4 Ekim 2007
EKONOMİ bürokratlarının yaptığı son hesaplara göre; eğer Türkiye’de kamu dengesi, 2008 yılında milli gelirinin yüzde 6.5’u kadar faiz dışı fazla (FDF) verecekse, bütçesinde 10 milyar YTL’lik ek önlem alması gerekecek. Bu önlemler harcamalarda kısıntı getiren önlemler olacağı gibi, gelir getirecek ek tedbirler de olabilir. Yeter ki, toplam 10 milyar YTL’yi bulsun.
İşte bu rakam dün yapılan Yüksek Planlama Kurulu (YPK) Toplantısına sunulan bir rakam. Elbette bu teknik çalışmalar sonucunda ortaya çıkan bir rakam ve bu oranın saptanıp saptanmayacağına siyasi otorite, yani Hükümet karar verecek.
Yüzde 6.5’luk FDF’nin sürmesi gerektiğine karar verilirse, bununla birlikte 10 milyar YTL’lik ek önlem alınması gerekecek. Yok, "Artık ben IMF’i nasıl olsa bırakıyorum, FDF’yi böyle hedeflemem gerekmiyor" diye karar verilirse, o zaman iş başka. Öyle ya; siyasi otorite yani Hükümet, isterse ek önlem almak yerine, daha fazla harcama kararı bile alabilir. Tabi ki, sonuçlarına katlanmak şartıyla.
Aslında asıl sorun 2007’den kaynaklanıyor. Yani bu yıl seçim nedeniyle yapılan aşırı harcamalar ve gelirlerin planlanan kadar artmaması nedeniyle mali dengeler önemli ölçüde saptı. Yapılan hesaplar bu yıl için ek önlem alınmadığı takdirde 2007 yılı FDF’sinin yüzde 4.5’u aşamayacağı görülüyor. Özetle; bütçe dengelerini düzeltmek için şimdiden, hiç vakit geçirmeden ek önlemler alınırsa, gelecek yıl gereken ek tedbir miktarı da azaltılabilir.
Bu yıl örneğin sadece sosyal güvenlik harcamalarında, planlananın 2,5-3 milyar YTL üzerine çıkılacak. Bütün bu ödeneği aşan harcama kalemleri için bir önlem de alınmış değil.
MALİ DİSİPLİN VE FAİZ İNDİRİMİ
Merkez Bankası yönetimi bu hafta İstanbul’da bazı köşe yazarlarıyla yaptığı toplantıda, neden faiz indirdiklerini açıklarken, "13 Eylül 2007 tarihli faiz indirim kararı kamu harcamalarının başlangıçta öngörülen yılsonu bütçe ödenekleriyle uyumlu yönde gerçekleşeceği varsayılarak alınmıştır. Herhangi bir ek varsayımda bulunulmamıştır" demiş.
Sizce, bu veriler sır mı? Ödeneklerin aşıldığı, mali disiplinin gevşediği, seçimin üzerinden 2 ay geçmesine rağmen hiçbir tedbir alınmadığı gerçeği, "varsayım" olmaktan çıkmadı mı?
Aynı sunumda "Para politikasında veri bağımlılığının enflasyon hedeflemesi rejiminin bir sonucu olduğu"nun altı çizilip, veri bağımlılığına verilen örneklerden biri "mali politikasında gevşeme" olmuş. Bu gevşemenin "enflasyon tahminini hedefin yukarısına taşıyacağı, hedeften sapma ihtimali dolayısıyla para politikası duruşunun gözden geçirileceği, modelin öngördüğü enflasyon tahminini hedefle uyumlu hale getiren yeni bir para politikası (parasal sıkıştırma)nın takip edeceği" belirtilmiş.
Veri bağımlılığına verilen diğer örnekler; Avrupa ekonomilerinde yavaşlama işareti, uluslar arası kredi piyasalarında risk algılamasının kötüleşmesi, gıda fiyatlarında arz şoku olarak sıralanmış. Bu veri değişikliklerinin mevcut duruşta değişikliğe yol açacağı belirtilmiş.
Yani Merkez Bankası yönetimi mali disiplinde gevşeme halinde faizleri artırabileceğini söylemek istemiş. Hepimiz, faiz artırım kararının indirim kadar kolay alınamadığını biliyoruz. Hem de bu gevşemeyi göre göre faiz indirimi başlatılıp, siyasi etki gündeme gelmişken...
YPK’NIN ZAMANSIZ TOPLANTISI
Yıllardır bütçe süreçlerini, IMF görüşmelerini ve öncesinde yapılan hazırlıkları izleyen bir gazeteci olarak, dün Başbakan Tayyip Erdoğan Başkanlığında yapılan Yüksek Planlama Kurulu (YPK) toplantısını yadırgadığımı, hatta şüphelendiğimi itiraf etmeliyim.
Çünkü normal olarak hazırlıklar tamamlanıp, 17 Ekim’de TBMM’ye verilmeden birkaç gün önce bu toplantı yapılır, son siyasi kararlar verilir, bütçe ve program dengeleri kesinleşirdi. Ancak dün yapılan YPK, biraz erken yapılmış bir toplantı oldu.
