflasyonu da yenerim, bütçeyi de dengelerim’ diyordu.. Şimdi ne oldu biliyor musunuz; benzinin litresi 2 dolara yaklaştı....
Bu kadar vergi zammı yaparsanız, kaçağı da aynı orantıda artırırsınız. Duyumlarımıza göre akaryakıt kaçakçılığına ilişkin TBMM’de kurulan komisyonunu saptadığı rakamlar, gerçek kaçak rakamların çok altındaymış. Emniyet ve Jandarma’nın birlikte hazırladığı bir rapordan sözediliyor ve burada kaçakçılığın boyutlarının 3 milyar doları bulduğu söyleniyor. Rapor bir türlü devreye sokulmuyormuş, çünkü her partiden çok sayıda siyasi, hatta bakanların bile bu işlerin içinde olduğunun ortaya çıkmasından korkuluyormuş. Bu şimdilik bir söylenti.
Ama bu rapor kamuoyuna bu şekliyle yansırsa, şahsen bizim için sürpriz olmaz. Bu kadar verginin olduğu akaryakıttaki kaçağın, bu kadar büyük boyutlu olması da doğaldır.
Yine herkes biliyor ki; her aklına geldiğinde sigaraya zam yapan Maliye sigaradaki kaçakçılığı da yeniden hortlattı. Sokaklar kaçak sigaradan geçilmiyor...
Aynı şekilde içki sektöründe de AKP’nin fahiş boyutlara ulaştırdığı vergi nedeniyle, kaçakçılığın boyutları devasa biçimde büyüdü. Maliye aksini söylese de kaçak rakı olayının en büyük sebebinin yüksek vergi oranları ve bu nedenle cazip hale gelen kaçakçılık olduğu kesin. Yani, vergiler o boyuta geldi ki; insan sağlığını bile tehdit ediyor.
İşin başka bir boyutu da vergi oranlarının artırılmasındaki pervasızlığın, özel sektörün önünü tıkar hale gelmesi. Bilindiği gibi Tekel’in içki bölümü daha yeni özel sektöre geçti ve özel sektöre geçtikten sonra, bu şirketlere sorulmadan, belirli bir takvim bile konulmadan vergiler keyfi biçimde artırıldı. Öyle olunca kaçakçılık arttı ve özelleştirdiğiniz işletme, kaçakçılık nedeniyle daha fazla itibar kaybetmemek için, büyük zararları göze almak zorunda kaldı. Yani bir anlamda fabrikayı sattığınız özel sektörü kandırdınız.
VERGİ ARTIŞI ZARAR VERİYOR
Peki, bu keyfi ve hesapsız vergi artışı sadece özel sektöre mi zarar veriyor. Tabi ki hayır, belki de daha fazla zararı kamuya veriyor. Her şeyden önce kaçakçılık arttığı için vergiyi artırmakla vergi tahsilatını artırmıyor, aksine azaltıyorsunuz. Şimdi akaryakıttaki kaçak boyutuna göre, kaybettiğiniz vergiyi bir düşünsenize...
Ayrıca vergilerdeki tutarsızlık nedeniyle, Tekel’in sigara fabrikaları için teklif bile gelmez oldu. Bu keyfi, sık sık değişen vergiler nedeniyle alıcıları caydıran Maliye, sonuçta yabancı sigara üreticilerinin piyasadaki payını giderek artırdı ve Tekel’in fabrikaları para etmez hale geldi. Şimdi bu açıkca, kamu kaynaklarının israfına yol açmak değil mi?
Maliye son numarasını da iki gün önce yaptı. Cep telefonlarının, kozmetik ürünlerin ÖTV’leri 3 kat artırıldı. Yine sonuç şimdiden belli; bizce bu kadar yüksek vergi cep telefonunda ve kozmetikteki kaçak boyutunu önemli ölçüde artıracak
Maliye’nin tavrı ‘anlaşılır’ boyutları iyice aştı. Kayıtdışı ile mücadele edip, vergi tabanını genişletmek yerine kayıtdakileri vergi oranlarıyla kayıtdışına itiyor. Dolaylı vergilerin toplam içindeki payını azaltmak yerine, gelir dağılımındaki adaletsizliği artırdığını bile bile dolaylı vergileri artırıyor, gelir vergisi aldığı kesimler ise giderek azalıyor. Gelir İdaresi yasasını göstermelik çıkarıp, köklü bir uygulamaya geçmiyor. Sanki, özellikle kayıt dışını artırıyor...
