15 Kasım 2007
DEVLET Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren, GAP bölgesinin sorunlarını dinlemek için düzenlediği toplantıların ikincisini dün Siirt’te yaptı. Önceki gece Siirt’teki sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelen Ekren, dün de GAP İdaresi ile Türkiye Gazeteciler Federasyonu tarafından düzenlenen Yerel Medya Eğitim Programı’nda bir konuşma yaptı. Ardından özel sektör ve bürokrasi temsilcileriyle GAP Kalkınma Platformu toplantısını yaptı.
İzlediğimiz kadarıyla hükümet, bir yandan terör konusunda siyasi ve uluslararası diplomasi çalışmaları yaparken öte yandan ekonomide yapılabilecekleri saptamaya çalışıyor.
Belki onlarca kez, bazılarına bizim de katıldığımız, bölge toplantıları yapılıp sonunda paketler açıldı ama bir şey olmadı.
Nazım Ekren’in bu atıl kalan çabaların farkında olduğunu gözlemledik. İşadamlarının sorunlarını dinlerken, bölge yetkililerinden bilgi alırken, sivil topluk temsilcileriyle konuşurken, hiç vaadde bulunmuyor sadece not almakla yetiniyor. Bununla birlikte bazen sorulara verdiği yanıtlardan, bu işin makro çerçeve içinde çözülmesinden yana olduğunu, sorunların sadece iletildiği kadarıyla değil etraflıca incelenmesini istediğine şahit olduk.
Bu şunun için önemli ki; çok daha ayağı yare basan, uygulanabilir çözümler üretebilmek için, sorunlara çok yönlü bakmak, makro dengeler nedeniyle yapılamayacak işler konusunda söz verilip de boş yere umut yaratmamak gerekiyor. Çünkü sonrasında, yani uygulanmayınca bölgede yaşanılan hüsran eğer umutlar şişirilmiş olursa, çok daha büyük hüsranlara yol açıyor. Hüsranların devlete olan güveni daha da azalttığı da ortada.
Anladığımız kadarıyla Nazım Ekren, bu toplantılara devam edecek. Sonunda bir değerlendirme toplantısı yapılarak, acil sorunlar çıkarılıp, bunlara çözüm yolları saptanacak.
İlk izlenimimiz bu kez boş vaadler vermekten kaçınılacağı, bölge sorunlarını gerçekçi formüllerle çözecek yolların bulunmaya çalışılacağı yönünde.
Ancak elbette bu çalışmaların sonucunu görmek gerekiyor.
İŞADAMLARI DA DEĞİŞİYOR
Yerel medya eğitim çalışmasında "başarı öyküleri" olarak önemli işadamları konuştular ve kendi maceralarını anlattılar. Siirtli, son dönemlerin yükselen işadamlarından olan Ethem Sancak, Siirt’in en büyük yatırımı olan Kurtalan Çimento’nun sahibi Limak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, bölgede tekstil yatırımına hazırlanan Hey Tekstil sahibi Aynur Bektaş, Siirtli işadamı Porland Porselen sahibi Süleyman Pamukçu kendi öykülerini anlatıp, daha sonra platform toplantısına katılıp tekrar konuştular.
Daha önce de Siirt’te bulunup işadamlarının anlattığı sorunları dinleyen bir gazeteci olarak, Nazım Ekren gibi işadamlarının da, geçmişe kıyasla, çok daha ayağı yere basan, sadece teşvik istemek yerine daha makul taleplerde bulunduklarını gördük...
GAP İdaresi’nin tüm bölge için sektör öncelikleri belirleme çalışmaları yaptığını biliyoruz. Bunun dışında işadamlarının yetişmiş insangücü ihtiyacı konusunda talepleri var ve GAP idaresinin bu konudaki yaptığı çalışmalar yoğunlaştırıldı. Bu nedenle eğitim çalışmalarının yoğunlaşmasının bölgeye yeni yatırım çekilmesi açısından epeyce yararlı olacağını tahmin ediyoruz.
Bununla birlikte Siirt’te yapılacak enerji yatırımları hem Nihat Özdemir’in hem de Ethem Sancak’ın üzerinde durduğu konular oldu. Sancak, ayrıca bölgede tarım ve hayvancılığını öne çıkabileceğini bunun için toprak gerektiğini, bu konuda hukuki altyapının oluşturulmasının şart olduğunu söyledi.
Bu arada GAP İdaresi’nin kadınlara ve çocuklara verdiği önem ve sosyal projeler kapsamında yaptığı çalışmaların bölge halkı açısından çok büyük önem taşıdığını söylemek gerek. GAP kapsamındaki 9 ilde yapılan bu çalışmalar için bölge halkından olan görevlilerin büyük bir çaba sarfettiklerini gördük. Bir nebze de çözüm için bunlar önemli adımlar.
