Erdal Sağlam

Faiz indirim beklentisi bitince

29 Kasım 2007
BİR süredir tartışılan, piyasaların moral için kullandığı, "gelişmiş ülkelere akan uluslar arası fonların bundan sonra Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere kayacağı" görüşünde haklılık payı var. Ama unutmayalım ki; gelişmekte olan ülkelere gelen fonlar "güvenli bir liman"da park etmek için değil, hala yüksek karlar elde etme amacıyla geliyorlar.

İşte bu nedenle, geçen gün bankacı bir arkadaşımın sorduğu, "Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine ilişkin beklenti sona ererse, yabancı sermaye gelmeye devam eder mi?" sorusunun yanıtının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu bankacı, geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin uluslar arası likiditedeki belirsizlikten diğer ülkelere kıyasla daha az etkilenmesinin, bir başka deyişle yabancı sermaye girişinin devam etmesinin, "Merkez Bankası’nın faiz indirmeye devam edeceği beklentisiyle doğrudan ilişkili olduğu" görüşünde. Yani yabancıların Türkiye’ye yatırım yapmaya devam ederken, Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine devam edeceğini açıklamasına, dolayısıyla hala kısa sürede yüksek karlar elde edebileceklerine inandıklarını söylüyor.

Buradan yola çıkarak, aynı bankacı, faz indirim beklentisinin sona ermesi halinde, yabancıların gelmeye devam etmesinin çok zor olduğu görüşünde. Çünkü o zaman kısa sürede önemli karlar elde etme imkanı pek kalmayacak

Merkez Bankası’nın piyasalara verdiği havanın; "Aralık’ta da faiz indirimi yapıp, yeni yılın ilk bir-iki ayında indirimlere devam edip, daha sonra bekleme dönemine girmek" olduğunu hatırlatmakta fayda var. Bu beklentiye göre 2008’in ilk bir-iki ayından sonra yabancı sermaye gelişinin de duracağı sonucunu çıkarabiliriz. Bu bankacının beklentisi de, "uluslar arası piyasalarda büyük zarar rakamlarının da ortaya çıkacağı 2008 Şubat-Mart aylarının aynı zamanda içeride faiz indirim beklentilerinin de biteceği döneme denk geleceği" yönünde. İşte önümüzdeki Mart ayı gibi bu nedenle piyasalarda önemli çalkantılar yaşanabileceği tahmin ediliyor. Bu tahmin sadece bu bankacıya ait değil, epeyce yandaşı bulunuyor.

TÜRKİYE’YE ALTERNATİF

Buna karşılık bir başka deneyimli bankacıya aynı soruyu yönettiğimde daha iyimser bir yorumla karşılaştım. Şu anda Türkiye’nin artılarının sadece faiz indirim beklentisi olmadığını kaydeden bankacı, özelleştirmelerin devam etmesi, küçük sapmalar da olsa enflasyonun inmeye devam etmesi, azalsa da faiz dışı fazlanın sürdürülmesinin artılar içinde sayılması gerektiğini söyledi. Türkiye’nin gelişen ve getirisi yüksek alternatifi bulunmadığını ifade eden aynı bankacı,buna karşılık böyle pazarların çıkabileceğini de söylüyor. Örneğin Citibank’ın yıllık yüzde 10-11 getirisi olan konvertibl tahvil sattığını, ödeyemezse borcun hisse senedine çevrileceğini hatırlatan bankacı, bu tür kağıtların ileride alternatif yaratabileceği görüşünde.

Cari açığın diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla en önemli dezavantajımız olduğunu da kaydeden bankacı, buna rağmen cari açığı finanse edebildiği sürece Türkiye’nin yabancı sermaye açısından cazip olmaya devam edeceği görüşünü savunuyor.

Enflasyonda artışa izin verilmesi, mali disiplinin kaybolması halinde elbette Türkiye’yi önemli çalkantılar bekleyebileceğini, politik riskleri de bunlara eklemek gerektiğini kaydeden bankacı, "O zaman kimse büyük dalgayı önleyemez"diyor. Özetle, çok büyük hatalar yapılmazsa, küçük dalgalar yaşanabileceğini ama büyük sıkıntı olmayacağını düşünüyor.

Buradan yola çıkarak; piyasalarda Mart ayı gibi işlerin bozulabileceği yönünde bir beklenti olduğunu ama bazılarında bu beklenti yüksekken bazılarının iyimser olduğunu söyleyebiliriz.

Bizce yapılması gereken ise; en kötü senaryoya göre bile şimdiden hazırlık yapıp, istikrarı sürdürecek önlemleri biran önce hayata geçirmek ve piyasalara güven vermek gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Merkez çeyrek de olsa faiz indirecek gibi

27 Kasım 2007
MERKEZ Bankası Para Politikası Kurulu’nun 14 Kasım’da gerçekleştirdiği, 0.50 puanlık faiz indirim kararı verdiği toplantının özeti dün yayımlandı. Özete bakacak olursanız; Merkez Bankası önümüzdeki toplantıda da, çeyrek puan da olsa, yeni bir indirime daha gitme eğiliminde gözüküyor.