Yanlış tutum kesin. Eğer cahillik değil de, bilerek yapılıyorsa, o zaman daha da vahim...
Yazının Devamını Oku 
26 Nisan 2005
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan hálá AB ile görüşmeleri yürütecek başmüzakereciyi atamadı ama müzakereler de yavaş yavaş başladı.Geçen hafta yine, ‘Erdoğan’ın Kabine değişikliği yapıp, başmüzakereciyi yakında atayacağı’ yönünde söylentiler dolaştı ama hálá bir karar çıkmadı. Artık kamuoyunda başmüzakerecinin atanması konusunda eskisi gibi bir baskı da yok.Geçtiğimiz hafta Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü ile daha çok AB ile ilişkileri ve nisan ayı başında Brüksel’e yaptığı ziyaretin sonuçlarını ele aldığımız bir görüşme yaptık. Dünkü Referans Gazetesi’nde de yayımlanan tarım müzakerelerine ilişkin röportajda da görüldüğü gibi, yavaş yavaş tarımla ilgili müzakerelerin başladığına şahit olduk.17 Aralık’tan sonra Kurum olarak dikkatlerini AB’ye verdiklerini hatırlatan bakan Güçlü, Brüksel’de çeşitli temaslar yapıp, düşündüklerini AB yetkililerine anlattıklarını ve onların görüşlerini aldıklarını söyledi. AB’nin Tarım ve Kırsal Kalkınma Komiseri Mariann Fischer Boel’in davetiyle gittiklerini kaydeden Bakan, AB Komisyonu’nun Balıkçılık ve Denizcilikten Sorumlu Bakanı Joe Borg ile Tarım ve Kırsal Kalkınmadan Sorumlu Bakanı Boel ile Sağlık ve Tüketicinin Korunmasından Sorumlu Bakanı Markos Kipriyanu ile görüşmeler yaptıklarını söyledi. Bakanlık olarak tutum ve davranışlarını anlatıp, ihtiyaçlarını, görüşlerini anlattıklarını kaydeden Bakan Güçlü, teknik konularda destek beklediklerini ve belirledikleri projeleri anlatıp, bunların hayata geçirilmesini düşündüklerini, somut olarak söylediklerini ifade etti.AB yetkililerinin bu tavırdan memnun kaldıklarını, nitekim iki bakanın elemanlarını nisan sonu ve mayıs başında Türkiye’ye gönderme kararı aldıklarını kaydeden Güçlü, kırsal kalkınma konusunda yapılanma ve ajansların kurulması konusunda görüşmeler yapacaklarını ve sonuçta ortak nokta belirleyeceklerini söyledi.Bütün bu görüşmeler sonucunda ‘Bir müzakere çerçevesi taslağı’ hazırlanacağını hatırlatan Bakan Güçlü, ‘Daha başlangıçta, yola çıkarken Türkiye’ye ayrıcalıklı muamele yapılmasını istemediğimizi, daha önceki üyelere verilen esnekliğin bize de tanınması gerektiğini ve görüşmelerin biraz erkene alınmasını istediklerini’ kaydetti.Türkiye’de AB’ye üyeliğe ilişkin yükselen bir muhalefet bulunduğunu, AB yetkililerine de tavırlarının bu muhalefeti güçlendirmemesi gerektiğini anlattıklarını kaydeden Güçlü, Tarım ve Kırsal Kalkınmadan Sorumlu Bakanın müzakereleri ileriye atma fikrine karşı çıktıklarını, Türkiye’nin müzakere sürecini çok ileriye atacak bir takvimi doğru bulmadıklarını kendilerine söylediklerini ifade etti.Öbür taraftan gıda ile ilgili konularda yetkili Kipriyanu’nun müzakereleri erken açmayı teklifine de karşı çıktıklarını kaydeden Güçlü, ‘Bunun erken açılması bizce doğru değil. Sağlık açısından doğru ama altyapı açısından değil. Türkiye’nin o kadar zaman içinde çok büyük altyapı iyileştirmesini yapması zor. Hayvan hastalıkları var, üreticilerin eğitilmesi var. Burada da belli bir süreye ihtiyaç olduğunu kendilerine ilettik’ dedi.AB yetkililerinin yaklaşımlarını olumlu bulduklarını kaydeden bakan Güçlü, sürekli Dışişleri Bakanlığı ile temasta olduklarını ve Dışişleri uzmanları ile birlikte görüşmelere girdiklerini kaydetti ve Büyükelçi Oğuz Demiralp ve ekibini, hem tarım hem diğer konularda oldukça yeterli ve coşkulu gördüklerini söyledi.Güçlü, samimi olarak AB ile bütünleşmeyi içine sindirmiş ve tüm çabasını buna veren, altındaki bürokrasiyi de ona göre seçip motive eden bir Bakan. Belki de entegrasyonunun en zor ayağında, bir yandan AB’yi bir yandan tarım kesimiyle ilgili kesimleri ikna etmek için böyle bir isme kesinlikle ihtiyaç var. Güçlü, görüştüğü yetkililerden ‘Türkiye’nin geç kaldığı yolunda bir izlenim almadığını’ söylüyor ama durum da ortada. Bizce artık işler dayattı ve başmüzakereci ve müzakere yönteminin artık kesinleştirilmesi gerekiyor. Biraz daha gecikme çalışmalara sekte vurabilir.
