Erdal Sağlam

IMF beklentisi ekimden sonra artık kullanılamaz

25 Ağustos 2009
BİR süredir, özellikle ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın IMF ile anlaşma yapmayı çok istediğini, eylül ayı sonlarında bir anlaşma yapılması ihtimalinin hâlâ var olduğunu düşünüyorum.

Piyasalar ise, belki de sonradan moralleri bozulmasın diye, IMF anlaşmasından daha çok hükümetin açıklayacağı orta vadeli programa bel bağlamış gözüküyordu. Sanki orta vadeli program için gerçekçi hedefler saptanır, birkaç önemli radikal önlem alınırsa, piyasalara güven verilebileceği imajının yayılmaya çalışıldığı gözleniyordu.

Dün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bir gazetede, “IMF ile sürdürülen görüşmelerde ekonomik önlemler konusunda bir anlaşmazlık olmadığı, alınması gereken tedbirlerin miktarı konusunda görüşmelerin sürdüğünü” belirten bir açıklaması yeraldı.

Bu açıklama üzerine piyasalarda IMF anlaşması umudunun yeniden canlandığını gördük.

Gerçi Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, IMF ile ilgili böylesine bağlayıcı bir açıklama yaptığı için Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e bozulmuştur ama bu demeç piyasalar açısından yeniden bir umut yarattı sayılabilir.

PİYASA HÂLÂ İNANMIYOR

Bakan Şimşek’in açıklamalarından yeniden umutlanmalarına rağmen, piyasa oyuncularının hala bu konudaki tedirginliklerini korudukları da gözden kaçmıyor. Hem içeriden hem dışarıdan piyasa oyuncuları arayarak dün, “Gerçi böyle söylemiş ama sizce hükümet anlaşma yapar mı?” diye sordular.

İşin garibi; her ne kadar IMF ile anlaşma yapılabileceği ihtimaline daha yakın dursam da, bu tür sorulara “yapılabilir” yanıtı veremedim. Çünkü 1 yılı aşkın süredir bu konudaki tahminlerimiz o kadar çok değişti ki... Elbette bu tahminlerimizi sürekli değiştiren de ilgili bakanların verdikleri demeçler, kamuoyuna açık ya da kapalı olarak bize söyledikleriydi...

Örneğin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, IMF ile ilişkilerden sorumlu devlet bakanıyken, bize en geç  geçtiğimiz nisan ayında bu anlaşmanın yapılacağını da söylemişti.

Yazının Devamını Oku

Faiz indirimleri işadamlarını sevindiriyor ama...

24 Ağustos 2009
GEÇEN hafta Merkez Bankası’nın faiz indirdiği gün, artık “büyük” sıfatını alan bir işadamı ile karşılaştım.

Merkez Bankası’nın faiz indirimini hatırlatıp, “Sen indirmeyin, tehlikeli dedikçe faiz indiriyorlar” diye hatırlatıp, “Merkez Bankası’nın çok iyi yaptığını” söyledi. Merkez faiz indirdikçe bankaların artık dönüp kendilerine kredi vermeye başlayacağını söyledi.

Kendisine de söyledim; bu hızlı indirimlerin sonucunu şimdi değil bir süre sonra göreceğiz.  Yarar mı getirdiğini yoksa orta vadede zarar mı verdiğini, hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Bu işadamına göre faiz indirimlerinin aynı hızla devam etmesi gerekiyor.

Daha sonra işadamının ne kadar haklı olabileceğini düşünürken, aklıma, Başbakan’ın bir toplantıda söylediği “Faiz sebeptir, enflasyon sonuç, bu bana göre böyledir” sözü geldi.

Peki, bu sözünü ettiğim işadamı, işaleminin genelini temsil ediyor mu? Tümü değil ama çoğunun böyle düşündüğünü, faiz indirimlerine ne olursa olsun olumlu baktıklarını, faiz indikçe kendilerinin kolay ve ucuz kredi bulacaklarını sandıklarını biliyorum. Tabi ki olaya orta-uzun dönem bakanlar, iktisatçı kadroları yetkin olanlar, bu kadar olumlu değiller. Hatta tedirgin olanlar var. Ancak bunların genele göre daha az olduğunu söylemem de gerekir.

