4 Eylül 2007
PİYASA oyuncularının gözü Hazine’den sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirilen Mehmet Şimşek’de olacak. 60. Hükümetin programında yeralan "verimliliğe dayalı büyüme", "şeffaflık" ve "öngörülebilirlik" gibi çağdaş kavramların Şimşek’in ısrarıyla program metnine girdiğini tahmin ediyoruz. Piyasa oyuncuları, zaman zaman partizanca tutumlara sahne olan ekonomi yönetiminin, Şimşek ile birlikte daha rasyonel bir baza oturmasını bekliyorlar. Örneğin, "Merkez Bankası Başkanı krizi" gibi, durup dururken çıkarılan bir krizin, artık yaşanmayacağı umudundalar.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan zaten bildiğimiz eski konumunda. Başbakan Yardımcılığına getirilen Nazım Ekren ise kamu atamalarında zaten etkili bir kişiydi ve atanmasını istediği kişilerin parti ve cemaat bağlantıları güçlü kişiler olduğu biliniyordu.
Şimşek’in ise uygulamalarında daha çok teknisyen kimliğini ortaya koyması, örneğin atanmasını isteyeceği kişilerde parti ya da cemaat bağlantısı aramayacağı tahmin ediliyor. Piyasaların beslediği umut, sadece atamaları da değil, tüm kararlarda akılcılığı içeriyor.
İşte bu nedenle Mehmet Şimşek’in ilgili kuruluş olarak Merkez Bankası’nda yapacağı atamalar büyük dikkat çekecek. Bir anlamda Şimşek’in "rasyonel davranışı" için test olacak.
Şimşek’in Hazine’de önemli bir değişiklik yapacağını tahmin etmiyoruz. Başta Müsteşar İbrahim Çanakçı olmak üzere, geçmiş dönemdeki başarılı performans, Hazine Müsteşarlığı’nda bir atama gereği duymayacağını gösteriyor.
Ancak Merkez Bankası’nda uzun zamandır bekleyen atamalar var. Önceki Devlet Bakanı Ali Babacan ile Başkan Durmuş Yılmaz arasındaki görüş ayrılığı nedeniyle bir Başkan Yardımcılığı ve bir Para Politikası Kurulu üyeliğine, uzun zamandır atama yapılamadığını biliyoruz. Bizce biran önce bu makamların doldurulması gerekiyor.
İşte Mehmet Şimşek’in bu atamalarda takınacağı tutumu merakla bekliyoruz. Piyasa tarafından bilinen, saygın, kişilikli, kurum içi veya dışı atamaları mı seçecek yoksa partiden gelen taleplere boyun eğip, yine Babacan gibi mi davranacak, göreceğiz.
Bu arada bizce Şimşek’in, artık Babacan’ın direttiği "Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması" görüşünü aşıp, banka yönetiminin uygun gördüğü mevcut modeli benimsemesini de bekliyoruz. Aksi takdirde Hükümet programına giren "operasyonel bağımsızlık"ın aslında Merkez Bankası’na karışma anlamına geldiği ortaya çıkmış olacak.
EKONOMİ YÖNETİMİNDE KOORDİNASYON
Şimşek’in tavırları tabi ki yakından izlenecek ama bu arada yeni ekonomi yönetiminin koordinasyon içinde çalışıp çalışmadığına da bakılacak. İşalemi her zaman olduğu gibi, kararlarda etkili olan kişiyi, zaman içinde görüp ona göre tavır alacaktır. Şimdiye kadar hükümete daha çok Maliye Bakanı Kemal Unakıtan kanalıyla seslerini, sıkıntılarını duyurma yolunu seçmişlerdi. Şimdi Nazım Ekren’in konumu ne olacak, göreceğiz..
Şimdiden Ankara Kulislerinde hangi bakanın kime yakın olduğu konuşuluyor. Daha doğrusu "Gül’ün Bakanı mı, Erdoğan’ın Bakanı mı?" diye çetele tutulduğunu söylemeliyiz.
Açıkcası, Abdullah Gül’ün parti ve hükümet üzerinde bu kadar etkili olduğunu kimse düşünmüyordu. Açıklanan Kabine bu nedenle sürpriz oldu.
Şimdi Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında bir çelişki yaşanıp yaşanmayacağı, alınacak kararlar ve yapılacak atamalara bunun nasıl yansıyacağı da, merakla bekleniyor.
Unakıtan’ın Başbakana yakınlığı bilinirken, Nazım Ekren’in de aynı şekilde Başbakana yakın olduğu söyleniyor. Buna karşılık Mehmet Şimşek’in Abdullah Gül’e yakın olduğu, oğlunun Londra’daki patronu olmasından yola çıkılarak da, sıkça anlatılıyor.
Şimşek’in rasyonel davranacağından yola çıkılarak, ekonomi yönetiminde uyum içinde olması bekleniyor. Ancak deneyimli Unakıtan ile Ekren arasında yaşanacaklar, hem bürokratlar hem de ekonomi kamuoyu tarafından merakla bekleniyor.
Umarız ekonomi yönetimi koordinasyon içinde çalışır da ülke kazanır.
