21 Ağustos 2007
AMERİKAN Merkez Bankası FED’in iskonto faiz oranlarını indirmesi piyasaları biraz rahatlatmış görünüyor. Kimi iktisatçılar bunun ardından gösterge faiz oranları indiriminin geleceğini, bunun Eylül’de, hatta daha yakın olabileceğini söylerken, sayıları az da olsa bazı iktisatçılar ise artık asıl faiz oranlarını indirmeye gerek olmadığını söylüyorlar.
FED gösterge faiz oranlarını indirir mi, indirirse ne zaman indirir bilemiyoruz ama bildiğimiz bir şey var ki; küresel likidite artık son 4-5 yıldaki kadar bol olmayacak. Bu gerçeği artık hemen hemen dünyadaki piyasaları izleyen tüm iktisatçılar kabul ediyor.
Yani artık yeni bir dünya , yeni bir dünya ekonomisi, yeni bir finansal trend ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz lazım.
Bu gerçeği bilerek hareket etme zamanı geldi. Bu nedenle yeni kurulacak hükümetin önündeki en önemli sorun, büyük ihtimalle, yeni dünyaya uyum için yeni bir ekonomi politikasının dizaynı olacak.
Kredi piyasasındaki kriz bitti mi, sürecek mi bilemiyoruz ama bundan sonra risk algılamasının eskisi kadar yumuşak seyretmeyeceği, kredilerin eskisi kadar kolay kullandırılamayacağı açık.
Dolayısıyla bizim gibi gelişmekte olan ülkelere artık eskisi kadar sıcak para akmayacak, eskisi kadar kolay doğrudan yabancı sermaye girişi olmayacaktır. Çünkü unutmayalım ki; Türkiye’de gelip bir işletme alan ya da burada yatırım yapan bir yabancı da, bu yatırımı küresel finansal sistemden kullandığı krediler ile finanse etmektedir.
İşte bu nedenle de mevcut ekonomi politikaları devam ettirildiği sürece, dünya finans akışı değişeceği için, artık eskisi kadar yüksek büyüme sağlanamayabilecektir.
Çünkü herkes biliyor ki; geçtiğimiz 4 yıl içinde, çok fazla döviz girişi olduğu için döviz kuru düşük seyretmiş, dolayısıyla hem yabancı hem yerli yatırımcılar yeni yatırımlarını döviz kredisi alarak yapmış, mevcut yatırımlarını yine döviz borçlanarak geliştirmiş, modernize etmiş, ilave işletmeler kurmuşlardır.
Bunun yanısıra aynı döviz bolluğu, her ne kadar hedefin hala uzağında olsak bile, enflasyonla mücadeleye de çok büyük katkı sağlamıştır.
Ama şimdi bütün bu geçmiş uygun ekonomik iklimi yaratan eski küresel likidite bolluğu, büyük ihtimalle olmayacak. O zaman yeni dünyaya yeni politikalar gerekiyor...
Yeni kurulacak Hükümette kimlerin ekonomi politikalarından sorumlu olacağı, IMF’le ilişkilerin ne olacağı, AB hedefine yeniden yakınsama olup olmayacağı, elbette çok önemli. Ama bizce artık "çizilen rotaya göre gitme dönemi" sona erdi, yeni dünya koşullarına uygun yeni ekonomik politikaların oluşturulması gerekiyor. Bunun için de yeni kurulacak hükümetin mümkün olduğunca geniş çevrelerin, başta da işaleminin görüşlerini alması, çizilecek yeni politikaları, olabilirse birlikte oluşturup, onların gidişata uygun davranışa girmelerini sağlaması gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki; ekonomik büyümeyi sağlayan artık özel sektördür.
YABANCI SERMAYE İHTİYACI
Belki de yeni Hükümetin ilk yapması gereken şeylerden biri, Ekonomik ve Sosyal Konseye işlerlik kazandırıp, tüm kesimlerin katılacağı bir politikayı oluşturmaya çalışmaktır.
Unutmayalım ki; büyümeyi sağlayan özel sektör olduğu için, özel sektörün dış borçları epeyce kabarmıştır. Eğer uygulanan döviz politikalarında bir değişiklik olacaksa, ya da dalgalı kur içinde döviz girişinin azalması halinde kurların aşırı yükseleceği görülüyorsa, bundan mutlaka özel sektörün haberinin olması, buna göre hazırlıklarını yapması gerekir.
Bunun da ötesinde, her ne kadar küresel likidite azalacak olsa da, yani kısa vadeli sermaye ve doğrudan yabancı sermaye eskisi kadar bol almayacaksa bile, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde yüksek büyümeyi devam ettirmesi için, mutlaka yabancı sermayeye ihtiyacı var.
Dolayısıyla zaten uluslar arası iklim nedeniyle bu zamana kadar Türkiye’ye gelmiş yabancı sermayenin, bundan sonra belki "yaldızlı davetiye" ile çağrılması gerekecek.
Özetle;ekonomi yönetiminin artık acemilik ve beceriksizlikleri kaldırma lüksü yok.
