2 Ağustos 2007
ULUSLARARASI Para Fonu (IMF) Türkiye Temsilcisi Hugh Bredenkamp, Türkiye’nin son yıllarda "Ekonomik Rönesans süreci" yaşadığını, bu sürece tanıklık ettiği için kendini şanslı gördüğünü söyledi. Son üç yıldır IMF Türkiye Temsilcisi olarak Ankara’da görev yapan, alınan kararlarda ekonomi yönetimiyle birlikte belirleyici olan Bredenkamp, tarihi deneyimi nedeniyle Türk halkının ihtiyatlı olduğunu hatta bunun karamsarlığa vardığını belirtirken, artık iyimser olmak için temellerin oluşturulduğunu söyledi.
Ankara’da veda ziyaretlerini yapan, geçen ay resmi olarak görevini tamamlayan Bredenkamp, yakında ABD’ye, IMF merkezine dönüyor. Bredenkamp’la hem kendi görev yaptığı son 3 yılı değerlendirerdik, hem de güncel ekonomik sorunlara ve IMF’le ilişkilerin görüşlerini aldık.
- Türkiye’ye ilişkin en çarpıcı gözleminiz nedir?
- Son üç yılı bu harika ülkede geçirdiğim için kendimi çok şanslı görüyorum. Bu ülkede yaşayıp da bu ülkeye ve insanlarına büyük bir hayranlık duymamak ve etkilenmemek imkansız. Üç yıl boyunca, Türkiye için ekonomik bir rönesanstan hiç de aşağı kalır bir yanı olmadığına inandığım sürece tanıklık etmiş olmaktan dolayı kendimi şanslı addediyorum. Tarihte yaşadıkları tecrübeler gözönüne alındığında, bir çok Türk doğal olarak gelecek konusunda ihtiyatlı, hatta kötümserliğe eğilimli oldukları dahi söylenebilir. Fakat ben inanıyorum ki iyimser olmak için artık iyi temeller var. Başarının temelleri atıldı. Mevcut yönü muhafaza ederek ve şimdiye kadar başarılanların üzerine yenilerini inşa ederek, Türkiye, son yılların tüm yoğun çalışmalarına değecek sürdürülebilir ve geniş tabanlı bir refahı bekleyebilirler.
ÖNLEMLER ACİL ALINMALI
Bredenkamp, IMF Türkiye Masası’nın yeni gözden geçirme çalışmaları için ne zaman geleceğinin henüz belli olmadığını, konunun yeni Hükümetle konuşulacağını söyledi. IMF Temsilcisi, bundan sonra Türkiye ile ilişkilerinin nasıl götürüleceğine ilişin de, yeni Hükümetin vereceği kararı bekleyeceklerini söyledi. Bredenkamp, IMF-Türkiye ilişkilerinin nasıl yürüyeceğine, yeni bir anlaşma yapılıp yapılmayacağına, yeni anlaşma yapılacaksa bunun ne tür bir anlaşma olacağına Türkiye’nin, yeni Hükümetin karar vereceğinin özellikle altını çizdi.
Seçim nedeniyle harcamalardaki artışların sadece ödeneklerin öne çekilmesinden kaynaklanıp kaynaklanmadığının, yıl sonunda hedeflerin aşılıp aşılmayacağının detaylı inceleneceğini kaydeden Bredenkamp, "Hükümetin gerekli tedbirleri alacağını" söylediğini hatırlatarak, "Alınacak önlemlerin biran önce beklenmeden alınması gerektiğini" söyledi.
MERKEZ’E DESTEK OLUN
Yine son dönemde Merkez Bankası üzerindeki kur ve faizlerle ilgili başlayan baskı konusundaki sorularımızı da yanıtlayan Bredenkamp, Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalarla 2006 ortasında sapan enflasyonla mücadeleyi yeniden rayına oturtmaya çalıştığını, bunda başarılı olduğunu belirtti. Merkez Bankası’nın uyguladığı politikaların yerinde olduğunu, ihtiyatlı davranmasının doğal karşılanması gerektiğini kaydeden Bredenkamp, Hükümetin de gerekli tedbirleri bir an önce alarak Merkez Bankası’na bu konuda destek vermesi gerektiğini söyledi.
Bredenkamp, son dönemde artma eğilimi gösteren tüketici kredileri, dolayısıyla talep patlamasına karşı Merkez’in dikkatli olmasının da doğal olacağını söyledi.
Anayasa’ya madde koyup harcamanızı kısabilirsiniz
IMF’yle yeni bir anlaşma yapılmadığı takdirde "kurallı maliye politikası" denilen, Hükümetin kendine mali kurallar koyarak mali disiplini sağlaması yönündeki önerileri de olumlu bulan Hugh Bredenkamp, bununla ilgili başka ülke örnekleri olduğunu hatırlattı. Yasayla hatta anayasaya madde koyarak bazı ülke yönetimlerinin kendilerini özellikle harcama yönünde kısıtladığını kaydeden IMF Türkiye Temsilcisi, mali kurallar konulup, bu kuralların denetiminin yapıldığını hatırlattı ve IMF’in bu konuda talep olduğu takdirde teknik destek verebileceğini ifade etti.
