Erdal Sağlam

Ekonomideki yüzde 11-12’lik daralmanın sorumluluğu

30 Haziran 2009
BUGÜN yılın ilk çeyreğine ilişkin büyüme rakamları açıklanacak. Yapılan tahminlere bakıldığında, en iyimserinin bile, ilk çeyrekte ekonominin yüzde 11’e yakın bir oranda küçüleceğini gösteriyor. Daralma konusundaki tahminler yüzde 12’ye kadar çıkabiliyor.

Özetle; ilk çeyrek için çift haneli bir ekonomik daralma ile karşı karşıyayız.

Bazı iktisatçı ve gazeteciler, bu rakamı gördükten sonra da, hala, “Başbakan teğet geçti demekte haklıymış, herhalde” demeye devam edecekler mi, göreceğiz...
Bu rakam küresel krizin Türkiye’yi nasıl etkilediğini somut olarak gösterecek.

Peki, bu rekor ekonomik daralmanın sorumlusu kim?

Yaklaşık 1 yıldır söylüyoruz; küresel krizi Hükümet hafife aldı ve “teğet geçti” tanımlamasıyla simgeleşen bir vurdumduymazlık içine girdi. İlk çeyrek büyüme rakamı tam anlamıyla bu vurdumduymazlığın, küresel krizi iyi okuyamamanın, zamanında önlem alınmayışının bir sonucudur. Yani bu sonuç kötü yönetimin getirdiği bir sonuçtur.

EN HAZIRLIKLI ÜLKE

Yönetim sorunu olduğunu görmek için başka ülkelerin ilk çeyreklerine ilişkin rakamlara bakmak yeterli olacaktır. Krizin çıktığı ülkeler bile bizim kadar olumsuz etkilenmedi...

Aslında, bankacılık kesiminde 2001’de yapılan reform sonucu, Türkiye bu krize mali açıdan en hazırlıklı ülkelerden biri olarak girdi. Yani eğer iyi yönetilebilseydi, Türkiye ilk çeyrekte, bırakın diğer ülkeler kadar ekonomik daralma ile yetinmeyi, çok daha iyi bir performans gösterebilir, yüzde 2-3’lük daralmalarla bu ilk çeyreği atlatabilirdi.

Şimdi denebilir ki; tamam ilk çeyrek kötüydü ama ekonomide toparlanma başladı, Hükümet gerekli önlemleri artık alıyor, bundan sonra ilk çeyreği telafi edebiliriz.

Keşke bu kadar kolay olsaydı...

Her şeyden önce ilk çeyrekte yaşanan yüzde 11-12’lik ekonomik daralmanın telafisi, normale dönüş baz etkisi nedeniyle o kadar zor olacak ki. Yani bu ilk çeyrek rakamından sonra, yıllık anlamda makul bir rakama ulaşmak da şimdi çok daha zor...

YILLIK YÜZDE 5 DARALMA

Bugün açıklanacak büyüme rakamlarıyla birlikte ekonomi gündemine, sadece yaşanan yüksek oranlı daralma değil, bundan sonrasında neler olabileceği tartışmaları da girecek. Aslında bir süredir beklenen bu rekor daralma nedeniyle, yıllık büyüme oranlarının ne olabileceği de tartışılmaya başladı. Şu kadarını söyleyelim ki; yeni orta vadeli program üzerinde çalışan ekonomi bürokratları, 3,6 olarak revize edilen bu yılın toplam daralma rakamını yüzde 5 civarında yeniden revize etmeye hazırlanıyor.

Bence IMF anlaşması olmazsa, bu rakam bile iyimser kalabilir...

Piyasa iktisatçıları, özellikle son dönemde üretime dönük gelişmeleri kaygıyla izliyorlar. Çünkü beklentilerin aksine, üretim rakamları beklendiği kadar yükselmiyor. Hatta Nisan-Mayıs aylarında üretimde görülen kıpırdanmaların, Haziran ayında hız kestiği görülüyor.

TELAFİ ETMEK ZORLAŞIYOR

Dolayısıyla artık ekonomideki toparlanma için umutlar yılın son çeyreğine doğru aktarılıyor.

Zaten dünyadaki ekonomik toparlanmanın da beklendiği kadar hızlı olamayacağı açığa çıkmaya başladı. ABD ve Avrupa merkez bankaları piyasalara likidite enjekte etmeye devam ediyorlar ama toparlanmayı pek hızlandıramıyorlar. Aynı nedenle faiz oranlarını uzun süre düşük tutmak niyetleri de çok açık ama belli ki
yetmiyor...

Türkiye’deki ekonomik toparlanmanın hızlanması için özellikle Avrupa ve Rusya pazarlarının açılmaya başlaması, yani talebin bu bölgelerde canlanması gerektiği de açık.