Yazının Devamını Oku 
16 Ağustos 2007
ÇOK iyi hatırlıyorum; Abdullah Gül’ün ilk AKP Hükümetinde Başbakan olduğu dönemlerdi. IMF’le anlaşmanın olup olmayacağı tartışmalıydı, AKP’de IMF’e rest çekme eğilimi ağır basıyordu ve piyasalar giderek kötüleşiyordu. O dönem baş başa görüşmelerimizde Gül’e, mutlaka piyasalara güven verilmesi gerektiğini, IMF’le anlaşmanın devam etmesi gerektiğini, aksi takdirde yeni bir krize sürükleneceğimizi anlatmaya çalışıyordum. Gül o dönem dikkatle dinler, uyarılarımızı dikkate alır, özellikle Londra’daki tanıdıklarından uyarılarımızın doğru olup olmadığını sorgulardı.
Bu nedenle IMF’le anlaşmanın sağlanmasına dönük kararlar açıklanırken, özel olarak o toplantıda bulunmamı istemiş, daha sonra çeşitli bahanelerle bir araya geldiğimizde. çevremizdekilere o dönemki kaygılarımın haklılığını, zor dönemlerden nasıl geçildiğini anlattığına şahit olmuştum.
Daha sonra çeşitli yazılarımda da, AKP’nin başarısında o dönem alınan doğru ekonomik kararların etkisinin büyük olduğunu, doğru kararlar verilmesinde Abdullah Gül’ün katkısını, Gül’ün parti içinde "sağduyuyu" temsil ettiğini, aynı zamanda "piyasa dostu "bir tavır sergilediğini yazmıştım.
Bir süredir ise Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığından vazgeçmesi gerektiğini, AKP’nin merkeze kayması için bunun şart olduğunu, devlet içinde artık çatışmanın olmaması gerektiğini, geniş çaplı bir uzlaşmanın gereğini yazıp duruyorum.
Bu yazılara karşı "uzlaşmanın sandıkta zaten olduğunu" söyleyen çok tepki aldım ama hala söylüyorum ki; AKP’ye verilen oylar ,Gül’ün dediği gibi, kendi cumhurbaşkanlığı için verilen oylar değildi, istikrar için verilen oylardı. Halbuki Gül Cumhurbaşkanlığında ısrar ederek, kazanılan görece istikrarın yeniden yitirilmesine neden olabilir.
Piyasaların birkaç gündür nasıl bozulduğunu hep birlikte görüyoruz. Bunda elbette dış dünyadaki gelişmeler önemli rol oynuyor ama Gül’ün yeniden aday olmasıyla, içerdeki istikrarın bozulacağı tehlikesi de bu kötüleşmede önemli paya sahip.
Şu anda daha tedirginlik aşamasında olduğumuz halde piyasalar etkileniyor. Bir de çatışmanın artacağına, siyasi kaosun büyüyeceğine ilişkin ipuçları gelmeye başlayınca, çeşitli kesimlerden açıklamalar gelince, o zaman piyasaların ne hal alacağını düşünsenizeÖ
FİNANCİAL TİMES YAZISI BİLE YETER
Kategorik olarak Gül yandaşlığı yapanlar, piyasalardaki kötüleşmenin tümüyle dış kaynaklı olduğunu, Gül’ün adaylığının etki etmediğini söyleyeceklerdir. Çünkü bu konudaki tartışmalar son dönemde "futbol takımı taraftarlığı"na dönüşmüş durumda.
Halbuki dış dünyada Gül’ün adaylığı için çıkan yazılara baksalar bile, yurt dışı kaynaklı fon akışının Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığından nasıl etkileneceğini hemen anlayabilirler.
Bir tek örnekÖ Tüm dünyada finans sektörünün ilk okuduğu ve paralarına yön verirken güvendikleri gazetelerin başında Financial Times gelir. Financial Times, ’Gül, Türk ordusuna meydan okuyor’ başlıklı yazısında, Abdullah Gül’ün, ordunun ve laik kesimin tüm şüphelerine rağmen ikinci kez adaylığını ortaya koyarak kendisine karşı olanlara meydan okuduğunu yazmış. Gazetenin Ankara muhabiri Vincent Boland tarafından kaleme alınan makalede, Gül’ün ’laik ilkelere sadık kalma’ sözü verdiği, ancak ülkedeki laik kesimin bu konuda şüpheleri olduğuna dikkat çekilmiş. Gül’ün ’cumhurbaşkanlığı makamına layık’ bir politikacı olduğunun belirtildiği makalede, Gül’ün adaylığının ’ekonominin dengesinin bozulmasına ve ülkedeki istikrarın zedelemesine yol açabilecek hükümet ile ordu arasında muhtemel bir krizin oluşmasına değip değmeyeceği’ sorusunun önemi vurgulanmış.
Aynen bizim söylemek istediğimiz de bu: Gül elbette Cumhurbaşkanı olmaya layık biri ama şimdi, bu aşamada, değer mi? Tam ekonomik olarak yeni hamle yapıp ilk 10 ülke arasında girme fırsatı yakalamışken, Kuzey Irak, AB, Kıbrıs gibi devasa sorunları çözme imkanı varken, devlet içinde çatışmayla bunların başarılamayacağını anlamışken, olacak iş mi?
