Erdal Sağlam

Ekonomi yönetiminin “inandırıcı” programı

20 Temmuz 2009
GELEN son vergi zamları ile birlikte ekonomi yönetiminin yapacağı inandırıcı bir programın nasıl olması gerektiği de konuşulmaya başladı. Çünkü bu zamlar ekonomi yönetiminin hazırlıklarını sürdürdüğü yeni ekonomik program için yapılan zamlardı, o kesin...

Peki, ekonomi yönetimi, hükümet, nasıl bir program yapmalı ki, piyasalarda inandırıcılığı olsun, piyasadaki karar alıcılar artık bu programa göre plan-programlarını yapabilsinler.

Öyle ya, aynı hükümet bundan birkaç ay önce AB’ye de sunduğu, yeni bir ekonomik program yaptı, 2009 bütçe ve programında yazılı olan rakamları ve hedefleri neredeyse tümüyle değiştirdi ama bu programa kimse inanmadı...

Demek ki; her şeyden önce gerçekçi rakamlara sahip olmak gerekiyor.

Ekonomi yönetiminin bu yönde çaba sarfettiğini biliyoruz. Aslında daha önceki ekonomik program revizyonu yapılırken de bürokratlar gerçekçi hedefler saptamış, dönemin Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren bu gerçekçi rakamların programa girmesini istemişti...

Ama ne oldu; ekonomi yönetimi 2009 yılı için eksi 5 büyüme rakamının alınmasını isterken, hükümet oturdu tartıştı, Başbakanın talimatıyla 5 değil, eksi 3.6 oranının alınmasına karar verildi. Çünkü o zaman Başbakan hâlâ “kriz teğet geçecek” diyordu...

Yani ekonomi yönetiminin gerçekçi rakamlar saptaması, ilgili başbakan yardımcısının bu gerçekçi rakamları programa almaya çalışması da yetmiyor, demek ki...

Dolayısıyla önce ekonomi yönetiminin gerçekçi bir program hazırlaması, sonra da bunu Başbakana kabul ettirmesi bir ön şart olarak önümüzde duruyor.

Geçen hafta Referans’ta Hacer Boyacıoğlu’na konuşan, programı teknik olarak dizayn eden Devlet Planlama Teşkilatı’ndan (DPT) sorumlu Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, hazırladıkları orta vadeli programda “yüzde 3.6’dan daha negatif bir büyüme rakamın yer alacağının kesin olduğunu” söylemiş. Orta vadeli program birkaç ay önce revize edilirken yüzde 5 rakamı telaffuz ediliyordu ama o günden sonra gelen üretim rakamlarıyla yüzde 5’den daha kötü bir rakam konuşulur oldu. Bakalım ekonomi yönetiminin “gerçekçi büyüme rakamı” ne olacak.  

Yazının Devamını Oku

Kötü yönetimin faturası: İşsizlik ve vergi zamları

16 Temmuz 2009
DÜN açıklanan veriler, gelen vergi haberleri, bence Türkiye’nin, ülke ekonomisinin kötü yönetilmesinin faturasının halka nasıl çıktığını çarpıcı biçimde gösteren veriler ve haberlerdi.

Bugün bazı gazetelerde dün açıklanan rakamlar doğrultusunda, “işsizliğin azalmaya başladığını” okuyacaksınız. Mart sonunda yüzde 15.8 olan işsizlik oranının nisan ayı sonunda yüzde 14.9’a inmesi bir açıdan bakıldığında, işsizlik oranında azalma olduğu, krizin hasarının artık tamirine başlandığı, dolayısıyla ekonomide işlerin nasıl iyi yola girdiğinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.

Ancak çok yönlü yani tarafsız bakılmaya çalışılıp rakamların altına inildiğinde, mevsimsel etkiler nedeniyle böyle bir düşüş göründüğü, geçen yılın aynı ayıyla kıyaslandığında önemli artışların yaşandığı, mevsimsel etkilerden arındırıldığında ise işsizlik oranında artışın devam ettiği gözükecektir.

Türkiye’nin, sağlam mali yapısıyla bu küresel krizden en az etkilenecek ülkeler arasında yeralması gerekiyordu. Ancak en hızlı küçülen dolayısıyla işsizliği en hızlı artan ülkeler sıralamasında başı çeken ülkeler arasına girdi.