Kısacası; hem dünyada hem bizde ekonomik toparlanma gecikirken, kötü yönetim nedeniyle ilk çeyrekte yaşanan rekor küçülmeyi telafi etmek de giderek zorlaşıyor.
Yazının Devamını Oku

Anlaşma ihtiyacı Başbakan’ın sözleriyle net olarak görüldü

29 Haziran 2009
YILAN hikayesine dönen “Hükümet IMF ile anlaşma imzalayacak mı, gerek var mı, yok mu” tartışmasında, geçtiğimiz cuma günü yaşananlar, anlaşmaya gerek olup olmadığının çok açık yanıtı idi. Başbakan Tayyip Erdoğan, ilk kez o gün IMF’le ilgili olumlu konuştu, anlaşmak istediklerini, iki hafta içinde işin netleşeceğini söyledi ve piyasalar coştu. Bu hareket bence piyasaların üzerinde IMF baskısının epeyce büyüdüğünü göstermesi açısından çok ilginçti.

Peki, Başbakan bunları söyledi ve IMF ile yeni stand-by anlaşması kesinleşti mi?

Bence hala ihtiyat payını bırakmak gerekir. Bir süredir, yeniden anlaşmanın olabileceğini söyleyen bir gazeteci olarak bile ihtiyat payını bırakmak gerektiğine inanıyorum.

PİYASALAR UMUTLANDI

Ancak Başbakanın söylediklerinden, anlaşmanın yapılmaması halinde, çıkacak faturayı biraz olsun görmeye başladığını da hissediyorum. Anlaşma olmasa da bu işin yürüyeceğini ama kaynak açısından anlaşmanın ülkeyi rahatlatacağını söylüyor. Zaten herkesin söylediği de bu: Eğer Türkiye ciddi büyüme rakamlarını yakalamak, işsizlik oranını düşürmek istiyorsa, hem güven sağlamak, hem de kaynak açığını kapatmak için IMF ile anlaşma yapmak zorunda. Aksi takdirde tabii ki işler yürür; ancak bu yürüyüşün yıllık yüzde 2-3’lük büyümelerle olacağını da, artık herkes kabul etmeli.

Piyasalar da bence hala anlaşmanın garanti olmadığını biliyor. Ancak ilk kez Başbakan’dan, IMF konusunda bu kadar gerçekçi ve olumlu bir açıklama geldiği için de umutlandılar.

Zaten iyiyi satın almaya teşne oldukları için, bu konuşma piyasaları iyice coşturdu.

Türkiye uzun zamandır ilk kez diğer gelişmekte olan ülke piyasalarından olumlu bir sapma gösterdi ve iç piyasalar coştu. Bu da IMF anlaşmasının Türkiye için ne kadar gerekli olduğunu, küresel krizden daha az etkilenmek ve diğer ülkelere kıyasla öne çıkma şansını yakalaması açısından anlaşmanın gerekliliğini, bence gösterdi. Anlaşma olursa Türkiye alır başını gider, diğer ülkelerden çok öne çıkar demek istemiyorum ama en azından güven vermiş diğer gelişmekte olan piyasaların düzeyini yakalar, aksi takdirde geride kalır adiyorum.

Bu varsayımın içinde, küresel krizde yeniden bozulma riskinin bulunmadığını da söyleyeyim.

UNAKITAN MEVCUT DURUMU ÖZETLEDİ

Geçen gün eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan sessizliğini bozdu ve görev başında olduğu gibi, yine inciler döktürdü. Bence Unakıtan’ın son açıklamaları hem parti içindeki huzursuzluğu, hem kişisel kırgınlığı, hem de içeriden bir yetkilinin krizin etkilerini nasıl gördüğünü açıklığa kavuşturması açısından, çok ilginç açıklamalardı.

Çok açık biçimde Unakıtan, Türkiye’nin tasarruf açığı olduğunu, yüksek büyüme için yabancı sermayeye ihtiyaç bulunduğunu, tasarruf açığı nedeniyle IMF’e mahkum kalındığını, mecbur hissedilince IMF ile anlaşma imzalanacağını, kayıtdışını azaltmak zorunda olduğumuzu, bunun siyasi kararlılık gerektirdiğini söylemiş.
Bazı iktisatçılar ve yazarların, “Başbakanın teğet geçti sözü meğer doğruymuş” yorumlarına inat, Unakıtan açıkça, “Bu krizden Türkiye de ağır şekilde etkilendi ve etkilenmeye devam ediyor...” diyor. Hatta krizden özel sektörün ciddi etkilendiğinin altını çizerek, “Kriz Başbakana teğet geçmiş olabilir” şeklinde konuşuyor. Artık sürekli şoklara hazırlıklı bulunmak gerektiğini, iç ve dış şoklara karşı dayanıklı olabilmek için ülkelerin yapısal tedbirlerini yerine getirmeleri gerektiğini kaydediyor. Sadece vergi indirimlerinin yetmeyeceğini, “Piyasada güveni artıracak önlemleri, idari tedbirleri almak gerektiğini” söylüyor. Türkiye’nin gereksiz şeyleri tartıştığını kaydedip, “Belgedeki imza sahte olsa ne olur, olmasa ne olur. Türkiye’nin gündemi ekonomi olmalı!” diyor.
Daha ne desin; ekonomik ve siyasi tabloyu çok açık ve net olarak tanımlamış.
Yazının Devamını Oku