Yazının Devamını Oku 
13 Kasım 2007
4 yıldır Türkiye’nin yüksek büyümesinin motoru olan küresel ekonomideki konjonktür iyice karıştı. Geçen hafta gelen yeni dalga ile birlikte para tabanlarının genişlemeye devam ettiği görülürken, dolardaki değer kaybı ve para birimlerindeki dalgalı seyir devam ediyor. Daha önce "gerek yok" denilirken, Ekim ayında Amerikan Merkez Bankası (FED) faiz indirimi yaptı ama yine ortalık durulmadı. Faiz indirimi sonrası piyasalarda oluşan tedirginlik yine büyümeye başladı. Bütün bu yaşananlar artık herkeste, "kredi piyasasındaki sorunlar henüz bitmiş değil" yargısının pekişmesine neden oldu. Buradan doğan kayıplar da risk algılamasının yeniden yükselmesini beraberinde getirdi. Geçen Ağustos’taki oluşan "yüksek risk algılaması" düzeylerine tekrar dönüldüğü görülüyor.
Piyasada aylardır söylenen, ama zaman zaman "acaba dağılıyor mu?" denilen "belirsizlik" tam bir kabus gibi herkesin üzerine çöküyor. Bundan yaklaşık iki ay önce bir banka genel müdürü ile konuşurken bu belirsizliği " Üzerimize bir şey geliyor ama büyük bir toz bulutu var ve gelenin arkasında kim var, nasıl geliyor, boyutları nedir bilmiyoruz" diye tarif etmişti. Geçtiğimiz ay sanki iyiye gidişin yeniden başladığı yolunda bir algılama olmaya başlamıştı ki; yeniden belirsizlik yoğunlaşmaya başladı.
Aslında daha önce de "Bu belirsizliğin 2008 Nisan ayına kadar pek dağılmayacağı" söyleniyordu ama herkes iyiyi satın almak istediği için, piyasalardaki sakinleşmeyi belli ki abartılı biçimde iyimser algılama yoluna gitmişler...
Dışarısı bu kadar yoğun bir belirsizlik içine girmişken, risk algılaması tekrar hortlamışken, Merkez Bankası yönetimini içeride çok zorlu bir karar bekliyor.
Yarın toplanacak olan Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun işi çok zor. Mali disiplinin bozulmasının yarattığı etkiler, bekletilen zamların ardı ardına gelmesinin enflasyona yaptığı katkı ortada iken, piyasalar büyük bir çoğunlukla Merkez Bankası’ndan yeni bir faiz indirim kararı bekliyor. Daha önce, yani iki hafta öncesine kadar 1 puanlık indirim beklentisi yüksekti ama son dönemde bu faiz beklentisi biraz zayıfladı. Buna rağmen piyasalarda, yarınki toplantıdan yarım puanlık indirim kararı çıkması yönündeki beklenti hakim gözüküyor.
ÇEYREK PUANLIK İNDİRİM GELEBİLİR
Merkez Bankası’nın geçen ayki "enflasyon yükseliyor" açıklamalarına rağmen piyasaların indirim beklentisi hiç bitmedi. Kaba olarak baktığınızda; piyasaların indirim yoluyla yılbaşındaki bilançolarına daha fazla kar yazma imkanına kavuşacakları kesin.
Buna rağmen Merkez Bankası’nın enflasyonun yükselmesine rağmen ileriye dönük olarak iyimser olması, piyasadaki indirim beklentisinin oluşmasında önemli etken.
Ancak şunu söylemek gerekiyor ki; Merkez Bankası yeniden hortlayan küresel ekonomideki belirsizlik ve risk algılaması nedeniyle, şimdi faiz indirmek için iki kez düşünmek zorunda.
Bu nedenle piyasaların beklediği gibi yarım puanlık bir indirimin son 1 hafta içinde iyice zorlaştığını söyleyebiliriz. İndirim bekleyen bir bankanın dünkü yorumu şöyleydi:
"Son veriler dünyada ölçülü bir yavaşlama olacağı ve bunun resesyon boyutuna ulaşmayacağı yönündeki algılamayı desteklemekle birlikte, Türkiye ekonomisini daha çok ilgilendiren AB’deki görünümde, önceki verilerin yansıttığından daha sert bir bozulma olabileceğine işaret ediyor. Bu doğrultuda da, kredi piyasasındaki yavaşlamanın toplam etkisinin daha uzun vadeye yayılmasını ve yavaşlamanın derinleşerek devam etmesini ağırlıklı ihtimal olarak görüyoruz. Bu gelişmeler aynı zamanda, finansman imkanlarının zorlaşması ile içeride de tüketimde kısa vadede belirgin bir canlanma olması ihtimalini düşürmektedir."
Buna rağmen aynı değerlendirmede, 2008’de yüzde 5’lik büyüme tahmin edilirken, enflasyonun da yılsonundaki yüzde 4’e yakınsamasını bekledikleri söyleniyor.
Bizce içeride, bu küresel trend değişikliğini kavrayacak, köklü yeni bir ekonomik politika dizayn edilmezse, bu hedeflere ulaşmak çok zor. Bizce Merkez Bankası "temkinli" tutumunu sürdürmek zorunda ve bu nedenle faiz indirimi çeyrek puanla sınırlı kalabilir.