13 Aralık’ta yapılacak yeni toplantıda, yine 0.50 ya da 0.25’lik indirim kararının bizi beklediği anlaşılıyor. Yapılacak yılın son toplantısında verilecek kararı bizce Aralık ayı enflasyon rakamlarının detayı belirleyecek. Yani içtalebin sakin gittiği görüşünde olan Merkez Bankası, burada örneğin beyaz eşya gibi ürünlere olan talepte bir artış görürse, yine sakinleşen hizmet sektörü enflasyonunda kıpırdanma saptarsa, çeyrek puanlık indirim daha büyük ihtimal olarak görülebilir.

Bu fiyatlarda aşırı bir artış görülürse belki faiz indirimi de tehlikeye girer ama çok aşırı artışlar beklenmediğini de söylemek gerekiyor.

İNDİRİMİN ETKİSİ HÁLÁ DEVAM EDİYOR

"Hani Merkez Bankası temkinli idi, niye faiz indirmeye bu kadar hevesli?"
diye sorabilirsiniz. Bizce Para Politikası Kurulu, açıkladığı özetten anlaşıldığı kadarıyla, hálá 2006 ortasında yapılan 4 puanlık faiz indiriminin etkisinin devam ettiği görüşünde. Bunun yanısıra dış kaynaklı talep artışının olmayacağını düşünüyor ve hizmet sektörü enflasyonunda, içtalebe bağlı ürünlerdeki seyir Merkez Bankası’nı fazlasıyla memnun ediyor. Yani her ne kadar enflasyon bekleyişlerine ilişkin orta ve uzun vadeli bir artış beklentisi artık somutlaşsa da, ÖTV zamları ne kadar fiyatları etkilese de, Merkez Bankası için bunlar hala önemli tehlike işaretleri olarak görülmüyor. Bu arada sürekli olarak enerji ve gıda fiyatlarının birincil etkilerine bakılmayıp, ancak enflasyonun genel seyrini etkileyecek boyutlara ulaştığı takdirde dikkate alınacağının söylenmesi de, bizce yeni indirimlerin bir işareti olarak görülebilir.

YTL PETROL ZAMLARINI DURDURUYOR

Açıklanan özette Kasım ayında gelen zamların enflasyonu 0,8 puan artıracağı belirtiliyor ve işlenmemiş gıda fiyatlarındaki kısmi düzeltmenin Kasım ayı enflasyonu üzerindeki baskıları sınırlayacağı tahmin ediliyor.

Bu olumlu saptamalara karşılık "elektrik ve doğalgaz fiyatlarında ilerleyen aylarda yapılması gündemde olan ayarlamaların ikincil etkileri konusundaki belirsizliklerden dolayı, Merkez Bankası’nı faiz indirimlerinde göreli olarak daha ihtiyatlı olmaya sevk ettiği" kaydediliyor.

Ekim ayında sanayi üretiminde nispeten yüksek bir artış gerçekleşeceği tahmininde bulunan Para Politikası Kurulu, "YTL’nin güçlü konumunun ham petrol fiyatlarındaki yüksek artışların yurt içi enflasyon üzerindeki etkilerini sınırlayıcı rol oynadığı"nın da altını çiziyor. Aynı şekilde uluslararası kredi piyasalarındaki risklerin devam etmesi, "politika faizlerindeki indirim sürecinin iç talebe yansımasını sınırlayan" bir unsur olarak belirtilirken, küresel ekonomideki yavaşlamanın beklenenden daha keskin olma olasılığı da toplam talep tahminlerine ilişkin aşağı yönlü bir risk olarak değerlendiriliyor. Özetle; Merkez yine indirim için kararlı gözüküyor, oran daha sonra netleşir.
Yazının Devamını Oku

Belirsizlik artınca Merkez uyarmaya devam ediyor

26 Kasım 2007
DÜNYA ekonomisindeki belirsizlik, her hafta yaşanan yeni bir gelişmeyle, yoğunlaşmaya, piyasadaki aktörlerin kafasını karıştırmaya devam ediyor. Bu belirsizlik içinde ihracatçı ve bazı sanayiciler, yine bilindik şikáyetlerini dile getirirken, Merkez Bankası yönetimi de ısrarla fiyat istikrarının önemini anlatmaya devam ediyor. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz geçtiğimiz hafta sonunda yine "yüksek faiz-düşük kur" şikáyetini ileten sanayicilere, öncelikli görevlerinin fiyat istikrarını sağlamak olduğunu tekrarlamış ve faizleri Türkiye’den daha düşük olan ülkelerin paralarının da güçlendiğine dikkat çekmiş. Bizce tartışmaya açık bir söylemle, Yılmaz, sanayi ve üretimin önünü açmak için faiz oranlarını indirdiklerini belirtmiş ve dünyada faiz ve enflasyon oranları artarken, Türkiye’de yaşanan tersi trendin nedeninin geçen yıl yaptıkları 4 puanlık faiz artışı olduğunu ifade etmiş.