Bunun sebebi ise bizce; ekonomi yönetiminde varolan dağınıklık, daha ileri gidersek, yaşanan güç savaşı. Bakanlar anlaşamadıkları için, ekonomide çizilecek yön konusunda mutabakat sağlayamadıkları için, mecburen, Başbakanın hakemliğine çok erken gerek duydular.
Yazının Devamını Oku 
2 Ekim 2007
MALİ piyasa oyuncuları hálá, geçen ayki Para Politikası Kurulu Toplantısı’nda alınan çeyrek puanlık faiz indirim kararını konuşuyor. Konuşmalar son günlerde, "Merkez Bankası’nda tutum değişikliği" tartışmalarına sıçramış durumda. Özetle; Merkez Bankası yönetiminin şimdiye kadar sürdürdüğü, "temkinli tutum"unu değiştirip değiştirmeyeceği, geçen ayki indirim kararının bu tutum değişikliğinin bir göstergesi olup olmadığı tartışılıyor.
Bunun konuşulması da doğal çünkü piyasa oyuncuları Merkez Bankası’nın tavrına göre, ileriye dönük plan yapıp pozisyon almak zorundalar. Bu nedenle Merkez Bankası’ndan gelen işaretleri, ipuçlarını iyi değerlendirmeye, ileriye dönük kestirimlerde bulunmaya çalışıyorlar.
Genel olarak bakıldığında, bankacıların çoğunun faiz indirimlerinden yana olduğu açık. Geçen hafta sonunda ilk 9 aylık bilançolar tamamlandığı için, önümüzdeki bir süre faiz indirimleri konusunda fazla bir şey söylemeyebilirler.
Ancak şuna emin olabilirsiniz ki; Kasım ayının sonlarında, Aralık ayında, yıl sonu bilançoları için, yeniden faiz indirimi konuşmaya başlarlar. Sadece Merkez Bankası’nın faiz indirimini de değil, yıl sonu bilançoları için artık Hazine’nin bono-tahvil faizlerinin de inmesini bekliyorlar.
Yıl sonu yaklaştığında Hazine faizleri inmeye başlarsa, kimse şaşırmasın. Çünkü bankalar yıl sonu bilançoları için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Bu her yıl böyle olmuştur...
İşte şimdiden Merkez Bankası’nın tutum değişikliğine girip girmediğini kestirmek, yıl sonu ve önümüzdeki yıllar için hesap yapmalarına yardımcı olacak.
Peki, Merkez Bankası’nın temkinli tutumu değişiyor mu?
Bizce bu konuda kesin bir şey söylemek için henüz erken.
Bu konuda kesin bir şey söylemek için en azından 18 Ekim’de toplanacak olan Para Politikası Kurulu’nu beklememiz gerekecek. Yani bu toplantıda yeni bir faiz indirim kararı gelecek mi, bunu görmemiz gerekecek.
Aslında küçük bir indirim bu konuda kesin yargıya varmamızı engelleyebilir. Ama yarım puandan başlayacak yüksek oranlı bir indirimin, "Merkez Bankası yönetimi temkinli tutumunu değiştirdi" denilmesine yol açacağını da, şimdiden söyleyebiliriz.
ENFLASYONDAKİ DÜŞÜŞ KALICIYMIŞ
Unutmayalım ki; 17 Ekim’de 2008 yılı bütçe ve programı TBMM’ye verilecektir. Yani Para Politikası Kurulu toplantısı öncesi, yeni ekonomik gidişatı gösterecek temel metin ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, bizce Para Politikası Kurulu’nun bu toplantıda yarım puandan başlayan, 1 puana kadar varabilecek bir faiz indirim kararı, yüksek ihtimal olarak görülebilir.
Çünkü duyduğumuz kadarıyla Başkan Durmuş Yılmaz dışındaki Para Politikası Kurulu üyeleri, geçen ayki kararla belli olduğu gibi, "Mevcut veriler, ileriye dönük beklentiler bu sonucu vermese bile, faiz indirimlerinin devam etmesinden yana" bir tutum içine girmişler.
Küresel likiditedeki ortamının buna müsait olduğunu düşünüyorlarmış ve "enflasyonda yapısal bir indirim süreci yaşandığını" düşünüyorlarmış. Bununla birlikte "enflasyonla mücadele düşük kur nedeniyle mümkün olabiliyor" görüşünü çürütmek de istiyorlarmış. Yani faiz indirimlerini hızlandırıp, kurların biraz yukarı çıkmasına sağlamaya çalışacaklarmış ve kurun bir miktar yükselmesinin enflasyonla mücadeleye zarar vermeyeceği görüşünü ileri sürüyorlarmış.
Ne kadar "siyasete yakın bir yaklaşım" olduğunu gördünüz mü?...
Kendileriyle bizzat görüşmedik ama aldığımız duyumlar, Başkan dışındaki Kurul üyelerinin bu görüşleri savunduğunu, dolayısıyla şimdiye kadar takınılan temkinli tutkumun değiştirilmesinden yana bir tavır değişikliği içinde olduklarını gösteriyor.
’TEK BAŞIMA KALDIM’
Yine duyumlarımıza göre Başkan Durmuş Yılmaz temkinli tutumun devamından yanaymış ve geçen ayki indirim konusunda yöneltilen sorulara "tek başıma kaldım" yanıtı veriyormuş.