Yüzde 5’lik daralma kaderimiz değildi

25 Haziran 2009
YIL ortasına gelinirken, yerli-yabancı ekonomiyle ilgili tüm kuruluşlar dünya ekonomisine ilişkin makro tahminlerini yeniden revize etmeye başladılar. Küresel kriz başladığından bu yana zaten sürekli revizyonlarla karşılaşıyoruz ve belli ki bu eğilim devam edecek. Ekonomik tahminlerdeki revizyonlarda en çok dikkat çeken; ister istemez büyüme rakamları oluyor. Dün gelen küresel ekonomi ve Türkiye’ye ilişkin son OECD tahminleri, şimdiye kadar gelen en kötümser tahminler olarak gözüktü.

Türkiye ekonomisinin 2009 yılında ne kadar küçüleceği konusunda OECD son tahminini yüzde 5.9 olarak açıkladı. Dünya Bankası’nın son tahmini eksi yüzde 5.5, IMF’nin son tahmini ise yine eksi yüzde 5.1 idi.

EN İYİMSERİ BİLE YÜZDE 5

Yani bu konuda otorite olan, küresel ekonomideki gelişmeleri çok yakın izleyen uluslararası kuruluşlardan en iyimseri bile, Türkiye ekonomisinin bu yıl yüzde 5 oranında daralacağını söylüyor. Tabi ki uluslararası yatırımcılar da bu çıkan tahminlere göre karar alıyor, örneğin Türkiye’ye ilişkin hesaplarını buna göre yapıyorlar.

Peki, Türkiye bu büyüme rakamına mahkum muydu? Bir başka deyişle, Türkiye ekonomisi bu kadar gerileme yaşamadan bu küresel krizi atlatabilir miydi?

Bence ekonomimiz bu kadar küçülmeden, biz bu yılı atlatabilirdik. Yani bu kadar ekonomik daralma Türkiye’nin kaderi değildi...

Ekonomi yönetiminde, daha doğrusu alınması gereken ekonomik kararlar konusunda hükümet çok geç kaldı, uzun süre kayıtsız davrandı. Daha yeni yeni bir şeyler yapılmaya başladı ama geç kalındığı için, bu yıl bu kadar yüksek bir daralma yaşamak zorunda kaldık.

Gelecek yıllara ilişkin olarak da birçok tahminde bulunuluyor. Tahminlerin hemen hepsi 2010 yılında Türkiye’nin büyümeye geçeceğini gösteriyor. Bu oranın yüzde 3’e kadar çıkacağını söyleyenler de var ama bence herkesin kafasında önemli şüpheler de bulunuyor.

KARAR ALICI ÖNÜNÜ GÖRMELİ

Başbakanın sık sık söylediği "krizi fırsata çevirmek" var ya, işte Türkiye bu şansını kullanamadı. Hükümet ülkenin küresel krizi fırsata çevirmesine engel oldu. Daha doğrusu krizi anlayamadığı, gerektiği zamanda yeterli önlemleri alamadığı için, Türkiye’nin daha az bir küçülme oranıyla atlatabileceği küresel krizin vereceği tahribatı artırmış oldu.

Tabi ki bu nedenle işsizlik daha da büyüdü, büyüyecek... Yani hükümet aslında iyi yönetemediği için krizin faturasını büyüttü, halk da bunu gördüğü için iktidar partisinin oyları azalmaya başladı. Yani bir anlamda kendi bacağına kurşun sıkmış oldu...

Bu gecikmenin en önemli nedeni Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. Zamanında teknisyenler ve ilgili bakanlar küresel krizin ne kadar ağır geçeceğini, tahribatı azaltmak için neler yapılması gerektiğini söylediler ama Başbakan "teğet geçecek" dedi, devam etti...

IMF OLSAYDI BÖYLE OLMAZDI

Peki, artık anladı mı derseniz, bence hala tam anlamıyla anlamış değil.

Bunun en önemli göstergesi de IMF anlaşmasıyla ilgili tavrı...

Bir düşünün; eğer küresel krizin göstere göstere geldiği geçen yılın son üç ayında, biz IMF anlaşmasıyla bu döneme girseydik, ya da yılın başında anlaşma imzalamış olsaydık ekonomideki daralma bu kadar yüksek olur muydu? Ben söyleyeyim, kesinlikle bu kadar daralma yaşamazdık.

Çünkü ekonomide yerli-yabancı tüm karar alıcılar önlerini görmek isterler. Kendi ülkelerine ya da yabancı bir ülkeye yatırım yapacaklarsa, harcamaya devam edeceklerse tek görmek istedikleri unsur; ekonominin iyi yönetildiği ve ileride de iyi yönetileceğine olan güvendir...

İşte Başbakan, IMF ile anlaşma imzalamayarak bu fırsatı tepmemize neden oldu.