Yılmaz, ABD mortgage piyasaları ve hedge fonlarla ilgili krizin maliyetinin ne olacağının belli olmadığını hatırlatmış. Krizin dış piyasalarda iflaslara ve el değiştirmelere yol açıp açmayacağının net olarak bilinmediğini de vurgulayarak, iş dünyasına, "Önümüzdeki dönemde daha dikkatli olmak gerekiyor" uyarısında bulunmuş.

TERS ALGILAMALAR

Gerçekten de dışarıya baktığınızda, neredeyse her geçen gün, birbiriyle ters algılamalar da yaratan, inişli çıkışlı, yönü belli olmayan bir trend görüyorsunuz. Türkiye’de bu kadar çok harekete alışmış olan yerli piyasa oyuncuları, dünyadan da benzer hareketler geldiğinde biraz şaşırıyorlar. Ancak gördüğümüz kadarıyla, özellikle 2001 krizini yaşayan bizim bankacılar, yabancı oyunculara kıyasla çok daha soğukkanlı olabiliyorlar.

Kasım ayını toplantı yapmadan geçiren Amerikan Merkez Bankası’na (FED) ilişkin beklentiler gün be gün değişiyor. Ekim toplantısından sonra olmayan yeni faiz indirimi beklentisi, ABD şirket açıklamaları ardından yeniden hortladı. Hatta bir ara ipin ucu kaçırıldı; Aralık’taki rutin toplantıyı beklemeden FED’in olağanüstü toplantı yapıp faiz indirebileceği söylenmeye başladı. Ama geçen hafta açıklanan FED tutanaklarından sonra faiz indirimi olasılığı yine azalmış görünüyor. Tutanakların açıklaması "FED ekonomi için kötümser bir tablo çizse de faiz indirimlerinin devam etme konusunda çok da istekli görünmüyor" yorumlarına yol açtı.

SANAYİCİ DE TEMKİNLİ OLMALI

2008 yılında ekonomide yavaşlama bekleyen FED, önümüzdeki yıl için büyüme oranı tahminini Haziran’da açıkladığı yüzde 2.5-2.75 aralığından, yüzde 1.8-2.5 aralığına indirdi. Ayrıca FED üyelerinin büyüme konusunda aşağı yönde risklerin Ekim’de, Eylül’e kıyasla daha da artmış olduğu tespitinde bulundukları açığa çıktı.

Dolar, hem Euro hem de Yen’e karşı değer kaybederken, faizlerdeki artışa Avrupa da katıldı. 16 Kasım günü yüzde 4.98 olan dolar faizi geçtiğimiz hafta sonunda yüzde 5.04’e yükselirken, bir süredir ılımlı seyreden Euro faizi ise 8 baz puanlık yükselişle haftayı yüzde 4.70’ten tamamladı....

Altın fiyatları, ham petrol fiyatları geçen hafta içinde de yükselmeye devam etti.

Dünyada, görüldüğü gibi; her açıdan fiyatların yükselmeye devam ettiği gözleniyor.

Buna karşılık içeride, geçen hafta açıklanan beklenti anketine göre enflasyon beklentilerindeki kötüleşmenin orta ve uzun vadeye yayıldığı gözleniyor, tahvil ve bono faiz beklentileri de yukarı yönde değişiyor.

TEMKİNLİ OLMA İHTİYACI

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’
n da dediği gibi; dünyadaki trend ortada ve içeride çok daha temkinli olunması gereken bir dönem yaşanıyor.

Bankacılara baktığımızda, bir yandan iyimserliklerini korumak istediklerini gözlüyoruz ama bir yandan da belirsizliğin sonunda gelebilecek tehlikelere de hazırlıklı yakalanmak zorunda olduklarını düşünüp, buna göre davranmaya çalışıyorlar.

Bizce sanayiciler ve reel sektörün de çok iyi hesap yapması gereken bir dönemdeyiz.
Yazının Devamını Oku

Bölge için örnek yatırım: Kurtalan Çimento

24 Kasım 2007
HÜKÜMETİN terörü önlemek için, sadece askeri tedbirler değil, siyasi, diplomatik ve ekonomik çözümler üzerinde çalıştığını gözlüyoruz. Önceki hükümetler döneminde de benzer, kapsamlı projeler üzerinde çalışılmış ama bir türlü başarı sağlanamamıştı. Umarız bu kez başarılır.

Bölge için ekonomik çözümler denildiğinde, geçen hafta Siirt seyahati sırasında ziyaret ettiğim Kurtalan Çimento Fabrikası aklıma geldi. Bence fabrika her açıdan örnek olarak alınabilecek bir fabrika. Limak Grubu tarafından 2000 yılında alınan Kurtalan Çimento’nun üretimi 2006 yılı sonunda; klinker üretimi bazında yüzde 99, çimento üretimi bazında ise yüzde 52 oranında artırılmış.