ABD’deki mortgage krizinden ders alın
HUGH Bredenkamp, "Türkiye’nin, ABD’de yaşanan mortgage kredilerindeki sıkıntıdan ders alması gereken yönler var mı?" sorumuzu şöyle yanıtladı: "ABD’de mortgage piyasasında gördüğümüz problemler, kredi kurumlarının, onlardan borçlananların kredi değerliliği ile ilgili uygun standartları muhafaza etmelerini sağlamanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Genişlemesi ve gelişmesi beklenen Türkiye’deki mortgage piyasası, ekonomi için iyi olacak, fakat dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Bankacılık gözetiminden sorumlu olan BDDK, bankaların ve diğer kredi kurumlarının kredi değerlendirmesi ve risk yönetimine yönelik sağlam prosedürler uygulamalarını sağlamakta önemli bir rol oynayacak."
Yazının Devamını Oku 
31 Temmuz 2007
Seçim sonuçlarının yorumlanmasına devam ediliyor. KONDA’nın seçim öncesinde yaptığı araştırmalarda ortaya çıkan trend, aylar öncesinden AKP’nin seçim sonuçlarından çıkan oy oranlarına ulaştığını gösteriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılamamasının ardından oyların yükseldiği, ancak daha sonra tansiyonun soğuması üzerine eski oranlara inildiği görülüyor.
Seçim yaklaştıkça bazı AKP’lilerin, "keşke bu kriz seçimden hemen önce olsaydı oylarımız çok yüksek olurdu, iş soğumaya başladı" diye yakındıklarını hatırlıyoruz. Demek ki, bu yakınmalarında haklılık payı varmış.
Aslında bu yakınma bile AKP’nin seçimlere ne kadar iyi hazırladığını, çok iyi nabız tutuğunu gösteren küçük bir örnek...Bizce başka hiçbir parti bu kadar hazırlıklı değildi, halkın nabzını bu kadar sıcak tutma gereği duymadı, buna göre davranmadı...
Seçim sonuçlarını özellikle iktisatçıların "ekonomi odaklı" yorumladıkları ortada. Dün CNN Türk’de Referans Noktası programında konuk aldığımız Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Direktörü Prof. Dr. Güven Sak da, "Profesyonel deformasyon mu bilmiyorum" diye açık kapı bırakarak, sonuçların ekonomik odaklı olduğunu tekrarladı.
Sak, ekonomide son 5 yılda yaşanan başarıların, yüksek büyüme rakamlarının daha önce yapılan reformlara bağlı olduğunu kaydederken, eğer önümüzdeki dönemde de aynı başarıların kazanılması isteniyorsa, şimdi gerekli olan reformlara biran önce başlamak gerektiğini kaydetti. Reformlarda son iki yıldaki gecikmenin gereksizliği de ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla;sancılarına rağmen, dönüşümün, gerçekleştirenlere oy getirdiğinin anlaşıldığını bu durumun bundan sonraki Hükümetleri cesaretlendirmesi gerektiğini kaydeden Güven Sak, yapılması gereken reformların bir "öncelik listesi" halinde çıkarılıp, biran önce uygulamaya geçilmesi gerektiğini belirtiyor.
Önümüzdeki dönem yargı reformu, eğitim reformu gibi refomların artık şart olduğunu ifade eden TEPAV Direktörü bununla birlikte büyümenin kalıcı hale getirilmesi için şirketlerin finansmana erişimlerinin kolaylaştırılması, kaynağa ulaşım için belirlenecek adımların mutlaka atılması, yeni dönüşüm sürecinin bunu gerektirdiğini söylüyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNİN ÖNEMİ
TEPAV direktörü Güven Sak, Türkiye’nin nüfus olarak ilk 10 ülke içinde olduğunu, ekonomik olarak da ilk 10 ülke arasına girmesi gerektiğini belirtirken, ekonomide yeni bir sıçrama vaktinin geldiği,bunun için de geniş bir uzlaşmaya ihtiyaç olduğu görüşünde.
Dolayısıyla Türkiye’nin son 5 yılda yaşadığı yüksek büyümeyi devam ettirmesi gerekiyor. Sak, sorumuzu üzerine, küresel likiditedeki hareketlerden olumsuz etkilenmemek için cari işlemler açığına ilişkin önlemlerin bu yeni dönemde devreye sokulması gerektiğini, cari açığın finansmanı için yabancı sermaye akışının sürdürülmesinin şart olduğunu da söyledi.
Yani bir yandan yakalanan istikrarı sürdürmek için ekonomide yapılması gerekenler var, öte yandan da bu bazın üzerine çıkmak için yeni atılımlara, ekonomik ve siyasi reformlara ihtiyaç duyuluyor. 2002 ile 2007 arasındaki farklardan birini, "AKP 2002’de iktidar olduğunda hazır bir ekonomik programı önünde bulup uyguladı, ancak şimdi böyle bir program yok" diye özetleyen Güven sak, yeni bir programa ihtiyacın açıkca ortada olduğu görüşünü savunuyor.
Bunun için Türkiye’nin "kurallı maliye politikası" gibi, yasal olarak kendini sınırlayan, mali disiplini sağlayacak, denetimi de yapılacak kurallar koymaya ihtiyacı olduğunu kaydeden Güven Sak, özetle, "Daha yapılacak çok iş var" diyor .