Peki, gerçekten Merkez Bankası faiz indirdikçe bankalar tutup da işalemine daha rahat mı kredi verecekler, kredi maliyetleri ve şartları iyileşecek mi?

BANKALARIN KÂRI AZALACAK

Soruyu birkaç üst düzey bankacıya yönelttim; çoğu “Biz kredi vermiyoruz diye bir şey yok ki, talep eden yok” yanıtı verdiler. İyi de o zaman reel sektör temsilcileri neden ağlıyor, bankalardan şikayet ediyorlar? Bankaların söylediği şu ki; sağlam müşteri için her zaman verecek kredileri var. Bu sağlam müşterilerden gelen kredi taleplerini karşılıyorlar ama riskli gördükleri şirketlerden gelen kredi talepleri ne, kriz öncesi de olumlu yanıt vermiyorlardı, şimdi de veremiyorlar. Krizdeki fark riskli gördükleri şirketlerin artmış olması.

Bankalar geçmiş krizden de ders alarak, Hazine’ye borç vermelerine rağmen ellerinde atıl para bulunmasına rağmen, doğal olarak kredi vermekte çok çekimser davrandılar. Ancak bu dönemde bile büyük ve sağlam şirketler kredi buldu, bilançoları şeffaf olmayan, hâlâ “varlıkları kişide borçları şirket üzerinde” gözüken çoğu KOBİ, reel sektör şirketleri ise kredi bulamadı. Zaten rakamlar gösteriyor ki; dış talep hâlâ yok, içeride de gerekli adımlar atılmayıp tüketici güveni sağlanamadı yani iç talep de geliştirilemedi. Böyle olunca yeni yatırım talebi de ortadan kayboldu.

Yazının Devamını Oku

Merkez’in körüklediği faiz indirme yarışı

20 Ağustos 2009
BAZI bankacılara göre bu uyarı için erken ama, Merkez Bankası’nın körüklediği bir faiz indirme yarışının başladığına dikkat çekmek istiyorum. Özellikle bazı büyük bankalar arasında, son günlerde “faiz indirme yarışı” iyice kızışmış durumda.

Geçmişte bankalar arasında yaşanan faiz yarışlarının nelere malolduğunu yakından izleyen bir gazeteci olarak, uyarmak gerektiği görüşündeyim; bu yarış iyice kızışabilir...

Bazı büyük bankalar konut kredileri başta olmak üzere, yüzde 1’in altına indirdikleri faizleri giderek düşürmeye devam ediyorlar.

YARIŞA MECBUREN KATILANLAR

Bunun birçok nedeni var tabii ki... Örneğin üst sıraları paylaşan bankalar arasında değişiklikler olması yani özel bankalar arasındaki liderlik değişiminin sancılarını görmek mümkün. Hem aktif hem pasif boyutunda sıralama değiştikçe, üst sıralardakiler daha agresif davranıp, kaybettikleri payları geri alma telaşına girdi. Böyle bir yarış başladığında artık geri durmak mümkün olmuyor. Aksine, büyük bankalar arasındaki yarış kızıştıkça bundan zarar görecek küçük bankalar da mecburen yarışa katılıyorlar. O zaman tümüyle bir yarış ve risklerin hesapsız artışıyla karşı karşıya kalıyoruz.   

Sadece özel bankalar değil kamu bankaları da, hele ki iş faiz indirme olduğu için, mecburen bu yarışa katılacak ve işler iyice kızışacaktır.

Başlayan yarışın nedenlerinden biri liderlik iken, buna cesaret veren iklimi yaratan ise tümüyle Merkez Bankası’nın aldığı kararlar ve yaptığı faiz açıklamaları.

ENFLASYON TEHLİKESİ

Bazı bankacılar Merkez Bankası’nın başka çaresi olmadığını çünkü enflasyon tehditinin neredeyse tümüyle kaybolduğunu söylüyorlar. Aynı bankacılar bu kadar likidite pompalanmasının ardından mutlaka enflasyon kaygısının başlayacağını kabul ediyorlar ama o zaman da Merkez Bankası’nın faiz artırımından çekinmeyeceği görüşündeler.