Yazının Devamını Oku 
14 Ağustos 2007
BİZİM Merkez Bankamızın içinde bulunduğu kredibilite veya itibar sorununu epeydir tartışıyoruz. Özellikle 2006 Mayıs’ından sonra bu sorun sürekli olarak önümüze çıkıyor. Son dönemde Merkez Bankası yeni yönetiminin aldığı kararlar, bu sorunun giderilmesi açısından epeyce yol alındığını gösteriyor ama gelinen seviye hálá yeterli görünmüyor. Bu nedenle de örneğin bir faiz kararında Merkez Bankası çok daha temkinli davranmak zorunda kalıyor.
Merkez Bankalarının itibarları, alınan kararların piyasa tarafından benimsenip benimsenmediğiyle, piyasaların Merkez Bankalarının aldığı kararların arkasından gidip gitmedikleriyle ölçülüyor. İşte bu nedenle Merkez Bankalarının piyasayı çok iyi analiz etmeleri, bunun için de öncü göstergeleri çok iyi takip edip, çok iyi nabız tutmaları gerekiyor.
Bizde enflasyon hedeflemesi olduğu için, Merkez Bankası’nın itibar sorununu çözmenin en iyi yolu belirlenen enflasyon hedefine ulaşmaktan geçiyor.
Ancak Merkez Bankası’nın itibar sorunu sadece Türkiye’ye özgü bir şey değil. Ne kadar kurumsallaşmış olsalar da, gelişmiş ülke Merkez Bankaları da bazen piyasayı iyi okuyamayıp doğru karar alamayabiliyorlar. Bunun yanısıra Merkez Bankalarının yönetimindeki kişilerin güven sorunu da olabiliyor.
İşte gelişmiş ülkelerde son dönemlerde yaşananlar, bu ülkelerde de Merkez bankalarının itibar sorunu yaşandığını ortaya koydu. Kredi piyasalarındaki sorunlar, huzursuzluk yaratmaya devam ederken, sorunlar gelişmiş ülkelerde likidite darlığı yaratacak boyutlara ulaştı ve bu çerçevede Merkez Bankaları piyasaya geçici likidite sağladı. Geçtiğimiz Cuma günü Avrupa Merkez Bankası 83.7 milyar dolar, FED de 38 milyar dolar likidite verdi. Bu arada ABD’de ekonomik büyümeye yönelik endişelerle faiz indirimleri yeniden fiyatlanmaya başladı. Daha önceden FED’in 2008’in sonuna kadar faizi yüzde 5.25’te sabit tutacağı beklentisi oluşmuştu ama son gelişmelerden sonra, vadeli işlemlerde Eylül’de ve Aralık’ta 25 baz puan indirim olacağı fiyatlanmaya başladı. Bu arada vadeli işlemlerde, FED’in olağanüstü bir toplantı yaparak faizleri indirmek için bir sonraki toplantıyı beklemeyeceği yolunda bile beklenti oluştu ve bu beklenti oranlara yansımaya başladı.
Aynı şekilde son gelişmelerden sonra Avrupa Merkez Bankası’nın da eylülde 25 baz puan faiz artırmasına, artık önceden olduğu kadar kesin gözüyle bakılmıyor.
İşte küresel likidite hareketlerinde son dönemde yaşananlar, bizce FED ve Avrupa Merkez bankalarının da itibar sorunu yaşadıklarını gösteriyor. Bu nedenle de dünya piyasalarındaki herkes ABD’deki Greenspan’ın FED Başkanı olduğu dönemi arar oldu.
Uluslararası küresel likiditedeki hareketler, bizce Türkiye’deki piyasaları da önemli bir belirsizlik döneminin beklediğini açıkca ortaya koyuyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI VE PİYASALAR
İç piyasalar açısından belirsizlik yaratan en önemli unsurlardan birini de Cumhurbaşkanlığı seçimleri oluşturuyor. Abdullah Gül’ün adaylığı normal bir dönemde olsa, bu kadar büyük, önemli, sembolik değerler taşıyan bir adaylık olmayabilirdi. Ancak gelinen noktada Gül’ün adaylığı, Türkiye’deki siyasetin geleceği açısından piyasalara önemli ipuçları verecek. Yani, Gül adaylıkta ısrar ederse, piyasalar önümüzdeki dönemde devlet içinde yeni çatışmalar yaşanacağını, bu nedenle de önemli kararların alınamama tehlikesi olduğunu algılayacak. Gül adaylıktan çekilir ve diğer partilerin de en azından karşı çıkmayacakları bir kişi aday gösterilirse, piyasalar bundan sonrası için, özellikle ekonomik gidişat açısından çok olumlu bir dönemin yaşanmasını beklemeye başlayacak.
Gerçekten de gelinen noktada, Gül’ün adaylığı sadece AKP içindeki dengeler ya da AKP’nin merkeze kaydığını göstermesi açısından değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik gidişat hakkında da önemli bir gösterge olacak.