button
Yazının Devamını Oku 
25 Nisan 2005
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>hafta açıklanan Tüketici Güven Endeksinin Mart’ta 3.1 puan düştüğü açıklandı. Güven endeksinde yaşanan sert düşüşün tüketicilerin mevcut ve gelecek dönem satın alma güçlerine, gelecek dönem genel ekonomik duruma ve iş bulma olanaklarına ilişkin değerlendirmelerinin kötüleşmesinden kaynaklandığı görülüyor.
Bizce; sadece tüketici güveninde değil ‘vatandaş güveni’nde de büyük düşüşler yaşanıyor.
Geçtiğimiz hafta Referans Gazetesi’nin TOBB’la birlikte düzenlediği ‘enflasyonsuz dönemde işletme yönetimi’ seminerlerine katılmak için Konya ve Kayseri’deydik. ‘Anadolunun nabzı’ için gösterge olan bu iki ilde, özellikle sanayici ve tüccarlarla sohbet imkanı bulduk. Bu sohbetlerden yola çıkarak, rahatlıkla, vatandaş güveninde düşüş olduğunu söylüyoruz.
Sanayici ve tüccarlar özellikle içtalepte büyük gerilemeler olduğunu, işlerin kötü gittiğini söylüyorlar. İhracata çalışan firmaların nisbeten daha rahat olduğunu ama içeriye çalışan işletmelerin zor durumda olduklarını, işçi çıkartmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. Bu arada her iki il de, çevreleri yeni teşvik verilen illerle dolu olduğu için, teşvik sisteminden de büyük yakınma içindeler, ileride bu durumu bile arayabileceklerini söylüyorlar. Özellikle son birkaç aydır TOBB’a bu yönde gelen şikayetlerin arttığını, Başkan Rifat Hisarcıkloğlu ile konuşuyorduk ama yerine gidip şikayetleri kendiniz dinlediğinizde, bu yakınmaların şiddetini daha iyi anlayabiliyorsunuz.
Bizce bu şikayetlerde bir abartı payı var ama yine de bir gerçeği ortaya koyuyor. Geçmiş yılın aynı dönemine göre yaşanan gerileme, umutsuzlukta önemli rol oynuyor ama biran önce de bu şikayetlere kulak verilip, ‘mikro çözümler’ aranması gerektiği de ortada.
Dolayısıyla Merkez Bankası’nın hazırladığı Tüketici Güven endeksinde yaşanan düşüş, bizi hiç şaşırtmadı. Bizce son birkaç aydır yaşanan ‘genel yılgınlık havası’ ve yaşanan ekonomik sıkıntılar, tüketici güvenini de vatandaş güvenini de geriletmeye başladı.
‘Bu olumsuzluk havasının uygulanan ekonomik programa fatura edilmemesi gerektiği’nin altını çizmek gerekir. Bu programın bir suçu olmadığını, aksine yıllardır yaşanan sıkıntıların artık sonuçlarının alınmaya başladığını, enflasyondaki düşüşün bile, tek başına artık ‘halkın cebinden para çalmanın azaldığını’ gösterdiğinin, halka anlatılması gerekir. Aksi takdirde ‘enflasyon düşüyormuş bana ne, benim karnım doymuyor’ edebiyatı giderek yaygınlaşacak ve uygulanan programa bir tehdit olmaya başlayacak.
Anadolu’da siyasi nabız da değişiyor
BİZCE son birkaç yıldır yaşanan pembe tablonun rengi bozulmaya başladı. Anadolu’ya sıçrayan bu olumsuzluk havasında, bizce ekonomik tablodan çok siyasi tablonun ve iklimin payı daha büyük.