Bizce seçim sonuçlarını herkes iyi okumalı. Siyasiler bundan sonra, popülizme kaymadan program dahilinde yürütecekleri ekonominin, sanılanın tersine partilerine oy kazandırdığını çok iyi görmeli, ona göre davranmalılar. Çok iyi görmeleri gereken başka bir gerçek de; büyük işler yapmak için mümkün olduğunca geniş kesimlerin mutabakatı gerekiyor. Ego’sunu yenemeyen, uzlaşmayı başaramayan politikacıların ömrü belli ki artık uzun olamayacak.
Yazının Devamını Oku 
30 Temmuz 2007
"Türklerin, hala, daha çok ekonomik reforma, yabancı yatırıma ve Avrupa ile entegrasyona ihtiyacı var ve bu; sadece ülkenin liderlerinin, milliyetçi veya İslamcı gündemlere boyun eğmemeleri halinde gerçekleşebilir. Eğer Erdoğan, bunu sağlayabilirse bu; sadece ülkesi için değil, aynı zamanda etrafındaki sorunlu bölgenin de yararına olur." Bu saptama, ABD’nin resmi politikası hakkında bilgi sahibi olduğumuz, Washingon Post’taki bir makalede yer alıyor.
Geçtiğimiz hafta yayımlanan bu makale, bizce içeride yeterince yer bulmadı.
Aynı makalede, "Seçim sonuçları kendisini haklı çıkartmış olsa da Erdoğan başarısını daha çok ihtiyat göstererek sürdürebilir" ifadesi de yer alıyor. Washington Post, Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı konusunda ihtiyatlı bir biçimde davranmasını isterken Erdoğan’ın "uzlaşı" arayacağı açıklamalarını da hatırlatıyor.
Abdullah Gül’ün basın toplantısı yapıp, "Seçim sonuçlarını kendisinin Cumhurbaşkanlığı’na halkın onay vermesi" olarak algıladığını söylemesinden önce yayımlanan bu makale, bizce önümüzdeki dönem içerideki muhtemel siyasi gündem konusunda da bazı ipuçları veriyor.
Aynı makalede Türkiye’nin Irak dahil, Arap komşularından farklı olduğu belirtilerek, "Ancak AKP’nin hem Hükümette, hem de seçimdeki başarısı, sadece köklerinde İslamı olan partilerin demokratik siyasi sistemde yeşerebileceğini değil, aynı zamanda sistemi güçlendirmeye katkılarının olabileceğini de gösterdi" yorumu yapılıyor. Başbakan Erdoğan’ın iktidarda kaldığı beş yılda "yönetimi İslamlaştırmak veya laik Türklerin haklarını sınırlamak için herhangi bir adım atmadığı"nı belirten Gazete, bunun aksine, kadın hakları dahil olmak üzere, liberal reformları yaptığını, dış ticaret ve yatırımın lokomotifi olduğu bir ekonomik hamle yaşandığını ve Türkiye’nin AB üyeliği için çaba gösterildiğini kaydediyor. Bu makalenin, dışarıdan, daha tepeden bir bakışla, doğal olarak da ABD açısından Türkiye’nin konumunu irdeleyen bir yazı olduğu kesin.
Bizce en doğru saptama da; Türkiye’nin daha çok ekonomik ve siyasi reform yapılmasına ihtiyaç duyduğu, yabancı yatırım çekmek zorunda olduğu ve AB ile ilişkilerin sağlamlaştırılmasına şimdi her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğu gerçeği. Ve bunun için de "daha fazla ve geniş bir uzlaşma ortamına ihtiyaç duyduğumuz" gerçeği...
LONDRA’DAN YENİ BAKIŞ
Başından beri söylediğimiz uzlaşma, Türkiye’nin ilerlemesine devam etmesi için, ekonomik ve siyasi olarak kazalara uğramamak için, "olmazsa olmaz" bir şart olarak önümüzde duruyor. Bu fırsatı bazı kişilerin "siyasi geleceği için" ya da "parti içinde azalan gücünü yeniden kazanmak için" harcaması, partisine ve ülkeye zarar vermek anlamına geliyor.
ABD’den yansıyan bu bakışın yanısıra, Londra’daki iktisatçı ve bankacılarla konuştuğumuzda da benzer bir bakış alıyoruz. Londra’dakiler, seçimlerden "AKP’nin bu kadar büyük bir zaferle çıkmış olmasının tedirginliğini" biraz yaşıyorlar.
CUMHURBAŞKANLIĞI: Yanısıra, Gül’ün Cumhurbaşkanı olmak için bu kadar diretmesinin de siyasi ve ardından ekonomik olarak bazı sıkıntıları beraberinde getirmesinden kaygı duyuyorlar.
Gül’ün Cumhurbaşkanı olmakta diretmesi ve Başbakan Erdoğan’ın bunu önleyememesi halinde olabilecekler konusunda da kendi aralarında tartışıp, Türkiye’den bilgi almaya çalışıyorlar. Bazı bankacılar, "Acaba Gül Cumhurbaşkanı olursa, dengelemek için eşinin başı açık bir Meclis Başkanı seçilse ve kritik bazı bakanlıklarda daha liberal isimler göreve getirilse tedirginlik önlenebilir mi?" sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyorlar.