İşte bu nedenle Gül’ün adaylık kararını verirken, bizce küresel likiditedeki yeni hareketi ve "olası bir kötüye gidişte sorumlu tutulma" tehlikesini de göz önüne alması gerekecek.
Yazının Devamını Oku 
13 Ağustos 2007
ENERJİ Bakanlığı, dünyada en büyük rezerve sahip olduğumuz bor’da, hammadde yerine geliştirdiği türev ürünleri satarak, dünya çapında büyük pazarlar oluşturmaya devam ediyor. Bakanlık son olarak geliştirdiği "kalsine tinkal" adlı bor türevi ile çok sayıda sektörde kullanılan soda külüne ikame bir ürün yaratmış oldu. Bu ürünün önümüzdeki dönemde 250 milyon dolarlık yeni bir pazar oluşturması ve Türkiye’nin mevcut bor gelirine ek bir gelir yaratması bekleniyor.
Enerji Bakanlığı bünyesinde; şimdiye kadar ahşap evleri yanmaktan koruyacak bor katkısı, çimentonun dayanıklılığını arttıracak borlu beton, borlu seramik, yanmaz kumaş ve kağıtlar için bor katkısı, selülozik izolasyon ile borlu dayanıklı izolasyon, enerji depolamak için Hidrojen Bor, Bor ile desteklenen üstün iletkenler, alev geciktirici Çinko Borat, Kemik Erimesi ve Kanser Tedavisi için Bor Kullanımı çalışmaları yapıldı. Bu çalışmalardan bir kısmı hayata geçirilirken, bir kısmı için araştırma ve ürün geliştirme çalışmaları, bazıları için pazar yaratma çabaları devam ediyor.
Kalsine tinkal, geliştirme işlemi tamamlanıp, pazar konusunda somut adımların atıldığı en yeni ürün oldu. İlk siparişlerin alınmaya başladığını kaydeden Bakanlık yetkilileri, soda külü yerine kalsine tinkal kullanımının giderek artmasını bekliyorlar.
Kalsine tinkal olarak adlandırılan bu ürün, Bor’un bir türevi. "Bor’un kullanıldığı alanlar açısından bir kimyasal devrim" olduğunu söyleyen Enerji Bakanlığı uzmanları, dünya izolasyon sektörü ve Soda Külünün kullanıldığı başta cam olmak üzere tekstil, deterjan ve benzeri sektörlerin en büyük ikame ürünü olarak pazarlara sunulacağını söylediler. Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nce geliştirilen yeni bor ürünü Kalsine Tinkalın, halen mevcut olan dünya bor pazarına eşdeğer bir yeni pazar oluşturması bekleniyor.
Enerji Bakanı Hilmi Güler, Eti Maden’in bora dayalı yeni ürünler üretip dünya pazarlarına sunması konusuyla özel olarak ilgileniyor. Bakan Güler, "Amacımız boru sadece yerin altında duran rezerv olmaktan çıkartıp dünya çapında rekabet eden geliştirilmiş ürünler olarak ihraç etmek. Aynı zamanda Bakanlık tesislerimizde ve laboratuarlarımızda geliştirdiğimiz ürünleri özel sektörümüzün yeni iş olanakları haline getirmek" diyor.
HEDEF PAZARIN YARISI
Bilgi veren Enerji Bakanlığı yetkilileri, Türkiye’nin, dünya bor rezervinin yüzde 72’sini elinde bulundurduğunu hatırlatarak, borun yeni yüzyılın madeni olarak adlandırıldığını söylüyorlar ve 21’nci yüzyıla Türk bor ürünlerinin damgasını vuracağını iddia ediyorlar.
2005 yılında başlanan "Tinkal Cevherinin kalsinasyonu" projesinde alınan başarılı sonuçların Türkiye için 2 milyar dolarlık bir Pazar hedefini açtığı kaydediliyor. Eti Maden Genel Müdürlüğü içinde kurulan endüstriyel ölçekli pilot tesislerinde üretilen Kalsine Tinkal’in daha ilk andan yurt dışından gelen 25 bin tonluk talebin karşılandığı ve bu miktarda ihracatın gerçekleştirildiği belirtildi.
Yıllık 2 milyon olarak belirlenen ilk aşamadaki hedefin büyüyen talebe bağlı olarak artacağı da belirtildi. 1.2 Milyar Dolar büyüklüğündeki klasik bor ürünleri pazarının halen yüzde 38’inden 400 milyon dolar pay alan ve bu pazarın en büyük oyuncusu olmak isteyen Türkiye’nin, bu yeni hamlesi ile pazarın yarısı yani yüzde 50’lik pazar hedefine ulaşmak için çok büyük bir adımı atmış olduğu da ifade ediliyor.
Kalsine tinkal’ın ikame edileceği soda külünün toplam dünya tüketimi 38 milyon ton. Türkiye’nin yakın çevresinde 10 milyon tondan büyük bir soda külü pazarı var.
