Erdal Sağlam

Elektrik zammından alınacak dersler

27 Aralık 2007
YÜKLÜ elektrik zammı, birkaç gündür, yine gündemimizde. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek gibi, zamlar konusundaki normal sorulara bile incilerle yanıt veren bakanlar olursa, daha uzun süre de gündemimizde kalmaya devam edecek gibi... Her şeyden önce hükümetin alması gereken dersler var. Daha önce akaryakıt zamlarında da yaşadığımız halde, hükümet gereksiz biçimde, sübvansiyon uygulamasına devam edip, elektrik fiyatlarını piyasa koşullarında belirlenen fiyat olmaktan çıkardı. Daha doğrusu elinde 5 yıldır böyle imkan varken, ortam da çok uygunken bu fırsatı kullanamadı. Sebebi basitti; popülizm yapacak, "fiyatları düşürdüm" diyecek, işalemine "zam yapmıyoruz" diye şirin gözükecekti. 5 yıl bu popülizm imkanına da sahip oldu ama sonunda geldi yüzde 15 gibi devasa, tüm dengeleri bozabilecek bir zammı yapmak zorunda kaldı.

Bu zam, popülizmin iki tarafı keskin bıçak olduğunu bir kez daha gösterdi. Sonunda fatura ödeniyor ve zammın medyada bu kadar yer bulmasını da normal karşılamak zorundasınız.

Ki; medya genel olarak bu zammın bir an önce yapılmasını ister bir tavırdaydı. Çünkü artık medya da gördü ki; popülizmin faturası mutlaka çıkar ve normalin üzerinde, katmerli çıkar.

Şimdi hükümet, bu zammın ardından elektrik fiyatlarında da otomatik fiyatlandırmaya geçip, elektrik zamlarını "hükümetin yaptığı zam" olmaktan çıkarmak istiyor. Teknik olarak bakıldığında ise bu zammın bile yetmeyeceği, yüzde 5 hatta 10 daha zam gereği bulunduğu biliniyor. Hükümet, otomatik fiyatlandırmaya geçerken, gereken bu ikinci dalga zammı da yaptırmak istiyor. Yani niyeti; bu zammın sorumluluğunu kendi üzerinden atmak.

Ancak bizce ikinci yüklü zammın sorumluluğu da tümüyle AKP hükümetine ait olmak zorunda. Çünkü biriktiren, yaptırmayan, bekleten, dolayısıyla şimdiye kadar zam yapmamanın nemasını yiyen AKP hükümetidir.

Bu zamdan almamız gereken bir başka ders ise bakanların yöneticilik yeteneklerinin de güçlü olması gerektiği. Öyle sanıyorum ki, ilgili bakanın bu 5 yılda en çok zorlandığı konuların başında elektrik zammı geliyordur. Bakanların teknik olarak zorunlu gördükleri kararları, ne yapıp edip, Başbakan’a aldırmaları gerekir. Sonunda bu işin tersine dönüp, politik olarak zarar göreceklerini iyi anlatıp, zorunlu kararlara onay almak zorundalar.

POPÜLİZMİN FATURASI KATMERLİ ÇIKAR

Ayrıca medyada yeralan haberleri yalanlayarak zamdan kurtulamayacaklarını, hükümetlerin, bakanların artık anlaması lazım. Gereken zamanda yapılsa elektrik zammı bu kadar sakız olmayacak, üzerine gidilmeyecekti. Teknik olarak hazırlanan zam taslaklarını yazdıkları için gazetecilere hakaret edildiğini, "uyduruyorsunuz" dendiğini unutmadık.

Özetle hükümet elektrik zammı konusunu yönetemedi. Hiç sorun olmayacak, rutin bir iş iken, durduk yere sorun haline getirdiği sorunu, işin içinden çıkılamaz hale getirdi.

Kördüğüm haline getirdikleri sorunları, ancak keskin ve radikal çözümlerle yani kılıçla çözmek zorunda kalacaklarını, hükümetler de artık anlamak zorunda.

Kılıçla sorun çözme noktasına getirdiğinizde de, ister istemez tahribat büyük oluyor...

Hükümet bizce iyi yönetemediği bu sorunun bedeline razı olmak, çıkacak eleştirilere katlanmak zorunda. Önümüzdeki birkaç ay içinde enflasyon yeniden çift haneye çıkarsa, işte asıl siz o zaman görün; elektrik zammının başınıza açacağı işleri, eleştirilerin dozunu...