Yazının Devamını Oku 
3 Eylül 2007
YENİ AKP Hükümetinin programı geçen hafta, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından TBMM’de okundu. Bugün TBMM’de program üzerine görüşmeler yapılacak, Çarşamba günü de oylanıp, yeni AKP hükümeti güvenoyu alacak. Hükümet programına baktığımız zaman ilk değerlendirmemiz, "genel olarak doğruların söylendiği bir program" oldu. Gerçekten de siyasi olarak da, ekonomik olarak da dünyanın ve Türkiye’nin geldiği noktada, eksik olsa bile, doğru saptamaların yer aldığı bir program.
Yanlışı eksiği yok mu? Elbette var ama genel olarak doğru sözler edilmiş.
Örneğin vatandaş odaklı, tüketici odaklı bir bakış, devleti vatandaşa karşı korumak yerine vatandaşı devlete karşı koruyan bir yapı kurulacağına ilişkin sözler, birçok, sağ yada solcu, muhafazakar kişi tarafından korkutucu bulunabilir ama bizce doğru, çağdaş bir yaklaşım. Şu an kuralsız olduğunu düşünse bile, piyasa ekonomisinden, özgürlüklerin artırılmasından yana olanların benimseyeceği bir yaklaşım olarak ortaya konmuş.
Peki, AKP’ye oy verenler tarafından böyle bir kaygı duyuluyor mu, bu yaklaşım tabanın sesine kulak verilerek benimsenen bir yaklaşım mı derseniz, bizce hayır. Programda sözü edilen bu yaklaşım, tümüyle aydın kesimlere, Avrupa Birliği başta olmak üzere dışarıya karşı verilmiş mesajlar olarak görülebilir. Tabi bir de içerdeki malum kesimlere...
Doğru sözlerin edilmiş olması, sözlerin tutulacağı anlamına geliyor mu? Tabi ki hayır...
Özellikle son dönemde AKP’nin verdiği sözleri yerine getirmediğini gördük. Son olarak da "elimizde liste diğer partilerle uzlaşma içinde yeni Cumhurbaşkanı adayımızı belirleyeceğiz" dendi ama tam tersi yapıldı, yine dayatmayla Cumhurbaşkanı seçildi. Yani verilen sözlerin artık önemi yok, güven sağlanabilmesi için ise epeyce bir süre geçmesi gerekecek.
Peki, bu sözlerin doğruluğuna inanıp, yine de tedirginlik duyan kesimler yok mu? Elbette var ve bunların sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çok.
"Doğru sözlerin yanlış adamlar tarafından söylenmesi"ne içerleyenlerin sayısı bir hayli fazla.
Bir söz vardır: "Söylenen sözün yanısıra, kimin tarafından ve ne zaman söylendiğine bak"
Siz bütün bunları söyleyeceksiniz, aynı günlerde, Hırant Dink’in soruşturmasına ilişkin emniyet mensuplarının soruşturulmasına izin verilmeyecek. O zaman sizin vatandaşı devletten koruma sözleriniz, özgürlük vaatleriniz havada kalmış olmuyor mu?
MERKEZ BANKASI’NIN OPERASYONEL BAĞIMSIZLIĞI
Programın ekonomiyle ilgili bölümüne baktığımız zaman da, yine "genel olarak doğruların söylendiği" bir durumla karşı karşıyayız. Özellikle ekonomi bölümünde, geçmişteki ekonomik başarının kendilerine verdiği güvenle, çok genel, doğru sözlerin söylenmesiyle yetinip, detaya girmeye gerek duymamışlar. Genel olarak söylenip geçilmesinde, özellikle mikro reformlar, sanayileşme stratejisi gibi konulan hedeflerin henüz içlerinin doldurulmamış olması da, doğal olarak etkili olmuş.
Ekonomide takvim verilmekten kaçınılıp, "dönem sonu" kaydıyla, kişi başına 10 bin dolarlık milli gelir rakamı gibi iddialı hedeflere yer verilmiş. Bu hedefler olmaz mı, tabi ki olabilir. Ancak artık dünya ekonomisinin, sizi yılda 7-7,5 gibi yüksek oranlarda büyüten ortamının varolmayacağını, artık büyümenin ve bununla birlikte enflasyonu düşürmenin geçmişteki kadar kolay olmadığını unutmamak gerekiyor. O nedenle hedefler çok iddialı gözüküyor.
Bu arada siyasi hedeflerde olduğu gibi ekonomik hedeflerde de, yapılanla çelişen sözlerin söylendiğine şahit oluyoruz. Örneğin henüz Temmuz ayı bütçe rakamlarının açıklanmadığını hatırlarsak, programda sık sık yer verilen şeffaflık, öngörülebilirlik gibi çağdaş ekonomik unsurlara yapılan vurguların, şimdiden yerine getirilmeyen sözler olduğunu söyleyebiliriz.
Bu arada "bağımsız Merkez Bankası" yerine yeni programda "operasyonel bağımsızlığı olan Merkez Bankası" deyimine yer verilmiş. Bu da hükümetin bu kurumun bağımsızlığını ne kadar içine sindiremediğinin bir işareti. Yani ileride yapılacak müdahalelere kılıf hazırlanmış.
Bu örnek tek başına, ekonomide çağdaşlık sözlerinde samimi olmadıklarını gösteriyor.