Yazının Devamını Oku

Faiz inmeye devam edecek ama

18 Ağustos 2009
MERKEZ Bankası faiz oranlarını indirmeye devam edecek. Merkez Bankası’nın kamuoyuna verdiği sözler tutarsa, önümüzdeki 3 yıl da faizler tek hanede kalacak...

Para Politikası Kurulu’nun (PPK) bugünkü toplantısında faiz oranlarında yarım puan indirim kararı alınması bekleniyor. Sağolsun, Merkez Bankası yönetimi, geçen ay sonunda yayımladığı Enflasyon Raporu’yla verdiği taahhütler sonucunda, piyasadaki çeyrek puanlık indirim beklentisini yarım puana çıkardı. Faiz oranlarındaki indirim sadece bugünkü toplantıda değil, eylül hatta kasım ayındaki PPK toplantılarında da indirilmeye devam edebilir.

Faizde indirm devam ediyor ama piyasalarda moral var mı derseniz, maalesef yok. Temmuz ayına ilişkin üretim rakamları, vergi indirimlerinin etkisinin kaybolduğunu, üretimde gerilemelerin başladığını gösteriyor. Kısmen süren vergi indirimleri de devreden çıkınca tablonun daha da kötüleşmesinden korkuluyor. Bunun nedeni ise açık; güvensizlik...

TÜKETİCİ BOŞ YERE GÜVENİYOR

İşte bu güvensizlik anketlere de yansımaya başladı. Son aylarda tüketici güveninde yükseliş görülüyordu ama bakıldı ki, boş yere güveniyor, tüketici yeniden karamsarlaşmaya başladı. Bence dün açıklanan tüketici güven endeksinde temmuzda görülen yüzde 3.4’lük düşüş, güvensizliğin en çarpıcı delillerinden biri oldu.

Aslında daha önce çıkan anket sonuçları da temel siz bir iyimserlik rüzgarı yansıtıyordu. O nedenle bu endek s sonuçlarına da biraz şüpheyle bakmak gerekiyor ama görünen açık ki; tüketici güveninde yeniden geriye gidiş yaşan maya başladı. Tüketici güvensizliği yeniden oluşuyor da yatırımcının, sanayici nin güveni var mı derseniz, maalesef o da yok.

O nedenle diyorum ki; faiz indirimlerinin artık eskisi kadar etkisi yok. Faiz indirildiği zaman insanlar artık tasarru fların yatırıma, üretime kayacağını düşünürdü, ekonominin gereği buydu ama şimdi durum farklı. Faizler düşüyor ancak kamu harcamaya devam ettiği için, tasarruflar yatırıma sanayiye, üretime değil, kamunun harcamalarına yani Hazine kağıtlarına gidiyor. Kaynak bulamayan yatırımcı, talep de görmeyince, yatırım yapmıyor, işçi çalıştıramıyor.

İŞSİZLİK TABLOSU DÜZELMİYOR

Öyle olunca da Türkiye’nin işsizlik oranı devasa boyutlarda kalmaya, hatta büyümeye devam ediyor. Dün açıklanan işsizlik rakamları, oranın düştüğü görülmesine rağmen umut vermedi, aksine karamsarlığı daha da artırdı.

Yazının Devamını Oku

0 büyüme revizyonları dışarıda yukarı, bizde aşağı doğru

17 Ağustos 2009
BAŞBAKAN Yardımcısı Ali Babacan geçen hafta Konya’da yaptığı konuşmada gerçekci sayılabilecek bir ekonomik durum özeti yaparken, 2010 yılından itibaren dünya hala kriz etkileriyle uğraşırken Türkiye’nin hazırlayacağı orta vadeli programla atağa geçeceğini söyledi.

Babacan, diğer ülkelerde finans sektörü sorun iken Türkiye’de sektörün güçlü olduğunu, bunun avantaj olduğunu ve olacağını kaydetti.