Dolayısıyla verdiği yanlış kararlar nedeniyle oy kaybına uğrayan AKP, kimseye suç bulmasın.
Yazının Devamını Oku

İşalemi kriz için elele verdi, hükümet bekleniyor

23 Haziran 2009
TÜRKİYE’de her kesimde olduğu gibi, işalemi içersinde de, şimdiye kadar ciddi çekişmeler yaşandığını hep izledik. Son dönemde özellikle TOBB ve TÜSİAD arasında, başında bulunan kişilerin de büyük katkısıyla, ciddi işbirliği oluşturulduğunu görüyoruz. Dün "Kriz varsa çare de var" kampanyasının yeni ayağında Şişecam’da bir araya gelen TOBB ve TÜSİAD başkanları, bence bu işbirliğinin doruğa çıktığını, işaleminin çıkarlarının ortak olduğunu, birlikte hareketin güçlerini artırdığını bir kez daha herkese gösterdiler. Kampanyanın, tüm kesimlerin desteği alınarak yürütülmesinin yanısıra, bu işbirliğinin geldiği noktayı göstermesi açısından da dünkü toplantı önemliydi.

Hem TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, hem de TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, krizden çıkış için işaleminin de gayret göstermesi gerektiğini, bunun için bir araya geldiklerini, güvenin sağlanması açısından bu kampanyanın etkili olduğunu söylediler. Ancak her ikisi de herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğini, hükümetin de biran önce piyasalara güven verecek orta vadeli programı hazırlaması gerektiğini kaydettiler.

"Elbette bu kampanya tek başına krizi çözmez. Biz bunu hep söyledik. Ancak tedbirlerin bütüncül biçimde alındığı bir ortamda kendimize güveniyor olmak, krizden korkmamak, ülkemize çok şeyler kazandırabilir" diyen Hisarcıklıoğlu, yaşanan küresel kriz ortamında herkesin önyargılarını bir kenara bırakmasını istedi. Alışılmadık bir dönemde, alışıldık önlemlerle yola devam edilemeyeceğini, ’yeni bir beyaz sayfayı açmanın tam zamanı’ olduğunu kaydeden Hisarcıklıoğlu, "Beyaz sayfanın ilk şartı da, suçlama psikolojisini bir kenara koymaktır. Zaman, ileriye bakma zamanıdır. Zaman, krizi değil, çareyi tartışma zamanıdır" şeklinde konuştu.

En küçük bir sıkıntıda işçiyi kapıya koymak ne kadar yanlışsa, ’bütün işverenler kriz fırsatçılığı yaptı, işçileri işten çıkardı’ söyleminin de o kadar yanlış olduğunu vurgulayan Hisarcıklıoğlu, bu dönemde bütün işverenlerin kárı gözetmeden, beşeri sermayelerini korumaya çalıştığını, zarar pahasına yola devam ettiklerini ifade etti.

BAŞBAKAN BU FIRSATI KAÇIRMAMALI

Ekonomik krizlerin 3 birleşeni bulunduğunu ifade eden TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Önce hükümetimiz, ekonomi yönetimi, gerçekçi bir analiz yaparak gerekli önlemleri almalı, mevzuat değişiklikleri yapmalı ki, burada ilerliyoruz. Bu son derece sevindirici. Bu yapılacaklar güven ve istikrarı sağlayacaktır" şeklinde konuştu.

Daha sonrasında işin tüketici ve hane halkına gel diğini kaydeden Arzuhan Doğan Yalçındağ, "Eğer evimize çekilirsek, eğer moralimizi bozarsak, kabuğumuza çekilirsek ve tüketmezsek, unutmayalım ki ekonomideki düzelmeyi de ertelemiş oluyoruz" dedi.

Türk işdünyası olarak, krizlerle baş etmekte diğer rakiplerimize, diğer dünya ülkelerine göre önde olduğumuzun altını çizen Yalçındağ, "Burada egzersiz sahibiyiz. Bu bizim büyük bir avantajımız. Elimizi taşın altından çekmeyelim. Sisteme inanalım, güvenelim ve cesaretimizi kaybetmeyelim. Eğer bizler de öyle olursak bu sürecin üstesinden çok daha çabuk geleceğiz. Ülke olarak cesaretle, inançla ve akıllı davranarak bu krizi dünyanın birçok ülkesinden çok daha çabuk atlatıp kriz sonrası rekabet ortamına da hazır olarak başlayacağız" dedi.