Yazının Devamını Oku 
9 Ağustos 2007
SEÇİMLERİN ardından başlayan "faiz indirimi" talepleri, geçen hafta açıklanan temmuz ayı enflasyon verilerinden sonra daha da güçlendi. Merkez Bankası üzerinde kurulan "yılın son çeyreğini beklemeden faiz indirimine başla" baskısı da giderek artıyor. Bizce şu anda ekonomi normal, olması gereken dengede gidiyor ama ek tedbirlere de ihtiyaç var. Bütçede yapılacağı söylenen tasarrufların hangi kalemlerde gerçekleştirileceği, bu tasarrufların gerçekten yapılıp yapılamayacağı, bizce biran önce açıklık kazanmalı.
Hükümet biran önce, IMF’nin gelişini beklemeden, 2008 Bütçesi’ni hazırlamadan önce bu tasarruflara başlamalı. Seçim nedeniyle harcamaların arttığı ortada, bunun aksini savunmak fazla iyimserlik olur. Bu nedenle bu aşırı harcamaları absorbe edecek tedbirlere ihtiyaç var. Bu tedbirler ne kadar erkenden alınıp, uygulamaya sokulursa, 2008 için çok daha tutarlı bir bütçe hazırlanılabilir.
Türkiye’de faizlerin yüksek olduğu, düşmesi gerektiği, dışarıdaki tasarruflara bu kadar yüksek gelir sağlamanın normal olmadığı açık...
Ancak belirli bir dengenin kurulması, kazanılan ekonomik istikrarın mutlaka korunması gerekiyor. Bunun için de temkinli olmakta fayda var.
Türkiye son 4 yıldır ortalama yüzde 7.5 büyüdü. Buna rağmen işsizlikte problemler var. Yani Türkiye’nin bundan sonra da en azından yüzde 7 büyümesi gerektiği ortada...
Bütün bu görüşlere katılmamak mümkün değil... Ancak olayı uzun vadeli düşünmeli ve ilerideki istikrarı kaybetmemek için, büyüme konusunda fazla hırslı olmaktan da kaçınılmalı...
Dün açıklanan verilere göre haziran ayında sanayi üretim artışı yüzde 1.8’de kaldı. Piyasaların beklentisi ortalama yüzde 4.1 büyüyeceği yolundaydı.
Haziran ayı rakamlarıyla birlikte, yılın ilk çeyreğinde yüzde 8.5 olan sanayi üretim artışı, yılın ikinci çeyreğinde yüzde 3.0’e düşmüş oldu. Sanayi üretim artışının sınırlı kalmasında yüksek baz etkili olurken, imalat sanayi üretim artışının yavaşladığı bunda da iç talebe yönelik sektörlerde bir toparlanma olmaması ve ihracata yönelik sektörlerdeki üretim yavaşlamasının etkili olduğu saptandı.
Bazı iç kullanıma yönelik sektörler ortalamanın altında büyürken, giyim sektöründeki büyüme hızlandı. Bunun son aylardaki ihracat performansındaki artıştan kaynaklandığı belirtiliyor.
İSTİKRARLI YÜKSEK BÜYÜME İÇİN
Sanayi üretim artışında yılın ikinci çeyreğindeki izlenen yavaşlama, bir önceki dönemdeki yüksek büyüme nedeniyle bekleniyordu ama yavaşlamanın dozu piyasaların beklediğinin biraz altında gerçekleşti.
Buna karşılık piyasa yorumcuları, yılın ikinci yarısında yani 3’üncü ve 4’üncü çeyrekte büyümenin yeniden hız kazanmasını bekliyorlar. Bu nedenle de bir süredir yüzde 5-6 arasında revize ettikleri yıllık büyüme tahminlerini korumayı tercih ediyorlar.
Bizce 2007 yılının bir seçim yılı olduğu, aylar boyunca önemli siyasi gerginlikler yaşanıp, bunun piyasaları olumsuz etkilediği gözardı edilmemeli. Yani 2007 yılı için yüzde 5’lik büyüme rakamı, makul bir büyüme oranı olarak düşünülebilir.
Eğer hükümet tasarruf tedbirlerini uygulamaya koyacaksa, bunun küçümsenemeyecek boyutlarda olması gerektiği unutulmamalı. Ayrıca enflasyon hedefine yakınsama sağlanmaya başlamışken, bu iyileşmede ikinci çeyrekteki yavaşlama ve iç talebin düşük seyrinin devam etmesinin oynadığı büyük rol de gözardı edilmemeli.
Türkiye gerekirse bu yıl büyümeden fedakarlık edip enflasyonunu biran önce yüzde 3-4’lere düşürmeli ki; bundan sonra daha yüksek ve sürdürülebilir büyüme oranlarına kavuşsun.