Yazının Devamını Oku 
1 Eylül 2007
EKONOMİYLE ilgili bakanlıkların görev dağılımı dün Resmi Gazetede yayımlandı. Daha önce de kabine açıklandığında tahmin ettiğimiz gibi; küçük değişiklikler var ama genel olarak ekonomi yönetimindeki görev dağılımının eski kabinedeki gibi olduğunu söyleyebiliriz.
Geçen Hükümette Abdüllatif Şener’in yetkisinde bulunan kurumlar şimdi Nazım Ekren’e bağlanmış. İstatistik kurumu TÜİK’in bağlanmasının yanısıra, tek değişiklik kamu bankaları yani Ziraat Bankası ve Halkbank, daha önce Devlet Bakanı Ali Babacan’a "ilgili" iken şimdi bu bankalar Ekren ile ilgilendirilmiş. Bağlı değil ilgili kuruluş olduklarının altını çizelim. Zaten kamu bankalarında, özellikle atamalarında Nazım Ekren’in etkili olduğunu biliyorduk şimdi bu resmi olarak yerine getirilecek. Tütün Kurulu ise bu makamdan alınmış.
Görev dağılımında Ekren’in ekonomide koordinasyonu sağlayacağı söylenmiş ama zaten Şener’in yetkileri arasında bu da vardı. Yani çok değişen bir şey yok.
Buna karşılık Hazine’den sorumlu olduğu için "ekonomiden sorumlu bakanlık" olarak adı geçen Devlet Bakanlığı’na yine, kilit kurum olan Hazine Müsteşarlığı bağlı. Merkez Bankası da ilgili kuruluş olarak portföyünde yeralıyor.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, kendisi Başbakan Yardımcısı olamadı ama yetkilerini aynen korudu. Yani Maliye Bakanlığı’nın yanısıra Özelleştirme İdaresi de yine Maliye Bakanı Unakıtan’a bağlı. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in yetki alanında olan Gümrük İdaresi ise buradan alınmış Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’ya bağlanmış. Ancak bu idarenin ileride Maliye Bakanlığı’na bağlanması söz konusu. Bu da olursa Unakıtan, ekonomi yönetiminde yetkilerini artırmış olarak yeni kabinede yer alacak.
Yani Nazım Ekren’in adı ne kadar koordinatör bakan olarak geçse de, eskiden olduğu gibi Unakıtan’ın ekonomide yetkileri fazla olacak, bir başka deyişle fiili olarak ekonominin koordinasyonu Unakıtan tarafından sağlanmış olacak.
Nazım Ekren’in de diğer AKP’liler gibi Unakıtan’a "abi" dediğini gözönüne aldığımızda, yaşanacak fiili durum da normal görünüyor.
GERGİNLİK EKONOMİDE BAŞARIYI ENGELLER
Ancak şunu da söylemeliyiz ki; Ekren’in öyle Şener gibi sakin duracak bir kişi olmadığı, ekonomi yönetiminde liderliği ele geçirmeye çalışacağı da söyleniyor. Bunun için de şimdiye kadar yürüttüğü, "işalemi ile Başbakan arasında köprü olma" fonksiyonunu kullanabileceği ifade ediliyor. Ekren’in işalemiyle iyi ilişkilerine karşılık, Unakıtan’ın de özel sektörle iyi ilişkileri, yanısıra IMF nezdinde sağladığı güven de unutulmamalı....
Kendi içlerinde bazı sürtüşmeler olsa bile, ekonomi yönetiminin eskisi gibi gideceğini söyleyebiliriz. Mehmet Şimşek ve Nazım Ekren’in "devlet tecrübesizliği" nedeniyle bazı sıkıntılar çekmeleri muhtemel ama bunun da aşılabileceğini tahmin ediyoruz.
Buna karşılık ekonomi yönetimi ne kadar iyi gözükse de, önümüzdeki dönem ekonominin iyi gideceğini peşinen söyleme imkanımız pek yok. Çünkü uluslararası ekonomide yaşanacaklar ve belki de zamanla bunların önüne geçecek iç siyasi gelişmeler, ekonominin gidişatında da çok belirleyici olabilecek muhtemel tehlikeler olarak önümüzde duruyor.
Yeni kabinenin geri kalanına baktığınızda "merkez kamuoyunu tatmin etmeyen bir yapı" olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Genel olarak Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı ile yeniden tırmanan devlet kurumları arasındaki gerginlik, kabinedeki özellikle İçişleri ve Milli Eğitim bakanlıklarına yapılan atamalar nedeniyle, daha da artacağa benziyor.
Gül’ün seçilmesinden sonra, askerle AKP Hükümeti ve doğal olarak Cumhurbaşkanlığı arasındaki gerginlik haberlerini okuyoruz. Bu haberlere, "bunlar şekle dönük önemsiz şeyler" demek mümkün değil çünkü devlet yönetiminde semboller sanıldığından fazla öneme sahip...
Kısacası; bu semboller ekonominin performansını da etkileyecektir. Türkiye’nin ekonomik olarak yeni atılıma ihtiyacı var ve devlet kurumlar arasında çatışmalar yaşandığı takdirde bu atılımın yapılması, Türkiye’nin güçlü hale gelmesi mümkün değil.