Görüldüğü gibi işalemi, işçi sendikaları yani tüm taraflar krizden çıkış için üstlerine düşen görevleri fazlasıyla yerine getiriyorlar. Ancak bu çabaların sonuç vermesi için Hükümetin biran önce orta dönemde güven verecek makro ekonomik politikayı anons etmesi gerek. Bunun için IMF gerekiyorsa ki, bence gerekiyor, bunu da biran önce halletmek zorunda. Herkes krizden çıkış için hükümete destek veriyor, Başbakan böyle bir fırsatı kaçırmamalı...
Yazının Devamını Oku

Lipsky, Türkiye’nin anlaşmaya ihtiyacı olduğu görüşünde

22 Haziran 2009
GEÇEN hafta Bodrum’daki TÜSİAD toplantılarında, IMF konusunda daha somut açıklamalar bekliyordum ama olmadı. İşadamları, Başbakan Yardımcısı Babacan’ın da, IMF 1. Başkan Yardımcısı Lipsky’nin de, basına kapalı toplantılarda bile, açık konuşmadıklarını söylediler. Bu toplantılardan sonra Lipsky’nin verdiği izlenime ilişkin olarak işadamlarında oluşan ortak kanı "Lipsky, Türkiye’nin IMF anlaşmasına ihtiyacı olduğu görüşünde" şeklindeydi. Yani konuşmalarından, Lipsky’den, basına açıkca söylemediği, bundan sonraki yıllarda Türkiye ekonomisinin istikrarını koruması için stand-by anlaşması yapması gerektiği izlenimini edinmişler. Bir başka deyişle işalemi, uzun zamandır hükümetten talep ettiği IMF anlaşmasının, teknik olarak da gerekliliğini, yetkili ağızlardan bir kez daha dinlemiş oldu.

İşadamlarına bundan birkaç ay önce sorduğumda, gecikmeye rağmen, IMF anlaşması konusunda umutlu olduklarını, hükümetin şimdiye kadar olduğu gibi, yine gerektiği zaman anlaşmayı yapacağını söylüyorlardı. Bu toplantılardan sonra "Peki, sizce anlaşma olur mu" diye sorduğumda ise o kadar umutlu olmadıklarını gördüm. Sadece bu toplantı değil, son birkaç ayda yaşananlardan edindikleri izlenim bu...

Bu toplantılardan sonra Babacan’a sorulduğunda, "Görüşmelerimizin, çalışmalarımızın önemli ölçüde birbirine yakın olduğunu gördük, tabii üzerinde görüşülmesi gereken çalışılması gereken konular var. Bu konuları biz Ankara’da çalışmaya devam edeceğiz, Sayın Lipsky de Washington’da çalışmaya devam edecek. Teknik ekipler irtibat halinde olacak, önümüzdeki günlerde haftalarda temaslarımız sürecek" demişti.

IMF olarak Türkiye’ye destek vermeye hazır olduklarını belirten Lipsky ise, Türkiye’nin geleceği konusunda iyimser olduklarını belirterek, "Mali açıklar ve zayıflayan kredi kalitesinin güçlü bir şekilde üzerine gidilmediği takdirde ekonomik görünüm üzerinde olumsuz etkiler olabilir" şeklinde konuşmuştu.

IMF BU KADAR ESNEK OLAMAZ

Aslında bu konuşmaların bize tekrar gösterdiği gerçek şu ki; hükümet gereken mali uyum konusunda, seçimi düşündüğü için, sıkı bir programa imza atmak istemiyor, bu nedenle Başbakan çok esnek bir anlaşma olmadığı takdirde anlaşmasız, gidilebildiği yere kadar gitmek istiyor. Ancak tablo Başbakan’ın gördüğü kadar basit ve kolay bir tablo değil, o nedenle teknisyenler arada bir noktayı bulup anlaşmaya iki tarafı ikna etmek istiyor.

Gerek oylarındaki erozyonun sürmesi, gerekse de en geç 2011’de seçimin yapılacak olması, bence tam olarak seçim tarihini kafasında belirleyemediği için, Başbakan’ı sıkıştırıyor.

Halbuki Türkiye’nin büyüyebilmesi, özellikle olası yeni bir küresel kriz dalgasından büyük zararlar görmemesi için, Türkiye’nin IMF’in parasına ve kredibilitesine ihtiyacı var. Yani seçime kadar geçecek sürede başımıza gelebilecek belaları savmak, dolayısıyla oy kaybının artmaması için de, Başbakanın bu anlaşmaya ihtiyacı var. Bakalım hangisini seçecek?

Görüşmelerden anladığımız kadarıyla seçim nedeniyle hükümet 18 aylık, en fazla 24 aylık anlaşma istiyor. IMF ise bu takdirde 2010’daki mali uyumun çok daha sert olması gerektiğini ve vereceği kaynağın azalacağını söylüyor. Babacan da, doğal olarak hem mali uyum şartlarını yumuşatmaya, hem da kaynak miktarını artırmaya çalışıyor.

Yani hükümet hem mali uyumu kabul ediyorum deyip, hem de 2010’da bile artı bir faiz dışı fazla oranını kabul edemeyeceğini söylüyor.

Bence IMF, hükümetin talep ettiği kadar esnek bir anlaşmayı kabul edemez. En azından sıradaki ülkelerle yapacağı anlaşmalara kötü örnek olacağı için bu kadarını kabul edemez.