"Zaten kur nedeniyle rekabet gücümüzü kaybettik, istihdam üzerindeki yükleri indirmediniz, bir de üzerine bu kadar elektrik zammı bizi öldürecek" diye bağırmaya başlayacak işalemine, yine, "medyaya demeç vermeyin, eleştirileri bize başbaşayken yapın" mı diyeceksiniz?
Yazının Devamını Oku

Bankacılar IMF ile ihtiyari stand-by’dan yana

25 Aralık 2007
HÁLÁ yoğun olarak konuşulmuyor ama, Hükümetin önümüzdeki bir-iki ay içinde 2008 Mayıs ayında sona erecek stand-by anlaşması yerine, IMF’yle nasıl bir anlaşma yapacağına karar vermesi gerekecek. Hükümetin stand-by anlaşmasının sona ermesinden sonra IMF’yle ilişkisini tümüyle kesmesi, zaten mümkün değil. Daha doğrusu IMF’den kullanılıp da bakiye kalan borç bir defada ödenmediği takdirde, IMF’nin gözetiminin bir şekilde devam etmesi gerekiyor.

İşte bu nedenle IMF’yle, 2008 Mayıs sonrası için, en hafifi yakın izleme anlaşması olmak üzere, önümüzde yeni anlaşma için birkaç seçenek bulunuyor.

Anadolu Ajansı’nın dün Washington kaynaklı duyurduğu haberde, IMF’yle yapılacak anlaşma için "ihtiyari stand-by anlaşması" formülünün ağırlık kazandığı belirtildi.

Bu seçeneğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmiyoruz ama şurasını söyleyelim ki; bankacıların büyük bölümü ihtiyari stand-by anlaşmasına sıcak bakıyor.

Daha önce yakın izleme anlaşmasının da yeteceğini düşünen bankacılar bile, son günlerde, ihtiyari stand-by anlaşmasının daha doğru bir anlaşma türü olacağını söylüyorlar.

Bu fikir değişikliğinin en büyük nedeni ise küresel ekonomideki belirsizliğin devam etmesi ve en çok da küresel kredi imkanlarının 2008 yılında sınırlanacağını, şimdiden görmüş olmaları.

Konuştuğumuz banka genel müdürlerinin hemen hepsi kullandıkları sendikasyon kredilerinin miktarlarında bir sıkıntı beklemediklerini ama faizlerin artacağını söylüyorlar. Bankacılar en çok küresel sermaye piyasalarından sağladıkları fonların sekteye uğrayacağını, bu nedenle 2008 yılında kaynak sıkıntısı yaşayabileceklerini ifade ediyorlar.

Dolayısıyla, bunun sonucu olarak içeriden kaynak yaratma çabalarının yoğunlaşacağını, rekabet nedeniyle mevduat faizlerinde bir artış olabileceğini belirtirlerken, dış kaynak maliyetlerindeki artış da eklendiğinde, içeride kredi kullananların bu yılki avantajlarını önümüzdeki yıl koruyamayacaklarını tahmin ediyorlar.

İşte bu nedenle dış kaynak akışının devam etmesinin, hem bankalar için hem de bankaların kredi kullandırdığı reel sektör için hayati önemi taşıdığına inanıyorlar. Dolayısıyla da Türkiye’nin yüksek büyümeyi devam ettirmesi için dış kaynak akışının düzenli olarak devam etmesi gerektiği düşüncesindeler.

IMF ÇIPASI DEVAM ETMİŞ OLACAK

İşte, ihtiyari stand-by anlaşması yapılması halinde Türkiye ekonomisinin son yıllarda kazandığı istikrar ve ekonomik büyümesinde hayati rol oynayan "IMF çıpası"nın devam ettirilmesinin mümkün olacağı, bunun da dış kaynağa olumlu katkı yapacağı görüşü hakim.

İhtiyari stand-by anlaşmasının normal olarak uygulandığında kaynak öngörmeyeceğini ama Türkiye’ye, likidite sıkışıklığı halinde kredi kullanma imkanı tanıdığını hatırlatan bankacılar, bunun da Türkiye’nin kredibilitesine büyük katkı yapacağını düşünüyorlar.

Bu anlaşmanın imzalanması halinde Hükümetin yapısal tedbirleri yerine getirmeye, mali disiplini devam ettirmeye mecbur kalacağını kaydeden bankacılar, bu disiplinin ise hem

içeride hem de dışarıda güvenirliği artıracağını, dolayısıyla Türkiye’yi diğer gelişmekte olan ülkeler arasında bir adım öne çıkarabileceğini belirtiyorlar.

Normal stand-by anlaşması yapmaya, acil kaynak ihtiyacı bulunmadığı için gerek de olmadığını kaydeden bankacılar, ihtiyari stand-by anlaşmasının alternatifi gibi gözüken yakın izleme anlaşmasının ise, gevşek ve bağlayıcılığı az bir anlaşma türü olduğunu hatırlatıyorlar.

İhtiyari stand-by’da ise Türkiye ihtiyaç duymazsa kredi almayacak ama rutin gözden geçirmeler yapılacak. Böylece uygulanan ekonomik programa uluslararası destek sağlanacak.

