Erdal Sağlam

Siyasette ve ekonomide henüz dibi görmedik

7 Temmuz 2008
GEÇEN ay içinde finansal piyasalarda küresel krizde artık dibin bulunduğu yargısı hakim olmuştu. Ancak bir süredir yaşananlar, küresel dalgaların yeniden yükselmesi, bu yargının çok da doğru olmadığını ortaya çıkardı. Avrupa Merkez Bankası faiz artırdı ama ardından artırımların sürmeyeceği mesajını verdi. Japonya’da işlerin hiç de iyi olmadığı gözleniyor. ABD’den gelen veriler ise durumun çok da kötü olmadığı biçiminde yorumlanıyor.

Özetle, yakında yine, işin güzel noktaları görülmeye çalışılıp, dibin göründüğü yönündeki yorumlar artmaya başlayabilir. Ancak bence piyasaların "dip göründü" derken çok daha temkinli olması gerekiyor. Çünkü hala 2000 yılından 2007 ortasına kadar küresel ekonomide yaşanan "hesapsız iyilik" döneminin faturasının ödendiği kanaatinde değilim.

ABD’de ve Avrupa’daki şirket bilançolarında gerçek tablonun hala görülmediğini, merkez bankaların hesapsız para basmalarının acısının henüz yeni yeni çıkmaya başladığını düşünüyorum.

Bu nedenle bir süre daha dalgaların devam edeceği, "dip bulundu" demek için epeyce bir süre beklemek gerektiği kanaatindeyim.

Dünya ham petrol fiyatlarının 145-150 dolar olduğu bir noktanın kalıcı bir denge olamayacağı, denge noktasının oluşması için bir süre daha geçmesi gerekeceği, dolayısıyla küresel ekonomide istikrarın yeniden sağlanması için beklemek gerektiğini düşünüyorum.

Küresel ekonomide durum böyleyken içeride ise durum çok daha kötü. Bir yandan küresel ekonomide denge oluşmasını beklerken, öte yandan içeride denge bulmasını beklediğimiz ama uzayacağını gördüğümüz çok sayıda denklem bulunuyor.

Bunların içinde en önemlisi de siyasetteki kargaşa, çatışma.

AKP’nin kapatma davası ardından Ergenekon soruşturması, toplumsal ayrışmanın doruk noktasına ulaşmasına neden oldu. Kim ne derse desin, toplumsal kamplaşma, devletin kurumları arasındaki çatışma hiç görülmedik noktalara ulaşmış durumda.

Küresel krizin birinci yılı

BU durumu artık Başbakan ve Cumhurbaşkanı bile kabul edip açıkça söylüyor. Peki bunu söylüyorlar da bir şey yapıyorlar mı derseniz; durum ortada, görünmüyor mu?

İşalemi büyük bir korku içinde. Siyasi gerginliğin bir süre devam edeceğinin anlaşıldığını gören işadamları, ekonomide işlerin bir süredir kötüye gittiğini ama çok olumsuz noktalara gelinmediğini ama bu gidişle, gerçekten çok zor durumlara düşüleceğini söylüyorlar. Özetle; siyasi gerginliğin önlenmesi başta olmak üzere, hükümetin içeriyi düzeltecek bir şey yapamadığından, aksine işlerin iyice sertleşmesine neden olduğundan yakınıyorlar.

Bu arada yaşanan küresel krizin birinci yılını doldurmuş bulunuyoruz. Bu bir yıl içinde hükümetin, siyasi gerginlik konularından da bağımsız olarak, yaşanan küresel krize karşı bir önlem aldığını gören oldu mu? Aksine IMF’le anlaşmanın bittiği, AB tam üyelik sürecinin iyice savsaklandığı bir yıl yaşadık. Üzerine bir de bu siyasi gerginlik eklendi. AKP’nin seçim zaferinden sonra artık uzlaşmacı bir tavır alması, merkez sağa oturup, istikrar sağlaması beklenirken tam tersi oldu. Cumhurbaşkanı seçimiyle başlayan toplumsal gerginlik bu noktaya geldi ve geldiğimiz noktada artık uzlaşma yolu da kapanmış, hesaplaşmanın beklendiği bir ortam görünüyor.

Özetle, Türkiye bir siyasi kaos yaşıyor. Bu siyasi kaosun içerisine başta yargı olmak üzere tüm devlet kurumlarının çekildiği ve "çözümsüzlük" havasının arttığı gözleniyor.