Fabrikayı Limak Çimento Grubu Koordinatörü Gültekin Aksüyek, Fabrika Genel Müdürü Ali Sarıbay ve İdari Müdür Sermed Esendemir ile birlikte gezdik. Tesis bir çimento tesisi olmasına rağmen, çevre özeniyle, temizliğiyle bir kimya tesisini andırıyor.

Daha önce uzun süre fabrikanın genel müdürlüğünü yapan Aksüyek’in fabrikayı gezdirirken gözlediğimiz heyecanı, sağlanan başarının tesadüf olmadığını açıkça gösteriyor. Bölgede yatırımın ne kadar zor olduğunu gösteren o kadar çok ve zorlu olaylar yaşamışlar ki, gelinen aşamayı anlatırken saklamaya çalıştıkları gururu, sonuna kadar hak ettiklerini hissediyorsunuz.

Fabrika, üretim ve ticaretteki başarısıyla birlikte çevre açısından da tam bir örnek tesis niteliğinde. Aksüyek, fabrikaya gelen yabancıların, yaklaştıklarında bacalara bakıp, "çalışıyor mu, çalışmıyor mu?" diye iddiaya girdiklerini anlatıyor. Gerçekten de tam kapasite çalışırken bile bacadan duman çıktığını göremiyorsunuz. Zaten bacaların hemen yanı bile çimlerle döşeli ve yeşilin üzerinde toz göremiyorsunuz.

Şimdiye kadar 120 bin ağaç diken Aksüyek, her yıl ağaç sayısını katlamaya kararlı. Hemen yolun kenarında bulunan fabrika arazisine, değişik üzümlerin yer aldığı küçük bir bağ yapmış. "Bölge halkı ancak gördüğünde olabileceğine inanıyor" diyen Aksüyek, birkaç kilometre ötelerinde bazı arazi sahiplerinin küçük bağlar kurmaya başladıklarını anlatıyor.

TEŞVİKLER GÖZDEN GEÇİRİLMELİ

Fabrikayı gezip, Aksüyek ve ekibinin hálá devam eden heyecanına şahit olduğumda, bir gün önce "başarı öyküleri" toplantısında Limak’ın patronu Nihat Özdemir’in, tesisleriyle övünmesinde ne kadar haklı olduğunu daha iyi anladım.

Özdemir’in memleketi Bitlis’e, biraz "patron zoru"yla çimento öğütme ve paketleme tesisi yapımına, bu yıl haziranda başlanmış. Mayıs 2008’de faaliyete geçmesi planlanıyor. 2007 Ekim sonu itibariyle toplam yatırım tutarı 140 milyon doları aşmış.

Hemen hepsi bölgede yer alan Limak Çimento Grubu’na ait tesislerde, taşeronlar dahil 970 kişinin istihdam edildiğini kaydeden Aksüyek, İstanbul Sanayi Odası (İSO) 500 büyük firma arasında Kurtalan Çimento’nun 336’ncı sıraya çıktığını, hedeflerinin 250 ile 300 arasında bir yer olduğunu belirtiyor. Bu sıralamada bir tesisin bulunması, Siirt ve bölge için büyük şans...

Çimento sektöründe 2008 ve daha sonraki yıllarda ortaya çıkacak arz fazlalığı nedeniyle sektördeki rekabetin iyice artacağını, fiyatlarda düşüş beklediğini kaydeden Gültekin Aksüyek, Limak olarak, ülkenin problemlerinin çözümü amacıyla bölgede yatırım gerekliliğine inandıklarını, bu nedenle bölgedeki yatırımlarına devam edeceklerini söylüyor.

Başka büyük girişimcilerin de bölgeye yatırım yapmasını isteyen Aksüyek, bunun için mevcut teşvik yasalarının; yeniden gözden geçirilip ilk etapta bölgesel bazda, daha sonra buna bağlı olarak iller bazında, yeniden düzenleme yapılması gerektiğini kaydediyor. Enerji desteğinin, Kurtalan ve Ergani fabrikalarında toplam 360 kişiye ilave istihdam sağlamalarına imkan verdiğini kaydeden Aksüyek, bu ilave istihdam sayesinde, işsizliğin had safhada olduğu ve terör sıkıntısının yoğun yaşandığı bu bölgede, dolaylı olarak yaklaşık 1.800 kişiye imkan sağlandığının altını çiziyor.

Bence bu örnekler incelenip, kapsamlı desteklerle bölgede yatırımlar mutlaka artırılmalı.
Yazının Devamını Oku

IMF dayanamadı, açıkça uyarmaya başladı

22 Kasım 2007
IMF’nin ekonomik gidişata ilişkin uyarılarını artık gazetelerde okumaya başladık. Uyarıların içeriğine girmeden önce şunu söylemek gerekir ki; IMF’nin bu tavrı olağan bir tavır değil. Kapalı kapılar ardında hükümete, ekonomi yönetimine gördükleri sıkıntıları aktarıp, önlem alınmasını isteyen IMF’in bu uyarılarını şimdi kamuoyu önünde yapmayı seçmesi, hiç de tesadüf ya da normal bir tavır değil. IMF’in artık dayanamayıp, tedbirler geciktiği için, Hükümeti karar almaya zorlamak için bu yolu seçtiğini düşünüyoruz. Bu yol genellikle IMF’in zorunlu olmadıkça başvurmadığı bir yoldur. O nedenle ciddiye almak gerekiyor.