Yani nisan ayında işsizlik oranının mart ayına kıyasla düşmüş olması, ülkenin,ekonominin kötü yönetildiği gerçeğini değiştirmediği gibi, rakamların dibine inildiğinde, doğrudan kötü yönetimi ispat ettiği ortaya çıkıyor

Dün gelen ikinci haber akaryakıta yapılan vergi zammıydı. Bu zam bence çok yönlü olarak değerlendirilmesi gereken bir zam.

Herşeyden önce de, kötü yönetimin bir faturası olarak değerlendirilmeli.

Dün açıklanan vergi zammı, aynı zamanda Hükümetin piyasa ekonomisine ters düşen senaryolar içine girdiğini, ülkenin bağımsız kurumlarını bu senaryolara alet ettiğini de gösteriyordu.

EPDK’NIN BAĞIMSIZLIĞI SIFIRLANDI

Yazının Devamını Oku

Enerji oyununda Azerbaycan kartını kullanamadık

14 Temmuz 2009
DÜN hükümetlerarası anlaşması imzalanan Nabucco Projesi’nin önemini ve Türkiye’nin büyük şansı olduğu halde enerji oyununu neden iyi oynayamadığını biraz daha detaylandıralım...

Önceki gün ABD Büyükelçisi’nin Resmi Konutunda ABD Başkanı Barack Obama’nın Kafkas Bölgesi özel enerji temsilcisi Richard Morningstar ile sohbet imkanı bulduk. Morningstar bu anlaşma törenine Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev’in neden gelmediği yönündeki soruları yanıtlarken, Aliyev’in önceden belirlenmiş, iptal edemediği Londra ziyareti olduğunu, gelmemesine büyük bir önem atfetmemek gerektiğini söyledi.

Ancak biliyoruz ki; Aliyev bundan birkaç yıl önce olsaydı yani Ermenistan sınırının açılmasıyla ilgili son ihtilaf olmasaydı mutlaka Ankara’ya gelirdi.

Azerbaycan sadece Nabucco projesi için değil tüm dünya enerji oyunu için kilit konumda bir ülke. Yani Türkiye “kardeş”i saydığı Azerbaycan kartını bu büyük oyunda söz sahibi olabilmek için kullanabilirdi ama yapamadı. Hükümetin süreci iyi idare edememesi nedeniyle Azerbaycan’la aramıza ciddi bir mesafe girdi ve bu durum ülke çıkarlarını olumsuz etkiliyor.

Peki, Azerbaycan neden bu kadar önemli?

Çünkü Avrupa’nın mevcut 500 milyar metreküp olan talebi 2020 yılında 700 milyar metre küpe çıkacak, 200 metreküplük kendi üretimi de 100 milyar metreküpe inecek. Dolay ısıyla şu anda 300 milyar metreküp olan olan ihtiyaç bir o kadar artacak. Yani Rusya’dan gaz almaya devam edilirken 300 milyar metreküp daha ek gaz alması gerekiyor. Burada en önemli noktalardan biri ülkelerin gazda bağımlılık dereceleri. Rusya gazına bağımlılık seviyesi Kuzey ve Doğu Avrupa’da yüzde 80-85’e kadar çıkarken, Orta ve Güney Avrupa’da yüzde 40-60 arasında. Gaz bağımlılığı, enerji bağımlılığı, doğal olarak siyasi bağımlılığı da belirleyen çok önemli bir unsur. Bir ülkeye bağımlılıkta ideal oran; en fazla yüzde 50 olması.

“ABD niye bu kadar işin içinde” diye soruluyor ya, işte Avrupa ülkelerinin Rusya’ya bağımlılık tabloları, bu sorunun yanıtını veren en önemli tablo...

NABUCCO BÜYÜYECEK

Özetle; Rusya en büyük tedarikçi olduğu kadar, aynı zamanda bu oyunu çok iyi oynayan bir aktör ve ABD bunu dengelemeye çalışıyor. Son dönemde ABD’nin Azerbaycan Türkmenistan arasındaki ihtilafı çözmek için, Irak enerji kaynaklarının harekete geçirilmesi için bu kadar yoğun çaba sarfetmesinin altında yatan neden de bu.