Yazının Devamını Oku 
30 Ağustos 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın seçim zaferi kazandığı gece verdiği "Elimde liste muhalefeti dolaşıp, uzlaşma ile yeni Cumhurbaşkanı adayımızı belirleyeceğiz" sözünü yerine getirmemesi, bir hayal kırıklığı yarattı. Ancak uzlaşma aranmadı ve şimdi AKP’nin ısrarla dayattığı Abdullah Gül artık Cumhurbaşkanı... Başbakanın sözünü yerine getirememesi en çok, yeni dönem için "uzlaşma sağlanamayacağı" ve "devlet içinde yeniden çatışma yaşanabilir" kaygılarını öne çıkardı.
Ancak gerek Cumhurbaşkanı Gül, gerekse Başbakan Erdoğan sözleri yerine getirilmemesine rağmen, hala uzlaşmadan, toplumun tümünü kavramaktan söz etmeye devam ediyorlar.
Her şeyden önce şunu söyleyelim ki; bu konuda güven verebilmeleri için biraz daha fazla çaba göstermeleri ve toplumda güven yaratabilmeleri için, biraz zaman gerekecek.
Başbakanın, Cumhurbaşkanının, hatta atanan bakanların eylemleri, attığı adımlar artık çok daha dikkatle izlenecek, kaygıları giderip gideremeyeceklerine bakılacak.
Bakanlar, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın en dikkatle izleneceği kararlarının başında ise bürokrasiye yapacakları atamalar gelecek.
Şu anda kadar, daha doğrusu AKP Hükümeti’nin, ilk döneminde atamalar konusunda iyi bir sınav vermediğini, herhalde kendileri de kabul ediyorlardır. Yapılacak atamalarda liyakata, kıdeme, beceriye, birikime önem vermek yerine, "bizden olan" kriterinin öne çıkması, hiç bu yoğun yaşanmamıştı. Hatta hiçbir dönem bürokrasi atamalarında, geçmiş AKP Hükümeti dönemindeki gibi, "alnı secdeye değmiş" türü bir atama kriteri öne çıkmamıştı.
Devlet yönetiminde tepe noktaları doldu, şimdi sıra bürokrasi atamalarına geldi...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kendi yapacağı atamalar olacak. Cumhurbaşkanlığı bürokrasisine yapılacak atamalar elbette çok büyük önem taşıyor. Bu makamlara atanacak kişilerin teknisyen kişilikleri ve devlet deneyimleri güven vermek için atılacak ilk adım. Ancak hemen ardından gelecek Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onay vermesi gereken Hükümet atamaları da, bizce bir bu kadar önem taşıyor. YÖK Başkanlığı, Rektörler, Yüksek Yargı üyeleri, valilik atamaları gibi çok önemli kararlar var ve bunlar herkes tarafından çok dikkatle izlenecek. Gül’ün ne kadar tarafsız olabileceği, bu kararlarıyla belli olacak.
GÜL ESKİ BÜROKRATLARA GÜVEN VERMİŞTİ
Önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, atamalar konusunda, özellikle onaylamadığı kararnameler nedeniyle, Hükümetten büyük tepkiler almıştı ama AKP’li olmayan kamuoyu Sezer’in bu tavrını, " bir denge unsuru" olarak algılamış ve benimsemişti.
"Merkeze gelme" ve "herkesi kucaklamak" iddiasını kanıtlamak istiyorlarsa, bundan sonra bürokratların AKP’li olması ya da dindar olması kriterini kaldırmak zorundalar. Bizce yeni dönemde güven vermek için yapılacak atamaların mutlaka dinsel ya da partisel kriterlerin dışına çıkıp, mesleki, kıdem ve profesyonellik kriterlerine dönülmesi gerekiyor.
Şimdiye kadar bütün iktidarların döneminde atamalar tartışma konusu olmuştur. Özellikle partiye yakın kişilerin ya da partililerin yakınlarının atamalarda öne çıktığı görülmüştür. Ancak unutulmamalıdır ki; hiçbir dönemde parti yandaşlığının dışında bu kadar ideolojik yakınlık aranması söz konusu olmamıştı.
Aslına bakılırsa, AKP iktidarının güven verememesinde en önemli unsurlardan biri; merkezden yani merkez partilere yakınlığı ile bilinen ya da partili olmayan neredeyse hiç bir bürokratın atamasının yapılmaması oldu. Üst görevlere getirilen kişilerin çok büyük bir kısmının eşinin başının kapalı olması, oluşan tedirginlikte çok önemli rol oynadı. Şimdi yeni dönemde güven verilmek isteniyorsa, bu tavır mutlaka değişmeli.
Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakanlığı döneminde eski bürokratlara yakın durduğunu hatta bazılarıyla çalışmak istediğini söylediğini biliyoruz. Ancak Gül bu kişileri görevde tutmayı başaramadı ve atama onaylarının parti yönetimince yapıldığını da iyi biliyor.
Şimdi Hükümetin tavrı devam etse de bürokrasi atamalarında en önemli görev Gül’e düşüyor.
Yazının Devamını Oku 
28 Ağustos 2007
PİYASALAR yine gözünü "iyi haber"e dikti. Gelecek iyi haberleri bekliyor ama içeriden, şimdiye kadar, satın alacağı iyi haberler pek gelmedi. Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki; piyasalar her ne kadar son dalga nedeniyle gözlerini iyice dışarıya çevirmiş olsalar da, siyasi gerginlik moral bozuyor. Moral bozan en önemli unsur ise Başbakan Erdoğan’ın uzlaşma açıklamalarına rağmen, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı oldu.