Unutmayalım ki; 7. gözden geçirme çalışmalarında 5-6 aylık bir gecikme var ve bu gidişle daha da gecikecek. Uluslar arası likidite nedeniyle belki bu gecikme o kadar dikkate alınmıyor ama unutmayalım ki; dünyada ne olacağı, likiditenin akıbeti belli değil. Yani yaşanan gecikme, ileride bir dış şok gelirse çok büyük sorun olabilir.

IMF’nin ülke raporuyla Heyetin Türkiye’ye 2008 için yüzde 6.5’lik faiz dışı fazla (FDF) hedefi önerdiği, Hükümetin bunu kabul etmediği iyice anlaşıldı. Raporun ardından IMF Türkiye Masası Şefi Giorgianni de, rapordakileri üstlenip, hatta "rapordaki uyarıların ekonomide yol gösterici olması gerektiği"ni söyleyip, üzerine yeni uyarılarda da bulundu.

Giorgianni, her zamanki gibi ekonomide sağlanan gelişmeyi övüyor ama ardından risklere dikkat çekiyor. Örneğin "kurallı maliye politikası" kapsamında Türkiye’nin harcamalar ve FDF için 4-5 yıllık hedef belirleyip açıklamasını istiyor. Cari açığın hala çok büyük sorun olduğunu ve sıkıntı yaratabileceğini söylüyor. Aynı zamanda faiz indirimlerine ilişkin olarak da, belki piyasaların hoşuna gitmeyecek ama, "ılımlı ve kademeli indirim" istiyor.

Giorgianni, bu yıl bozulan mali politika disiplininin yenilenmesini şart görürken, memur kesimine yönelik harcamalardaki artışın kontrol altına alınması, elektrik fiyat politikasının gözden geçirilmesi ve vergi kaçağının önlenmesini de istiyor.

AB HEYECANI CANLANDIRILMALI

Özetle; IMF yüksek ve sürekli büyümeye devam etmek, uluslararası likiditedeki şoklardan etkilenmemek için, mali disiplinin yeniden oluşturması gerektiğini, kayıtdışını önleyip vergi gelirlerini artırarak, istediği vergi indirimleriyle sanayinin maliyetlerini düşürülmesini, faiz indirimlerinde temkinli olup kendini disipline edecek kuralları uygulamaya koymasını istiyor.

Bizce bu uyarılar dikkate alınarak bir ekonomik plan hazırlanıp, IMF’yle yakın izleme anlaşması da yapılırsa, ekonomik gelişmenin devam edeceği gün gibi ortada.

IMF çapası bu şekilde yeniden oluşturulurken, sağlanan ekonomik istikrar için ikinci çapa olarak görev yapan AB çapasının da güçlendirilmesine ihtiyaç var.

Avrupa Parlamentosu’nda Alman Sosyal Demokrat milletvekili olarak yeralan, Türk işadamı Vural Öger de AB heyecanının azalmasından şikayetçi. Türkiye’den görüldüğünün aksine Avrupa’da Türkiye’ye düşmanlık bulunmadığını, "Sevr’i bir-iki tarihçi hariç kimse bilmiyor" sözleriyle anlatan Öger, bir tek Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’nin sekter tavır aldığını, O’nun da ilelebet görevde kalmayacağını söylüyor.

Son ilerleme raporunda kendisinin de gayretiyle, Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat edildiğini ve iyi bir rapor çıktığını hatırlatan Öger, Avrupa’daki tüm aklı başında olan insanların Avrupa’nın Türkiye’ye ihtiyacı bulunduğunun farkında olduğunu da ifade etti.

AB’ye yeni giren ülkelerin Türkiye’yi "büyük ve sanayileşmiş ülke" olarak gördüğünü kaydeden Öger, "imtiyazlı üyelik değil Türkiye tam üye olacak, genel eğilim de böyle" dedi. Ancak, Avrupa halklarının desteği için daha iyi iletişim politikası gerektiğini kaydeden Öger, TÜSİAD’ın dışında somut bir çaba görülmediğini, bu durumu Hükümete ilettiklerini söyledi.