Bazı bankacılar, bununla birlikte "kurallı maliye politikası"na geçişin, orta vadede de Türkiye’nin kredibilitesine büyük katkı yapacağı düşüncesindeler...
Yazının Devamını Oku

2008’de Arapları çok konuşacağız

24 Aralık 2007
2008 yılına ilişkin ekonomik programda, geçen yıllara kıyasla önemli bir değişiklik olmadığı artık anlaşıldı. Ancak küresel likiditenin bu kez olumsuza dönmesi, yani geçmiş yıllardaki büyüme oranlarına ulaşılmasının çok zor olduğu da biliniyor. İşte Hükümet, anladığımız kadarıyla, 2008’de dünya ekonomisinden gelecek olumsuz etkileri gidermenin yolu olarak sadece "yabancı sermaye formülü"ne sarılmayı deneyecek...

Daha doğrusu "özelleştirme ve yeni altyapı yatırımları yoluyla 2008’de de büyümenin yüksek kalmasını sağlamaya çalışacak" dememiz daha doğru olur. Ancak iç kaynaklarla bunlar finanse edilemeyeceği için, yine yabancı sermayeye bel bağlanacağını söylemek yanlış olmaz.

İşte bu amaca ulaşmak için yabancı sermayenin mutlaka, özellikle de doğrudan yatırımlar için ülkeye çekilmesi lazım. Halbuki Batı sermayesi zaten tedirgin bir yıl yaşayacak, Batı’daki büyüme oranları küçülecek, buna karşılık enflasyon oranları artmaya devam edecek. Dolayısıyla bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin de, bundan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz. Yani hem sıcak para olarak, hem de özelleştirme ve yeni yatırımlar için yabancı sermayeyi ülkeye çekmek de çok zor olacak. O zaman bu yabancı sermaye nasıl çekilecek?

İşte bu noktada "petrol sermayesi" gündeme geliyor. Arap ülkelerinin ABD ve Avrupa’da, Çin’le birlikte, köklü finans kurumları ve bankalardan hisse almaya başladıklarını zaten biliyoruz. Bu hareketin şirket alımlarıyla da devam etmesi bekleniyor.

Bu nedenle , diyoruz ki; bizde de, 2008 yılından başlayarak, çok yoğun olarak "Arap Sermayesi" gündemimizde olacak. Ama "Arap sermayesi" denileceğini zannetmiyoruz daha çok "Araplar" diye geçecek. Türkiye’de çok yaygın olan, tarihsel ve ideolojik birikimlerle şekillenen "Araplar" kelimesinin, insanlara çok olumlu şeyler hatırlatmadığı da kesin.

İşte bu nedenle "Araplar"ı, 2008 yılından başlayarak epeyce bir süre, hem siyasi hem ekonomik olarak çok konuşacağız, çok tartışacağız...

Batı’da da, özellikle de ABD’de, dini sebeplerle bu sermaye karşı çıkıldığını, direnç gösterildiğini biliyoruz ama bizde bu direncin daha da yoğun olacağını söylemeliyiz.

Bu tartışmalar, elbette AKP hükümetinin bu dünya ile yakınlığı ve son olarak da Anıtkabir’i ziyaret etmeyen Kral’ın ayağına, kaldığı Otele, hem Cumhurbaşkanı, hem Başbakanımızın gidişiyle hatırlanıp, dallanıp budaklandırılacağını söylemek kehanet sayılmaz.

ŞİMDİDEN SÖYLENTİ ÇOK

Özellikle bazı bankacılarımızda, yabancı sermaye akışında Batı sermayesinin yaratacağı boşluğun Arap sermayesi ile doldurulacağı, dolayısıyla hala yüksek büyüme umudu var.

Ancak, daha karlı, daha geleceği olan önemli yatırımları ABD’de, Avrupa’da yapmak varken, Arap sermayesi neden gelip Türkiye’yi seçecek, bize çok yüklü para aktaracak?.

Bosna’daki Arap sermayesinin nasıl kültürel bir hakimiyete dönüştürülmeye çalışıldığını gördüm ama Türkiye çok farklı bir ülke ve böyle bir asimilasyona kalkışılamayacağı bilinir.

O zaman Arap sermayesi neden Batı ülkeleri yerine bize gelecek?

Bizce bunun yanıtı yine ekonomik olacak. Çok karlı görülen, büyüme potansiyeli görülen alanlara Batı sermayesi nasıl gelmişse, bence Arap sermayesi de o nedenlerle gelecek.

Örneğin şimdiden Halk, Vakıflar Bankası gibi özelleştirmeler için, enerji ile ilgili her türlü, gelecek görülen yatırımlar için, Arap sermayesinin yoğun ilgisi konuşulmaya başladı.