Ancak bunun için artık Cumhurbaşkanlığı gibi siyasi gerginlik yaşamayıp, biran önce uzlaşmayla yeni bir yapısal tedbir ve sanayi üretim hamlesine girişmesi de gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
7 Ağustos 2007
BANKA ve aracı kurumların araştırma bölümleri, harıl harıl uluslar arası gelişmeleri, küresel likiditedeki trend değişikliklerini kestirmeye çalışıp, yönetimlerine sürekli rapor veriyorlar. Yabancı banka ve aracı kurumlar bu çaba içindeyken, içerdeki araştırma bölümleri ise bir yandan dünyadaki gelişmeler hakkında tahminler yapıp, öte yandan bu muhtemel hareketlerin içeriye nasıl yansıyacağını hesap etmeye çalışıyorlar.
Düşünsenize; şu anda yaşanan dalgalanmanın nereye gideceğini, nasıl sonuçlanacağını bilen, sonunda çok büyük karlar elde edecek. Tabi tam tersi, hiç bilemeyen de o oranda zarara uğrayacak. Yani iktisatçıların, dealarların marifetlerini gösterecekleri bir dönem yaşıyoruz.
İçerideki bankalar da önlerini görmeye, önümüzdeki döneme ilişkin sağlıklı projeksiyonlar yapmaya çalışıyorlar.
İşte bir büyük bankanın araştırma bölümünün dün yayımlanan raporundan, uluslar arası hareketlere dönük saptamalardan, bazı başlıklar:
-Parasal genişleme devam etmekle birlikte bir miktar yavaşlıyor...
- Gelişmiş ülke sermaye piyasalarında görülen çalkantı yükselen piyasa ekonomilerini etkiliyor...
- Son hareketlerin ardından risk algılamasının bir süre daha yüksek seyretmesi bekleniyor.
Saptanan bu unsurlar hemen hemen tüm araştırmacıların raporlarında yer verdikleri ortak noktalardan bazıları. Ancak bu saptamaların Türkiye’ye muhtemel etkileri konusunda henüz tahmin yapmak o kadar kolay gözükmüyor.
Bankacılarla konuştuğunuzda, daha çok dışarıyı kestirmeye çalıştıklarına şahit oluyorsunuz. Ancak sohbetlerde, içeriye etkileri konusunda özellikle siyasi ortam üzerinde duruyorlar. Küresel likiditedeki büyünün bozulduğu ve artık dalgalar arasındaki sürelerin giderek kısaldığı gözleniyor. Yani, bu son günlerde yaşanan hareket yumuşayıp dursa bile, yenilerinin geleceği konusunda hemen herkes hem fikir gözüküyor. İşte bu nedenle de "içeride ne kadar kuvvetli olursak dışarıdan gelecek etkilerden o kadar az etkileniriz" görüşü hakim.
İçeride kuvvetli olup olamayacağımızın en önemli göstergesi ise Bakanlar Kurulu listesi, Meclis Başkanlığı seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda takınılan tavır olacak.
MERKEZ BANKASI’NIN TAVRI
Türkiye’nin önünde ciddi, büyük, siyasi ve ekonomik konular var. Her şeyden önce küresel likiditenin çekilmesinden etkilenmemek, daha doğrusu daha az etkilenmek için içeride her açıdan kuvvetli olmak, siyasi çatışma yaşamamak gerekiyor. Yine IMF’le ilişkiler, AB ile ilişkiler, Kıbrıs, Kuzey Irak gibi devasa sorunların çözümü için de, vakit geçirmeden yeni bir ekonomik atağa kalkışmak için de, mutlaka sorunsuz, devletin koordineli çalıştığı bir döneme girmek zorundayız.
Hemen seçimin ardından, ihracatçılar başta olmak üzere, kurlardan yakınma ve bu çerçevede "Merkez Bankası’nın faiz indirmesi gerektiği", yüksek sesle konuşulmaya başladı.
Herkesin unuttuğu şu ki; Merkez Bankası enflasyon hedefini hükümetle birlikte saptıyor ve araç bağımsızlığı içerisinde, enflasyon hedefine ulaşmak için elinden geleni yapıyor. Elinden gelen daha doğrusu kullanabileceği en önemli silah ise faiz silahı... Yani Merkez Bankası’nın faiz indirmesi isteniyorsa, hükümete, siyasi otoriteye çağrı lazım.
Tüm iş alemi uzlaşma ortamının geliştirilmesi, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminin kriz bahanesi olmaktan çıkarılması, devlet organlarının koordinasyon içinde çalışmasının önemi üzerinde çok daha fazla durmalı, çok daha fazla ısrarcı olmalı. Bu takdirde hızla mali disiplinin yeniden sağlanması, önümüzdeki döneme ilişkin temel siyasi ve ekonomik konuların belirlenmesi, ileriye dönük plan yapılabilmesi, dolayısıyla da mevcut risklerden, inisiyatifimizde olanların bertaraf edilmesi sağlanabilir.
İşte bu takdirde Merkez Bankası da faiz indirimlerine başlayabilir, kurlar makul düzeylere gelebilir ve istikrar sağlanabilir. Yani; önce siyasi istikrar...
Yazının Devamını Oku 
6 Ağustos 2007
BU hafta Türkiye’nin siyasi geleceği açısından kritik bir hafta olacak. Bu hafta atılacak adımlar, uzlaşma yolunda AKP’nin bundan sonra nasıl davranacağının, Cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz yaşanıp yaşanmayacağının işaretlerini verecek..