Vural Öger, 301. maddenin kaldırılması, Vakıflar Yasası değişiklikleri ve Ruhban okulu gibi AB’nin büyük önem verdiği sıkıntıların da mutlaka giderilmesi gerektiğini söyledi.
Yazının Devamını Oku

IMF’nin mali sektör uyarıları

20 Kasım 2007
IMF’nin 7. gözden geçirme için bugünlerde Ankara’ya tekrar gelmesini beklerken, geçmiş tarihli de olsa, Türkiye’ye ilişkin değerlendirmeleri önceden geldi. IMF Türkiye Heyetinin gelişi ise, yine ertelenen elektrik zamlarından sonraya kalmış gözüküyor. Geçen hafta sonunda açıklanan IMF ülke raporuyla birlikte mali sistemin değerlendirildiği raporlar da gazetelere yansıdı. Özet olarak değerlendirildiğinde, IMF’in Türkiye’nin mali sektörünün güçlendiğinin altını çizdiği ama hálá bazı zaaflar bulunduğuna dikkat çekip, bunlara ilişkin önlem alınmasını istediğini söyleyebiliriz.

Türkiye’nin mali sektörünü son 5 yılda belirgin biçimde güçlendirdiği, bu gelişmenin hızlı bir şekilde süreceği ve uluslararası entegrasyonun daha fazla sağlanacağı belirtilirken, "Bu sürecin, sağlamlığın korunması için dikkatli yönetilmesi gerektiği" kaydedildi.

IMF’nin değerlendirmelerinde, elbette bozulan küresel likiditenin yarattığı tehdit ve küresel bir kriz olasılığında Türkiye’deki mali sektörün da zarar görme endişesi rol oynuyor. Çünkü yapılan değerlendirmede "bir dizi kurum"un olası şoklardan önemli ölçüde etkilenebileceği belirtiliyor ve riskler sıralanıyor.

Her şeyden önce, özellikle büyük cari işlemler açığına bağlı makro ekonomik istikrarsızlık tehlikesine değiniliyor. Rapordaki, mali sektör için tehdit oluşturan temel unsurun, "Türkiye ekonomisinin sermaye akışına ve dolayısıyla uluslararası yatırımcının duyarlığına bağlı olmaya devam ettiği" değerlendirmesi olduğunu söyleyebiliriz.

Bununla birlikte enflasyonun daha alt düzeylerde sabitlenmesinin gerektiği, kamu borç stokunun son dönemde azalmasına rağmen daha da aşağı çekilmesine ihtiyaç duyulduğu ifade ediliyor. Bizce, açıkca söyleyemeseler de "biraz enflasyon olabilir, yeter ki kárımız yüksek çıksın" diye gönüllerinden geçiren bankacılar, bu değerlendirmeyi çok iyi okumalılar. Türkiye, eğer enflasyonla mücadeleden vazgeçer ya da bu mücadeleyi gevşetirse, şimdi büyük kárlar elde edebilirler ama unutulmasın ki; tüm kárı yok edecek istikrarsızlık yeniden gelebilir.

Bu arada raporda son yılda ekonomi yönetimine güven sağlanmış olsa da, hala tasarrufçuların ve yatırımcıların güvenindeki kırılganlığın sürdüğüne de dikkat çekiliyor.

Bu da, bir sorun çıkması halinde, işlerin aniden tersine dönüp bozulabileceğini, çünkü güvenin tam ve kalıcı biçimde oluşturulamadığını gösteren bir değerlendirme.

FAİZ VE DÖVİZ RİSKİ

IMF’nin mali sektöre ilişkin uyarıları arasında konut kredisi ve kredi kartı sektörleri dahil, yeni alanlara ilişkin hızlı kredi genişlemesinden kaynaklanan riskler de bulunuyor. Bu tehlikenin yeni borçluları da kapsadığı kaydedilirken, son dönemde hızı biraz düşse de, 2006 Haziran ayından buyana devam eden kredi genişlemesine dikkat çekiliyor.

IMF belli ki ABD’de başlayan mortgage kredisi krizinden de korkarak bu uyarıyı yapıyor. Konut kredisi yaygınlaşmadığı için yani temkinli olunması nedeniyle bu krizi ucuz atlattığımız unutulmamalı. Bu nedenle ileride de, "işler düzeldi" diye bu alana hücum başlarsa, raporda da yazıldığı biçimde düşük karşılık standartlarının ortaya çıkabileceğine dikkat çekiliyor.

Raporda bankaların faiz riskine dikkat çekilirken, riskin temelde; bir yanda kamu menkul kıymetleri ve konut kredileri, diğer yanda da mevduat hesapları arasındaki vade uyumsuzluğundan kaynaklandığı söyleniyor. Yani bu kadar kısa vadeli mevduatla, çok uzun vadeli plasmanlara girilmesinin yaratacağı tehlikeye dikkat çekiliyor.

Bu arada döviz riski de bulunduğu kaydedilirken ihracatçı olmayanlara dövizle borçlanma imkanlarının verilmesinin, örneğin off shore döviz kredileri kullanımı ve dövize endekslemenin yaygınlığına ve bunun yaratacağı döviz riskine dikkat çekiliyor.

Bizce rapordaki önemli uyarılardan biri de "mali sektörde hala şeffaflık ve kurumsal yönetiminin iyileştirilmesine duyulan ihtiyaç" oluyor.