Hükümetin bir süredir ‘karar alamaz’ bir görüntü vermesi halkın moralini bozarken, Hükümetin karar alamaması konusunda ‘Hazır gündemleri vardı bitti, kendi başlarına bir şey yapamayacakları görülmeye başladı’ yorumları yapılıyor. Bu arada özellikle Anadolu’daki işadamları nezdinde AKP Hükümetinin büyük güven kaybına uğradığını da söylememiz gerekiyor. AKP’li olduğunu bildiğimiz işadamları bile, hükümetin gidişatından memnun değiller ve siyasi olarak AKP’nin yakaladığı şansı kullanamadığını, yeni bir siyasi harekete ihtiyaç olduğunu açık açık söylemeye başlamışlar. İşadamları, ölçekleri ne olursa olsun, Hükümetin ABD ile çekişmesinden, AB ile ilgili şikayetleri Hükümetin göğüslemek yerine ‘Bizi bölmek istiyor’ söylemiyle bu karşıtlığı körüklemesinden, içerideki siyasi çalkalanmalara karşı Hükümetin tavır alamamasından şikayetçiler. Ayrıca çok yoğun olarak, AKP içindeki çatışmalar, yolsuzluk söylentileri konuşuluyor. Yolsuzluk ve siyasi ayrımcılık konusunda bazı AKP’lilerin adlarının yoğun olarak konuşulduğunu, parti içindeki ayrışmanın giderek daha bariz hale geldiğini söylüyorlar.
İşte bütün bunlar, Anadolu’da ‘AKP’den ciddi bir soğuma hareketi’nin varlığını gösteriyor.
Anladığımız kadarıyla; AKP’den soğuma ve karar alamama birbirini besleyen bir süreç...
Yazının Devamını Oku 
25 Nisan 2005
GEÇTİĞİMİZ hafta açıklanan Tüketici Güven Endeksinin Mart’ta 3.1 puan düştüğü açıklandı.Güven endeksinde yaşanan sert düşüşün tüketicilerin mevcut ve gelecek dönem satın alma güçlerine, gelecek dönem genel ekonomik duruma ve iş bulma olanaklarına ilişkin değerlendirmelerinin kötüleşmesinden kaynaklandığı görülüyor.Bizce; sadece tüketici güveninde değil ‘vatandaş güveni’nde de büyük düşüşler yaşanıyor.Geçtiğimiz hafta Referans Gazetesi’nin TOBB’la birlikte düzenlediği ‘enflasyonsuz dönemde işletme yönetimi’ seminerlerine katılmak için Konya ve Kayseri’deydik. ‘Anadolunun nabzı’ için gösterge olan bu iki ilde, özellikle sanayici ve tüccarlarla sohbet imkanı bulduk. Bu sohbetlerden yola çıkarak, rahatlıkla, vatandaş güveninde düşüş olduğunu söylüyoruz.Sanayici ve tüccarlar özellikle içtalepte büyük gerilemeler olduğunu, işlerin kötü gittiğini söylüyorlar. İhracata çalışan firmaların nisbeten daha rahat olduğunu ama içeriye çalışan işletmelerin zor durumda olduklarını, işçi çıkartmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. Bu arada her iki il de, çevreleri yeni teşvik verilen illerle dolu olduğu için, teşvik sisteminden de büyük yakınma içindeler, ileride bu durumu bile arayabileceklerini söylüyorlar. Özellikle son birkaç aydır TOBB’a bu yönde gelen şikayetlerin arttığını, Başkan Rifat Hisarcıkloğlu ile konuşuyorduk ama yerine gidip şikayetleri kendiniz dinlediğinizde, bu yakınmaların şiddetini daha iyi anlayabiliyorsunuz.Bizce bu şikayetlerde bir abartı payı var ama yine de bir gerçeği ortaya koyuyor. Geçmiş yılın aynı dönemine göre yaşanan gerileme, umutsuzlukta önemli rol oynuyor ama biran önce de bu şikayetlere kulak verilip, ‘mikro çözümler’ aranması gerektiği de ortada.Dolayısıyla Merkez Bankası’nın hazırladığı Tüketici Güven endeksinde yaşanan düşüş, bizi hiç şaşırtmadı. Bizce son birkaç aydır yaşanan ‘genel yılgınlık havası’ ve yaşanan ekonomik sıkıntılar, tüketici güvenini de vatandaş güvenini de geriletmeye başladı. ‘Bu olumsuzluk havasının uygulanan ekonomik programa fatura edilmemesi