Ama artık bu hayal kırıklığı da aşılmak isteniyor. Bu konudaki hayal kırıklığı elbette daha sonrası için bir güvensizlik oluşturacak ama piyasa, her zaman olduğu gibi, önce bugüne bakıyor. Bu nedenle de yaşadığı hayal kırıklığını biran önce aşıp iyi haber duymak istiyor.
Bugün artık Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Bunun ardından da en geç Cuma günü Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yeni kabineyi Cumhurbaşkanına sunması, yani yeni Bakanlar Kurulu’nun artık belli olması bekleniyor.
Önümüzdeki hafta ise artık yeni Kabine güvenoyu alacak...
Piyasalar biran önce "Gül gerginliği"nin bitmesini beklerken, artık ekonomik önlemlerin acil olarak alınması gerektiği görüşünde. Çünkü dışarıdaki hava belli olmuyor. Dışarıdan her an bir yeni atak gelebilir ve yerli döviz yatırımcıları bu kez döviz bozdurmak için o kadar hevesli olmayabilir. Yani yeni bir dalgada kurlar ve faizler çok daha yukarı çıkabilir.
İşte bu nedenle, biran önce IMF’le hala uygulamada olan stand-by anlaşmasının gerektirdiği
gözden geçirme şartlarına geri dönecek mali tedbirlerin alınması gerekiyor.Bununla birlikte artık hazırlıkları başlayan 2008 yılı bütçesi için dengelerin belli olması, mali disiplin sağlayacak mali tedbirlerin netleşmesi gerekiyor. Yani 2007-2008 dengelerinin birlikte ele alınıp, piyasaların bu dengeleri, bu dengelere ulaşmak için neler yapılacağını görmesi gerek.
Bunun ardından da IMF’le ilişkilerin ne olacağının netleşmesi ve "sürdürülebilir yüksek büyüme"yi sağlamak için alınacak ek tedbirler, başta teşvik ve istihdam vergileri olmak üzere, sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak politikaların oluşturulması bekleniyor. Tabi bununla birlikte piyasalar, şu ana kadar geciken sosyal güvenlik gibi reformlara da biran önce başlanması gerektiği düşünüyorlar ve artık somut adımları bekliyorlar.
İŞALEMİ KANDIRILDIĞINI DÜŞÜNÜYOR
Piyasalar bu ekonomik tedbirler alındığı takdirde, dışarıdan gelecek dalgalara karşı ekonominin çok daha sağlam bir tavır ortaya koyacağını düşünüyor ki, çok haklılar...
Bunun yanısıra seçim öncesi zirveye ulaşan siyasi gerginliğin, seçim sonrasında tam yatışır gibi gözükürken, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte yeniden hortlaması da piyasaların moralini bozuyor. Açık söylemek gerekirse; işadamları ve piyasa oyuncuları AKP’nin yüzde 47’lik oy kazanmasıyla içine girdikleri telaşı, Başbakanın seçim gecesi yaptığı "uzlaşma" açıklaması ile yatıştırmak istediler. Başbakanın "elimde liste partileri dolaşacağım, Cumhurbaşkanlığı seçimini uzlaşma ile yapacağız" sözü bir taahhüt olarak alındı ama hemen ardından Abdullah Gül’ün "aday olabilirim" sözleri ortaya çıktı.
Bu sözlere rağmen, "Gül istese bile Erdoğan merkeze geldiğini göstermek için, devlet içinde artık çatışma istemediği için eşinin başı açık bir AKP’liyi aday gösterecek" görüşü hakim oldu. Bu görüşün oluşmasında, dolayısıyla gerginliğin yatışmasında, Başbakanın söyleminin yanısıra, Başbakana yakın kişilerin neredeyse açıkca yaydıkları, "Gül istiyor ama Başbakan kesinlikle yapmayacak" söylentileri etkili oldu. Yani, ne olursa olsun Erdoğan’ın "uzlaşma" sözünü tutup, Gül’ü adaylıktan vazgeçirmesi bekleniyordu. Hatta Gül’e yakın bazı yazarların Başbakana hitaben yazdıkları, "tehditvari" yazılar da bunun ispatı olarak görüldü.
Ama Gül aday oldu ve bugün Cumhurbaşkanı seçilecek. İşte bu nedenle bir moral bozukluğu var ve "Başbakan Erdoğan uzlaşma konusunda bizi yanılttı, kandırıldık" havası hakim.
Piyasalar için önemli olan artık devlet içinde çatışma yaşanmaması, uzlaşmanın hakim olup siyasi gerginliğin tekrarlanmaması. Çünkü siyasi gerginlik ekonomide istikrarın baş düşmanı. O nedenle bütün dikkatler artık Gül’ün gerginliği azaltmak için yapacaklarına çevrili olacak.
Yazının Devamını Oku 
27 Ağustos 2007
YERLİ yatırımcının döviz merakı, uzun zamandır tartışılıp durur. Son dalgalanmada da gördük ki; "temkinli yerli"ler yani tüm iyi haberlere rağmen şimdiye kadar dövizini bozdurmamış olan yerliler, özellikle döviz fiyatlarının aşırı oynamasını, yine engellediler.