Bunlar rehavetten sıyrılıp, fazlasıyla dikkat edilmesi gereken uyarılar...
Yazının Devamını Oku

Güçlenen enerji kozumuz

19 Kasım 2007
TÜRKİYE-Yunanistan doğalgaz boru hattının açılışı, dün yapıldı. <br><br>Bu açılış bizce, Türkiye’nin dünya enerji sahnesindeki kritik rolünü teyit eden bir açılıştı. Doğalgaz akışının sağlanmasıyla iki ülkenin enerji işbirliği gelişecek.

Ancak sadece Yunanistan değil, Avrupa’nın tümü enerji arz açığını kapamak için Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor.

Bizce Türkiye Avrupa Birliği (AB) ile ilişkilerinde de bu enerji kozunu çok iyi kullanıp, önümüzdeki dönemde önemli avantajlar elde edebilir.

Bu açılış aynı zamanda Türkiye’nin oyundaki önemli rolünü de gösteriyordu.

KRİTİK ÜLKE GÖSTERGESİ

Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis törene, Meclis Başkanı ve Kalkınma Bakanı ile birlikte katıldı. Törende Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yanısıra Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanı Samuel Bodman, Gürcistan Enerji Bakanı Alexander Khetaguri de hazır bulundu.

Türkiye, Azerbaycan ve Yunanistan milli marşlarıyla açılan törende yeralan uluslar arası oyunculara baktığınızda, aslında Türkiye’nin bölgesinde nasıl büyük bir enerji oyununun içinde bulunduğunu, nasıl kritik bir ülke olduğunu da rahatlıkla görebilirsiniz.

GENİŞ ENERJİ VİZYONU

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan doğalgaz boru hattının açılışı için düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Türkiye’nin geniş bir enerji vizyonu bulunduğunu belirterek, "Bu vizyon doğrultusunda jeostratejik konumumuzla birlikte bölgede enerji merkezi dağıtıcısı ve transit ülke pozisyonumuzu güçlendirmeye çalışıyoruz" demiş. Esas itibarıyla enerji stratejimizi de bu vizyona dayanarak küresel gelişmeleri ve beklentileri göz önünde bulundurarak oluşturduğumuzu kaydeden ve projeleri tek tak sayan Erdoğan, "Bu projelerle Türkiye’nin 21. yüzyılın ipekyolu olarak adlandırılan doğu-batı enerji koridorunun hayata geçirilmesine öncülük ettiğini" söylemiş.

ABD İLE İRAN GERGİNLİĞİ

Geçtiğimiz hafta enerji açısından hareketli bir hafta oldu. İstanbul’da yapılan Enerji Arenası’na Amerika Birleşik Devletleri ve İran başta olmak üzere önemli aktörler katıldı.

İRAN İŞBİRLİĞİ TEPKİSİ

Türkiye’nin enerji politikasının Amerika Birleşik Devletleri ittifakı doğrultusunda yürüdüğü herkes tarafından biliniyor. Arena boyunca Amerika Birleşik Devletleri yetkilileri "Rusya’nın enerji tekeli"nden sözedip bunun kırılması gerektiğini söylemişler. Buna karşılık daha önce İran’la yaptığımız doğalgaz mutabakatına "çok sert tepki" veren ya da böyle veriyormuş gibi gözüken Amerika Birleşik Devletleri yetkililerinin, konuyla ilgili olarak "geleceğin İran’ı ile işbirliği"nden sözetmeleri dikkat çekmiş. Amerika Birleşik Devletleri Eneri Bakanı Bodman’ın ise bu işbirliği konusundaki tepkisini "İran’la bu kontrat bizi üzer" diyerek yumuşattığı da gözlerden kaçmamış. Toplantıya katılan bazı Türk yetkililerin ise "zaten anlaşma gereği 2011’den önce gaz gelmeyecek yani geleceğin İran’ından alacağız" diyerek işi yumuşattıkları da gözlenmiş.

OYUNU İYİ OYNAYABİLMEK

Özet olarak Türkiye’nin enerji oyununu iyi oynayabilmek için hem Hazar hem İran gazını birarada alıp, bir kısmını kullanıp, bir kısmını Avrupa’ya sevketmesi, petrolde Şahdeniz ve İran’ı birarada yürütmesi gerekiyor.

RUSYA KORKUSUNUN ETKİSİ

Bu, Rusya korkusu nedeniyle Amerika Birleşik Devltleri’nin, arzını çeşitlendireceği için Avrupa’nın, en çok da ihtiyacını karşılayıp, kilit ülke konumunu kazanacağı için Türkiye’nin işine geliyor. O nedenle Türkiye bu oyunu çok iyi, dikkatli ve planlı oynamak zorunda.
Yazının Devamını Oku

Kaçak elektrikte huzursuzluğun bedeli

17 Kasım 2007
ELEKTRİK zammının "yılan hikayesi"ne dönen serüveni devam ediyor. Hikayenin son bölümünde, Enerji Bakanı Hilmi Güler’in bu kez de "zam kararnamesi yok" demeci yer alıyor... Yani yıllardır yapılamayan zam yine yapılamıyor... Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nazım Ekren’in bu haftaki Siirt seyahatini izlerken şahit olduklarım, elektrikle ilgili sorunların sadece zamla ilgili olmadığını görüp, devasa hale gelen bu sorunun çözümü konusunda ciddi karamsarlığa kapılmama neden oldu.