Yazının Devamını Oku 
12 Kasım 2007
HÜKÜMETLERİN yasa çıkararak mali disiplini koruyucu önlemleri artırması, kendilerini harcamalar konusunda sınırlamaya razı olmaları anlamına gelen "kurallı maliye politikası" fikrinin, son dönemde iyice güç kazandığına şahit oluyoruz. Bu fikrin ilk ortaya atılmasının nedeni; önümüzdeki Mayıs ayında IMF’yle stand-by anlaşmasının sona erecek olması ve bundan sonrası için çözüm arayışlarıydı. İlk ortaya atıldığında şüpheyle karşılanan bu fikrin son dönemde, özellikle ekonomi bürokratları arasında önemli bir destek bulduğunu gözlüyoruz. Yani bürokratlar önümüzdeki yıl Mayıs ayından sonra doğacak IMF boşluğunu, kısıtlar koyan yasa maddeleri ile geçirmek istiyor.
YAKIN İZLEME ANLAŞMASI
Bunun yanı sıra bürokratların destek verdiği bir başka konu da IMF’yle stand-by anlaşması sona erdikten sonra "yakın izleme anlaşması" veya adı başka türlü olsa da, yine izlemenin yer alacağı yeni bir anlaşma imzalanması gerektiği. Özetle; hem IMF’le, gevşese bile, ilişkilerin sürmesini hem de yasa maddeleri ile Hükümetin özellikle harcamalar konusunda kendisini bağlayıcı yasalar çıkarmasını istiyorlar.
Bunun nedeni bürokratların siyasi iktidarların mali disiplin konusunda her an işi gevşetip, gelirinden fazla harcamaya yönelme eğilimlerine ilişkin korkuları...
Bizce 2007 yılında yaşananlar, yani IMF’yle stand-by anlaşması sürmesine rağmen yoğun bir seçim ekonomisi uygulanmış olması ve bunun tekrarlanma ihtimali bu fikre güç kazandırdı.
DİSİPLİN İÇİN ŞART
Konuyla ilgili görüşlerini aldığımız bir üst düzey bürokrat, adına kurallı maliye politikası denip denmeyeceğinin o kadar önemli olmadığını ama bütçe açığının gayrisafi milli hasılaya oranı, bütçe harcamalarının gayrisafi milli hasılaya oranı gibi kritik oranlar belirleyip, bunları yasa maddesi haline getirmenin, mali disiplinin sürmesi açısından şart olduğunu söyledi.
Bu oranların kesin olmadığını, başka kıyaslama oranlarının da belirlenebileceğini kaydeden aynı yetkili, "IMF’yle Mayıs’tan sonra stand-by anlaşmasının bitirileceği artık bu şekilde devam edilmeyeceği,açıkca anlaşılıyor. Öyle olunca mali disiplini korumak için hem yakın izleme anlaşması hem de kısıt koyucu yasa maddelerinin ikisinin bir arada olması büyük yarar sağlar. Unutulmasın ki; mali disiplinin sürekli korunması gerekiyor. Bundan ilelebet taviz verilemeyeceğini artık herkes gördü" şeklinde konuştu.
HEDEF BORCU AZALTMAK
Aynı yetkiliye, 2008 yılı bütçe yasa tasarısı TBMM plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken bu yönde maddeler konulup konulmayacağını sorduğumda ise, buna gerek olmadığını, zaten 2008 ortasına kadar bir denetimin olacağını hatırlatarak, bu ilke doğrultusunda belirlenecek kısıtların 2008 yılı içinde yasalaştırılabileceğini kaydetti.
Mali disiplin için atılacak bu adımlardan sonra asıl hedefi, "2012 veya 2013 yıllarında kamu net borç stokunun milli gelire oranının yüzde 25’lere indirilmesi" olarak belirten aynı bürokrat, bunu sağladığı takdirde Türkiye ekonomisinin düze çıkacağını da söyledi. Dolayısıyla bu hedefe ulaşmak için de kurallı maliye politikası şart görülüyor.
GELİŞ TARİHİ BELİRSİZ
Bu arada IMF Heyetinin gözden geçirmeyi tamamlamak için ne zaman Ankara’ya geleceği de konusu da hala belirsizliğini koruyor. Aynı yetkiliye sorduğumuzda "elektrik zamlarının yapılmasından sonra artık gelecektir" yanıtını aldık.
IMF’nin gelmek için şart koştuğu vergi artırımlarının, sigara ve akaryakıt vergilerine zam yapılarak yerine getirildiğini kaydeden yetkililer, bir tek elektrik zammının eksik kaldığını, onun da hazırlıklarının tamamlandığını söylediler.
ŞOFÖRLERLE SOHBET
Bu konuyu bürokratlarla konuşmamızdan birkaç saat sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cuma namazından çıkıp şoförlerle sohbet ettiğini ve şoförlere "elektrik ve doğalgaz zammının yılbaşından itibaren yürürlüğe gireceğini" söylediğini öğrendik.
Umarız bu şoförlerden duyduğumuz haber doğru değildir.
Zaten dışarısı giderek iyice belirsizleşirken, içeride siyasetten sıyrılıp bir türlü gündemi ekonomiye getiremiyoruz. Elektrik zammı ve IMF gelişinin daha fazla gecikmemesi lazım.