Türkiye ne siyasi çatışmada, ne de ekonomide dip noktasını henüz görmedi, beklemek gerekecek. Umarız dip noktası biran önce gelir de, her şey için çok geç olmaz.
Yazının Devamını Oku

Fiyatların düştüğü bir ayı artık zor görürüz

5 Temmuz 2008
DÜN Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaptığı Haziran ayı enflasyon açıklaması, piyasalarda sürpriz etkisi yaptı. Çünkü böylesine bir dönemde, büyüme rakamlarından sonra, enflasyon rakamları da beklenenden iyi çıkmıştı. Sürpriz olan kısmı her şeyde beklentilerin çok ötesinde kötü gelişmeler yaşanırken, bu son açıklanan iki veride de beklentilerden daha iyi gerçekleşmeler görülmesiydi...

Geçtiğimiz Haziran ayında tüketici fiyat endeksi yüzde 0,36 oranında azaldı ve yıllık enflasyon yüzde 10,61’e düştü. Düzelmenin tarım ürünlerinde, teknik deyimiyle işlenmemiş gıda ürünlerindeki fiyat düşüşlerinden kaynaklandı. Bunda Rusya almadığı için iç piyasaya verilen domatesteki fiyat düşüşü öne çıkarıldı.

Çok açık söyleyelim ki; bundan sonra bir daha fiyatların düştüğü bir ayı yaşamamız çok zor. Yani Haziran ayındaki Tüketici fiyat artışı (TÜFE) endeksindeki gerilemeyi, bundan sonra, en azından bu yıl içinde bir daha görmemiz hemen hemen imkansız.

Dolayısıyla yıllık enflasyon rakamı bundan sonra büyümeye devam edecektir.

Merkez Bankası dün enflasyon rakamlarını değerlendirirken, "Yıllık enflasyonun önümüzdeki aylarda, baz etkisinin katkısıyla, yüksek seyrini koruyacağı, yılın son çeyreğinden itibaren ise kademeli olarak düşüş eğilimine gireceğini tahmin ettiğini" açıkladı.

Bence Merkez Bankası, son dönemlerinde olduğu gibi, bu konuda da fazla iyimser...

Küresel ekonomideki seyre ve siyasi gidişata bir baksanıza, bu kadar iyimser olmak için epeyce kendinizi zorlamanız gerekmez mi?

Her şeyden önce enerji fiyatlarındaki artışın süreceği kesin. Elektrik fiyatlarına yapılan zammın doğrudan etkisinin yarım puan olacağı söyleniyor ama dolaylı etkiyle birlikte çok daha yüksek etki edeceği açık. Ki; doğalgaza gerekli zam da daha yapılmadı ve akaryakıt fiyatları dünya petrol fiyatlarına bağlı artmaya devam ediyor...

Enflasyon için en büyük tehdit kurlar

KÜRESEL
ekonomide enflasyonist süreç yaşanıyor ve Türkiye de ister istemez buradan enflasyon ithal etmek zorunda kalacak.

Bence önümüzdeki dönem enflasyonu tehdit edecek en önemli unsurlardan biri döviz kurları olacak. Siyasi tansiyonun en azından 3-4 ay daha yumuşamayıp aksine iyice sertleşebileceğini küresel ekonomideki kötü gidişatın kolay kolay sona ermeyeceğini bir arada düşünürseniz, özellikle içeride döviz kurlarında önemli hareketlerin görülmesi kaçınılmaz görülüyor. İşte enflasyon konusunda tüm bunlar umutlu olmamızı önlüyor.

O nedenle Merkez Bankası’nın bu analizini fazla iyimser buluyor, bu gidişatla yılın son çeyreğinde de enflasyonun düşmeyeceğini tahmin ediyoruz.

Bence çift haneli enflasyonda aşağı değil yukarı doğru bir trend söz konusu...

Bu arada Haziran ayı enflasyon rakamı, piyasalarda TÜİK’in verilerine olan güvenin sorgulanmasına neden oldu. İnsanlar birbirlerine "acaba memura zam vermemek için enflasyonu düşük mü gösterdiler?" sorusunu yöneltiyorlar.

Bence bu çok tehlikeli bir eğilim.Ancak ülkede yaşanan güvensizliğin hangi aşamaya geldiğini göstermesi açısından da çok çarpıcı.....

Bence TÜİK’in verilerine, çok önemli kanıtlar çıkmadan, güvensizlik yaratmak hem ekonomi hem ülke için çok tehlikeli bir tavır olur. Baz olmayınca neye göre hesap yapacaksınız....