Bankacıların, faiz indirimi isteseler de, ileriye dönük olarak, temkinli tutumun değişmesinden, Merkez Bankası Başkanı’nın otoritesinin zayıflamasından memnun olacağını zannetmiyorum.
Faizlerin, ancak gerçek zeminler sağlanınca indirilmesi, bizi ilerideki belalardan koruyacaktır.
Yazının Devamını Oku 
1 Ekim 2007
EKONOMİDE ne yapılırsa seçimden sonraki 100 günde yapılır" diyenler çoğunluktaydı ama sonuç hüsran oldu. Bu hafta 22 Temmuz seçimlerinin üzerinden 70 gün geçmiş olacak ve ekonomide yapılan tek bir şey dahi yok. Artık bu haftadan itibaren yeni AKP Hükümeti’nin ekonomide ne yapmak istediğini, umarız , görmeye başlayacağız. Bu da yine IMF’in zoruyla olacak. Çünkü bu hafta içerisinde IMF Türkiye Heyeti gelip temaslarına başlamış olacak. İstanbul’daki temaslardan sonra önümüzdeki hafta başından itibaren de Ankara’da, yani resmi otoriteler ile görüşmeler başlayacak ve yaklaşık iki hafta sürecek.
Geçen bir bankacı ile konuşurken, seçimin ardından bu kadar süre geçmesine rağmen Hükümetin hala somut bir adım atmamış olmasını anlayamadıklarını söyledi. Gördüğümüz kadarıyla seçim gecesi verilen sözlerin tersine, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından anayasa değişiklikleri konusundaki Hükümetin takındığı uzlaşmaz tutum, herkesi tedirgin etmiş durumda. Yüzde 47’lik seçim zaferinin Hükümetin tavırlarına bir dayatma, başka bir deyişle "pervasız tutum" olarak yansıdığı görüşü hakim.
İşte siyasette takınılan bu pervasız tutumun ekonomiye de yansımasından büyük tedirginlik duyuluyor. Özetle söylenen o ki; AKP Hükümetinin seçim zaferinin ardından ekonomide somut tek bir adım dahi atmamış olmasına, "Hükümetin ekonomide de kendine aşırı güven duymasından kaynaklanmış olabilir" diye bakılıyor. Yani "sorun olursa çaresine bakarız, işler zaten tıkırında gidiyor" havasının hakim olması, ekonomi aktörlerini rahatsız ediyor.
Küresel ekonomik durumun değişmesi nedeniyle, artık işlerin eskisi kadar iyi gitmeyeceğinin herkes tarafından görüldüğünü belirten özel sektör temsilcileri, ekonomi yönetiminin bu belirsizlikten çok daha fazla rahatsız olması gerektiği görüşündeler. Bu sorumluluğun göstergesi olarak da ileriye dönük yapılacakların biran önce netleştirilmesini istiyorlar.
BU HAFTA MECBUREN
İşte Ankara’da ekonomi yönetiminde bugünden itibaren artık hummalı bir çalışma temposunu görmemiz gerekiyor. Bugün yapılacak Bakanlar Kurulu Toplantısı’nda büyük ihtimalle, tarafların üzerinde anlaşamayıp Uzlaştırma Kurulu’na götürdükleri memur maaş zammı konusunda artık bir karar çıkacak.
Ekonomi yönetiminin Bakanlar Kurulu’nun hemen ardından, kendi arasında toplanıp, yeni dönemde uygulanacak ekonomik politikalar konusunda karar vermesi ve artık harekete geçmesi gerekiyor. Daha doğrusu kendi aralarında toplanıp bir karar verecekler ki, yine son kararı verecek olan Başbakan Tayyip Erdoğan’a götürülüp, nihai karar çıkabilsin. Maalesef şimdiye kadar bir tek enerji zammı konusunda bir araya geldiler ama burada da bir karar çıkmadı. Daha sonra hemen hepsi yurt dışında temaslarda oldukları için elektrik zammının ne olacağı da henüz belirlenemedi. Öyle anlaşılıyor ki, bugünkü Bakanlar Kurulu’nun gündemine enerji zamları da girecek. Çünkü bu kararın da artık gecikmeye tahammülü yok.
Ekonomi yönetiminin uygulanacak politikalar konusunda bir karar vermesi lazım ki; iki hafta sonra TBMM’ye verilmesi gereken 2008 yılı bütçe ve program dengeleri artık kurulabilsin. Bunun için de önce 2007 bütçe dengelerinde hangi noktada bulundukları, KİT’lerden gelecek açığın ne olacağını saptamaları, bunun üzerine alınacak ek önlemleri biran önce hayata geçirmeleri gerekiyor. Çünkü önümüzdeki hafta IMF Türkiye Masası Ankara’ya geldiğinde, 6.5 diye söz verilip mevcut koşullarda 4.5’a bile ulaşılamayacağı anlaşılan, faiz dışı fazla (FDF) hedefi gündeme gelecek ve IMF’e bu konuda ne yapılacağının açıklanması gerekecek.