Yazının Devamını Oku

Nabucco Projesi’nde soru işaretleri

13 Temmuz 2009
KAFKASLAR ve Ortadoğu gazını Avrupa’ya taşıyacak Nabucco Projesi’nde bugün büyük gün. Daha doğrusu büyük günlerden biri. Ankara’da hükümetlerarası anlaşmaya imza konacak. Anlaşmanın imza törenine Bulgaristan, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan başbakanları ile Gürcistan devlet başkanı katılacak. Yani görkemli bir tören daha yaşanacak.

Ancak bu anlaşmaya rağmen proje için hâlâ önemli soru işaretleri bulunuyor.  

Bu soru işaretlerini bildiğiniz zaman son birkaç gündür projenin imza töreni konusunda yazılanların bir kısmının da abartılı olduğunu anlarsınız.

Şu kadarını söyleyelim ki; proje Avrupa’ya, Türkiye üzerinden Kafkas gazını geçirmek için hayata geçiriliyor ama hâlâ bu boru hattından hangi gazın geçeceği belli değil. Rusya son anda Ermenistan sınırı nedeniyle Azerbaycan’la çıkan ihtilafımızı kullanıp, Azeri gazını, yani bu boru hattı için en fazla bel bağlanan gazı almak için anlaşma yaptı. Azerbaycan’dan hâlâ gaz gelme ihtimali yok mu? Var tabii ama anlaşması ve gaz miktarı henüz belli değil. Enerji Bakanımız, “Rusya da bu hatta girerse şaşırmayın” diyor. Belli ki Rusya ile konuşulmuş yani AB’nin Rusya gazına alternatif diye istediği, enerji arz güvenliği için kritik konumda olan bu boru hattına da yine Rusya dahil olabilir. O zaman nerede kaldı alternatif enerji kaynağı?

Hükümete yakın medyada sanki proje AKP’nin projesiymiş gibi gösteriliyor ama öyle değil. Bu proje için ilk imza Ekim 2001’de Romanya ile imzalandı ve daha sonra 2002 ortasına kadar 5 imza daha atıldı. Avrupa ile Türkiye arasında yani projenin asıl hedefi olan hat konusundaki anlaşma da, güzergah alternatifleri anlaşması da AKP öncesi imzalandı.

AKP Hükümeti bu projeyi devam ettirdi ama sürekli ikircikli bir tutum izledi. Gerçi Avrupa da yeterince bu projeye sahip çıkmadı ama son anda Türkiye’ye istediklerini de kabul ettirdi. Bence bu gidişle AB’ye tam üyelik için elimizde koz olması planlanan Nabucco Projesi’nde inisiyatifimiz çok azaldı yani koz olarak kullanabileceğimiz pek bir şey kalmadı.

Yanı sıra, Bakan’ın açıklamalarından anlıyoruz ki; yüzde 15 indirimli gaz alma talebimiz de kabul edilmedi, yani bu oyunu oynarken sürekli geri adım attık.

Bunun ötesinde hükümet geçen gün, Rusya’nın Nabucco Projesi’ne alternatif olarak çıkardığı Güney Akım projesine katılabileceğimizi de söyledi.

Elbette toplam 8 milyar dolarlık bir proje, içeride önemli bir iş potansiyeli yaratacak, çoğu bizim ülkemizden geçen hat nedeniyle yıllık vergi gelirimiz olacak. Ancak tüm bu olanlar sadece jeostratejik konumumuzdan kaynaklanan, yani zaten konumumuz gereği alacağımız asgari kazançlardı. Kullanamıyoruz ama Allah’tan coğrafi konumumuz önemli.

Yazının Devamını Oku

Üretimdeki gerileme ve yeni dalga korkusu

9 Temmuz 2009
GEÇEN hafta sonu başlayan küresel dalga korkusunun üzerine dün açıklanan üretim verileri gelince, piyasaların morali iyice bozuldu. Bence yaşanan son gelişmeler, hem küresel krizin henüz sona ermediğini kanıtlıyor hem de Türkiye’nin krize karşı önlem almakta ne kadar geciktiğini ve hálá geç kalınmakta olduğunu daha açık biçimde ortaya koyuyor.

Yılın ilk çeyreğindeki şok ekonomik gerilemenin zamanında önlem alınmamasından kaynaklandığını artık herhalde herkes kabul ediyordur. Dün açıklanan beklentilerin üzerindeki mayıs ayı sanayi üretim gerilemesi de ilk çeyrekteki kadar olmasa da, ekonomideki gerilemenin ikinci çeyrekte de devam edeceğinin bir kanıtı.