Zaten böyle bir çarpıtma, hem uluslar arası standartlara uymak zorunda olan istatistik üretiminde kolay kolay yapılamaz, hem de yöneticiler böyle bir istekte bulunsalar bile, koskoca kurum böyle bir işe girişemez, böylesine bir hile saklanamaz...
Yazının Devamını Oku

Bitmeyen iddianame artık iş álemine de tehdit

3 Temmuz 2008
ERGENEKON davasına ilişkin iddianamenin bir türlü hazırlanamamış olması, soru işaretlerini artırıyor. Gerçi Başbakan iddianamenin sürecine ilişkin bazı açıklamalar yaptı, ardından bazı haberler ajanslara düştü ama artık herkes biran önce iddianameyi görmek istiyor. Çünkü iş uzadıkça, Ergenekon davası adı altında neredeyse tüm kesimlerin kapsama girdiği gözleniyor. Bir anlamda bu dava nedeniyle tüm kesimler töhmet altında kalıyor. Bazı kesimlerde ise bu dava bahane edilerek "kendilerinin tehdit edildiği" hissi doğmaya başladı.

Son olarak işalemi de bu dava nedeniyle kendini açık tehdit altında hissetmeye başladı. Hükümete karşı yumuşak davrandığı için zaman zaman eleştirilen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu bile, dün dayanamadı, Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı’nın dava kapsamında gözaltına alınışıyla ilgili sert bir açıklama yaptı.

Bence AKP hükümeti işalemine dönük uzun süredir gizli bir "aba altından sopa gösterme" politikası sürüyor. Bunun son örneğini Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) toplantısına Kemal Derviş’in çağrılmasıyla yaşadık. Derviş’in gelip TÜSİAD’da dünya ekonomisi ile ilgili yapacağı konuşma büyütüldü, "AKP’ye alternatif arayışı" olarak değerlendirildi ve özellikle AKP’ye yakın sendikalar yoluyla bu toplantıya geniş katılım engellendi. O dönemde iktidar yanlısı medyada yeralan haberleri ve telaş havasını hatırlamak, bence yeterli...

Dün olağanüstü ATO Meclis toplantısında konuşan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, 21 Mart’ta İlhan Selçuk’un gözaltına alınması sürecinde de, TOBB olarak benzer tepki verdiklerini hatırlatarak, Sinan Aygün’ün, hálá kamuoyuna açıklanmamış olan bir takım gayrimeşru faaliyetler içinde anılmasını, herhangi bir açıklama veya suçlama belirtilmeksizin böyle bir muameleye tabi tutulmasını kınadıklarını belirtti.

Aygün’ün meşruiyet dışı herhangi bir tavır ve davranış içerisine girmeyeceğini bildiklerini kaydeden Hisarcıklıoğlu, "Davet edilseydi, adalete yardımcı olmak için ifade vermeye gitmeyecek miydi?" dedi. Hisarcıklıoğlu’nun şu sözleri hassasiyeti açıkça ortaya koyuyordu:

"Demokratik hukuk devletinin varlık nedeni, bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Darbeler sadece hükümetlere karşı olmaz. İşte vuku bulan olay, kişilik onuruna darbedir. Zira ticaret, güven üzerine bina edilmiştir. Tüccarın en büyük sermayesi itibarıdır."

Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu, hukukun üstünlüğüne, Türk yargısına olan inançlarının tam olduğunu kaydeden Rifat Hisarcıklıoğlu, "Ama yargı süreci mutlaka şeffaf ve açık olmalıdır. Zira süreç şeffaf olmadığında şahısların mağdur olması kaçınılmazdır" şeklinde konuştu.

Sinan Aygün’ün tabi tutulduğu muamelenin, geleceğe matuf kaygı ve endişelerini artırdığını kaydeden Hisarcıklıoğlu "Akşam yatağa yatarken, sabah nasıl bir Türkiye ile karşılaşacağımız endişesi içinde olmak istemiyoruz" dedi. Sadece Hisarcıklıoğlu değil, TOBB Konsey Başkanları da benzer bir "ortak açıklama" yaptı ve tepki böylece iyice kurumsallaştırıldı.

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ da daha önce yaptığı açıklamada "yarın nasıl bir ülkeye uyanacağımızı artık bilmediklerini" söylemişti.