IMF’le 2008 Mayıs’ına kadarki mevcut stand-by anlaşması götürülmek isteniyorsa, yani anlaşma yarım kalsın istenmiyorsa, mutlaka FDF konusunda bir şeyler yapılması gerekiyor. IMF’le Mayıs’tan sonrası için, esnek de olsa, anlaşma düşünülüyorsa; bu şart. Zaten umarız böyle bir şey düşünülüyordur da, gecikmelerin yarattığı güvensizlik biraz dengelenir.
Gerekirse anayasa tartışmaları ertelenip, gündemdeki ağırlık ekonomiye kaydırılmalı...
Yazının Devamını Oku 
29 Eylül 2007
BANKACILIK Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) zaman zaman, sektörün denetim ve gözetim görevinin dışına çıkıp, ilginç konularla ilgileniyor. BDDK Başkanı Tevfik Bilgin verdiği son demeçte banka yöneticilerinin maaş ve bonuslarını açıklayabileceklerini söylemiş. Peki bu BDDK’nın görev alanı içinde değil mi? Tabii ki görev alanı içerisinde. Asli görevi içinde değil ama tali olarak böyle bir politika izleyebilir. Tam olarak yetkisi var mı bilmiyoruz ama en azından önerebilir, uygun gördüğü takdirde böyle bir şeffaflık örneği verebilir.
Bilgin’in söylediği gibi; ABD’de banka yöneticilerin aldığı maaşlar ve bonuslar şeffaf biçimde yayınlanıyor. Bu konuda da haklı...
Ancak Tevfik Bilgin’in konuyu gündeme getiriş biçimi çok yanlış. Bilgin bankaların ne kadar agresif olduklarıyla, risk almalarıyla banka yöneticilerinin aldıkları maaş ve bonusların doğrudan alakalı olduğunu belirterek, bu rakamları açıklayabileceklerini söylemiş.
Yani bir anlamda bu yöneticilere aba altından sopa gösteriyor denebilir.
Peki bunu önlemenin yolu yönetici maaşlarının açıklanması mı? Yani yöneticilerin davranışını yumuşatarak mı, sektörü düzenleyecek?
BDDK, yönetici maaşlarını açıklama yoluyla mı, sektörü düzenleme ve denetleme yetkisini kullanmak istiyor? Böyle bir şey mümkün mü? Daha doğrusu bu yolla sektörü terbiye etmeye çalışmak doğru ve etik bir tavır mıdır?
BDDK’nın görevi sağlıklı bir sektör yaratmak için gereken kararları alıp kuralları koymak, daha sonra da kuralların eksiksiz uygulanmasını denetlemek, gözetlemektir. Yani bankacılık sektörünün düzenlenmesi ve denetlenmesi ancak ve ancak, doğru kurallar koyup, bu kararlarlı eksiksiz uygulamak, gerekirse kurallara uymayanları ayrıcalıksız cezalandırmaktan geçer.
Özetle; bankacılık sektöründe yöneticilerin maaşları ve alacakları bonuslar belirli kurallar içerinde belirlenmektedir. Siz bir otorite olarak banka yöneticilerinin maaş ve bonuslarına kural koymak istiyorsanız, bu doğru bir yaklaşımsa, o zaman kural koyun. Deyin ki; banka çalışanlarının maaşları ve bonusları şu kadar olabilir...
Koyabiliyorsanız koyun ama koyamıyorsanız, bankacılık sektörü tarafından tehdit olarak algılanabilecek, arkadan dolanma diye nitelendirilebilecek bu tür yollara sapmayın
HAKSIZ REKABET ÖNLENSİN
BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in dediği gibi; ABD’de banka yöneticilerinin maaşları şeffaf biçimde açıklanıyor. Ancak ABD’de daha neler açıklanmıyor ki...
Yani şeffaflıkta çifti standart yapmayın, herkes için olacaksa olsun. Partilerin aldıkları bağışlar da, yaptıkları masraflar da şeffaf biçimde açıklansın, mesela...
İşte bu nedenle Tevfik Bilgin’in bu konuda söylediklerini eleştiriyoruz. Bağımsız bir otorite olarak çıkıp her şey şeffaf olsun diye açıklama yapabilir. "Bu benim işim değil, kendi alanımla ilgili söylerim" gerekçesi de haklı olamaz.
Bizce BDDK’nın arkadan dolanarak sektörü terbiye etme yolunu seçme yerine, ciddi olarak sektörün denetimini gözetimini yönetmesi, mali sektörün derinleşmesine uğraşması, örneğin sektördeki haksız rekabeti önlemesi gerekir.
Uzun zamandır Bankalar Birliği yurt dışından kullanılan kredilerle yurt içindeki krediler arasındaki maliyet farkına değinip, bu farkın giderilmesini istiyor. Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince ile daha birkaç gün önce konuştuk; elinde çantayla gelip hiçbir sorumluluğu olmayan kişilerin Türkiye’de kredi sattığını bunun önlenmesi gerektiğini söylüyor. BDDK’nın görevi bu konudaki Maliye’nin gereksiz inadını ne yapıp edip kırıp, bu haksız rekabeti önlemek değil midir? Bu yolla sistem dışına kaçan paraları önleme yani mali sektörü denetim yetkisini daha iyi kullanmayı denese, daha iyi olmaz mı? Bunun aynı zamanda sektörün derinleşmesi için önemli olduğunu görmüyorlar mı?