Burada AKP Hükümeti’nin dikkat etmesi gereken husus; zaten yakınlıkları da bilindiği için, verilecek işlerin, özelleştirmelerin adil olmasına daha fazla özen göstermeleri gerektiğidir. Örneğin İgdaş için şimdiden Araplarla işin bağlandığı konuşuluyor. Bankaların satışında danışıklı döğüş, şirket ve arazi satışlarında imtiyaz sağlanacağı spekülasyonları dolaşıyor.

Bu arada aynen Özal döneminde olduğu gibi, "Arapların bize ucuz petrol verecekleri" yolunda söylentiler dolaşmaya başladı. O zamandan hatırladığımız; söyleyip vermemişlerdi.

Türkiye’nin yabancı sermayeye, yüksek büyümeyi devam ettirmeye ihtiyacı var. Ancak hassasiyetlerin gözetilmesi lazım ki; büyüme yerine yeni gerilim kaynağı üretmeyelim...
Yazının Devamını Oku

IMF, sözlerin yerine getirilmesini bekleyecek

22 Aralık 2007
ULUSLARARASI Para Fonu (IMF) ile yürütülen stand-by anlaşması kapsamında, 7. gözden geçirme çalışmalarında nihayet son aşamaya gelindi. Ancak gözden geçirmenin tamamlandığını söylemek için bizce henüz erken. Dün Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıklamalardan anladığımız o ki; IMF sürekli olarak verilip de yerine getirilmeyen sözlerden bıktığı için, gözden geçirmeyi tamamlamak için bu sözlerin yerine getirilmesini görmek isteyecek.

Mehmet Şimşek daha önce Ocak ayında bu işin biteceğini söylüyordu ama dünkü açıklamasında, Şubat ayı içinde gözden geçirmenin tamamlanacağını tahmin ettiğini kaydetti.

ÖNLEMLERİN HAYATA GEÇİŞİ

Bu da IMF’in üzerinde mutabakata varılan niyet mektubu taslağında yeralan önlemlerin hayata geçirilmesini bekleyeceği anlamına geliyor.

Şimşek, iş ortamının daha da iyileştirilmesi, ekonomide kayıtdışılığın azaltılması, işgücü piyasasının daha etkin bir yapıya kavuşturulması, finansal sistemin geliştirilmesi, ulaşım ve enerji altyapısının iyileştirilmesi, Ar- Ge çalışmaları ve yenilikçiliğin teşvik edilmesi, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaştırılmasının öncelikli hedefleri arasında olduğunu söyledi.

GELİR İDARESİ’NİN ETKİNLİĞİ

Mehmet Şimşek, açıklamasında Gelir İdaresinin etkinleştirilmesine de özel önem verdi.

Bu açıklamadan yola çıkarak, IMF’nin vergi reformunu şart koştuğunu, gelir idaresinin yeniden yapılandırılmasını istediğini tahmin ediyoruz.

Ancak IMF daha önce de farkına varamamıştı, şimdi ne kadar farkında bilmiyoruz ama; Gelir İdaresinin bağımsız ve özerk hale getirilmemesi halinde, kalıcı sistematik bir vergi reformunun yapılması, kayıtdışılığın azaltılması çok zor.

Çünkü Hükümet, tümüyle Maliye bakanının inisiyatifinde, sistematiği olmayan bir vergi düzeni ve buna uygun bir gelir idaresi istemeye, bu dağınık yapıyı korumaya özen gösteriyor.

EK ÖNLEMLER OLDUĞU AÇIK

Geçtiğimiz günlerde AB’ye iletilen "2007 Yılı Katılım Öncesi Ekonomik Programı"nda yer alan orta vadeli mali hedeflere dikkat çeken Mehmet Şimşek’in bu sözlerinden 2008 Mayıs sonrası için izlenecek yolun da IMF’le tartışılmaya başladığını anlıyoruz.

Mehmet Şimşek’in, açıklanan orta vadeli enflasyon hedeflerine ulaşılacağını belirtip, "Devam edecek ihtiyatlı para politikasının ve kamu maliyesinde 2007 yılına göre yapılacak sıkılaştırma enflasyon hedeflerine ulaşılmasını kolaylaştıracaktır" sözleri de dikkat çekici.

RİSK YÖNETİMİ

Ayrıca finans kesiminin dalgalara daha dayanıklı hale getirilmesi için, özellikle risk yönetimini daha da güçlendirecek adımlar üzerinde yoğunlaşılacağını söylemesi, "mali öngörülebilirliğin güçlendirilmesi amacıyla, orta vadeli mali hedeflerimizin kamuoyuna daha ayrıntılı, açık ve kurumsal bir çerçeve içinde açıklanmasına çaba göstereceğiz" sözleri, bize dikkat çekici geldi.

Mehmet Şimşek gazetecilere "IMF’nin bilip de sizin bilmediğiniz şey yok" dese de, IMF’e ek sözler verildiği ortada.