GERGİNLİĞİN DEVAMI: Bizce Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olması, gerginliğin devamı konusunda büyük tehlike içeriyor. Gül’ün "siyaseten silinmemek için" bu çabasını devam ettirmesi, belki seçimden büyük zaferle çıkmış bir partide gerginlik yaratmaz ama bu kez ülke çapında gerginliğe yol açabilir.
Türkiye’nin önünün, hata yapılmadığı takdirde, açık olduğunu herkes kabul ediyor. Çocuklarımızın geleceği, halkın refahını artırmak için, artık hatalara tahammülümüz yok.
Yazının Devamını Oku 
28 Temmuz 2007
DÜN Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz tarafından açıklanan Enflasyon Raporu, faiz indiriminin mevcut koşullar içinde hala zor olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bir başka deyişle, faiz indirimleri, bir bozulma olmaz veya ek önlem alınmazsa, ancak yılın son çeyreğinde mümkün olabilecek. Bozulma olursa indirimler ertelenir, eğer biran önce kamuoyunu ikna edici ek tedbirler gelirse de, öne çekilebilir.
Ancak ABD’den başlayıp tüm dünyayı sarmaya başlayan küresel likiditedeki trend değişikliğini, dolayısıyla bu yeni trendin iç piyasaya etkisini de hesaba katmak gerekecek.
Başkan Yılmaz’ın açıklamasından sonra piyasalar, "faiz indirimlerinin zamanlamasının, Hükümet’in maliye politikalarını sıkışlaştırmasına ve yapısal reformlarda atacağı adımlara bağlı olduğu" sonucu çıkardılar.
Bankacılar, Başkan Yılmaz’ın açıklamalarındaki en önemli ve somut sözlerin, "Olası faiz indirimlerinin bazı koşullara bağlı olarak 4. çeyrekten daha erken gündeme gelebileceği gibi koşulların olumsuz gerçekleşmesi halinde daha da ileriye ertelenebileceği mesajı" olduğunun altını çizdiler.
Durmuş Yılmaz, hala risklerin varlığına dikkat çekerken, faiz ile ilgili kararın dış talebe, kamu harcamalarına ve enflasyon görünümünü etkileyen diğer değişkenlere dair veri ve bilgi akışına bağlı olacağını söyledi.
Daha sonra sorular kısmında ise Yılmaz’ın verdiği yanıtlardan, faizle ilgili kararı etkileyecek en önemli unsurların maliye politikaları ve yapısal reformlarla ile ilgili kararlar olduğu sonucu çıkarıldı.
Bankacılar bu söylenenlerden. "Eğer Hükümet Ekim’den evvel maliye politikalarında sıkılaşmaya gidecek kararları ve yapısal reformları içeren Hükümet Programını detaylı bir şekilde açıklarsa, Merkez Bankası’nın bunu dikkate alacağını ve sıkılaştırmanın etkilerini beklemeden faiz indirimine gidebileceği" yorumunu çıkardılar.
Dolayısıyla piyasa oyuncuları önümüzdeki günlerde dört gözle, yeni hükümetin programına ve alınacak ek tedbirlere odaklanacaklar. Alınacak önlemlerin zamanlaması ve dozu, bir anlamda piyasalara 2007 enflasyonu, hatta 2008 enflasyonu, dolayısıyla da faiz indirimlerinin geleceği konusunda daha somut ipuçları verecek.
Önümüzdeki hafta milletvekillerinin yemin töreninden sonra yeni Hükümetin artık belirginleşmeye başlayacağını, en geç bir sonraki hafta içinde yeni Kabinenin açıklanacağını tahmin ediyoruz.
IMF BEKLENİRSE GEÇ KALINABİLİR
Bizce bununla birlikte hemen yeni ek tedbir paketi üzerinde çalışılması, belki bütçe dengeleri bile beklenmeden, alınacak önlemlerle ilgili açıklama yapılması gerekiyor.
IMF Türkiye Masası’nın Ankara ziyaretinin, normal takvime göre, Eylül ayında yapılacağını biliyoruz. Ancak IMF Heyetinin gelişi, her yıl olduğu gibi bütçe dengelerini görmek için Eylül ayı sonunu bulursa, bizce biraz geç kalınmış olabilir.
Yeni kurulacak Hükümette yeralacak ekonomiyle ilgili bakanların büyük ölçüde bir önceki kabineyle aynı olacağını tahmin ediyoruz. Bu nedenle mevcut ekonomik gidişata hakim bir ekonomi yönetimi söz konusu olacağı için bu önlemleri saptamak kolay olacaktır.
Zaman çok hızlı akıyor ve bütçe dengelerinin çatılmasını beklemeden, alınacak ek tedbirlerin açıklanması, bunun için IMF’in gelmesinin beklenmemesi, daha doğru bir yol olabilir.
Çünkü öyle anlaşılıyor ki, ek önlemler geciktikçe piyasaların kafasındaki önümüzdeki döneme ilişkin belirsizlikler devam edecek demektir. Bu nedenle piyasalardaki belirsizliği biran önce gidermek, önlerini görmelerini sağlamak gerekiyor.
Çünkü piyasalarda hala enflasyon konusunda karamsar bir değerlendirme yapılıyor ve petrol fiyatları, tarım fiyatları bile risk olarak görülüyor. Bir de bunların üzerine küresel likiditedeki trend değişikliği eklenirse, gecikmenin maliyetini daha ağır öderiz.