gerektiği’nin altını çizmek gerekir. Bu programın bir suçu olmadığını, aksine yıllardır yaşanan sıkıntıların artık sonuçlarının alınmaya başladığını, enflasyondaki düşüşün bile, tek başına artık ‘halkın cebinden para çalmanın azaldığını’ gösterdiğinin, halka anlatılması gerekir. Aksi takdirde ‘enflasyon düşüyormuş bana ne, benim karnım doymuyor’ edebiyatı giderek yaygınlaşacak ve uygulanan programa bir tehdit olmaya başlayacak.Anadolu’da siyasi nabız da değişiyorBİZCE son birkaç yıldır yaşanan pembe tablonun rengi bozulmaya başladı. Anadolu’ya sıçrayan bu olumsuzluk havasında, bizce ekonomik tablodan çok siyasi tablonun ve iklimin payı daha büyük. Hükümetin bir süredir ‘karar alamaz’ bir görüntü vermesi halkın moralini bozarken, Hükümetin karar alamaması konusunda ‘Hazır gündemleri vardı bitti, kendi başlarına bir şey yapamayacakları görülmeye başladı’ yorumları yapılıyor. Bu arada özellikle Anadolu’daki işadamları nezdinde AKP Hükümetinin büyük güven kaybına uğradığını da söylememiz gerekiyor. AKP’li olduğunu bildiğimiz işadamları bile, hükümetin gidişatından memnun değiller ve siyasi olarak AKP’nin yakaladığı şansı kullanamadığını, yeni bir siyasi harekete ihtiyaç olduğunu açık açık söylemeye başlamışlar. İşadamları, ölçekleri ne olursa olsun, Hükümetin ABD ile çekişmesinden, AB ile ilgili şikayetleri Hükümetin göğüslemek yerine ‘Bizi bölmek istiyor’ söylemiyle bu karşıtlığı körüklemesinden, içerideki siyasi çalkalanmalara karşı Hükümetin tavır alamamasından şikayetçiler. Ayrıca çok yoğun olarak, AKP içindeki çatışmalar, yolsuzluk söylentileri konuşuluyor. Yolsuzluk ve siyasi ayrımcılık konusunda bazı AKP’lilerin adlarının yoğun olarak konuşulduğunu, parti içindeki ayrışmanın giderek daha bariz hale geldiğini söylüyorlar. İşte bütün bunlar, Anadolu’da ‘AKP’den ciddi bir soğuma hareketi’nin varlığını gösteriyor.Anladığımız kadarıyla; AKP’den soğuma ve karar alamama birbirini besleyen bir süreç...
button
Yazının Devamını Oku 
19 Nisan 2005
<B>GEÇEN</B> hafta Türkiye’ye kısa vadeli sermaye hareketlerinde geri dönüş başladığını, bunun nedenlerinden birinin benzer ülkelere kıyasla faiz oranlarındaki hızlı düşüş olduğunu, bu nedenle örneğin Brezilya’dan o kadar çıkış olmazken, Türkiye’nin daha fazla etkilendiğini söylemiştik. Ancak işin boyutlarının son günlerde epeyce büyüdüğü gözleniyor. Dün itibariyle borsada büyük düşüşler yaşanırken, faizler de 18 puanın üzerine çıktı. Bu kez sadece Türkiye’den değil, diğer gelişmekte olan ülkelerden de kısa vadeli sermayenin, portföy yatırımlarının geri çekilmeye başladığı gözlendi.
Şimdi artık ‘global risk algılamasının artmasından’ söz ediliyor. Daha kısa süre öncesine kadar FED’in, aşırı büyüme eğiliminden kaygı duyup faizlerde artışa gittiği gözlenirken, kısa vadeli faizlerdeki artışın uzun vadeyi de etkilediği görülüyordu ve bu nedenle 10 yıl vadeli kağıtların faizleri bile önemli ölçüde artmıştı.
Ancak son günlerde, özellikle büyük şirket kárlarında gözlenen gerileme, petrol fiyatlarındaki aşırı artış ve emtia fiyatlarındaki sert düşüşler, global büyüme eğiliminden şüphe duyulmasına neden oldu. Yani beklentiler tersine dönmeye başladı.
Daha önce FED’in 0.25’lik artışlarla yetinmeyip, önümüzdeki dönemde 0.50’lik faiz artırımlarına başlayacağı konuşulurken, şimdi artık FED’in 0.25’lik faiz artırımını yapıp yapmayacağı tartışılır hale geldi.