Özetle; işalemi kendisini "AKP’ye alternatif aramayın" tehdidi altında görüyor. Her şey bahane edilerek yaşanan krize çözüm bulunmasının engellenmeye çalışıldığını, her kesime, bazı isimler simge yapılarak bir tür "aba altından sopa gösterildiği" görüşünde.

Bu tavır bence de açık ve "demokrasi" adına bunun yapılması ayrıca utanç kaynağı...

Sinan Aygun’ün ekonomik ve siyasi görüşlerini en fazla eleştirmiş gazetecilerden biriyim. Ancak görüşleri nedeniyle bir insanı böyle bir harekete hedef yapmak dünyanın en çirkin olayıdır. Demokrasi kılıfı adı altında rövanş isteyenlerin buna dikkat etmesi lazım...

Merkez Bankası’yla çatışmayı yayıyor

BENCE AKP Hükümeti her alanda rest çekiyor. Merkez Bankası dahil 4 kurumun merkezinin bu kargaşada İstanbul’a taşınmasıyla ilgili yasanın gündeme getirilmesi de rest ve "dediğim dedik" anlayışının bir uzantısı. Hükümet çatışmayı bu yasa ile ekonomiye de yaymış oluyor.

Kimse ekonomi bozulunca kapatma davasını bahane etmesin, sebep çok açık: AKP’nin tavrı.
Yazının Devamını Oku

Bugünkü sıcak paranın derecesi çok yüksek

30 Haziran 2008
YILLARDIR, "düşük kur-yüksek faiz"den sözedilir, bunun üzerine kurulu saadet zinciri eleştirilir ya... Daha önceki dönemler için bu tartışmalıydı ama yaklaşık son iki aydır böyle bir süreci yaşadığımız kesin... Tüm bankacılar son dönemde gelen sıcak paranın, eskisi gibi sıcak para olmadığını, son günlerde gelen kısa vadeli sermayenin adeta fokurdadığını yani derecesinin çok yüksek olduğunu söylüyorlar. Özetle; FED’in radikal faiz indirim sürecini durdurup artık faiz artırımlarına başlayacağını söylemesi, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için çok zor bir dönemi başlatmış oldu. Çünkü risk iştahı iyice azaldı ve bundan sonra iştahın yeniden yükselip, bizim gibi gelişmekte olan ülkelere yatırım için gelmesi çok zorlaştı.

İşte bu dönemde gelişmekte olan ülkelere gelen yabancı sermayenin tek bir güdüsü var; çok kısa dönemli, her an çıkabilecek şekilde yüksek faize, daha doğrusu fahiş faize geliyorlar.

Küresel krizin başından bu yana gelişmekte olan ülkeler içinde bazı ülkelerin ayrılacağı söyleniyordu ya, işte şimdi Türkiye ayrıldı... Ayrıldı ama bu diğer ülkelere kıyasla daha iyi durumda olup, daha olumlu bir yönde gittiği için değil. Şu an Türkiye’nin diğer ülkelerden ayrılmasının nedeni; hiçbir ülkenin bu kadar yüksek reel faiz vermemesi.

Dolayısıyla aşırı yüksek faize günlük yatırım yapan, her an çıkabilecek bir sıcak para söz konusu. Bu para da geliş amacı nedeniyle, sonradan çıkması zor olacak bir alana gelmiyor. Gelip gecelik faize park ediyor. Yani heran dövize dönüp geri dönebilme imkanı arıyor.

Bankacılar şu anda bu paranın kolay kolay döneceğini sanmadıklarını söylüyorlar.

İşte burada, bu kadar yüksek faizden kim bu yabancıların paralarını alıyor sorusu akla geliyor. Bunun yanıtı ise açık; bankalar ve bazı büyük yerli yatırımcılar.

Bankalar yabancıdan gecelik borçlanıp, daha uzun vadeli olarak hazine kağıtlarına yatırım yapıyor. Örneğin gecelik yüzde 177den borçlanıp, yüzde 22’den hazine kağıdı alıyorlar.

Bankaların neden bu yola gittiği de açık; çünkü artık kredi kullandırmıyorlar, karlarını kısa vadeli borçlanıp daha uzun vadeli hazine kağıtlarına yatırım yapıp aradaki marjla yapıyorlar..

Döviz ne zaman artar

BU saadet zinciri kısa dönemde biter mi derseniz, Merkez Bankası faizleri yükseltmeye devam ettiği sürece pek biteceği sanılmıyor. Bu iş hem hiçbir yerde bu geliri bulamayan sıcak paranın yani çok kısa vadeli sermayenin işine geliyor, hem bankaların işine geliyor...