Yazının Devamını Oku 
26 Temmuz 2007
ABDULLAH Gül’ün dünkü açıklamalarından sonra, "geniş çaplı uzlaşma" gereğinden fazlaca söz eden bir kişi olarak, birşeyler söylemek gereği hissediyorum. Gerçi seçim mitinglerindeki ve bu süre içerisindeki gazete ve TV demeçlerinden "Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığını inat meselesi yaptığı" sonucu çıkartıyor, AKP’yi iyi bilenlerin Gül’ün yeniden aday olma ihtimalinin yüksek olduğu tahminlerini ciddiye alıyordum. Ancak Gül’ün yeniden Cumhurbaşkanı adayı olduğunu söylemesini, açıkcası beklemiyordum.
Çünkü Gül’ü, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı dengeleyen, uzlaşmaya zorlayan bir kişi olarak tanıyorduk. Halbuki şimdi, roller değişmiş gözüküyor. Başbakan seçim gecesinden başlayarak daha uzlaşmacı, kazandıkları yüksek oyu hazmetmiş bir görüntü veriyor...
Gül’ün dün açıklama yaparak, seçim sonuçlarını sanki "toplumun kendi Cumhurbaşkanlığını onaylamış" gibi yorumlaması, kendisinden, daha doğrusu verdiği imajdan beklenmeyen bir karardı. "Artık çok daha sorumlu davranmak gerekiyor ülke için Cumhurbaşkanlığından feda ediyorum" dese, kendini çok daha fazla yüceltecekti diye düşünüyorum...
Bizce bu açıklama aynı zamanda Başbakan Tayyip Erdoğan’a ve AKP tabanına verilmiş bir mesajdı. Başbakan’ın seçim gecesi AKP Genel Merkezi önünde toplanıp, "Cumhurbaşkanı Gül" diye slogan atan parti tabanını susturmasına bir yanıttı, belki de...
Şahsen, Gül’ün dünkü açıklamasından Başbakan Erdoğan’ın ayrıntılarıyla haberdar olduğunu sanmıyoruz. Ya da "iyi polis-kötü polis" oyunu mu oynanıyor, bilmiyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın yeni dönemde uzlaşma arayacaklarına ilişkin sözleri, kamuoyunda "Gül’ün adaylıktan vazgeçeceği" biçiminde yorumlanmıştı. Çünkü uzlaşma dediğimiz şey, bizim özellikle "geniş çaplı uzlaşma" diye pekiştirdiğimiz şey, toplumun tüm kesimlerinin mutabakatını aramak demekti. Halbuki Abdullah Gül, uzlaşmayı "Meclis’te uzlaşma oldu iki kişiden biri oyunu AKP’ye verdi" biçiminde yorumluyor. Hatta daha ileri gidip, uzlaşmanın sandıkta olduğunu ve bu uzlaşmanın kendisi üzerinde olduğunu söylemeye çalışıyor.
Ama Sayın Gül çok iyi biliyor ki; uzlaşma dediğimiz şey, çok daha ileri, geniş çaplı bir olgu. İşaleminin "uzlaşma" dediği de bu değil...
UZLAŞMA SADECE MECLİS İÇİNDE OLMAZ
Abdullah Gül, soru üzerine, "Dolmabahçe mutabakatı içinde başkasının Cumhurbaşkanı olma şartının bulunduğu yönündeki söylentileri" kesin bir dille yalanladı. İki kişinin arasında kalacağı söylenen bu konuşmada neler olduğunu, ne sözlerin verildiğini, belki de bu fırsatla öğrenme fırsatı buluruz, kimbilir. Bizce zaten her şeyin açığa çıkması lazım.
Gül konuşmasında yine bir açık kapı bırakma gereği duydu. Çünkü anladığımız kadarıyla CHP ve MHP’nin yine Meclis’e girmemesi halinde, "AKP-DTP ittifakıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişi" olmak istemiyor. Bu sorun olur mu derseniz, elbette olur...
İşte bu nedenle herkesin, diğer partilerin de AKP’nin aldığı oyu iyi yorumlamasını istiyor.
Halbuki, yapılan seçim sonucu yorumlarında ağırlık, "AKP’nin zaferinde siyasi tartışmalar ya da Ordu’nun e-muhtırasından çok ekonomik gidişattaki olumluluk rol oynadı" yönündeydi. Ama belli ki Abdullah Gül, bu sonuçları, verilerin dışında yorumlamak eğiliminde...
Bu arada önceki gün Milliyet Gazetesi’nde yeralan Ece Temelkuran’ın yazısını herkese, şiddetle tavsiye ediyorum. Gül’ün bu tavrı, Temelkuran’ın deyimiyle AKP’nin "toplumun kendilerine oy vermeyen kesimini garnitür olarak görme eğilimi"ni doğrulayan bir tavır.
Bizce Gül’ün, Cumhuriyet mitinglerindeki milyonları "inat duygusunu artıran" bir topluluk olarak görme eğilimi yerine, tepkileri daha sağduyuyla yorumlama yolunu seçmesi gerekiyor.
Önceki gece Şerif Mardin, NTV’de Can Dündar’ın programında ısrarla "Meclis dışındaki odakları inceleyin" diyordu. Uzlaşma içinde Meclis dışındaki çeşitli gruplar yer almamalı mı?