Yazının Devamını Oku 
10 Kasım 2007
ÖNCEKİ gün Ankara’da, Merkez Bankası Başkanlık binasında ilginç bir toplantı yapıldı. Merkez Bankası yönetimi ihracatçılar başta olmak üzere, geçtiğimiz günlerde kendi aleyhlerine gazete ilanları veren işalemi temsilcileriyle biraraya geldi. Bizce büyük olgunluk... Doğal olarak Merkez Bankası yönetimi toplantıya katılanlara "enflasyon dersi" vermiş. Toplantı sonrası Merkez bir açıklama yapmayıp, yaptığı sunumu internet sitesine koyarken, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı Oğuz Satıcı gazetecilere bilgi vermiş.
Satıcı, şimdi Merkez Bankası’nı daha iyi anladıklarını söylemiş ama ardından yine "şimdiye kadar yaptıklarının doğru olduğunu bu yolda devam edeceklerini" de ifade etmiş.
Bizce bu toplantının elbette yararı olmuştur. Merkez Bankası’nın sunumuna baktığımızda, neden fiyat istikrarın oluşturulması gerektiği, enflasyonun ödettiği bedeller ve enflasyonla mücadelede başarılı oldukça, üretim istihdam ve yatırımın nasıl arttığı örneklerle anlatılmış. Ayrıca faiz indirimlerinin neye göre yapılacağı, uygulanan dalgalı kurun ne anlama geldiği, herkesin anlayacağı basit bir dille, toplantıya katılanlara aktarılmış.
Toplantı sonrasında Oğuz Satıcı’nın söyledikleri arasında, "Merkez Bankası’ndan üretim, istihdam ve ihracat adına pozitif bir ayrımcılık talep ettik" cümlesi de yeralıyor.
Talep ettiklerini söylemiş ama ne yanıt aldığı konusunda bilgi vermemiş. Böyle bir talebe Merkez Bankası yönetiminin, uzmanlarının ne yanıt verdiğini, hele hele sunumu yaptıktan sonra böyle bir talepte bulundularsa, ne yanıt verdiklerini, daha çok da bu talep karşısında yüzlerinin aldığı şekli, gerçekten, kişisel olarak çok merak ediyorum...
Merkez Bankası sunumunda kalın harflerle yazılmış bölümlerin bir kısmını aktarırsam niye merak ettiğimi anlarsınız. Merkez Bankası son dönemdeki ekonomik gelişmeleri anlatıp "özet olarak; enflasyonla mücadelede önemli bir mesafe sağlandığı son 5 yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin üretim yatırım, ihracat ve istihdam artışı performansı da olumlu yönde gelişmiştir"demişler.
Bundan sonra ise sunumdaki; "hem kalın harflerle yazılıp, hem de altı çizilmiş tek bölüm" geliyor:"Sürdürülebilir büyüme ve istihdam artışına Merkez Bankası’nın yaptığı ve yapacağı en büyük katkı da fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek amacı çerçevesinde gerçekleşmektedir"
MALİ DİSİPLİN VE YAPISAL TEDBİR İLANI BEKLİYORUZ
Türkiye’de kur ve faiz politikaları özetlenirken de şu altılı çizili bölümler aktarılmış:
-" Türk parasının değeri amaç değil, sonuçtur. ’Yüksek faiz, düşük kur" şeklinde bir politika uygulaması yoktur. Uygulanan politika ’düşük enflasyon için gereken faiz politikası’dır"
Merkez Bankası sunumunda son üç ayda faiz artıran gelişmekte olan ülkeler sıralanmış ve Türkiye’deki faiz oranları, bu süreçte ılımlı bir şekilde indirilirken, diğer gelişmekte olan ülkelerde ya sabit bırakıldığı ya da artırıldığı hatırlatılmış.
Aynı sunumda "fiyat istikrarın sağlanmasında para politikasıyla uyumlu bir maliye politikası izlenmesinin de büyük önem taşıdığı, mali uyumun kalitesinin gerek enflasyonla mücadelede gerekse yüksek büyüme hızının kalıcılığı açısından son derece önemli" olduğu da söylenmiş.
Ardından da "faiz ve kur politikalarının ön plana çıkarılmasının, sürdürülebilir ve yüksek büyüme için önşart olan yapısal reformların gölgede kalmasına neden olmaktadır" denmiş.
Başta Oğuz Satıcı olmak üzere, o gazete ilanına imza koyan tüm sivil toplum kuruluşları ve işalemi temsilcilerine sesleniyorum: Lütfen bu sunumu tekrar okuyun, ardından da dün TEPAV tarafından yayımlanan "Mali İzleme Raporu"nu okuyun. Bu yıl bütçenin ne kadar bozulduğunu bir görün ve bundan sonra hala "şok indirim" nasıl olur, lütfen söyleyin...
Bakalım; ilanı veren kuruluşlar, önümüzdeki günlerde başka bir ilan verip "faiz-kur bir sonuç, Hükümet yapısal tedbirleri geciktirmesin, mali disiplini bozmasın" diyebilecekler mi?
"Hedef saptırmak için, Hükümeti iyi göstermek için Merkez Bankası’na yükleniyorlar" yolunda iddialar vardı ama inanmıyorduk. O nedenle ilanları bekliyoruz...