Diyarbakır’dan Siirt’e yaptığımız yolculuk akşam saatlerine kalmıştı. Yaklaşık 3 saat süren kara yolculuğu sırasında birçok köy ve kasabadan geçtik. Şaşırtıcı olan ise bu yerleşimlerin tümünün ışıl ışıl olmasıydı. Küçücük köy evlerinde bile bütün iç ışıklar yanarken, evlerin dört bir çevresinde de en az 4-5 ampul yanıyor. Yoksullukları her hallerinden belli olan evlerin kullandıkları bu elektriğin faturalarını ödemeleri ise mümkün değil.

Olay belli; kullanılan bu elektriğin bedeli ödenmiyor. Yani hemen hepsinin kaçak olduğu gün gibi aşikar. Aksi takdirde bu faturaların ödenmesi mümkün değil.

Aynı minibüste yolculuk ettiğimiz kamu yöneticileri, gördüklerimizin daha bir şey olmadığını, bu evlerin neredeyse tümüyle elektrikli aletlerle ısıtıldığını söylüyorlar. Tavandan demir karyola sarkıtılıp, elektrik verilerek evlerin ısıtıldığı bile söyleniyor.

Peki, yol üstünde olan bu evler görülmüyor mu, kullandıkları elektriğin kaçak olup olmadığı kontrol edilmiyor mu? Elbette görülüyor ama öyle anlaşılıyor ki; artık kontrolden bile vazgeçilmiş durumda.

Peki, bile bile kaçak elektriğe göz yummak, devletin gücünü, itibarını zedelemiyor mu?

Bu kaçak elektrik toplam faturaya eklendiği için, bölge dışında yaşayan yani elektrik parasını normal olarak ödeyen tüm ülke vatandaşları bir anlamda, buralarda kaçak kullanılan elektriği ceplerinden sübvanse etmiş olmuyorlar mı?

Bu soruların yanıtlarının evet olduğunu herkes biliyor. Ancak durum çok daha karmaşık olduğu için, kimse bir ucundan tutup da bu kördüğüm olmuş sorunun çözümüne yanaşmıyor. Çünkü bölgede huzursuzluk var, çünkü bölge halkı büyük çoğunlukla yoksul...

Bu nedenle de ödenmeyen elektrik faturalarının üstüne kimse gitmiyor, göz yumuluyor. Yani kaçak elektrik kullanımının nedeni de bölgede yaşanan huzursuzluk ve yoksulluk.

ÇÖZÜME DAHA YAKIN GİBİYİZ

Siirt’te daha önce, yine bölge için hazırlanan ekonomik planlardan birinin hazırlık çalışmaları sırasında bulunmuştuk. Örneğin Urfa’ya, Diyarbakır’a kıyasla Siirt’i çok daha az mesafe alınmış bir il olarak gördük.

Ancak, son dönemde bölgeye olan devlet ilgisi, eskiye kıyasla çok daha artmış durumda. Daha fazla halka dokunmaya çalışan yöneticiler var. Buna rağmen sağlıklı bir plan da hazırlanabilmiş değil. Bunun nedenlerinden biri elbette bölge halkında var olan, devlete ve değişime olan direnç.

Bunu söylemek için belki henüz somut dayanaklarım o kadar güçlü değil ama hissettiğim o ki; bölgenin sorunları için çözüme eskiye kıyasla çok daha yakınız.

Doğru ya da yanlış kaygılarla bölgede oluşmuş tedirginliği, güvensizliği artık anlamak gerekiyor. Açıkcası; Habur sınır kapısının kapatılmaması başta olmak üzere, AKP Hükümetinin oluşan bu ortama saygılı davrandığını düşünüyoruz. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son alarak DTP milletvekillerinin dokunulmazlığı hakkında söyledikleri de, bence bu duyarlılığın bir örneği. Özetle, geçmişte yapılan hataların artık yapılmaması gerekiyor.

Çözüme yaklaşıldığını hissetmemi sağlayan unsurların biri de, Fikret Bila’nın başarılı bir gazetecilik örneği vererek, geçmiş kuvvet komutanları ve Genelkurmay başkanları ile konu hakkında yaptığı söyleşiler. Sadece Hükümet değil, devletin diğer organları da artık "zor kullanan devlet" yerine "akıllı devlet" tavrıyla sorunu çözme noktasına gelmiş durumdalar.

Kim bilir, belki de zamanı şimdi gelmiştir. Umarız gelen fırsat, bu kez değerlendirilebilir.
Yazının Devamını Oku