Kim zarar görüyor derseniz açık; yüksek faiz nedeniyle Hazine, yani halk...

İşte son dönemde borsa çöküp Hazine kağıtlarının faizleri yükselirken neden YTL’nin değer kaybetmediğinin yanıtı da burada yatıyor. Bankacılar, banka bilançoları ve Merkez Bankası bilançolarına bakarak, daha doğrusu dolaylı okuyarak bu süreci kanıtlıyorlar.

Gelen yabancı para o kadar sıcak ki, ülkenin diğer ekonomik dengelerine bakmaya gerek bile duymuyor. Çünkü onun derdi kısa vadeli olsa bile ülkenin geleceğini izleyip ona göre çeşitli araçlara yatırım yapmak değil. Ya gecelik faizle, ya da çok kısa vadeli, çok likit Hazine kağıtlarına yatırım yapıyorlar. Onları ülkenin diğer ekonomik dengeleri ilgilendirmiyor çünkü heran çıkıp gidecekler, kalıcılığa niyetleri hiç yok. O gün aldıkları yüksek faize yani başka ülkelerde sağlayamayacakları getiriye bakıyorlar.

İşte bu nedenle artık cari açığın sağlıklı finansmanından da daha az sözedilir oluyor. Çünkü doğrudan yabancı sermaye azaldığı gibi, cari açığın finansmanı için borsaya, hazine kağıdına yatırım yapan yabancı sayısı ve miktarı da azalmış oluyor.

Peki bir şey oldu, örneğin enflasyon hızla yükselirken Merkez’in faizleri o kadar hızlı artmadı yani reel faiz yüzde 10’un altına indi, ya da büyük siyasi bir gelişme yaşandı diyelim...

İşte o zaman bu fokurdayan parayı da, dövizi de tutamazsınız...
Yazının Devamını Oku

Bakanların söyledikleri artık dikkate alınmıyor

28 Haziran 2008
AKP Hükümeti’nin bakanları, özellikle son dönem söyledikleriyle, demeçleriyle inandırıcı olmaktan giderek uzaklaşıyorlar. "Devletin Bakanı söylediği zaman doğrudur, dediği olur" derlerdi ama artık böyle bir şey yok. Sadece bakanlar değil aslında hakkında kapatma davası görülmesine rağmen AKP yöneticileri, sanki olayın üzerine bilerek gidiyorlarmışçasına demeçler veriyor, cumhuriyet devrimlerini "travma" olarak görüyor, ondan sonra çıkıp "Atatürk devrimleri beni mutlu ediyor" deyip, iyice inandırıcılıklarını kaybediyorlar.

Dün de Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in elektrik zammı ile ilgili demeçleri vardı. Gerçi Şimşek’in artık bu tür sözlerine, kendi işi dışında diğer bakanlıkların işlerini daha iyi bilirmişçesine konuşmalarına alıştık ama, yine de bu kadarı olmaz dedirtecek sözler ediyor.

Şimşek’e elektrik zamları sorulduğunda, buna karşılık "asıl olan tasarruftur" şeklinde yanıt vermiş. Tabi ki bunun öncesinde sonrasında bir şeyler söylemiş ve büyük ihtimalle bugün çıkıp, "basın söylediklerimi çarpıtmış" diyecek ama söylediği de belli.

Hadi, Şimşek’in söylediklerinin hepsini bir arada verelim:

"Elektrikte en önemli şey maliyet. En azından maliyetlerin tamamının karşılanması bu fiyattan. O nedenle tabii ki KİT’lerin de durumunu düzeltir, tabii ki o anlamda bütün halkımıza katkısı olur ama esas konu o değil, burada esas konu elektrikte tasarrufun sağlanması, elektrikte tabii ki dengelerin korunması, maliyetlerin karşılanması... Bunların hepsinin temelinde rasyonel fiyatlama vardır. Bizim yaptığımız şey maliyet esaslı bir fiyatlamaya geçmektir"

Vergi affı yok demek inandırıcı olmuyor

MEHMET Şimşek enerji bakanı gibi davranmakta ısrar ediyor ama ekonomiden sorumlu bakan olarak asıl konuları sorulduğunda ise biraz bocalıyor. Kendisi bir iktisatçı olduğu için şahsen güzel bir yanıt beklenirdi ama bir gazetecinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "Yüksek faiz enflasyonun artmasına neden oluyor. Enflasyon bir sonuç, zamlarsa bir sebep" sözlerini hatırlattığında aldığı yanıt biraz garip olmuş. Şimşek, enflasyonun arz talep arasındaki dengesizlik olduğunu belirtip, "Yani esasında uzun dönemde böyle bir, sayın Başbakanımız’ın perspektifi, o arz talep arasındaki dengesizliğe herhalde işaret etmek şeklindeydi. Dolayısıyla onun altında başka şeyler okumanın bir anlamı yok" demiş...