Piyasalar da bu haftayı dikkatle izleyecek. Çünkü küresel likidite hareketlerinde trend değişikliklerinin izlendiği bir süreçte, içeride atılacak siyasi adımlar, ülkeye yabancı sermaye girişini, dolayısıyla kur ve faizin yönünü de önemli ölçüde belirleyebilecek.
Bu hafta atılacak siyasi adımların bize, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bundan sonra, uzlaşma söylemini ne kadar hayata geçirdiğini veya geçirebildiğini de gösterecek. Bu konudaki asıl niyetini ortaya koymuş olacak.
İşte bu niyet de bu hafta kurulması beklenen 60. Hükümet döneminde, ülke yönetiminin tüm kurumlarıyla ne kadar uyumlu ve ahenkli gidebileceğini ortaya çıkaracak. Siyasi çatışmadan uzak durulup durulmayacağını, dolayısıyla devlet yönetiminin bundan sonra ne kadar koordineli çalışabileceğini de gösterecek.
Devlet yönetiminin koordinasyon içinde ve çatışmasız sürdürülmesinin hayati öneme sahip olacağı bir döneme giriyoruz. Hem uluslararası siyasi konular, hem de ekonomik gidişat, bu koordinasyondan ve çatışmasız, birlikte hareket edilen ortamdan çok olumlu etkilenecek.
Başbakan Erdoğan, bu sabah Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından kabul edilecek. Sezer 60. Hükümeti kurma görevini Erdoğan’a verecek.
Aldığımız duyumlara göre Erdoğan, yeni Bakanlar Kurulu listesini en geç 2 gün içinde Cumhurbaşkanı Sezer’e sunmayı planlıyor. Bu listede yeralacak kişilerin, bundan sonra ülke yönetiminin nasıl yürüyeceğini göstermesi açısından, önemli sembolik değerleri var. Bu arada Cumhurbaşkanı’nın bakan listesi üzerinde oynama yetkisi olduğu biliniyor ve burada isimler üzerinde yapılacak tartışmalar ve kamuoyuna yansıması da önümüzdeki dönem açısından kritik öneme sahip haberler olacak.
Yani bakanların kişilikleri, radikal unsurları temsil eden kişilere bakanlık verilip verilmeyeceği, bazı isimlerin Milli Güvenlik Kurulu’na katılan bakanlıklara atanıp atanmayacakları, Milli Savunma Bakanlığı’nın yanısıra, Milli Eğitim, İçişleri ve Adalet Bakanlıklarına atanacak kişiler, siyasi gerginlik konusunda ipuçları verecek.
CUMHURBAŞKANLIĞI DÜĞÜMÜ
Bu hafta Bakanlar Kurulu listesinin yanısıra, AKP’nin Meclis Başkanı adayının kim olacağı da açıklık kazanacak ve bu hayati öneme sahip olacak. Eğer Başbakan Erdoğan, Abdullah Gül’ü Meclis Başkanlığı konusunda ikna ederse, o zaman otomatik olarak Cumhurbaşkanlığı seçimi de bir kriz konusu olmaktan çıkacak.
İşte o zaman Türkiye’nin önü açılabilir ve hızla asıl atması gereken adımlara yönlenebilir.
Geçen cumartesi günü TBMM’deki yemin töreni, bizce, ileriye dönük, bu hafta atılacak sağlıklı adımlara dönük, olumlu düşünmemize yol açan sahnelerle doluydu.
TBMM’nin açılışında konuşan geçici Başkan Şükrü Elekdağ’ın, Erdoğan’ın seçim gecesi, yaptığı konuşmadan "milletin ortak değerlerinden ve cumhuriyetin temel niteliklerinden asla taviz verilmeyeceği" sözlerini aktarması, milletvekillerinden yoğun alkış adı. Elekdağ, Başbakan Erdoğan’ın, "Kurulacak hükümeti hem içte, hem dışta devasa sorunlar bekliyor. Ülkemiz bu seçim dönemini büyük bir kutuplaşma ortamı içinde geçirdi. Türkiye’nin karşısındaki sorunların üstesinden gelebilmesi için öncelikle kutuplaşma ortamının geride bırakılması ve yerine bir normalleşme ve yumuşama ikliminin hakim kılınması gerekiyor" sözlerini de aktarıp, övdü.
Uzlaşma dediğimiz de işte bu... Türkiye kutuplaşmayı aşar, yönetimde birlik sağlarsa, hem önündeki büyük sorunları aşar, hem de büyük bir sıçramaya girer. Tersi ise kabus senaryosu...
Yazının Devamını Oku 
4 Ağustos 2007
ANKARA’da yoğunlaşan ama uzantıları tüm Türkiye sathına yayılmış, her türlü oyunun denendiği, yoğun bir bakanlık yarışı yaşanıyor. AKP içindeki çeşitli gruplar, bakan olacak isimler üzerinde çalışırlarken, Başbakan Tayyip Erdoğan üzerinde yoğun bir baskı oluşuyor. Bu kez 2002 seçimlerinden daha değişik bir yarış izliyoruz. 2002 seçim sonuçlarından sonra Tayyip Erdoğan, 4-5 kişilik çekirdek grubuyla oturup, kimleri bakan yapacağını saptamıştı. Ancak şimdi dengeler değişti. Yine başkalarına da soracaktır ama bu kez hangi dengeyi nasıl kuracağı konusunda çok daha deneyimli ve kabine artık tümüyle kendi kabinesi olabilecek.