Umarım bu sözler yerine getirilip, artık 7. gözden geçirme tamamlanabilir.

Yazının Devamını Oku

Çatışma Merkez Bankası’na itibar kazandırır

20 Aralık 2007
BAŞKAN Durmuş Yılmaz’ın da itiraf ettiği gibi Merkez Bankası’nın itibar sorunu var. Başkan bu sorunun enflasyon hedefine ulaşamamaktan doğduğunu söylüyor. Doğrudur... Ancak bunun yanında "yeterince bağımsız tavır koyup koymadığı" tartışması da, bir itibar sorununa yol açıyor.

İşte o nedenle Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun aldığı faiz indirim kararları, hele ki son yarım puanlık indirim kararı, "Acaba Merkez Bankası hükümetin istekleri doğrultusunda mı karar alıyor?" sorusuna yol açıyor. Şurası açık ki; AKP Hükümetinin, somut bir gerekçeye dayanmadan, göreve yeniden atamadığı eski Başkan Süreyya Serdengeçti döneminde aynı kararlar alınsaydı, "Acaba hükümetin dümen suyuna mı giriyor?" sorusu yöneltilmeyecekti.

İşte bağımsız davrandığı konusundaki bu şüpheler de, itibar sorunu yaratıyor.

Çünkü Serdengeçti piyasalara bağımsız davrandığı konusunda güven vermişti. Bu güvenin içinde "inatlaşmak için ters karar alma" yoktu, gereğini yerine getirirken, hükümetin taleplerini, baskılarını göz önüne almayacağı konusunda oluşturduğu güven vardı.

Hazine’den sorumlu eski Devlet Bakanı Ali Babacan, bu bağımsızlığı içine sindiremediği izlenimi veren kararlarıyla belirli bir erozyonu başlattı. Arkadaşını başkan olarak atamaya çalışıp, piyasalarda gereksiz bir tedirginlik ve dalgalanma yaşanmasına yol açıldı. Başkanlığa getirilen Yılmaz için "üçüncü tercihti" gibi söylentiler çıkarıldı, başkanlık makamı ve bağımsızlık zedelendi. Başkan Yılmaz’ın yardımcılığı için önerdiği kişiler atanmayıp, AKP’li olan ve birilerinin arkadaşı olanların atanmasına çalışıldıkça, bağımsızlık iyice zedelendi.

Başkan Durmuş Yılmaz bu siyasi tercihlerin kuruma hakim kılınması çabalarına, ancak, kendine has üslubuyla, yumuşak karşı çıkışlarla karşı koymaya çalıştı. Bu da göreve eksiyle başlatılan Yılmaz’a karşı piyasalarda yeterince güvenin oluşturulamamasına neden oldu.

Özetle; mali disiplini bozarak enflasyonla mücadeleye hükümetin yaptığı olumsuz etki gibi, bağımsızlık konusunda da siyasi oyunların devreye sokulup bağımsızlık konusunda güven verilememesi, Merkez Bankası için itibar sorunu yarattı.

BAKAN ŞİMŞEK’İN TAVRI

Merkez Bankası’nın itibar sorunu sadece Merkez Bankası’na değil, hükümete, her şeyden önemlisi de ülkeye, ekonomiye zarar verir. AKP, eğer bu kadar oy aldıysa unutmasın ki; ekonomik istikrarın payı çok büyük. Sağlanan istikrarda en önemli katkıyı ise Merkez Bankası yapmıştır. Yani Merkez Bankası’nın itibari ne kadar fazla olursa, ekonomik istikrar o derece sağlam olur, piyasaların güveni dolayısıyla kaynak girişi o kadar fazla olur.

Bu gerçeği hükümete hatırlatmakta fayda var. Özellikle de Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e...

Şimşek ilk geldiğinde piyasalarda iyi bir izlenim bıraktı, doğruları söyleyerek belirli bir güven oluşturmaya başladı. Ancak birileri "boş ver doğruları söylemeyi, politik ol, halkın içinden biri gibi görün, AKP’li tabana yakın ol" demiş olacak ki; anlaşılmaz bir çaba içine girdi.

Hem verdiği görüntüler hem söyledikleri, oluşmaya başlayan güveni ciddi biçimde zedeler oldu. Şimşek ilk göreve geldiğinde eski bakan gibi olmayıp Merkez Bankası bağımsızlığını içine sindirmiş, çağdaş bir bakan gibi davranması gerektiğini, bunun göstergelerinden biri olarak da Yılmaz’ın önerdiği kişilerin biran önce atanması gerektiğini söylemiştik.