Yani "İktisatçı olsam da, söylenen doğru olmasa da Başbakan söyledi..." demeye çalışıyor...

Dün Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın da pek inandırıcı olmayan sözlerine şahit olduk. Bilindiği gibi son dönemde vergi affı çok konuşulmaya başladı. Sebebi açık; SSK affı, sicil affı gibi konular gündeme geldiği zaman, her zaman bunun sonunda vergi affı da gelir. Bunun da ötesinde AKP Hükümeti her sıkıştığında af çıkarmakla artık ünlü oldu. İşte bu nedenle, AKP’lilerin körüklediği bir vergi affı yine gündeme geldi, konuşulup duruyor. Maliye Bakanı Unakıtan, sorular üzerine "Bu yönde bir çalışmaları olmadığını" söylemiş. Unakıtan, kamu alacaklarının zamanında ödenmesinin zorunluluk olduğunu kaydederek, borçlarını ödemeyenlerden bu alacakların cebri icra yolu ile tahsil edileceğini hatırlatmış. Hazine’ye intikali gereken alacakların takibine hız verildiğini de ifade eden maliye bakanı, bu nedenle vergi borcu bulunanların bağlı oldukları vergi daireleriyle irtibata geçmelerini istemiş.

Maliye bakanı belli ki bunu insanlar, normal vergilerini ödesinler diye söylüyor. Ancak maliye bürokratları bile böyle bir af kararının çıkmasını büyük ihtimal olarak görüyorlar.

Af dediğiniz zaten böyle bir şey, başladı mı duramazsınız. Çıkardığını affa, "af değil" diye diretseniz de bunun adı aftır ve sonuçta sorumlu vatandaşları cezalandırmak anlamı taşır.
Yazının Devamını Oku

Enerjide devlet politikası olmalı

26 Haziran 2008
BUGÜN toplanacak olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun özel gündeminde enerji olduğunu öğreniyoruz. Yani enerji alanındaki gelişmeler devletin zirvesinde ele alınacak.

Uzun zamandır, Türkiye’nin, iç ve dış, enerji politikasının sadece Hükümetlere bağlı yürümemesi gerektiğini, bu konularda "bir devlet politikası" oluşturulup uygulanması ihtiyacını görüyor, zaman zaman bunu dile getiriyorum.

Bugünkü MGK toplantısında enerji alanında nelerin konuşulacağını bilmiyorum.

Ama büyük ihtimalle Irak’taki gelişmeler başta olmak üzere, Türkiye’nin enerji alanında uluslar arası ilişkileri, burada sağlanan gelişmeler ele alınacaktır.

Bunun içinde İran’la imzalanıp bir türlü hayata geçirilemeyen doğalgaz sahalarına ilişkin protokol, Azerbaycan ve Türkmenistan’dan doğalgaz alımı, Nabucco projesi kapsamında Avrupa ile gaz işbirliğinin bulunduğunu tahmin ediyorum.

Yazının Devamını Oku

Siyasetten sonra ekonomik supaplara göz dikildi

24 Haziran 2008
AVRUPA Kupası, iyice kızışan siyasi atmosfer içinde bir mola oldu; herkese bir soluk aldırdı. Ancak önümüzdeki haftadan itibaren siyasi havanın yeniden kızışmaya başlaması kaçınılmaz görülüyor. Bu sakin havayı çok ararız gibi geliyor bana... Siyasetle birlikte ekonomide de yaz dönemi olmasına rağmen, bir hareketlilik yaşayabiliriz. Çünkü dışarıdan gelen haberler de yeniden olumsuza dönmeye başladı.