Son dalgalanmada, bankacılara göre, toplam 7 milyar dolarlık kısa vadeli yabancı sermaye kendi ülkesine geri döndü. Yani ülkeden 7 milyar dolarlık bir sermaye çıkışı oldu.
Baktığınız zaman, döviz tevdiat hesapları (DTH) ndaki erime de, yaklaşık 7 milyar dolar düzeyinde. Yani DTH birikimleri aynı dönemde 7 milyar dolar azaldı.
Genel bir yaklaşımla, yabancının Türkiye’den çıkarken satın aldığı dövizi, birikimlerini döviz tevdiat hesaplarında değerlendiren yerli yatırımcıdan satın aldığını söyleyebiliyoruz.
Bu süreçte döviz fiyatları yükseldi ama çıkan sermaye miktarına baktığınızda, döviz fiyatlarındaki sıçramanın daha fazla olması beklenirdi. İşte döviz talebinin DTH’lardan karşılanması, yani bu fiyatlarla dövizini satmak isteyen yerliler, arz sunarak, bir anlamda döviz fiyatlarının aşırı oynamasını, daha fazla yukarı çıkmasını engellediler.
Bir başka deyişle, temkinli yerlilerin bu temkinli duruşlarıyla yabancıların alışverişlerini kolaylaştırdıklarını söyleyebiliriz. Yabancılar çıkmak istediklerinde ellerindeki YTL’ler karşılığı, beklediklerinden ucuza döviz satın alıp çıktılar. DTH birikimi sahibi yerliler de çıkmak isteyen yabancıların ekmeğine yağ sürmüş oldular.
Aslında bu durumun, Türkiye’ye özgü koşulları bulunmakla birlikte, doğal bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Yerlilerin tavırlarına baktığınızda ise genellikle daha önceki yıllarda pahalı fiyatlardan döviz alanların, döviz aldıkları fiyata geldiği zaman satışa geçtikleri gözleniyor. Bankacılar da bu gözlemin doğru olduğunu, yıllardır satın aldıkları fiyata bir türlü gelmediği için döviz tutmaya devam eden yani anaparalarını bile bulamayan yerli yatırımcıların, ellerine fırsat geldiğini düşünüp, bu dalgada DTH’larını bozdurduklarını söylüyorlar.
O zaman iş, DTH’ların hangi kurlarla oluştuğunu,yani hangi miktarda dövizin, hangi fiyatla satın alındığını bulup, bundan sonraki erime tahminlerini yapmaya kalıyor. Bu tahminlerin çok kaba biçimde yapılabileceği, kesin rakamların bulunamayacağı ise açık.
BU HAFTA DA İYİ HABERE BAKILACAK AMA...
Bundan sonraki DTH çözülmesi için tahmin yapan bankacılar, son erimeden önce 70 milyar dolar düzeyinde olan DTH’ların, 50 milyar dolara kadar inebileceği düşüncesindeler. Bunu da 2001 krizi öncesi DTH toplamının 40 milyar dolar düzeyinde olmasına bakarak söylüyorlar. Ancak şurası kesin ki; dövizde aşırı oynamalar başladığında artık DTH sahipleri hangi kurdan döviz aldıklarını bakmayıp, hep daha fazla yükselmesini beklemeye başlayacaklardır.
Özetle; dışarıdaki dalgayı bilmek kadar, olası dalgaların içeriye etkilerini, faize, dövize etkilerini kestirmek de bir hayli zor görünüyor.
Şurasını kesin söyleyebiliriz ki; piyasadaki hemen herkes, ABD’den de gelse, içeriden de gelse, yine "iyi haber"i gözler oldu. Çünkü; bir kötüye gidiş beklentisi hakim olsa bile, bu kötüye gidişin yavaş yavaş olması, öngörülebilir olması, herkesin işine geliyor...
Bu hafta başlarken de iyi haberler satın almaya çalışılacak. Cuma günü, bizim piyasalar kapandıktan sonra ABD’den ev satış talebi konusunda gelen iyi haberlerin, bugün sabah itibariyle içerdeki yatırımcılar tarafından da satın alınması bekleniyor. Ama bu kesin değil çünkü, bazen, hafta sonu içerdeki piyasalar kapandıktan sonra ABD’den gelen iyi haberlerin, hafta açıldığında içeride pek satın alınmadığına, daha önce şahit olduk.
Bugün de, haftanın geri kalanında da yine iyi haberler satın alınmaya çalışılacak. Dövizde ve faizde yönün aşağı olmasına çalışılacak. Çünkü şu anda herkes "artık hiçbir şey eskisi kadar güzel olmayacak" dese bile, kimse bu kadar dalga beklemiyordu. Önce Eylül sonu bilançoları, daha sonra da yıllık bilançolarda daha fazla kar yazmak için iyi haber gözlüyorlar.
İyi haber için ise gözler yine dışarıda olacak. Çünkü içeride "olmayacak" diye beklenti yaratılan Gül’ün Cumhurbaşkanlığı artık kesin ve ilk sıralarda siyasi gerginlikler kaçınılmaz.