Yazının Devamını Oku 
8 Kasım 2007
CEZA Yasası’nın 301’inci maddesinin kaldırılması, AB tarafından bir kez daha şart koşuldu. Önceki gün açıklanan İlerleme Raporu’nda, bu maddeye dayanarak şiddet içermeyen düşüncelerin ifade edilmesine karşı açılan davalar ve verilen mahkumiyet kararlarının endişe verici olduğu, açılan takiplerin yarıdan fazlasının 301’inci madde temelinde ’Türklüğe, Cumhuriyete ve onun kurumlarına hakaret etti iddiasıyla açılan davaları içerdiği’ kaydedildi. 301’inci madde hakkında 2006 yılında temyiz mahkemesi tarafından oluşturulan sınırlayıcı içtihatın hálá yürürlükte olduğu hatırlatılarak, bu madde ve şiddet içermeyen görüşlere dava açmada kullanılabilecek ifade özgürlüğünü kısıtlayabilecek diğer maddelerin AB standartlarına uygun hale getirilmesi istendi.
Bilindiği gibi AKP Hükümeti şimdiye kadar bu maddenin kaldırılması konusunda ikircikli tutum takındı, genel olarak da buna gerek olmadığını belirtti. Ancak şimdi yeni bir aşamaya gelindi ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, 301’inci maddenin değiştirilmesi için seçenekli taslaklar hazırlandığını, yakında gündeme geleceğini açıkladı.
Bizce çok geç kalınmış bir girişim. Umarız, ’AB standartlarına uygun, gerçekten ifade özgürlüğünü mümkün kılacak’ bir değişikliğe gidilebilir.
Şurasını unutmamak gerekir ki; 301’inci madde artık sadece siyasi bir metin, siyasi bir yasa maddesi olmaktan çıktı, aynı zamanda ekonomik bir madde haline geldi.
Herkes şunu kabul etmeli ki; Türkiye ile AB ilişkilerinde 301’inci madde artık bir "simge" haline geldi. Gerçekten demokrat olduğunu, AB hedefinde samimi olan bir Hükümetin, şimdiye kadar, kendi halkının özgürlüğü için bu maddeyi kaldırması gerekirdi. Aslında artık gelinen aşamada, "sözde demokrat" olsa bile bu maddeyi bir an önce kaldırması gerekiyor.
Yani siyasi olarak inanmasa da 301’inci maddenin kaldırılmasının şart olduğu bir aşamaya geldi.
Çünkü Türkiye’nin AB’ye, daha doğrusu "AB yolunda yürümeye" olan ihtiyacı kesin. Küresel ekonomide ne olacağının belli olmadığı, IMF çapasının zayıflayacağı bir ortamda, "Türkiye ekonomisinin AB çapasına ihtiyacı var." AB çapasının da son 2 yıldır gevşediği, zaten Almanya ve Fransa’nın muhalefeti nedeniyle ilişkinin zayıflatılmasına çalışıldığı da ortada...
BAŞKA TÜRLÜ REFORM YAPILMIYOR
İşte bu aşamada AB çapasının yeniden güçlendirilmesine ihtiyaç var ve bunun yolu da 301.maddeden geçiyor. Tabi ki bu çapayı güçlendirmek için sadece 301’inci madde yetmez, yeniden ilişkilerin canlandırılması yeni bir heyecan yaratılması da gerekiyor. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ’ın da dediği gibi, belki yeni bir AB örgütlenmesine de gidilerek, mutlaka bu sürecin canlandırılıp, heyecan yaratılması gerekiyor.
Şahsen, ekonomik imkanlarımız, enerji başta olmak üzere Avrupa’nın bize olan ihtiyacı kullanılarak, ABD’nin de yardımıyla Fransa ve Almanya’nın dirençlerinin kırılabileceğine, dolayısıyla iki taraflı olarak sürecin yeniden canlandırılabileceğine inanıyoruz.
Bunun için ekonomide sağlam gitmemiz şart. "Ekonominin sağlam gitmesi için de AB gibi çapaların korunmasına, yeni motivasyonlara" ihtiyacımız var.
AB ilerleme raporunda çok gerçekçi bir değerlendirmeyle, son iki yıldır Türkiye’de reform yapılmadığı eleştirisi yer alıyor.
Sadece son iki yıl değil, seçimlerden sonra kurulan 2’inci AKP hükümetinin kurulmasından bu yana yaşananlara bir baksanıza, reform niteliğinde bir adım gördünüz mü?
Ekonomi çevreleri Hükümetin ekonomiyi gündemden çıkardığını görüyor ve belirsizliğin hakim olacağı görülen bir uluslar arası ortama daha hazırlıklı girmemiz gerektiğine inanıyor.
Zaten belirsiz bir iklimde; bir çapanızın olması, ne yapacağınızı bilmeniz, bir hedefe doğru yürümeniz, bir motivasyonunuz olması, bizim gibi kaderci bir kültürde, hayati önem taşıyor.