Türkiye ve benzeri gelişmekte olan piyasalarda sermaye çıkışına bu yüksek oranlı FED faiz artırımları beklentisi gerekçe gösterilirken, beklenti tersine dönmesine rağmen yine, hem de daha hızla sermaye çıkışı yaşanmaya başladı. İşte bunun nedeni global risk algılamasının artması ve tedirginliğin önce gelişmekte olan piyasalara giden fonları etkilemesi.
Kısacası, global anlamda bir karmaşa var ve bu karmaşadan ilk etkilenen de bizim gibi gelişmekte olan piyasalar oluyor. Dolayısıyla bir süre daha, en azından global anlamda risk algılamasının yönü netleşene kadar, bu çıkışın sürmesi de sürpriz olmamalı. En azından 3 Mayıs’ta yapılacak FED açıklamasına kadar bu belirsizliğin sürmesi bekleniyor.
Yani önümüzdeki dönem içeride borsa, kur ve faizler için karışık bir dönem olacak. Bu işin uluslar arası piyasalardan kaynaklanan yanı. Belki buna mayıs sonunda yapılacak Fransa referandumunu da eklemek gerekiyor. Son dönemde hayır diyeceklerin oyunun biraz azaldığı gözlense de hálá hayır oylarının fazla olması, tedirginliği artıran bir unsur. Referandumdan hayır çıkması, Euro-dolar paritesinde önemli oynamalar yaratacağı gibi, bu referandumun Türkiye’nin üyeliğini doğrudan ilgilendirmesi, içerdeki etkisinin büyümesine yol açacaktır.
İşte bu noktada, iç piyasadaki olumsuz gelişmelerde, bu uluslararası gelişmelerin etkisinin yanısıra iç siyasetten kaynaklanan tedirginlikler bulunduğunu da söylememiz gerekiyor. Son dönemde çatışma görüntüsü veren milliyetçi hareketlerin artması, Abdullah Öcalan’ın yeniden yargılanma kararının çıkma ihtimalinin güçlenmesi, şimdilik çok fazla olmasa da, piyasaları tedirgin eden bir unsur haline gelmeye başladı.
Belki buna Petkim’in satışı gibi büyük halka arzların borsadaki düşüşte etkili olma ihtimalini de eklemek gerekiyor.
Bizce uluslararası gelişmelerden Türkiye ekonomisinin daha fazla etkilenmesini önlemek için, içerde yapılacak işlere ağırlık verme zamanı geldi, geçiyor. Maalesef son dönemde ekonomi yine önceliğini yitirdi, iç siyasetteki kısır çekişmeler öne çıkmaya başladı. Ne zaman bu dönemdeki gibi, siyasi çatışmalar öne çıkmaya başladığında, ekonominin bundan olumsuz etkilendiğini de gözden uzak tutmamamız gerekiyor.
Bizce biran önce yapısal tedbirler tamamlanır, ardından artık mikro çözümlere girilmeye başlanırsa, ekonominin uluslararası gelişmelerden etkilenme derecesi de azalacaktır. Aksi takdirde olumsuz gelişmeleri sadece uluslar arası gelişmelere bağlamak, kadercilik ve kolaycılıktan başka bir şey olmaz...
Yazının Devamını Oku 
18 Nisan 2005
<B>TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği </B>(TOBB) Dünya Bankası’ya birlikte,<B> ‘Yatırım iklimi ve verimlilik anketi’ </B>düzenliyor. Bu anketin ardından Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) ın da katılımıyla destekleyici akademik çalışmalar da yapılıp, sonuçta ‘Yatırım iklimi değerlendirme raporu’ çıkacak. Üç kurumun ortaklaşa çalışmalarıyla ortaya çıkacak bu rapordan sonra anketi TOBB’un üstlenerek, her yıl yenilemesi planlanıyor.
Anket hakkında bilgi veren TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, IMF programının minimum şartları ortaya koyduğunu belirterek, ‘makro istikrar programını sürdürürken şirketler kesimine yönelik mikro reformlar yapılması gerekiyor’ dedi. İşte şirketler kesiminin önündeki engelleri belirlemek için bu anketin planlandığını kaydeden Hisarcıklıoğlu, tüm şirket yöneticilerine çağrıda bulunarak, ‘En fazla bir saatlerini verip, arkadaşlarımızın anketleri doldurmaları çok önemli’ dedi. Herkesin bu anket sonucunda oraya çıkacak bulguların yatırım ikliminin önündeki engellerin kaldırılmasına hizmet edeceğini görmesi gerektiğini kaydeden Hisarcıklıoğlu, ‘Türkiye’nin sürdürülebilir bir büyümeyi yakalaması için bu çalışmaların şart olduğunun bilinerek bu bilinçle anketlerin doldurulmasını’ istedi.