Ama Şimşek eskiden olduğu gibi, partiye, ekibe yakın olan kişileri atama çabasına girmiş olacak ki; Başkan Yılmaz’ın "önerdim" demesine rağmen, kendisine isim verilmediğini söyledi. Ayrıca Merkez Bankası’nın görüşlerine, kurumun merkezinin yeri de dahil, saygı göstermesinin, kendisini yücelteceğini bile bile "polemik yok" diyecek kadar ileri gitti.

Bu tartışma, hükümetten ayrı düşüp, düşündüğünü söylemesi Merkez Bankası’na itibar kazandırır, burası açık... Mehmet Şimşek için başlayan hayal kırıklığını da artırır.

Merkez Bankası’nın itibarı, itibarın getireceği başarı hepimizi ilgilendiriyor, unutmayalım...
Yazının Devamını Oku

İşsizlik artıyor yeniden güven vermek şart

18 Aralık 2007
DÜN açıklanan istihdam verileri, işsizlik oranında artışın devam ettiğini gösteriyor. Mayıs ayında başlayan bozulmanın eylülde de devam ettiği gözlenirken, işsizlik oranı bir önceki yılın aynı döneminde yüzde 9.1 iken, bu yıl Eylül sonunda yüzde 9.3’e yükseldi... İşsizlik oranındaki bu artışın doğrudan doğruya büyüme oranlarındaki yavaşlamaya bağlı olduğu açık. Dolayısıyla yeni iş bulanların sayısı, işgücü ve nüfus artış hızının altında kalıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, işgücü artışı yüzde 1.3 ile kurumsal olmayan sivil nüfus artışı ile paralel bir seyir izlerken, istihdam artışı Temmuz 2006 sonrası en düşük oran olan yüzde 1’de kaldı. Tarım sektörü istihdamında nisanda başlayan daralma eylülde de devam etti. Bu arada tarım sektörünün toplam istihdam içindeki payının daralmaya devam ettiği de açık olarak verilerden gözüküyor.

Sanayi sektörü istihdamı eylül ayında, 2006’nın aynı dönemiyle kıyaslandığında bir değişiklik görülmüyor ama inşaat sektöründeki istihdam artışı yüzde 5.1 ile yaz başındaki düzeyine inmiş durumda.

Toplam istihdamın yarısına yakınını gerçekleştiren hizmetlerde yıllık bazda istihdam artışı ise ağustostan sonra eylülde de yavaşladı. Ancak sektörün toplam istihdam içindeki payı diğer sektörlerdeki daralmalar nedeniyle arttı.

GÜNDEM MERKEZ’İN YERİ DEĞİL

İşsizlik oranları, makro büyümenin daralmasına bağlı kötüleşmeye devam ederken, veriler işaleminin "En az yüzde 7 büyümeye devam etmeliyiz" sözlerinin ne kadar haklı olduğunu da ortaya koyuyor. Türkiye’nin işsizlik sorununu çözmek için, yüksek ve kalıcı büyümeye ihtiyacı olduğu kesin.

Ancak 2008 koşulları da ortada ve küresel ekonomideki belirsizlik, eski makro büyüme oranlarına ulaşılmasını engelleyecek gözüküyor. İşte bu nedenle bir süredir diyoruz ki; biran önce önlemleri alın ve uygulamaya koyun...

Hükümet, maalesef, işaleminin "rehavet" tanımlamasına uygun olarak işi çok ağırdan aldı ve piyasalarda oluşan güven yavaş yavaş bozulmaya başladı.

Bu arada ekonomi yönetimi ne yapıyor derseniz, "tamam, duruma hakimiz, kötü bir şey yok, önlemler de geliyor" demekten başka bir şey yapmıyor.

Geliyor geliyor diyorlar ama hálá gelen bir şey de yok...

Örneğin Gaziantep ve Batman’da ziyaretlerde bulunan Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, "Merkez Bankası’nın İstanbul’un finans merkezi olmasına bağlı olarak taşınacağını" söylüyor.

Merkez Bankası’nın Ankara’da mı olacağı, İstanbul’da mı olacağı, Merkez Bankası yönetiminin bu işle ilgili olmadığı demeçleri, şu an herhalde en son verilecek demeçler olmalı. Şimdi konuşulacak olan şey; enflasyon hedefindeki yüzde 100 sapmanın nasıl rayına sokulacağı, sürekli büyüyen işsizlik oranını azaltmak için ne tür tedbirler alınacağı olmalı.

Piyasalara güven vermek gerekiyor ve bunun zamanı geçiyor...
Yazının Devamını Oku

Sendeledikten sonra doğrulmak için çaba gerek

17 Aralık 2007
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, son büyüme rakamları için "ufak bir sendeleme oldu" demiş. Haklıdır, son büyüme rakamları sendeleme olarak değerlendirebilir ama sendeledikten sonra doğrulmak gerek. Doğrulmak için de çaba gerek.