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan haklı; finans sektörünün sağlam yapısı büyük bir imkan sağlıyordu ama şurası da kesin ki, biz bu imkanı şimdiye kadar kullanamadık.

Türkiye ekonomisi nin küresel resesyona girilirken ekonomik aktivite açısından en fazla olumsuz etkilenen ülkeler arasında yer al dığı kesin. İlk çeyrek için gelen yüzde 13.8’lik küçülme rakamı başka bir şeyle açıklanamaz. Bunun nedeninin kötü yönetim olduğu da açık. Açık olan başka bir şey daha var ki; küresel ekonomide bir bahar havası yaşanmaya başladı ve neredeyse tüm ülkeler ekonomik büyüme için saptadıkları hedefleri yukarı yönlü revize etmeye başladılar. Yakında IMF ve Dünya Bankası da, sürekli kötümser revizyonlardan vazgeçip, artık revizyonu yukarı doğru yaparsa şaşırmayalım.

Ancak tüm dünyada büyüme revizyonları olumluya, doğru yani yukarı doğru yapılırken bizde büyüme tahminlerinin sürekli aşağı doğru yapıldığına dikkat çekmek istiyorum. Haziran ayı rakamları tam biraz umut vermişken, hemen ardından gelen Temmuz ayı üretim rakamları, ciddi bir toparlanmanın hala olmadığını, vergi indirimleriyle yapılan üretim dopinginin etkisini yitirmesiyle üretimin tekrar geri dönmeye başladığını gösterdi.

İşte bu nedenle de ekonomik birimler şu sıralar 2009 yılı büyüme rakamlarını yeniden revize etmeye başladılar ve bu revize yine olumsuza doğru, yani aşağı yönlü oluyor. Son günlerde tüm bankaların iktisadi raporlarına bakın; artık 2009 yılı büyüme rakamlarının eksi 6’dan daha iyimser olmadığını görecekseniz.

KRİZDEN ÇIKIŞ İÇİN ÜRETİME BAKILACAK

O nedenle Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın mevcut ekonomik durum için gerçekçi sayılabilecek bir analiz yaparken, ileriye dönük olarak söylediklerine şu anda inanılmasını beklememesi gerekir. Kendisinin de bunu beklemediğini tahmin ediyorum.

Çünkü Hükümet kriz yönetiminde başarısız oldu, finans sektörünün güçlü olmasını fırsat olarak kullanma imkanı varken, tersine küresel krizden en olumsuz etkilenen ülkelerden biri olduk. Referans noktası şimdiye kadar ki Hükümet performansı olunca, piyasa uzmanları da haklı olarak, küresel toparlanma döneminde de kötü yönetimin devamı halinde, bu hareketten de en olumsuz etkilenecek ülkelerden biri olarak çıkmaktan korkar oldular.

Yazının Devamını Oku

50 katrilyonu aşan sosyal güvenlik açığı

13 Ağustos 2009
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan önceki gece Rize’de yaptığı konuşmada sosyal güvenlik açığının 50 katrilyon lirayı aştığını açıkladı.

Geldiklerinde 15 katrilyon olan sosyal güvenlik açığını 50 katrilyonu aşan bir açığa nasıl çevirdiklerini, hemşehrilerine göğsünü gere gere anlattı.

Piyasalar hükümetin neden bir türlü IMF ile anlaşma imzalayıp belirli bir kaynağı cebine koyup herkesi rahatlatmadığını, hadi bu olmadı orta vadeli program biran önce açıklayıp da neden piyasaları rahatlatmadığını anlayamıyor du ya, işte nedeni bu.

Daha açıkcası; ekonominin bir türlü disipline edilememesinin, bu nedenle piyasalarda hala ileriye dönük korkular yaşanmasının, emeklisinden işadamına kadar herkesi durup beklemeye iten belirsizliğin nedeni, işte bu popülizm...

HALKINI DÜŞÜNEN DEVLET

Başbakan bu açığın nedenini “insanı yücelten devlet anlayışı”na, ilaç hastane bedellerinin ödenmesine, hastane önünde ki kuyrukların kalkmasına bağlamış.