İki tarafı da ikna edecek bir ortak nokta bulunabilecek mi, bir-iki ay daha izleyeceğiz...
Yazının Devamını Oku

Merkez, tavsiye ettiği temkinli tavrı kendi göstermiyor

18 Haziran 2009
MERKEZ Bankası’nın önceki gün yaptığı yarım puanlık faiz indirimi ve ileriye dönük indirimlerin sürebileceğini açıklaması, bence olması gereken "temkinli" tavrı unuttuğunu gösteriyordu. Enflasyon hedefinin çok altında kalındığı, bu nedenle indirimlerin geldiği rahatlıkla söylenebilir ancak Merkez Bankası yönetiminin ilerideki faiz artışlarını indirimler kadar kolay yapamayacağını unutmamak gerek. Yani hep bir ihtiyat payı kalması lazım...

Merkez Bankası’nın, bu tavrına karşılık sanayicilere ise "temkinli olun" dediğini görüyoruz. Bence Merkez Bankası tavsiye ettiği "temkinli tavrı" kendisi de göstermeli...

Merkez Bankası’nın bu indirimi ve açıklamasını, piyasalarda "Merkez Bankası’nın Hazine’nin borçlanmasına yardım etmekte kararlı davrandığı" biçiminde yorumlayanlar oldu. Bu yorumu yapanların bir bölümü özellikle de iktisatçılar, "Merkez Bankası’nın böyle bir görevi olmamalı" demeyi de ihmal etmiyor, yani bu tavrı yanlış buluyorlar.

FAİZ İNDİRİMLERİ

Merkez Bankası’nın böyle bir kaygıyla hareket etmesi aynı zamanda karara siyasi bir nitelik kazandırır ki; bu ister istemez Merkez Bankası’nın kredibilitesini gündeme getirir.

Umarız Merkez Bankası’nın indirim kararında böyle bir kaygı rol oynamamıştır.

Piyasaların Merkez Bankası’nın açıklamasından çıkardığı genel sonuç; kabul etmesine rağmen ekonomik faaliyetlerdeki mevcut canlanmayı hala faiz indirimlerini durdurmak için yeterli görmediği, daha önemli canlanma gördüğünde indirimleri durduracağı yönünde.

Bu arada Merkez Bankası’nın, Haziran’da enflasyonun baz etkisi nedeniyle artacağını ama bunun geçici olacağını söylediğini de hatırlatalım...

Bence Merkez Bankası, şimdiye kadar yaptığı gibi, şimdi de küresel trendleri daha fazla dikkate almalıydı. Yani tüm dünyada artık faiz indirimleri durmuşken, bu eğilimi Merkez Bankası’nın daha fazla dikkate alıp, daha ihtiyatlı olması daha iyi olurdu.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, dün Ankara Sanayi Odası’nda (ASO) yaptığı konuşmada ise ekonomik verilerde iyileşme olduğunu ama bu iyileşmenin artıya geçiş değil, kötüleşme hızının azalması olduğunu belirtmiş ve sanayicilere seslenerek, "Benim sizlere tavsiyem, ihtiyatlı olmanız" demiş. Bu arada kendilerinin de böyle davrandığını iddia etmiş.

Durmuş Yılmaz’ın, ekonomik kriz sürecinde gelinen noktayı değerlendirirken yaptığı benzetme ise zaten durumu çok açık gösteriyor. Yılmaz, "Tünelin içine girdik, tünel karanlıktı. Öbür tarafa doğru bir ışık göründü. Işık, öbür tarafa çıkışı mı gösteriyor yoksa üzerimize gelen araba mıdır?" demiş. Bunun üzerine gülüşmeler ve ASO Başkanı Nurettin Özdebir’in "Moralimizi düzelttiniz" demesi üzerine ise başkan, erken toparlanma ihtimali mizin daha yüksek olduğunun altını çizerek, "Moral bozmaya gerek olmadığını" söylemiş.

HÜKÜMETTEN TALEBİ

Durmuş Yılmaz, işler tekrar iyiye döndüğünde, orta vadede, hangi tedbirlerin alınarak mali disiplinin sürdürüleceği taahhüdünün son derece önemli olduğunu belirterek, "Bizim de hükümetten talebimiz bu" demiş. Yani piyasa gibi Merkez Bankası da önünü görmek istiyor. Başkan Yılmaz, taraf oldukları için IMF ile anlaşma konusunda bir şey söylemeyeceğini kaydetmiş ama IMF ile anlaşmayı istediği, bence çok açık.

Hatta, bence aldıkları faiz indirim kararı IMF ile anlaşma yapılacağı varsayımına dayanıyor...

Yılmaz, sanayicilere "Şu anda ekonominin gereği olarak faizleri indiriyoruz ama şunu bilin, gün geldiğinde faizler artacak. Bizi nasıl faizler düşerken seviyorsanız, çıkarken de sevmeye devam edin" demiş. Bence başkan bunun olmayacağını çok iyi biliyor, ama...