Normal, ayakta dururken harekete geçmek için belli bir çaba gerekirken, sendeledikten sonra doğrulup harekete geçmek için ise daha fazla çaba gerek...

Türkiye İşverenler Sendikası’ndaki (TİSK) konuşmasında büyüme rakamlarının yanı sıra enflasyonda da hedefe ulaşılamamasını bir sıkıntı olarak değerlendiren Başbakan, bu konudaki dünyadaki gelişmelerin ise göz ardı edilmemesini istemiş.

Tam da bizim söylediğimiz bu işte... Daha doğrusu uzun zamandır dünyadaki gelişmeler kötü, hala bir belirsizlik var ve bundan Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerin, ne olursa olsun, etkilenmesi kaçınılmaz diyoruz. İşte bu nedenle birkaç aydır ısrarla diyoruz ki; bu küresel ekonomideki olumsuzluktan daha az etkilenmek için, biran önce IMF’le 7. gözden geçirmeyi tamamlayın ve ardından yeni ekonomi politikaları açıklayın. Açıklayın ki; piyasalara güven verilsin, önümüzdeki yılı en azından küçük hasarlarla atlatabilelim...

Ama bizce bu uyarılara rağmen, seçimden sonraki anayasa tartışmalarının tüm enerjinin harcanmasına yol açmasının da etkisiyle, ekonomiye bir türlü el atılamadı.

Son büyüme rakamları da, enflasyon rakamları da öyle küçük sıkıntılar demekle geçiştirilemez. Çünkü bu veriler önümüzdeki döneme ilişkin uyarıları somut hale getirdi.

Enflasyon rakamlarına "ama hálá tek hanede" diye sevinmek, enflasyonla mücadeleyi hafife almak demektir. Unutmayalım ki; enflasyondaki hedef yüzde 4 ve yılsonu en azından yüzde 8 olarak gerçekleşecek. "Sapma 4 puan" diye sorunu küçültmenin de bir anlamı yok, çünkü bir başka deyişle sapma yüzde 100. Yani hedefin 2 katı bir gerçekleşme var.

Bütün bunlara rağmen, bürokratların bir süredir ciddi uyarılarda bulunmalarına rağmen, bakanların bu konuda rahat görünmeleri ise, belki amaçladıkları gibi panik havasını önlemeye dönük ama, piyasaların da artık moralini bozuyor.

IMF Heyetinin nihayet bugün geleceği açıklandı. Noel tatili nedeniyle fazla kalacaklarını ve 2008 Ocak ayı sonundan önce, 7. gözden geçirmenin sonuçlandırılabileceğini sanmıyorum. Bu arada 7. gözden geçirme için, yıllardır bekleyen elektrik zamlarının da artık geleceğini söyleyebiliyoruz. Yıllardır kaç defa söyledik ama sonunda yapılacak gibi...

Özetle; Hükümetin piyasalara güven verebilmesi, piyasa oyuncularının önümüzdeki yılı görebilmeleri için mutlaka ciddi önlemler gerekiyor. Umarız ciddi bir çaba vardır...

EMİN ÖZTÜRK’ÜN ARDINDAN

Türk Ekonomi Bankası (TEB) Başekonomisti Emin Öztürk’ü, çok genç yaşta kaybettik. Emin Öztürk her şeyden önce iyi bir insan ve iyi bir iktisatçı idi.

Merkez Bankası’nda kazandığı iktisatçı ünvanını daha sonra özel sektörde devam ettirdi. Çok sevdiği Merkez Bankası’nda, özellikle bir ara iktidar olan "kuralsız ve her anlamda fütursuz yönetim"e karşı nasıl mücadele ettiğini, sonuçta "Bir Merkez bankacı" olarak kurumundan hiç istemeden nasıl ayrıldığını hatırlıyorum da...

Emin dik bir insan, dik bir iktisatçı idi. Aykırılığı, sürüden olmayışı nedeniyle zaman zaman üslubu çok sert olabiliyordu ve bunun farkındaydı. "Huysuz adam" denildiğini biliyordu ama doğru bildiklerini söylemekten, sevimsiz görünme pahasına, vazgeçmedi..

Bizce aykırılığı ve çalışkanlığı, bu hakkı veriyordu kendisine...

Zaman ve yıllar, hepimizin olduğu gibi, O’nun da köşelerini törpülemiş, daha uyumlu olmaya zorlamıştı. Ama "Emin’i Emin yapan dobralık", kendini inkar etmeden, devam etti...