Bu demecin, "düşük maaş alan devlet memurunun yüksek maaş alan bankacılara karşı verdiği klasik mücadele" olarak algılanması riskini hiç düşünmüyorlar mı?
Yazının Devamını Oku 
27 Eylül 2007
AKP Hükümeti’nin önüne, başından beri kötü yönettiği Anayasa sürecini düzeltebilmek için hayati bir fırsat çıktı. AKP Hükümeti sivil toplum örgütleri tarafından yapılan açılımı çok iyi kullanıp, Anayasa nedeniyle giderek artan siyasi çatışma ortamını artık yatıştırmak zorunda.
Türkiye’nin hemen her kesimini temsil eden sivil toplum kuruluşları önceki gün Ankara’da Anayasa değişiklik yönteminin Hükümetin öngördüğü mevcut haliyle yürümeyeceğine, bu haliyle yürüdüğü takdirde gerginliklerin artacağına işaret etti. Bu yanlışı, bu kelimelerle söylemeden, herkesin içinde olacağı şeffaf bir Anayasa değişiklik sürecinin yönetilmesi gerektiğini ifade ettiler.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun bir süredir, "devam eden Anayasa tartışmalarından rahatsız olduğunu ve gerginliklerin yumuşatılması gerektiğini düşündüğünü" biliyoruz. Önceki gün kamuoyuna açıklanan sivil dilekçenin, bir süredir TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun sürdürdüğü çabaların bir sonucu olduğunu tahmin ediyoruz.
Açıklamaya TOBB’un yanasıra, Türkiye İşverenler Sendikası (TİSK), Türk-iş, Hak-iş, Türkiye Ziraat Odaları Birliği(TZOB) ve Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyon (TESK) imza koydu.
Yani işadamları, işçiler, çiftçiler ve esnaf kesimi Hükümete, "Böyle Anayasa değişikliği yapılmaz. Süreci şeffaf kılın, herkesin katılacağı bir süreci başlatın ve bu yolla toplumda yeniden hortlatılan gerginliklerin önüne geçin yoksa iş kötü" demeye çalışıyor.
TOBB Başkanı bütün bu kuruluşlar adına yaptığı açıklamada, yeni bir Anayasa’nın yapılmasının tüm kesimlerin ihtiyacı olarak görüldüğünü hatırlatarak, "Atatürk bu ülkenin kurucusudur. Onu silmeye kimsenin gücü yetmez. Bu tip boş hayallerden herkes kurtulmalı. Türkiye’nin vazgeçemeyeceği unsur; demokratik, laik, sosyal hukuk devletidir" diyor.
Yani sivil toplum tartışmanın ve yapılacak değişikliklerin kırmızı çizgilerini çizmiş oldu.
ANAYASA HERKESİN İŞİ
Bizce bundan sonraki aşama, AKP Hükümeti’nin yaptığı Anayasa çalışmalarına gerekirse ara verip, TBMM’de yeniden tüm partilerin, hatta tüm sivil toplum örgütlerinin katılacağı bir anayasa değişiklik zemini ve süreci başlatmaktan geçiyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan ABD dönüşünde bakalım bu çabaları, sivil toplumun kullandığı bu inisiyatifi nasıl değerlendirecek?
Başbakan herhalde ABD’ye giderken rektörlerin açıklaması karşısında takındığı, "Herkes işine baksın", veya "Herkes haddini bilsin" tavrını artık göstermeyecektir. Anayasa değişikliğinin "Ben yaptım oldu" diye yapılamayacağını umarız artık görmüştür.
Üstüne üstlük sivil toplum böyle bir açılım yaparak, Anayasa değişikliğinin "bizzat kendi işleri" olduğunu göstermiştir. Aynen rektörlerin işi olduğu gibi... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Anayasa konusunda rektörlerin görüş açıklamasından doğal bir şey olamayacağını söylemesi, ileriye dönük umut veren bir açıklama olmuştur.
Evet, Anayasa değişikliği herkesin işi. Herkes Anayasa değişikliği ile oluşturulacak "yeni ana zemin"in üzerinde yaşayacak. Bu nedenle de Anayasa için kafa yormak herkesin görevi de...
Anayasa değişikliği TOBB ve TİSK gibi, daha önce bu yönteme karşı çıkan TÜSİAD gibi, işaleminin çok yakından ilgilenmek zorunda olduğu bir konu. Anı zamanda memurların da, işçilerin de, çiftçilerin de, esnafların da yakından ilgilenmek zorunda olduğu temel bir konu.
İşte bu nedenle Hisarcıklıoğlu’nun çabasıyla başlayan bu sivil inisiyatifi AKP Hükümeti’nin çok iyi değerlendirmesi gerekiyor. Sadece AKP değil muhalefet partileri de, bu sürecin sağlıklı yürümesi için bu sivil dilekçeyi çok sağlıklı değerlendirmeli.
Ekonomide, seçimin üzerinden 2 ay geçmesine rağmen somut adım atılamıyor, beklenen yeni hedefler, stratejilerin oluşturulmasına bile başlanamadı. Bunun nedeni de Hükümetin Anayasa tartışması ile kamplaşma yaratıp, toplumun bütün enerjisini burada harcaması...