Bu kararın doğru olup olmadığını eylülden sonra görmeye başlarız. Umarım doğru karardır.
Yazının Devamını Oku

Uygulanan kredi kartı kolaylığı düzenleme oldu

16 Haziran 2009
DÜN ekonomik kararlar açısından çok yoğun bir gündü. Bu yoğunluk bütün bir hafta boyunca devam edeceğe benziyor. Çünkü bugün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) toplanıp yeni faiz kararını verecek. Piyasa çeyrek puanlık bir indirim kararı bekliyor ve büyük ihtimalle artık bu indirimin son olacağını tahmin etmeye başladı.

Hafta içinde IMF 1. Başkan Yardımcısı Lipsky’nin önce İstanbul, ardından Ankara’ya gelip resmi temaslarda bulunması bekleniyor. Lipsky’nin Babacan’la yapacağı görüşme, TÜSİAD Yüksek İstişare toplantısında vereceği mesajlar önemli olacak.

Dün sabah Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından açıklanan kredi kartı borçlarının yeniden yapılandırılması ve döviz kredilerine ilişkin karar sürpriz bir karardı. Babacan, daha önceki ekonomi yönetimi dönemindeki gibi, bu kez de mümkün olduğunca düzenlemeleri gizli tutup, "sürpriz etkisi" ile beklenti yönetimi yapmaya büyük önem veriyor. Ancak dün yapılan açıklamaların piyasalara önemli bir etkisi olmadı. Çünkü IMF ile anlaşmanın kesinleşmesi gibi büyük gelişmeler olmadığı sürece, piyasalar neredeyse tümüyle dışarıya endeksli ve Babacan’ın eski dönemine kıyasla beklenti yönetimi yapması şimdi çok daha zor.

Yapılan düzenlemeyi bankacılara sorduğumda "Zaten beklenen, daha doğrusu uygulamada bizim zaten yaptığımız kolaylıkların düzenleme haline gelmesi" biçiminde yorumladılar. Bankacılar, son dönemde zaten kredi kartını ödemeyenlere büyük kolaylıklar tanındığını, kendileri için bu düzenlemenin önemli bir etkisi olmayacağını söylediler. Bankacılar bu düzenlemeyi, "Başbakanı ve AKP tabanını memnun etmek için yapılan siyasi bir düzenleme" olarak görüyorlar. Yani milletvekilleri tatilde yörelerine gittiklerinde, "kredi kartı borcunuzu da taksitlendirdik, faizini indirdik" diyebilecekler...

Bankacılar Babacan’ın özellikle Sanayi ve Ticaret bakanlarının gereksiz düzenlemelerle kredi kartıyla oynamalarının önüne geçtiğini, işte bunun olumlu bir adım olduğunu söylüyorlar.

Yerli bankaların 5 milyon doların üzerinde döviz kredisi açma imkanının ise sınırlı bir sonuç vermesi bekleniyor ama "yıllardır süren haksızlığını sona ermesi açısından" olumlu değerlendiriliyor. Hala yabancı banka kredi kullandırdığında KKDF alınmıyor ama yerli banka açınca KKDF alındığı için yabancı bankalar lehine uygulama ise devam ediyor.

OYAK’IN İKİ ANAHTARI

Hafta sonunda Oyak Genel Müdürü Coşkun Ulusoy’un davetlisi olarak Mardin’deydik ve grubun şimdiye kadar yaptıklarını, ileriye dönük planlarını öğrenme imkanımız oldu. Oyak modelinin yurtiçinde ve yurtdışında tasarruf birikimi açısından bir model olabileceğini belirten Ulusoy, Oyak kurulurken ortaya çıkan "üyelere bir ev bir araba" hayalinin de artık gerçek olduğunu söyledi. Ulusoy, üyelerinin birikimlerine verdikleri nemaları yıllar itibariyle tabloyla sunarak, emekli olduklarında üyelerinin bir araba ve ev satın alacak birikimi elde ettiklerini söyledi. Ulusoy, bundan sonra üyelerin meslek hayatlarının başlarında, yani örneğin teğmen olduklarında bu imkana kavuşmaları için çaba sarfedeceklerini söyledi.

Ulusoy, Oyak’ın "Ordunun emrinde bir kurum" olmadığını, bir emeklilik yatırım fonu, birikim fonu olduğunu, birikimlerin yönetildiğini ve bu yolla ekonomiye katkı yapıldığını söylüyor.

Bence artık özellikle kendine liberal ya da muhafazakar diyen kişilerin ideolojik bir tavırla Oyak’a yüklenmekten vazgeçmeleri gerek. Çünkü gerçekten piyasa ekonomisi içerisinde çalışan, kurulan iyi sistem ve iyi yönetim nedeniyle örnek olacak biçimde tasarruf sahiplerine önemli getiriler sağlayan bir fon yönetiminden söz ediyoruz.