Kimileri, "İkinci çeyrek gerilemesi tek haneli rakama inecek" diyerek işi ne kadar yumuşatmaya çalışsalar da, bu rakamlar yıl sonu itibariyle 2009 yılı ekonomik gerilemesinin bence beklenenden çok daha kötü çıkacağını gösteren rakamlardır. Artık yıl sonu ekonomik gerilemesi için yüzde 6 ve daha üzerindeki eksi rakamlar konuşulmaya başlayacak.

Ekonomilerdeki düzelmenin gecikmesi küresel bazda yeni tedirginlik kaynağı olurken, ABD Başkanı Obama’nın ekonomi danışmanlarından gelen yeni paket gerektiği yorumları da tedirginliği artırdı. Bunun üzerine ABD’den tüketici kredilerindeki sıkıntının büyüdüğü haberleri geldi. Bu haberlerle "Yeni dalga mı geliyor" korkusu yavaş yavaş tüm piyasaları sararken, yaz aylarında gözler, artık çok daha dikkatli olarak, ekonomik göstergelere çevrili olacak.

İşte böylesine bir küresel konjonktürde gelen mayıs ayı sanayi üretim rakamı, içeride bu korkunun daha da büyümesine neden olabilir.

TEŞVİK YATIRIMA DEĞİL ÜRETİME

Özetle; hem küresel krizde yeni dalga korkusu, hem içerideki toparlanmanın geciktiğinin ortaya çıkması ileriye dönük olarak tedirginliği artırıyor.

Dün Başbakan Yardımcısı Ali Babacan başkanlığında ilgili bakanlarla toplanan TOBB Konsey Başkan ve üyeleri, yeni getirilen yatırım teşviklerinin sorunu çözmeyeceğini belirtip "üretim teşviği" istediklerini açıkladılar. Bu talep bile tek başına, hálá krize karşı yeterli önlem alınamadığının, işalemine güven verilemediğinin bir kanıtı sayılabilir.

Özetle söylenen şu ki; bırakın yeni yatırımı mevcutları kurtaralım, bunun için de üretimini devam ettirecek olana teşvik verelim.

Böylesine bir dönemde hükümetin Türk-İş’le toplu iş sözleşmeleri konusunda anlaşmaya varması bence olumlu bir gelişme oldu. Böylece ileriye dönük olarak piyasaları tedirgin edebilecek bir unsur ortadan kaldırıldı.

Ancak askeri yargı-sivil yargı tartışmaları ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün önündeki yasa konusunda alacağı tavrın, toplumsal anlamda rahatsızlık yaratabilecek bir unsur olarak hala önümüzde durduğunu söylememiz gerekiyor.
Yazının Devamını Oku

ABD-Rusya ilişkileri ve Türkiye’nin enerji oyunu

7 Temmuz 2009
ABD ile Rusya arasında dün başlayan görüşmeler, ileriye dönük küresel politikayı ve güç dengelerini etkileyebilecek potansiyele sahip. Bu denklemin içinde Türkiye de yer al ıyor ve bence bu dönemin çok iyi izlenip, ülke çıkarları için pozisyon hatası yapmamak gerekiyor. Uzmanların söylediğine göre; Obama’nın Rusya ziyareti öncesi yaptığı Putin ve Medvedev’e ilişkin tanımlamalar, Putin’i "bir ayağı eski, bir ayağı yeni sistemde" şekli nde tarif etmesi, aslında Putin başta olmak üzere Rusya Federasyon’u yönetimi ile girmek istediği yeni ilişki biçimini de tanımlıyor.

Küreselleşme süreci içinde, yaşanan krizden sonra bence ABD zorunlu olarak uluslar arası işbirliği anlayışını gözden geçiriyor. Küreselleşmenin revize edilip geliştirilmesi için Rusya gibi ülkelerin de sisteme tam entegre edilmesi, siyasi ve ekonomik olarak yeni küresel kurum ve kurallara uyumunu sağlamak gerekiyor. "Yeni düzenin kuralları tam olarak saptandı mı?" derseniz bence henüz oluşmadı, oluşturulmaya çalışılıyor. Belki de, Rusya gibi yeni düzen için olumlu ya da olumsuz çok büyük rol oynayacak ülkelerle görüşmeler yapılarak, bu yeni düzenin kurum ve kuralları oluşturulmaya çalışılacak.