Yazının Devamını Oku 
25 Eylül 2007
MERKEZ Bankası’nın itibarı, ekonomik program uygulamasında, AB ve IMF ile birlikte, ekonomik istikrarı sağlayan çok önemli bir çapaydı. Bu çapa AKP Hükümeti’nin Başkanlık atamasında çıkardığı kriz nedeniyle gücünü kaybetmişti. Ancak daha sonra Başkan Durmuş Yılmaz takındığı temkinli tutum ile ekonomik istikrarın pekiştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Gerçi, Devlet Bakanı Ali Babacan’ın Yılmaz’ın atama isteklerini geri çevirmesi, Merkez Bankası’nın itibarını zedeliyordu ama Başkan’ın mali istikrar açısından takındığı kararlı tutum, ekonomi aktörleri için önemli bir güvence niteliği kazanmıştı.
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun son faiz indirim kararı ise Merkez Bankası itibarında yukarı giden trendin, yeniden kırılmasına neden oldu.
Bu kararla birlikte ortaya çıkan söylentiler, bankacılık kesiminde iyice dallanıp budaklanmış durumda. Bankacılar kendi aralarında sürekli olarak Başkan Durmuş Yılmaz’ın faiz indirmeye karşı çıktığını, ama Kurulun siyasi olarak böyle bir karar aldığını söylüyorlar. Banka yöneticilerinin indirim kararı hoşlarına gitti ama özellikle alt kesimde, dealarlar ve araştırmacılar arasında her geçen gün Merkez Bankası yönetimine ilişkin yeni söylentiler çıkıyor. Banka yöneticileri de faiz indiriminden hoşlanıyorlar ama Merkez Bankası için çıkarılan bu söylentilerden hayli şikayetçiler.
Çünkü tüm ekonominin, hatta Türkiye’nin Merkez Bankası’nın itibarına, şu anda her zamankinden fazla ihtiyacı olduğunu görüyorlar...
Çünkü Başkan’ın itibarının, Merkez Bankası’nın itibarı demek olduğunu biliyorlar. Çünkü Başkanın itibarı kalmazsa, kurumun itibarının zedeleneceğinin bilincindeler..
Son faiz indirim kararı Başkan’ın, dolayısıyla da Merkez Bankası’nın itibarı konusunda ciddi endişeler doğmasına neden oldu. Halbuki AB çapasının iyice zayıfladığı, IMF çapasının belirsizliğe girdiği bir ortamda Merkez Bankası’nın itibarı çok önemli. Ekonomi aktörleri, Merkez’in söylediklerine büyük önem veriyor, buna göre kendilerine yön çizmeye çalışıyor. Son karar dünya ekonomisinde zaten belirsizliklerin her geçen gün arttığı bir ortamda, Merkez Bankası’nın yön verme, hedef gösterme fonksiyonunu zayıflatmış oldu.
ATAMALAR ARTIK YAPILMALI
Başkan’a rağmen karar alınmış olması, geçmişte AKP iktidarının atama yapmak istediği kişiler nedeniyle, "teknik değil, siyasi bir karar" olarak algılanıyor. Yani Başkan Yılmaz’ın pür teknik gerekçelerle karar alacağına, diğer Kurul üyelerinin Hükümetin istekleri doğrultusunda karar alabileceklerine inanılıyor. İşte bu nedenle, sadece son faiz indirim kararında değil, bundan sonra da Başkan’a rağmen karar alınması konusunda piyasaları korku aldı.
Yani dünya ekonomisindeki kargaşanın artması halinde, bu kargaşanın içeriye etkisi konusunda, bundan sonra Merkez Bankası’nın teknik karar alınamamasından korkulur oldu.
Ali Babacan’ın yerine Mehmet Şimşek geldiğinde, Merkez Bankası’nın itibarının ne kadar önemli olduğunu tekrarlamış ve bakan Şimşek’e büyük iş düştüğünü söylemiştik. Bu son karardan sonra Şimşek’in sorumluluğu iyice artmış durumda.
Şimşek bir an önce, partiden gelecek telkinlere bakmadan, Merkez Bankası’nda boş bulunan Başkan Yardımcılığı ile Para Politikası Kurulu üyeliğine atamayı yaptırtmak zorunda. Bu atamaların mutlaka Başkan Durmuş Yılmaz’ın istediği doğrultuda yapılması lazım ve mutlaka piyasalar tarafından siyasi davranmayacağına inanılacak, saygıdeğer, teknik yönü kuvvetli insanların atanması gerekiyor...
Mehmet Şimşek’e, itibarlı bir Merkez Bankası olmadığı takdirde, IMF olsa da olmasa da, ekonomik istikrarın tehdit altında olacağını söylememize gerek yok...
Piyasalardaki söylentileri durdurmak, Merkez Bankası’na itibar kazandırmak için, eğer söylentiler yanlışsa, Başkan Yılmaz bu kararın altında imzası olduğunu açıklamalı. Aksi takdirde mutlaka saygın atamalar yapılıp, Merkez Bankası’na biran önce itibar kazandırılmalı.
Faiz kararı için açıklanan gerekçelerin itibar kaybında önemli rol oynadığı da açık.