Gül’ün AKP içinde "sağduyuyu temsil ettiğini", başarılı bakanlığını, hatta ekonomik istikrardaki rolünü sıkça yazan bir yazar olarak, bu tavrı çok yadırgadığımı söylemeliyim.
Yazının Devamını Oku 
24 Temmuz 2007
AKP’nin kazandığı yaklaşık yüzde 47’lik oy, öyle anlaşılıyor ki; AKP’liler için de sürpriz oldu. AKP’nin yöneticileri "En fazla yüzde 45 gibi bir oy alacaklarını tahmin ettiklerini" itiraf ediyorlar. Bu kadar yüksek oyun etkileri ne olacak, hep birlikte göreceğiz... Bu sonuçlardan herkesin kendine göre bir ders çıkarması lazım.
Özellikle CHP böyle bir yola gidecek mi, artık denizin bittiğini, başka bir politika izlemesi gerektiğini, bunun için anlayış ve kadro değişikliğine gitmesi gerektiğini görecek mi, bilmiyoruz.
AKP’nin yanısıra MHP’nin başarı kazandığı da kesin. Bizce bu seçimlerden en zararlı çıkan partiler; elbette çok düşük oy alan partilerle birlikte, CHP ve DTP oldu.
DTP’nin beklediğinin çok altında oy alarak milletvekili sayısının ancak grup kurabilecek sayıda kalması, bizce Kuzey Irak yönetiminin Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki etkinliğini ve bu bölgedeki oyların DTP yerine, büyük ölçüde AKP’ye kaydığını gösteriyor.
Seçim sonuçlarından, bütün partilerin çıkaracakları ortak dersler de var.
Bunların başında da AB hedefi geliyor. Seçimden önce Türkiye’de demokrasi için AKP’nin desteklenmesini savunanların, bundan sonra da aynı hararetle, aynı savı gündemlerinin ilk sıralarında tutmayı sürdürmeleri gerekiyor.
Yani Türkiye’nin demokratikleşmesi için gösterilen aceleci tavrın devam ettirilmesi, sadece dinsel özgürlükler değil azınlıkların özgürlüklerinin de savunulması gerekiyor.
Bunun için AB hedefinin korunması çok önemli. AB hedefi, bundan sonra "halk desteğiyle radikalizm"i önlemenin en sağlam yolu olarak gözüküyor.
Bu hedefi sadece AKP’nin ya da bazı sivil toplum örgütlerinin üstlenmesi yerine, özellikle sosyal demokratların da AB hedefini üstlenmeleri gerekiyor. AB hedefinin Türkiye’nin çağdaşlaşması için şart olduğunu, Hükümetlerin "sadece işlerine gelen konularda AB hedefi gözetmeleri yerine, topyekün Avrupa değerlerini benimsemeleri" için zorlamaları gerekiyor.
AB hedefine sarılmanın, aynı zamanda çağdaş ekonominin kurum ve kurallarıyla yerleşmesi için, dolayısıyla istikrar için şart olduğu da unutulmamalı.
GENİŞ TABANLI UZLAŞMA TALEBİ
Seçim sonuçları AB hedefine daha sıkı sarılma gereğini ortaya çıkarırken, bununla birlikte toplumsal uzlaşmanın yeniden oluşturulmasının şart olduğunu açığa çıkardı. AKP’nin bu kadar yüksek oy almasının, "Parti tabanını uzlaşmaya ikna etmek konusunda sınırlayıcı" olup olmayacağını, hep birlikte göreceğiz. Yani yüzde 40-42’lik oy oranı, belki de Başbakan Tayyip Erdoğan’ın "geniş tabanlı uzlaşma" konusunda eline daha rahatlatacaktı. Ancak olan oldu ve işi zorlaşsa bile, Tayyip Erdoğan’ın liderliğini gösterip, bu geniş tabanlı uzlaşma konusunda partisini ikna etmesi gerekiyor.
Bizce bu işin başarılması için, ilk günler, haftalar çok kritik öneme sahip.
Örneğin Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı seçimleri, bununla birlikte referandum ve yapılacak anayasa değişiklikleri konularında, AKP’nin tüm partiler nezdinde geniş bir uzlaşmayı gündeme getirmesi, AKP’nin ileriye dönük olarak, elini çok rahatlatacaktır.
AKP tabanının ateşli davrandığına, "uzlaşma" isteyenlere, kötü bir şey istiyorlarmış gibi sert tepki gösterdiklerine zaman zaman şahit oluyoruz. Umarız o meşhur "sokak" AKP yönetimine hakim olmaz, AKP merkeze kaydığını uygulamalarıyla da gösterir.
İşalemi de dün yaptıkları açıklamalarla geniş tabanlı bir uzlaşmanın ne kadar şart olduğunu dile getirdi. TÜSİAD, "Cumhurbaşkanlığı seçim süreci de dahil olmak üzere, toplumda oluşmuş olan hassasiyetlerin giderilerek, toplumsal uzlaşma ortamının sağlanmasına yönelik bir anlayışın benimsenmesi gerektiği görüşündeyiz" dedi. TOBB ise "yeni meclisin katılımcı demokrasinin gereği olan ortak akılla ülke sorunlarına çözüm bulmasını" talep etti. Tayyip Erdoğan’ın ilk demeci umut vericiydi. Umarız gerisi de gelir, geniş tabanlı uzlaşma hayata geçer.