Elbette ABD yeni düzende de dominant konumunu devam ettirmeye çalışacak ve bunun için verebileceği tavizler ile kazanımlarını masaya yatıracak. Bence Rusya gibi ülkelerin de talebi üzerine, yeni düzenin oluşumunda sistemi tehlikeye atmayacak bazı yerel politikalara izin verilmesi gerekecek. Bu kapsamda bence ekonomide sosyal politika tercihleri de yer alacak...

Dün ba şlayan ABD-Rusya görüşmelerinde nükleer silahların sınırlandırılması, ABD ’nin güvenlik şemsiyesi adı altında Rusya’ya komşu ülkelerdeki projelerinin gözden geçirilmesi ve enerji güvenliği konu ları, görünen başlıca konular.

HÜKÜMETİN YENİ ENERJİ OYUNU

İki ülke arasındaki her konu Türkiye’yi ilgilendiriyor ama en çok ilgilendiren yönü tabiki enerji işbirliği konusu. Açık söylemek gerekiyor ki; Türkiye’nin son dönemde Rusya’ya enerji alanında ciddi biçimde yakınlaştığını, bir politika değişikliğine girdiğini gözlüyoruz. Liderlerin Soçi zirvesinden sonra hem Dışişleri hem Enerji Bakanımız geçen hafta Rusya’yı ziyaret etti. Burada Rusya’nın nükleer enerji santralı ısrarı gündeme gelmiş. Söylentilere göre Bakanlar Kurulu göstermelik bir indirim alıp, santral yapımını Ruslara verecekmiş. Yanı sıra Rusya’nın isteği üzerine Enerji Bakanı Nabucco’ya alternatif olan Güney Akım Projesine girebileceğini söyledi. Ayrıca Samsun-Ceyhan hattına Rus petrolünün gelmesi, Batı hattının 2011’de bitecek kontratının bir özel sektör firmasına verilmesi, Mavi Akım 2’nin geleceği gibi konular son dönemde ısıtılan, ciddi enerji işbirliği konuları.

İşin tuhafı; bu projelerin hepsi için AKP’ye yakın şirket ve işadamlarının adı geçiyor...

ABD, Azerbaycan gazının Rusya’ya satılması gibi bazı konularda Rusya’ya tolerans gösteriyor gibi ama toleransının boyutu nedir, yoğunlaşan Türkiye Rusya işbirliği ile birlikte çıkan "stratejik işbirliği" lafları, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini nasıl etkiler?

Bir ülkeyi yönetenlerin görevi; hem ulusal hem uluslar arası gelişmeleri çok yakından takip edip ülkeyi maceraya atmadan, halkının çıkarı için ülke menfaatini önde tutacak dengeyi bulup, ona göre ulusal ve uluslararası ilişkileri yönetmektir.

Böyle kritik bir dönemde, kurumlararası çatışmayı körükleyerek bu ilişkiler yönetilebilir mi?

Parti ve yandaşlarının çıkarı için, ülke çıkarlarının tehlikeye atılmaması gerektiği de açık.

Umarım Hükümet ulusal ve uluslararası politikada ne yaptığını biliyordur...

Umarım siyasi ve ekonomik olarak AB ve Batı entegrasyonu politikası değişmemiştir..

Umarım, ekonomik krize bir de uluslararası krizler eklenip, halk iyice mağdur edilmez.
Yazının Devamını Oku

İşveren de memnun değil işçi de

6 Temmuz 2009
SON dönemde yaşananlara baktığınızda, hem işveren hem de işçi kesiminin yaşananlardan mutsuz olduğunu, bu memnuniyetsizliğini artık dile getirmeye başladığını görürsünüz.

Yılın ilk çeyreğinde ekonomi tarihi rekor kırıp yüzde 13.8 oranında küçülmüş, işsizlik almış başını gidiyor, tabii ki mutsuz olacaklar diyebilirsiniz. Haklısınız da…

Ancak hem işveren hem de işçi kesiminin bu küresel kriz ortamında çok sağduyulu davrandığını hatırlamalıyız. Olayı büyütmemeye çalıştılar, maaşların düşürülmesine razı olup işçi çıkarılmasın diye toplu sözleşme imzaladılar, mümkün olduğunca sekter demeçlerden kaçtılar, hatta hükümete yardımcı olmak üzere ortak tüketim kampanyaları düzenlediler…

Krizin Türkiye’ye etkisinin aslında daha az olabileceğini, yönetim hatası ve kötü yönetim nedeniyle krizi bu kadar ağır yaşadıklarını bildikleri halde hükümete fazla ses çıkarmadılar.