Yazının Devamını Oku 
24 Eylül 2007
BANKACILAR Merkez Bankası’nın erken faiz indirimine başlamasından memnun. Çünkü yıl sonuna kadar ne kadar fazla faiz indirimi olursa, 2007 yıl sonu bilançolarında o kadar fazla kar yazma imkanı elde edecekler. İstedikleri şey; yıl sonuna kadar döviz fiyatlarının üç aşağı beş yukarı bu seviyede gitmesi ama faizin mümkün olduğunca aşağı inmesi.
İşte bu nedenle de bundan sonra yıl sonuna kadar yapılacak indirimlerin toplamının yüzde 2’yi bulmasını bekler oldular. Halbuki daha önceki tahminlerinde en fazla yüzde 1 diyorlardı.
Tabii ki ilk hedefleri de eylül sonunda yayımlanacak olan bilançoları. Bu bilançoların hayli iyi çıkmasını bekliyorlar yani bu güzel bilançoyu şimdiden garantilediler sayılır. Ancak asıl hedefleri olan, banka yöneticilerinin jestiyon alacakları, patronları nezdinde performanslarının değerlendirileceği, yani asıl rakamların ortaya çıkacağı yıl sonunda da, aynı güzel bilançolara ulaşmaları o kadar garanti değil.
İşte bu nedenle bir yandan faiz indirimine engel olacak unsurları büyütmemek eğilimine girerken öte yandan da, kamuoyuna açıklamıyorlar ama el altından, faiz indirimini de hızlandıracak makro kararların biran önce alınmasını istiyorlar. Tabii ki bu konudaki isteklerini başbaşa görüşmelerinde Hükümet yetkililerine ve bürokratlara iletiyorlar.
ABD Merkez Bankası FED’in yarım puanlık indirimi, bankacıları cesaretlenmiş durumda. Bu indirimlerin devam edeceği, zaten Türkiye’de yüksek kalan faizlerin indirilmesi için de bu durumun iyi bir fırsat yarattığı görüşündeler. Sadece piyasalar değil işalemi de hızlı faiz indirimlerinden yana çünkü bu sayede yatırımların yeniden canlanacağını, faiz indikçe döviz fiyatlarının biraz dengeleneceğini düşünüyorlar.
Ancak içerde makro dengeler açısından muhtemel tehlikeler konusunda, kimse bir şey söylemese de, özellikle cari açık konusunda tedirginlik içten içe büyüyor.
Çünkü çok iyi biliniyor ki; yüksek cari açığın finansmanı zora girdiği takdirde, artık herkes cari açığa bakmaya başlayacak ve büyük bir tehlike olduğu ortaya çıkacak.
İşte bu nedenle biran önce gerekli önlemlerin alınmasını bekliyorlar. Zaten içerde anayasa tartışmaları çatışmayı giderek artırırken, öte yandan ekonomik sıkıntının başgöstermesinin, bırakın faiz indirimini, dengeleri tümüyle tersine çevireceğini de biliyorlar.
EKONOMİ YÖNETİMİ ORTADA YOK
Piyasalar ve işalemi biran önce önlem alınmasını beklerken, seçimlerin üzerinden 2 ay geçmiş olmasına rağmen ekonomiye hiç el atılmamasından tedirgin olmaya başladılar.
Peki, yakında ekonomiye el atılıp, biran önce yeni politikalar oluşturulabilecek mi?
Bu konuda pek iyimser değiliz. Çünkü ekonomi yönetimiyle ilgili bakanların hemen hepsi yurt dışında. Başbakan da dahil önümüzdeki hafta ekonomi için karar alacak pek kimse ortalıkta yok. Evet, ekonomi bürokratları parça parça ek önlemler üzerinde çalışıyorlar, klasik ödenek kısıntısının bu yılki dengeleri yerine oturtmaya yetmeyeceğinin farkındalar. Ancak gördüğümüz kadarıyla ekonomi bürokratlarına "şunu şöyle yapın" diyecek bir irade yok.
Bu durumda elbette ekonomi yönetiminde yeni görev dağılımının payı var ama şimdiye kadar kimin neden sorumlu olacağı da kesin olarak belirlenebilmiş değil. Bir tek geçen hafta enerji zamları için toplandılar, orada zam kararı çıktı ama onu da Başbakan reddetti.
Örneğin IMF’le devam edilecek mi, edilecekse yeni ilişkinin kapsamı ne olacak, IMF olsa da olmasa da faiz dışı fazla ne olacak, bunların hiçbiri belli değil. Yeni sanayi stratejisi, ithal ara malları, dolayısıyla cari açığın azaltılması için nasıl bir politika izleneceği, nasıl bir yatırım teşvik sistemi oluşturulacağı konusunda kararların artık belli olması beklenirken, bırakın bunları, yıl sonuna kadar ne yapılacağı, 2008 dengelerinin ne olacağı bile belli değil.
Böyle bir ortamda Türkiye, anayasanın tümden değişmesini konuşuyor ve iktidarın tavrı nedeniyle yine ortalık sertleşiyor. Dışarıdan ekonomik olarak ne geleceği netleşmemişken, Ermeni Tasarısı, Irak, Kıbrıs sorunu derken, belki üstüne gelecek İran çatışması beklenirken, ekonomik politikalardaki belirsizliğin uzun süre devam etmesi, karamsarlık kaynağı....