İktisat dünyası iyi ve aykırı bir iktisatçıyı, ailesi ve dostları iyi bir babayı, arkadaşı kaybetti...
Yazının Devamını Oku

Bankalar rahat bürokratlar tedirgin

15 Aralık 2007
TÜSİAD’ın Ankara’daki Yüksek İstişare Konseyi toplantısı nedeniyle verdiği, artık gelenekselleşen kokteylde, çok sayıda bakan bulunurken, bürokratların az olması dikkat çekiciydi. Eski bürokratlar mevcutlardan çok daha fazlaydı diyebiliriz.. Bu saptamanın ardından asıl söylemek istediğimiz konuya gelelim. O akşam kokteylde konuştuğum, ekonomiyle ilgili bir bakan da dahil, alınması gereken ekonomik önlemler konusunda bakanların rahat olduğunu veya rahat olmasalar bile öyle bir izlenim vermeye çalıştıklarını söylememiz gerekiyor. O akşam sohbet ettiğimiz bir bakana, özellikle mali kesimde "önlemler konusunda artık geç kalındığı" şeklindeki izlenimimi aktardığımda, "Bütçe çalışmaları bitsin, hazırlık yapıyoruz, açıklayacağız" yanıtını verdi.

Artık açıklamaların bile yetmeyeceğini, biran önce somut adımlara ihtiyaç olduğunu hatırlattığımızda ise, "Piyasaların açıklanacak ve hemen başlanacak önlemler konusunda tatmin olacaklarını" kaydetti.

Bakanların genelinde böyle bir rahatlık izleniyor. Ancak bürokratlara baktığınızda, "geç kalındığı" şeklinde bir izlenim ve tedirginlik alıyorsunuz.

Ekonomik birimlerdeki bürokratların bir bölümü, yeni atamalarda kendilerine yer bulma telaşında. Partiyle temasın atamaları belirlediğini iyi bilip bir yandan bu arayışlarını yoğunlaştırırken, öte yandan daha teknisyen tarafları iyi bilenenleri, "Bu kez de yükselmezsem artık istifa ederim" ya da "emekliliğimi isterim" türü mesajlar gönderiyorlar.

Bunun yanı sıra, atama sorunlarını halletmiş olanlarında da, "ekonomik önlemlerde çok geç kalındı, 2008 çok belirsiz bir yıl olacak, biran önce önlem alınmazsa kötü günler bizi bekliyor" havası var. Bu kaygılarını özel sohbetlerde dile getiriyorlar.

Bazı bürokratlardan ise, "Abdullah Gül’ün Hükümetteki denge unsuru olmasının yarattığı fren ortadan kalktığı için, nemalı işlerde bürokratların üzerine gelinmeye başladı, bu baskıları yeni bakanlar önleyemezse veya rahat davranırlarsa bürokratların sicillerinin bozulabileceği, yani dayanamayacakları noktalara gelinebilir" havası alıyoruz.

Üstü kapalı bir cümle olduğunu biliyoruz ama şimdilik bu kadarla yetinmek lazım...

IMF KAYGISI

Önlemlerin geciktiği, önümüzdeki yılın kazasız belasız atlatılması için alınması gereken tedbirler konusunda rehavet bulunduğu, Hükümetin çok rahat olduğunu düşünen bürokratların sayısının az olmadığını söylemeliyiz.

Bu arada IMF’yle ilişkiler de bazı bürokratları tedirgin ediyor. 7’nci gözden geçirme çalışmalarının bu kadar gecikmesinin yarattığı sakıncaların yanı sıra, bazı bürokratlar Hükümetin vereceği "IMF’yle ilişkilerin bundan sonra nasıl götürüleceği konusunda saptanacak tavır" hakkında da endişeler taşıyorlar. Bu şekilde söylemiyorlar ama Hükümetin her alanda ortaya koyduğu "aşırı kendine güven"in, IMF’yle ilişkilerin tümüyle kesilmesi yönünde bir karar çıkartmasından korkuyorlar.

Gerçekten de, son dönemde konuştuğumuz bankacılardan edindiğimiz izlenim o ki; "Hükümet belirsizliği açık 2008 ve sonrası dönem için, IMF’yle ilişkileri tümüyle kesme kararı alırsa, önemli bir istikrar unsurunun ortadan kalkmasına neden olur" görüşü var.

IMF Dış İlişkiler Direktörü Mesud Ahmed de Washington’da düzenlediği brifingde, Türkiye soruları üzerine, henüz IMF Türkiye Masası’nın Türkiye ziyareti için kesin bir tarih bulunmadığını belirterek, "Türk makamlarıyla, yedinci gözden geçirmenin sonuçlandırılmasına imkan verecek güçlü önlemler paketi üzerinde anlaşmaya varma yönünde çalışıyoruz. Ziyaret de buna göre belirlenecek" demiş.

Bizce "güçlü" vurgusu çok önemli. Yani eskiden yetebilecek önlemler, gecikme ve dünya ekonomosindeki son gelişmeler nedeniyle "yetmez" hale gelip, yeni tedbirler istenebilir.

IMF kendi itibarını da düşünmek zorunda ve işi çok zor...
Yazının Devamını Oku