Türkiye’nin yeniden reform sürecine girmesi, oluşabilecek olumsuz bir küresel ortama çok daha hazırlıklı girmesi şart. Bu yolu açmanın şartı 301’inci maddeden geçiyorsa, inanın ya da inanmayın, artık kaldırmanız gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 
6 Kasım 2007
MERKEZ Bankası’nın ekim ayında piyasa beklentilerinin üzerinde çıkan enflasyon rakamlarına ilişkin analizi, dün yayımlandı. Merkez Bankası’nın bu "sapma" olarak nitelendirilebilecek yüksek aylık enflasyon rakamlarına rağmen, umudunu koruduğu gözleniyor. Ekim ayında tüketici fiyatlarının gıda fiyatlarındaki belirgin yükselişin etkisiyle yüzde 1.81 oranında arttığı ve yıllık enflasyonun yüzde 7.70 olarak gerçekleştiği hatırlatılan raporda; dayanıklı tüketim malları ve hizmet fiyatlarındaki gelişmelerin, parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerinin sürdüğüne işaret ettiği belirtildi. İşlenmiş gıda fiyatlarındaki yüksek artışa rağmen çekirdek enflasyon göstergelerindeki gerilemenin devam ettiğinin altı çizilen değerlendirmede "Yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki ayarlamaların kısa vadede enflasyonda geçici bir artışa yol açacağı düşünülse de, sonrasında enflasyonun yeniden düşüş eğilimine gireceği tahmin edilmektedir" deniyor.
Son dönemde gıda fiyatlarında gözlenen yüksek artışların tüketici enflasyonunu olumsuz etkilediği, ancak, gıda ürünleri dışı tüketici enflasyonu gerileme eğilimini sürdürdüğü ifade edilerek, 2006 yılı sonunda yüzde 9 olan gıda ürünleri dışı enflasyonun, ekim ayında yüzde 5 oranına gerilediğine dikkat çekildi.
Buna karşılık "hizmet grubu fiyatlarının yıllık artış oranındaki gerilemenin ekim ayında duraksadığı" kaydedilen analizde, bu gelişmede, lokanta-oteller ile haberleşme hizmetleri grubunun yıllık enflasyonundaki artışların etkili olduğu belirtildi. Lokanta-oteller grubu fiyat gelişmelerinde, son dönemde gıda fiyatlarındaki yüksek oranlı artışların yemek hizmetleri üzerindeki etkisinin belirleyici olduğu kaydedilen açıklamada, yıllık kira enflasyonundaki düşüş devam ederken, eğitim ve sağlık hizmetlerinde yıllık enflasyonun 2003 temel yıllık endekse göre en düşük seviyelere gerilediği ifade edildi. Sonuç olarak da yemek hizmetleri dışındaki hizmet kalemlerindeki yavaşlamanın devam ettiğine dikkat çekildi.
DEĞERLİ YTL’NİN OLUMLU ETKİSİ
Merkez Bankası’nın yaptığı ekim ayı enflasyonuna ilişkin değerlendirmede, her ne kadar zaman zaman "o kadar etkili değil" açıklaması yapılsa da, bu kez değerli YTL’nin enflasyona yaptığı katkının da hakkı verilmiş.
Enerji ve işlenmemiş gıda dışı mal fiyatları yıllık artışının, giyim-ayakkabı ve dayanıklı mal grubundaki olumlu fiyat gelişmelerinin etkisi ile yavaşlama eğilimini sürdürerek, yüzde 5,04 olduğu belirtilen değerlendirmede petrol fiyatları için şu analiz yapılıyor:
"Eylül ve ekim aylarında uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarında gözlenen keskin yükseliş, Yeni Türk lirasının güçlü konumunu sürdürmesiyle yurt içi akaryakıt fiyatlarına yansımamıştır. Nitekim, ekim ayında enerji grubu fiyatları yüzde 0.10 ile oldukça sınırlı bir oranda artmış ve bu grupta yıllık enflasyon yüzde 4.82 oranına gerilemiştir."
ZAMLARIN KASIMA ETKİSİ
Bu arada Merkez Bankası son dönemde yapılan bazı zamların kasım ayı enflasyonuna artırıcı yönde etki yapacağına da, bu açıklamasında zorunlu olarak değinmiş.
İstanbul’da kasım ayı başında yürürlüğe giren yeni su tarifeleri ile akaryakıt ürünlerinden alınan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) tutarlarındaki artışların, enerji grubu fiyatlarını ve kasım ayı enflasyonunu olumsuz yönde etkileyeceği belirtilen Merkez Bankası değerlendirmesinde "Ayrıca, tütün ürünlerinden alınan maktu ÖTV tutarlarında yapılan düzenlemenin de kasım ayı enflasyonunu yükselteceği not edilmelidir" denildi.
Ekim ayında, işlenmemiş gıda ürünleri fiyatlarını dışlayan özel kapsamlı göstergelerin tamamında yıllık artış hızının yavaşladığının görüldüğüne dikkat çekilerek, "Bununla birlikte, kuraklık kaynaklı etkilerin işlenmiş gıda ürünleri fiyatları üzerinden özel kapsamlı göstergeleri olumsuz yönde etkilemesi gerileme eğilimini yavaşlatmaktadır" deniyor.
Özetle; kasım ayında biraz yükselme ihtimali olsa da Merkez Bankası enflasyonla mücadelede umutlu. Bu arada elektrik zammının hálá yapılmadığını da unutmayalım...