Yazının Devamını Oku 
22 Eylül 2007
TÜSİAD’ın eleştirilerinin altında "büyük sermaye çıkarı" arayanlar, dünkü Yüksek İstişare toplantısında yapılan uyarılara, acaba ne diyecekler? Yine "Anadolu sermayesi-büyük sermaye çelişkisi" diye kestirip atacaklar mı, yoksa eleştirilerin içeriğine bakıp, "gerçek anlamda demokrasi" ve "ekonomide atılım için siyasi çatışmanın giderilmesi" dolayısıyla da "ülke için eleştiri" olduğunu acaba görecekler mi?
Şurasını unutmamak gerekir ki; eğer ülke siyasi sorunlarını aşar, sürdürülebilir yüksek büyümeyi yakalarsa, elbette bundan en fazla yarar görecek olan sermaye kesimi olacak. Tam tersi olur, ülke yaşanan sıkıntılar nedeniyle bir kaosa, çatışmaya sürüklenirse, o zaman en fazla zarar görecek olan da, yine doğal olarak büyük sermaye sahipleri olacak.
Özetle; ülkenin lehine olan gelişmeler, tüm kesimleri olumlu etkiler, bu sistem içinde en çok da büyük sermaye sahiplerini olumlu etkiler. TÜSİAD’ın yıllar önce aldığı, ekonomik konuların yanısıra toplumsal, siyasi ve diplomatik ilişkilere ilişkin görüş açıklama kararı da bu nedenle alınmıştır. TÜSİAD’ın eleştirileri her zaman mevcut iktidarlar tarafından tepki görmüş, popülizm adına "kendi çıkarları için bunu söylüyorlar" denmiş, hatta siyasi partilerin TÜSİAD’la çatışma içine girdikleri zaman daha fazla oy topladıkları bile söylenmiştir.
TÜSİAD buna rağmen; bu tavrını hep korudu ve şu kadarını söyleyelim ki; yine en az eleştiriyi AKP döneminde yaptı. Zamanında Başbakan’ın TÜSİAD yönetiminin eleştirilerine verdiği bilindik, bilinmedik sert yanıtlar etkili oldu mu bilmiyoruz. Ancak AKP Hükümetinin, her gelen eleştiriye olduğu gibi, TÜSİAD’den gelen eleştirilere de sert yanıtlar vermesi, tahammülsüz tavır koymasının son örneğini anayasa değişikliği sürecinde de yaşıyoruz..
Dün TÜSİAD’da konuşan Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, "itham değil yapıcı eleştiri yapılsın" derken neyi kastetti, bilmiyoruz. Örneğin "anayasa değişikliği referandum sonrasına ertelensin", "değişiklik tüm kesimlerin katılımıyla hazırlansın", "yeni Anayasa’yı ancak kurucu meclisler yapar" demek, hatta "üniversitelerde türbana izin vermek hukuka aykırıdır" demek, itham mıdır, eleştiri midir? Bunlar ithamsa, eleştiri ne demektir? Daha şimdiden her gelen eleştiriye düşmanca bir tavır olarak bakılırsa, "toplumsal uzlaşma metni" denen anayasa nasıl olacak da mutabakatla yapılacaktır? Bu tavır, çalışmaları yapılan anayasanın "AKP Anayasası" ya da "Türban Anayasası" olarak anılmasına neden olmaz mı?
EKONOMİYE BAKIN
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, çağdaş demokratik toplumlarda, hükümetleri izlemek, icraatlarını değerlendirmek, eleştiri ve uyarılarda bulunmanın sivil toplumun temel işlevlerinden biri olduğunu, buna tahammül edemeyen siyasetçilerin çağdaş demokrasinin gereklerini benimsemediklerini ortaya koymuş olacaklarını ifade edip, "Burada bir kez daha altını çizmekte yarar görüyorum; TÜSİAD olarak anayasa sürecini de, hükümetin icraatını da yakından izleyeceğiz" demiş. Anayasanın, toplumsal kesimleri birleştiren, uzlaştıran, toplumu bir arada tutan bir harç olduğunu, yeni bir anayasa çalışmasının ayrışma ve kutuplaşmayı artırmasının düşünülemeyeceğini kaydedip, "Yeni Anayasa etrafında bir kutuplaşma içine girmemiz, içerde bizi bekleyen ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesini güçleştirmenin yanı sıra dış itibarımızı ciddi biçimde zedeleyecek ve ülke olarak bizi zayıf düşürecektir" şeklinde konuşmuş.
TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, toplum olarak, refah ve çağdaşlaşma yolunda ivme kazandıracak bir vizyonun tanımlanmasına ve şeffaf, tutarlı, kararlı politikalarla hayata geçirilmesine ihtiyaç duyulan bir dönüm noktasında olunduğunu kaydetmiş. Yeni hükümetten beklediklerinin, bu vizyona odaklanması ve tüm toplumun sahipleneceği bir ekonomik dönüşüm projesini bir an önce oluşturması olduğunu belirten Yalçındağ, "bunu gerçekleştirebilmek için, dingin bir siyasal ortamda, salim kafayla çalışmaya ihtiyaç olduğunu" kaydetmiş.
TÜSİAD’ın bu söyledikleri, tüm toplum lehine yapılan uyarılar değil de, nedir?
Yazının Devamını Oku 