Yazının Devamını Oku 
25 Ağustos 2007
ULUSLARARASI ekonomideki beliren tehlike karşısında henüz somut bir adım gözükmüyor ama ekonomik kurumların yavaş yavaş yeni duruma hazırlık yaptıkları da gözleniyor. Ama bizce bu hazırlıklar hala yetersiz düzeyde ve daha ciddi çabaya ihtiyaç olduğu kesin.
Merkez Bankası da doğal olarak uluslar arası finans piyasalarındaki gelişmeleri yakın takibe almış durumda. Bu takip ve tedirginliği artık yayımladığı raporlara da yansımaya başladı.
Merkez Bankası’nın dün yayımladığı "Para Politikası Kurulu Toplantı Özeti" bu tedirginliği yansıtıyor. 14 Ağustos tarihli toplantıya ilişkin notta, toplantının yapıldığı tarihte enflasyonla mücadele açısından olumlu gelişmeler kaydedildiği belirtilirken, bu tarihten sonra meydana gelen uluslar arası piyasalardaki gelişmelere değinilmeden geçilmediğini görüyoruz.
Merkez Bankası yönetimi, açıkca söylemiyor ama bizim gördüğümüz kadarıyla, ekonomik istikrarın kazanılmasında çok önemli paya sahip olan, eski iki çapayı geri istiyor...
Açıklamada "İçinde bulunduğumuz konjonktürde ekonomimizin şoklara karşı dayanıklılığını artırmak için, para politikasının yanında maliye politikaları ve yapısal reformların desteği de kuşkusuz büyük önem taşımaktadır" denilerek, bu çerçevede Avrupa Birliği’ne uyum ve yakınsama sürecinin devam etmesi ile ekonomik programa ilişkin yapısal reformların hayata geçirilmesi konusundaki çabaların devamının önemini koruduğuna işaret ediliyor.
Toplantı özetinde konuyla ilgili olarak, "Özellikle mali disiplinin kalitesini artıracak olan yapısal reformlar konusundaki gelişmeler, gerek makroekonomik istikrar gerekse fiyat istikrarı açısından yakından izlenmektedir" deniyor.
"Avrupa Birliği’ne uyum ve yakınsama sürecinin devam etmesi" sözü açık; Merkez Bankası AB ile ilişkilerin yeniden canlandırılması gerektiğini, bu çapa gevşediği takdirde önemli bir istikrar motivasyonunun ortadan kalkmış olacağını ifade etmeye çalışıyor.
IMF konusunda ise, belli ki bu konu siyasi otoriteye ilişkin bir karar olduğu için, açıkca "IMF’le ilişkiler bir biçimde devam etsin" denilemiyor ama IMF’le programın eksik kalan önemli unsuru olan yapısal tedbirlerin yerine getirilmesinin önemine değiniliyor. Yine mali disiplinin konusu IMF’le hala devam eden anlaşmanın ana unsuru olduğu da unutulmamalı.
10 GÜN ÖNCESİNE GÖRE ORTAM FARKLI
Merkez Bankası toplantı özetinde "Toplantının yapıldığı tarih itibarıyla piyasalardaki dalgalanmaların Türkiye’nin orta vadeli enflasyon görünümünü olumsuz etkileyecek nitelikte olmadığı" değerlendirmesinin yapıldığı söyleniyor ve "Bu doğrultuda Kurul, Enflasyon Raporu’ndaki politika duruşunu korumuş ve kısa vadeli faiz oranlarında öngörülen ölçülü indirim sürecinin yılın son çeyreğinde başlayabileceği öngörüsünü teyid etmiştir" deniyor.
Bu ibarelerin hemen ardından ise "Ancak önümüzdeki dönemde uluslararası likidite koşullarındaki gelişmelere, dış talebe, kamu harcamalarına ve orta vadeli enflasyon görünümünü etkileyen diğer değişkenlere dair veri ve bilgi akışına bağlı olarak olası faiz indirimlerinin zamanlaması ve miktarı farklılaşabilecektir" değerlendirmesi yapılıyor.
Uluslararası piyasalardaki gelişmeler ve bunun yurt içi piyasalara etkisinin dikkatle izlenmeye devam edileceği belirtilen açıklamada, Merkez Bankası’nın dünya piyasalarındaki olumsuz gelişmelerin enflasyon görünümüne etkisini sınırlamak için elindeki araçları etkin olarak kullanmaktan kaçınmayacağı kaydediliyor. Bu çerçevede Kurulun, toplantıda aynı zamanda likidite gelişmelerini ve likidite yönetim stratejisini de değerlendirdiğine dikkat çekiliyor. Önümüzdeki dönemde Yeni Türk Lirası likiditesinin yeterli düzeylerde seyredeceğinin öngörüldüğü hatırlatılarak, "Ancak Merkez Bankası, gerektiği taktirde mevcut açık piyasa araçlarını kullanarak likidite düzeyini her iki yönde ayarlayabilecektir. Bu yolla olağanüstü boyuttaki dalgalanmalar dışında, gecelik vadeli faizlerin Merkez Bankası borçlanma faizlerine yakın bir seviyede oluşması yönündeki temel politika sürdürülecektir" deniliyor.
Özetle; yaklaşık 10 gün önceki görünümle bugünkü görünüm çok farklı ve Merkez Bankası bu farkı açıkca ortaya koyup, "temkini elden bırakmayacağını" söylemeye çalışıyor.