Yazının Devamını Oku 
23 Temmuz 2007
BU seçimlerin galibi, kesinlikle AKP. Her ne kadar anketlere inanmak istemeyen kesimler olsa da, AKP, anketlerin gösterdiğine yakın bir oy oranına ulaşarak büyük bir zafer kazandı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ikinci kez, iktidarda olup, oylarını artırarak yeniden iktidar olan bir partiyle karşı karşıyayız. Hem de değişim süreci yaşanırken, bu değişimin ilk hükümetini oluşturan partiler sandığa gömülmüşken bunu becermesi, ayrı bir önem taşıyor.
Bizce önümüzdeki dönemde AKP’nin bu seçim zaferi, her açıdan yoğun olarak tartışılacak ve daha uzun süre örnek olay olarak kabul edilip incelenecektir.
AKP’nin tek başına iktidarı, piyasaların ağırlıkla beklediği bir sonuçtu. Bu nedenle sonuçların piyasaları rahatlatacağı kesin.
Belki AKP piyasaların beklediğinden de çok oy aldı ama anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olmaması, aslında piyasaların da tercih ettiği bir sonuçtu. Çünkü anayasayı değiştirecek kadar fazla oy alması halinde AKP’nin uzlaşmaya yanaşmayacağından endişe ediliyordu.
AKP’nin kesin galibiyetine rağmen, 3 partinin Meclis’e girmesi, AKP’nin anayasa değişikliği yapacak sayıya ulaşamamasına neden oldu. O nedenle, tek parti iktidarına rağmen, önümüzdeki dönemde siyasi tartışmaların yaşanması da kaçınılmaz görülüyor.
İşte bu nedenle, AKP’nin kesin galibiyetine rağmen daha alınacak çok yol var.
Şimdi en önemli iş Başbakan Tayyip Erdoğan’a düşüyor. Bizce Erdoğan asıl galibiyetini yeni dönemde ortaya koyacağı "uzlaşmacı tavrı" ile kazanacak. Bir başka deyişle bu galibiyeti uzlaşma ile taçlandırması gerekiyor.
Şu anda, gelinen siyasi tabloda tek tehlike; Cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmaya varılamayıp, yeniden bir seçime gidilmesi tehlikesi. Sağlanacak uzlaşmada ise en önemli görev AKP’ye, Başbakan Tayyip Erdoğan’a düşüyor.
Bununla birlikte elbette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin de, seçim sonuçlarına saygı gösterip, uzlaşmaya yakın durmaları gerekiyor.
SORUNLAR UZLAŞMA GEREKTİRİYOR
Aynı çerçevede, yeniden Başbakanlığı kesinleşen Erdoğan’ın, devletin diğer kurumlarının kaygılarını artık dinlemesi ve özellikle bazı bakanlıklardaki kadrolaşma konusunda, uzun zamandır kendisinden beklenen adımları atması gerekiyor.
Kişisel olarak Tayyip Erdoğan ve diğer liderlerin seçim sonuçlarını çok iyi okuyup, uzlaşmaya yanaşacaklarını tahmin ediyoruz. Bu uzlaşmanın geniş bir tabana yayılması ise Türkiye’nin önünü açacak, siyasi sıkıntıların biran önce giderilip, ekonominin yeniden öne çıkmasını beraberinde getirecektir.
Örneğin; Cumhurbaşkanlığı ve Meclis Başkanlığı seçiminde varılacak uzlaşma ile birlikte, Cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle ilgili referandumu, yapılacak anayasa değişikliklerinin ardına ertelemek, kamuoyunda büyük destek görecektir.
Başbakan Erdoğan’ın kendisinin ve partisinin geleceği için uzun vadeli düşünmesi gerektiğini, bu amaçla da belki de kendisinden beklenmeyen ölçüde uzlaşmacı bir tavır sergilemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Eğer şimdiye kadar varolan ve bir ölçüde sandıklara yansıyan kamplaşmanın artık yumuşatılması gerekiyorsa, eğer ancak bu şekilde büyük sorunlar aşılabilir, kamuoyu desteği sağlanabilirse, bu geniş tabanlı uzlaşmaya mutlaka ihtiyaç var.
Kamuoyunda sağlanacak destek ve oluşacak uzlaşma havasının yeni AKP Hükümetinin önünde bulunan Kuzey Irak, Avrupa Birliği, Kıbrıs gibi kritik ve devlet politikası gerektiren acil sorunların çözümüne büyük katkı sağlayacağı da açıktır.
Özetle; hem önümüzdeki duran cumhurbaşkanlığı seçimi gibi siyasi sıkıntıların kazasız atlatılması, hem uluslararası ilişkilerde gerekli adımların atılması, hem de artık yeni bir program gerektiren ekonominin sağlıklı biçimde yönlendirilmesi için, çok geniş kapsamlı bir uzlaşmaya ihtiyaç var.
Hiçbir partinin, zafer sarhoşluğuna kapılma ya da yenilgi kompleksiyle saldırgan ve hesapsız davranma lüksü yok. Türkiye’nin geleceği söz konusu...