Yazının Devamını Oku 
5 Kasım 2007
MERKEZ Bankası Durmuş Yılmaz’ın enflasyonda yeniden artış trendine dikkat çekerek, "yıl sonu itibariyle belirlenen hedef aralığının bile üzerine çıkılacağını" söylemesinin nedeni belli olmaya başladı. Ekim ayında tüketici fiyat artışları (TÜFE), piyasa beklentilerin epeyce üzerine çıkarak, yüzde 1.8 oranında gerçekleşti. Yıllık TÜFE enflasyonu Eylül ayı sonunda yüzde 7.1 iken, bu rakamlarla birlikte Ekim ayı sonunda yüzde 7.7’ye yükseldi.
Enflasyondaki yükselişin sebebi gıda fiyatları olarak belirlendi.Gıda fiyatlarındaki aylık artış yüzde 3.41 oldu. İşlenmiş gıda fiyatları yüzde 2.1 arttı ve yıllık ulaştığı yüzde 11.4 rakamıyla, 2004’ten beri en yüksek yıllık enflasyona işaret etti. İşlenmemiş gıdada ise aylık artış yüzde 4.9, yıllık artış yüzde 18.7’yi buldu.
Giyim fiyatları da bu kez mevsimsel nedenlerle yüzde 8.22 oranında yüksek bir artış gösterdi.
Hizmetler tarafında ise kira fiyatları yüzde 1.5 artmasına rağmen, yıllık bazda düşüş sürdü ve yüzde 17.1’den 16.9’a düştü. Yaklaşık bir yıldır düşen lokanta ve oteller grubu yıllık enflasyonu ise Ekim’deki lokanta grubundaki yüzde 1.7’lik artış nedeniyle yükseldi.
Kısacası; Ekim ayında piyasalar yüzde 1.1-1.2 gibi TÜFE artışları beklerken, bu artış beklentilerin hayli üzerine çıktı, yüzde 1.8’i buldu.
Bu göstergelerin ardından ise, piyasalarda bazı oyuncuların, "Kasım ayında enflasyon rakamlarının yeniden düşüşe geçeceği"ni söylediklerine şahit olduk. Halbuki aynı gün her türlü akaryakıt ile sigara fiyatlarına önemli zamlar yapılmasını zorunlu kılan, vergi artışlarına, özel tüketim vergisi(ÖTV) oranlarının yükseltilmesine şahit olduk.
Acaba, 2006 Kasım ayında TÜFE enflasyonu çok yüksekti de, bu nedenle mi "enflasyon Kasım’da düşer " deniyordu ? Buna da baktık; geçen yıl Kasım ayında TÜFE fiyatları yüzde 1.29 oranında artmış....
FAİZ İNDİRİM BEKLENTİSİ SÜRÜYOR
Bilindiği gibi akaryakıt ürünlerinin enflasyona, doğrudan olduğu gibi, dolaylı etkileri de bir hayli yüksek. O nedenle akaryakıt fiyatlarındaki artışın enflasyonu etkilemesi, aybaşında yapıldığı için Kasım’ın tümünü etkilemesi kaçınılmaz. Yanısıra Hükümetin artık elektrik zammını gerçekleştirmesi gerekiyor. Sigara fiyatları da enfasyona küçük de olsa etki yapıyor. Bütün bunlara rağmen "Enflasyon Kasım’da düşer" diyenler neye güveniyor, anlamış değiliz.
Ekim’de yeniden yönünü yukarı çeviren TÜFE enflasyonunun Kasım’da da yüksek çıkması, dolayısıyla yılık rakamların yukarı doğru çıkması, sürpriz sayılmamalı.
Aslında piyasa oyuncularının çoğu da enflasyondaki artış trendine dikkat çekiyor. Ancak bununla birlikte aynı piyasa oyuncuları, "Kasım ayında yapılacak Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplantısından faiz indirim kararı çıkacağı" konusunda hayli iyimserler.
Son enflasyon raporlarından sonra yüksek indirim beklentileri azaldı ama piyasalar hala faiz indiriminde vazgeçmiş değiller.
Bir banka raporunda enflasyon rakamının belli olmasından sonra çıkan yorum şöyleydi.:
"Gıda enflasyonu dışında da Ekim ayı enflasyon verilerine bakarak, enflasyonla ilgili daha temkinli olunması gerektiğini düşünüyoruz. Fakat, piyasa faizleri ile Merkez Bankası faizleri arasındaki marjın yüksek olmasından dolayı, Merkez Bankasının faiz indirimine devam edebileceğini tahmin ediyoruz"
Bir başka banka raporunda ise Merkez Bankası’nın önem verdiği H çekirdek enflasyonunda yaşanan olumlu trendin devam ettiğine dikkat çekilip şöyle deniyordu:
"Gıda fiyatlarının dışında, özellikle hizmet ve çekirdek fiyat göstergelerinin yansıttığı görünümün önceki aya göre bir bozulmaya işaret etmediği izlenirken, bu görünüm altında, gelişmiş ülkelerden gelen ekonomik veriler ölçülü bir yavaşlamaya işaret etmeye de devam ederse, 14 Kasım’daki PPK toplantısında 50 baz puanlık faiz indirimi bekliyoruz"
Özetle; piyasalar verilerle pek ilgilenmeden hızlı faiz indirimi istemeye devam ediyor.