Dünya Bankası’nın 44 ülkede bu anketi uyguladığını, bunlardan 22 tanesinde raporların tamamlandığını kaydeden Hisarcıklıoğlu, standart dünya bankası projesinin Türkiye için özel olarak geliştirildiğini kaydetti.
Asıl amaçlarının ‘TOBB’a hükümetle iktisat politikası tasarımı diyaloğunda kullanabileceği sürekli ve somut bir mekanizma kurmak olduğunu’ kaydeden Hisarcıklıoğlu, büyüme ve verimlilik için önemli yatırım unsurlarının tesbit edileceğini, bunların diğer ülkelerle kıyaslama imkanı vereceğini, ayrıca Türkiye içinde bölgeler arasındaki farklılıkların da ortaya çıkacağını kaydetti.
Ankette genel bilgilerin sorulacağı, satışlar ve tedarikler, müesseseye yönelik yatırım iklimi kısıtlamaları, kapasite, yenilik ,öğrenme ile bilgiler alınacağı, altyapı ve hizmetler, finansman, arazi, ihtilafların çözümü ve yasal çerçeve, kamu ile ilişkiler, işgücü ilişkileri ve verimlilikle ilgili sorular sorulacağı öğrenildi.
Anket için 1300 imalat sanayi müessesesi saptandığını, 200 de turizm işletmesi ile anket yapılacağını kaydeden Hisarcıklıoğlu, 5 bölge ve 19 şehir belirlendiğini, toplam firma sayısı, istihdam ve toplam katma değer açısından ‘yüzde 80 temsil oranı’ olacağını kaydetti.
Sektörler gıda, tekstil, kimya, metal dışı, metal, makine, elektronik ve otomotiv olacak.
TOBB’un Dünya Bankasıyla böyle kapsamlı bir proje için işbirliğine gitmesinin tek başına önemli bir gelişme olduğunu kaydeden Hisarcıklıoğlu, bunun uluslar arası bir anketin Türkiye uyarlaması olduğu için, anket sonuçlarının benzer ülkelerle kıyaslama imkanının da olacağını kaydetti.
Bu kapsamda AB sürecine giren ülkelerin nasıl yatırım aldığı, dünyadaki yatırım trendleri, hangi sektörlerin öne çıktığı konusunda belirli fikirler edinme imkanı da olacak.
Bu anketle ticari yapının ortak problemlerinin ortaya konması beklenirken, kayıtdışılık , bu problemin çözümü için yapılabilecekler, kayıt içine alınabilmesi için nasıl bir örgütlenme modelinin kurulabileceği, Türk sanayinin kayıtdışılıktan etkinleme derecesi konularında da bir fikir edinme imkanı olacak.
Geçtiğimiz hafta sonunda Hisarcıklıoğlu’nun tek aday olarak gösterildiği toplantıda, oda başkanlarının teşviklerin yanısıra, işlerin iyi gitmediğinden yakındığına şahit olduk. Bazı oda başkanları makro ekonomik dengeler için olumlu söylenmesine rağmen sorunların arttığını belirterek, üzerine basa basa, ‘mikro çözümler gerektiğini’ ifade ettiler.
Kısacası; bu yakınmaların bilimsel verilere oturtulup, çözüm önerilerinin daha sağlam bir baza oturtulması açısından bu anketin önemi büyük. Umarız bu çabalar, kapsamlı bir sanayi envanteri ve buna göre önceliklerin saptanması aşamasına kadar gider...
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2005
<B>PİYASALARIN</B> kör olduğunu, olumsuz haberlere hiç duyarlılığı kalmadığını söylerdik. Son günlerde ise piyasaların iyi haberlere duyarsız olduğu gibi bir izlenim ortaya çıkmaya başladı. Yani eskiden kötüye bakmayıp hep iyiyi satın alan piyasalar, son günlerde iyiyi satın almaz bir hava içindeler.
Peki bu sağlıklı bir davranış mı?
Aslında içerdeki iyi haberlere bakarak bu değerlendirmeyi yapıyoruz ama piyasaların havasının bozulmasında asıl etken, yine dış piyasalar oluyor.