Bence “halkın emrinde devlet anlayışı”nın, ne kadar basit ve ilkel olarak algılandığını, bunun da ötesinde nasıl yanlış anlatılabildiğini gösteren çok güzel bir örnek bu.

Halkın emrinde olan devlet, bir eliyle verip ötekiyle alan devlet değildir. Halkını düşünen devlet, kamu açıklarını artırıp, ondan sonra vergi yoluyla, enflasyon yaratarak, ya da halkın birikimi olan değerleri satıp harcayarak, bunları verimli alanlara ve borç ödemelerinde kullanmayıp harcayan, kamunun borcunu sürekli artıran devlet değildir.

Siz eğer sosyal güvenlik açığı gibi açıkları, kara delikleri yeniden hortlatır, bu yolla popülizm yapıp oy kapmaya çalışırsanız, ancak göz boyamış olursunuz. Devlet yönetimi demek, kaynakların rasyonel kullanımı , uzun vadeli halkın çıkarlarını gözetecek kararlar almak deme ktir. Yani şimdi oy almak için kara delikleri yeniden oluşturursanız, bunun acısını sonunda yine halk öder. Bu açıkları kapatmak için ya vergi almak lazım, ya da borç almak. Yani bütçeniz açık verir, sonunda da bu açıkları yine ha lk öder.

Yazının Devamını Oku

Yüzde 10 küçülmeye sevinir olduk

11 Ağustos 2009
HAZİRAN ayında sanayi üretiminin yüzde 9.7 küçüldüğü açıklandı, televizyonlar, internet siteleri haberi bir bayram havasında veriyor. Yani Türkiye, sanayi üretiminin bir ayda yüzde 10 küçülmesine sevinir oldu... Ne garip değil mi?

Tabi ki bunun en önemli nedeni Haziran’dan önceki aylardaki daralma oranlarının çift haneli yani daha yüksek rakamlar olması. Bunun dışında bir önceki aya göre üretim yüzde 7.3 artış kaydettiği için de ayrıca seviniliyor.

Tamam, bir kıpırdanma var buna sevinelim ama Türkiye ekonomisinin bu hale gelmiş olmasına aslında kızmamız gerekmez miydi? Daha doğrusu insanları “tek haneli sanayi daralması” açıklandı diye sevince garkeden kötü gidişatın bir kader olmadığı, aslında kötü yönetimden kaynaklandığını bilmek gerekmez mi?

BUNA DA ŞÜKÜR!

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Tanıl Küçük yüzde 9.7 daralmanın normal koşullarda çok yüksek bir küçülme oranı olduğunu hatırlatıp, “Bir yıla yaklaşan arka planıyla düşündüğümüzde, bu sonuca ehven-i şer diyor, ümit verici buluyoruz ama bizim ümitten daha fazlasına ihtiyacımız var” demiş.

Küçük rakamların moralleri yükselttiğini, olumlu bir zemin yarattığını kaydedip, “Bu olumlu zemin, mutlaka tedbirlerle desteklenmelidir” şeklinde konuşmuş.

Yani Tanıl Küçük, daha beteri görüldüğü için “buna da şükür” diyor. Herhalde biz de Başkan Yardımcısı olduğu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)’nin büyük emek vererek kazandığı saygınlığını, uzun süredir içine girdiği garip suskunlukla yitirmeye başladığını gördüğümüz için, Küçük’ün bu kadarını söylemesine bile “buna da şükür” demeliyiz...

Özetle; yüzde 10’luk küçülmeye sevinecek bir toplum ve ilgili sivil toplum kuruluşları dizayn ettiği için AK Parti Hükümetini kutlamak gerek. İlk çeyrekteki yüzde 13.8’lik küçülmeyi, yani dünyanın en yüksek 4.  küçülmesini bize yaşatmalarına, çift haneli küçülme rakamları devam etmesine rağmen, bunu herkese sanki kaderimizmiş gibi kabul ettirdiler ya, helal olsun...