Özetle; işçi kesimi de işveren kesimi de, şimdiye kadar hükümete anlayışlı davrandılar.

Ancak şimdi bir şeyler olmaya başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan, bence kendisine ve hükümetine karşı gösterilen bu anlayışlı ve yumuşak tavrı hep böyle gidecek, aslında olması gereken bu tavırmış, mağdur olsalar da kesimler hiç sesini çıkarmayacak biçiminde algıladı. Türk-İş hakkını arıyor ama Başbakan buna bile tahammül edemiyor. Son olarak toplu iş sözleşme için anlaşmazlığa girdiği Türk-İş’e, hafta sonunda AKP Sakarya il kongresinde seslenip, “Kusura bakmasınlar, eğer greve gideceklerse buyursunlar gitsinler” resti çekti.

Başbakan’ın açıklamalarına yanıt veren, Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu da “talihsiz” olarak nitelendirdiği bu açıklamaya yanıtı eylemlerle vereceklerini söyledi. Başbakan’ın toplu iş sözleşmesi düzenini kavrayamadığını belirten Kumlu, “Bu düzende, ‘vermiyorum’ diye bir yaklaşım kabul edilemez, müzakere esastır” demiş. Haksız mı?

Yani Başbakan bu tavrıyla durup dururken grevleri tahrik etmiş olmuyor mu?

TÜSİAD’IN YASA YAPMA YÖNTEMİNE TEPKİSİ

Yazının Devamını Oku

İhracat artmadan büyüme gelmez

2 Temmuz 2009
YÜZDE 13.8’lik ilk çeyrek daralması, yarattığı sürpriz etkisinin yanısıra, bundan sonra yoğun olarak tartışılacak bir konu olarak, gündemimize girmiş bulunuyor.

Gerçi piyasalar beklentilerin  üzerinde gelen bu rakamı satın almadılar ama bu riski biriktirmedikleri, ileride fiyatlara dahil etmeyecekleri anlamına gelmiyor.

Yaşanan bu keskin daralmada yönetim hatası olduğu, gerekli kararların zamanında alınmamasının etkisinin büyük olduğu açık. İlk çeyrek itibariyle en fazla olumsuz etkilenen ülkelerin arasında Türkiye’nin başı çekmesi zaten bu yönetim hatasını çok somut biçimde ortaya koyuyor.

Ancak artık ileriye bakmak gerektiği de ortada. Daralmanın nedenlerini iyi araştırıp, bundan sonra ekonominin daha çabuk ve hızlı toparlanması için nelerin yapılması gerektiğinin saptanması gerekiyor.

ÖZEL SEKTÖR KAYNAKLI ÜRETİM

İşte tam bu noktada uzun süre Türkiye’de iç talebin üretimi sürükleyecek ölçüde canlandırılamayacağı gerçeği karşımıza çıkıyor. Çünkü mali disiplin çok bozuldu ve içtalebi artırmak için yapılacakların makro ekonomik denge üzerinde yaratacağı tahribat mutlaka düşünülmek zorunda. Bu nedenle iç talebin kamu harcamalarını artırmadan, Hazine’yi borç sarmalına sokmadan canlandırılması, bunun için de özel sektör kaynaklı bir üretim planlaması yapmak gerekiyor.

Bu konuda adım atılmaya başladı ama yeterli değil. ÖTV ve KDV indirimleri kendisinden beklenen etkiyi yaptı ama artık yetmiyor. Haziran ayı üretim rakamları, Nisan-Mayıs’taki kıpırdanmanın yeniden yavaşladığını gösteriyor. Yani ÖTV ve KDV indirimlerinden sonra şimdi yeni bir şeyler yapmak gerek.

Bu açıdan, örneğin Kredi Garanti Fonu’nun işlemesi neden bu kadar geciktiriliyor bence anlaşılabilir gibi değil. Belli ki kamuya mümkün olduğunca yük getirmeden, bu tür önlemlerin sırayla devreye sokulması gerekiyor

İHRACATÇI IMF’İ İSTEMİYOR AMA

Yazının Devamını Oku