Yazının Devamını Oku 
23 Ağustos 2007
HAFTA başında Başbakan Tayyip Erdoğan’a verilen ekonomi brifingi, bizce, zamanında yapılmış, yararlı bir toplantı oldu. Ancak bu toplantıdan ne çıktı derseniz; ortada, en azından şimdilik, somut bir şey göremiyoruz. Toplantıya ilişkin, daha doğrusu Hazine ve Merkez Bankası yöneticilerinin Başbakana yaptıkları sunumlara ilişkin bazı ipuçları alıyoruz ama detaylı bilgi sahibi olduğumuzu söyleyemeyiz. Duyumlarımıza göre; hem Hazine hem de Merkez Bankası’nın sunumlarında "telaşa ve önemli önlemlere gerek yok" havası hakimmiş. Yani, FED’in iskonto oranlarını indirdiği, bu de yetmezse gösterge faiz oranlarını Eylül toplantısından önce olağanüstü toplantı yaparak, erken indireceği beklentisi Başbakana anlatılmış. Sonuçta da "Şu aşamada bizim önemli bir karar almamız gerekmiyor" denilmiş. Bununla birlikte, mali disiplin konusunda daha kararlı olunması gerektiği, mali disiplinin dışardan gelecek dalgaların içerde yaratacağı olumsuz etkileri azaltacağının da Başbakana söylendiğini öğreniyoruz.
Özetle; Hazine ve Merkez Bankası, piyasa iktisatçılarının raporlarında yeralan unsurlardan başka bir görüş açısı sunmamışlar, yeni bir öneride bulunmamışlar gözüküyor.
Dediğimiz gibi: bu toplantının detaylarına sahip değiliz ama açıkcası, toplantıdan sonra, henüz somut bir önlem görmeyişimiz de, edindiğimiz bu genel bilgileri doğrular nitelikte.
Bizce dünya ekonomisindeki gelişmeler konusunda çok daha detaylı çalışma yapma ve olası senaryolar konusunda daha fazla bilgi sahibi olup, buna göre tahminler yapma ihtiyacımız var. Bununla birlikte, elbette, dünya ekonomisindeki hangi olası gelişmelerin Türkiye ekonomisini nasıl etkileyeceğini, daha az olumsuz etkilenmek için neler yapılması gerektiğini çeşitli senaryolar kurarak araştırmak, hesaplamak durumundayız.
Bütün bu senaryo çalışmalarının sadece bürokrasi içinde yapılması da yetmez, özel sektörle, akademik çevrelerle oturulup, görüş alışverişi yapılması da gerekiyor.
Ancak bu çalışmaları yaparken, acil olarak yapılması gerekenleri de unutmamak lazım. Acil yapılması gereken işlerin başında, seçim nedeniyle rayından çıkan mali disiplin konusunda,
yeniden raya oturtacak ek önlemlerin saptanıp, bunların kamuoyuna açıklanması geliyor.
Saptanacak "gerçekci önlemler" le piyasaya güven verilmesi sağlanmalıdır.
Ayrıca, gelinen aşamada , "IMF’le ilişkileri bitiriyoruz" ya da "IMF’e erken ödeme yapıp göndereceğiz" türü söylemlere de, artık son vermek gerekiyor. Sadece IMF değil AB söyleminin de yeniden güçlendirilmesi, ekonomik gidişat hakkında kamuoyunda güven oluşturulmasına büyük yararlar sağlayacaktır.
SİYASİ ORTAM YENİDEN GERİLİYOR
Dünya ekonomisindeki trend değişikliği, küresel likiditenin artık daralacağı beklentisi, kredi piyasasındaki çöküşün ivme kazanması tehlikesi, artık bizim yeniden kapsamlı bir değerlendirme yapmamızı gerektiriyor. İşte bu nedenle de ekonomide istikrarı bize kazandıran AB ve IMF çapalarına yeniden sarılmak zorunlu hale geliyor.
Unutmayalım ki; küresel likiditedeki bolluk, risk algılamasındaki esneklik, son 4-5 yılda diğer gelişmekte olan ülkeleri olduğu gibi, Türkiye ekonomisini de büyüttü. Ama bu büyümeyi IMF ve AB çapalarına sarılarak sağladık. Şimdi hem küresel ekonomi değişiyor, hem de IMF ve AB çapaları iyice gevşemiş durumda.
Bu nedenle bizim IMF’le yeniden masaya oturup, şimdikine göre daha esnek de olsa, önümüzdeki birkaç yılda da IMF’le ilişkilerimizin sürmesini sağlamamız yerinde olacaktır. Bununla birlikte "kurallı maliye politikası" unsurlarına, 2008 bütçe yasasında ve anayasa değişikliklerinde yer verirsek, küresel likiditeden olumsuz etkilenme derecemizi düşürürüz.
Unutmayalım ki; seçimin üzerinden henüz 1 ay geçmemişken, yeniden siyasi ortamın gerildiğine ilişkin ipuçlarını almaya, "pervasız" tutumları görmeye başladık.
AKP seçimi kazanmasında "gerginlik politikası"ndan çok, ekonomik istikrarın etkili olduğunu görmeli, siyaseti germeyi bırakıp, daha yetkin bir ekonomi politikasına geçmeli.
Yazının Devamını Oku 