Böylesine bir mola havasında, dün Hürriyet’te Şükrü Küçükşahin’in köşesinde yer alan bir toplantıya ilişkin bilgiler, yaşadıklarımızı, daha doğrusu yaşadıklarımızın nedenlerini anlamak açısından bence çok çarpıcıydı. Yazıda özetle geçen hafta yapılan bir toplantıda müteahhitlerin yakınması üzerine, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yetkililerine dönüp, "Bıktım sizlerden, sürekli şikayetler alıyorum, kapatacağım bu DPT’yi" demesi anlatılıyordu. Başbakan her kurumun kendi planlama birimini kurmasının daha yararlı olacağını söylüyormuş.

Başbakan’ın bu çıkışı, dile getirdiği bu anlayış, bence siyasette içine düştüğümüz durumun temel dayanaklarından birini açığa çıkarıyor.

AKP Hükümeti, daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan, bir ülkenin sadece bir kişinin ya da grubun istediği gibi yönetilebileceğini zannediyor. Yani yasama, yürütme, yargı tüm erklerin kendi istediği doğrultuda çalışmasını, gerekirse askeri de yönetmek istiyor olabilir.

Halbuki, demokrasi ile yönetilen bir ülkede erklerin birbirine karışması ancak kaos getirir. Erklerin tümünün tek elde toplanması, demokrasi içinde yaşayan bir toplumda gerçekleşemez. Demokrasi içinde gelip, sistemin adına başka bir şey dedirtecek hareketlere izin verilemez.

Tüm normal ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de buna izin verilemez. "Radikal yanı" hiç bulunmayan hükümetlere bile böyle bir izin verilmemiştir ki, radikal unsurları hep konuşulan, toplumun tümünü kavrayamayan, "öteki" deyimini çok rahatlıkla kullanan bir iktidara böyle bir sınırsız yetki verilsin. İktidara gösterilen dirence buradan da bakmak gerekiyor.

Çünkü bu kurumlar yürüyen sistemin supaplarıdır, denge unsurlarıdır...

DPT aşırı harcamalara dur diyor

BAŞBAKAN, belli ki siyasetten sonra ekonomide de supapları yok etmek istiyor. Eğer bu mümkün olursa, ekonomide denge unsurları kalmazsa, ekonomik sıkıntı kaçınılmaz olur.

Müteahhitlerin yakınması üzerine bu çıkış yaşanmış ama Başbakan’ın bir süredir DPT’nin tavırlarından şikayetçi olduğunu biliyoruz. Ona göre DPT işleri engelliyor. Halbuki DPT görevini yapmaya çalışıyor; harcamaları aşırı artırmaya direnç gösterip, regülasyonla dengeyi bulmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan’ın bu yıl, duble yollarla başlayıp geniş kesimlere yayılan ek ödenek taleplerini desteklediğini biliyoruz. Erdoğan’ın da ısrarıyla, Ulaştırma Bakanlığı’nın yatırımlarına 2.5 milyar YTL’lik ek ödenek ayrıldı. Son dönemde özellikle Ulaştırma, Çevre ve Enerji bakanlıklarının artan harcama ve ek ödenek taleplerine, DPT temkinli yaklaşıyor ve hem aşırı harcama hem de mali disiplin için bunlara karşı çıkıyor.

Ulaştırma Bakanlığı’nın yatırımları için bütçe dışında ve denetimden uzak bir fon kurma talebine, ardından Enerji Bakanlığı’nın benzer talebine de en çok DPT karşı çıkmıştı.

DPT, geçtiğimiz dönemde de Galataport’taki tartışmalı anlaşmaya onay vermemiş, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ta o zamandan tepkisini çekmişti.

Başbakan Erdoğan’ın, bundan 5 yıl önce, yani başbakanlığının ilk yılı içinde, birilerine "Kardeşim belediye çok iyiymiş. Şu işi yapın diyordum yapılıyordu. Şimdi burada bir sürü yere sormak gerekiyor, para yok diyorlar. Bir işi yapın diyoruz geciktiriyorlar" diye yakındığını biliyoruz. 5-6 yıl oldu, devlet yönetiminin belediye başkanlığı yönetiminden çok farklı olduğu anlaşılmalıydı ama belli ki eski alışkanlıklar sürdürülüyor.
Yazının Devamını Oku

Mali program gecikti dengeleri kurmak zor oluyor

23 Haziran 2008
HAFTA sonunda açıklanan Merkez Bankası yeni beklenti anketi sonuçları, enflasyonun ve faizlerde artış beklentisinin devam ettiğini gösteriyor. Geçen anketlere göre kötüleşme biraz yavaşlamış gözüküyor ama yine de devam ediyor.