Bu arada tüm yatırım yapacaklarda olduğu gibi Oyak’ın da önünü göremediği için, elindeki imkanlara rağmen yeni yatırımlar hakkında bir belirsizlik içinde olduğunu gördük. Hep söylediğimiz gibi; yatırım için teşvikten önce bu makro belirsizliğin giderilmesi gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

Ekonomide beklentiler eylüle yığılıyor

15 Haziran 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan geçen hafta yine, IMF’e karşı tavrı ne olduğu pek belli olmayan "delikanlılık dozu yüksek" açıklamalarından birini daha yaptı. Piyasalar bu açıklamaya bakıp Başbakanın ne düşündüğünü yine anlayamadılar... Gördüğüm kadarıyla; son dönemdeki gelişmeler giderek daha yoğun biçimde, ekonomide beklentilerin önümüzdeki eylül ayına yığılmasına neden oluyor.

Bu hafta IMF Birinci Başkan Yardımcısı Lipsky Ankara’ya geliyor. Lipsky’nin asıl ziyaret amacı eylül sonu-ekim başı İstanbul’da yapılacak IMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları öncesi hazırlıkları yerinde görmek içindi. Daha sonra TÜSİAD Yüksek istişare toplantısı için İstanbul’dan Bodrum’a geçeceğini öğrendik. Son olarak da Lipsky’nin Ankara’ya gelip Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Ali Babacan başta olmak üzere resmi temaslarda bulunacağı açıklandı. Öğrendiğimiz kadarıyla Lipsky’nin programında Ankara yoktu ama Babacan’ın daveti üzerine ziyaretine Ankara’yı eklemek zorunda kaldı.

Lipsky’nin resmi temasları önemli çünkü yine tıkanma aşamasına girdiğini anladığımız IMF ile yeni stand-by anlaşması konusunda görüşmeler yapılacak. Artık anlaşma için yaz aylarının kaybedildiği kesinleşti ve Lipsky’nin ziyaretiyle eylül ayına kadar bir anlaşma zemini olup olmadığını anlamayı da umuyoruz.

Bununla birlikte Babacan’ın orta vadeli program hazırlık çalışmalarının da yine eylül ayına sarkacağı anlaşılıyor. Bence Babacan, her ne kadar "kendi programımızı yaparız" dense de, orta vadeli programın çatısını kurmak için IMF ile ilişkilerin belli olmasını bekliyor. Bunun için de önümüzdeki yaz aylarının teknik görüşmelerle tamamlanması lazım. Yani Lipsky ile yapılacak görüşmeler bir anlamda orta vadeli programın zamanlamasını da belirleyecek gibi.

IMF ile anlaşma olmayacaksa bile, şahsen, orta vadeli programın yine eylül ayı civarında açıklanmasını bekliyorum. Çünkü yaz aylarında küresel gelişmelerin takip edilip, bir ölçüde 2010 yılı bütçe ve program hedefleri için tahmin yapılabilir bir ortamın olması gerekiyor.

Kısacası ekonomide beklentiler eylül e yığılıyor. Eylül ortalarında, ekim ayı başlarında Türkiye ekonomisinin ne yöne gideceğini de daha rahat görme imkanımız olacak.

BAYKAL’IN IMF YORUMU

Anamuhalefet lideri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal geçen hafta NTV’deki söyleşisinde ekonomik gelişmelere de değindi ve bence çok olumlu açıklamalar yaptı. Herşeyden önce IMF konusunda söyledikleri, AKP Hükümetine eleştirileri bence çok haklı ve yerinde sözlerdi.

Artık hükümetin IMF ile ilişkiler konusunda kararını vermesi gerektiğini, daha fazla piyasaları oyalamaması gerektiğini söyleyerek, bir anlamda piyasaların isteğini dile getirdi.

Baykal’ın Gelir İdaresinin bağımsızlığı konusundaki tavrı ise bence yine çok yerindeydi. Piyasa ekonomisine inanmış bir lider görünümü çizerek, "IMF’in bu isteğinde haklı olduğunu, bunun siyasi bir talep olmadığını", açık açık söyledi. Gelir idaresine siyasilerin müdahalesini eleştirdi, AKP hükümetinin bakanlar kanalıyla bu tür müdahaleler yaptığını söyledi.

Herkes artık biliyor ki; AKP Hükümeti vergi işini kullanarak, Gelir İdaresini kullanarak işalemi üzerinde belirli bir baskıyı oluşturmuş durumda. Son olaylar, bu görünümü teyit etti.

Şimdi birileri çıkıp "Sırf AKP’yi eleştirmek için Bağımsız Gelir İdaresi istedi" bile diyebilir. Ancak bu sözler Baykal’ı, CHP’yi bağlayan sözler haline gelmiştir. Yani CHP’nin iktidar olması halinde herkes bu adımı bekleyecektir, bu artık verilmiş bir sözdür. Bence bu söyleşide yer alan siyasi açılım içeren sözleri de dahil olmak üzere, CHP artık çağdaş siyaset ve ekonominin gerektirdiği siyasi pozisyonları alma adına önemli gelişmeler gösteriyor.
Yazının Devamını Oku