Yani Merkez Bankası faiz indirmesine rağmen piyasa faizlerinin yükselmesi, IMF’yle anlaşmanın kesinleşmesi, üstüne Dışbank’ın beklenenin çok üzerinde bir fiyatla yabancılara satılması gibi olumlu unsurlara rağmen piyasaların havasının bozulmasının ardında başka, içerdeki oyuncuların hakim olamadıkları etkenler var.
Piyasa oyuncuları, dış piyasalardaki gelişmelerin içerdeki hareketlerde yine belirleyici olduğu konusunda hemfikirler. Yabancıların net olarak çıkmaya başladığını, içerdeki oyuncuların da artık girmediğini kaydeden bankacılar, bu nedenle, içerdeki olumlu gelişmelere rağmen, faizlerin yükseldiğini, borsanın düştüğünü, dövizin yükseldiğini kaydettiler.
Daha önceki aylarda da yine çıkış olduğunu ama çıkışın üzerinde girişler olduğunu, bu nedenle iyimser havanın yaygınlaştığını hatırlatan bankacılar, şimdi yeni girişlerin azaldığını, bu nedenle net çıkış olduğunu ve dolayısıyla havanın bozulduğunu söylediler.
‘Peki, örneğin benzer ülke olarak görülen Brezilya’da da benzer bir çekiliş var mı?’ diye sorduğumuzda ise durumun aynı olmadığını duyuyoruz. Belki Türkiye’den çekilen paraların Brezilya gibi benzer gelişmekte olan piyasalara kaymadığını ama Türkiye’den çekilirken Brezilya’dan fonların çekilmediğini kaydeden bir aracı kurum yetkilisi, bunun nedeninin ise faizler olduğunu kaydetti.
Dün itibariyle 17.68’e gelen faizlerin yüzde 18’i geçmesi halinde yeniden yabancıların girebileceğini kaydeden bir bankacı ise, Brezilya’daki getiri oranlarının Türkiye’dekinin çok üzerine çıktığını, bu nedenle bizden çözülme olurken, Brezilya’da olmadığını söyledi.
Brezilya’da faiz oranlarının yüzde 19 olmasına rağmen enflasyonun yüzde 6 olduğunu, üstüne üstlük cari fazla verdikleri için kur riski de alınmadığını kaydeden aynı bankacı, ‘Bizim artılarımız ise AB üyeliği ve IMF’le yeni anlaşma’ dedi. Ancak avantajlar ve dezavantajlara bakıldığında alınan riskin karşılığında getiri oranlarının bizde düşmeye başladığını, son dönemde kurların yukarı seyretmesinin de yabancıları ‘getiriyi de kurla kaybedeceğiz’ noktasına getirdiğini kaydetti.
Dolayısıyla sıcak paradan korkulacak çok fazla bir şey olmadığının ortaya çıktığını kaydeden başka bir bankacı, ‘Şimdi yavaş yavaş çıkıyor ve önemli bir hareket olmuyor. Sıcak para eskisi kadar hızlı çıkma kabiliyetini de yitirmiş görünüyor. Faizler de kur da eskisi kadar sıçramıyor’ dedi.
ABD’deki gelişmeleri ‘bir ileri- bir geri’ olarak nitelendiren, yani faiz artırımlarının hızlanıp hızlanmayacağı konusunda bir belirsizlik bulunduğunu kaydeden aynı bankacı, bu ortamın sürse bile, içeride faizlerin yüzde 18’i aşması halinde yeniden hazine kağıtlarına talep olacağını tahmin ediyor. Dolayısıyla son haftada gelen iyi haberlere rağmen yaşanan tersi hareketlerin, ‘uluslararası sermayenin kár güdüsüyle belirlenen bir düzeltme hareketi olarak görülebileceği’ söyleniyor.
‘İçerdeki siyasi çalkalanma bu olumsuzlukta etki oluyor mu?’ diye sorduğumuzda ise, piyasa oyuncularından ‘böyle bir havanın bulunmadığı’ yanıtını alıyoruz. Ancak Fransa’daki referandum, bunun neticesi hayır çıkarsa Euro’nun olası değer kaybı gibi tedirginlikler bulunduğu, bu arada Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde yaşanan gerginliğin de tedirginlik yarattığı belirtiliyor. Ancak bu tedirginlikler henüz piyasalardaki hareketi etkilemiyor...
Yazının Devamını Oku 