Enflasyon beklentilerindeki artışta, tabii ki birçok unsur birlikte bulunuyor. Küresel dalgalanmanın, durulmuş gözükse de devam etmesi, gıda ve enerji fiyatlarındaki artış tabii ki çok önemli unsurlar. Bunun yanında doğal olarak IMF programının bitmiş olması, AB hedefinin savsaklanması, dolayısıyla çıpaların gevşemiş olmasının etkisi büyük. Bunların yanında siyasi kargaşa, AKP’nin kapatılma davası da, dozları tartışılsa bile, birer unsur.

Bizce beklentilerin kötüleşmesindeki en önemli unsurlardan biri ise AKP Hükümeti’nin popülizm eğilimi ve hesapları iyice karıştırmış olması.

Farkında mısınız; orta vadeli mali çerçeve açıklandı ve kimseye bir şey ifade etmedi? Şimdi 3 yıllık bütçe ve bununla birlikte mali program açıklanması lazım ama yasal süreler aşılmasına rağmen, hálá açıklanmış değil. En geç 15 Haziran’da açıklanması gerekiyordu.

Bunlar çok tartışılmıyor ama piyasaları etkileyen, beklentileri kötüleştiren önemli unsurlar. Bildiğimiz kadarıyla orta vadeli mali çerçevenin içi doldurulmaya çalışılıyor. Orada yazılı hedeflere bağlı kalınmak isteniyor ama bunun içinin doldurulması bir hayli zor oluyor. Bürokratlar gece-gündüz, dayanaksız açıklanan orta vadeli mali çerçevede belirtilen hedeflerin içini doldurup, dengeyi kurmak için çaba gösteriyorlar ama hala yetiştiremediler.

Orta vadeli mali çerçeve hem dayanaksızlığı, hem de içeriği ile tam bir popülizm örneği. Çünkü faiz dışı fazla hedefini düşürdünüz, GAP başta olmak üzere harcamaları artırma kararı aldınız, bununla birlikte birçok ek harcama kalemi ortaya çıkıyor ama yine de güven verecek bir program hazırlamaya çalışıyorsunuz. Ama olmuyor işte...

Hem hesapsız bu kadar harcama yapıp, hem de "mali disiplin sürüyor" demeniz, ikisini bir arada yürütmeniz, hele hele bu küresel ortamda yürütmeniz mümkün değil. Bürokrasinin orta vadeli mali çerçeveye de hesapsız harcamalara da ne kadar tepkili olduğunu, sonucu kötü gördüğünü biliyoruz. Ama maalesef işi temizlemek de onlara düşüyor. İnandırıcı olabilmek için bizce açıklanan hedefleri değiştirmek zorundalar ama nasıl yapacaklar bilmiyorlar.

BDDK’ya tebrik

BU köşede Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu (BDDK) eleştiren epeyce yazıya rastlamışsınızdır. Geçmişte bankaların hamisi gibi davranmak, sistemi sağlıklı zemine oturtmak için uğraşması gerekirken, tüketici derneği mantığıyla kredi kartlarına hamasi karşı çıkışını, aşırı milliyetçi tutumu andıran yabancı bankalara karşı demeçlerini eleştirmiştik.

Bir süredir BDDK’nın eski söylemlerinden vazgeçip, gerçekten sektörün hamisi gibi davranmaya, sektörün sağlığını düşünmeye başladığını gözlemliyorum.

Bu tutumu sektörde de giderek daha saygın bir konuma gelmesine neden oluyor.

Son olarak Ziraat Bankası’nın çiftçi borçlarının ertelemesine ilişkin yasal değişikliğe itiraz etti. Elbette çiftçi borçlarının ertelenmesi BDDK’nın işi değil ama bu nedenle Ziraat Bankası’nın karşılıklarında yapılacak değişiklik BDDK’nın işi. Bu uygulama sektörde ayrıcalık anlamı taşıyor ve BDDK’nın sektörü düşünerek karşı çıkması çok doğal.

BDDK’yı tebrik ediyorum. İlk önce sektörde ayrıcalıklara, imtiyaza yer vermeyip, kuralları esnetmediği için tebrik ediyorum. İkincisi de gereken kararı, siyasi kaygılara kapılmadan, tam bir bağımsız kurum gibi davranıp aldığı için tebrik ediyorum.

Bağımsız kurumların durumu AKP Hükümeti döneminde o kadar kötü olduki, bu kurumlar o kadar politize oldu ki; normal bir kararı bile tebrik eder konuma geldik...
Yazının Devamını Oku