Yazının Devamını Oku 
3 Kasım 2007
HÜKÜMET ekonomik tedbirler konusunda, nihayet adım atma kararı aldı. Dünkü Resmi Gazetede yayımlanan kararlarla akaryakıt ürünleri ve tütün mamullerinde Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) oranları, ciddi oranlarda yükseltildi. Akaryakıt ürünlerinden 95 oktan kurşunsuz süper benzinde yüzde 8.36, motorinde yüzde 10.78, doğalgazda yüzde 9.52, araçlarda kullanılan LPG’de yüzde 15.77, evlerde kullanılan LPG’de yüzde 17.13 oranında ÖTV artışı yapıldı. Maktu vergisinde yapılan artırımla, bir paket sigaradan alınan ÖTV ise 1.5 YTL’ye yükseldi.
Yani AKP Hükümeti yine tütün ve akaryakıt ürünlerine zamla kaynak bulma yoluna gitti.
Maliye yetkilileri, yapılan bu zamların, yıllık vergi tahsilatını 2 milyar YTL civarında artırmasını bekliyorlar. Vergi zammı diyoruz çünkü bizce KDV’den sonra ÖTV de, "sıkışınca ilk başvurulan kaynak arama yolu" oldu ama bu artışlar olduğu gibi enflasyona da yansıyor. Dolayısıyla aybaşında yapılan bu zamlar nedeniyle, bu zamların getirdiği tüm yük Kasım ayı enflasyonuna yansıyacak.
Bu zamların ardından sıra elektrik fiyatlarına yapılacak zamlara geliyor. Tedbir almaya başlayan Hükümetin yakın zamanda, 3 yıldır tartışılan, elektrik zammını, sonunda yapmasını bekliyoruz. Elektrik zammıyla birlikte, bir anlamda "seçimlerin enflasyon üzerinde yaratacağı etki" de ortaya çıkmış olacak.
Merkez Bankası’nın yıl sonu itibariyle, hedef aralığının bile üzerinde kalınacağı belirtmesinin ardında, bu zorunlu zamların yapılacak olmasının çok önemli bir payı bulunuyordu.
Bu zamların yanısıra Maliye’nin vergi denetimlerini, biraz da abartılı biçimde, sıkılaştırmasının vergi tahsilatını artırması bekleniyor.
Aslında son dönemde vergi kontrollerinde yaşanan olay ile Hükümetin ÖTV ve KDV yoluyla neredeyse tüm vergi tahsilatını yapmaya çalışması birleşince, artık savsaklanan kapsamlı bir vergi reformunun acil hale geldiği de, kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Vergi adaleti açısından sakıncası açık olan bu vergilerdeki artış, vergi kontrollerinin konjonktüre göre yapılıp, belirli bir kurumsal niteliğe kavuşmamış olması, vergi reformuna ihtiyacı ortaya koyarken, sigara ve akaryakıt üzerindeki vergi yüklerinin artmasının, ekonomik olarak kaçağı artırdığı, dolayısıyla tahsilatın azaldığı da bir başka gerçek.
KAMU BANKALARI SATIŞI HIZLANIYOR
Mali disiplinin elden kaçması nedeniyle, uzun zamandır beklenen ekonomik tedbirlere başlanmış olması ise sonuç olarak olumlu görülebilecek bir davranış. Bu önlemler aynı zamanda Hükümetin IMF’le anlaşmaya, gözden geçirmenin tamamlanmasına adım adım yaklaştığının da, bizce önemli bir göstergesi.
AKP Hükümeti, yakaladığı yüksek büyümeden fedakarlık etmek istemiyor. Ancak ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadelenin gevşemesi, mali disiplinin elden kaçması halinde, büyümenin de sağlanamayacağının, istikrarın büyümeye feda edilemeyeceğinin farkında.
İşte bu nedenle en iyi yol olmasa bile, belirli bir kaynağı bulup, harcamaya fazla dokunmadan ekonomiyi götürmek istiyor.
Bununla birlikte yeni kaynak arayışları da hızlandı. Son olarak öğrendiğimiz kadarıyla, Hükümet Halk Bankası’nın yüzde 75 hissesini blok olarak satarak, yüklü bir kaynağın peşine düşmüş durumda. Yanısıra Vakıfbank’ın yüzde 25 hissesinin daha önümüzdeki yıl halka açılması, böylece Bankanın özel statüye kavuşturulması amaçlanıyor.
Ziraat Bankası’nda ise hisse ağırlığı kamuda kalmak kaydıyla, halka arzlarla özel şahısların yatırımlarına açılması kararı alınması da çok önemli bir adım olarak ortaya çıkıyor.
Yanısıra diğer özelleştirme çalışmalarına hız verileceği de ortada. Tüm bunlar, IMF’le yapılacak anlaşmanın şartları arasına girecek. Yani IMF’ye bu konularda söz verilecek.
Özetle; mali disiplinin önemi, gecikerek de olsa kavranmış gözüküyor. Bu nedenle tedbirlerin başlaması önemli ama sürdürülebilir istikrar için özellikle vergi reformu yapılması da şart.
Yazının Devamını Oku 