ASLINDA SIKINTI DEVAM EDİYOR

Yazının Devamını Oku

Enerjide oynanan tehlikeli oyun

10 Ağustos 2009
RUSYA Başbakanı Putin’in yaptığı son Türkiye ziyaretinin “tarihi bir ziyaret” olduğuna katılıyorum. Ancak bazılarının atfettiği “Türkiye diplomasisinin çeşitlendirilmesi” ya da “ABD’den bağımsız politika” gibi abartılı anlamları kesinlikle yüklemiyorum.

Bence bu ziyaret tarihi anlamını, ileride, Türkiye’nin enerji oyununda yaptığı hayati hataları somut olarak gördüğümüz zaman anlamış olacağız. Çünkü bu ziyaret sırasında imzalanan anlaşmalar ve kendisini “çöpçatan” olarak ilan eden İtalya Başbakanının katılımıyla verilen uluslararası ilişki havasının ve üzerinde anlaşılan projelerin acısını, bence ileride epeyce çekeceğiz.

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Putin’le birlikte yaptığı açıklamalarda, imzalanan enerji projeleri hakkında aslında ne kadar az bilgi sahibi olduğu, getirisi ve götürüsünün iyi hesaplanmadığı açık biçimde gözüküyordu. Örneğin Ceyhan’la ilgili söylediklerinden, kendi teknisyenlerinden bile yeterince bilgi almadığı belli oluyordu.

Putin’in ziyaretinin ardından Enerji Bakanımızın söylediklerinden, daha önce size sözünü ettiğim nükleer santrallerle ilgili planın nasıl uygulamaya girdiğini, bu işi bilenler açıkca gördüler. Bakan, nükleer santrallerle ilgili dünyadaki modellerin çoğunda, küçük de olsa kamu payı bulunduğunu, kendilerinin de bu yola gitmeleri gerektiğini söylüyor. Ama hemen ardından Ruslarla yapılacak santralden sonra bu yola gidilmesi gerektiğini söylüyor. Birincisi; Bakan, Ruslarla yapılan pazarlıkların göstermelik olduğunu, bu ihalenin ne yapıp edilip, Samsun-Ceyhan hattına petrol verilmesi karşılığında Ruslara verileceğini itiraf etmiş sayılır.

Ruslara bu hukuki sorun yaratacak pahalı elektrik alacağımız projenin verileceğini, ardından ABD’nin hiç pazarlık yapmadan bundan sonraki nükleer teknoloji ve santrallere ilgili işleri alacağı yönündeki tahminimi söylemiştim. Bakanın söylediği “kamu payı olması” şartının ABD’li nükleer şirketlerinin talebi olduğunu biliyoruz. Yani Bakan, bu sözleriyle ABD’lilere bundan sonraki nükleer santral ihalelerinin verileceğini de itiraf etmiş oluyor.

Özetle; Ruslarla son ziyarette yapılan anlaşmalar enerji oyununu Türkiye’nin plansız, programsız, geleceği ve halkı düşünmeden, sadece günü ve birilerini kurtarmak adına oynadığını ve oyunun ülke için tehlikesini iyice büyüttüğünü gösteriyor.

GAZDA RUSLARA BAĞLIYIZ

Ruslarla yapılan anlaşmalara bakın; enerjide arz güvenliği kavramı çok önemli ve ülkeler  enerji temin ettikleri kaynakları çeşitlendirmek zorundadır. Çünkü enerji bağımlılığı, ekonomik bağımlılığı ve doğal olarak siyasi bağımlılığı beraberinde getirir. 

Zaten doğalgazda büyük ölçüde bağımlı olduğumuz Ruslara, hem bu anlaşmalarla, hem Azerbaycan başta olmak üzere kaynak ülkelerle ilişkilerde yapılan hatalarla, iyice bağımlı kalıyoruz. Sadece doğalgaz temininde mahkum olduğumuz Ruslara depolama, dağıtım, satış aşamalarında da bağımlı  olacağız. Halk, yani tüketici bile artık Ruslara mahkum olacak.

Yazının Devamını Oku