Bunun yanısıra çok daha değişik bir süreçten de geçiyoruz. Kendisinden beklenti bir hayli yüksek. Hele ki yüzde 47 oy aldıktan sonra, artık çok daha karmaşık dengeler üzerine bir kabine kurmak zorunda. Seçimden sonra yaptığı parti toplantısında da, hem bakanlıklar hem de bürokrasi için çok daha geniş kesimi temsil eden bir tavır takınmaları gerektiğini, bu arada bürokratlardan kendilerine yakın isimler olsa bile, artık liyakata bakarak atama yapılmasını istemiş. Bizce bürokrasi atamaları da bakan atamaları kadar "AKP’nin ne kadar merkeze yaklaştığını" gösterecek, hatta bu anlayışta bakan seçimleri öne çıkabilecektir.
Şu anda parti içinde Abdullah Gül’ün oturacağı koltukla ilgili acil bir tartışma yaşanıyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın en sıkıştığı nokta da burası. Bu sorun halledildikten sonra, kabineyi kurmak, bakanları Gül’ün konumuna göre saptamak mümkün olabilecek.
AKP çevrelerinde Abdullah Gül’ün Meclis Başkanlığı’na ikna edilmesi halinde, Gül’e yakın kaç ismin hangi bakanlıklarda görev alacağı tartışmasının yaşandığı bile konuşuluyor.
Şu anda Bülent Arınç eskisi gibi grup halinde değil "sadece bir kişilik bir faktör" olarak kalmış gözüküyor. Arınç’ın "Milli Güvenlik Kurulu’na da gireceği kritik bir bakanlık" istediğini biliyoruz ama Erdoğan’ın bu atamayı yapması bizce çok zor.
Buna karşılık şu anda Erdoğan’ın düşüneceği tek denge Abdullah Gül dengesi gözüküyor. Erdoğan bizce çok kritik bir tercih yapacak. Bu tercihin elbette olumlu ve olumsuz sonuçları olacak ama "AKP’nin merkeze oturması ve istikrarı koruyup yeni bir atılım için devlet kurumlarıyla dengeli çalışması", bizce doğru tercihi yapmasında en önemli anahtar olmalı.
GÜL TERCİHİ DÜĞÜMÜ ÇÖZECEK
Seçimle birlikte milletvekillerinin yarısından fazlası değişti ve yeni yapı çok daha dengeli gitme gereğini hissettiren bir yapı. Bazı bakan adayları gazetelerde boy boy demeçler verip parlak özgeçmişlerini anlatıyor, bazıları ise "en önemli gördükleri rakip ve rakipleri safdışı bırakacak yöntemler" peşinde. Mevcut bazı bakanların, hatta başarılı oldukları bilinen bakanların geçmiş icraatları konusunda karalayıcı kampanyalar düzenlendiği, bunların ardında bakanlık için rakip AKP’lilerin olduğu bile söylenmeye başladı. Örneğin, AKP kulislerinde, elektrik sıkıntısı haberlerinin ardında bu tür bir savaşın izleri konuşuluyor.
AKP yönetimine yakın bir kaynak, "Kimisi belirli bir cemaatin adayı olarak, kimisi maddi menfaat gruplarının adayı olarak, kimisi eski dostlukların geri ödemesi olarak, kimisi şimdiye kadar yaptıklarının başarısının bir sonucu olarak, kimisi de liyakatinin karşılığı olarak bakanlık koltuğu bekliyor" yorumunu yaptı.
Tayyip Erdoğan’ın işi gerçekten zor. Doğruyu seçmek, dengeleri iyi kurmak zorunda. Bütün bu zorluklara rağmen, artık tek adam ve parti içindeki güç odaklarının, abarttıkları kadar güçleri olduğunu sanmıyoruz. Bizce Erdoğan artık asıl dengeyi devlet kurumlarıyla kurarak gitmek zorunda ve milletvekilleri "güçlü olanın yanında" yer alacaktır.
Bunun için de, yani iyi ve dengeli bir kabine kurup, icraatlarına devam etmesi için de ilk halletmesi gereken sorun "Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı" gibi gözüküyor.
İşte önümüzdeki hafta bu düğümlerin çözüleceği kritik bir hafta olacak. Bu nedenle Erdoğan’ın hafta sonunda, devletle iş yapmayan, dolayısıyla kişisel menfaatlerini işe karıştırmayacak "gerçek dostları" ile bir araya gelip, konuyu tartışacağını öğreniyoruz.
Erdoğan "temel tercih"ini yapınca, gerisi kendiliğinden gelecek gibi gözüküyor.
Yazının Devamını Oku 