Yazının Devamını Oku 
21 Temmuz 2007
HAZİRAN ayı bütçe rakamlarının hálá açıklanmadığının farkında mısınız? Halbuki daha önce, aylık bütçe sonuçları takip eden ayın 10’u, 12’si gibi açıklanır, kamuoyu bu rakamları tartışmaya başlar, piyasalar da buna göre ileriye dönük hesaplarını yaparlardı.
Örneğin 2007 mayıs ayı bütçe sonuçları 12 Haziran’da açıklanmıştı...
Peki, Maliye Bakanlığı neden haziran ayı bütçesini zamanında açıklamadı?
Bizce nedeni açık. Çünkü bütçede varolan bozulma, haziran ayı rakamlarıyla birlikte daha ağır bir tablo ortaya çıkaracak. İşte bu nedenle Maliye Bakanlığı haziran ayı bütçe sonuçlarını açıklamayı, pazar günü yapılacak seçimlerin ertesine bıraktı.
Bakanlığa sorulduğu zaman, "Bakanımız Eskişehir’de seçim çalışmalarında. Rakamları kontrol etmesi lazım ama yapamadı, o nedenle sonuçları açıklamak gecikiyor" diyorlarmış...
Bizce AKP Hükümeti, "yapmıyoruz" diye diye, bal gibi seçim ekonomisi uyguladı. Özellikle haziran ayında rakamların mali disiplinin iyice bozulduğu izlenimi verecek şekilde açıklanmasından da kaygı duyuluyor.
İşte sadece fazla harcama yapmak değil, yapılan harcamaları mümkün olduğunca saklamaya çalışmak da popülizmdir ve seçim ekonomisi uygulamak anlamına gelir.
Bu olay bize, Maliye Bakanlığı’na da, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gibi, ayın belirli günlerinde belirli verileri açıklamak zorunluluğu getirmek gerektiğini bir kez daha gösterdi. Demokrat olmak aynı zamanda şeffaf olmak, bilgi saklamamak, o değer verildiği söylenen piyasaların sağlıklı karar alması için, zamanında verileri elde etmesini sağlamak demektir.
Ama tam da bu aşamada bu söylediklerimizin, çok fazla kişiyi ilgilendirmediği de açık.
Açık olan başka bir şey de, böyle diye diye, hele piyasa oyuncularının kayıtsızlığı nedeniyle, kamu yönetiminde, ekonomide bu noktaya geldiğimiz, ama....
FATURA 2010’A KADAR ÖDENECEK
Aslında haziran ayı bütçe rakamlarını beklemeye de gerek yok, çünkü seçim ekonomisi uygulandığı mayıs ayı rakamlarıyla da çok açıkca kendini gösteriyor. Bütçede zaten bir bozulma var ama mali disiplini bozan önemli bir unsur da KİT’ler ve belediyeler.
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) İstikrar Enstitüsü tarafından hazırlanan "Mali İzleme Raporu Mayıs 2007 Bütçe Sonuçları" dün yayımlandı. TEPAV, seçim ekonomisi uygulamalarının bütçede ortaya çıkmaya başladığını ancak asıl etkinin 2010 yılına kadar olan 3 yıllık dönemde hissedileceğini açıkladı.
Rapor’da, "2007 yılı içinde Hükümet’in almış olduğu kararlar ve uygulamaya koyduğu politikalar sonucunda, 2007 yılı bütçesi sınırlı da olsa seçim ekonomisine doğru kaymaya başlamıştır. Ama bu konudaki mali etkinin esas olarak kendisini yerel yönetimler ve KİT’ler ile birlikte, gelecek yıllar bütçeleri üzerinde göstereceğini tahmin etmekteyiz" denildi.
Raporda, yapılan varsayım ve hesaplamalar çerçevesinde 2007-2010 arasında kamu kesimi dengesinin her yıl Gayrı Safi Milli Hasıla (GSMH) oran olarak yüzde 0.6-0.7 arasında olumsuz etkileme potansiyelinde bir mali etkinin ortaya çıkabileceğinin öngörüldüğü açıklandı. Buna göre, alınan politika kararlarının kamu kesimi üzerine mali etkisi 2007’de 3.743 milyon YTL, 2008’de 5.029 milyon YTL, 2009’da 5.245 milyon YTL ve 2010’da 5.440 milyon YTL olacak. Rapora göre, Merkezi Yönetimin sağlık hariç mal ve hizmet alımları ile sermaye giderleri toplamı Ocak-Mart döneminde, 3.050 Milyon YTL düzeyinde kalırken, yerel yönetimlerin aynı harcama kalemleri 4.325 Milyon YTL düzeyine ulaştı.
2007 bütçesi mayıs sonunda toplam 3,3 milyar YTL düzeyinde açık verirken, geçen yıl aynı dönem 303 YTL bütçe fazlası verilmişti. Raporda, "Geçen yılın aynı dönemine ait olan hesaplarda yerel yönetim ve fon payı düzeltmesi yapıldığında, bütçe açığı 2007 yılında 1,4 milyar YTL’den yüzde190,6 oranında artışla 4 milyar YTL’ye çıkmaktadır" denildi.
Herkes uygulanan seçim ekonomisinin faturasını, kendisine ne düşeceğini hesaplasın.
Yazının Devamını Oku 